Mısırlı yatırımcılar, Tigray sorunu yüzünden Etiyopya'ya dava açacak

Elektrik kablosundan keresteye Mısır’ın Etiyopya’da değeri 750 milyon doları bulan yatırımlarındaki kayıplar milyonlarca doları buluyor

Mısır, Etiyopya'daki çatışma nedeniyle Addis Ababa'daki yatırımlarında milyonlarca dolar kaybetti (AFP)
Mısır, Etiyopya'daki çatışma nedeniyle Addis Ababa'daki yatırımlarında milyonlarca dolar kaybetti (AFP)
TT

Mısırlı yatırımcılar, Tigray sorunu yüzünden Etiyopya'ya dava açacak

Mısır, Etiyopya'daki çatışma nedeniyle Addis Ababa'daki yatırımlarında milyonlarca dolar kaybetti (AFP)
Mısır, Etiyopya'daki çatışma nedeniyle Addis Ababa'daki yatırımlarında milyonlarca dolar kaybetti (AFP)

İbrahim Abdulmecid
Mısırlı yatırımcılar, Etiyopya hükümetine dava açmaya hazırlanıyorlar. Mısırlılar, Etiyopya’nın kuzeyinde bulunan Tigray Bölgesi’ndeki fabrikalarında çalışmaların durması sonucunda uğradıkları zararların tazmin edilmesini talep edecekler. Etiyopya hükümeti, bölgedeki askeri operasyonların ardından, Rönesans (Nahda) Barajı krizi nedeniyle Kahire ile Addis Ababa arasında yaşanan gerilimden ötürü Mısırlı işadamlarına ayrımcılık yapmakla suçlanıyor. Kahire ile Addis Ababa arasında Nil Nehri üzerinde inşa edilen baraj ile ilgili yapılan ve iki ülke halkını ilgilendiren soruna çözüm bulunması için 10 yıldır devam eden müzakerelerde herhangi bir çözüme varılamamıştı.

Ayrımcılık
Tigray Bölgesi’nde yatırımları olan Mısırlı yatırımcılardan Alaa es-Sekati, son dönemde Addis Ababa'da Mısırlı ve diğer uyruklardan yatırımcılara yapılan muamelede ayrımcılığın ortaya çıktığını vurguladı. Sekati, Etiyopya’nın Kahire Büyükelçiliği’nden kendilerine birkaç gün önce Etiyopya’ya giriş için vize alma zorunluluğu getiren bir bildirim geldiğini, diğer yatırımcıların ise Etiyopya’ya vardıklarında havaalanında vize alabildiklerini söyledi.
Şarku’l Avsat’ın haberine göre Independent Arabia’ya konuşan Sekati, Etiyopya'ya yatırım yaptığı yıllarda az da olsa ayrımcılığa maruz kaldıklarını fark ettiğini, ancak son dönemde, Rönesans Barajı krizinin tırmanması ve üçlü müzakerelerin tökezlemesiyle bu ayrımcılığın arttığını ve Mısırlı yatırımcılara diğerler milletlerden olan yatırımcılardan farklı muamele edildiğini söyledi. Etiyopya pazarına girdikten sonra sadece bir işadamı olduğunu ve siyasetle ilgisi olmadığını iddia etmesine rağmen bu ayrımcılığa uğradığını söyleyen Sekati, yatırımların hükümetler tarafından alınan herhangi bir karar veya siyasi değişiklikle bağlantılı olmamasını istedi. Sekati, Etiyopya hükümetinin bu yeni vize kararıyla önümüzdeki dönemde Mısırlı yatırımcılara karşı daha fazla tedbir uygulanacağını düşünüyor.

Kayıpların hacmi
Etiyopya’daki tüm Mısırlı yatırımcılar, gerek işçilerin çalışmalarına getirilen kısıtlamalar gerekse üretimin durmasına neden olan mali transferlerdeki zorluklarla birlikte geçtiğimiz aylarda ülkedeki çalkantılı koşullardan etkilendi. Tigray Bölgesi’ndeki yatırımcılar, mevcut gelişmelerden en çok etkilenen kesim olurken, fabrikalar 6 ayı aşkın bir süre önce tamamen durdu. Sekati’ye göre bu da 6 aydır çalıştırılmayan makinelerin hasar gördüğü ve alınan siparişlerin zamanında tedarik edilememesi nedeniyle tazminat ödemek zorunda oldukları anlamına geliyor. Sekati, diğer yatırımcılar gibi iletişim kanallarının yetersiz ve internetin kötü olması nedeniyle Etiyopyalı işçilerle iletişim kurma konusunda sıkıntılar çektiklerini ve Mısırlı işçilerin de aylardır ülkelerine geri dönemediklerini sözlerine ekledi.
Sekati, Etiyopya’daki işçilerin ve Mısır’da faaliyet gösteren danışmanlık bürolarının ödemelerini yapmakta kararlı olan ve elektrik kablolarından keresteye ve ambalaja kadar çeşitli alanlarda faaliyet gösteren Mısır fabrikalarının kayıplarının on milyonlarca dolara olduğunu tahmin ediyor.

Tazminat davası
Mısırlı Sanayiciler ve Yatırımcılar Birliği Başkan Yardımcısı olan Sekati, krizin çözümüne yönelik çabalarla ilgili olarak, “Etiyopya’nın Kahire büyükelçiliği ile temasa geçildi. Etiyopya Dışişleri Bakanlığı ile iletişim kuruldu. Bakanlıktan yalnızca diplomatik tepkiler verilirken krizi çözmeye yönelik vaatlerde bulunuldu” ifadelerini kullandı.
Mısır ve Etiyopya hükümetleri arasında yatırımları korumak için bir anlaşma olduğunu belirten Sekati, yatırımcının bir sorun çıkması durumunda yatırımlarının bulunduğu devlete şikâyette bulunma hakkına sahip olduğunu, krizin 6 ay içinde çözülmemesi halinde sorunun Mısır hükümetine intikal edileceğini, yani davanın hükümet nezdine taşınacağını belirtti. Bir sonraki aşamada anlaşmazlıkta uluslararası tahkime götürülmesi ya da Afrika Birliği'ne (AfB) şikâyette bulunulması ve diğer yasal tedbirlerin uygulanması gibi yeni adımların atılabileceğini söyleyen Sekati, uğradığı büyük kayıpların ardından Etiyopya hükümetine tazminat davası açacağını da sözlerine ekledi.
Başbakan Abiy Ahmed’in lideri olduğu iktidardaki Refah Partisi (PP) tarafından yönetilen Etiyopya federal hükümeti, 4 Kasım 2020’de Tigray Halk Kurtuluş Cephesi’nin (TPLF) kontrolündeki Tigray bölgesinin kontrolünü yeniden ele geçirmek için askeri bir operasyon başlatıldığını duyurdu. Tigray Bölgesi yönetimi, federal hükümetin seçimleri erteleme kararını, Abiy Ahmed'in görev süresinin uzatılmasına yönelik bir çaba olduğu gerekçesiyle reddetti. Bu adım, 2018'de Başbakan Ahmed’in göreve gelmesinden bu yana bölge halkından hiç kimsenin hükümette önemli bir pozisyona getirilmemesinin intikamı olarak nitelendirildi.

Yatırımcılar, özellikle Tigray Bölgesi’ne yönlendirildi
Öte yandan Etiyopyalı siyasi analist Enver İbrahim, “Mısır’ın Etiyopya’daki yatırımları 2012’den bu yana arttı. Bu yatırımlar özellikle Etiyopya'nın başkenti Addis Ababa yakınlarındaki Oromia bölgesinde yoğunlaştı. Eski Başbakan Haile Mariam Desalegne döneminde yatırımcılar özellikle Tigray Bölgesi’ne yönlendirildi. Yatırımcılar başlangıçta, bölgenin başkente olan uzaklığı ve dolayısıyla hizmetlerin yetersizliği nedeniyle buna direndiler” ifadelerini kullandı.
İbrahim, Ocak 2018'de Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi, dönemin Sudan Devlet Başkanı Ömer el-Beşir ve Etiyopya’nın eski Başbakanı Desalegne arasında Addis Ababa'da gerçekleşen ve Rönesans Barajı dosyasındaki gelişmelerin ele alındığı üçlü görüşmeden sonra Mısır'ın Tigray’deki sanayi bölgesini faaliyete geçirilmesinin kararlaştırıldığını ve geçtiğimiz Kasım ayında bölgede başlayan askeri operasyonlara kadar çalışmaların artarak devam ettiğini söyledi.
Etiyopyalı analiste göre bölgedeki çatışmadan kaynaklanan hasar, sadece Mısırlı yatırımcıların fabrikalarını değil, bölgedeki Hint, Sudanlı, Çin ve diğer milletlerden işadamlarının yatırımlarını da kapsarken ülke ekonomisi de bu çatışmadan büyük ölçüde etkilendi. Hükümet, yatırımcılara zararları tazmin etme ve fabrikaları yeniden çalıştırma sözü verse de analistler, başlıca şehirler dışındaki bölgelerde federal ordu ile bölgesel güçler arasında vur-kaç olaylarının yaşandığı Tigray Bölgesi’ndeki mevcut durum gölgesinde bunu başarmanın zor olduğunu düşünüyorlar. Sonuç olarak çatışma halen devam ediyor ve bölgenin başkenti Mekele şehri dışında tüm bölgelerde iletişim kesiliyor. İnternet hizmeti yok ve resmi medyada yayınlanan haberler dışında herhangi bir bilgi alınamıyor.

Etiyopya’nın şüpheciliği
Enver İbrahim, Mısır ile Etiyopya arasında Rönesans Barajı konusundaki anlaşmazlığın Mısır’ın Etiyopya’daki yatırımları üzerindeki etkisiyle ilgili olarak ise Etiyopya hükümetinin Mısır’ın yatırımlarını her zaman Rönesans Barajı dosyasına bağladığını, Mısır’ın, muhalif hareketleri desteklemek ve siyasi ayaklanmaya neden olmakla suçlandığını vurguladı.
Oromia Gençlik Devrimi ile 2015 ve 2017 olayları sırasında Türk yatırımcılara ait yanan fabrikaların arkasında Mısır'ın olduğu yönündeki şüphelere değinen Enver İbrahim, Etiyopya hükümeti’nin 2015 yılında, Mısırlı bir şirket yerine Etiyopyalı bir şirket aracılığıyla ülkede iletişim alanında çalışmaları soru işaretlerine neden olan 90 Mısırlı mühendisi sınır dışı etmesinin Etiyopya’nın Mısır’ın yatırımlarıyla ilgili şüpheciliğin en önemli kanıtlarından biri olduğu belirtti.
Mısır Cumhurbaşkanı'nın 2018 yılında Addis Ababa’ya gerçekleştirdiği ziyaret sırasında yaptığı açıklamaya göre Mısır'ın Etiyopya'daki yatırımları 750 milyon doları buluyor. Bununla birlikte iki ülke arasındaki ticaret hacmi 170 milyon doları geçmezken Mısır’ın yatırımlarının çoğu elektrik kablosu fabrikaları, altyapı, kereste, ambalaj ve diğerler alanlarda yoğunlaşıyor.
Mısır, Sudan ve Etiyopya arasında AfB himayesinde yapılan üçlü müzakereler, Addis Ababa'nın önümüzdeki yaz Rönesans Barajı havzasını ikinci kez doldurma konusundaki kararlılığı nedeniyle sonuçsuz kalmıştı. ,



PKK, Hamas, Hizbullah: Yarım asırlık silahlı örgütlerin Ortadoğu’daki etkisi

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters
TT

PKK, Hamas, Hizbullah: Yarım asırlık silahlı örgütlerin Ortadoğu’daki etkisi

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters

Rüstem Mahmud

Bir gün içinde PKK militanları Türkiye topraklarından çekiliyor veya Güvenlik Konseyi Hamas'ı silahsızlandırma kararı aldı ya da Lübnan hükümeti ordunun Hizbullah'ı silahsızlandırma planını bekliyor yahut Irak'taki Haşdi Şabi ile Suriye, Yemen ve Libya’daki diğer örgütler hakkında benzer haberler ve raporlar duyabiliyoruz. Yıllardır, bu savaşçı örgütler, üyeleri ve davranışları bölgemizdeki en önemli ve çoğu zaman tek haber oldular. Dış gözlemciler artık siyasi, sosyal ve kültürel sahnemizi çok çeşitli örgütlerin ve savaşçılarının yuvasından ibaret sanmaya başladılar.

Bu örgütler yalnızca silahlı eylem konumunu işgal etmiyorlar, aynı zamanda siyasi rollere, etkinliğe ve üretkenliğe de sahipler. Yaşadıkları toplumların geniş kesimleri için prestijli ve sembolik değere sahip bir konuma sahipler. Savaşçıları, en azından toplumun belirli bir kesimi için, bir kutsallık halesiyle çevrililer.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre 1970'lerin başından itibaren, bu örgütler bölgemizdeki olağanüstü siyasi gerçeklikler ve bağlamların bir sonucu olarak ortaya çıktılar. Filistin ve Kürt meselelerine, birçok devletin, kendilerini baskı altında hisseden, yalnızca siyasi eylem ve mücadeleyle asgari düzeyde bile uzlaşıya varamayan milyonlarca insandan oluşan topluluklara yönelik bir tür “sıfır toplamlı” yaklaşımı damga vurmuştu. Nasırcılığın 1967’deki savaşta uğradığı yenilgi, devletin ve düzenli orduların sahip oldukları güç ve nüfuzu kaybetmelerine neden oldu. İran rejimi, dış politikasının bir dayanağı olarak hizipçiliğe dayanan uzun vadeli bir strateji uygulayarak, bu iki temele mezhepsel bir boyut ve yük ekledi. Ancak, bu örgütlerin türediği ülkelerde ekonomik, siyasi, güvenlik, anayasal, eğitim ve sağlık yapıları tamamen başarısız olmasaydı, bu çeşitli koşullar ve araçlar etkili olmazdı. Söz konusu örgütler bu başarısızlık sayesinde kendilerini kurtarıcılar ve devlet adına hareket ederek tüm ulusu koruyan araçlar olarak sundular.

Yarım asırdan fazla bir süre boyunca, bu örgütlerin üyeleri ve liderleri, toplumlarımızın geniş kesimleri arasında sahip oldukları “sembolik hegemonya” sayesinde, kamusal alana bir değerler, söylemler ve normatif araçlar cephanesi dayatmayı başardılar. Bunlar arasında şunlar sayılabilir: “Şiddet, değişimin özü ve tek aracıdır”, “sembolik lider tarihsel bir zorunluluktur”, “mevcut koşullar ucu açık bir olağanüstü hal gerektirmektedir”, “toplumsal ilerleme ve statü, bu örgütlere sadakat ve bağlılıkla bağlantılıdır”, “bu sınıfın üyeleri eleştirinin ötesindedir ve şehitler aziz statüsüne sahiptir”, “servet, eğitim, incelikli eylemler, entelektüel üretim ve sanatsal çalışma gibi şeyler, bu örgütlerle bağlantılı olmadıkları sürece anlamsızdır”. Bunlar ve benzeri birçok söylem kamusal alanda sürekli bir korku duygusu yaratıyor ve mevcut koşullarımızın “istisnai” olduğu yönünde derin bir hissi besliyordu. Tüm bunlar, toplumların geleceği ve güvenliği ve bu “savaşçı sınıf” örgütlerinin varlığını sürdürmesiyle sıkı sıkıya bağlantılıydı.

Samurayların ortadan kaldırılması, eski Japonya'nın sonunu ve hümanist modernitenin ilke ve değerlerine bağlı modern, medeni ve demokratik bir devletin yükselişini işaret ediyordu

Bir bakıma, bu sınıfın üyeleri, başlangıçta üyeleri İmparatorluk Muhafızları'nda asker olan, daha sonra zamanla, toplumsal güvenliği ve kaos dönemlerinde imparatorluk gücünün bütünlüğünü korumada oynadıklarını söyledikleri olağanüstü roller sayesinde kamusal bir rol, bir tür kontrol, otoriter konum ve sembolik statü üstlenen geleneksel Japon samuraylarına benzer hale geldiler. Davanın koruyucularından “davanın kendisine” dönüştüler. Kamu düzenini korumaya adanmış savaşçılar konumundan, her türlü kamusal erdemin sembolü haline geldikleri için, yerel topluluklara kendilerine ayrıcalıklı bir şekilde davranmayı dayatan, mali, idari, ticari, sembolik ve kültürel derebeyliklerin liderleri ve sahipleri konumuna geçiş yaptılar.

Tıpkı Japon samuraylarının tarihsel anlatısında olduğu gibi, bölgemizdeki bu savaşçılar ve örgütleri de, farklı derecelerde de olsa oldukça karmaşık ve istisnai tarihsel koşullardan sonra ortaya çıktılar. Ancak kendilerini “davanın kendisine” dönüştürmekten çekinmediler. Bu çeşitli örgütler, varoluşlarının asıl nedeni ortadan kalkmış olsa bile, askeri ve sembolik genel egemen statülerini her zaman farklı derecelerde de olsa korumaya gayret ettiler. Nitekim Lübnan Hizbullahı, İsrail'in bir kısmını yeniden işgal etmesinden önce tüm Lübnan topraklarından çekilmesinden çeyrek asır sonra bile silahlarını elinde tutmaya kararlı. Filistinli Hamas hareketi, silahını, Filistin'in tek kurtarılmış bölgesi olan Gazze Şeridi'ndeki tüm yaşam biçimlerinin sürekliliğinden ve devamından daha kutsal, gerekli ve kaçınılmaz görüyor.

Ancak, savaşçı sınıf ve silahlı örgütleri içindeki tüm bu otoriter özelliklerin bölgemizde yerleşik olmasına, toplumlarımızdaki genel modernleşme süreçleri bağlamında oynayabilecekleri gerici rollerin açıkça kabul edilmesine rağmen, temel soru hâlâ ortada duruyor: Bu örgütleri, bu istisnai sınıfı, ortaya çıktıkları koşulların, iklimlerin ve şartların yapısında köklü dönüşümler yaratmadan rollerini ve egemenliklerini ortadan kaldırmak mümkün müdür? Mevcut Hamas dağılsa bile, milyonlarca Filistinli, nesnel bir barışı asgari koşullarda da olsa karşılayan bağımsız bir devlete sahip olmadığı sürece, farklı isimler, sloganlar ve mekanizmalarla yeni bir Hamas'ın ortaya çıkmayacağının garantisi var mı? Türkiye'deki Kürt sorunu, Kürdistan İşçi Partisi'nin (PKK) ve 40 yıllık silahlı mücadelesinin doğuşuna mı sebep oldu, yoksa PKK mı Kürt sorununu doğurdu? Dolayısıyla “Kürt mazlumiyeti gölü” varlığını ve etkinliğini koruduğu sürece, oradaki “Kürt mücadelesi balığı”nın yok olacağının bir garantisi var mı?

Samurayların ortadan kaldırılması, eski Japonya'nın sonunu ve hümanist modernitenin ilke ve değerlerine bağlı modern, medeni ve demokratik bir devletin yükselişini işaret ediyordu. Ama öncelikle Japonya, “hakkı” olduğuna inandığı şey uğruna komşu ülkeleri işgal edip milyonlarca masum insanı tekrar öldüremeyecek üretken bir ülke. Japonya artık birçok şeyi başarabilen bir ülke, bunların başında da geçmişte yaptıklarından dolayı özür dileyebilmesi geliyor.


Suriye Savunma Bakanlığı: SDG ile çıkan çatışmada iki asker hayatını kaybetti

Deyrizor'daki SDG milisleri (Arşiv – Reuters)
Deyrizor'daki SDG milisleri (Arşiv – Reuters)
TT

Suriye Savunma Bakanlığı: SDG ile çıkan çatışmada iki asker hayatını kaybetti

Deyrizor'daki SDG milisleri (Arşiv – Reuters)
Deyrizor'daki SDG milisleri (Arşiv – Reuters)

Suriye Savunma Bakanlığı bugün yaptığı açıklamada, dün akşam Rakka kırsalında Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile çıkan çatışmalarda iki askerin öldürüldüğünü duyurdu.

Suriye devlet televizyonu dün akşam, SDG'nin bölgedeki Suriye ordusu mevzilerine sürpriz bir saldırı düzenlemesinin ardından Rakka'nın doğusundaki Ma'adan şehri civarında şiddetli çatışmaların çıktığını bildirdi. Kanal, SDG'nin bölgedeki ordu mevzilerini hedef almasının ardından ordu topçularının SDG'nin ateşine karşılık verdiğini de ekledi. SDG ise güçlerinin DEAŞ unsurlarının Rakka'nın doğusundaki Ganem el-Ali çölünde bulunan mevzilerine insansız hava araçları (İHA) fırlatmak için kullandıkları bir dizi mevziyle mücadele ettiğini söyledi. SDG tarafından yapılan açıklamada, “Bölge, bu hafta Şam hükümetine bağlı gruplar tarafından bir dizi saldırıya maruz kaldı. Bu saldırılar, terörist saldırılarını gerçekleştirmek için bu bölgeleri kullanan DEAŞ unsurlarının faaliyetleriyle paralel olarak gerçekleşti” denildi. SDG, ‘Suriye'nin kuzey ve doğusunu meşru bir şekilde savunmaya ve sivilleri hedef alan her türlü terörist tehdidi önlemeye’ kararlı olduğunu vurguladı.

Bu hafta başında SDG, doğu Rakka'da Suriye hükümeti gruplarının saldırısını engellediğini duyurmuş ve çatışmanın tırmanmasını önlemek için orantılı bir yanıt verildiğini belirtmişti.

SDG, Suriye'nin kuzey ve doğusunun büyük bir bölümünü kontrol ediyor.

Suriye Savunma Bakanı Murhaf Ebu Kasra geçen ay, başkent Şam'da SDG lideri Mazlum Abdi ile görüştüğünü ve ülkenin kuzey ve kuzeydoğusundaki tüm cephelerde ve askeri konuşlanma noktalarında derhal kapsamlı bir ateşkes üzerinde anlaştıklarını söyledi.


İsrail'in Gazze'nin güneyine düzenlediği hava saldırısı sonucu 3 kişi hayatını kaybetti, 15 kişi yaralandı

Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta bulunan Nasır Hastanesi'nde İsrail saldırısı sonucu hayatını kaybedenlerin cenaze namazını kılan Filistinliler (Reuters)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta bulunan Nasır Hastanesi'nde İsrail saldırısı sonucu hayatını kaybedenlerin cenaze namazını kılan Filistinliler (Reuters)
TT

İsrail'in Gazze'nin güneyine düzenlediği hava saldırısı sonucu 3 kişi hayatını kaybetti, 15 kişi yaralandı

Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta bulunan Nasır Hastanesi'nde İsrail saldırısı sonucu hayatını kaybedenlerin cenaze namazını kılan Filistinliler (Reuters)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta bulunan Nasır Hastanesi'nde İsrail saldırısı sonucu hayatını kaybedenlerin cenaze namazını kılan Filistinliler (Reuters)

İsrail savaş uçakları, Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'un doğusuna hava saldırısı düzenlerken, sivil savunma ekipleri kanlı bir günün ardından bölgeden üç ceset çıkardı ve 15 yaralıyı tahliye etti.

Filistin Enformasyon Merkezi, ‘işgal uçaklarının bu sabah erken saatlerde Han Yunus'un doğusunda, ağır topçu bombardımanı ile eşzamanlı olarak birkaç hava saldırısı düzenlediğini’ bildirdi.

Gazze Şeridi'ndeki Sivil Savunma Müdürlüğü, ‘işgal güçlerinin Han Yunus'un doğusundaki Beni Suheyla bölgesinde bir evi bombalamasının ardından üç şehit çıkarıldığını ve 15 yaralı tahliye edildiğini’ duyurdu.

Gazze Şeridi'ndeki hastanelerin sağlık kaynakları dün, ‘İsrail ordusunun 10 Ekim'de yürürlüğe giren ateşkes anlaşmasını açıkça ihlal ederek, Gazze ve Han Yunus şehirlerinde 17'si çocuk ve kadın olmak üzere 28 kişiyi öldürdüğünü’ bildirdi.

Hamas Sözcüsü Hazım Kasım bugün yaptığı açıklamada, İsrail’i Gazze anlaşmasını ihlal etmekle suçladı. Kasım, İsrail’in aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu çok sayıda kişiyi öldürdüğünü ve yaraladığını belirterek, Mısır, Katar, Türkiye ve ABD’yi bu ‘ihlalleri’ derhal durdurmak için harekete geçmeye çağırdı.

Kasım, İsrail ordusunun ‘anlaşmanın varlığına rağmen Gazze’de büyük bir katliam gerçekleştirdiğini’ ve bu tutumun, İsrail hükümetinin arabulucular ve garantör ülkeler nezdindeki açık saygısızlığını yansıttığını söyledi. Kasım ayrıca, bu ülkelerin işgalci güçlerin Gazze’ye yönelik saldırılarını durdurmakta yetersiz kaldığını ifade etti.

dwef
İsrail'in düzenlediği hava saldırısının gerçekleştiği bölgeyi inceleyen Filistinliler (Reuters)

Kasım, “Şarm eş-Şeyh'te anlaşmayı imzalayan tüm tarafları, özellikle Mısır, Katar, Türkiye ve ABD'yi, sorumluluklarını yerine getirmeye ve işgalin saldırganlığını ve Gazze'deki savaşı sona erdirmek için yapılan anlaşmanın ihlallerini durdurmak için acil önlemler almaya çağırıyoruz” dedi.