Irak'ın demokrasiye geçiş hayali yıkılmak üzere

Partilerin sistemi kontrol etmesine izin veren mevcut siyasi model, halkı hayal kırıklığına uğrattı

Askeri kökenli bir lider fikri, Iraklı gençlere halen çekici gelmiyor (Getty)
Askeri kökenli bir lider fikri, Iraklı gençlere halen çekici gelmiyor (Getty)
TT

Irak'ın demokrasiye geçiş hayali yıkılmak üzere

Askeri kökenli bir lider fikri, Iraklı gençlere halen çekici gelmiyor (Getty)
Askeri kökenli bir lider fikri, Iraklı gençlere halen çekici gelmiyor (Getty)

Ahmed es-Suheyl
Irak’ın yıllardır yaşadığı siyasi, güvenlik ve ekonomik sorunların ve bunların toplum üzerindeki etkilerinin ardından Iraklıların özellikle 2003 yılı sonrası ülkedeki siyasi sistemin üzerine kurulduğu demokrasiye geçme hayallerine ilişkin sorular gündemi meşgul ediyor.
Ülkede son 17 yıldır ortaya çıkan sorunlar, güvenlik ve ekonomi dahil olmak üzere hayat mücadelesinin öncelikleri ve daha önce eşi benzeri görülmemiş boyutlara ulaşan işsizlik ve yoksulluk, demokrasiye olan ilginin azalmasına doğrudan katkıda bulunuyor.
Ekonomik sıkıntıların yanı sıra İslami eğilimli partilerin ve Irak devleti üzerinde kontrol sağlayan silahlı kanatlarının hegemonyası, vatandaşların karşı karşıya olduğu en büyük ikilemi oluştururken gözlemcilere göre özellikle siyasi paranın devlet kurumları üzerindeki doğrudan etkisi ile kontrolsüz silahların ülkedeki seçimlerin seyri üzerindeki etkisi, demokratik sürece geçiş olasılığını önemli ölçüde azalttı.
Irak’ta birçok kez yaşanan protesto hareketlerinin ana tetikleyicisi, belki de seçimlerin hiçbir faydası olmadığına dair halk arasındaki genel görüştü. Bu protesto hareketlerinin en sonuncusu, Mayıs 2018’de yapılan genel seçimlerden yaklaşık bir yıl sonra patlak veren Ekim 2019 ayaklanmasıydı. Bu da seçimlerin yapılmasının herhangi bir anlamı olmadığına dair halk arasındaki genel görüşü net bir şekilde gözler önüne seriyor.
Irak’ta 2018 yılında yapılan genel seçimler, ülke tarihindeki en az katılımın olduğu seçimlerdi. Resmi verilere göre katılım oranı yaklaşık yüzde 44’tü. Ancak gözlemciler bu oranın çok daha düşük olduğunu belirttiler.

Rızaya dayalı demokrasi, Irak’ın hayallerine inen en büyük darbe oldu
Mevcut siyasi partilerin sistemi kontrol etmesine izin veren 2003 sonrası siyasi model ya da ‘rızaya dayalı demokrasi’ olarak adlandırılan model, gerçek demokrasiye geçiş noktasında Iraklılar için büyük bir hayal kırıklığı yarattı. Bu durum ülkenin zenginliklerinin ve yönetiminin söz konusu bu partiler arasında mezhep temelinde paylaşılmasının yolunu açtı. Bu da demokratik dönüşüme yönelik eğilimin azalmasına büyük ölçüde katkıda bulundu.
Belki de Iraklıların, halka siyasi sistemi değiştirme imkânı veren demokratik bir uygulama olarak seçimlere olan inancındaki azalma, demokrasiye geçiş hayaline inen en büyük darbedir.
Iraklı gazeteci Ali Riyad, “Iraklıların, rızaya dayalı demokrasi modelini yürütme yetkisine sahip temsilcileri seçme fırsatı verilememesi ve parlamento seçimlerinde seçeneklerin sınırlandırılması, demokrasi denilen şeyin halkın gözünden düşmesine neden oldu” değerlendirmesinde bulundu. Ancak Riyad'a göre en ciddi sorun, bu başarısızlıkların Iraklılar arasında bir diktatörlük hasretini ya da tüm kesimleri tek bir ulusal kimlik çatısı altında bir araya getiren güçlü bir liderin otoritesi özlemini tetiklemesidir.  
Iraklıların birçoğunun yukarıdaki özlemlerin nedenini, kaostan ve dış güçler tarafından desteklenen milislerin ve partilerin egemenliğinden sıyrılmış bir devlet kavramını eski haline getirme girişimine bağlayan Riyad, “Iraklıların çok büyük bir kesimi, kararları herhangi bir iç veya dış güç tarafından kontrol edilmeyen otoriter bir liderin iktidara gelmesini istiyor” dedi.
Iraklıların ‘diktatörlüğe olan eğiliminin yolsuzluğa, katillere ve ülkenin yıkımına neden olanlara karşı intikam alma arzusunun açık bir tezahürü’ olduğuna işaret eden Riyad, “Bu eğilim, dışarıdan ve içeriden hiçbir müdahale olmaksızın halkın arzularını yerine getirebileceğine inanılan bir liderin gelmesi gerektiğine dair hayali bir bakış açısıyla Irak'ın askeri liderlere olan sevgisi konusunda bir fikir birliğine yola açtı” şeklinde konuştu.
Riyad sözlerini şöyle sürdürdü:
“Diktatörlüğe olan eğilim, esasında gerçek bir lidere olan özlemdir. Gerçek demokrasi, halen gerçekleştirilmesi beklenen bir hayaldir. Ancak bunun gerçek bir demokrasi olması için partizan ve mezhepçi normlarla sınırlandırılmamış ve meclis ön plana çıkarılarak yasama otoritesinin bir kenara itilmemiş olması gerekiyor.”

‘Hırsızların ve katillerin’ egemen olduğu bir platform
Iraklıları demokratik geçiş arzusundan uzaklaştıran belki de en büyük nedenlerden biri, demokrasinin koruyucusu olması gereken siyasi sisteme olan güvenlerinin azalmasıdır. Bu güven, özellikle resmi devlet kurumları ve söz sahibi partilerle bağlantılı silahlı milislerin, başta protesto hareketlerine katılan aktivistler olmak üzere muhaliflere yönelik baskıların, suikastların ve sindirme operasyonlarının ardından azaldı.
Ekim 2019 ayaklanması, Iraklı gençlerin devletin temellerini atmaya ve demokrasi hayalini yeniden tesis etmeye yönelik ciddi bir girişimini temsil ediyordu. Ancak gözlemcilere göre otoriter baskı sistemi, bu ayaklanmanın hedeflerine ulaşılmasını engelledi.
Aktivistlerden biri olan Alaa Settar, mevcut yönetim şeklinin, iktidarın demokrasiyi temsil etmek için sunmaya çalıştığı model olduğunu belirterek, “Gerçek özgürlük hayali kuran Iraklılar, hayal kırıklığına uğratıldı. Ekim Devrimi, iktidarın ezilmesinin ve hiçbir demokratik standardı karşılayamadığının canlı bir kanıtıydı. Irak'ta olan, Saddam Hüseyin rejiminin, onun baskıcılığını ve otoriterliğini uygulayan birkaç parti tarafından paylaşılmasıydı. Iraklıların gözünde rızaya dayalı demokrasi tam da budur. Gençler, iktidarın seçimlerle değişeceği demokratik bir sistemde yaşadıklarını düşünüyorlardı. Ancak, Ekim Devrimi sırasında bu düşünce hızla değişti. Gençlere göre siyasi sistem, hırsızların ve katillerin egemen olduğu bir platform ve devleti yöneten çetelerin liderleri arasında güçlerin dengelendiği, kendi kendini yeniden yapılandırmaya imkan verilmeyen bir düzen haline geldi.

Rüya, kâbusa dönüştü
Gözlemciler, 2003 yılından sonra bölgesel ve uluslararası güçlerin ülkedeki siyasi karar üzerinde oluşan etkisinin, siyasi partilerin hâkimiyetinin güçlenmesine, devlet üzerindeki hegemonyasının artırılmasına ve demokrasiye giden yolun önüne engel koyulmasına büyük katkı sağladığına inanıyorlar.
Iraklı siyasi analist Ahmed Şerifi, 2003'ten sonra diktatörlüğün farklı bir tezahürünün ortaya çıktığı ve demokratik bir devlet hayalinin Iraklılar için adeta bir kâbusa dönüştüğü değerlendirmesinde bulunurken “Irak'taki yönetim şeklinin, bireysel diktatörlükten parti diktatörlüğüne evirildiğine’ dikkati çekti.
Iraklılar için mevcut alternatiflerin ‘genellikle karanlık’ olduğunu belirten Şerifi, söz konusu alternatiflerin ‘ordunun müdahalesi ve acil durum hükümeti’ ile sınırlı olduğuna dikkati çekti.
Şerifi, Irak'taki demokratik dönüşüm hayalinin yadsınamaz işaretlerinden birinin, Iraklıların kendilerini içinde bulundukları durumdan çekip çıkaracak bir kurtarıcı arayışı ve genele yayılan değişim ihtimalinin zayıfladığı hissi olduğuna işaret etti.
Şerifi sözlerini şöyle sürdürdü:
“Son ayaklanmanın ülkede değişikliğe neden olamaması, (Başbakan Mustafa) el-Kazımi'nin tecrübesi ve taraflarla kurduğu iletişim, protesto gösterisi düzenleme fikrini ortadan kaldırdı. Fikir, başarısız bir seçenek haline getirdi. Bununla birlikte Irak'ın seçimlerle değişimin gerçekleşmesinin imkansız olduğuna dair inancı, Irak'ın askeri darbeye veya acil durum hükümeti kurulmasına yönelik eğilimini tetikledi.”

En büyük dönüşüm
Irak’ta 2003 yılından sonra İslami eğilimli partilerin iktidara gelmesi ve Irak'taki siyasi sistemi kontrol etmeleri belki de Irak’ın demokratik bir ülke olma hayalini yıkan en büyük dönüşümdü. Şerifi, söz konusu partilerin ‘dini ​​kullanarak hakimiyet kurmaya inandıklarını ve bunun da Irak'ta demokratik dönüşüm için en büyük ikilemi yarattığını’ söyledi.
Irak’ın demokratik bir ülke olmasının engellenmesinde birçok faktörün önemli rol oynadığını söyleyen Şerifi,  bunların başında bölgesel ve uluslararası ülkelerle ittifak kuran ve ülkenin siyasi sisteminin kontrolünü ele geçiren tarafların geldiğini belirtti. Şerifi, “Yabancı ülkelerin, bu siyasi partilere verdiği destek, demokrasinin sağlanmasının önünde engeller oluştururken iktidar dümenindeki konumlarını da sağlamlaştırdı” dedi.
‘Demokratikleşme hayalinin ortadan kalkmasının, Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi modelini Iraklılar için oldukça çekici hale getirdiğini’ söyleyen Şerifi, “Bu durum, ülkenin istikrarı için en iyi çözümü temsil ediyor olabilir” şeklinde konuştu.

‘Ekim Devrimi’ ve umutların yeniden yeşermesi
Öte yandan Mustansıriyya Üniversitesi’nde felsefe profesörü olan Ali el-Merhec, ‘Ekim Devrimi'nin Irak'ta sivil bir devlet ve demokratik bir ülkeye dönüşme ihtimalini yeniden canlandırdığını ve bu hayalin önceki dönemlere kıyasla azalmasına rağmen halen devam ettiğini’ söyledi. Prof. Merhec, ‘mevcut siyasi sistemden etkilenen çoğunluğun, Irak'ta yönetimi kontrol eden partilerin hegemonyasından ve zulmünden kurtulma çabalarını sürdüreceğini’ kaydetti.
Prof. Merhec, Iraklıların askeri kökenli bir lideri kabul etme olasılığıyla ilgili konuşulmasına rağmen, ‘askeri lider fikrinin, özellikle ayaklanmadan sonra Iraklı gençlere henüz çekici gelmediğini’ düşünüyor. Gençler arasında siyasi farkındalığın olduğunu söyleyen Prof. Merhec, bunun özellikle en çok kullandıkları ‘bir vatan istiyoruz’ sloganında ortaya çıktığını ve sivil bir devlet inşa etme konusundaki bilinçli iradenin açık bir göstergesi olduğunu kaydetti.
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre, Merhec, Irak'ta çarpık bir demokrasi algısı oluşmasının nedenini, siyasi sistemin son 17 yılda yaşadığı büyük başarısızlıkların yanı sıra genel olarak demokrasi kavramını olumsuz etkileyen fikir birliğine ve kota sistemine bağladı.
Merhec son olarak Irak’ın demokratik bir ülke olma hayalinin sürmesine rağmen, değişimi sağlama konusundaki güçsüzlük hissinin, bazı sosyal sınıfları demokratik olmayan alternatifler aramaya itebileceğini belirterek, ‘adil ve şeffaf seçimlerin Irak'ta demokratik bir devlet hayalini yeniden tesis etmeye katkıda bulunabileceğinin’ altını çizdi.



Sudan Savaşında yeni umut penceresi: Suudi–ABD Girişimi

Sudan, on binlerce kişinin hayatını kaybettiği çatışmaların gölgesinde üçüncü yıl üst üste küresel insani krizler izleme listesinin başında yer aldı (Reuters)
Sudan, on binlerce kişinin hayatını kaybettiği çatışmaların gölgesinde üçüncü yıl üst üste küresel insani krizler izleme listesinin başında yer aldı (Reuters)
TT

Sudan Savaşında yeni umut penceresi: Suudi–ABD Girişimi

Sudan, on binlerce kişinin hayatını kaybettiği çatışmaların gölgesinde üçüncü yıl üst üste küresel insani krizler izleme listesinin başında yer aldı (Reuters)
Sudan, on binlerce kişinin hayatını kaybettiği çatışmaların gölgesinde üçüncü yıl üst üste küresel insani krizler izleme listesinin başında yer aldı (Reuters)

Sudanlıların, 15 Nisan 2023’ten bu yana yaşadıkları savaşın ve insani trajedinin yakın zamanda sona ereceğine dair umutları giderek zayıfladı. İlk kurşunun sıkıldığı andan itibaren bölgesel ve uluslararası girişimlerin tıkanması, kamuoyundaki karamsarlığı daha da derinleştirdi.

Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın inisiyatif alması ve Başkan Donald Trump’tan doğrudan müdahale istemesi, karamsar tablo içinde yeni bir umut penceresi açtı; Suudi Arabistan, kilitlenmiş sürecin çözümünde belirleyici bir aktör olarak öne çıktı.

Veliaht Prens, kısa süre önce ABD’ye yaptığı resmî ziyaret sırasında, savaşın durdurulmasına yardımcı olması için Başkan Trump’tan müdahale talep etti. Trump, 19 Kasım’da düzenlenen ABD–Suudi İş Forumu’nda yaptığı açıklamada bu talebi doğruladı.

dfrgt
Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Riyad’daki el-Yemame Sarayı’nda Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı Abdülfettah el-Burhan’ı kabul ederken (SPA)

Veliaht Prens’in Sudan’daki savaşı sona erdirmek için kendisinden doğrudan müdahale istediğini ifade eden Trump,  “Prens, Sudan konusunda belirleyici bir adım atmamı talep ediyor” dedi. Trump, ABD’nin çatışmanın bitirilmesinde etkin bir rol oynayacağını da sözlerine ekledi.

Halk ne diyor?

Savaşın harabeye çevirdiği Hartum’da vatandaşlar, Suudi hamlesini “kardeşlerden beklenen” bir adım olarak görüyor. Ahmed Musa, “Veliaht Prens’in yaptığı, kardeş bir ülke olan Suudi Arabistan’dan beklenen bir adımdır” diyor.

Hızlı Destek Güçleri’nin kontrolüne giren Faşir’de yaşayan Hava İbrahim, savaşın yıkımını şu sözlerle anlatıyor: “Savaş yeşili kuruyu yok etti; çok zarar gördük.”

Kuşatma altındaki Kuzey Kordofan’ın başkenti Ubeyd’en İsa Abdullah ise genel ruh hâlini şöyle özetliyor: “Savaştan etkilenmeyen ev kalmadı; bu nedenle kardeşlerin müdahalesini memnuniyetle karşılıyoruz.”

Sudan Kurucu İttifakı'nın (Te'sis) fiilî başkenti konumundaki Nyala’dan F. Cibril, kamuoyunun temel beklentisinin çatışmaların sona ermesi, insani yardımların ulaştırılması ve yerinden edilenlerin geri dönüşü olduğunu belirtti.

sa
Güney Sudan’ın Renk şehrinde bir sınır noktasından ayrılmayı bekleyen, yerinden edilmiş ailelerin kişisel eşyalarını taşıyan bir kamyon (Arşiv – AFP)

Sudanlılar dışarıdan dayatılan bir çözümden ziyade, tarafları yeniden müzakere masasına getirecek, siyasi süreçlerin zaman kazanmak için kullanılmasını engelleyecek “tarafsız” bir arabulucu istiyor. Kamuoyunda Suudi Arabistan’ın bu rolü üstlenebileceği düşünülüyor.

Geri adım sinyalleri

Resmî düzeyde tepkiler tek çizgide ilerlemedi. Trump’ın 19 Kasım 2025’te Veliaht Prens’in talebini açıklamasının hemen ardından, Egemenlik Konseyi Başkanı ve Ordu Komutanı Abdülfettah el-Burhan adımı memnuniyetle karşıladı ve X’te “Teşekkürler Prens Muhammed bin Selman, teşekkürler Başkan Trump” mesajını paylaştı.

Suudi ve ABD girişimlerine destek açıklayan Burhan hükümeti, barış için hazır olduğunu vurguladı; ancak Dörtlü Grup çerçevesindeki arabuluculuğa mesafeli durarak Suudi Arabistan’ın tek başına yürüteceği bir süreci ön plana çıkardı.

Askerî bir anlaşma mı?

Eski Başbakan Abdullah Hamduk’un liderliğindeki sivil-demokratik ittifak Sumud, Suudi çabalarını “yeni bir yol açabilecek olumlu bir adım” olarak değerlendirdi; ancak çözümün yalnızca askerler arasında kalmaması ve sivil aktörlerin kapsamlı bir uzlaşmaya dâhil edilmesi şartını koydu.

HDK’ye yakın Sudan Kurucu İttifakı da Suudi Arabistan’ın  hamlesini desteklediğini ve bunun krallığın Sudan’ın çöküşünü önleme konusundaki hassasiyetini yansıttığını söyledi.

Girişim başarılı olur mu?

Sudanlılar, Suudi–ABD girişimlerinin ateşkesi zorlayan, insani yardım geçişlerini mümkün kılan ve krizi yeniden üretmeyen bütüncül bir diplomatik çerçeveye dönüşmesini umuyor. Avukat Hatem İlyas, Şarku’l Avsat’a bu yaklaşımın “en büyük ihtiyaç” olduğunu ifade etti.

İlyas, Şarku’l Avsat’a, savaşın en büyük zorluğunun meşruiyet mücadelesi, toplumsal bölünme, kurumların zayıflığı ve çok sayıda aktörün çıkar çatışmalarından kaynaklanan karmaşık yapı olduğunu ifade etti.

rty6
Faşir’den kaçan Sudanlılar, 19 Kasım 2025’te Kuzey Sudan’daki Debbe kentinde bulunan “El-Ifad” yerinden edilmişler kampına ulaştıktan sonra dinlenirken (AFP)

Tüm belirsizliklere karşın, Sudan’ın doğusundan batısına uzanan kentlerde ortak bir duygu öne çıkıyor. Paris’te yaşayan gazeteci Muhammed el-Esbat, kamuoyunda silahların susmasına ve uzun süredir beklenen barışa giden yola dair temkinli ama güçlü bir beklentinin hâkim olduğunu ifade etti.

Yakın bir çözüme dair umutların zayıflamasının ardından, Egemenlik Konseyi Başkanı Abdülfettah el-Burhan’ın 15 Aralık’ta Riyad’a yaptığı ziyaret ve Veliaht Prens’le gerçekleştirdiği üst düzey görüşme, yeniden iyimser bir hava yarattı.

Riyad’da bu görüşmenin yapılması bile, savaşın durdurulması ve insani felaketin sona erdirilmesine yönelik yeni bir umut kapısı araladı. Genel kanaat, “Suudi Arabistan’ın Sudan’da savaşı durdurma dosyasını önceliklerinin başına aldığı” yönünde.

Savaşın yorduğu, canlar aldığı, geçim kaynaklarını yok ettiği ve milyonları mülteci ile yerinden edilmiş kişi hâline getirdiği Sudanlılar, ülkelerine, evlerine ve özledikleri hayatlarına dönmeyi umut ediyor. Peki bu kez girişimler kalıcı bir barış getirecek mi?


Şam–SDG hattında belirsizlik: Anlaşma iddiaları yalanlandı

Fotoğraf:  Reuters
Fotoğraf:  Reuters
TT

Şam–SDG hattında belirsizlik: Anlaşma iddiaları yalanlandı

Fotoğraf:  Reuters
Fotoğraf:  Reuters

Suriye’nin El Vatan gazetesi, bugün (perşembe) hükümetten bir kaynağa dayandırdığı haberinde, Suriye hükümeti ile Suriye Demokratik Güçleri (SDG) arasında yakın zamanda bir askerî anlaşmaya varılacağı yönündeki iddiaların yalanlandığını aktardı.

Kaynak, SDG ile temasların şu anda durmuş olduğunu ve hükümetin, Suriye Savunma Bakanlığı tarafından sunulan bir öneriye SDG’nin verdiği yanıtı değerlendirdiğini vurguladı.

Suriye televizyonu ise bugün, bir kaynağa dayandırarak, ABD arabuluculuğunda hükümet ile SDG arasında, unsurların yıl sonundan önce Suriye ordusu ve iç güvenlik güçlerine entegre edilmesini öngören bir askerî anlaşmaya yakında varılmasının beklendiğini bildirmişti.

Televizyonun aktardığına göre, söz konusu anlaşma Savunma ve İçişleri bakanlıklarına 90 bin unsurun entegre edilmesini ve Rakka, Deyrizor ve Haseke’de Savunma Bakanlığına bağlı güçler içinde SDG’ye tahsis edilecek üç askerî tümeni kapsıyor.

Kaynak ayrıca, hükümet güçlerinin Suriye’nin kuzeydoğusuna girişi, askerî karar alma mekanizması ile görev, yetki ve sorumlulukların dağılımı gibi başlıca ihtilaflı konuların hâlen müzakere edildiğini belirtti.


Katz: İsrail, yerleşimlerini korumak için Gazze Şeridi’nde güvenlik kuşağı kuracak

Batı Şeria’da Cenin kenti yakınlarında bulunan ve tahliye edilen İsrail yerleşimi Sanur’da İsrailli askerler (EPA)
Batı Şeria’da Cenin kenti yakınlarında bulunan ve tahliye edilen İsrail yerleşimi Sanur’da İsrailli askerler (EPA)
TT

Katz: İsrail, yerleşimlerini korumak için Gazze Şeridi’nde güvenlik kuşağı kuracak

Batı Şeria’da Cenin kenti yakınlarında bulunan ve tahliye edilen İsrail yerleşimi Sanur’da İsrailli askerler (EPA)
Batı Şeria’da Cenin kenti yakınlarında bulunan ve tahliye edilen İsrail yerleşimi Sanur’da İsrailli askerler (EPA)

İsrail Savunma Bakanı Israel Katz, bugün (perşembe) Gazze savaşıyla ilgili açıklamalarında, “Gazze’de kazandık” dedi. Hamas ile olası bir ateşkes anlaşmasına değinen Katz, ülkesinin “Gazze’den asla ayrılmayacağını” söyledi. Katz, İsrail Gazze Şeridi içinde, yerleşimleri korumak amacıyla bir güvenlik kuşağı oluşturacağını ifade etti.

Savunma Bakanı Katz, Hamas’ın silah bırakması gerektiğini yineleyerek, aksi takdirde “İsrail’in bu görevi kendisinin yerine getireceğini” ifade etti.

Şarku’l Avsat’ın Yedioth Ahronoth gazetesinden aktardığı habere göre Katz, Bnei Akiva, Ulpanot Merkezi ve Makor Rishon’un ortak düzenlediği Ulusal Eğitim Konferansı’nda yaptığı konuşmada, ABD Başkanı Donald Trump’ın planı çerçevesinde Hamas silah bırakmazsa İsrail’in bu adımı bizzat atacağını söyledi.

Haberde, ordunun Gazze’den çekilmesini ve bölgenin Filistinlilere devrini içeren anlaşmaya karşın, Katz’ın Gazze Şeridi’ni çevreleyen bir güvenlik kuşağının yerleşimlerin korunması amacıyla kurulacağını ifade ettiği belirtildi.

Öte yandan Batılı ülkeler iki devletli çözümden söz etmeyi sürdürürken, İsrail parlamentosu Knesset, Haziran 2024’te Ürdün Nehri’nin batısında bir Filistin devletinin kurulmasını reddeden kararı resmen kabul etmişti. Kararda, 7 Ekim olaylarının ardından bir Filistin devleti kurulmasının “teröre ödül” anlamına geleceği savunulmuş ve bunun Hamas’ı daha da teşvik edeceği öne sürülmüştü.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile aşırı sağcı dini kanattan bazı bakanlar da defalarca Filistin devleti kurulmayacağını dile getirmişti.