‘Suriye tsunamisine’ ilişkin uluslararası endişeler… Muhalif bloklar, Türkiye’nin hegemonyasına karşı harekete mi geçti?

‘Suriye tsunamisine’ ilişkin uluslararası endişeler… Muhalif bloklar, Türkiye’nin hegemonyasına karşı harekete mi geçti?
TT

‘Suriye tsunamisine’ ilişkin uluslararası endişeler… Muhalif bloklar, Türkiye’nin hegemonyasına karşı harekete mi geçti?

‘Suriye tsunamisine’ ilişkin uluslararası endişeler… Muhalif bloklar, Türkiye’nin hegemonyasına karşı harekete mi geçti?

Muhalefetteki Suriye Müzakere Komitesi’ndeki üç siyasi blok, Türkiye’nin ‘komite’ ve ‘Anayasa Komitesi’ üzerindeki nüfuzu ve Ankara’nın siyasi karar üzerindeki ‘hegemonyası’ ile mücadele etmek için Birleşmiş Milletler (BM) Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen, Rusya ve bölge ülkelerine başvurdu. Pedersen, ‘Suriye anayasasının temel ilkelerini’ ele almak üzere gelecek pazartesi günü Suriye Anayasa Komitesi 5’inci tur toplantılarına ilişkin son düzenlemeleri yapıyor.
Pedersen, geçen çarşamba günü Güvenlik Konseyi’ne (BMGK) bir brifing verdiğinde bir başka ruh hali içerisindeydi. Zira kendisi, hükümet ve muhalefet heyetlerinin anlaşması uyarınca, bir anayasanın ele alınacağı bir ‘komite’ hazırlayacak toplantı turuna hazırlanıyor. Toplantı, bölünmenin yaşandığı bir yıl süren turların ardından gelişti. Öyle ki ve Şam, ‘ulusal ilkeleri’ ele almak isterken, muhalefet ise ‘anayasaya giriş ve ilkelerini’ tartışmak istiyordu.
BM brifinginde bu kez, ‘anayasanın’ ayrıntılarını tartışmadan önce Suriye’deki ekonomik krizden, beş yabancı ordunun (Rusya, ABD, Türkiye, İran ve İsrail) varlığından kaynaklanan askeri tablodan söz edildi. Suriye içerisindeki milyonlarca insan ve Suriye dışındaki milyonlarca mülteci, ‘derin şoklardan, aşırı yoksulluktan, güvensizlikten ve gelecek için umut yokluğundan’ mustarip. Birçoğu açısından yalnızca hayatta kalmanın günlük acısı diğer birçok sorunu tepetaklak ediyor.

Yavaş bir tsunami
BM İnsani Yardım Koordinasyon Ofisi (OCHA), her 10 Suriyeliden 8’inden fazlasının yoksulluktan mustarip olduğunu açıkladı. Dünya Gıda Programı (WFP), Suriye’de 9,3 milyon insanın gıda güvencesi olmadığını belirtiyor. Ancak Pederson’a göre göstergeler, ‘on yıllık bir çatışmanın etkisi’, ‘koronavirüs salgını nedeniyle küresel ekonomik koşulların kötüleşmesi’, ‘Lübnan krizinin yankıları’, ‘savaş ekonomisi, yolsuzluk, kötü yönetim ve dış tedbirler (yaptırımlar, izolasyon) gibi iç faktörler’ de dahil çeşitli nedenlerle durumun daha da kötüleşeceğine işaret ediyor. Öyle ki bölünmüş bir toplum, daha fazla acıya ve daha fazla istikrarsızlığa yol açan toplumsal dokunun daha da parçalanmasıyla karşı karşıya.
Tüm bunlar, bir tsunaminin yavaşça Suriye’yi vuracağı yönündeki uyarılara neden oluyor. Ayrıca ‘yüksek enflasyon beklentileri’, ‘ekmek ve yakıt sıkıntısı nedeniyle, Suriye hükümetinin ve yetkililerin temel mallar için ana hizmetleri ve desteği sağlama yeteneklerinin sürekli bir düşüşe tanık olacağı ve salgının ek kayıplara yol açacağı’ beklentileri mevcut. Bu bağlada OCHA, batı, ABD ve Avrupa yaptırımlarının etkilerine bir atıf yaparak, ‘Suriyelilerin içinde bulunduğu kötü koşulları daha da kötüleştirecek hiçbir yaptırımın uygulanmaması gerektiğini’ vurguladı.

6 endişe verici işaret
Pedersen ve diğer gözlemciler açısından olumlu ama endişe verici işaretler de mevcut. Geçen 10 ayın, 2020 yılında temas hatlarının neredeyse değişmesi nedeniyle, 2011’den bu yana ‘kriz tarihinin en sessiz ayları’ olduğu doğru. Ama bu sakinlik, kırılgan bir boyutta ve her an kaybolabilir. Bu kırılganlığın göstergeleri ise şunlar; İlk olarak Suriye’nin kuzeydoğusundaki Ayn İsa kasabası çevresinde yaşanan tırmanış, ikinci olarak İsrail’e atfedilen hava saldırılarının yoğunlaşması, üçüncü olarak Suriye’nin doğusunda ve çevresinde DEAŞ saldırılarının devam etmesi, dördüncü olarak İdlib’in güneyinde ve çevresinde karşılıklı saldırılar, beşinci olarak güneybatıdaki karışıklıklar ve altıncı olarak da sivillerin gelişigüzel saldırılarda ve el yapımı patlayıcılar nedeniyle ölmeye devam etmesi, keyfi tutuklamaların, adam kaçırma eylemlerinin ve BM listesinde yer alan terör gruplarının faaliyetlerin tehlikelerinin sürmesi…
Suriye çözümü için tek referans olan 2254 sayılı kararın uygulanmasında hususunda ise Pedersen’e göre, “Hiçbir aktör veya taraf, Suriye’ye veya krizin çözümüne iradesini dayatamaz. Bu nedenle tüm tarafların birlikte çalışması gerekiyor”. Peki neden? Krizin büyük ölçüde uluslararasılaşması ve Suriye topraklarında faaliyet gösteren beş yabancı ordunun varlığı çerçevesinde Pedersen, “Çözümlerin, yalnızca Suriyelilerin elinde olduğunu veya BM’nin bunu tek başına yapabileceğini iddia edemeyiz” dedi. Pedersen’e göre “Daha ciddi ve iş birliğine dayalı uluslararası diplomasiye acil bir ihtiyaç var. Bu durum ise, ana ülkelerin 2254 sayılı karara bağlı olmaları ve ‘istikrarın sağlanması, terörizmin kontrol altına alınması, mültecilerin güvenli, onurlu ve gönüllü geri dönüşü ve daha fazla çatışmanın önlenmesi gibi’ konular da dahil olmak üzere ortak çıkarlara sahip oldukları göz önüne alındığında mümkündür.”

Seçimler ve anayasa
Şu an Devlet Başkanı Beşşar Esed’in, Temmuz ayı ortalarında görev süresinin bitmesinden önce yapılacak Suriye başkanlık seçimlerinin tarihiyle ilgili acil bir hazırlık yapılıyor. ‘Etkin devletler’ ile ‘Rusların seçim coşkusu’ ve ‘ABD-Avrupa ​​umursamazlığı’ arasında çeşitli anlaşmazlıklar var. Pedersen’in ise, 2254 sayılı kararla hiçbir ilgisi olmadığı göz önüne alındığında, bu durumla ilgilenmemeye karar verdiği açık. Diğer taraftan Geir Pedersen, “BM’nin gözetiminde yeni bir anayasaya göre, en yüksek şeffaflık ve hesap verebilirlik standartlarına uygun olarak ve 2254 sayılı kararda öngörülen şekilde, tehcir halinde yaşayanlar da dahil, bu hakka sahip olan tüm Suriyelilerin katılımıyla gerçekleşen özgür ve adil seçimler ulaşılamaz görünüyor” değerlendirmesinde bulundu. Yani başkanlık seçimlerinin yıl ortasında gerçekleşmesi olası değil.
Anayasa Komitesi toplantıları karşısında bir sonraki senaryo, gerçekçi. Yani seçimlerden önce ve sonra, anayasayı ele almak üzere hükümet, muhalefet ve sivil toplum heyetlerini kapsayan üç veya dört oturum yapılacak.
Anayasa Komitesi’nin ‘küçük grubunun’ 5’inci turunun 25-29 Ocak tarihlerinde Cenevre’de yapılması planlanıyor. Kararlaştırıldığı üzere komitenin yetkisi, kriterleri ve tüzüğün temel unsurları doğrultusunda ‘anayasanın temel ilkeleri’ ele alınacak. Bir yıldan fazla bir süredir birçok konu tartışıldığı için, bir sonraki oturum ‘oldukça önemli’ olacak. Bu bağlamda Pedersen, “Eş başkanların etkili ve pratik bir çalışma mekanizması ve yöntemi üzerinde anlaşmaya varma zamanının geldiğini düşünüyorum. Böylece toplantılar daha iyi organize edilmiş ve daha odaklanılmış olur” dedi. Bu ne anlama geliyor? Yani komitenin, anayasa reformunun ‘hazırlık’ aşamasından, yetki alanına uygun olarak ‘yapıyı hazırlama’ sürecine geçişini sağlamak kastediliyor. Komitenin, bunu belirli anayasal konuları ele alarak ve anayasa maddeleri taslağı hazırlayarak yapabilmesi mümkün. Pedersen, hükümetin ve muhalefet heyetlerinin başkanlarının, ‘yaklaşan toplantılar için bir eylem planı üzerinde anlaşmaya varmalarını, gündemleri ve konuları netleştirmelerini ve bu süreçle daha hızlı ilerlemelerini’ umuyor.
Ancak tüm batı ülkeleri, bu değerlendirme hususunda hem fikir değil. Anayasa Komitesi’nden ayrılma gereğine dair sesini yükselten Avrupa ülkeleri de mevcut. Hatta bazı ülkeler, kanaatlerine göre Pedersen’i, komiteye hak ettiğinden daha fazlasını verdiği için eleştiriyor. Bu ülkeler, 2254 sayılı kararın uygulanması için, ‘siyasi geçiş, tarafsız bir ortam, tutuklular, güven artırıcı önlemler’ gibi yeni kapılar açmak istiyor.
Joe Biden yönetiminin Suriye ekibini kurması, Ulusal Güvenlik Konseyi ekibinin atanması sonrasında ABD Dışişleri Bakanlığı’nda Suriye ekibinin olgunlaştırılması beklenirken Avrupa’nın sesi, bir arttı bir azaldı.

Sürpriz platformlar
‘Anayasanın ihlaliyle’ meşgul olan Pedersen, ummadığı bir yerden bir sürprizle karşılaştı. Öyle ki ‘Kahire Platformu’, ‘Moskova Platformu’ ve ‘Koordinasyon Kurulu’ temsilcileri, ‘Müzakere Komitesi’ içerisindeki bir sorunun çözümüne katkıda bulunması kendisine bir mesaj gönderdi. Bu platformlar, ‘Anayasa Komitesi’ toplantılarında muhalefeti temsil eden ‘Müzakere Komitesi’ içerisinde önemli güçler olarak sayılıyor.
‘Müzakere Komitesi’nin 8 üyesine sahip bağımsız bloğu’ temsil etmek üzere 2019 yılının sonunda Riyad’da düzenlenen bir konferansta seçilmiş bağımsızlarla ilgili teknik bir anlaşmazlık yaşanıyor. Aynı şekilde anlaşmazlık, Kahire Platformu’nun komitedeki temsilini de içeriyor. Bir yıl içerisinde, bağımsızlarla ilgili anlaşmazlığı çözmek için bir dizi öneri ortaya koyuldu. Bunlar arasında bağımsız bloğun eski ve yeni üyelerinin, ‘Müzakere Komitesi’ ve Anayasa Komitesi üyeleri arasında (3 karşısında 5 ya da 2 karşısında 6) paylaşılması meselesi de var. Ancak bu durum, gerçekleşmedi ve diğer blok, yani ‘koalisyon’, oluşum ve seçim mekanizmasına bağlı kaldı ve birkaç gün önce ‘Kahire Platformu’ temsilcisinin adının belirlenmesine olanak tanındı.
Müzakere Komitesi, koalisyondan 8, Moskova Platformu’ndan 4, Kahire Platformu’ndan 4, Koordinasyon Komitesi’nden 5, (birkaç yıl önce Müzakere Komitesi’nin kurulmasından bu yana statüsü oldukça değişmiş olan) asker gruplardan 7, bağımsızlardan 8 olmak üzere 36 üyeyi içeriyor. Ancak tekniğin arkasında siyasi bir anlaşmazlık yaşanıyor. Öyle ki mevcut üye dengesi, bölgesel olarak desteklenen Suriye bloğu lehine eğiliyor. Müzakere Komitesi’ndeki siyasi bloklar, yani Moskova Platformu, Kahire Platformu ve Koordinasyon Komitesi ise Ankara’yı ‘Müzakere Komitesi’ni kontrol etmekle suçluyor. Bloklar, Ankara’nın ‘karşı tarafın kararları kontrol etmesini engellemek amacıyla seçim mekanizmasında yeterli çoğunluğa ulaşmak için yeni bağımsızları komiteye getirmeye çalıştığını’ savunuyor.
Bu üç blok, ‘temsilcinin bir sona ulaşmak için gösterilen çabaları sonuçlandırma arzusunu’ öngören 2015 tarihli ve 2254 sayılı karar uyarınca, anlaşmazlığa müdahale etmek ve anlaşmazlığı çözmek için Pedersen’e başvurdu.
Muhtemelen Geir Pedersen, bu teknik- politik meseleye dahil olmayacak. Kendisi, Anayasa Komitesi toplantılarına odaklanmak istiyor. Astana sürecinin üç garantörü olan Rusya, Türkiye ve İran’ın, gelecek ay Rusya’nın da Soçi şehrinde yapacakları siyasi toplantıda bu meseleyi ele alacaklarına inanılıyor.



ICE'ın yeni videosunda göçmenleri Noel Baba gözaltına alıyor

Kampanya, bakanlığın gönüllü sınırdışını teşvik etme çabalarının bir parçası (ABD Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza)
Kampanya, bakanlığın gönüllü sınırdışını teşvik etme çabalarının bir parçası (ABD Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza)
TT

ICE'ın yeni videosunda göçmenleri Noel Baba gözaltına alıyor

Kampanya, bakanlığın gönüllü sınırdışını teşvik etme çabalarının bir parçası (ABD Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza)
Kampanya, bakanlığın gönüllü sınırdışını teşvik etme çabalarının bir parçası (ABD Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza)

ABD Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza (ICE), Noel Baba'yı ICE ajanı olarak gösteren, yapay zeka tarafından oluşturulmuş bir Noel reklamı yayımladı.

Kurşun geçirmez yelek giymiş ve silah taşıyan heybetli bir "Noel Baba"nın görüldüğü video, belgesiz göçmenleri ülkeyi gönüllü olarak terk etmeye çağırıyor.

Geleneksel kırmızı kıyafeti ve beyaz sakalıyla yapay zekayla oluşturulan Noel Baba figürünün göğsünde ICE logosu görülüyor.

Daha sonra, diğer memurlarla birlikte sokakta göçmenleri gözaltına alırken, bir kişiyi göçmenlik tesisinde kayıt işlemlerinden geçirirken ve sınırdışı edilmek üzere uçağa bindirirken gösteriliyor.

Video, belgesiz göçmenleri CBP One uygulaması üzerinden kendi kendilerini sınırdışı edip "Noel Baba'nın yaramazlar listesine girmemeye" teşvik ediyor. Bu uygulama daha önce Biden yönetimi tarafından göçmenlerin ABD'ye yasal olarak girmesine izin vermek için kullanılmıştı.

Videonun paylaşıldığı gönderide, gönüllü olarak ayrılmaları halinde katılımcılara 3 bin dolar ve ülkelerine ücretsiz uçak bileti verileceği belirtiliyor.

ABD İç Güvenlik Bakanlığı (DHS), tatil dönemi için üç katına çıkarılan bu teşvikin 2025 sonuna kadar geçerli olduğunu ve ülkede yasadışı olarak yaşayan kişilere sunulacağını söyledi.

Kampanya, bakanlığın resmi zorlayıcı yaptırımlara alternatif olarak gönüllü sınırdışını teşvik etme çabalarının bir parçası.

Video, Trump yönetiminin kitlesel sınırdışı etme gündemini tanıtmak için Noel Baba'dan esinlenilmiş bir kelime oyunu kullanan ve sosyal medyada paylaşılan, göçmenlik kolluk kuvvetleri ajanlarının tatil süslemeleriyle donatılmış hallerini gösteren önceki bir reklamdan sadece birkaç hafta sonra geldi.

Görseller, "HO HO EVİNİZE GİDİYORSUNUZ" başlıklı kampanyanın bir parçası.

Resimde yarı otomatik tüfekle silahlanmış bir ajan Noel Baba şapkası takarken gösteriliyor. Noel Baba şapkası takmış başka bir ajansa renkli ışıklarla kaplı balistik bir kalkan tutuyor. İkinci fotoğrafta, balistik kalkanın üzerinde "Mutlu Noeller" yazısı yer alıyor.

x
Noel Baba'nın geleneksel kırmızı kıyafeti ve beyaz sakalıyla gösterilen, yapay zeka tarafından oluşturulmuş figürün göğsünde ICE logosu bulunuyor (ABD Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza)

DHS, ABD Başkanı Donald Trump'ı imza dans hareketini Noel Baba'nın kızağında yaparken gösteren bir GIF'le paylaşımın devamını getirdi.

Noel temalı video, protestolara ve tepkilere rağmen Trump'ın sınırdışı etme çabalarını desteklemeyen uzun bir sosyal medya içerik zincirinin son halkası.

DHS ve diğer göçmenlik uygulama kurumları yıl boyunca milyonlarca belgesiz göçmeni sınırdışı etme arzusunu desteklemek için mimleri, popüler sosyal medya trendlerini, tanınmış sanatçıların şarkılarını kullandı ve nostaljiye başvurdu.

Independent Türkçe


Batı'nın Sudan konusundaki sessizliği çok şey anlatıyor

BM İyi Niyet Elçisi Amerikalı aktris Angelina Jolie, Batı Darfur'da yerinden edilmiş çocuklarla birlikte, 28 Ekim 2004 (Reuters)
BM İyi Niyet Elçisi Amerikalı aktris Angelina Jolie, Batı Darfur'da yerinden edilmiş çocuklarla birlikte, 28 Ekim 2004 (Reuters)
TT

Batı'nın Sudan konusundaki sessizliği çok şey anlatıyor

BM İyi Niyet Elçisi Amerikalı aktris Angelina Jolie, Batı Darfur'da yerinden edilmiş çocuklarla birlikte, 28 Ekim 2004 (Reuters)
BM İyi Niyet Elçisi Amerikalı aktris Angelina Jolie, Batı Darfur'da yerinden edilmiş çocuklarla birlikte, 28 Ekim 2004 (Reuters)

Christopher Phillips

Sudan'ın el Faşir kentinin kasım ayında Hızlı Destek Kuvvetleri’nin (HDK) kontrolüne geçmesinin ardından, toplu katliamlarla ilgili korkunç haberler gelmeye başladı. İngiliz Parlamentosu üyelerine, kentin isyancı HDK’nın eline geçmesinden sonraki ilk üç hafta içinde en az 60 bin kişinin öldürüldüğünün tahmin edildiği bildirildi.

Yale Üniversitesi İnsani Yardım Araştırma Laboratuvarı direktörü Nathaniel Raymond, The Guardian gazetesine yaptığı değerlendirmede el Faşir’in ‘insan mezbahası gibi göründüğünü’ söyledi. Bu katliamların benzersiz ve eşi görülmemiş boyutuna rağmen Sudan ordusu ile HDK arasında 2023 yılının nisan ayından bu yana süren iç savaş çerçevesinde, zulüm haberleri sıradan ve tekrarlayan bir hal aldı. Ne yazık ki el Faşir, bu tür şiddete yabancı değil, çünkü Darfur'un iç bölgeleri 21’inci yüzyılın ilk on yılında etnik temizliğe uğradı. Ancak, şu anki durum ile o dönemde yaşananlar arasındaki fark, o dönemde Batılı ülkelerden yükselen kınamalarla şu anki sessizliği oldu. Amerkalı aktör George Clooney gibi ünlülerin önderlik ettiği büyük bir destek kampanyası başlatıldı ve soykırıma karşı geniş çaplı baskı oluşturdu. Dünyanın dikkatini Sudan'ın batısına çeken bu kampanya, orada olanlara ışık tuttu.

190'dan fazla farklı dini ve insani yardım kuruluşundan oluşan Darfur'u Kurtarma Koalisyonu, şiddetin sona ermesi için lobi faaliyetleri yürütmek amacıyla 2004 yılında Washington'da kuruldu.

Ancak bugün, Sudan'daki çatışma basında kendine çok az yer buluyor. Dikkatler özellikle Gazze ve Ukrayna'daki diğer savaşlara odaklanmışken, sadece bir avuç ünlü el Faşir'deki katliamlara dikkat çekmeye çalışıyor. Öte yandan, Batılı hükümetlerin bu tür zulümleri önleme yeteneğine veya isteğine olan inanç, yirmi yıl öncesine kıyasla azalmış görünüyor.

Darfur’a destek kampanyasına dikkati çeken ünlüler

Çoğunluğu bölgenin Arap olmayan sakinlerinden oluşan isyancı gruplar 2003 yılında, Sudan hükümetinin ayrımcı tutumu ve şiddetli saldırılarına tepki olarak Darfur'da bir isyan başlattı.

O dönem Sudan Devlet Başkanı Ömer el-Beşir, isyancılarla mücadele etmek için Cancavid milislerinin desteğiyle orduyu bölgeye gönderdi ve Birleşmiş Milletler'in (BM) tahminlerine göre doğrudan şiddet veya bunun sonucunda ortaya çıkan hastalık ve kıtlık nedeniyle 300 bin kişinin hayatını kaybettiği kanlı bir savaş başladı. Çatışma sırasında, hükümet güçleri, özellikle de Cancavid, Darfur'da halkın Arap olmayan kesimine karşı etnik temizlik ve soykırım yapmakla suçlandı.

Katliam haberleri geldikçe, Batılı insan hakları örgütleri harekete geçti. 190'dan fazla farklı dini ve insani yardım grubundan oluşan Darfur’u Kurtarma Koalisyonu (Save Darfur Coalition), şiddetin sona ermesi için baskı yapmak amacıyla 2004 yılında Washington’da kuruldu. Savaş kısa sürede kamuoyunun gündemine oturdu ve liberal görüşlü ünlüler arasında önemli bir konu haline geldi. Amerikalı aktris Angelina Jolie, 2004 yılında BM İyi Niyet Elçisi olarak Darfur'u ziyaret etti ve gördüklerini ‘inanılmaz derecede korkunç’ olarak nitelendirdi. Jolie’yi çok sayıda ünlü takip etti.

zxscdf
HDK üyesi, eski Cumhurbaşkanı Ömer el-Beşir'in Darfur bölgesine yaptığı ziyaret sırasında el konulan silahları kaldırıyor, 23 Eylül 2013 (Reuters)

Daha sonra, Darfur'u Kurtarmak: Herkesin Favori Afrika Savaşı (Saving Darfur: Everyone's Favourite African War) kitabının yazarı Rob Crilly, BBC'ye verdiği demeçte savaşın ‘ünlüler için çekici bir neden’ haline geldiğini söyledi. George Clooney, bu kampanyanın en önde gelen destekçilerinden biriydi. Amerikan ve Avrupa hükümetlerine baskı yapmak amacıyla bölgeye birkaç kez seyahat etti ve BM Güvenlik Konseyi'nde (BMGK) Beşir’in sorumlu tutulmasını talep eden ateşli bir konuşma yaptı.

Ancak aktör Clooney daha sonra bu çabaların başarısızlıkla sonuçlandığını kabul etti ve 2008 yılında yapılan onca şeye rağmen Darfur halkının durumunun yıllar öncesine kıyasla daha iyi olmadığını açıkladı. Buna rağmen ünlülerin başlattığı kampanyanın etkisi küçümsenemez, çünkü bu kampanya Darfur'da olanlara dikkat çekmeye yardımcı oldu ve Beşir'in Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) tarafından suçlanmasına katkıda bulundu, ancak Beşir hiçbir zaman tutuklanmadı. Bunun yanında BMGK’nın 2007 yılında el Faşir'de UNAMID olarak bilinen BM-Afrika Birliği Darfur Misyonu’nu konuşlandırma kararı vermesinde etkili oldu. Yaklaşık 26 bin askerden oluşan bu güç, şiddeti tamamen durdurmayı başaramasa da bazı şiddet olaylarının azalmasına yardımcı oldu ve Beşir'i 2010 yılında müzakere masasına oturmaya ikna etti.

2025'te verilen zayıf tepki

Şiddet azalsa da 2019 yılında Beşir rejiminin düşüşü ve bir yıl sonra yeni hükümet ile Darfur isyancıları arasında bir anlaşma imzalanana kadar tamamen ortadan kalkmadı. Ancak, Beşir rejiminin düşmesine katkıda bulunan HDK ile ordu arasında anlaşmazlık patlak verdiğinde şiddet yeniden başladı. Cancavid milislerinden oluşan HDK, Darfur'un geniş bölgelerini kontrol altına aldı ve Sudan ordusunu diğer bölgelerden çıkarmak için çalıştı. El Faşir, ordunun kendini tahkim ettiği askeri kalelerden biriydi ve HDK'nın kasım ayında nihayet kontrolü ele geçirmesinden önce iki yıllık bir kuşatma yaşandı. Yirmi yıl önceki Cancavid gibi, HDK de bölgeyi ele geçirdikten sonra etnik nedenlerle katliamlar yapmakla suçlandı ve kurbanların çoğu Arap olmayan sivillerdi.

Darfur’daki savaş 2003 yılında patlak verdiğinde, Batı kamuoyu bu tür zulümlere alışık değildi. 1990'larda Bosna, Ruanda ve Kosova'da yaşanan etnik şiddet, şok edici istisnalar olarak sunulmuştu.

Bu kez ünlülerden önemli bir adım gelmedi. Clooney, 2023 yılında iç savaşın patlak vermesiyle birlikte pişmanlığını dile getiren ve ‘uluslararası toplumun Sudan'ı terk etmesini’ eleştiren bir makalenin ortak yazarı oldu. Bir yıl sonra, aktör Bill Nighy ve şarkıcı Paloma Faith dahil olmak üzere bazı İngiliz ünlüler, dönemin Dışişleri Bakanı David Cameron'a ciddi önlemler alınması çağrısında bulunan açık bir mektup gönderdi. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre bu girişimler, yaklaşık yirmi yıl önce ünlülerin katıldığı yaygın kampanyalarla karşılaştırıldığında, okyanusta bir damla niteliğindeydi.

Bir kez daha Darfur’un çeşitli etnik kesimlerini hedef alan el Faşir'deki mevcut katliamlar, çok az tepki uyandırdı. Bu da ‘ne değişti?’ sorusunu akıllara getirdi. Darfur'un öncelikler listesinde aşağıya düştüğü açık görünüyor. Ünlüler halen insani yardım kampanyalarına katılıyorlar, ancak Gazze’deki ve Ukrayna’daki savaşlar gibi manşetlere taşınan kampanyaları tercih ediyorlar. Benedict Cumberbatch ve Ian McKellen gibi önde gelen İngiliz aktörler, bu ayın başlarında İsrail'den tutuklu Filistinli lider Mervan Bergusi'yi serbest bırakmasını talep ettiler. Aynı şekilde Kate Winslet ve Liam Hemsworth gibi ünlüler, Gazze'deki çocuklar için para toplamak amacıyla ayakkabılarını açık artırmaya çıkaran bir kampanyaya katıldı. Benzer şekilde, Ukrayna'daki savaş Sean Penn, Mila Kunis ve Angelina Jolie gibi isimlerin bir kez daha kamuoyuna seslerini yükseltmelerine neden oldu.

g
Amerikalı aktör George Clooney, 27 Nisan'da o dönem Senatör olan eski ABD Başkanı Barack Obama'nın da katıldığı ve Clooney'nin 2006 yılında Darfur'dan gelen mültecilerle görüştüğü Güney Sudan ve Çad gezisinin ele alındığı basın toplantısından bir kare (Reuters)

Ancak, daha derin bir dönüşümün de yaşandığına dair bazı işaretler var. Bu dönüşüm, ünlülerin döngülerinden çok, daha geniş jeopolitik değişimleri yansıtıyor. Öncelikle bu tür kitlesel katliamlar ne yazık ki sıradan hale geldi. 2003 yılında Darfur'da savaş patlak verdiğinde, Batı kamuoyu bu tür zulümlere alışık değildi. 1990'larda Bosna, Ruanda ve Kosova'da yaşanan etnik şiddet, şok edici istisnalar olarak sunulmuştu. Dolayısıyla Darfur'daki soykırımın Batı kamuoyunun büyük bir bölümünü şok etmesi anlaşılabilir bir durumdu. O zamandan bu yana, Irak, Afganistan, Suriye, Ukrayna, Libya, Yemen ve son olarak Gazze'de yüz binlerce kişi öldürüldü, bunun yanı sıra dünyanın diğer bölgelerinde de sayısız çatışma yaşandı.

Her toplu katliam başlı başına bir trajedi olsa da artık olağanüstü bir olay olarak değerlendirilmiyor, küresel manzaranın tanıdık bir parçası haline geldi. Ne yazık ki, Sudan'da yirmi yıl süren savaşın ardından, El Faşir’deki yeni katliam artık eskisi gibi manşetlerde hak ettiği yeri bulmuyor.

Belki de Amerikalı aktör Clooney ve diğer ünlüler, eylemlerinin Batılı liderleri Sudan'da ciddi adımlar atmaya zorlayabileceğine inanırken biraz nahif ya da idealist davranmış olabilirler.

İkinci dönüşüm olarak Batılı hükümetlerin beklentileri kökten değişti. 2003 yılı, tek kutuplu dünyada Batı'nın nüfuzunun zirveye ulaştığı yıldı. Dönemin ABD Başkanı George W. Bush'un Afganistan ve Irak'ı işgal etmesinden sonra ünlüler ve aktivistler, Beyaz Saray ve Avrupa hükümetlerinin Darfur'a müdahale etmek için etkilerini kullanma gücü ve iradesine sahip olduklarına inanıyordu. Ancak bundan yirmi yıl sonra, bu nüfuza olan güven azaldı. Dünya çok kutuplu hale geldi, Batı'nın rolü azaldı ve çoğu Batılı hükümet artık insani hedeflerin üzerinde kendi çıkarlarını ön planda tutuyor gibi görünüyor. Avrupa Birliği'nin (AB) Ukrayna'ya olan ilgisinin artması, yabancı göçmen sayısını azaltma çabaları ve Donald Trump'ın faydacı yaklaşımı, bu tarafların hiçbirinin Sudan çatışmasına siyasi veya diplomatik olarak yatırım yapmaya hazır olduğunu göstermiyor. Batılı aktörlerin, hem İsrail-Filistin çatışmasında hem de Ukrayna'daki savaşta önemli çıkarları söz konusu, bu da bu iki mesele üzerinde kamuoyunun baskısının neden devam ettiğini açıklıyor. Ancak birçok kişi Batı'nın Sudan'daki çıkarlarının artık sınırlı olduğunun farkında.

Sessiz kalmak kelimelerden daha güçlü

2025 yılında ünlüleri sessizlikleri nedeniyle suçlamak haksızlık olabilir. Zira Hollywood yıldızları film yapmak için para alıyorlar, siyasi kampanyalar yürütmek için değil. Dahası, Sudan krizi gibi büyük çatışmalarla başa çıkma sorumluluğu, dünyaca ünlü yıldızlara değil, liderlere, karar vericilere ve uluslararası topluma ait. Bunun yanında el Faşir'deki olaylar ve Sudan’daki son çatışmalarda nispeten sessiz kalınması, 2000’li yılların başlarında Darfur'un gördüğü yoğun ilgiyle karşılaştırıldığında, dünyanın geçirdiği dönüşümler için önemli çıkarımlar taşıyor. Belki de George Clooney ve diğer ünlüler, eylemlerinin Batılı liderleri Sudan'da ciddi adımlar atmaya itebileceğine inanarak biraz nahif ya da idealist davranmış olabilirler. Ancak o zamanlar, umutları samimiydi. Bugün ise bu beklentiler sönmüş gibi görünüyor. Burada şu sorunun sorulması gerekiyor; Bu sönüş ne zaman başladı? Irak'ta mı? Suriye'de mi? Ukrayna'da mı? Gazze'de mi? Belki de biriken bu hayal kırıklıkları, Sudan'da olanları protesto etmek için sesini yükselten birkaç ünlünün artık şaşırtıcı olmadığı mevcut duruma toplu olarak katkıda bulundu. Çünkü artık seslerinin iktidarlar ve nüfuz sahibi kişiler tarafından duyulmasını beklemiyor gibi görünüyorlar.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Dibeybe, Ankara'da uçağı düşen Libya Genelkurmay Başkanı Al-Haddad’ın hayatını kaybettiğini açıkladı

Libya Genelkurmay Başkanı Orgeneral Muhammed Ali Al-Haddad (Türkiye Savunma Bakanlığı)
Libya Genelkurmay Başkanı Orgeneral Muhammed Ali Al-Haddad (Türkiye Savunma Bakanlığı)
TT

Dibeybe, Ankara'da uçağı düşen Libya Genelkurmay Başkanı Al-Haddad’ın hayatını kaybettiğini açıkladı

Libya Genelkurmay Başkanı Orgeneral Muhammed Ali Al-Haddad (Türkiye Savunma Bakanlığı)
Libya Genelkurmay Başkanı Orgeneral Muhammed Ali Al-Haddad (Türkiye Savunma Bakanlığı)

Libya Ulusal Birlik Hükümeti Başbakanı Abdülhamid Dibeybe, Salı akşamı yaptığı açıklamada, Libya Genelkurmay Başkanı Korgeneral Muhammed Ali Ahmed el-Haddad’ın, Ankara üzerinde uçağıyla irtibatın kesilmesinin ardından hayatını kaybettiğini duyurdu.

Dibeybe, Haddad’la birlikte seyahat eden isimlerin de kazada hayatını kaybettiğini açıkladı. Hayatını kaybedenler arasında Kara Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Feturi Garibel, Askerî Sanayi Kurumu Başkanı Tuğgeneral Mahmud el-Katiyui, Genelkurmay Başkanlığı Danışmanı Muhammed el-Asavi Diyab ile Basın Ofisi fotoğrafçısı Muhammed Ömer Ahmed Mahcub bulunuyor. Açıklamada, söz konusu kişilerin Ankara’dan Trablus’a dönüş sırasında, resmî görevden dönerken meydana gelen kazada yaşamlarını yitirdiği belirtildi.

Dibeybe, “Bu büyük kayıp, vatanımız, askerî kurumlarımız ve tüm Libya halkı için derin bir acıdır. Ülkemize sadakat ve özveriyle hizmet eden, disiplin ve sorumluluklarıyla örnek olan isimleri kaybettik” dedi.

Öte yandan, Türkiye İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, bugün (Salı) yaptığı açıklamada, Libya Genelkurmay Başkanı’nı taşıyan uçakla Ankara’dan kalkışından kısa süre sonra irtibatın kesildiğini bildirmişti. Yerlikaya, X platformundan yaptığı paylaşımda, 9H-DFJ kuyruk numaralı Falcon 50 tipi özel uçağın, saat 20.10’da Ankara Esenboğa Havalimanı’ndan Trablus’a gitmek üzere havalandığını, saat 20.52’de ise uçakla bağlantının koptuğunu açıklamıştı.

Bakan Yerlikaya, Haymana çevresinden acil iniş talebi alındığını, ancak sonrasında uçakla temas kurulamadığını, uçakta beş kişinin bulunduğunu, bunlar arasında Libya Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay Başkanı el-Haddad’ın da yer aldığını ifade etmişti. Daha sonra yapılan açıklamada ise uçağın enkazına ulaşıldığı bildirildi.

c
Türkiye Savunma Bakanı Yaşar Güler, Dbeybe hükümetine bağlı güçlerin Genelkurmay Başkanı Korgeneral Muhammed el-Haddad ve heyet üyeleriyle birlikte, 23 Aralık 2025 tarihinde Ankara'da. (Türkiye Savunma Bakanlığı)

Libya basını, Devlet İletişim Bakanı’na dayandırdığı haberlerinde, “Türk makamlarından gelecek sonuçları bekliyoruz, güçlü ihtimalle uçak düştü” ifadelerine yer verdi.

Şarku’l Avsat’ın Reuters’tan aktardığı habere göre, Türkiye Millî Savunma Bakanlığı hafta başında Libya Genelkurmay Başkanı’nın Ankara’ya bir ziyaret gerçekleştirdiğini ve Türk mevkidaşı ile bazı üst düzey askerî yetkililerle görüştüğünü duyurmuştu.

Olayın ardından Ankara hava sahasının geçici olarak trafiğe kapatıldığı, bölgede bir patlama sesi duyulduğu ve bazı televizyon kanallarının, uçağın kalkışından sonra havalimanı çevresinde meydana gelen şiddetli bir patlamaya ait görüntüleri yayımladığı bildirildi.

Aynı gün içerisinde, Türkiye Millî Savunma Bakanı Yaşar Güler’in Libya Genelkurmay Başkanı el-Haddad’ı kabul ettiği, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Selçuk Bayraktaroğlu’nun da Kara Kuvvetleri Komutanı Metin Tokel’in katılımıyla el-Haddad’ı resmî törenle karşıladığı kaydedildi.