Kovid-19’un mutasyona uğramış türlerinin ortaya çıkması tesadüf mü?

Koronavirüsün özelliklerini gösteren detaylı bir görüntüsü (ABD Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi)
Koronavirüsün özelliklerini gösteren detaylı bir görüntüsü (ABD Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi)
TT

Kovid-19’un mutasyona uğramış türlerinin ortaya çıkması tesadüf mü?

Koronavirüsün özelliklerini gösteren detaylı bir görüntüsü (ABD Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi)
Koronavirüsün özelliklerini gösteren detaylı bir görüntüsü (ABD Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi)

Bilim insanları, virüslerin düşünme yeteneğine sahip olmayabileceğini ancak hayatta kalmalarını sağlamak için çevrelerine uyum sağlayabileceklerini belirtiyor. Bu uyum sağlama yeteneği, Kovid-19’a neden olan virüsün, bulaş konusunda daha yetenekli mutasyona uğramış bazı türlerinin nasıl endişe edici bir şekilde ortaya çıktığını açıklıyor.
Diğer tüm virüsler gibi SARS-Cov-2 virüsü de mutasyona uğrayabilir ve çoğalabilir. Ancak oluşumunda bazı hatalar meydana gelen bu mutasyona uğramış türlerin çoğunun hiçbir etkisi yoktur. Bazıları ise hayatta kalmak için ek bir yeteneğe sahip olurlar.
Bu durum, son zamanlarda İngiltere, Güney Afrika ve Brezilya'da keşfedilen Kovid-19’dan daha bulaşıcı üç tür için geçerliyken, salgının yayıldığı ilk aylarda başka hiçbir mutasyona uğramış önemli bir tür ortaya çıkmadı.
Bu bir tesadüf olarak kabul edilebilir mi? Uzmanlar, sorunun bir kısmının rastgele olduğunu, ancak bu değişimlerin arkasındaki tek nedenin bir tesadüf olmadığını düşünüyor.
Fransız haber ajansının (AFP) haberine göre, İsviçre’deki Bern Üniversitesi'nden virüs mutasyonlarını izleme konusunda uzman epidemiyolog Dr. Emma Hodcroft, "Vaka sayısını azalttığımızda virüsün hareket aralığını ve dolayısıyla virüsün mutasyona uğramış türlerinin ortaya çıkma olasılıklarını kısıtlıyoruz" dedi.
Hodcroft, virüs yüksek düzeyde bulaştığında ise, "Virüsün yanlışlıkla olmasını istemediğimiz bir duruma yol açabilecek bir senaryo veya belirli bir kişiyle karşılaşma şansı yükselir" diyerek bu durumu rulet oyununa benzetti.
Imperial College London'dan Virolog Profesör Wendy Barclay ise, “mutasyon koşullarının bir yandan hareket eden virüs miktarı ile diğer yandan ne kadar sayıda zar attığımızın bir kombinasyonu olduğunu” belirtiyor. Bunun yanı sıra, virüsün büyük ölçüde yayıldığı dünyaya dikkati çekerek, virüsün yayılmasında çevre koşullarının da etkili olduğunu ifade ediyor.
Prof. Barclay, düzenlediği basın toplantısında, "Şu an, bağışıklık tepkisinden etkilenen mutasyona uğramış türlerin ortaya çıkmasını beklememiz gereken bir zaman. Çünkü dünyada virüse karşı bağışıklık seviyesi vakalar ve aşılar yoluyla yükseliyor" değerlendirmesinde bulundu.
Barclay açıklamasında, "Endişe veren mutasyonların ortaya çıktığı iki yerde, yani Güney Afrika ve Brezilya'da, daha önce virüsle enfekte olmuş ve iyileşmiş insanlarda zaten yüksek düzeyde bağışıklık tepkisi vardı" dedi.
Bununla birlikte bazı bilim insanları, yüksek seroprevalans (yaygınlık) ile virüsün yeni türlerinin ortaya çıkması arasındaki ilişkiyi sorguluyor.
Paris'teki Pasteur Enstitüsü’nden Virolog Björn Meyer, çoğu araştırmacının İngiltere’de çıkan türle ilgili düşündüğü gibi "mutasyonun hastanın içinde, özellikle de bağışıklık yetmezliğinden muzdarip hasta içinde gerçekleşmesinin daha muhtemel olduğuna" inanıyor.
Meyer bu durumu, "Bir hastanın bağışıklığı zayıfladığında, virüs vücudunda daha uzun süre kalabilir" sözleriyle açıklıyor.
Kovid-19 virüsü, bir kişinin vücudunda ortalama 10 gün yaşarken, araştırmalar bazı hastaların virüsü birkaç hafta, hatta vakadan sonraki birkaç ay canlı olarak taşıdığını öne sürüyor.
Bağışıklık sistemi baskılanmış hastalarda bile vücut virüsü tamamen dışarı atamadan da virüsle savaşmaya devam ediyor.
Meyer'e göre bu "bağışıklık baskısı" ile karşı karşıya kalan virüs, mutasyona zorlanıyor. Mutasyona uğrayıp bu kısmi bağışıklık tepkisinden nasıl kurtulacağını kendi kendine öğreniyor ya da ölüyor.
Peki, neden salgının ilk aylarında daha bulaşıcı mutasyona uğramış bir tür daha erken ortaya çıkmadı? Meyer bununla alakalı yaptığı açıklamada, “Burada tesadüf oyununu oynadı. Çoğu kişide bağışıklık yetmezliği yok. Salgın başladığında vakaların sayısı azdı ve bağışıklık sistemi zayıf olduğu bilinen kişiler korunup izole edildi” ifadelerini kullandı.
Ancak bu durum, bağışıklık yetmezliği olan veya bundan muzdarip olduklarının farkında olmayan çok sayıda insanın bulunduğu bölgelerde farklılık gösterebilir.
Fransız Tıp Akademisi, “HIV virüsünün dünyada en yaygın olduğu ülkelerden biri olan Güney Afrika'da Ağustos ayında SARS-Cov-2’nin mutasyona uğramış türünün ortaya çıkması, HIV ile yaşayan bireylerin vücutlarında daha yoğun ve uzun süreli bir viral üreme üretmiş olabilir. Bu durum mutasyonların birikmesini teşvik etmiş olabilir" değerlendirmesinde bulundu.
Meyer, bu hipotezin "geçerli" olduğunu, ancak mutasyonun tam kaynağını net olarak belirlemenin zor olduğunu belirtiyor. Meyer’e göre, her halükârda, yeni bir mutasyonun ortaya çıkmasına izin veren koşullar ne olursa olsun, doğal seleksiyon süreci rolünü oynuyor.
Belçikalı Bulaşıcı Hastalıklar Uzmanı Yves Van Leitem, düzenlediği basın toplantısında konuyu şu ifadelerle özetledi: 
"Şu an yaşanan durum, zaferin en iyisi, en güçlüsü, en iyiyi kimin iletebileceği ve viral türü sürdürmede en yetenekli olduğu doğal bir rekabet sürecinden ibaret. Bu, yaşayan dünyanın evrimini yürüten tipik bir Darwinci süreç.”
Bilim insanları bundan yola çıkarak, daha önce görülmeyen başka tehlikeli mutasyonların ortaya çıkma ihtimalinin yüksek olduğunu tahmin ediyorlar.
Washington Üniversitesi’nden Biyolog Carl Bergstrom, Twitter hesabından yaptığı paylaşımda, “Toplam vaka sayısı istikrarlı bir şekilde artmaya devam ettiği için sorunlu mutasyonların kış aylarında beklenmedik bir şekilde ortaya çıktığını söylemek zor değil. Bunlar sonbaharda gelişmiştir ancak biz şimdi fark edebildik” değerlendirmesinde bulundu. Ayrıca Bergstrom, daha iyi denetleme ve izleme için koşulların iyileştirilmesi çağrısı yaptı.



Samanyolu'nun kalbindeki gizemli parıltı, karanlık maddenin ilk kanıtı olabilir

Fotoğraf: Unsplash
Fotoğraf: Unsplash
TT

Samanyolu'nun kalbindeki gizemli parıltı, karanlık maddenin ilk kanıtı olabilir

Fotoğraf: Unsplash
Fotoğraf: Unsplash

Galaksimizin ortasından gizemli bir parıltı geliyor ve bilim insanları, bunun evrenin en derin gizemlerinden birinin çözülmesine katkı sağlayabileceğini söylüyor.

Samanyolu'nun merkezine doğru giden gama ışınlarının dağınık parıltısı onlarca yıldır açıklanamıyor. Ancak araştırmacılar, bunun karanlık madde parçalarının çarpışması veya nötron yıldızlarının kendi etraflarında dönmesi sonucu ortaya çıkmış olabileceğine inanıyor.

Eğer ilk açıklama doğruysa ve parıltı karanlık maddeden kaynaklanıyorsa bu, karanlık maddenin gerçekten var olduğuna dair ilk kanıtı sunabilir.

Johns Hopkins Üniversitesi'nde fizik ve astronomi alanında öğretim üyesi ve çalışmanın ortak yazarı Joseph Silk yaptığı açıklamada, "Evrene egemen olan karanlık madde galaksileri bir arada tutuyor. Son derece önemli ve büyük bir çabayla, onu tespit etmemizi sağlayacak yollar arıyoruz" diyor.

Gama ışınları ve özellikle galaksimizin merkezinde gözlemlediğimiz fazladan ışınım, ilk ipucumuz olabilir.

Bilim insanları yeni bir çalışmada karanlık maddenin Samanyolu'nun hangi bölgelerinde bulunmasını beklediklerini gösteren bir harita hazırladı. Galaksinin ilk yıllarında karanlık madde ve diğer maddelerden oluşan daha küçük sistemler galaksinin merkezine doğru gelip kümelenerek karanlık madde arasındaki çarpışma sayısını artırıyordu.

Bu haritalar, Samanyolu'nun merkezindeki gama ışınları parıltısının karanlık maddeden kaynaklandığını gösteren bir dizi kanıt arasında yer alıyor. Simülasyonların, gerçek dünyada gözlemlenen sinyallerle aynı özellikleri taşıdığını belirtiyorlar.

Ancak yeniden uyanan yaşlı nötron yıldızlarının da aynı kanıtların çoğunu açıklayabilecek ışığı yayabileceğini belirtiyorlar. Fakat bu teorinin işe yaraması için bilim insanlarının, aslında gördüklerinden daha fazla pulsarın var olduğunu öne sürecek şekilde matematik hesaplamalarını biraz değiştirmesi gerekiyor.

Araştırmacılar, nihayetinde başka bir deneyin daha fazla kesinlik sağlayacağını ve karanlık maddenin varlığına dair ilk kanıtı sunabileceğini umuyor. Gama ışınları daha yüksek enerjiye sahipse, muhtemelen bu yıldızlardır ve daha düşük enerjili ışınlarsa muhtemelen karanlık madde arasındaki çarpışmalardan kaynaklanıyordur.

Silk, "Bence net bir sinyal doğrudan bir kanıt olurdu" diyor.

O zamana kadar, Samanyolu çevresindeki diğer galaksilerin de benzer simülasyonlarını yaparak bunları verilerle karşılaştırmayı umuyorlar.

Silk, "Yeni verileri inceleyerek hangi teorinin daha geçerli olduğunu ortaya koymamız mümkün" ifadelerini kullanıyor. 

Ya da belki hiçbir şey bulamayız, bu durumda çözülmesi gereken daha da büyük bir gizemle karşı karşıya kalırız.

Independent Türkçe


"Kıyamet ustası" László Krasznahorkai'nin 5 eseri

Birçok farklı ülkede yaşayan László Krasznahorkai, çığır açıcı eserleriyle kariyerinde Man Booker ve Prix Formentor gibi saygın ödüllere layık görüldü (Reuters)
Birçok farklı ülkede yaşayan László Krasznahorkai, çığır açıcı eserleriyle kariyerinde Man Booker ve Prix Formentor gibi saygın ödüllere layık görüldü (Reuters)
TT

"Kıyamet ustası" László Krasznahorkai'nin 5 eseri

Birçok farklı ülkede yaşayan László Krasznahorkai, çığır açıcı eserleriyle kariyerinde Man Booker ve Prix Formentor gibi saygın ödüllere layık görüldü (Reuters)
Birçok farklı ülkede yaşayan László Krasznahorkai, çığır açıcı eserleriyle kariyerinde Man Booker ve Prix Formentor gibi saygın ödüllere layık görüldü (Reuters)

Minerva'nın Baykuşu bu hafta, Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanan Macar yazar László Krasznahorkai'nin labirentvari eserlerinin peşinden gidiyor. 

İsveç Akademisi, 71 yaşındaki yazarın "kıyametvari dehşetin ortasında sanatın gücünü yeniden teyit eden etkileyici ve vizyoner eserleri nedeniyle" ödüle layık görüldüğünü açıkladı.

Amerikalı denemeci Susan Sontag'in de "kıyamet ustası" diye nitelediği Krasznahorkai, yer yer yüzlerce sayfa süren cümleleriyle bilindik anlatı tekniklerini altüst edip kendine has bir üslup yaratmayı başaran nadir yazarlardan. 

Okuru her şeyin dağılmaya yüz tuttuğu bir dünyaya gönderen romanlarında, zamanın askıya alındığı tuhaf bir yersizlik yurtsuzluk deneyimi kadar bir anda patlayıveren kahkahalar ve keskin bir mizah da işbaşında. 

"Aslında yazar olmayı hiç istememiştim" diyen Krasznahorkai, Macar yönetmen Béla Tarr'ın yakın dostu ve onun 6 filminin senaryosunu kaleme aldı. 

Listedeki kitaplar, Krasznahorkai'nin tepetaklak dünyasına 5 farklı kapıdan giriş sunuyor.

Şeytan Tangosu

Krasznahorkai'nin 31 yaşındayken yayımladığı ilk romanı Şeytan Tangosu'nda (Satanstango) adeta donup kalmış bir zamana kriz ve çöküş duygusu eşlik ediyor. 

Tango adımlarını andıracak şekilde altı adım ileri (I-VI'ya), altı adım geri (VI'dan I'e) giden bölümlerden oluşan roman, terk edilmiş bir köyde dünyadan neredeyse izole şekilde yaşayan insanları konu ediniyor. 

sdfrgt
Edebi üslup ve biçimde radikal yenilikler getiren yaklaşık 330 sayfalık romanın her bölümü tek bir paragraftan oluşuyor (Can Yayınları)​​​​​

Ancak gelecekten umudunu, birbirlerine güvenlerini ve dayanışma ruhunu yitirmiş köylülerin hayatı, öldüklerini sandıkları Irimiás'ın gizemli şekilde geri dönüşüyle değişir.

Kendini bir nevi kurtarıcı ve peygamber olarak tanıtan Irimiás'ın köylülerin üzerindeki hipnotize edici etkisi, dönemin komünist Macaristan'ının eleştirisini içerdiği gibi, genel anlamda bir insanlık komedyasının sahnelenişine de dönüşür. 

Bela Tarr, 1985'te yayımlandığı gibi büyük ilgi uyandıran Şeytan Tangosu'nu aynı adla 1994'te beyazperdeye taşımış, ortaya 7 saati aşan siyah-beyaz bir yapıt çıkmıştı. 

Macarcadan çeviren: Bülent Şimşek, 328 s., 2013, Can Yayınları

Direnişin Melankolisi

Şeytan Tangosu'ndan 4 yıl sonra yayımlanan Direnişin Melankolisi (Az ellenállás melankóliája) de yine Gogolvari bir jestle taşraya dışarıdan gelenin, kasaba yaşamının hakikatlerini ortaya serdiği bir dönüşümün hikayesini anlatıyor. 

1989'da yayımlanan romanda kasabaya gelen gizemli sirkin etrafında şekillenen olaylar, kasaba sakinleri arasında huzursuzluğa yol açar. 

dfrgt
Britanyalı eleştirmen James Wood, Direnişin Melankolisi'ni "kıyamet güldürüsü" diye nitelemişti (AFP)

Görünmez düşmanlarla, "dış mihraklarla" savaşan Eszter Hanım için bu kaos ortamı, tüm kasabayı kontrol edebileceği bir fırsat sunar. Doğu Bloku'nda birçok protestonun yaşandığı bir dönemde kaleme alınan Direnişin Melankolisi, ironi ve karamsarlık arasında salınırken hem insan ilişkilerinin karanlık yönleri hem de toplumsal dönüşüm girişimlerinin çıkmazları üzerine düşünüyor.

Krasznahorkai'nin sonradan senaryoya dönüştürdüğü anlatı, yine Béla Tarr tarafından 2000'de Karanlık Armoniler (Werckmeister harmoniak) adıyla sinemaya uyarlanmıştı. 

Macarcadan çeviren: Leyla Önal, 376 s., 2023, Can Yayınları

Savaş ve Savaş

Krasznahorkai, Savaş ve Savaş (Háború és háború) üzerinde çalışırken Avrupa'da uzun bir seyahate çıktı, farklı ülkelerde yaşadı. Daha sonra rotasını ABD'ye çeviren yazar, bir süre New York'ta ünlü şair Allen Ginsberg'ün dairesinde kaldı. 

Romanın tamamlanmasında Beat kuşağının ikonik isimlerinden Amerikalı şairin büyük katkısı olduğunu söyleyen Krasznahorkai, Savaş ve Savaş'ta da bir elyazmasına kafayı takan Macar arşivci Korin'in New York şehrine yolculuğunu anlatıyor. 

dfrt
Savaş ve Savaş, 1999'da yayımlandı (AFP)

Bir savaştan kaçmak isterken bir başka savaşa yakalanan dört arkadaşın hikayesini konu edinen bu elyazması Korin'i derinden sarsar. Belgeyi çalar ve herkesin erişimine açmak için bunu internette paylaşmaya karar verir. 

Bir saplantı ve kendine amaç edinme arzusunu ele alan roman, diğer yandan insanın yakasını bırakmayan kaybolmuşluk ve amaçsızlık duygusunun baskısını da kaydediyor. 

Macarcadan çeviren: Gün Benderli, 320 s., 2025, Can Yayınları

Seiobo Orada, Aşağıdaydı

İlk romanının yakaladığı başarıyla dönemin Batı Almanya yönetiminden burs alan Krasznahorkai, 1991'de Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından Almanya'ya gitti. Sonrasında Doğu Asya'ya uzun bir yolculuğa çıkan yazar Moğolistan ve Çin'de bir süre yaşadı, farklı dönemlerde Japonya'ya da gitti ve Kyoto'da kaldı. 

Doğu Asya'nın estetik ve felsefi anlayışlarından etkilenen Krasznahorkai, bunları kendi geçmişi ve Avrupa kültürüyle harmanlayarak sıradışı eserler kaleme aldı. Bunlardan biri olan Seiobo Orada, Aşağıdaydı (Seiobo járt odalent), kusursuzluk peşinde ölümlüler diyarına inen Japon tanrıçası Seiobo'nun peşine takılıyor.

gthyrgt
Romanı oluşturan 17 bölüm, Fibonacci dizisine göre 1'den başlayıp 2584'te bitecek şekilde numaralandırılıyor​​​​​ (Reuters)

Farklı dönemlerde yaşayan, kimi kurgusal kimi gerçek sanatçıların yaratım süreçlerini takip eden hikayelerden oluşan 2008 çıkışlı roman, kadim ritüellerin peşinde içkinlik, yücelik, ölümlülük ve hakikat gibi en temel meselelerin etrafında girilmemiş patikalarda dolanıyor. 

Macarcadan çeviren: Gün Benderli, 432 s., 2019, Can Yayınları

Herscht 07769

Saplantılı ve safdil Florian Herscht'in hikayesini anlatan Herscht 07769, okuru Almanya'da neo-Nazilerin, kuantum fiziğinin ve tuhaf karşılaşmaların ortasına gönderiyor. 

Thüringen eyaletindeki hayali Kana kasabasında yaşayan yetim Herscht, "Patron" lakaplı bir neo-Nazi tarafından duvarlardaki çeşitli grafitileri temizlemesi için işe alınır. 

dfgthy
Herscht 07769, tek bir cümleden oluşan yaklaşık 400 sayfalık sıradışı bir yapıt (AP)

​​​​​Fizik öğrencisi başkarakter, antimaddenin evrende fazla biriktiğini ve bunun kozmik bir kaosa yol açacağı fikrine kapılır. Panikler ve bu büyük felaketi önlemesi için dönemin Almanya Başbakanı ve kuantum kimyasında doktora derecesine sahip Angela Merkel'e bir sürü mektup yazar.

Avrupa'da radikal sağın yükselişinin gölgesinde geçen anlatı, Forrest Gump'ı andıran Florian'ın Merkel'e mektupları ve Bach saplantısı etrafında gittikçe sıradışı bir yere doğru sürüklenir. 

Macarcadan İngilizceye çeviren: Ottilie Mulzet, 406 s., 2024, New Directions Publishing
 

Yahudi babası Nazi işgalinden sağ kurtulan Krasznahorkai'nin neredeyse her eserini birer politik alegori olarak okumak mümkün. Gelgelelim onun yazı ufkunun genişliği, eserlerin kaleme alındığı dönemle sınırlandırılmasını veya herhangi bir "edebi akımın" çerçevesine sıkıştırılmasını imkansız kılıyor. Yapıtlarındaki insan komedyasında tarih kadar dil, düşünce ve hayatın kendisi de her seferinde baştan düşünülmesi gereken bir soru olarak kalıyor.

Siyasetçilerin her gün savaş tamtamlarını çaldığı, piyasanın emrine amade kılınmış, körlemesine ilerleyen teknolojinin eline terk edilmiş bir dünyada, bu trajikomediyi dillendiren eserleri yeniden okumak gerekiyor. 

Krasznahorkai, yıllar önce verdiği bir söyleşide "Bu boktan hayatta tek amacımız daha fazla para kazanmak mı?" diye sorduktan sonra merceği genişletip şöyle devam etmişti:

10 bin yılın sonunda vardığımız yer bu mu? Gerçekten mi? Mikrofonumuz, dizüstü bilgisayarımız, teknolojik bir toplumumuz var, hepsi bu mu? Çok üzücü, büyük bir hayal kırıklığı. Leonardo'dan Einstein'a, Buda'dan Endre Szemerédi'ye kadar insanlık tarihinde pek çok dahi vardı, bunlar inanılmaz şahsiyetlerdi ve çalışmaları muazzam derecede önemliydi, ama biz bunlarla hiçbir şey yapamıyoruz, neden?

Independent Türkçe


Hibrit otomobiller benzinli araçlar kadar kirliliğe yol açıyor

Yeni bir araştırmaya göre, şarj edilebilir hibrit elektrikli araçlar, benzinli otomobiller kadar kirliliğe neden oluyor (Reuters)
Yeni bir araştırmaya göre, şarj edilebilir hibrit elektrikli araçlar, benzinli otomobiller kadar kirliliğe neden oluyor (Reuters)
TT

Hibrit otomobiller benzinli araçlar kadar kirliliğe yol açıyor

Yeni bir araştırmaya göre, şarj edilebilir hibrit elektrikli araçlar, benzinli otomobiller kadar kirliliğe neden oluyor (Reuters)
Yeni bir araştırmaya göre, şarj edilebilir hibrit elektrikli araçlar, benzinli otomobiller kadar kirliliğe neden oluyor (Reuters)

Yeni bir rapor, şarj edilebilir hibrit elektrikli araçların (plug-in hybrid electric vehicles / PHEV'ler) neredeyse benzinli otomobiller kadar kirliliğe neden olduğunu ortaya koydu.

Tamamen elektrikli otomobillerin aksine hibrit araçlar hem elektrikli bataryalardan hem de içten yanmalı motorlardan güç alıyor ve otomobil üreticileri tarafından daha uzun mesafeler kat ederken emisyonları azaltmanın yolu olarak satılıyor.

Ancak 2021 ve 2023 arasında 800 bin Avrupa otomobili üzerinde yapılan analiz, şarj edilebilir hibritlerin "gerçek dünya"da, laboratuvar testlerinin gösterdiğinden neredeyse 5 kat daha fazla kirliliğe neden olduğunu ortaya koydu.

Kâr amacı gütmeyen savunuculuk örgütü Transport and Environment, PHEV'lerin benzinli ve dizel otomobillere göre sadece yüzde 19 daha az CO2 yaydığını tespit etti; ancak daha önceki laboratuvar testleri, yüzde 75 daha az kirliliğe yol açtıklarını öne sürüyordu.

Araç içi yakıt tüketim sayaçlarından toplanan veriler, gerçek dünya karbondioksit salımının, standart laboratuvar testlerinden elde edilenlerden 4,9 kat daha fazla olduğunu gösterdi; 2021'deyse 3,5 kat daha yüksekti.

Transport and Environment araştırmacısı ve raporun ortak yazarı Sofía Navas Gohlke, The Guardian'a şunları söyledi: 

Gerçek dünyadaki emisyonlar artarken, resmi emisyonlar azalıyor. Giderek kötüleşen bu fark, gerçek bir sorun. Sonuç olarak PHEV'ler neredeyse benzinli otomobiller kadar kirlilik yaratıyor.

Araştırmacılar, araçlar sadece elektrikli modda kullanıldığında bile elektrikli motorların tek başına çalışacak kadar güçlü olmadığını buldu. Bu, motorların elektrikli modda kat edilen mesafenin neredeyse üçte birinde fosil yakıt kullanması gerektiği anlamına geliyor.

Hibrit araçların elektrik menzilini uzatma eğilimi de emisyonların artmasına yol açıyor. Daha büyük bataryalar araçları ağırlaştırarak motor modunda daha fazla yakıt yakmasına yol açıyor.

Ayrıca bu ağır araçlar bataryayla çalıştırıldığında daha küçük arabalara göre daha fazla enerji tüketiyor. Veriler, 75 km'nin üzerinde elektrikli menzile sahip şarj edilebilir hibritlerin, 45 ila 75 km menzile sahip olanlardan ortalama daha fazla CO2 saldığını gösteriyor.

Avrupa otomotiv endüstrisi, AB'nin sıfır emisyonlu otomobiller için son tarih olarak belirlediği 2035'ten sonra hibrit otomobil satışına izin verilmesini istiyor.

Transport and Environment'ın otomobil direktörü Lucien Mathieu şöyle diyor:

Şarj edilebilir hibritler için kuralları gevşetmek, Avrupa'nın otomobil CO2 yasasının gövdesine delik açmak gibi olur. Otomobil üreticileri, piyasayı uygun fiyatlı sıfır emisyonlu otomobillere yönlendirmek yerine, pahalı ve çevreyi kirleten PHEV'lerle dolduracak. Bu durum, piyasanın acilen ihtiyaç duyduğu elektrikli araç yatırımı güvencesini baltalama riski taşıyor.

Raporda ayrıca PHEV'lerin hem elektrikli hem de motor modlarındaki gizli yakıt tüketimi nedeniyle, sürücülere iddia edilen yakıt ve şarj maliyetinden yılda 500 euro daha fazla maliyet çıkardığı da tespit edildi.

Şarj edilebilir hibritlerin sürüşü daha pahalı ancak satın alma maliyeti de temiz alternatiflere göre daha yüksek fiyatlı. Bloomberg Intelligence'a göre 2025'te Almanya, Fransa ve Birleşik Krallık'ta PHEV'lerin ortalama satış fiyatı 55 bin 700 euro. Bu, bataryalı bir elektrikli otomobilin ortalama fiyatından 15 bin 200 euro daha yüksek.

Independent Türkçe