Pahalı meselelerin bedava çözümü: DEAŞ

Lübnan ordusu ile silahlı kişiler arasında şiddetli çatışmaların yaşandığı Ersal beldesindeki güvenlik güçleri, aralarında Lübnanlı ve Suriyelilerin olduğu 18 kişinin tutuklandığını duyurdu (AFP)
Lübnan ordusu ile silahlı kişiler arasında şiddetli çatışmaların yaşandığı Ersal beldesindeki güvenlik güçleri, aralarında Lübnanlı ve Suriyelilerin olduğu 18 kişinin tutuklandığını duyurdu (AFP)
TT

Pahalı meselelerin bedava çözümü: DEAŞ

Lübnan ordusu ile silahlı kişiler arasında şiddetli çatışmaların yaşandığı Ersal beldesindeki güvenlik güçleri, aralarında Lübnanlı ve Suriyelilerin olduğu 18 kişinin tutuklandığını duyurdu (AFP)
Lübnan ordusu ile silahlı kişiler arasında şiddetli çatışmaların yaşandığı Ersal beldesindeki güvenlik güçleri, aralarında Lübnanlı ve Suriyelilerin olduğu 18 kişinin tutuklandığını duyurdu (AFP)

DEAŞ... Bu kelimenin neredeyse sihirli güçleri olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü karmaşık olayları açıklamak, yıkıcı uygulamaları savunmak ve yetkililerin gözler önünde yaşanan trajedilere çözüm getirememelerinin yükünden kurtulmaları için bu kelimeyi kullanmak yeterli oluyor.
Lübnan’da olan da bu. DEAŞ, kendisine karşı başlatılan mücadelenin ardından ortadan kaldırıldığının duyurulmasının üzerinden üç yıl geçtikten sonra Suriye’nin Deyrizor çölündeki saldırılarına yeniden başladı. Örgüt, Irak’ta Tayaran Meydanı’nda bombalı saldırı gerçekleştirirken Iraklı yetkililer, DEAŞ'ın sözde Irak Valisi Ebu Yasir İsavi’yi etkisiz hale getirmeyi başardıkları duyurdular. Tüm bu gelişmeler, birçok kişiyi, DEAŞ’ın geri döndüğüne dair yorumlar yapmaya itti.
Örgütün adı, Lübnan’da ilk kez 2017 yılındaki Fecr el-Curud operasyonuyla geniş kitlelerce duyuldu. Resmi haber ajanslarının aktardığı bilgilere göre örgüt ‘askeri olarak’ ortadan kaldırıldı.
Geçtiğimiz Ağustos ayında ülkenin kuzeyindeki Keftun beldesinde üç kişinin kimliği belirsiz kişilerce açılan ateş sonucu öldürülmesinin ardından güvenlik güçleri operasyon başlattı ve olaya karışan bazı şüpheliler etkisiz hale getirilirken bazıları ise gözaltına alındı. Tıpkı bağımsız bir basına sahip olmayan diğer ülkelerde olduğu gibi Lübnan’da da bu mesele, faillerin kimlikleri ve olayın nedenleri hakkındaki tartışmalar sonlandırılmadan ortadan kayboldu.
Yine aynı basın kuruluşları birkaç gün önce, Lübnan ordusu ile DEAŞ ve El-Nusra Cephesi (Bu örgütte yer alan militanlar daha sonra Heyet Tahrir el-Şam’ı kurdu) arasında son yıllarda şiddetli çatışmalara sahne olan Bekaa ilinin Ersal beldesinde aralarında Lübnanlıların ve Suriyelilerin olduğu 18 kişinin tutuklandığını duyurdu. Tutuklular, DEAŞ’a üye olmakla ve silah bulundurmakla suçlandılar.
Ancak, DEAŞ Lübnan sahnesine, ülkenin kuzeyindeki en fakir şehir olan Trablus'taki protesto gösterileri ve huzursuzlukların ardından geri döndü. Lübnan Emniyet Genel Müdürü Abbas İbrahim, bir televizyon kanalına verdiği röportajda DEAŞ’ın ülkeye geri dönüşünü engellemek için çalıştıklarını belirterek terör örgütünün bu fakir şehrin kapısından Lübnan’a giriş yaptığını dışlamamış oldu.
DEAŞ, Irak ve Suriye'ye de siyaset sahnelerindeki ve genel olarak bölgedeki çeşitli nedenlerin yanı sıra mevcut çıkmazlar ve hiçbir ilerlemenin kaydedilememesi sebebiyle geri döndü. Bilindiği üzere örgüt, karanlık ve kısa tarihi boyunca bugüne kadar belirli bir hedefe ulaşmak isteyenler için köprü görevi gördü. Yeri geldi Washington ile müzakereleri yeniden başlatmaya ve İran'ı herkesin kaçtığı bir bölgede kontrol gücü olarak göstermeye hazırlanan İranlı kurumlara hizmet etti, yeri geldi İran’ın başka ülkelerdeki varlığına karşı mesajların verilmesi için kullanıldı, yeri geldi Irak'taki Sünnilerin Şii milislerin egemenliğinden kaynaklı sıkıntılarının ifade ediliş şekli oldu, yeri geldi Suriye’nin kuzeydoğusunda Suriye Demokratik Güçleri’ne (SDG) yönelik bir baskı aracı yapıldı. Mevcut aşamada tüm bu nedenleri kanlı örgütün geri dönüşüne bağlamak doğru olabilir de olmayabilir de.
Peki, neden yukarıda bahsedildiği gibi, DEAŞ Lübnan sahnesine çağırılmıyor? Yoksa örgütün malum hizmetleri, isteyen herkese verilmiyor mu?
Örgütün -eğer söylenebilirse- Lübnan'daki fiziki mevcudiyeti, Irak ve Suriye’deki varlığına kıyasla yarattığı tehlikeden yararlanan tarafların çok olması nedeniyle çözülemeyen bir meseledir.
Buna ek olarak DEAŞ'ın Lübnan'daki ilk ortaya çıkışını, Suriye'deki savaş, Lübnan devletinin çöküşü, yoksulluğun ve işsizliğin artışı ve Lübnan siyasetinin içindeki en zayıf, en fakir ve en savunmasız mezhep olan ve örgütün adına hilafet devleti kurmak istediğini söylediği Sünnilerin dönüşümüyle ilişkilendirmek oldukça zor.
Bu nedenle, Lübnan devletinin geri kalan kurumları içindeki ve dışındaki taraflar, örgütün yarattığı tehlikenin boyutuna veya yanılsamalar ve mitlerin dünyasıyla olan bağlantısına bakılmaksızın bu korku kaynağını körüklemeyi son derece yararlı bulmaktadır.
Lübnan resmi basını, geçtiğimiz hafta Trablus'ta yaşananlara siyasi ve kalkınma açısından dikkat çekmek yerine, güvenilir kaynaklara ve üst düzey yetkililere dayanmayan, bağımsız ve profesyonel bir soruşturmayla ne doğrulanabilecek ne de reddedilebilecek açıklamalar yayınlamaya başladı.
Siyasi düzeyde ise Lübnanlılara, devlet ve toplum krizleri devam ettikçe DEAŞ ve uzantılarının sürece eşlik edeceğini söylemek büyük bir açıklama olmayacaktır. Pahalı meselelerin ucuz çözümleri olmalı! Ancak Lübnan'ı kalıcı bir felakete sürükleyecek bir meseleye dikkat etmek yerine boş hayaller satmak, canavarlar, şeytanlar ve DEAŞ’lılar yaratmak daha ucuz bir yol değildir.



Hizbullah savaşçılarını Lübnan ordusuna entegre etme fikri gerçeklerle çarpışıyor

21 Mayıs 2023 tarihinde Lübnan'ın Aramta kasabasında bir askeri tatbikata katılan Hizbullah savaşçıları (Reuters)
21 Mayıs 2023 tarihinde Lübnan'ın Aramta kasabasında bir askeri tatbikata katılan Hizbullah savaşçıları (Reuters)
TT

Hizbullah savaşçılarını Lübnan ordusuna entegre etme fikri gerçeklerle çarpışıyor

21 Mayıs 2023 tarihinde Lübnan'ın Aramta kasabasında bir askeri tatbikata katılan Hizbullah savaşçıları (Reuters)
21 Mayıs 2023 tarihinde Lübnan'ın Aramta kasabasında bir askeri tatbikata katılan Hizbullah savaşçıları (Reuters)

Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn'ın Hizbullah savaşçılarının, 1990 iç savaşından sonra olduğu gibi Lübnan ordusuna entegre edilmesi önerisi siyasi çevrelerde ve uzmanlar arasında tartışma konusu oldu.

Ordunun çeşitli sebeplerle bu savaşçıları bünyesine katamaması nedeniyle öneri henüz yaygın kabul görmezken, uzmanlar bu meselenin doğuracağı sonuçlar konusunda uyarıda bulundu. Bunun ‘silahlarını devlete teslim etmesi karşılığında Hizbullah için bir teselli ödülü’ olduğunu belirten uzmanlar, ‘dini emir alan ve ideolojik inanca sahip olan unsurların orduda yer alamayacağını’ vurguladı.

Cumhurbaşkanı Avn basına verdiği demeçte, “Ordu içinde Hizbullah savaşçılarından oluşan bağımsız bir birim oluşturmak mümkün değil. Ancak 1990'ların başında Lübnan'daki iç savaşın sonunda çeşitli taraflarla olduğu gibi üyeleri orduya katılabilir ve kurslara tabi tutulabilir” ifadelerini kullandı.

Bu öneriyi yorumlayan Güçlü Cumhuriyet Bloğu Milletvekili Giyas Yazbek, ordunun ‘Hizbullah'ın dış uzantılarla ordusunu oluşturduğunu iddia ettiği 100 bin savaşçıyı absorbe edemeyeceğini’ söyledi. Şarku’l Avsat'a konuşan Yazbek, “Hizbullah'ın 25 bin savaşçısı olsa bile, şu anda subaylarının ve üyelerinin maaşlarını dış yardımlarla güvence altına almaya çalışan askeri kuruma bunları dahil etmek imkânsız” dedi.

Yazbek, ‘ordunun cumhurbaşkanı ve hükümetle birlikte geliştirdiği ulusal güvenlik stratejisinin henüz Lübnan'ın ordu ve güvenlik güçlerinin sayısına olan ihtiyacını belirlemediğini’ vurguladı. Yazbek, “Sınırlarımızı çizdiğimizde, savaşın nedenlerini ortadan kaldırdığımızda ve Lübnan'da siyasi bir çözüme doğru ilerlediğimizde, ordunun mevcut subay ve personel sayısı yeterli olacak ve artacaktır” şeklinde konuştu.

Hizbullah savaşçılarının durumu

Askeri uzman Halid Hamade'ye göre, ‘Taif Anlaşması'ndan sonra silahlı milislerin dağıtılmasında olduğu gibi bugün de Hizbullah savaşçılarının orduya alınması önerisi, Cumhurbaşkanı'nın Hizbullah'ı silahlarını devlete teslim etmeye ikna etme çabaları bağlamında Hizbullah için bir teselli ödülüdür.’

Hamade, ‘Hizbullah savaşçılarının orduya entegre edilmesinin, özellikle ateşkes anlaşmasının imzalanmasının ardından yaşanan gelişmelerden sonra, birçok engelle karşı karşıya olduğunu’ savundu.

fvdgh
Hizbullah Genel Sekreteri Haşim Safiyuddin'in 24 Şubat 2025 tarihinde Lübnan'ın güneyindeki Deyr Kanun en-Nahr kasabasında düzenlenen cenaze töreni sırasında Hizbullah üyeleri (Reuters)

“İç savaşın sona ermesinin ardından Lübnan devletinin yüzlerce milisi orduya ve güvenlik güçlerine katmayı başardığı doğrudur, ancak Hizbullah'ın durumuyla karşılaştırma yapmak artık mümkün değildir” diyen Hamade, Şarku’l Avsat'a yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Ulusal Mutabakat Belgesi imzalandığında milis liderleri belgeyi tanıdı, milislerin feshedildiğini duyurdu, silahlarını gönüllü olarak devlete teslim etti ve siyasi sürecin bir parçası oldu. Hizbullah ise ateşkes anlaşmasını tanımıyor ve silahlarını teslim etmeyi kabul etmiyor. Dolayısıyla siyasi sürecin bir parçası haline geldiğini ve artık askeri bir kanadı olmadığını kabul etmeden milislerini orduya dahil etmekten bahsetmek bağlamdan kopuktur.”

Hizbullah'ın ideolojisi

Yazbek'e göre Hizbullah'ın ideolojisi, savaşçılarının orduya entegrasyonunun önündeki en büyük engel. Yazbek, “Hizbullah, Lübnan'ı İran'ın uzantısı olan coğrafi bir nokta olarak görüyor. Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım'ın silahları teslim etmeyeceğini ve silahların devletin elinde olmasıyla ilgili konuşmalarla ilgilenmediğini açıklamasının da gösterdiği gibi bu doktrin halen varlığını sürdürüyor” ifadelerini kullandı.

ukıo
24 Şubat 2025 tarihinde düzenlenen cenaze töreninde eski Hizbullah Genel Sekreteri Haşim Safiyuddin'in tabutunu taşıyan Hizbullah savaşçıları (AP)

‘Lübnan iç savaşı sırasında milisleri olan ve devlet şemsiyesi altına giren liderlerin Lübnanlı liderler olduğunu, kararlarının Lübnanlıların kararı olduğunu’ hatırlatan Hamade, “Hizbullah ise organik olarak bölgesel bir otoriteye bağlıdır ve hem Lübnan içinde hem de dışında tehlikeli askeri ve güvenlik rolleri oynamıştır” dedi. Hizbullah'ın ‘Tahran'dan ayrıldığını, yerel bir siyasi bileşen olmayı kabul ettiğini ve askeri kolunu feshettiğini açıklamadığına, böylece savaşçılarının ordu içinde absorbe edilmesi konusunun tartışılabileceğine’ dikkat çeken Hamade sözlerini şöyle sürdürdü: “Veliyyül Fakih tarafından verilen ve uygulanması gereken meşru yetki çerçevesinde faaliyet gösteren askeri bir grup ile anayasal makamlar tarafından demokratik mekanizmalar çerçevesinde alınan siyasi bir karar çerçevesinde faaliyet gösteren başka bir grubu uzlaştırmak nasıl mümkün olabilir? İster sivil idarelerde ister güvenlik kurumlarında milislerin devlete entegre edilmesi deneyimi tekrarlanabilecek kadar başarılı oldu mu?”

Ordu disiplini

Bazılarının iddia ettiği gibi iç savaş sürecindeki milislerin orduya alınmadığını belirten Yazbek, ‘güvenlik ve askeri kurumlara alınanların Lübnan'ı yöneten Suriye rejimine yakın olduğunu, ülkenin egemenliği için savaşan ve Suriye işgaline karşı çıkanların ise kovalandığını, hapsedildiğini ve birçoğunun Lübnan'ı terk etmek zorunda kaldığını’ vurguladı. Yazbek ayrıca, ‘ordu personeli tarafından uygulanan disiplinin Hizbullah savaşçıları için geçerli olmadığını, çünkü milislerin orduyla, ordunun da onlarla uyumlu olmadığını’ belirtti.

Hamade, “Hizbullah savaşçılarının Lübnan ordusuna ve diğer devlet kurumlarına dahil edilmesinin artıları ve eksileri ne olursa olsun, doğru yol Hizbullah'ın silahlarını devlete teslim etmesiyle başlamalı. Hizbullah üyeleri Lübnan toplumundan izole edilmiş bir grup değildir ve topluma entegre edilmelidir. Ancak Hizbullah’ın silahlarını teslim etmesi için bir tür ayartma olarak özümsenmeleri konusunu gündeme getirmekte acele etmek hedefe ulaşılmasını sağlamayacaktır. Gerekli olan, Hizbullah’ın öncelikle devleti, silahların yalnızca devletin elinde olmasını, savaş ve barış kararının devletin elinde olduğunu ve bu konuda meydana gelebilecek herhangi bir düzenlemenin başlangıcı olarak uluslararası kararları uygulama ihtiyacını tanımasıdır” dedi.