Şarku’l Avsat’a konuşan ABD'nin eski DEAŞ karşıtı uluslararası koalisyon nezdindeki temsilcisi William Robak: Washington, Fırat’ın doğusunda bir Kürt devleti kurulmasını desteklemiyor

Suriye Biden için bir ‘öncelik değil’... ‘Hedefleri düşürmeye’ yönelik öneriler

ABD'nin eski DEAŞ karşıtı uluslararası koalisyon nezdindeki temsilcisi William Robak, DEAŞ’ın Mart 2019'da Suriye’nin kuzeydoğusunda yenilgisini böyle kutlamıştı (AP)
ABD'nin eski DEAŞ karşıtı uluslararası koalisyon nezdindeki temsilcisi William Robak, DEAŞ’ın Mart 2019'da Suriye’nin kuzeydoğusunda yenilgisini böyle kutlamıştı (AP)
TT

Şarku’l Avsat’a konuşan ABD'nin eski DEAŞ karşıtı uluslararası koalisyon nezdindeki temsilcisi William Robak: Washington, Fırat’ın doğusunda bir Kürt devleti kurulmasını desteklemiyor

ABD'nin eski DEAŞ karşıtı uluslararası koalisyon nezdindeki temsilcisi William Robak, DEAŞ’ın Mart 2019'da Suriye’nin kuzeydoğusunda yenilgisini böyle kutlamıştı (AP)
ABD'nin eski DEAŞ karşıtı uluslararası koalisyon nezdindeki temsilcisi William Robak, DEAŞ’ın Mart 2019'da Suriye’nin kuzeydoğusunda yenilgisini böyle kutlamıştı (AP)

ABD'nin eski DEAŞ karşıtı uluslararası koalisyon nezdindeki temsilcisi William Robak, ABD’nin Suriye’deki mevcut durum ile ilgili acelesi olmadığını düşünüyor. Robak ayrıca ABD Başkanı Joe Biden yönetiminin, Washington’ın Suriye'deki politikasını gözden geçirmesi ve bununla ilgili olarak “Suriye ABD için bir öncelik mi? ABD’nin hedefleri neler? Bu hedeflere ulaşmak için hangi araçlar mevcut? Şu an uygulanan politikanın sürmesi veya değiştirilmesi Suriyelilere nelere mal olur?” sorularını yanıtlaması için bir ‘fırsatı’ olduğuna inanıyor.
ABD'nin eski DEAŞ Karşıtı Uluslararası Koalisyon nezdindeki temsilcisi William Robak cuma akşamı telefon aracılığıyla Şarku’l Avsat’a verdiği röportajda çeşitli açıklamalarda bulundu. Röportaj esnasında yukarıdaki sorularla birlikte bir takım önerilerde de bulunan Robak, Washington'da şu an gündemde olan tartışmanın ortasında, Biden'ın Suriye yönelimiyle ilgili, “Suriye bölgelerini hükümetin kontrolü dışında tutmak ABD’nin çıkarına olur mu? Bu alanların tecrit edilmesi ve DEAŞ’ın gelişmesi ABD’nin çıkarına mı? ABD yıllar önce olduğu gibi bugün de hedeflerini aynı tutmalı mı?” sorularını da gündeme getirdi.
Robak, 2004-2007 yılları arasında ABD büyükelçiliğinde siyasi danışman olarak ve 2018-2019 arasında ABD Dışişleri Bakanlığı'nın Suriye’nin kuzeydoğusundaki danışmanı olarak çalıştığı sırada edindiği tecrübeler ışığında bir takım önerilerde bulunurken çeşitli sorular yöneltti.
Eski ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ve Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Joel Rayburn ile birlikte Şam’a yönelik ‘azami baskı’ politikası uygulanmasına ikna olan ABD'nin eski Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’nin yardımcılığını yapan Robak, birkaç gün önce Biden tarafından ABD’nin Orta Doğu ve Kuzey Afrika Koordinatörlüğüne getirilen Brett McGurk ile bir döenm çalışmıştı. Robak ayrıca Şam ile ‘adım adım’ yaklaşımını ve ‘şartlı şeffaf katılım’ önerilerinde bulunanlardan biri olan eski Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Siyasi İşlerden Sorumlu Yardımcısı ABD’li bürokrat Jeffrey D. Feltman’ı da yakından tanıyor.

“Bir Kürt devleti kurulmasını desteklemiyoruz”
Fırat'ın doğusunda sahadaki ve siyaset arenasındaki mevcut koşulları, DEAŞ karşıtı Uluslararası Koalisyon’un ve Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) rolünü iyi bilen ve Kürt-Kürt diyalogunun desteklenmesine katkıda bulunan Robak, bölgedeki durumun Irak'ın Kürt bölgesinden farklı olduğunu söylüyor. “Söylediklerimiz, yaptıklarımız ve SDG ile ilişkilerimiz açıktı” diyen Robak, “Bölgede bir Kürt devletinin kurulmasını desteklemiyoruz. Bunun (kurulması için çalışmanın) yapıcı bir yaklaşım olacağına da inanmıyoruz. DEAŞ Karşıtı Uluslararası Koalisyon, DEAŞ’ı yenmek için geldi ve SDG bunu verimli bir şekilde yapıyor. Bölgedeki Suriyelilere bir miktar insani yardımda bulunduk. Özerk Yönetim’e bağlı yerel meclislere çalışmalarını iyileştirmeleri konusunda yardımcı olduk. (Askeri olarak) Suriye'nin kuzeydoğusunu kontrol etmek için değil, SDG’nin DEAŞ’a karşı rolünü güçlendirmek için yardım sağladık” ifadelerini kullandı.
ABD tarafından özellikle de eski Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’nin, Washington'ın Fırat'ın doğusu ile ilgili ‘niyetlerini’ açıklamak için Türkiye ile görüştüğünü söyleyen Robak, “SDG’ye her zaman, DEAŞ’a karşı mücadelede ABD ve Uluslararası Koalisyon ile ilişkileri sürdürmesi, Suriye'nin kuzeydoğusunda güvenliğin sağlanması, Türkiye'ye karşı herhangi bir kışkırtıcı harekette bulunulmaması ve bir devlet kurmak veya belirli bir ideoloji ya da (PKK lideri Abdullah Öcalan’a atıfta bulunarak) Öcalan’ın posterlerini kullanmak gibi güven eksikliği yaratan girişimlerden kaçınması tavsiyelerinde bulunduk” şeklinde konuştu. Robak, ancak ABD’nin SDG'yi, PKK'nın bir parçası olarak görmediğini, daha çok DEAŞ’a karşı verilen mücadelenin bir parçası olarak gördüğünü de sözlerine ekledi.
SDG, Suriye'nin toplam alanının (185 bin kilometre kare) yaklaşık dörtte birini, doğal kaynakların, petrol ve gazın yüzde 80'ini ve ülkedeki en büyük barajları kontrol ediyor. Polis ve güvenlik güçleri dahil yaklaşık yüz bin savaşçısı var. ABD, özellikle Fırat'ın doğu kesiminde çok sayıda merkez ve üsse konuşlanmış durumda. Suriye-Ürdün-Irak sınırının birleştiği noktada yer alan et-Tanf üssünde de askerleri bulunuyor.  DEAŞ Karşıtı Uluslararası Koalisyon’daki bazı ülkeler, gözetleme ve hava bombardımanları dahil olmak üzere çeşitli şekillerde operasyonlara katkıda bulunuyor.

Hedefler, araçlar ve engeller
Robak’a göre ABD, Suriye'deki hedeflerini beş yıl önce belirledi. Bu hedeflerin ilki, DEAŞ’ı yenmek ve yeniden ortaya çıkmasını engellemek. İkincisi, BM Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 2254 sayılı kararının uygulanması sürecini desteklemek. Üçüncüsü, İran'ı Suriye'den çıkarmak. Dördüncüsü, (Suriye Devlet Başkanı Beşşar) Esed rejiminin kitle imha silahlarını kullanmasını engellemek ve elindeki kimyasal silahları imha etmek. Beşincisi ise insani krize müdahale etmek ve Suriye halkının yurtiçinde ve dışında çektikleri sıkıntıları hafifletmek. Yine Robak’a göre ABD’nin elinde, Suriye'de bu ‘hedeflere’ ulaşmak için yeterli miktarda ‘belge ve araç’ var. Bunlardan birincisi, Suriye'nin kuzeydoğusundaki petrol ve doğalgaz zenginliğinin yanı sıra ABD’nin Irak sınırları yakınındaki belirli sayıda da olsa askeri varlığı. Burada 500 ila 800 civarı ABD askeri ve sözleşmeli personel bulunuyor. İkincisi, bu stratejik bölgeyi, kaynaklarını ve anayollarını kontrol eden SDG ve yerel ortaklarının desteklenmesi. Üçüncüsü, rejime karşı ekonomik yaptırımlar uygulanması. Dördüncüsü, uluslararası diplomatik bir platformu sağlayan DEAŞ Karşıtı Uluslararası Koalisyon’un desteklenmesi. Beşincisi, Çin ve Rusya'nın engellemeye çalıştığı BM aracılığıyla sağlanan nüfuzun desteklenmesi.
Robak'a göre bu ‘nüfuz araçlarının’ yanı sıra bir de ‘engelleme araçları’ var. Bunlardan ilki ise, Şam ile Arap ya da Avrupa ülkeleri arasında normalleşme çabalarını durdurmak ya da yavaşlatmak. İkincisi, ‘hedeflere’ ulaşılmadan önce Suriye’nin yeniden inşasına başlanmasını ve Arap ve Avrupa ülkelerinin bu sürece katılımını durdurmak.
Suriye rejimine baskı yapmak için bir takım ‘baskı araçları’ da olduğunu söyleyen Robak, Türkiye’nin Suriye'nin kuzeybatısındaki varlığının İsrail saldırılarını ve rejimin bu bölgenin kontrolünü ele geçirmesini engellediğini belirtti. Ancak Robak, Türkiye’nin Fırat'ın doğusunda Rasulayn ve Tel Abyad arasındaki faaliyetleri nedeniyle bölgedeki askeri varlığının ABD için bir baskı aracı olup olmadığını da sorguladı.

Dikkatli bir gözden geçirme
Robak, bu ‘hedefleri’ ve ‘araçları’ tanımlarken Biden’ın ekibinin Suriye politikasına yönelik şu soruları yöneltti:
 “Suriye, Biden yönetimi için bir öncelik mi? Hedefler halen aynı mı? Hedeflere götürecek gerekli araçlar mevcut mu? Şu an uygulanan politikanın sürmesi veya değiştirilmesi Suriyelilere nelere mal olur?”
Robak’a göre ayrıca, yalnızca belirli koşullar altında kaldırılabilen yaptırımlar getiren Caesar (Sezar) Yasası’nın, ABD Kongresi'nden hem Demokratların hem de Cumhuriyetçilerin rızasıyla geçtiği göz önüne alındığında “ABD’deki yasal belirleyiciler nelerdir?” sorusu da sorulabilir.
DEAŞ’ın yeniden ortaya çıkışını engellemenin ve Suriye’nin doğusunda güvenliği sağlamanın öncelik olduğunu belirten Robak, ABD’nin, bunu, ‘Washington üzerinde baskı oluşturmayan düşük maliyetli büyük bir yatırım’ olan askeri varlığını korurken, ‘mevcut durumun sürmesi’ ve ‘uzun soluklu çıkmazı’ destekleyerek başarabileceğini düşünüyor.
Biden yönetiminin bu soruları yanıtlamak için acele etmesine gerek olmadığını belirten Robak, “Biden’ın ekibinin, bir politika belirleyip soruları yanıtlamak için zamanları var” dedi. Robak’a göre o zamana kadar işler, aşağıdaki gibi bazı değişikliklerle SDG'ye destek sağlayarak ‘mevcut durumu sürdürme’ yönünde ilerleyebilir. Buna göre yapılacak ilk iş, Suriye'nin doğusunda ‘istikrarı desteklemek’ için tahsis edilen fonları donduran yasanın kaldırılmasıdır. Eski ABD Başkanı Donald Trump'ın 2018-2019 yıllarında Washington’ın yaklaşık 300 milyon dolarlık harcamada bulunmasını durduran kararı, Arap ve Körfez ülkeleri tarafından iki yılda 600 milyon dolar harcanarak telafi edildi.  İkincisi olarak istikrarın yeniden tanımlanması gerekiyor. Çünkü ABD’nin örneğin, ‘bir okulun onarımına katkıda bulunulabilir, ancak bir okul inşa edilemez’ şeklindeki önceki politikası, destekleme noktasındaki birçok yolu büyük ölçüde engellemişti. Üçüncüsü ise ABD’nin yeni bir politikayı veya olası değişiklikleri duyurmadan önce uluslararası ve bölgesel müttefikleriyle görüşmelerde bulunması gerekiyor.

Peki, nasıl bir politika uygulanacak?
Suriye'nin doğusundaki çalışmalarını sona erdirdiğinden Körfez bölgesiyle ilgili araştırmalar yapan bir kuruluşta çalışan Robak'tan yeni politikalara ilişkin tahminlerde bulunması isteniyor. Robak ise yeni politikalarla ilgili olarak tahminlerde bulunmak için ABD’nin gerçek çıkarlarına, sahip olduğu araçlara ve bu politikaların Suriyelilere nelere mal olabileceğine dikkat edilmesi gerektiğini vurguluyor. Robak, “Suriye, çevresindeki müttefiklerimiz için önemli bir konu. DEAŞ’ın faaliyet gösterdiği ve çıkarlarımıza karşı saldırılarda bulunmasına veya tehlikeli planlar yapmasına izin vermeyen bir hükümet istiyoruz. Kolay olan ABD’nin mevcut politikasını sürdürmektir. Ancak, yeni bir ABD yönetiminin gelişi, Washington'a Suriye politikasını yeniden değerlendirmesi ve sonraki adımlar konusunda müttefikleri ile istişare etmesi için bir fırsat veriyor” yorumunda bulundu.
“Mevcut durumun sürmesi, Suriye'nin kuzeydoğusundaki oluşum, bu oluşumun tanınması ve özyönetim anlamına gelir mi?” sorusuna ise Robak, “Bu bir ülke değil. Geçici bir oluşum ve DEAŞ ile savaşmak için alınan geçici tedbirlerdir.  Bu tedbirlerin sürdürülmesi için ABD’nin bölgedeki varlığı önemlidir. Ancak ABD’nin askeri varlığı olmadan söz konusu tedbirler kalıcı olmazlar. Önümüzdeki üç ay içinde ve yakın bir gelecekte ABD’nin bölgedeki askerlerinin geri çekilmesi ile ilgili herhangi bir adım atılması düşünülmüyor. Fakat ABD, Suriye'nin kuzeydoğusunda sonsuza kadar kalmayacaktır” yanıtını verdi.
Eski ABD yönetiminin SDG’yi ve onun siyasi kanadı Suriye Demokratik Konseyi’ni (SDK) rejimle yapılan müzakerelerde dahi desteklediğini söyleyen Robak, “Onları cesaretlendirdik ve çıkarlarına en uygun olanı yapmaya teşvik ettik” dedi.



İsrail'in Suriye üzerine oynadığı bahis: Diyalog değil, zorlama

Fotoğraf: Majalla
Fotoğraf: Majalla
TT

İsrail'in Suriye üzerine oynadığı bahis: Diyalog değil, zorlama

Fotoğraf: Majalla
Fotoğraf: Majalla

Michael Horowitz

ABD ve İsrail arasında sadece birkaç alanda temel farklılıklar söz konusu. Bunlardan biri Suriye'de biraz beklenmedik bir şekilde ortaya çıktı. İsrail, ABD Başkanı Donald Trump'ın Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara'yı hızlı bir şekilde kucaklamasından endişe duymuş, İsrail Dışişleri Bakanı Yisrael Katz, Şara'yı ‘takım elbiseli bir cihatçı’ olarak tanımlamıştı.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu hükümeti, Trump'ın geçtiğimiz mayıs ayında Suudi Arabistan'da (El Kaide ile bağlantılı) El Nusra Cephesi'nin (daha sonra adı Heyet Tahrir Şam/HTŞ olarak değişti) eski lideriyle görüşmesi karşısında şaşkınlığa uğradı. Şara'nın Oval Ofis'i ziyareti ve Washington'ın Suriye'ye yönelik yaptırımları kaldırma kararı, İsrail'e Şam ile ilişkilerini normalleştirmesi için baskı yaptığı iddiaları ile siyasi olarak iki lider arasında açık bir yakınlaşma ortaya çıkınca, İsrail daha da öfkelendi. Bunun ötesinde, İsrailli yetkililer, ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Trump’ın Suriye dosyasındaki kilit isimlerinden biri olan Tom Barrack'ın Ankara'nın tercih ettiği yaklaşımı benimseme eğiliminden giderek daha fazla endişe duymaya başladı.

Elbette, Suriye meselelerine dahil olan birçok gözlemci, Washington'ın yeni Suriye liderine yönelik hızlı ve beklenmedik yaklaşımını övdü. Trump'ın Suriye’ye uygulanan bazı yaptırımları kaldırma yönündeki erken kararı, Suriye'nin yıllarca süren uluslararası tecridinin ardından yeniden entegrasyonunun hızlanacağına dair umutları artırdı. Bu izolasyon süresince Suriye, Washington'ın bakış açısına göre ‘kötülük ekseninin’ Tahran'ın anlatısına göre ‘direniş ekseninin’ bir parçası olarak nitelendirilmişti. Amerika Birleşik Devletleri, rejimi "suçlu olduğu kanıtlanana kadar masum" olarak değerlendirerek, ispat yükünden cesurca uzaklaştı. Bu ayrım sadece terminoloji meselesi değil; yaptırımların kısmen hafifletilmesi bile, Washington'ın yeni Suriye ile yatırım ve diplomatik ilişkileri engellemeyeceği konusunda ortaklara ve bölgesel güçlere net bir mesaj gönderiyor. Aynı zamanda, tecrit edilen Şam'ın ABD’nin düşmanlarının kollarına itilmesi veya uzun süredir tek müttefiki olan Türkiye'ye güvenmek zorunda kalması gibi bir senaryoyu da önlüyor.

Şara’nın Beyaz Saray'ı ziyareti ve Başkan Trump ile görüşmesinden birkaç hafta sonra Netanyahu, Suriye'nin güneyinde İsrail'in kontrolündeki bölgeyi ziyaret etti.

Ancak Netanyahu, Trump ile Şara arasındaki politika değişikliğini veya şahsi ilişkiyi sadece pragmatik bir politika olarak değil, stratejik bir risk olarak görüyor. Bu bağlamda, İsrail hükümeti, Beşşar Esed rejiminin düşmesinden birkaç saat sonra, Suriye'de kalan askeri mevzilere kapsamlı saldırılar düzenleme ve Suriye'nin güneyindeki mevcut askerden arındırılmış bölgenin dışında yeni bir tampon bölge oluşturma kararının doğru olduğunu düşünüyor. 7 Ekim sonrası İsrail güvenlik kurumlarının bir dizi bileşeninde hakim olan zihniyet açıktır: ülke başkalarının iyi niyetine güvenemez, yalnızca kendi askeri gücüne güvenebilir. Bu görüşün destekçileri, Suriye'yi bu tezlerinin açık bir örneği olarak görüyor. İsrail, güvenliğini dostane ama değişken bir ABD Başkanı’na veya Şara’nın pragmatizmini sürdüreceğine dair Batı'nın iddiasına dayandıramaz. Sadece sınırdaki askerlere güvenmekten başka çaresi kalmıyor. Sonuç olarak Başbakan Netanyahu, Şara'nın Beyaz Saray'ı ziyareti ve Başkan Trump ile görüşmesinden birkaç hafta sonra, İsrail'in kontrolündeki Suriye’nin güney bölgesini bir kez daha ziyaret ederek açık bir mesaj verdi. Bu mesajda ‘İsrail, iyi niyet ve vaatler karşılığında vazgeçmeyeceği kozlara sahiptir’ deniliyordu.

İsrail'in ‘satın alamayacağı’ lider

İsrail'in Ahmed eş-Şara konusunda endişelenmesi için bazı nedenleri var. Şara, kökenleri Golan Tepeleri'ne dayanan ve 1967 yılında İsrail'in bu bölgeyi ele geçirmesiyle yerinden edilen binlerce Suriyeli arasında yer alan bir aileden geliyor. Ailesi önce Şam'a, ardından Bağdat'a ve sonra da Riyad'a taşınmıştı. Şara, çocukluğunun çoğunu Suriye'nin başkentinde geçirmesine rağmen, El Nusra Cephesi'ni kurduğunda (Golan Tepeleri’ne nispetle) ‘el-Culani’ adını aldı. Şara'nın utangaç, içe dönük bir gençken Irak'taki El Kaide üyesine dönüşen yolculuğu, kısmen ikinci intifada ile kesişiyor.

Suriye'nin demokrasiye geçişi elbette İsrail'in başlıca endişesi değil, ancak Şara'nın iktidarı paylaşma isteği, İsrail'in ilgiyle izlediği önemli bir gösterge olmaya devam ediyor.

İsrailli yetkililerin bazıları, hükümetin meşruiyeti konusunda derin şüphelerini dile getirdi. İsrail hükümetinin bu konudaki kamuoyuna yaptığı açıklamalar, sürekli alaycı bir üslupla yapıldı. İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar, Şam’daki yeni hükümeti ‘meşru bir hükümet değil, bir çete’ yeni Suriyeli yetkilileri de ‘önce İdlib'de olan, sonra da başkenti ele geçiren teröristler’ olarak nitelendirdi. İsrail Dışişleri Bakanlığı, Şara'nın bir fotoğrafını ‘Cihatçılar takım elbiseli de olsalar yine cihatçıdır’ başlığıyla yayınladı. İsrail Diaspora İşleri ve Antisemitizmle Mücadele Bakanı Amihay Şikli, Suriye askerlerinin Gazze yanlısı sloganlar attığını gösteren bir videoyu örnek göstererek ‘savaşın kaçınılmaz olduğu’ sonucuna vardı.

thy
Golan Tepeleri'nden Suriye'nin güneyine doğru bakan İsrail askeri, 25 Mart 2025 (AFP)

Netanyahu, sadık destekçilerinin kirli işleri yapmasına ve acımasız saldırılar düzenlemesine izin verirken, kendisi daha az agresif ama daha net bir tutum sergiledi. Başkan Trump ile görüşmesinin ardından yaptığı açıklamada Netanyahu, “Şara’ya baktığımda, sahada neler yapıldığını, gerçekte neler başarılmaya çalışıldığını göreceğim. Suriye barışçıl bir ülke olacak mı? Ordusundaki cihatçılar ortadan kaldırılacak mı? Suriye'nin güneybatısında silahsız bir bölge oluşturmak için benimle iş birliği yapacak mı?” ifadelerini kullandı. Şara’nın Washington ziyaretinin ardından yapılan özel bir toplantıda Netanyahu’nun, Batı'nın Suriye liderini kucaklamasının ‘Şara’yı kibirli hale getirdiğini’ söylediği bildirildi. İsrail Başbakanı, Batı'nın iyi niyetinin İsrail'e baskı yapmak için bir araç olarak kullanılmasını izin vermeyeceğini ima etti.

İsrail'in hesapları

Başbakan Netanyahu’nun açıklamaları, İsrail'in gerçek tutumunu anlamak için büyük önem taşıyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre zira bu sadece bir müzakere taktiği. İsrail hükümeti, Ahmed eş-Şara’yı Şam'da açılan ‘yeni bir sayfa’ olarak değil, kontrol altına alınması gereken potansiyel bir tehdit olarak görüyor. Netanyahu, Şara'nın kariyerini ve cihatçı geçmişini bir baskı aracı olarak kullanırken, onun pragmatizmini test ediyor ve Suriye'deki savaş sonrası düzeni, İsrail'in stratejik üstünlüğünü koruyacağına inandığı şekilde biçimlendirmeye çalışıyor. İsrail'in Şara ile ilgili endişeleri temelsiz ya da hayal ürününden ibaret değil. Şara, sadık destekçileri üzerindeki gücünü pekiştirmek ve kendini başkan olarak atamak için hiç vakit kaybetmeden hareket etti. Azınlıklara yönelik bazı jestlerde bulunsa da geçiş rejimi gerçek demokrasiye doğru ilerlemedi. Zira yeni Halk Meclisi'nin bazı üyeleri başkan tarafından seçilirken, diğerleri yerel seçim organları tarafından seçildi.

HTŞ'nin İdlib'de benimsediği yönetim modeli, bazı yerel temsilcilerin Halk Meclisi’ne girmesine izin verse de gerçek iktidarın anahtarları Şara ve iktidarının elinde kalmaya devam etti.

Suriye’nin demokrasiye geçişi kesinlikle İsrail'in öncelikli kaygısı değildir. Ancak, Şara'nın iktidarı paylaşma istekliliği, özellikle de Şara'nın eski bağlantılarından gerçekten uzaklaşıp uzaklaşmadığını ya da halen onlara güvenip güvenmediğini değerlendirmek açısından İsrail’in yakından izlediği önemli bir gösterge olmaya devam ediyor.

Şara, özünde pragmatik ve İsrail ile bir arada yaşamaya açık olsa da yine de grubunu ikna etmek ve bir sonraki adımları için grubun desteğini almak zorunda. HTŞ (geçtiğimiz yıl Esed rejiminin çöküşünü hızlandıran Halep saldırısında liderlik ettiği hareket), liderlerinden daha az esnek olan ideolojik olarak radikal savaşçılardan oluşan bir çekirdek gruba sahip. Şara, daha önce de bu sorunla karşı karşıya kalmıştı: İdlib’de DAEŞ'in şubeleriyle savaştı, ardından sınır ötesi cihatçılıktan uzaklaşmasından hayal kırıklığına uğrayan HTŞ eski üyelerini çeken El Kaide bağlantılı Hurras ed-Din ile çatıştı.

Hatta gizlice ABD ile iş birliği yaparak, İdlib'deki El Kaide üyelerinin suikastına katkıda bulunan istihbarat sağladı. Cumhurbaşkanı olduktan sonra, Suriye'nin DEAŞ’la Mücadele Uluslararası Koalisyonu’na resmen katılmasını da kabul etti.

Daha sonra DEAŞ olacak olan örgütten ayrılma ve ardından El Kaide'yi tamamen terk etme kararının iyi niyetle alındığına şüphe yok. Zira bu karar Şara’nın otoritesini pekiştirmeye katkıda bulundu. Eski cihatçı destekçileriyle bağlarını koparan Suriye’nin yeni lideri, siyasi kaderini kontrol altına almayı başardı. Bu tür sert bir pragmatizm, İsrail'in bakış açısından güven verici görünebilir, ancak paradoksal olarak, İsrail'i müzakereler üzerinde kalıcı bir baskı kurmaya zorluyor.

Şara'nın geçmişi göz önüne alındığında, İsrail ile bir anlaşma imzalaması durumunda kendisine sadık güçleri kontrol altında tutma kabiliyeti konusunda önemli bir soru ortaya çıkıyor. Hükümet yanlısı güçlerin (Suriye’nin kıyı bölgesinde Esed rejiminin kalıntılarının kısa süreli isyanı sırasında ve güneyde Dürzilerle patlak veren çatışmalarda) sivilleri öldürmesi, geçiş dönemi yetkililerinin ya güçleri üzerinde tam kontrol sahibi olmadıklarını ya da ihlallere göz yumduklarını veya daha kötüsünü yaptıklarını gösteriyor. Burada İsrail'in ortaya çıkan merkezi devleti zayıflatmaya yaptığı katkılar da göz ardı edilmemeli. Netanyahu hükümeti, Suriye'nin silah depolarına defalarca kez saldırı düzenlemiş ve güçlü bir ülke yerine daha zayıf, daha parçalanmış bir ülkeye bahis oynuyor gibi görünüyor.

Belki de Netanyahu, azınlıklarla ilişki kurarak ve Şam'ın güney üzerinde tam kontrol kurmasını engelleyerek, Suriye'nin başkenti ile İsrail sınırları arasında bir tampon bölge oluşturabilecek yerel güçlerle ortaklıklarını sürdürmeyi umuyor.

Katı tutum

Netanyahu'nun Suriye'ye yönelik katı tutumu nispeten basit bir yapıya sahip. İsrail, durumu sıkı bir şekilde kontrol altında tuttuğuna inandığı için tavrından vazgeçmeyecek. Diyalog kapısı açık, ancak Suriye güneydeki güvenliği önemli ölçüde sıkılaştırmayı kabul etmeden ve İsrail karada ve havada önemli bölgeleri kontrol etmeye devam etmeden bu mümkün değil.

juı
Fotoğraf: AFP

Suriye hükümeti İsrail'in bazı taleplerini kabul etmiş gibi görünüyor, ancak Suriye'nin egemenliğini ihlal ettiğini düşündüğü diğer talepleri reddetmiştir. İsrail, kuvvetleri zaten bölgede bulunduğundan ve mevcut durum (Suriye merkezi devletinin zayıflığı ve İsrail'in bölgedeki askeri varlığının devamı) Netanyahu'nun kabul edebileceği bir durum olduğundan, kendini herhangi bir taviz vermek zorunda hissetmiyor. Aslında, İsrail'in Şara’yı itibarsızlaştırmaya yönelik devam eden kampanyası, olası bir anlaşmayı haklı çıkarmayı daha da zorlaştırabilir.

İsrail'in Suriye'ye yönelik politikası iki farklı yönde ilerliyor. Bir yandan yeni hükümete karşı açık bir düşmanlık varken, diğer yandan sorunlu geçmişi olan lidere karşı kırılgan bir güven duyuluyor.

Bu, İsrail güvenlik teşkilatının çeşitli kesimlerinin ciddiye aldığı risklerden biridir. İsrail şu anda zamanın kendi lehine işlediğini düşünüyor, ancak niyetlerini sınayacak bir anlaşmaya hızla varmak için fırsatı kaçırabilir. İsrail'in Suriye'nin güneyinde kalarak azınlıkları kutuplaştırmaya çalışması, gelecekteki herhangi bir anlaşmaya ciddi bir muhalefet oluşturması, Şam'ı tek gerçek müttefiki olan Türkiye ile daha yakın iş birliğine itmesi ve İsrail sınırına yakın köylerdeki yerel halk arasında düşmanlığı körükleme korkusu hakim.

Netanyahu hükümeti dışında, bazı analistler ve gözlemciler bu endişeleri kamuoyuna dile getiriyor. İsrail askeri istihbaratının eski şefi Amos Yadlin, bir makalede Suriye ile bir anlaşmanın Hizbullah'a karşı en önemli silah olduğunu savundu. Yadlin, Suriye'de doğru stratejinin, İsrail'in daha acil tehditlere odaklanabilmesi için cepheyi kapatmak olduğunu belirtti. İsrail'in önde gelen araştırma merkezi olan İsrail Ulusal Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü, İsrail'in agresif askeri tutumunun önlemeye çalıştığı tehditleri yaratabileceğine karşı uyararak (Yadlin de konuyla ilgili önceki makalelerinde aynı görüşü paylaşmıştı) ‘ihtiyatlı bir angajman’ çağrısında bulundu.

rgt
Suriye ile İsrail işgali altındaki Golan Tepeleri arasındaki ateşkes hattı yakınlarında bulunan İsrail askeri araçları, 9 Aralık 2024 (Reuters)

İsrail'in Suriye'ye yönelik politikası iki farklı yönde ilerliyor. Bir yandan yeni hükümete karşı açık düşmanlık varken, diğer yandan sorunlu geçmişi olan lidere karşı kırılgan bir güven duyuluyor. Netanyahu'nun yaklaşımını eleştirenler, İsrail'in bu iki tutum arasında tereddüt etmesi gerektiğini savunmuyorlar, aksine politikalarının ve stratejilerinin Şara’yı sadece potansiyel bir tehdit olarak değil, aynı zamanda bir fırsat olarak da değerlendiren daha incelikli bir şekilde ayarlanmasını ve dikkatli, kesintisiz bir şekilde uyarlanmasını talep ediyorlar.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Husiler, İsrail'in Somaliland’ı tanımasını neden doğrudan bir tehdit olarak görüyor?

Sana'da Husi liderinin fotoğrafının bulunduğu bir dijital reklam panosunun önünde toplanan insanlar (EPA)
Sana'da Husi liderinin fotoğrafının bulunduğu bir dijital reklam panosunun önünde toplanan insanlar (EPA)
TT

Husiler, İsrail'in Somaliland’ı tanımasını neden doğrudan bir tehdit olarak görüyor?

Sana'da Husi liderinin fotoğrafının bulunduğu bir dijital reklam panosunun önünde toplanan insanlar (EPA)
Sana'da Husi liderinin fotoğrafının bulunduğu bir dijital reklam panosunun önünde toplanan insanlar (EPA)

Bölgedeki açık cepheler arasındaki bağlantıyı güçlendiren yeni bir gerilimde, Husiler, Somaliland dosyasını İsrail ile yaşanan çatışmanın bir parçası haline getirdi. Husiler, ayrılıkçı bölgede herhangi bir İsrail varlığının ‘askeri hedef’ sayılacağı uyarısında bulundu.

Bu açıklama, İsrail’in Somaliland’ı tanıdığını duyurmasının ardından geldi. Söz konusu adım, Afrika ile Arap ve İslam dünyasında geniş yankı uyandırırken, Gazze’den Kızıldeniz’e ve Aden Körfezi’ne uzanan bölgesel gerilim denkleminde yeni bir saflaşmaya yol açtı.

Husilerin lideri Abdulmelik el-Husi, örgüte bağlı medya organları tarafından aktarılan açıklamasında, İsrail’in tanıma kararının ‘Somali’ye, Yemen’e ve bölgenin güvenliğine yönelik bir saldırı’ anlamına geldiğini söyledi. El-Husi, Tel Aviv yönetiminin ‘dünyanın en önemli deniz geçiş noktalarından biri yakınında askeri ve istihbari bir dayanak noktası elde etmeye çalıştığını’ savundu ve ayrılıkçı bölgede ‘her türlü İsrail varlığının’ kendi güçleri açısından meşru bir hedef olacağını dile getirdi.

1991 yılında Somali Cumhuriyeti’nden tek taraflı olarak ayrıldığını ilan eden Somaliland, Aden Körfezi’nin girişinde ve uluslararası ticaretin en yoğun güzergâhlarından biri olan Babülmendep Boğazı’na yakın son derece hassas bir stratejik konumda bulunuyor. Somali’nin geri kalanına kıyasla görece istikrarlı bir yapıya sahip olmasına rağmen, onlarca yıldır uluslararası tanınmadan yoksun kalan bölge, bu nedenle siyasi ve ekonomik açıdan izole bir konumda kaldı.

cdfrgt
Husilerin İsrail'in Somaliland’ı tanımasını daha fazla savaşçı toplamak için kullanacağına dair spekülasyonlar var. (AP)

Analistler, İsrail’in bölgeyi tanımasının Tel Aviv’e Kızıldeniz’e doğrudan bir erişim penceresi açtığını, deniz ulaşım hatlarını izleme kapasitesini artırdığını ve başta Yemen’deki Husiler olmak üzere rakiplerine karşı askeri ya da istihbari operasyonlar yürütme imkânı sağlayabileceğini belirtiyor.

Bu gelişme, Ekim 2023’te Gazze savaşının başlamasından bu yana süren açık çatışma ortamı içinde değerlendiriliyor. Söz konusu dönemde Husiler, İsrail hedeflerine ve İsrail’le bağlantılı gemilere füze ve insansız hava araçlarıyla (İHA) saldırılar düzenlemiş, ancak Gazze Şeridi’ndeki kırılgan ateşkesle birlikte bu saldırıların temposu düşmüştü.

Husilerin paniğinin nedeni

Siyasi kaynaklar, Husilerin kaygılarının yalnızca Filistin meselesinin ‘sembolik’ boyutuyla sınırlı olmadığına, doğrudan güvenlik hesaplarına dayandığına işaret ediyor. Bu çerçevede, Somaliland’de olası bir İsrail varlığının, İsrail’in Kızıldeniz’in farklı bölgelerinde askeri ve istihbari olarak varlık göstermesiyle birlikte, Husileri güneybatıdan stratejik olarak kuşatma anlamına geleceği değerlendiriliyor.

Husiler ayrıca, Somaliland’ın Yemen’deki mevzilerini hedef alabilecek İsrail operasyonları için bir destek platformuna dönüşmesinden endişe ediyor. Bu kaygılar, son aylarda İsrail tarafından düzenlenen ve çok sayıda askeri ve siyasi Husi liderinin hayatını kaybetmesine yol açtığı belirtilen saldırıların ardından daha da güçlenmiş durumda.

hyjuk
Husiler, dokuz aylık sessizliğin ardından insansız hava aracı biriminden sorumlu komutanların ölümünü doğruladı. (EPA)

Bu endişeleri, bazı medya raporlarında Somaliland’ın daha geniş bölgesel düzenlemeler kapsamında kullanılabileceğine dair iddialar da besliyor. Söz konusu iddialar arasında, Gazzelilerin olası yer değiştirmesine yönelik sızıntılar da yer almıştı. Husiler, bu senaryoları İsrail’in bölgede yürüttüğünü savundukları bir ‘parçalama projesinin’ parçası olarak görüyor.

Öte yandan Husilerin darbe sonrası kurduğu yönetim organı olan Yüksek Siyasi Konsey, söylemini sertleştirerek Somali topraklarında herhangi bir İsrail faaliyetinin ‘oldu bitti’ olarak kabul edilmeyeceği uyarısında bulundu. Konsey, Somali’nin güvenliğinin ‘ayrılmaz bir parça’ olarak kendi güvenliklerinin parçası olduğunu vurguladı ve Kızıldeniz’e kıyısı olan ülkelere, ‘İsrail sızması’ olarak nitelendirdiği gelişmeyi engellemek için somut adımlar atma çağrısı yaptı.


Lazkiye’de eski rejim kalıntılarından silahlı saldırı: 4 ölü, 108 yaralı

Lazkiye’de protestolar sırasında dün çıkan çatışmaların ardından Suriye güvenlik güçleri konuşlandırıldı (EPA)
Lazkiye’de protestolar sırasında dün çıkan çatışmaların ardından Suriye güvenlik güçleri konuşlandırıldı (EPA)
TT

Lazkiye’de eski rejim kalıntılarından silahlı saldırı: 4 ölü, 108 yaralı

Lazkiye’de protestolar sırasında dün çıkan çatışmaların ardından Suriye güvenlik güçleri konuşlandırıldı (EPA)
Lazkiye’de protestolar sırasında dün çıkan çatışmaların ardından Suriye güvenlik güçleri konuşlandırıldı (EPA)

Suriye’nin Lazkiye ilinde güvenlik güçleri ve sivillere yönelik silahlı saldırılarda hayatını kaybedenlerin sayısı 4’e, yaralı sayısı ise 108’e yükseldi.

Lazkiye İl Sağlık Müdürlüğü, pazartesi günü yaptığı açıklamada, protestolar sırasında güvenlik güçleri ve vatandaşları hedef alan silahlı saldırılar sonrası bilanço güncelledi.

Lazkiye İç Güvenlik Komutanı Tuğgeneral Abdülaziz el-Ahmed, pazar günü yaptığı açıklamada, kendini Gazzal Gazzal olarak tanıtan kişinin çağrısıyla düzenlenen gösteriler sırasında, devrik rejimin kalıntılarına bağlı bazı terör unsurlarının Lazkiye ve Ceble’de iç güvenlik güçlerine saldırı düzenlediğini söyledi. El-Ahmed, saldırılarda bazı güvenlik görevlilerinin yaralandığını, özel görevler ve polis birimlerine ait araçların tahrip edildiğini belirtti.

El-Ahmed ayrıca, Lazkiye’de Ezheri Kavşağı ile Ceble’de Ulusal Hastane Kavşağı’nda yüzleri maskeli ve silahlı unsurların tespit edildiğini ifade ederek, bu kişilerin Sarayet Diru’s-Sahil (Sahil Kalkanı Tugayı) ve Sarayet el-Cevad (Cevad Tugaylar) adlı terör hücrelerine mensup olduğunu kaydetti. Şarku’l Avsat’ın Suriye Arap Haber Ajansı SANA’dan aktardığı habere göre söz konusu hücreler, otoyol M1 üzerinde saha infazları ve el yapımı patlayıcı saldırılarından sorumlu tutuluyor.

cdrgt
Lazkiye’deki protestolar sırasında güvenlik güçlerine ve vatandaşlara yönelik silahlı saldırıda yaralananlardan biri hastanede tedavi görüyor (EPA)

Suriye Savunma Bakanlığı da pazar günü yaptığı açıklamada, protestolar sırasında güvenlik güçleri ve sivillere yönelik saldırıların ardından, batı sahil bölgesindeki Lazkiye ve Tartus kent merkezlerine zırhlı araçlar ve askeri birlikler sevk edildiğini duyurdu.

Suriye televizyonu, Savunma Bakanlığı Medya ve İletişim Dairesi’ne dayandırdığı haberinde, askeri birliklerin konuşlandırılmasının “kanun dışı grupların halkı ve güvenlik güçlerini hedef alan saldırılarının artması” üzerine gerçekleştirildiğini aktardı. Açıklamada, birliklerin görevinin “iç güvenlik güçleriyle iş birliği içinde güvenliği sağlamak ve istikrarı yeniden tesis etmek” olduğu vurgulandı.