ABD Fırat'ın doğusundaki askeri varlığını yeni üslerle güçlendiriyorhttps://turkish.aawsat.com/home/article/2819081/abd-f%C4%B1rat%C4%B1n-do%C4%9Fusundaki-askeri-varl%C4%B1%C4%9F%C4%B1n%C4%B1-yeni-%C3%BCslerle-g%C3%BC%C3%A7lendiriyor
ABD Fırat'ın doğusundaki askeri varlığını yeni üslerle güçlendiriyor
Gözlemciler, Washington’ın iki yıl önce geri çekilmekle yaptığı hatayı telafi etmek için bölgeye geri döndüğüne inanıyorlar
Haseke şehri ve kırsalında ABD’nin askeri varlığında artış yaşanıyor (Independent Arabia)
İstanbul/Şarku'l Avsat
TT
TT
ABD Fırat'ın doğusundaki askeri varlığını yeni üslerle güçlendiriyor
Haseke şehri ve kırsalında ABD’nin askeri varlığında artış yaşanıyor (Independent Arabia)
Mustafa Rüstem
ABD, Suriye'nin kuzeydoğusundaki askeri varlığını güçlendirmeye ve imkanlarını geliştirmeye devam ederken tüm gözler, yaklaşık bir ay önce el-Yarubiye kırsalının kuzeyindeki Tel Alu’da bir üs inşa edilmesinin ardından Washington’ın Haseke kırsalındaki el-Malikiye bölgesinde inşa ettiği ikinci askeri üsse çevrilmiş durumda.
Yasadışı geçişler
Esed rejimi, ABD’yi, Suriyeli resmi bir kaynağın Suriye Arap Haber Ajansı'na (SANA) yaptığı açıklamada, ‘ülkenin Haseke'nin doğu kırsalındaki zenginliklerini yağmalamak ve çalmak için kullanılan yöntemlerin yasadışı geçişlerle güvence altına alınması operasyonları’ olarak nitelediği faaliyetlerin devam etmesi için Suriye'deki petrol sahalarının çevresinde daha fazla üs kurarak askeri varlıklarını artırmakla suçladı.
Buna karşın ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon), 9 Şubat'ta Amerikan askerlerinin artık Suriye'nin söz konusu bölgesindeki petrol sahalarının korunmasından sorumlu olmadığını, görevlerinin DEAŞ ile mücadele etmekle sınırlı olduğunu duyurmuştu.
ABD Savunma Bakanlığı sözcüsü John Kirby aynı tarihte yaptığı açıklamada, ‘ABD askeri personelinin Suriye’deki petrol kaynaklarıyla ilgili faaliyet gösteren herhangi bir özel firmaya ya da çalışanlarına destek sunma yetkileri’ olmadığını söylemişti.
Fırat'ın doğusundaki ABD üsleri yakınlarında uçan iki Amerikan savaş uçağı (Independent Arabia)
İnşa mı tadilat mı?
Öte yandan Suriye Demokratik Güçleri (SDG), petrol kaynaklarından en çok faydalananlar arasında olmalarına bakılmaksızın petrol sahalarının çevresinde inşa edilen üsler ile ilgili tutumlarını açıklamazken gözlemcilere göre SDG'nin tüm bölgedeki kontrolü ve bu üslerin cephe hatlarına yakınlığı göz önüne alındığında sonuç olarak bu durum, Türkiye'nin bölgedeki müdahalelerini sınırlayacak ve gelecekteki çatışmaları beklemeye zorlayacaktır.
Independent Arabia’ya konuşan SDG’li bir yetkili, ABD’nin Fırat'ın doğusundaki varlığını güçlendirmesiyle ilgili söylenenlerin ve askeri üsler inşa etmekle ilgili tartışılanların yersiz olduğunu ve çalışmaların tadilattan ibaret olduğunu belirterek, “Yeni üsler inşa edildiğine dair söylenecek hiçbir şey yok” dedi. SDG’li yetkilinin açıklaması, bazı gözlemcilerin paylaştığı, ABD askeri üslerinin genişletildiğine dair bilgilerle örtüşürken ABD, petrol sahalarından birinin yakınlarında bir uçak pisti kurmanın yanı sıra bölgeye onlarca normal ve zırhlı araç getirerek coğrafi ve askeri olarak çalışmalarını artırmaya başladı.
Üçüncü üs
Haseke kırsalından alınan bilgilere göre Pentagon'un açıkladığı Suriye'nin kuzeydoğusunda konuşlu 900 Amerikan askerinin yanı sıra dikkat çekici bir hareketlilik söz konusu. Bu bilgiler arasında, Haseke'nin Ayn Divar (Çavuşköy) orta ölçekli iş makineleri ile yapılan kazı ve inşaat çalışmaları olduğu, Suriye, Irak ve Türkiye sınır üçgeninde stratejik öneme sahip coğrafi konumda üs benzeri bir askeri merkez kurulduğu ve ağır vasıtalar ve zırhlı araçların bu merkeze giriş yaptıkları yer aldı.
Öte yandan siyasi analist Civan Yusuf, burası sadece ABD için değil, çatışan tüm taraflar için stratejik bir bölge olduğu için askeri üs inşasının, ABD’nin 2019'da bölgeden çekilerek yaptığı bir hatayı telafi etme adımı olduğunu düşünüyor. Yusuf konuya ilişkin değerlendirmesinde, Fırat’ın doğusunun toprak, alan ve boyut açısından büyük öneme sahip olduğunu, çünkü buranın geniş ve doğal kaynaklar açısından zengin bir bölge olduğunu, Türkiye ve Irak sınırlarında yer aldığını vurguladı.
Yusuf şöyle devam etti:
“Bölgede iki Amerikan üssü var ve yakın zamanda üçüncü bir üssün kurulacak. Bu da Washington'un Suriye dosyasına döneceği ve DEAŞ terör örgütünü yenilgiye uğratan SDG dahil olmak üzere Suriye'deki müttefiklerini destekleyeceği anlamına geliyor. Denge noktasının ABD olduğu söylenmelidir. Bu olmadan siyasi çözüm başarısız olur.”
En önemli öncelik petrol
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre, gözlemciler, Washington’ın Suriye’deki askeri genişlemesinin, Pentagon'un ABD’li petrol şirketi Delta Crescent Energy ile petrol üretimi için 30 Temmuz 2020'de ABD Senatosunun onayıyla anlaşma imzalayan SDG’nin kontrolü altındaki bölgede bulunan petrol sahalarını artık korumayacağına yönelik açıklamalarıyla çeliştiğine inanıyor.
SDG ile Delta Crescent Energy arasındaki anlaşma, Kürtlerin ABD’nin 2020 yılı ortalarında Suriye'ye Caesar (Sezar) Yasası çerçevesinde Suriye rejimiyle ilişkili kişi ve kurumlara uyguladığı yaptırım paketinden kaçınma çabalarının ortasında imzalandı.
Başta bölge ve üretim bakımından Suriye'nin en büyük petrol sahası olan Deyrizor kentindeki el-Ömer Petrol Sahası olmak üzere bu petrol kuyularından elde edilen gelirler, Kürt güçlerinin ana gelir kaynağını oluşturuyor. Ayrıca elektrik üretiminde kullanılan ülkedeki en büyük petrol rafinerisi Kuniko da bu gelir kaynaklarının arasında yer alıyor.
SDG ile Şam arasındaki gerginlik
Gözlemciler, ABD’nin yeni yönetimin politikaları çerçevesinde Suriye’deki faaliyetlerini artırmasını beklerken Suriye hükümeti, özellikle ABD Başkanı Joe Biden yönetimi ile Kürt oluşumlar ve liderleri arasındaki eski Başkan Barack Obama dönemine uzanan dostluk bağları ve güçlü ilişkiler sebebiyle Washington’ın SDG ve Kürt gruplara yönelik siyasi ve askeri desteğini sürdüreceğine inanıyor.
Suriye ordusu şuan İdlib'in güney kırsalında ve Hama'nın doğu kırsalında yaşanan yoğun çatışmaların ardından rahat bir nefes alırken ülkenin gıda sepeti olan el-Cezire bölgesi dahil olmak üzere Suriye’nin kuzeybatısındaki petrol zengini topraklarını geri almak için nöbet tutuyor.
Tüm bu gelişmeler, Suriye hükümeti ile SDG arasındaki gerginliğin ve öfkenin hakim olduğu bir atmosferde yaşanırken söz konusu gerginlik petrol ve petrol türevlerinin Suriye hükümetinin kontrolündeki bölgelere transferinin durdurulmasıyla zirveye ulaşmıştı. Bu durum bölgede boğucu bir krize neden oldu.
SDG unsurlarının geçtiğimiz Ocak ayında, Kamışlı ve Haseke'de rejim güçlerinin kontrolü altındaki meskun mahallelerde önde gelen Kürt isimlerin gözaltına alınmasına yanıt olarak iktidardaki Baas Partisi’nin kentteki liderlerinden birinin gözaltına alınması sonrası Haseke kentinde devlete ait bir değirmencilik şirketine baskın düzenlemesiyle gerilim daha da tırmanmıştı. Haseke çevresindeki abluka, Rusya’nın un ve gıda maddelerinin girişine izin verilmesini sağlayan arabuluculuk müdahalesinden 20 gün sonra kaldırıldı.
Siyasi çözümde denge noktası: ABD
Siyasi analist Civan Yusuf’a göre ABD’nin bölgedeki varlığının iki temel noktaya dayandığını düşünüyor. Birincisi Irak ile Lübnan ve Tahran ile Beyrut arasındaki karayolunun kontrolü. Yusuf, eğer bu yol kontrol altına alınırsa, İran’ın Suriye'nin doğusundaki büyüyen rolünün azalacağını düşünüyor. İkinci nokta ise, Fırat'ın doğusundaki toprakların onları kontrol eden herhangi bir taraf için taşıdığı alan ivmesi ve ekonomik getirilerle ilgili olduğunu söyleyen Yusuf, ABD’nin özellikle Suriye ve Irak'ın geçmişte Rusya’nın nüfuz alanı olduğunu tam olarak idrak etmesiyle geri çekilme hatasını fark edip düzelttiğini belirtti. Sonuç olarak, siyasi bir çözüm ve Rusya'nın rolünün azaltılması çerçevesinde ABD’nin bölgedeki varlığının çok önemli bir nokta haline gelebileceğini ifade eden Yusuf, bölgedeki önceliklerini yeniden düzenleyen ve tüm siyasi gidişatı sahada düzelten yeni ABD yönetimiyle birlikte bunun artık eskisi gibi Ankara için ABD’nin dostluğunu kazanmak konusunda gerçek bir kayıp olduğuna inanıyor.
Suriye rejimi Mart 2020’de, pek çok bölgeyi muhalif güçlerden geri alarak ülkenin büyük bölümü üzerindeki kontrolünü teyit etmişti. Büyük oranda İran’ın ve Rusya’nın desteğiyle gerçekleşen bu askerî başarı, Esed’in iktidarını sağlamlaştırdı ve onu, muhalifleri tarafından tamamen devrilmekten kurtardı.
Ancak rejim, topraklar üzerinde tam kontrol sağlayamadı. Nitekim Suriye topraklarının yaklaşık yüzde 30 ila 35’i diğer silahlı grupların hükmü altında kaldı. Mesela kuzeybatıda Heyetu Tahrir’uş Şam (HTŞ) ve askerî ve idari olarak Türkiye tarafından desteklenen Suriye Milli Ordusu (SMO) hüküm sürerken, Kürtlerin liderliğindeki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) de kuzeydoğu bölgesini yönetiyor.
Düzensiz silahlı örgütlerin varlığı, bu bölgelerle de sınırlı değil. Nitekim çok sayıda milis, Suriye rejiminin kontrolündeki bölgelerde faaliyeti sürdürüyor. Bunlardan Ulusal Savunma Güçleri gibi bazıları, güvenlik ve askerî kurumlarla iş birliği yaparken, eski ‘isyancı güçler’ ve yerel Dürzi silahlı gruplar gibi bazıları da bir ölçüde bağımsız faaliyet yürütüyor.
Buna ek olarak Lübnan Hizbullah’ı ve Iraklı silahlı örgütler gibi yurt dışından, bilhassa İran’dan destek gören pek çok milis de özellikle Suriye sınırında halen aktif.
Esed’e bağlı milisler, rejimin varlığını güvence altına almada önemli bir rol oynamakla birlikte, bu milislerin varlığı ve faaliyetleri, ulusal devletin temel vazifelerine yönelik çeşitli tehditler oluşturdu. Toplumsal birlikteliğin baltalanması, hukukun ve düzenin bozulması, devlet egemenliğinin aşınması ve ulusal sınırların çiğnenmesi bu tehditler arasında sayılabilir. Aynı şekilde rejime bağlı olmayan silahlı örgütlerin ve bunların kendi faaliyet bölgelerinde kurdukları rakip ekonomik ve idari yapıların varlığı da ulusal devlet kavramını ve rolünü önemli ölçüde etkiledi. Bu örgütlerin varlığı ayrıca, toprak bütünlüğünü etkiliyor ve iktidarın çökmesi, toplumsal yalnızlaşma ve ulusal ekonominin parçalanması gibi tehditler de barındırıyor.
Rejime bağlı milisler
Hükümet yanlısı ve düzenli silahlı güçlerle müttefik olan milisler, Esed hükümetinin korunmasında ve çatışma döneminde güvenliğin sağlanmasında önemli bir rol oynadı. Ancak 2016 yılında elini güçlendiren rejimin, kontrolünü yeniden sağlamaya dönük çabaları, bir yük veya tehdit olarak gördüğü milisleri hedef aldı ve bu da geriye kalan devlet dışı grupların akıbetine dair şüpheler doğurdu. Bazı durumlarda rejimin stratejileri, paramiliter grupları yeniden isimlendirip, onları profesyonel yapılara dönüştürmek yerine Suriye Arap Ordusu’na yardımcı odaklar haline getirmeyi içeriyordu.
Düzensiz silahlı örgütlerin varlığı, barışın ve istikrarın yeniden tesis edilmesi ve devlet otoritesinin güçlendirilmesi açısından bir zorluk oluşturuyor
Şarku’l Avsat’ın Majalla’dan aktardığına göre bunun bir sonucu olarak varlığını sürdüren düzensiz silahlı örgütler, barışın ve istikrarın yeniden tesis edilmesi ve devlet otoritesinin güçlendirilmesi konusunda bir zorluk oluşturuyor.
Analitik açıdan en iyisi, dış desteğe bakılmaksızın Suriyeli savaşçılar tarafından oluşturulan yerel milisler ile Suriyeli olmayan savaşçıları içeren yabancı milisler arasında ayrım yapmaktır.
Yerel milisler
Ayaklanma başladığından bu yana Suriye rejimi büyük ölçüde, yerel olarak finanse edilen milislere dayandı. İran’ın kurduğu bu milisler, ‘Halk Komiteleri’ olarak adlandırılıyor. Başlarda bu milisler, muhalif güçlere karşı şehirleri korudu. Daha sonra örgütsel olarak gelişerek, rejimin savunulmasında ve toprakların geri alınmasında önemli hale geldi. Aşağıda bu milislerin isimlerini kapsayan bir listeyi özetleyeceğiz, en önemlilerine ışık tutacağız ve mümkün olduğunca gruplandıracağız.
Ulusal Savunma Kuvvetleri
Ulusal Savunma Kuvvetleri (USK), 2012 yılında kuruldu. Suriye hükümeti, İran’ın desteğiyle 2012 yılında bu yapıyı oluşturmak için çeşitli milisleri birleştirdi. USK, çok geçmeden ülkenin en büyük grubu haline geldi ve çeşitli topluluklardan yaklaşık 40 bin savaşçıyı bir araya getirdi. USK grupları, Suriye ordusunun komutası altında faaliyet yürütürken, bağımsız hapishaneler kurdular ve birçok soruşturma yürüttüler. Bu durum, genellikle uzak bölgelerde yaşandı. Çatışmaların azalmasıyla birlikte bazı USK liderleri, yasa dışı faaliyetlere girişti ve bu da rejimi, bazı grupları dağıtmaya ve diğer gruplar üzerinde daha sıkı bir kontrol kurmaya sevk etti.
Yerel Savunma Kuvvetleri
Rejim, nüfuzunu artırmak için USK’yi Suriye’deki resmî silahlı yapıya dahil etme konusunda tereddüt yaşayınca İran, Yerel Savunma Kuvvetleri’ne (YSK) başvurdu. Bu strateji, 2017 yılında başarısını ispatladı ve Tahran, YSK’nin hükümetin resmî kuvvetlerine entegrasyonunu koordine etmeyi başardı. Resmî entegrasyona rağmen İran’la güçlü ilişkileri koruyan YSK, İran’dan silah, para ve tazminat alıyordu. Bu ilişki, İran’ın büyük nüfuzunu korumakla birlikte, es-Sefira Kolordusu, el-Bakır Tugayı ve el-Katırcı Güçleri gibi etkili milislerin güçlendirilmesini sağladı.
Şii milisler
İran; Halep, Humus ve Rakka gibi bölgelerdeki Suriyeli Şii azınlığı seferber etti ve ülke geneline yayılmış tahminî 5 bin ila 8 bin savaşçıyı harekete geçirdi. Halep’teki ‘el-İmamü’l-Hucce Taburu’, Nubl’da ve ez-Zehra’daki ‘Mehdi’nin Askerleri’, Şam’daki ‘Rukayye Tugayı’, İdlib’deki ‘el-Vaadü’s-Sadık Kolordusu’, Humus’taki ‘er-Rıza Kuvvetleri’, Deyrizor’daki ‘313 Tugayı’, Lazkiye’de ve Hama’daki ‘Muhtar es-Sekafi Tugayı’ öne çıkan gruplar arasında. Askerî rollerinin yanı sıra bu milisler, Suriyeli topluluklar arasında dinî girişimler, eğitim ve yardımlar yoluyla İran’ın nüfuzunu güçlendirmeye çalışıyorlar.
Süveyda’daki silahlı örgütler
Dürzi çoğunluğa sahip bu eyaletteki yerel milisler, kendi toplumlarını güvenlik tehditlerinden korumaya çalışıyor ve eyalet sınırları dışındaki çatışmalara katılmaktan uzak duruyor. Bu grupların çoğu, siyasi motivasyondan yoksun olmakla birlikte bazıları, nüfuz elde etmek için rejimin güvenlik güçleriyle iş birliği yapıyor. Bu gruplar, kendi kendini finanse etmeye ve bağışlara dayanırken, küçük bir kısmı da yasa dışı faaliyetlerde bulunuyor. ‘Onurlu Adamlar Hareketi’, ‘Şeyhu’l-Kerame Güçleri’ ve ‘el-Fahd Güçleri’ başlıca gruplardan.
İran, Esed rejimini güçlendirmek ve İran’ın çıkarlarını korumak için yurt dışında Şii savaşçıları seferber etti.
Sekizinci Tugay
Sekizinci Tugay, Dera’da Rusya aracılığıyla bir uzlaşma anlaşması imzalanmasından sonra 2018 yılında Beşinci Kolordu bünyesinde kuruldu. Ahmed el-Avde liderliğindeki bu tugay, dağılmış muhalif gruplardan savaşçılar içeriyor. Bu tugay, yarı bağımsız bir şekilde faaliyet yürüttüğü için Beşinci Kolordu bünyesinde türünün tek örneği olarak görülüyor. Rejimin denetiminden uzak olmasından ötürü de Sekizinci Tugay ile rejime bağlı güçler arasında anlaşmazlıklar ve çatışmalar yaşanıyor.
Yabancı milisler
İran, Esed rejimini güçlendirmek ve İran’ın çıkarlarını korumak amacıyla yurt dışından Şii savaşçıları harekete geçirdi. Lübnanlı Hizbullah, Afgan ‘Fatımiyyun Tugayı’, Pakistanlı ‘Zeynebiyyun Tugayı’ ve Haşd-i Şabi (Halk Seferberlik Güçleri) ile bağlantılı Iraklı milisler, bu savaşçılar arasında yer alıyor.
Diğer yandan Rusya da kara operasyonlarında Wagner Grup’u görevlendirdi ve ele geçirilen bölgelerdeki gazdan ve petrol sahaları ile fosfat madenleri üretiminden büyük bir pay elde etti. Bu grupların birçoğu halen Suriye’de olsa da özellikle şu ikisi, vatan için büyük tehdit oluşturuyor:
Hizbullah
Hizbullah, 2013 yılından bu yana Suriyeli ve Iraklı güçlerin yanında savaştı ve muhalefetin kontrolü altındaki bölgelerin geri alınmasına yardımcı oldu. Rolünün genişlemesiyle birlikte Hizbullah, Suriye’de yeni milislerin kurulmasına ve yönlendirilmesine öncülük etti. Sürekli kayıplarına rağmen Hizbullah, siyasi ve mali kazançları kayıpların önünde tutarak Suriye’de kalma kararlılığını sürdürüyor.
Iraklı Şii savaşçılar
2012 yılı sonlarında İran’ın Esed’i destekleme yönündeki talimatı doğrultusunda bu gruplar, Suriye’deki çatışmanın bir iç savaşa dönüşmesiyle birlikte müdahalelerini artırdı. Uyuşturucu kaçakçılığı gibi kârlı kaçakçılık operasyonlarından faydalanan bu gruplar, Şam gibi Şii çoğunluğa sahip bölgelerin yanı sıra Suriye’nin kuzeydoğusunda, özellikle Irak sınırlarında da kontrol kurdu. ‘Esedullah el-Galib Tugayı’, ‘Ebulfazl el-Abbas Tugayı’, ‘İmam Ali Tugayı’ ve ‘Ketaib Hizbullah’, öne çıkan gruplardan.
Devletin temel vazifeleri
Devleti oluşturan unsurlara ilişkin çeşitli tarifler mevcut ve bu tariflerin çoğu; toprak, hükümet, sınırlı şiddet kullanımı ve egemenlik gibi temel özelliklere odaklanıyor. Esed yanlısı milisler, rejimin varlığının güvence altına alınmasında önemli bir rol oynamakla birlikte, bu milislerin varlığı ve faaliyetleri, ulusal devletin temel vazifeleri açısından çeşitli tehditler oluşturuyor. Bu tehditler şunlar:
Toplumsal bütünlüğün baltalanması
İran’ın ve Hizbullah’ın devlet kontrolü dışında dinî ağlar ve mezhepçi milisler kurma çabaları, dışlayıcı kimlik politikalarının artmasına yol açan bir tehdit oluşturuyor. Mezhepler arası çatışma ihtimali bir yana bu tür girişimler, ayrılıkların pekişmesine ve birleşik bir ulusal kimlik inşasına dönük çabaların engellenmesine hizmet ediyor. Bu da kenetlenmiş bir Suriye toplumunun yeniden inşasını engelliyor.
Hukukun ve düzenin bozulması
Devlet kontrolü dışında faaliyet yürüten yerel milislerin gözetilmesi, devletin güç kullanımını tekeline alması önünde ciddi bir zorluk oluşturuyor. Özellikle de sürekli çatışmalar yüzünden zayıf düşmüş Suriye devletinde. Nitekim kötü ekonomik koşullar, emniyetsizlik, yaygın yolsuzluk ve devletin sunduğu hizmetlerin yetersizliği, öyle bir ortam oluşturdu ki bu ortamda milisler, gelir elde etmek için yasa dışı faaliyetlere başvuruyor. Bu bağlamda bazıları, kaçakçılık yaparken, bazıları da yağma ve fidye için adam kaçırma gibi suç eylemlerine başvuruyor. Tüm bunlar da şiddetli rekabetlerin ve çatışmaların çıkmasına yol açıyor. Bu tür faaliyetler, sadece ilgili grupları etkilemiyor ve siviller için de vahim sonuçlar doğuruyor. Ayrıca bu tür milislerin varlığı devletin, normal devlet vazifelerini yerine getirmek için gerekli yasaları ve düzeni yeniden tesis etme becerisini de büyük ölçüde engelliyor.
İran’ın ve Hizbullah’ın devlet kontrolü dışında mezhepçi milisler kurma çabaları, dışlayıcı kimlik politikalarının güçlenmesine sebep oluyor.
Devlet egemenliğinin aşınması
Yabancı milisler, rejimin kontrolü altındaki bölgelerde Esed’in onayıyla faaliyet yürütse de devlet egemenliği için doğrudan bir tehdit oluşturuyor. Bu tehdit sadece, onların yabancı kökenli olmasından değil, aynı zamanda devletin onaylamadığı ya da devletin çıkarlarıyla çatışan politikaları uygulamalarından da kaynaklanıyor.
Örneğin Esed’in İsrail’le askerî gerilimi tırmandırma konusundaki isteksizliğine rağmen İran destekli gruplar, ekim ayından bu yana Suriye topraklarından İsrail’e karşı saldırılar düzenlemeye devam etti. İsrail’in Suriye içindeki misilleme saldırılarının doğurduğu zararlara ve ufukta beliren gerginlik risklerine rağmen bu eylemler sürdürüldü. Çünkü bu yabancı milisler, talimatı Şam’dan değil, İran’dan alıyor.
Aynı şekilde İran destekli Iraklı milisler, Şam’ın değil de Tahran’ın emirleri doğrultusunda Suriye’deki ABD güçlerine pek çok saldırı düzenledi. Yani bu milislerin varlığı, İran’a, gelecekte Suriye devletinin onayını almadan saldırılar düzenleme imkânı veriyor, ki bu da devletin ve halkının güvenliği için sürekli bir tehdit oluşturuyor.
Ulusal sınırların çiğnenmesi
Hizbullah’ın ve Iraklı milislerin sınır bölgelerindeki denetimsiz kontrolü, Suriye sınırlarındaki güvenliği ciddi şekilde engelledi. Hizbullah’ın yasa dışı kaçakçılık yollarını kullanımı da Suriye’deki çatışmalar sırasında yoğunlaştı. Bu yolla Hizbullah, çoğu dizel yakıt kaçakçılığından olmak üzere aylık 300 milyon dolara varan büyük gelirler elde ediyor.
Iraklı milisler de sınır geçitleri üzerindeki egemenliklerinden faydalanarak, silah ve uyuşturucu kaçakçılığı için geçici yollar oluşturuyorlar ve böylece bu yolları keşfetmek mümkün olmuyor.
Irak, Lübnan ve Suriye arasında yasal ve yasa dışı malların kaçakçılığı, güvenlik kaygıları bir yana malzeme eksikliğinin artmasına ve fiyatların yükselmesine de yol açıyor ve devleti, hayati önem taşıyan ithalat ve ihracat vergilerinden mahrum ediyor.
Hizbullah ve Iraklı benzerleri ile koordinasyon halindeki yerel milisler, sınır ötesi ve yerel düzeydeki bu faaliyetlere katkı sağlıyor.
Rejime bağlı olmayan silahlı örgütler
Bu örgütleri üç ana gruba ayırabiliriz. Bu grupların başında gelen HTŞ, Suriye’nin kuzeybatısında önemli ve güçlü bir oyuncu. Aynı bölgenin bazı kısımlarına Türkiye tarafından desteklenen ve ‘Suriye Millî Ordusu (SMO)’ bayrağı altında faaliyet gösteren silahlı gruplar hükmediyor. Suriye’nin kuzeydoğusundaki manzarada da Kürtlerin liderliğindeki SDG’nin mutlak kontrolü öne çıkıyor.
Rejimin kontrolü altında bulunan bölgelerdeki milislerin aksine bu örgütler, bağımsız hareket ediyor ve kendi bölgelerindeki askerî ve idari görevleri denetliyor.
HTŞ
Esas olarak Fethu’ş-Şam Cephesi (eski adıyla Nusra Cephesi) liderliğindeki bu koalisyon, İdlib vilayetinin kuzey bölgeleri, Hama ve Lazkiye vilayetlerinin kuzeyinde küçük kısımlar ve Halep vilayetinin batısı üzerinde nüfuz sahibi. DEAŞ ve el-Kaide ile tarihî bağları sebebiyle HTŞ, Birleşmiş Milletler (BM) ve çeşitli ülkeler tarafından terör örgütü olarak sınıflandırıldı. 2022 yılında HTŞ’nin tahminen yaklaşık 10 bin savaşçısı vardı.
HTŞ’nin toprakları doğrudan yönetmediğini, bu sorumluluğu 2017 yılında ortaya çıkan Suriye Kurtuluş Hükümeti’ne devrettiğini belirtmekte fayda var. Operasyonel bakımdan bu hükümet bir başbakandan, 11 bakandan, teknik müdürlüklerden ve idari meclislerden oluşuyor ve nominal bir yasama organı olarak faaliyet yürüten şura meclisi tarafından denetleniyor.
Kurtuluş Hükümeti, askerî ve mali destek karşılığında HTŞ’nin bölge üzerindeki kontrolünü ve hâkimiyetini sürdürmesine yardımcı oluyor. Bu demek oluyor ki HTŞ, Suriye’nin kuzeybatısının ekonomisi üzerinde, özellikle de yakıt, mali hizmetler ve iletişim gibi sektörlerde büyük bir etkinliğe sahip.
Suriye’nin kuzeydoğusundaki manzarada Kürtlerin liderliğindeki SDG’nin mutlak kontrolü öne çıkıyor. SMO (eski adıyla Özgür Suriye Ordusu)
Bu silahlı ittifak, Suriye’nin HTŞ’den sonra en büyük ikinci muhalefet koalisyonu olarak sınıflandırılıyor. Takipçileri, Suriye-Türkiye sınırındaki iki farklı bölgeyi kontrol ediyor. Bu bölgelerden büyüğü, Afrin’den Cerablus’a uzanırken, daha küçük olanı da Tel Ebyad’dan Ra’sü’l-Ayn’a kadar uzanıyor.
Resmî olarak SMO, Geçici Suriye Hükümeti Savunma Bakanlığı’nın yetki alanında olmakla birlikte Bakanlık, kendisini oluşturan gruplar için güçlü bir merkezî komuta yapısı olmadan faaliyet yürüten Milli Ordu üzerinde etkin bir kontrole sahip değil. SMO’daki karar süreci büyük ölçüde Türkiye’den etkileniyor.
Görsel: Nash Weerasekera
SMO, kendi kontrolünde bulunan bölgelerdeki günlük faaliyetler üzerinde büyük bir kontrol sahibi. Bu da güvenlik, emlak ve ticaret işlemleri, sivil toplum kuruluşlarının ve yerel idari organların faaliyetleri gibi çeşitli alanlarda etkisini gösteriyor. Buna rağmen bu bölgelerdeki yarı bağımsız konseyler, önemli düzeyde yürütme otoritesine sahip. Bu konseylerin Türkiye’den mali ve teknik destek aldığı, bunun da Ankara’ya karar alma süreçlerinde büyük bir etki sağladığı öne sürülüyor. Rejime bağlı olmayan diğer bölgelerde olduğu gibi SMO gruplarının liderleri ve onlara yakın isimler de çoğunlukla kendi nüfuz bölgelerindeki ekonomik faaliyetleri kontrol ediyor.
SDG
Ekim 2015 yılında ABD’nin desteğiyle kurulan bu güçler; Kürt, Arap ve Hıristiyan savaşçılardan oluşan çeşitli bir ittifakı şekillendiriyor. Bununla birlikte Kürt Halk Savunma Birlikleri (YPG), SDG yapısı içinde baskın bir nüfuza sahip. SDG, Suriye’nin kuzeydoğusunda konuşlandırılmış birlikleri denetleyen güçlü bir hiyerarşik komuta sistemiyle çalışıyor.
DEAŞ’ın hezimete uğratılmasından sonra SDG, bölgesel kontrolünü Münbiç, Rakka ve Deyrizor gibi önemli bölgeleri de kapsayacak şekilde genişletti. Bu yayılma, 2018 yılında Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin kurulmasıyla sonuçlandı. Bu özerk yönetim, SDG kontrolü altında yedi özerk bölgesel yönetimi denetliyor ve yönetim için bir yürütme konseyi ile parlamento görevleri için bir yasama konseyinden oluşuyor. Resmî yönetim yapısı, yürütme yetkilerini idari düzeyler aracılığıyla dağıtırken, pratikteki yürütme çoğunlukla merkezileşme eğiliminde. Diğer bölgelerde olduğu gibi SDG’ye bağlı gruplar da bölgedeki ekonomik faaliyetleri ve kaçakçılık operasyonlarını kontrol ediyor.
Ulusal devletin karşı karşıya olduğu tehditler
Paralel idari kurumlardan yoksun olan rejim yanlısı milislerin aksine, diğer bölgelerdeki silahlı gruplar kendi bölgelerinde tamamen devletin rolünü üstlendiler. Nitekim bu gruplar, yerel ekonomileri ve kendi yetki alanlarındaki nüfusun günlük işlerini yönetmek için idari çerçeveler geliştirdi, yönetim organları oluşturdu ve yasama sistemlerini uyguladı. Bu grupların yerel ve uluslararası sınırları kontrol ederek, merkezî devletin bu bölgelerdeki otoritesini elinden aldığını söylemek gerekir.
Bu silahlı grupların ve ulusal devlete alternatif yapılarının doğurduğu zorlukların boyutu, böyle bir şey gerçekleşecekse şayet, kendi bölgelerinin ne zaman ve nasıl yeniden entegre edileceğine bağlıdır.
Birleşik bir Suriye devletinin gerçekleşmesi için parçalanmış bölgeleri birleşik ve kabul edilebilir bir ulusal çerçevede bir araya getiren adil ve kapsamlı bir siyasi çözüm gerekiyor.
Toprak bütünlüğüne yönelik tehdit
Rejime bağlı olmayan silahlı gruplar, ulus-devleti destekleyen tutumlarını ve toprak bütünlüğünü korumanın önemini vurgulasalar da Esed rejimine yönelik güçlü muhalefetleri, ülkenin toprak bütünlüğünü tehlikeye sokuyor. Bu gruplar, ulusla barışçıl bir şekilde yeniden bütünleşmenin, mevcut haliyle rejimin son bulduğuna işaret eden temel bir siyasi dönüşümü gerektirdiği konusunda ısrarcı. Halihazırda askerî şartlar ve siyasi durgunluk, mevcut emrivaki düzenlemelerin yakın gelecekte de devam edeceğini gösteriyor. Bu bölünmelerin uzun bir süre devam etmesi, gerçekleşirse ve gerçekleştiğinde yeniden entegrasyon sürecini illaki karmaşık hale getirecek.
Parçalanmış yönetimin ve toplumsal izolasyonun dayatılması
Çeşitli emrivaki hükümetlerin yaygınlaşması ve yerel politikaların uygulanması, farklı bölgeler arasında maddi ve idari bir ayrılığa yol açtı. Ancak en önemli uyuşmazlık noktası, bölgeden bölgeye ciddi anlamda farklılık gösteren eğitim müfredatında yatıyor. Diğer şeylerin yanı sıra bu konudaki farklılıklar, genç nesiller üzerinde kalıcı bir etki bırakabilir, ki bu da onların diğer bölgelerden akranlarıyla iletişim becerilerini etkiler. Buna ek olarak kısıtlamalar, yüksek maliyetler ve tehlikeler de bu bölgeler arasındaki insan ve mal hareketliliğini de engelledi ve bunun sonucunda izole olmuşluk duygusu derinleşti.
Ulusal ekonominin parçalanması
Rejime bağlı olmayan emrivaki yönetimler, kendi topraklarında ayrı vergi sistemlerini uygulamaya koydu ve Suriye içinde bölgeler arasındaki ticareti düzenlemek için birçok ticari sistem ve gümrük vergisi getirdi. Suriye’nin kuzeybatı bölgeleri daha da ileri giderek, Suriye para biriminden Türk lirasına geçiş yaptı ve bu da onların Türk ekonomisine entegrasyonlarını güçlendirdi. Ancak bu uygulamalar, ülkede kalıcı ayrı ekonomilerin kurulması tehdidini barındırıyor.
Askerî şartlar ve siyasi durgunlukla karakterize edilen Suriye çatışmasının çözüme kavuşturulamaması, mevcut durumun ve silahlı grupların varlığının devam ettiğinin bir göstergesi. Bu, bu grupların ulusal devlete yönelttiği zorlukları artırmakla kalmıyor, aynı zamanda bu gerçekliğin tersine çevrilemez bir biçimde kökleşmesi riskini de artırıyor.
Birleşik bir Suriye devletinin var olması, parçalanmış bölgeleri birleşik ve iki taraf açısından kabul edilebilir bir ulusal çerçevede bir araya getiren adil ve kapsamlı bir siyasi çözüm gerektiriyor. Böyle bir çözüm; devlet otoritesinin yeniden tesis edilmesi, toprak bütünlüğünün korunması ve Suriye genelinde birleşik bir ulusal kimliğin güçlendirilmesi açısından hayati bir öneme sahip.
*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al-Majalla dergisinden çevrildi.