İsrail’in ABD-Çin ikilemi: Washington’a sadakat göstermek mi Pekin ile ittifak kurmak mı?

İsrail’in ABD-Çin ikilemi: Washington’a sadakat göstermek mi Pekin ile ittifak kurmak mı?
TT

İsrail’in ABD-Çin ikilemi: Washington’a sadakat göstermek mi Pekin ile ittifak kurmak mı?

İsrail’in ABD-Çin ikilemi: Washington’a sadakat göstermek mi Pekin ile ittifak kurmak mı?

İmil Emin
ABD’nin Demokrat Başkanı Joe Biden yönetimi döneminde Washington’dan Tel Aviv’e yönelik siyasi yollardaki gidişat pek iyi değil gibi görünüyor. Beyaz Saray’ın İsrail Başbakanı'nı ancak iki haftayı aşkın bir süre sonra araması, Binyamin Netanyahu başkanlığındaki İsrail yönetimini rahatsız etmiş olmalı. Bu durum, özellikle Çin’in başta bol nakit rezervi olmak üzere elindeki ekonomik caydırıcı araçlarla şimdi ve gelecekte bir kutup olmasına yönelik yeni bir acil durum değişikliği açısından ABD ile İsrail arasındaki organik ilişkide neler olduğunun sorgulanmasına neden oldu. Peki, hikaye nerede başlıyor?

Gelişen Tel Aviv ve Pekin dinamizmi
Tel Aviv Üniversitesi Ulusal Güvenlik Araştırmalar Enstitüsü Şubat ayının ilk haftasında, Pekin ile Tel Aviv arasındaki yeni ilişki hakkında, son yirmi yılda gelişen ve karşılıklı olarak büyük ekonomik çıkarlara dayanan ilişkinin dinamiklerini açıklığa kavuşturan önemli ve heyecan verici bir rapor yayınladı. Rapor aynı zamanda “Pekin ve Tel Aviv arasındaki ilişki, yaklaşık seksen yıldır ABD’nin Ortadoğu'daki varlığının doğal tezahürü olan İsrail ile ABD arasındaki organik ve dogmatik bağı kötüleştirebilir mi? İsrail ve Çin arasındaki modern iş birliğinin özellikleri neler?” gibi Washington için rahatsız edici olan soruları da ortaya çıkardı.

Karşılıklı ekonomik çıkarlar
Napolyon Bonapart’ın bir zamanlar söylediği gibi sadece ordular mideleri üzerinde yürümezler, insanlar da böyledirler. Bu nedenle, Tel Aviv ile Pekin arasındaki ticari ilişkiler ve karşılıklı her türlü ekonomik iş birliği, İsrailliler ve Çinliler için büyük önem taşıyor gibi görünüyor.
İki ülke arasındaki ticari uçuşlar beş yıl önce başladı. Tel Aviv, turizm açısından gözünü Çin pazarına dikerken Çinli turistleri ağırlamak için farklı programlar geliştirdi.
 İki ülke arasındaki uçuşların rahatlığı, iş insanlarının seyahat etmesini kolaylaştırırken İsrail'e muazzam bir kazanç getirecek ve böylece bir milyar üç yüz milyon tüketicinin olduğu Çin pazarlarına açılmasını sağlayacaktır. Tel Aviv’in gözünü başka önemli iş birliği alanlarına dikip dikmeyeceğinden ise daha sonra bahsedeceğiz. İki ülke arasındaki ilişki aynı zamanda Çin için özellikle İsrail'in kendisini Asya, Afrika ve Avrupa arasında önemli bir buluşma noktası haline getiren coğrafi konumundan ötürü, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınından büyük ölçüde etkilenen İpek Yolu Girişimi’ni desteklemek için altın bir fırsat.
Ellerindeki tüm kartları kullanma konusunda yetenekli olan Çinliler, son zamanlarda İsrail'e, Avrupa Birliği (AB) ve Kanada ile birlikte teknik iş birliği ve karşılıklı ticaret alanında bir avantaj sağladılar.

Kaçırılmayan siyasi ufuklar
Ne kadar önemli de olsa iki ülke arasındaki ilişkilere sadece mali veya ekonomik açıdan bakmak mümkün değildir. Çünkü siyaset, en önemli boyut olmaya devam ediyor. Siyaset ve ekonomi arasında her zaman iç içe geçmiş ve ayrılmaz bağlar vardır.
İsrail ise Çin'i ikinci küresel kutup olarak görüyor. Burada ABD ile tartışması veya tartışmamasının herhangi bir önemli yok. İsrail açısından önemli olan en büyük çıkarı elde etmek ve 2030 yılına kadar dünyanın ekonomik açıdan birinci sırasına yerleşmesi beklenen bir ülkeyle en yakın ilişkileri kurmaktır.
Gelişmiş bir bilim ve araştırma üssüne sahip olan İsrail, Çin'in üretimini geliştirmesine ve dünya pazarlarını kendi ürünleriyle doldurmasına yardımcı olacak daha fazla araca ihtiyaç duymasından yola çıkarak iki ülke arasındaki ilişkinin kaderini ve nelerin olabileceğine dair net bir okuma yapmış da olabilir.
Çin, hayalperest değil, pragmatik bir ülke olduğundan İsrail’i iki açıdan Aşil’in topuğu olarak görüyor. Bunlardan ilki konumu ve bu konum aracılığıyla Ortadoğu ve Afrika’nın yanı sıra Akdeniz'in diğer tarafında Avrupa ile iletişimi kolaylaştıran başta Hayfa Limanı olmak üzere İsrail limanlarının olmasıdır.  Ancak ortada daha önemli bir siyasi boyut daha var. O da Çin’in İsrail’i ABD’nin siyasi ve askeri ajanı olarak görmesidir. İlişki ağları dokuma ve iletişim hatları kurma konusunda yetenekli olan Çinliler, İsrail'in Washington ile ilişkilerini, yeri geldiğinde Pekin'e bir şekilde faydası olabilecek ek değer olarak görüyorlar.

Çin, İsrail için bir fırsat ve ABD için bir tehdittir
 Eski ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, geçtiğimiz Haziran ayında İsrail’e yaptığı ziyaret sırasında, Çin ile iş birliği yapması nedeniyle İsraillilere yazılı oalarak güçlü bir uyarı mesajı gönderdi. Pompeo mesajında, “Çin Komünist Partisi’nin (ÇKP) İsrail altyapısına ve İsrail iletişim ağlarına erişiminin olmasını istemiyoruz. Çünkü bu İsrail halkına ve Washington ile Tel Aviv arasındaki iş birliğine yönelik bir tehdittir” ifadelerine yer verdi.
Peki, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun hükümeti bu uyarıyı dikkate aldı mı?
İsrail bu uyarıyı dikkate almazken Pompeo'nun ziyaretinden sadece iki hafta sonra, Netanyahu hükümeti, Hong Konglu CK Hutchison Grubu’nun 1,5 milyar dolar değerindeki bir deniz suyu arıtma tesisi inşası ihalesini onayladı. Bunun son proje olmayacağı da aşikar. Çinli inşaat şirketlerinin İsrail'de hafif raylı sistemlerden 5G ağlarına kadar uzanan altyapı projeleri için teklif vermesi bekleniyor. Çinli girişimcilerin, İsrail'deki yapay zeka şirketlerine milyarlarca dolar yatırım yapmak istediği de çok iyi biliyor.

Peki ya İsrail’in mesajı ABD’ye ulaştı mı?
İsrail'in eski Washington Büyükelçisi Michael Oren, İsrail ile ABD arasında Pekin ile ilgili algı farkı olduğunu söylüyor. Oren,  “İsrail, Çin'i bölgesel ve uluslararası varlığını güçlendirmek için umut verici bir fırsat olarak görürken, ABD, Çin'i dünyanın tek taraflı kutupluluğuna yönelik mevcut ve yaklaşan bir tehdit olarak görüyor” yorumunda bulundu.

Washington’ın Pekin ile Tel Aviv arasındaki ilişkilerin güçlenmesine yönelik korkuları
ABD’nin İsrail-Çin yakınlaşması konusundaki korkularından bahsetmek için ayrı bir araştırma yapmak gerekse de bizce Washington'ın öfkesinin nedenini açıklayan iki ana noktaya değinmek de mümkündür. Bunlardan ilki, Çin’in askeri ve endüstriyel statüsünü yükseltme bahanesiyle İsrail şirketlerine ve  teknolojisine yaptığı yatırımdır. Çin, şimdiden Hayfa’da yeni bir liman inşa etmek için yatırım yaptı bile. Bu durum, ABD’nin Altıncı Filosu’na ait gemilerin bu limanı güvenli bir şekilde ziyaret etmeleri konusunda endişelere yol açıyor. İsrail'in son zamanlarda ABD’nin limanda inceleme yapmasını reddetmesi de Amerikalı üst düzey stratejistler arasında İsrail ile uzun vadeli ittifak açısından alarm durumuna geçilmesine neden oldu. Çok sayıda Amerikalı güvenlik analisti, Pekin'in stratejik güvenlik projelerinde ilerleme kaydettiği bilgi teknolojisi göz önüne alındığında özellikle Hayfa Limanı'nın modernize edilmesi ve yönetilmesi projesi başta olmak üzere İsrail’deki altyapı alanındaki çalışmalarının endişe verici bir rol oynadığına inanıyorlar.
Amerikalıları endişelendiren bir diğer faktör de İsrail'in gelişmiş askeri teknolojisinin Çinlilerin eline geçeceği korkusu olabilir. Herkes, 1990'ların sonlarında, eski ABD Başkanı Bill Clinton yönetiminin İsrail'i, Falcon erken hava uyarı ve kontrol sistemlerinin Çin'e satışı ile ilgili anlaşmadan geri adım atmazsa ciddi sonuçları olabileceğine dair uyardığı hikayeyi hatırlıyordur. Ne var ki dönemin İsrail Başbakanı Ehud Barak, anlaşmayı iptal ederek Çin'i kızdırmıştı. Bu durum, George W. Bush’un birinci başkanlık dönemi sırasında, dönemin İsrail Başbakanı Ariel Şaron'un 2004 yılında ABD’nin güçlü baskısı nedeniyle Çin ile yapılan ‘Harpy’ adlı keşif uçağı satış anlaşmasını iptal etmek zorunda kalmasıyla bir kez daha tekrarlandı.

Tel Aviv bu şekilde Washinton’a baskı mı yapıyor?
Siyaset, müttefikler ve dostlar arasında bile bir çekişme oyunudur. Dolayısıyla ufukta “Tel Aviv, Pekin ile ilişkisini güçlendirmekle tehdit ederek Washington'a baskı mı yapıyor?” sorusu beliriyor.
Öncelikle İsrail-ABD ittifakının mevcut atmosferinin, geçtiğimiz yüzyılın ortalarından bu yana aynı olmadığı unutulmamalıdır. Biden yönetimi ve gelecekteki planları ile ilgili birkaç önemli konu var. Özellikle iktidardaki Demokrat Parti içindeki, İsrail ile ilişkilerin mutlakıyetine inanmayan sol eğilimli ilerici kanadın varlığı çerçevesinde Biden’ın çevresindekiler, İsrail ilişkileri konusunda hemfikir görünmüyorlar.
İsrail'in bugün Biden yönetiminin kendisine baskı uygulayacağından korktuğu ilk konu, Filistin meselesinin çözümü konusudur. Tel Aviv’de herkes bundan kaçınırken, Biden'ın İsrail’in yanında bağımsız bir Filistin devleti kurulması fikrine daha yakın olduğunu biliyor.
İkinci konu ise İran'ın nükleer programıyla ilgili. Biden yönetiminin, eski Başkan Donald Trump'ın tek taraflı olarak çekildiği nükleer anlaşmayı yeniden canlandırma niyetinde olduğu açık. İsrail, Biden'ın bu niyetine olan öfkesini gizlemiyor ve bunu kabul edilemez buluyor. Bu nedenle İsrail Genelkurmay Başkanı Aviv Kochavi'nin yakın zamanda nükleer anlaşmayı ‘taktik ve stratejik açıdan kötü’ olarak nitelendirmesi de bir tesadüf değildir.
Netanyahu hükümeti, Biden yönetiminin İsrail'in istek ve yönelimlerini ciddiye alması için, modern Amerikan teknolojisinin, özellikle de askeri teknolojisinin Pekin'e sızmasından kaynaklanabilecek büyük risklere rağmen Çin ile iş birliğini güçlendirerek ABD’yi zor bir seçim yapmaya zorlamayı ciddi ciddi düşünüyor gibi görünüyor.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.



Trump yönetimi, Bolsonaro davasını yöneten yargıca yaptırımı kaldırdı

Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)
Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)
TT

Trump yönetimi, Bolsonaro davasını yöneten yargıca yaptırımı kaldırdı

Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)
Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)

ABD, Brezilya Yüksek Mahkemesi Yargıcı Alexandre de Moraes'e uyguladığı yaptırımı kaldırdı.

ABD Hazine Bakanlığı'ndan cuma günü yapılan açıklamada, Moraes'e 30 Temmuz'da getirilen yaptırımların kaldırıldığı duyuruldu.

Donald Trump yönetimi, Moraes'in eşi Viviane Barci de Moraes ve onun hukuk eğitim şirketi Instituto Lex'i de yaptırım listesinden çıkardı.

Açıklamada, "Moraes'e yaptırımın sürdürülmesi, ABD'nin dış politika çıkarlarıyla bağdaşmamaktadır" dendi.

Moraes, 2022 seçimlerinin ardından darbe planladığı gerekçesiyle eski Devlet Başkanı Jair Bolsonaro hakkında başlatılan hukuki süreci yürütüyordu.

Davada 70 yaşındaki Bolsonaro'ya 27 yıl 3 ay hapis cezası verilmişti. Radikal sağcı siyasetçinin avukatları, sağlık sorunları nedeniyle eski liderin ev hapsinde kalmasını talep etmişti. Ancak Yüksek Mahkeme yargıcı, geçen ay yaptığı açıklamada davanın tüm hukuki süreçlerinin tamamlandığını ve temyiz yolunun bulunmadığını bildirmişti. Hapis cezasının kesinleştiğine ve infazının başlatılmasına hükmetmişti.

Brezilya'da 2022'de düzenlenen devlet başkanı seçimini ikinci turda solcu Lula da Silva kazanmış, 1 Ocak 2023'te parlamentoda yemin ederek göreve başlamıştı.

Ancak radikal sağcı Bolsonaro destekçileri, önce ülkede günlerce süren otoyol kapatma eylemleri yapmış, 8 Ocak 2023'te de Ulusal Kongre binasını basmıştı.

Olaylar, 6 Ocak 2021'de Trump destekçilerinin ABD Kongresi'ni basmasına benzetilmişti.

Trump ise Bolsonaro hakkındaki davayı "cadı avı" diye nitelemiş, yargıç Moraes'e yaptırım kararı almıştı. Washington ayrıca Lula yönetimine yüzde 50 gümrük vergisi de getirmişti.

Brezilya'da Bolsonaro'nun hapis cezasının düşürülmesi için Temsilciler Meclisi'ne sunulan teklif çarşamba günü onaylanmıştı. Tasarının yasalaşması için Senato'dan geçmesi ve Lula tarafından da onaylanması gerekiyor.

Teklif kapsamında Ulusal Kongre baskınında yer aldıkları gerekçesiyle hapse atılanların da serbest bırakılması veya cezalarının azaltılması isteniyor.

Tartışmalı teklif için Temsilciler Meclisi'nde düzenlenen oturumda siyasetçiler arasında arbede yaşanmıştı. Solcu parlamenter Glauber Braga, meclis başkanının koltuğuna oturup kalkmamış, "darbe girişimi hamlesine karşı protesto düzenlediğini" söylemişti.

Polisin müdahale ettiği olayda bazı parlamenterler ve gazeteciler de dışarı çıkarılmıştı.

Independent Türkçe, New York Times, Washington Post


Erdoğan: İsrail, Gazze'de hayatın normale dönmesine izin vermeli

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)
TT

Erdoğan: İsrail, Gazze'de hayatın normale dönmesine izin vermeli

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bugün yaptığı açıklamada, İsrail’in verdiği sözleri yerine getirmesi ve Gazze’de ateşkese tam anlamıyla uyması gerektiğini söyledi.

Erdoğan, İsrail’in Gazze Şeridi’nde hayatın yeniden normale dönmesine izin vermesi gerektiğini vurguladı.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ise İsrail’in Filistin’in birçok kentinde etnik temizlik uyguladığını ifade etti.

İstanbul’da konuşan Fidan, Türkiye’nin Gazze Şeridi’nde ateşkes anlaşmasının ihlallerini durdurmak için çalıştığını belirterek, ülkesinin bu anlaşmaya varılmasında arabulucularla birlikte etkin bir rol oynadığını kaydetti.

İsrail ile Hamas arasında, ABD Başkanı Donald Trump’ın barış planı çerçevesinde Şarm eş-Şeyh’te yapılan görüşmelerde mutabakata varılmış, anlaşma geçtiğimiz ekim ayında yürürlüğe girmişti.

Gazze’de iki yıldır süren çatışmayı sona erdirmeyi amaçlayan Trump planının bir sonraki aşamasını hayata geçirmek için görüşmeler sürüyor.

Plan, Gazze Şeridi'nde uluslararası bir barış konseyi tarafından denetlenen ve çok uluslu bir güvenlik gücü tarafından desteklenen geçici bir Filistin teknokrat yönetimi kurulmasını öngörüyor. Ancak bu gücün oluşturulması ve yetki alanı konusunda yürütülen müzakerelerin zorlu geçtiği belirtiliyor.


Avrupa askeri ulusal hizmeti yeniden başlatıyor: Barış geliri dönemi sona erdi

Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)
Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)
TT

Avrupa askeri ulusal hizmeti yeniden başlatıyor: Barış geliri dönemi sona erdi

Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)
Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)

Christopher Phillips

Fransa, artan Rus askeri tehdidi karşısında zorunlu askerlik hizmetini yeniden canlandırmak için ciddi adımlar attıktan sadece birkaç gün sonra Almanya da aynı yolu izledi. Kasım ayı sonlarında, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, genç erkek ve kadınlara on aylık askeri eğitim karşılığında maaş teklif eden, gönüllülük esaslı bir program başlatma niyetinde olduğunu açıkladı. Birkaç gün sonra aralık ayı başlarında, Bundestag (Alman Parlamentosu), 18 yaşındaki tüm gençlere silahlı kuvvetlere katılmaya hazır olup olmadıklarını soran bir anket göndermeyi içeren benzer programı oyladı. Bu, her iki hükümetin de zorunlu askerlik hizmetini çok uzun zaman önce kaldırmış olduğu göz önüne alındığında, radikal bir değişim. Zorunlu askerlik yapan son Fransız erleri 2001 yılında terhis edilirken, Angela Merkel Almanya'da askerlik hizmetini 2011 yılında sona erdirdi. Her iki ülke de Soğuk Savaş sonrası “barış geliri” programından faydalandı; bu dönem savaş tehdidinin azalmasıyla Batı ordularının küçülmesine sahne oldu. Barış geliri, bir ülkenin askeri harcamalarının azalmasından elde ettiği ekonomik fayda olarak tanımlanır; bu da fonların sosyal programlara, altyapıya ve eğitime yönlendirilmesine veya vergilerin düşürülmesine olanak tanıyarak, çatışmaya odaklanmak yerine büyüme ve kalkınmayı teşvik eder. Ancak Rusya'nın Ukrayna'yı işgali, Avrupa başkentlerinde on yıllarca süren göreceli gevşeme dengelerini alt üst etti. Anormal olmaktan çok uzakta Paris ve Berlin’in planları, kıta genelinde savunma stratejilerinin temel bir bileşeni olarak “ulusal hizmete” dönüşe doğru yönelimi yansıtıyor.

1950'lerde RAND Corporation, Batı Avrupa'da yaklaşık 900 bin NATO askerinin konuşlandırıldığı, bunların yarısının ABD’den, geri kalanının ise çoğunlukla diğer Avrupa ülkelerinden olduğu tahmininde bulunmuştu

Yükselme ve gerileme arasında Avrupa'da ulusal hizmet

Bir ülkenin silahlı kuvvetlerine zorunlu veya gönüllü olarak katılma anlamına gelen ulusal hizmet, Avrupa'da binlerce yıl öncesine dayanan bir kavram. Örneğin, Roma lejyonları zorunlu askerlik yapan erlerden oluşurken, orta çağ orduları büyük ölçüde feodal beyler tarafından savaşmaya zorlanan köylülerden oluşuyordu. Avrupa'nın 19. ve 20. yüzyıllarda imparatorluk hanedanlarının egemen olduğu bir kıtadan ulus devletler topluluğuna dönüşümü, zorunlu askerliğin doğasını değiştirdi, ancak savaşın temel bir yönü olmayı sürdürdü. Toprak sahiplerinin kiracılarını savaşmaya zorlaması yerine, ulusal hükümetler vatandaşların ülkeleri için savaşma görevi anlayışını yerleştirdi. 1789'daki Fransız Devrimi'nin liderleri, “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik” sloganlarıyla, “kardeşliğin” tüm Fransız halkını Fransa için savaşmaya mecbur kıldığına inanıyorlardı; böylece “vatandaş askerlere” yönelik zorunlu askerlik uygulaması resmileştirildi. Bu, sonraki on yıllarda diğer birçok Avrupa ülkesi tarafından da izlenen bir model oldu.

 Alman ordusu (Bundeswehr) askerleri, Berlin'deki Reichstag binasının önünde düzenlenen bir askere alma töreninde saf halinde duruyorlar, 20 Temmuz 2011 (Reuters)Alman ordusu (Bundeswehr) askerleri, Berlin'deki Reichstag binasının önünde düzenlenen bir askere alma töreninde saf halinde duruyorlar, 20 Temmuz 2011 (Reuters)

Bu, iki dünya savaşındaki büyük oyuncuların çoğunun erlerden oluşan büyük ordular ile savaştığını gösteriyor. İngiltere, 1914'te tamamen gönüllü birliklere güvenerek bir istisna oluştursa da ağır kayıplar, 1916'da askerlik hizmetini zorunlu hale getirmesine neden oldu. İkinci Dünya Savaşı'nın başlangıcında da zorunlu askerliği yeniden uygulamaya koydu. Fransa, Almanya ve İtalya gibi diğer büyük oyuncular ise savaş boyunca zorunlu askerlik uygulamasını sürdürdüler. Sovyetler Birliği 1945'ten sonra Doğu Avrupa'ya yayılmış devasa ordularını korurken, ABD ve Kanada ile NATO'yu kuran Batı Avrupa ülkeleri zorunlu askerlik sistemini sürdürdü. 1950'lerde RAND Corporation, Batı Avrupa'da yaklaşık 900 bin NATO askerinin konuşlandırıldığı, bunların yarısının ABD’den, geri kalanının ise çoğunlukla diğer Avrupa ülkelerinden olduğu tahmininde bulunmuştu.

Trump'ın askerlerini geri çekmesi durumunda, Batı Avrupa'da konuşlandırılmış yaklaşık 84 bin Amerikan askerinin yerine yenilerinin konuşlandırılması gerekecek

Gelgelelim değişen koşullar ulusal hizmete yönelik tutumları da yavaş yavaş değiştirdi. İngiltere, zorunlu askerliği kaldıran ilk NATO üyesi oldu ve 1960 yılında, İngiltere içinde zorunlu askerliğe halk desteğinin düşük olması ve nükleer çağda savaşın değişen doğası nedeniyle daha küçük, profesyonel gönüllülerden oluşan bir ordunun daha tercih edilebilir olduğu sonucuna vardı. Diğer Avrupa ülkeleri, belki de Sovyet güçlerine karşı Manş Denizi gibi doğal bir savunmadan yoksun oldukları için benzer adımları atma konusunda Soğuk Savaş'ın sonuna kadar beklediler. Belçika 1992'de zorunlu askerliği askıya aldı ve 1995'te tamamen gönüllülerden oluşan bir orduya geçiş yaptı. Fransa ve Hollanda aynı yıl 1997'de zorunlu askerliği askıya aldı. İspanya 2001'de, İtalya 2005'te ve Almanya 2011'de onları takip etti. Avusturya ve Yunanistan gibi bazı Batı Avrupa ülkeleri ile Danimarka, Norveç, İsveç ve Finlandiya ise bu uygulamayı sürdürdü. Rusya'nın 2022'de Ukrayna'yı işgal ettiği zamana kadar çoğu Avrupa ülkesi daha küçük, daha profesyonel orduları tercih etti.

Fransız ordusunun yeni erleri, Marsilya yakınlarındaki Carpienne askeri üssünde bir yeterlilik eğitimi sırasında AMX tankları ile eğitim yapıyor, 15 Ekim 2001 (Reuters)Fransız ordusunun yeni erleri, Marsilya yakınlarındaki Carpienne askeri üssünde bir yeterlilik eğitimi sırasında AMX tankları ile eğitim yapıyor, 15 Ekim 2001 (Reuters)

Ufukta yeni bir tehlike beliriyor

Ukrayna savaşı, Avrupa liderleri arasında askeri hazırlık konusunda alarm zillerini çalmış olsa da Donald Trump'ın 2024 sonlarında yeniden seçilmesi, durumun aciliyetini ve ciddiyetini daha da artırdı. Trump, seçim kampanyası sırasında ABD birliklerini Avrupa'dan tamamen çekmekle defalarca tehdit etti ve Beyaz Saray'a döndüğünden beri NATO müttefiklerinin korkularını gidermekten çok uzak kaldı. Trump güçlerini geri çekerse, Batı Avrupa'da konuşlanmış yaklaşık 84 bin ABD askerinin yerine yenilerinin konuşlandırılması gerekecek. Vladimir Putin Ukrayna'da zafer ilan eder ve emellerini diğer Avrupa ülkelerini de kapsayacak şekilde genişletirse, bu sayı da yetersiz kalabilir.

Rusya'nın şu anda 1,5 milyon aktif personele ilave olarak 2 milyon yedek personele sahip olduğu tahmin ediliyor. NATO güçlerinin toplam sayısı ise yaklaşık 3,4 milyon, yani sayı olarak Rus ordusundan daha fazla. Ancak ABD ordusu 1,3 milyon askeriyle ve Türk ordusu da (Ankara'nın Rusya ile iyi ilişkileri ve Ukrayna savaşındaki tarafsız duruşu göz önüne alındığında) 355 bin askeriyle Avrupa'yı kurtarmak için müdahale etmezse, kalan kuvvetlerin sayısı 1,75 milyonu geçmeyecektir. Bunun anlamı kalan 30 NATO üyesinin tam kadro silahlı kuvvetleriyle katılması gerektiğidir ki, bunu başarmak zor olabilir.

Batı Avrupa liderleri, zorunlu askerlik hizmetini yeniden canlandırmanın, toplumlarını Rus tehdidinin ciddiyetine ikna etmeye katkıda bulunmasını da umuyorlar

Bu hesaplara dayanarak, Fransa ve Almanya gibi büyük güçler daha fazla personele ihtiyaç duydukları sonucuna vardılar. Alman ordusu (Bundeswehr) şu anda 182 bin personelden oluşuyor; bu sayı, nüfusu Almanya'nın yarısı ve ekonomisi Almanya'nınkinin beşte birinden daha küçük olan komşusu Polonya'dan yaklaşık 20 bin daha az. Berlin, silahlı kuvvetlerini yılda 20 bin personel artırarak 2035 yılına kadar 250 ila 260 bin arasına çıkarmayı hedefliyor. Ayrıca 200 bin personelden oluşan ek bir yedek kuvvet oluşturmayı da amaçlıyor. Bu, iki adımda gerçekleştirilecek; birincisi, büyük ölçekli bir askere alma kampanyası yürütülecek (Almanya şu anda Alman ordusu için yoğun pazarlama çalışmaları yürütüyor). İkincisi, yeni bir “ulusal hizmet” uygulaması yürürlüğe konulacak. Alman parlamentosu tarafından onaylanan mevcut teklif, erkekler için zorunlu, kadınlar için ise isteğe bağlı kaydolma şartıyla gönüllülük esasına dayanıyor. Yasa tasarısı ayrıca, hükümetin Alman ordusu için belirlediği hedeflere ulaşılmaması durumunda, parlamentonun bazı 18 yaşındaki gençler için zorunlu askerlik uygulamasını görüşmesine olanak tanıyan hükümler de içeriyor.

Benzer şekilde, Fransa'nın şu anda 47 bin yedek personele ek olarak yaklaşık 200 bin aktif görevli personeli bulunuyor. Ancak Macron, öncelikle yeni bir “ulusal hizmet” uygulaması yoluyla bu sayıya önümüzdeki on yılda 50 bin personel daha eklemeyi hedefliyor. Bu hizmet şimdilik isteğe bağlı olacak ve 18 yaşındakiler bu hizmete karşılık aylık en az 800 avro maaş alacaklar. Bu arada, Belçika da Eylül 2026'dan itibaren gönüllülük esasına dayalı olarak ulusal hizmeti yeniden yürürlüğe koymayı tercih etti; Hollanda'daki milletvekilleri de aynı şeyi yapmayı düşünüyor.

Asker sayısını artırmak birincil amaç olsa da Batı Avrupa liderleri ulusal hizmeti yeniden canlandırmanın toplumlarını Rus tehdidinin ciddiyetine ikna etmeye katkıda bulunmasını da umuyorlar. Örneğin, BBC'ye göre, yeni atanan Fransa Genelkurmay Başkanı Orgeneral Fabien Mandon, Fransa'nın fedakarlık ruhundan yoksun olduğunu ve halkın savaşta çocuklarını kaybetmeye hazır olması gerektiğini belirtti. Ayrıca, Fransız askeri planlamasının üç veya dört yıl içinde Rusya ile bir savaş varsayımına dayandığını da söyledi.

Gelecekteki meydan okumalar

Bu açıklamalar, ulusal hizmeti yeniden canlandırmak isteyen liderlerin karşılaştığı en büyük engellerden birine işaret ediyor, yani kamuoyuna. Macron ve diğer Avrupalı ​​liderlerin de bu tür önlemlerin, 1960'taki İngilizler örneğinde olduğu gibi, hiçbir şekilde halk tarafından desteklenmeyeceğinin farkında oldukları açıkça görülüyor. Bu nedenle tüm yeni planlar zorunluluk değil, gönüllülük esasına dayanıyor. Fransa'da, öneriler genel olarak iyi karşılandı; Elabe gazetesinin bildirdiğine göre, ankete katılanların yüzde 73'ü önerileri destekledi. Hatta bu önerilerden en çok etkilenecek olan 25-34 yaş arası gençler bile, önerileri yüzde 60 oranında destekliyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre Almanya'da durum farklı. Bundestag'ın yeni yasayı onaylamasının ertesi günü, öğrenciler 90'dan fazla şehirde greve gitti ve birçok kişi gençlerin muhalefet düzeyinin yüksek olduğuna inanıyor. Almanya'nın askeri faaliyetlerle ilişkisinin Nazizm mirası nedeniyle daha karmaşık olduğu ve özellikle sol kesimdeki birçok kişinin Rusya ile mücadele etmeyi amaçlayan yeni yeniden silahlanma çabalarına şüpheyle yaklaştığı unutulmamalı.

Paris ve Berlin, diğer Batı Avrupa ülkeleri gibi, “barış geliri” döneminin geri dönmemecesine sona erdiğine inanıyor

Başka meydan okumalar da var. Fransa ve Almanya'nın attığı adımlara rağmen, diğer iki büyük Batı Avrupa gücü olan Birleşik Krallık ve İspanya henüz benzer adımlar atmadı. Birleşik Krallık da şüphesiz ordusunu genişletmeyi umuyor, ancak önceki Muhafazakar hükümetin yeni bir ulusal hizmet oluşturma önerisine rağmen, mevcut İşçi Partisi hükümeti bu yönde ilerlememeyi tercih etti. İspanya'nın da şu anda zorunlu askerlik hizmetini yeniden canlandırma planı yok. Hem İngiltere'nin hem de İspanya'nın bu adımı atmakta isteksiz olması, Avrupa silahlı kuvvetlerinin büyümesini sınırlayabilir ve aynı zamanda Fransa ve Almanya'daki zorunlu askerlik hizmeti karşıtlarına kullanabilecekleri alternatif modeller sunabilir.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron (ortada), Fransız Alpleri'ndeki Varces askeri üssünde yeni zorunlu askerlik hizmetini açıklayan konuşmasını yapmadan önce birlikleri denetliyor, 27 Kasım 2025 (AFP)Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron (ortada), Fransız Alpleri'ndeki Varces askeri üssünde yeni zorunlu askerlik hizmetini açıklayan konuşmasını yapmadan önce birlikleri denetliyor, 27 Kasım 2025 (AFP)

Maliyet de göz ardı edilemeyecek meydan okumalardan biri olarak öne çıkıyor. Macron'un planının, Fransız ekonomisinin önemli meydan okumalar ile karşı karşıya olduğu bir dönemde, yaklaşık 2 milyar avroya mal olacağı tahmin ediliyor. Fransız gönüllülerin, Alman (2.600 avro) veya Belçikalı (2.000 avro) meslektaşlarına kıyasla çok daha düşük bir aylık maaş olan 800 avro alacaklarını da belirtmek gerekiyor. Bu eşitsizlik ve maaşın asgari ücretten de önemli ölçüde daha az olması birçok gönüllüyü bundan caydırabilir.

Doğal olarak, Macron, Alman Şansölyesi Friedrich Merz gibi, başka seçeneği olmadığını düşünüyor olabilir. Yaklaşan bir tehdit olarak algıladığı durum karşısında Fransa'nın yeniden silahlanması, asker sayısını artırması ve halkını gelecekteki olası bir çatışmaya karşı seferber olmaya ikna etmesi gerekiyor. 2022 sonrası yeni savunma ortamında, Paris ve Berlin, diğer Batı Avrupa ülkeleri gibi, “barış geliri” döneminin geri dönmemecesine sona erdiğini düşünüyor. Nitekim savunma bütçeleri gittikçe artıyor ve askerlik hizmeti güçlü bir geri dönüş yaptı.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.