İsrail’in ABD-Çin ikilemi: Washington’a sadakat göstermek mi Pekin ile ittifak kurmak mı?

İsrail’in ABD-Çin ikilemi: Washington’a sadakat göstermek mi Pekin ile ittifak kurmak mı?
TT

İsrail’in ABD-Çin ikilemi: Washington’a sadakat göstermek mi Pekin ile ittifak kurmak mı?

İsrail’in ABD-Çin ikilemi: Washington’a sadakat göstermek mi Pekin ile ittifak kurmak mı?

İmil Emin
ABD’nin Demokrat Başkanı Joe Biden yönetimi döneminde Washington’dan Tel Aviv’e yönelik siyasi yollardaki gidişat pek iyi değil gibi görünüyor. Beyaz Saray’ın İsrail Başbakanı'nı ancak iki haftayı aşkın bir süre sonra araması, Binyamin Netanyahu başkanlığındaki İsrail yönetimini rahatsız etmiş olmalı. Bu durum, özellikle Çin’in başta bol nakit rezervi olmak üzere elindeki ekonomik caydırıcı araçlarla şimdi ve gelecekte bir kutup olmasına yönelik yeni bir acil durum değişikliği açısından ABD ile İsrail arasındaki organik ilişkide neler olduğunun sorgulanmasına neden oldu. Peki, hikaye nerede başlıyor?

Gelişen Tel Aviv ve Pekin dinamizmi
Tel Aviv Üniversitesi Ulusal Güvenlik Araştırmalar Enstitüsü Şubat ayının ilk haftasında, Pekin ile Tel Aviv arasındaki yeni ilişki hakkında, son yirmi yılda gelişen ve karşılıklı olarak büyük ekonomik çıkarlara dayanan ilişkinin dinamiklerini açıklığa kavuşturan önemli ve heyecan verici bir rapor yayınladı. Rapor aynı zamanda “Pekin ve Tel Aviv arasındaki ilişki, yaklaşık seksen yıldır ABD’nin Ortadoğu'daki varlığının doğal tezahürü olan İsrail ile ABD arasındaki organik ve dogmatik bağı kötüleştirebilir mi? İsrail ve Çin arasındaki modern iş birliğinin özellikleri neler?” gibi Washington için rahatsız edici olan soruları da ortaya çıkardı.

Karşılıklı ekonomik çıkarlar
Napolyon Bonapart’ın bir zamanlar söylediği gibi sadece ordular mideleri üzerinde yürümezler, insanlar da böyledirler. Bu nedenle, Tel Aviv ile Pekin arasındaki ticari ilişkiler ve karşılıklı her türlü ekonomik iş birliği, İsrailliler ve Çinliler için büyük önem taşıyor gibi görünüyor.
İki ülke arasındaki ticari uçuşlar beş yıl önce başladı. Tel Aviv, turizm açısından gözünü Çin pazarına dikerken Çinli turistleri ağırlamak için farklı programlar geliştirdi.
 İki ülke arasındaki uçuşların rahatlığı, iş insanlarının seyahat etmesini kolaylaştırırken İsrail'e muazzam bir kazanç getirecek ve böylece bir milyar üç yüz milyon tüketicinin olduğu Çin pazarlarına açılmasını sağlayacaktır. Tel Aviv’in gözünü başka önemli iş birliği alanlarına dikip dikmeyeceğinden ise daha sonra bahsedeceğiz. İki ülke arasındaki ilişki aynı zamanda Çin için özellikle İsrail'in kendisini Asya, Afrika ve Avrupa arasında önemli bir buluşma noktası haline getiren coğrafi konumundan ötürü, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınından büyük ölçüde etkilenen İpek Yolu Girişimi’ni desteklemek için altın bir fırsat.
Ellerindeki tüm kartları kullanma konusunda yetenekli olan Çinliler, son zamanlarda İsrail'e, Avrupa Birliği (AB) ve Kanada ile birlikte teknik iş birliği ve karşılıklı ticaret alanında bir avantaj sağladılar.

Kaçırılmayan siyasi ufuklar
Ne kadar önemli de olsa iki ülke arasındaki ilişkilere sadece mali veya ekonomik açıdan bakmak mümkün değildir. Çünkü siyaset, en önemli boyut olmaya devam ediyor. Siyaset ve ekonomi arasında her zaman iç içe geçmiş ve ayrılmaz bağlar vardır.
İsrail ise Çin'i ikinci küresel kutup olarak görüyor. Burada ABD ile tartışması veya tartışmamasının herhangi bir önemli yok. İsrail açısından önemli olan en büyük çıkarı elde etmek ve 2030 yılına kadar dünyanın ekonomik açıdan birinci sırasına yerleşmesi beklenen bir ülkeyle en yakın ilişkileri kurmaktır.
Gelişmiş bir bilim ve araştırma üssüne sahip olan İsrail, Çin'in üretimini geliştirmesine ve dünya pazarlarını kendi ürünleriyle doldurmasına yardımcı olacak daha fazla araca ihtiyaç duymasından yola çıkarak iki ülke arasındaki ilişkinin kaderini ve nelerin olabileceğine dair net bir okuma yapmış da olabilir.
Çin, hayalperest değil, pragmatik bir ülke olduğundan İsrail’i iki açıdan Aşil’in topuğu olarak görüyor. Bunlardan ilki konumu ve bu konum aracılığıyla Ortadoğu ve Afrika’nın yanı sıra Akdeniz'in diğer tarafında Avrupa ile iletişimi kolaylaştıran başta Hayfa Limanı olmak üzere İsrail limanlarının olmasıdır.  Ancak ortada daha önemli bir siyasi boyut daha var. O da Çin’in İsrail’i ABD’nin siyasi ve askeri ajanı olarak görmesidir. İlişki ağları dokuma ve iletişim hatları kurma konusunda yetenekli olan Çinliler, İsrail'in Washington ile ilişkilerini, yeri geldiğinde Pekin'e bir şekilde faydası olabilecek ek değer olarak görüyorlar.

Çin, İsrail için bir fırsat ve ABD için bir tehdittir
 Eski ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, geçtiğimiz Haziran ayında İsrail’e yaptığı ziyaret sırasında, Çin ile iş birliği yapması nedeniyle İsraillilere yazılı oalarak güçlü bir uyarı mesajı gönderdi. Pompeo mesajında, “Çin Komünist Partisi’nin (ÇKP) İsrail altyapısına ve İsrail iletişim ağlarına erişiminin olmasını istemiyoruz. Çünkü bu İsrail halkına ve Washington ile Tel Aviv arasındaki iş birliğine yönelik bir tehdittir” ifadelerine yer verdi.
Peki, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun hükümeti bu uyarıyı dikkate aldı mı?
İsrail bu uyarıyı dikkate almazken Pompeo'nun ziyaretinden sadece iki hafta sonra, Netanyahu hükümeti, Hong Konglu CK Hutchison Grubu’nun 1,5 milyar dolar değerindeki bir deniz suyu arıtma tesisi inşası ihalesini onayladı. Bunun son proje olmayacağı da aşikar. Çinli inşaat şirketlerinin İsrail'de hafif raylı sistemlerden 5G ağlarına kadar uzanan altyapı projeleri için teklif vermesi bekleniyor. Çinli girişimcilerin, İsrail'deki yapay zeka şirketlerine milyarlarca dolar yatırım yapmak istediği de çok iyi biliyor.

Peki ya İsrail’in mesajı ABD’ye ulaştı mı?
İsrail'in eski Washington Büyükelçisi Michael Oren, İsrail ile ABD arasında Pekin ile ilgili algı farkı olduğunu söylüyor. Oren,  “İsrail, Çin'i bölgesel ve uluslararası varlığını güçlendirmek için umut verici bir fırsat olarak görürken, ABD, Çin'i dünyanın tek taraflı kutupluluğuna yönelik mevcut ve yaklaşan bir tehdit olarak görüyor” yorumunda bulundu.

Washington’ın Pekin ile Tel Aviv arasındaki ilişkilerin güçlenmesine yönelik korkuları
ABD’nin İsrail-Çin yakınlaşması konusundaki korkularından bahsetmek için ayrı bir araştırma yapmak gerekse de bizce Washington'ın öfkesinin nedenini açıklayan iki ana noktaya değinmek de mümkündür. Bunlardan ilki, Çin’in askeri ve endüstriyel statüsünü yükseltme bahanesiyle İsrail şirketlerine ve  teknolojisine yaptığı yatırımdır. Çin, şimdiden Hayfa’da yeni bir liman inşa etmek için yatırım yaptı bile. Bu durum, ABD’nin Altıncı Filosu’na ait gemilerin bu limanı güvenli bir şekilde ziyaret etmeleri konusunda endişelere yol açıyor. İsrail'in son zamanlarda ABD’nin limanda inceleme yapmasını reddetmesi de Amerikalı üst düzey stratejistler arasında İsrail ile uzun vadeli ittifak açısından alarm durumuna geçilmesine neden oldu. Çok sayıda Amerikalı güvenlik analisti, Pekin'in stratejik güvenlik projelerinde ilerleme kaydettiği bilgi teknolojisi göz önüne alındığında özellikle Hayfa Limanı'nın modernize edilmesi ve yönetilmesi projesi başta olmak üzere İsrail’deki altyapı alanındaki çalışmalarının endişe verici bir rol oynadığına inanıyorlar.
Amerikalıları endişelendiren bir diğer faktör de İsrail'in gelişmiş askeri teknolojisinin Çinlilerin eline geçeceği korkusu olabilir. Herkes, 1990'ların sonlarında, eski ABD Başkanı Bill Clinton yönetiminin İsrail'i, Falcon erken hava uyarı ve kontrol sistemlerinin Çin'e satışı ile ilgili anlaşmadan geri adım atmazsa ciddi sonuçları olabileceğine dair uyardığı hikayeyi hatırlıyordur. Ne var ki dönemin İsrail Başbakanı Ehud Barak, anlaşmayı iptal ederek Çin'i kızdırmıştı. Bu durum, George W. Bush’un birinci başkanlık dönemi sırasında, dönemin İsrail Başbakanı Ariel Şaron'un 2004 yılında ABD’nin güçlü baskısı nedeniyle Çin ile yapılan ‘Harpy’ adlı keşif uçağı satış anlaşmasını iptal etmek zorunda kalmasıyla bir kez daha tekrarlandı.

Tel Aviv bu şekilde Washinton’a baskı mı yapıyor?
Siyaset, müttefikler ve dostlar arasında bile bir çekişme oyunudur. Dolayısıyla ufukta “Tel Aviv, Pekin ile ilişkisini güçlendirmekle tehdit ederek Washington'a baskı mı yapıyor?” sorusu beliriyor.
Öncelikle İsrail-ABD ittifakının mevcut atmosferinin, geçtiğimiz yüzyılın ortalarından bu yana aynı olmadığı unutulmamalıdır. Biden yönetimi ve gelecekteki planları ile ilgili birkaç önemli konu var. Özellikle iktidardaki Demokrat Parti içindeki, İsrail ile ilişkilerin mutlakıyetine inanmayan sol eğilimli ilerici kanadın varlığı çerçevesinde Biden’ın çevresindekiler, İsrail ilişkileri konusunda hemfikir görünmüyorlar.
İsrail'in bugün Biden yönetiminin kendisine baskı uygulayacağından korktuğu ilk konu, Filistin meselesinin çözümü konusudur. Tel Aviv’de herkes bundan kaçınırken, Biden'ın İsrail’in yanında bağımsız bir Filistin devleti kurulması fikrine daha yakın olduğunu biliyor.
İkinci konu ise İran'ın nükleer programıyla ilgili. Biden yönetiminin, eski Başkan Donald Trump'ın tek taraflı olarak çekildiği nükleer anlaşmayı yeniden canlandırma niyetinde olduğu açık. İsrail, Biden'ın bu niyetine olan öfkesini gizlemiyor ve bunu kabul edilemez buluyor. Bu nedenle İsrail Genelkurmay Başkanı Aviv Kochavi'nin yakın zamanda nükleer anlaşmayı ‘taktik ve stratejik açıdan kötü’ olarak nitelendirmesi de bir tesadüf değildir.
Netanyahu hükümeti, Biden yönetiminin İsrail'in istek ve yönelimlerini ciddiye alması için, modern Amerikan teknolojisinin, özellikle de askeri teknolojisinin Pekin'e sızmasından kaynaklanabilecek büyük risklere rağmen Çin ile iş birliğini güçlendirerek ABD’yi zor bir seçim yapmaya zorlamayı ciddi ciddi düşünüyor gibi görünüyor.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.



Haaretz: Türkiye’nin Gazze’deki rolü ABD - İsrail hattında gerginlik yarattı

İsrail ordusu savaşın başından bu yana Gazze'de çoğu kadın ve çocuk en az 70 bin kişiyi katletti (Reuters)
İsrail ordusu savaşın başından bu yana Gazze'de çoğu kadın ve çocuk en az 70 bin kişiyi katletti (Reuters)
TT

Haaretz: Türkiye’nin Gazze’deki rolü ABD - İsrail hattında gerginlik yarattı

İsrail ordusu savaşın başından bu yana Gazze'de çoğu kadın ve çocuk en az 70 bin kişiyi katletti (Reuters)
İsrail ordusu savaşın başından bu yana Gazze'de çoğu kadın ve çocuk en az 70 bin kişiyi katletti (Reuters)

İsrail'in, Türkiye'nin Gazze'deki barış sürecinde oynayacağı rolle ilgili itirazları, Tel Aviv-Washington hattındaki gerilimleri göz önüne seriyor. 

ABD Merkez Komutanlığı'nın, Katar'ın başkenti Doha'da salı günü düzenlediği toplantıda ülkelerin Gazze'deki Uluslararası İstikrar Gücü'ne (ISF) çeşitli şekillerde destek verebileceği belirtilmişti.

Bunlar arasında asker gönderme, kolluk kuvvetlerinden görevlileri atama, lojistik destek sağlama, finansman ve Filistinli polis memurlarının eğitimini üstlenme gibi seçenekler yer alıyor.

Türkiye, ABD'nin barış planı kapsamında kurulacak güvenlik gücüne asker göndermeye hazır olduğunu açıklamış ancak İsrail yönetimi buna yanaşmayacağını söylemişti.

Haaretz'in analizinde, Doha'daki toplantıya Türk yetkililerin katılmadığına dikkat çekiliyor. 

Bu durumun, "Ankara'nın Gazze'de oynamak istediği role karşı Tel Aviv'in itirazlarının Washington tarafından kabul edildiği yönünde bir işaret olduğu" savunuluyor. 

Diğer yandan Liza Rozovsky'nin kaleme aldığı analizde, Gazze'ye insani yardım ve bölgenin yeniden inşasına destek sağlama da dahil Ankara'nın süreçte rol oynaması için ABD ve İsrail arasındaki görüşmelerin sürdüğü yazılıyor. 

Türkiye'yle ilgili meselenin, ABD ve İsrail ilişkilerindeki gerginlikleri ön plana taşıdığı belirtiliyor. 

Binyamin Netanyahu'nun "her şeyden önce radikal sağcı koalisyonunu korumayı" istediğine dikkat çekiliyor. ABD Başkanı Donald Trump'ın da Gazze planı etrafında kurduğu "kırılgan koalisyonu" korumaya çalıştığı ifade ediliyor. 

Washington'ın aynı anda Tel Aviv'i memnun etmek, Arap ve Müslüman ortaklarına istediklerini vermek ve Gazze'nin yeniden inşası için önemli miktarda finansman sağlamasını beklediği Avrupalı müttefiklerinin desteğini güvence altına almak istediği belirtiliyor. 

Diğer yandan Times of Israel'in dünkü haberinde de Trump'ın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı Gazze'deki geçiş yönetiminin denetlenmesi amacıyla kurulacak Barış Kurulu'nda görmek istediği aktarılmıştı. 

Türkiye'nin hem Barış Kurulu'nda yer alması hem de ISF'ye asker göndermesi için ABD'nin gelecek haftalarda Tel Aviv'e baskıyı artırabileceği belirtilmişti. Washington'ın, Ankara'nın ISF'ye asker göndermese bile güvenlik gücünün komuta yapısında yer almasını istediği de yazılmıştı.

Gazze savaşının sonlandırılması için ABD öncülüğünde hazırlanan 20 maddelik barış planı 10 Ekim'de devreye girmişti. Anlaşmanın garantörleri arasında Türkiye, Mısır ve Katar var.

Plan kapsamında Hamas'ın silah bırakması ve Gazze'nin geleceğinde söz sahibi olmaması isteniyor. Bunun yerine Gazze Şeridi'nin yönetiminin Filistinlilerin yer alacağı bir teknokratlar komitesine geçici olarak devredilmesi planlanıyor. Trump'ın başkanlık edeceği Barış Kurulu'na ek olarak bölgeye ISF'nin konuşlandırılması öngörülüyor.

Anlaşmanın ilk aşamasında Hamas ve İsrail arasında rehine takası gerçekleştirilmişti. Ayrıca İsrail askerleri belirlenen "sarı hatta" geri çekilmişti. İsrail ordusu Gazze Şeridi'nin yaklaşık yüzde 53'ünü kontrol ediyor.

Independent Türkçe, Haaretz, Times of Israel, Reuters


Gazze’deki Barış Kurulu’na 6 ülkeden taahhüt geldi

İsrail ordusu savaşın başından bu yana Gazze'de çoğu kadın ve çocuk en az 70 bin kişiyi katletti (AP)
İsrail ordusu savaşın başından bu yana Gazze'de çoğu kadın ve çocuk en az 70 bin kişiyi katletti (AP)
TT

Gazze’deki Barış Kurulu’na 6 ülkeden taahhüt geldi

İsrail ordusu savaşın başından bu yana Gazze'de çoğu kadın ve çocuk en az 70 bin kişiyi katletti (AP)
İsrail ordusu savaşın başından bu yana Gazze'de çoğu kadın ve çocuk en az 70 bin kişiyi katletti (AP)

Gazze Şeridi'nde oluşturulacak Barış Kurulu'na Mısır, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Birleşik Krallık, İtalya ve Almanya'nın katılma taahhüdü verdiği aktarılıyor.

Kimliklerinin açıklanmaması şartıyla Times of Israel'e konuşan yetkililer, ABD Başkanı Donald Trump'ın 20 maddelik barış planı kapsamında kurulacak Barış Kurulu'na 6 ülkenin katılma taahhüdü verdiğini söylüyor.

Trump yönetimi, Barış Kurulu'na katılacak ülkeler sayesinde Gazze'de kurulacak yapının uluslararası meşruiyetinin artacağını düşünüyor.

Sözkonusu ülkelerin fon, asker veya diğer türden destekleri sağlama olasılığının da artacağı değerlendirmesi paylaşılıyor.

Diğer yandan ABD, İsrail ve Arap ülkelerinden diplomatlar, Barış Kurulu'na katılmanın Uluslararası İstikrar Gücü'ne (ISF) asker gönderme taahhüdü anlamına gelmediğini vurguluyor.

Gazze savaşının sonlandırılması için ABD öncülüğünde hazırlanan 20 maddelik barış planı 10 Ekim'de devreye girmişti. Anlaşmanın garantörleri arasında Türkiye, Mısır ve Katar var.

Plan kapsamında Hamas'ın silah bırakması ve Gazze'nin geleceğinde söz sahibi olmaması isteniyor. Bunun yerine Gazze Şeridi'nin yönetiminin Filistinlilerin yer alacağı bir teknokratlar komitesine geçici olarak devredilmesi planlanıyor. Trump'ın başkanlık edeceği Barış Kurulu'na ek olarak bölgeye ISF'nin konuşlandırılması öngörülüyor.

Türkiye de güvenlik gücüne asker göndermeye hazır olduğunu açıklamıştı ancak İsrail yönetimi buna yanaşmayacağını söylemişti.

Diplomatlar, Türkiye'nin hem Barış Kurulu'nda yer alması hem de ISF'ye asker göndermesi için ABD'nin gelecek haftalarda Tel Aviv'e baskıyı artırabileceğini belirtiyor.

Washington'ın, Ankara'nın ISF'ye asker göndermese bile güvenlik gücünün komuta yapısında yer almasını istediği aktarılıyor.

Trump'ın, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın yanı sıra Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'ı da kurulda görmek istediği aktarılıyor.

Diğer yandan yetkililer, Riyad yönetiminin Gazze'deki durum netleşene kadar böyle bir karar almaktan kaçındığını söylüyor.

ABD Merkez Komutanlığı'nın, Katar'ın başkenti Doha'da salı günü düzenlediği toplantıda ülkelerin ISF'ye çeşitli şekillerde destek verebileceği belirtilmişti.

Bunlar arasında asker gönderme, kolluk kuvvetlerinden görevlileri atama, lojistik destek sağlama, finansman ve Filistinli polis memurlarının eğitimini üstlenme gibi seçenekler yer alıyor.

Ancak Arap yetkililer, ISF'nin Hamas'ı silahsızlandırma planıyla ilgili sorunların devam ettiğine dikkat çekiyor. Örgüt, bağımsız Filistin devletinin kurulmasına ilişkin bir süreç başlatılmadan silah bırakmaya yanaşmayacağını bildirmişti.

Anlaşmanın ilk aşamasında Hamas ve İsrail arasında rehine takası gerçekleştirilmişti. Ayrıca İsrail askerleri belirlenen "sarı hatta" geri çekilmişti. İsrail ordusu Gazze Şeridi'nin yaklaşık yüzde 53'ünü kontrol ediyor.

Independent Türkçe, Times of Israel, Reuters


Netanyahu ve Trump İran’a saldırıları çok önceden planlamış

Netanyahu, Trump'ı seçim zaferi için tebrik etmiş, ABD Başkanı'nın "tarihin en büyük dönüşünü yaptığını" savunmuştu (AP)
Netanyahu, Trump'ı seçim zaferi için tebrik etmiş, ABD Başkanı'nın "tarihin en büyük dönüşünü yaptığını" savunmuştu (AP)
TT

Netanyahu ve Trump İran’a saldırıları çok önceden planlamış

Netanyahu, Trump'ı seçim zaferi için tebrik etmiş, ABD Başkanı'nın "tarihin en büyük dönüşünü yaptığını" savunmuştu (AP)
Netanyahu, Trump'ı seçim zaferi için tebrik etmiş, ABD Başkanı'nın "tarihin en büyük dönüşünü yaptığını" savunmuştu (AP)

ABD Başkanı Donald Trump ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, İran'a saldırıları çok daha önceden planlamış.

Washington Post'un aktardığına göre Trump ve Netanyahu, İran'ın nükleer tesislerine yönelik saldırıları şubatta yaptıkları ilk görüşmede planlamaya başladı.

Beyaz Saray'da gerçekleştirilen toplantıda Netanyahu'nun Trump'a 4 seçenek sunduğu belirtiliyor. Bunlar arasında İsrail ordusunun tek başına saldırı düzenlemesi, ABD'nin asgari yardımda bulunması, tam işbirliğiyle harekat yapılması ya da ABD'nin saldırıyı yönetmesi yer alıyordu.

Haberde, Trump'ın ilk etapta İran’ın nükleer programıyla ilgili diplomatik sürece şans vermeyi tercih ettiği belirtiliyor. Washington ve Tahran, nükleer program ve uranyum zenginleştirme konularıyla ilgili bu yıl birçok görüşme düzenlemişti.

Diğer yandan bu süreçte İsrail ve ABD'nin muhtemel saldırı planlarını gizlice hazırlamaya devam ettiğine dikkat çekiliyor.

ABD ve İsrail'in İran'ı hazırlıksız yakalamak için medyaya yanıltıcı bilgiler servis ettiği de ortaya çıktı.

Kimliğinin paylaşılmaması şartıyla konuşan bir yetkili şunları söylüyor:

Netanyahu'nun Witkoff veya Trump'la fikir ayrılığı yaşadığına dair haberlerin hiçbiri doğru değildi. Ancak böyle bir genel algının yaratılması iyi oldu. Bu sayede birçok kişi fark etmeden planlamalara devam ettik.

Haberde, Mossad'ın operasyon için 100'den fazla İranlıyı devşirip silahlandırdığı aktarılıyor. Bu kişilerin bir kısmı İsrail'de özel eğitimden geçirilmiş.

Ajanlara belirli görevler verildiği ancak bunların İran'ın nükleer ve balistik füze programına yönelik geniş çaplı bir operasyonun parçası olduğu söylenmedi.

İsrail Savunma Kuvvetleri'nin (IDF) "Narnia Operasyonu" adı verdiği harekatta Tahran'da Mossad'a ait drone rampaları ve çeşitli askeri düzenekler kurulduğu da ortaya çıkmıştı.

İran ve İsrail arasında Gazze savaşı nedeniyle tırmanan gerginlik haziranda sıcak çatışmaya dönüşmüştü. İsrail'in 13 Haziran'daki saldırısıyla başlayan çatışmalarda İran vakit kaybetmeden misilleme yapmıştı.

Washington Post, çatışmalar sürerken Trump yönetiminin Tahran'a gizli bir teklif götürdüğünü de yazıyor. 15 Haziran'da iletilen teklifte, İran'ın Ortadoğu'daki milislere desteğini kesmesi ve uranyum zenginleştirme tesislerini kapatması istendi. Bunun karşılığında Washington tüm yaptırımların kaldırılacağını söyledi.

Ancak kaynaklar, ABD'nin Katar aracılığıyla İran'a gönderdiği teklifin reddedildiğini söylüyor. Bunun ardından Trump'ın İsrail'in yanında savaşa katılmaya karar verdiği aktarılıyor.

Çatışmalarda ABD'ye ait bombardıman uçakları İran'daki İsfahan, Fordo ve Natanz tesislerine 22 Haziran'da hava saldırısı düzenlemiş, operasyonda 14 "sığınak delici" GBU-57 bombası kullanılmıştı.

İran, ABD'nin saldırısına cevap olarak 23 Haziran'da Amerikan ordusunun Katar'daki El-Udeyd Hava Üssü'ne saldırmıştı. Operasyonda Tahran'ın önceden Washington'a haber verdiği ve hiçbir can kaybı yaşanmadığı aktarılmıştı.

Washington operasyonun ardından 24 Haziran'da taraflar arasında ateşkes sağlandığını duyurmuştu.

Saldırılarda İran, İsrail'e 500 balistik füze ve binden fazla drone göndermişti. İsrail'de 32 kişi yaşamını kaybetmiş, 3 binden fazla kişi de yaralanmıştı. İran'da ise binden fazla kişi ölmüş, 4 bini aşkın kişi yaralanmıştı. 

İsrail ve ABD, İran'ın uranyum zenginleştirerek nükleer silah elde etmeye çalıştığını savunurken Tahran iddiaları reddediyor. 

Independent Türkçe, Washington Post, Times of Israel