ABD, Suriye’deki İran mevziilerine operasyon düzenlendi

ABD Savunma Bakanı Austin, Irak’tan sağlanan bilgilerden ‘faydalandıklarını’ bildirdi.

ABD Hava Kuvvetleri’ne ait iki uçak. (Arşiv- Reuters)
ABD Hava Kuvvetleri’ne ait iki uçak. (Arşiv- Reuters)
TT

ABD, Suriye’deki İran mevziilerine operasyon düzenlendi

ABD Hava Kuvvetleri’ne ait iki uçak. (Arşiv- Reuters)
ABD Hava Kuvvetleri’ne ait iki uçak. (Arşiv- Reuters)

ABD uçaklarının geçen perşembeyi cumaya bağlayan gece Suriye’deki İran destekli milislerin mevziilerine gerçekleştirdiği hava operasyonları, 22 milisin ölmesine ve birçok kişinin yaralanmasına neden oldu. Saldırılar, iki taraf müzakere masasına oturmadan önce İran’ın karşı hamlelerine karşı ‘dengeleyici bir eylem’ ve ‘yarı tırmanış mesajı’ olarak nitelendirildi.
Yapılan değerlendirmeler İran’ın her müzakere turu öncesindeki artırdığı gerilimi, ‘Özellikle Cumhuriyetçilerin ‘Obamacı’ (eski Başkan Barack Obama) olarak gördüğü’ bir yönetimden yanıt almamasından kaynaklandığı yönünde. Buna rağmen ABD askeri yetkililerinin açıklamaları, Washington’ın tepkisinin dikkatlice hesaplandığını açıkça gösteriyor.
Askeri harekat tavsiyesinde bulunduğunu söyleyen ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin “Zaman çizelgemize göre yanıt vereceğimizi defalarca söyledik” dedi. Askeri yetkililerin açıklamalarına dikkat çeken Austin, Irak’ta meydana gelen saldırılara uygun yerde ve zamanda cevap verileceğini bildirdiklerini vurguladı. Savunma Bakanı, Kaliforniya açıklarındaki ‘USS Nimitz’ uçak gemisini ziyareti sırasında, “Bir kez daha doğru hedeften emin olmak istedik. Iraklıların istihbarat bilgisini araştırmasına ve geliştirmesine izin verdik. Bu, hedefimizi geliştirmemiz için oldukça faydalı oldu” ifadesini kullandı.
Beyaz Saray, operasyona dair açıklama yapmadı. Ancak geçen salı günü Biden’ın Irak’ta meydana gelen son saldırıları Irak Başbakanı Mustafa el-Kazimi ile görüştüğü belirtilerek iki liderin “sorumluların tamamen hesap vermesi gerektiği’ konusunda hemfikir oldukları bildirildi.
Savunma Bakanlığı (Pentagon) Sözcüsü John Kirby şu açıklamada bulundu:
“Başkan Joe Biden’ın talimatı üzerine ABD kuvvetleri doğu Suriye’de İran destekli silahlı gruplarca kullanılan bir yapıya hava saldırısı düzenledi. Bu saldırıların emri, Irak’ta ABD ve Koalisyon personeline yönelik son saldırılara ve devam eden tehditlere yanıt olarak verildi. Saldırılarda, Hizbullah ve Seyyid eş-Şuheda Tugayları da dahil olmak üzere İran destekli bir dizi silahlı grup tarafından kullanılan bir sınır kontrol noktasındaki tesisler hedef alındı. Askeri yanıta, Koalisyon ortaklarıyla istişareler de dahil olmak üzere diplomatik uygulamalar eşlik etti. Bu, Başkan Biden’ın ABD ve Koalisyon personelini korumak için beklemeyeceğine dair açık bir mesajdır. Aynı zamanda hem doğu Suriye hem de Irak’ta gerginliği azaltmaya yönelik bilinçli bir şekilde hareket ettik”.
Irak’taki İran yanlısı silahlı grupların son iki hafta içerisinde üç saldırı düzenlediği öne sürüldü. Milislerin füzelerinin, geçen pazartesi günü ABD’nin Bağdat Büyükelçiliği yakınlarına düştüğü, cumartesi de kuzeydeki Irak hava üssü Balad’ı hedef aldığı belirtildi. Saldırı, F-16’ların bakımından sorumlu bir ABD şirketinde Iraklı bir personelin yaralanmasına yol açtı. 15 Şubat’ta füzeler, DEAŞ’a karşı Koalisyon güçlerinin Erbil Havaalanı’nda konuşlandığı askeri üsse düştü. Biri Koalisyon yanında sözleşmeli çalışan yabancı sivil olmak üzere iki kişi yaşamını yitirdi.
Resmi bir Suriye kanalı, 26 Şubat sabahı acil başlığı altında, hava saldırılarıyla ‘Suriye- Irak sınırındaki bölgeleri’ hedef alan ABD saldırısını duyururken ayrıntıya yer vermedi. Suriye Dışişleri Bakanlığı, ABD saldırısını ‘yeni ABD yönetiminin politikalarının olumsuz bir göstergesi olan bir saldırı’ olarak nitelendirdi.
Bakanlık, resmi medya organları üzerinden yaptığı açıklamada, Suriye’nin “korkak ABD saldırılarını” en güçlü ifadelerle kınadığını belirtti. Bakanlık ayrıca saldırıyı ‘yeni ABD yönetiminin uluslararası meşruiyete bağlı kalması gereken politikalarının olumsuz bir göstergesi’ olarak niteledi. Aynı şekilde İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif de 26 Şubat’ta Suriyeli mevkidaşı ile bir telefon görüşmesi gerçekleştirdi. Hükümete bağlı bir internet sitesi, “İki taraf, Batı’nın Suriye konusundaki Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararlarına uyması gerektiğini doğruladı” açıklamasına yer verdi.
Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR), çoğu Hizbullah Tugayları’ndan olmak üzere İran’a sadık Iraklı gruplardan 22 kişinin öldüğünü duyurdu. Daha önce de 17 Iraklı silahlının öldürüldüğü açıklanmıştı. Irak’taki Hizbullah Tugayları’ndan bir yetkili, AFP’ye yaptığı açıklamada, “Suriye- Irak sınırına yakın noktalarımızdan birini hedef alan, bir uçaktan fırlatılan iki füzeyle bir savaşçımız öldü, bazıları da yaralandı” dedi. SOHR’a göre saldırılarda, Deyrizor’un doğu kırsalındaki Ebu Kemal şehrinin güneyinde cephane taşıyan üç kamyon imha edildi. SOHR Müdürü Rami Abdurrahman, kamyonların sabah saat 1 civarında Irak’tan kaçak geçişle Suriye’ye girdikleri an hedef alındıklarını aktardı.
Deyrizor’un doğu kırsalındaki Ebu Kemal ve Meyadin şehirleri arasında uzanan bölge, Suriye rejim güçleri yanında savaşan rejim yanlısı gruplar aracılığıyla İran’ın etkisi altında bulunuyor. Sıklıkla bölgede silah ve mühimmat veya depolar taşıyan kamyonlar, İsrail’den yapıldığı iddia edilen saldırılara maruz kalıyor. Bu eylemlerin hedefinde Suriye’deki ‘İran mevzilenmesini’ sona erdirmek var.
ABD ordusu, Irak askeri üssüne yapılan bir füze saldırısında bir ABD’linin öldürülmesinin ardından, 2019 yılının sonlarında Suriye ve Irak’taki Irak Hizbullah Tugayları’nın beş üssünün bombalandığını duyurmuştu.
ABD saldırıları, Washington’ın Irak’taki diplomatik misyonunu kapatma tehditleri karşısında İran yanlısı gruplar tarafından kabul edilen ateşkes çerçevesinde aylarca sakin geçen atmosferin sonrasında gelişti.
Saldırı, Biden yönetiminin İran ile müzakere masasına dönmeye çalıştığı bir dönemde Tahran’a uyarı niteliği taşıyor. ABD, Trump’ın geri çekildiği nükleer anlaşmanın geleceğini ele almak için Almanya, Fransa ve İngiltere liderliğinde görüşmelere başlama kararı aldı. İran ise şimdiye kadar taahhütlerine geri dönmeyi ve ‘ABD tüm yaptırımları kaldırmadıkça’ müzakere masasına oturmayı kabul etmedi.
Saldırılara yönelik ABD tepkisi bağlamında ise ‘müzakere çabalarını sabote edeceği’ korkusuyla, bazı Demokratların yanı sıra, özellikle Biden yönetiminin İran’ın hamlelerine yanıt vereceğinden şüphe duyan Cumhuriyetçiler, saldırıları memnuniyetle karşıladılar.
Temsilciler Meclisi Dışişleri Komisyonu’nun üst düzey Cumhuriyetçi üyelerinden Michael McCaul, verilen cevaptan dolayı memnuniyetini dile getirirken, İran destekli milislere daha fazla misilleme yapılması saldırısı çağrısında bulundu. McCaul, “Bu tür tepkiler, gerekli ve caydırıcıdır. İran’a, vekillerine ve dünyanın dört bir yanındaki düşmanlarımıza, ABD çıkarlarına yönelik saldırılara müsamaha gösterilmeyeceğini hatırlatıyor” dedi. Cumhuriyetçi Senatör Marco Rubio Marco Rubio da “İran destekli milisler, geçtiğimiz iki hafta içinde ABD’lilere karşı üç saldırı düzenlediler. Bu yanıtlar, belirli, dengeli ve gerekliydi” ifadelerini kullandı. Cumhuriyetçi Senatör Lindsey Graham da saldırıya güçlü bir şekilde destek verdi açıklamasında şunları söyledi:
“Biden yönetiminin Suriye’de İran destekli milislere karşı gerçekleştirdiği saldırıyı takdir ediyorum. Düşmanlarımızın ABD’ye yönelik bir saldırının büyük bir bedeli olacağını bilmeleri önemlidir.”
Senatör, saldırıların söz konusu milisleri ve diğerlerini gelecekte benzer saldırılar düzenlemekten caydıracağı yönündeki umudunu dile getirdi.
Washington Enstitüsü’nde üst düzey araştırmacı Patrick Clawson, saldırının ‘İran’ın oyunun kurallarını değiştirme girişimlerine’ yönelik bir ABD mesajı olduğunu söyledi. Şarku’l Avsat’a konuşan Clawson şu ifadeleri kullandı:
“İran, Husilerin Suudi Arabistan’da sivil hedeflere ve Bağdat’taki ABD Büyükelçiliği ile Erbil şehrine füze saldırılarının yanı sıra Lübnanlı muhalif Lokman Selim’in suikastı ile devam eden sürekli provokasyonlar yoluyla oyunun kurallarını değiştirmek istedi. Tüm bu provokasyonlar Biden yönetiminin ilk ayında gerçekleşti. Bunlar, Başkan’ın ekibini, Washington’ın nükleer müzakereleri sürdürmek için müzakere etmekte ısrar etmesine rağmen İran’ın ABD’nin çıkarlarını vuracağına inanmaya zorladı.”
Patrick Clawson, Biden’ın Irak’ı ve Kazımi’yi gerçekten desteklediğini belirterek ülke içerisinde kendisine verilen siyasi desteğin zayıflamasını ve muhalifler tarafından hesap sorulmasını istemediğini kaydetti. Bu nedenle Suriye’deki saldırıların Kazımi’ye zarar vermediğini söyledi.
Yapılan açıklamalar Pentagon’un daha büyük hedeflerin vurulmasını teklif ettiği ancak Biden’ın daha az saldırgan bir seçeneği kabul ettiği yönünde. ABD’li yetkililer, saldırıların nispeten küçük ve Irak hükümetinin diplomatik tepkisini önlemek için dikkatlice ayarlanmış bir askeri tepki olduğu görüşündeler.



Trump'ın takasa dayalı diplomasisinin yeniliği, avantajları ve sonuçları

Trump'ın yaklaşımı, bu takas modelinin doğrudan, agresif ve açık bir versiyonu olarak görülüyor (Reuters)
Trump'ın yaklaşımı, bu takas modelinin doğrudan, agresif ve açık bir versiyonu olarak görülüyor (Reuters)
TT

Trump'ın takasa dayalı diplomasisinin yeniliği, avantajları ve sonuçları

Trump'ın yaklaşımı, bu takas modelinin doğrudan, agresif ve açık bir versiyonu olarak görülüyor (Reuters)
Trump'ın yaklaşımı, bu takas modelinin doğrudan, agresif ve açık bir versiyonu olarak görülüyor (Reuters)

Nebil Fehmi

Eski anlaşmalardan ve erken sözleşmelerden modern devlet yönetiminin karmaşık sanatına kadar diplomasi, güç, çıkarlar ve uzlaşılardan etkilenmiştir. Başlıca geleneklerinden biri, “gerçekçilik”tir; yani devletler öncelikle kendi güvenlikleri ve ulusal çıkarları doğrultusunda hareket ederler, ahlaki veya idealist hedefler için değil.

 

Bu bağlamda, bazılarının “gerçekçilik” diplomasisi olarak adlandırdığı şey yeni bir icat değildir; tarihe derinden kök salmıştır. Odak noktası, toprak, kaynaklar, güvenlik garantileri ve ekonomik anlaşmalar gibi somut kazanımlardır.

ABD Başkanı Donald Trump'ın yaklaşımı, bu takas modelinin doğrudan, agresif ve açık bir versiyonu olarak görülüyor. Destekçileri bu tür adımları pratik ve sonuç odaklı olarak görüp överken, diğerleri bunların uzun vadeli sonuçları, bölgesel dinamikleri, ahlaki ikilemleri ve istikrarı göz ardı eden bir diplomasiye yol açabileceğinden endişe ediyor.

Ekim ayında İsrail ve Hamas arasında ateşkes anlaşması sağlandı. ABD'deki birçok kişi, bundan doğan diplomatik atılımı hemen ABD liderliğindeki diplomasinin somut bir sonucu olarak karşıladı. Şarm el-Şeyh'te düzenlenen zirveye Trump ve Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi eş başkanlık etti ve birçok ülkeyi bir araya getirdi. Anlaşmanın pragmatik doğasını vurgulayan hedefleri, ateşkes, rehinelerin serbest bırakılması ve acil insani yardım sağlanması gibi görünüyordu.

Kasım ayında da Trump yönetiminin Ukrayna'daki savaş için 28 maddelik bir barış planı önerdiği yönünde haberler çıktı. Taslak, Kırım, Luhansk ve Donetsk üzerindeki Rus kontrolünün tanınması, diğer bölgelerdeki çatışmaların dondurulması, Ukrayna ordusunun sayısının sınırlandırılması ve Ukrayna'nın NATO'ya katılmasının engellenmesi gibi oldukça tartışmalı maddeler içeriyordu.

Avrupalı müttefikler, planın kilit unsurlarına, özellikle de Ukrayna'nın egemenliğini zayıflatacak, onu yeniden Rus saldırganlığına karşı savunmasız bırakacak veya NATO'dan dışlayacak önerilere şiddetle karşı çıktı.

Haberler ayrıca, bazı önerilerin ABD desteği karşılığında Ukrayna'nın maden kaynaklarına, altyapı haklarına ve ihracat lisanslarına erişim gibi ekonomik koşullar içerdiğine de işaret ediyor.

Bu tür müzakereler – barış ve ekonomik koşullar karşılığında kapsamlı toprak ve askeri tavizler – birçok kişinin cüretkar koşullar, güçlü bir düşman lehine açık yanlılık göz önüne alındığında, yeni olarak değerlendirdiği takasa dayanan gerçekçi bir diplomasi örneğidir. Rusya, Avrupa, müttefiklerin ikinci plana itilmesi ve Ukrayna'ya bir anlaşmayı kabul etmesi için yapılan baskı, eleştirmenler tarafından barış yapma kılıfına bürünmüş zorlayıcı takas diplomasisi olarak görülüyor.

Analistler, “Önce ABD” bayrağı altında yürütülen bu diplomasinin uzun süredir devam eden ittifakları sarstığı ve Avrupa'nın kendisini giderek daha fazla ikinci plana itildiği hissine kapılmasına neden olduğu konusunda uyarıyor. Avrupalı liderler de ABD liderliğindeki Ukrayna müzakerelerinin yeterli Avrupa katılımı veya istişaresi olmadan ilerleyebileceğinden endişe duyduklarını dile getirdiler.

Eleştirmenler, bu yaklaşımın İkinci Dünya Savaşı sonrası düzeni destekleyen kolektif diplomatik normları – çok taraflılık, ortak değerler, kurumsal iş birliği ve egemenlik ile insan haklarına bağlılık üzerine kurulu normları – zayıflattığını savunuyor.

Peki takas diplomasisi tarihsel olarak belgelenmişken, bazı yorumcular Trump'ın yaklaşımını neden yeni veya istisnaiymiş gibi ele alıyor? Yeni görünen husus, kurumsal süreklilik ve ortaklıktan ziyade, belki de kısa vadeli kazanımlar ve kişisel güç tarafından yönlendirilen, daha tek taraflı, sıfır toplamlı, yukarıdan dikte edilen bir versiyon olmasıdır. Geleneksel diplomasi – hatta gerçekçi politika bile – genellikle kapalı kapılar ardında yürütülürken, arka kanal diplomasisi farklı bir hikayedir. Trump döneminde, anlaşmalar, teklifler ve hatta müzakere pozisyonları genellikle tamamen aleni ve duyurulmuştur. Bu şeffaflık, diplomasinin takasçı doğasını daha belirgin hale getiriyor ve bazen daha muğlak diplomasiye alışmış izleyiciler için şok edici olabiliyor.

Ukrayna için önemli toprak ve stratejik tavizler içeren barış planı taslağı, Ukrayna'nın maden ve altyapı haklarından yararlanmayı öngörüyor. Dolayısıyla Ukrayna planı da ABD liderliğindeki bir planın parçası olarak Gazze'yi “kontrol etme” ve yeniden geliştirme yönündeki radikal plan da kademeli diplomatik anlaşmalar değil. Bunlar büyük ölçekli ve kapsamlı olup, egemenlik, adalet ve güç dengesizlikleri hakkında temel soruları gündeme getiriyor.

Diplomasi giderek daha çok kişiye dayalı hale geldi; bu modern diplomaside bir eğilimdir, ancak Trump döneminde bu konuda aşırıya kaçıldı. Anlaşmalar genellikle kurumlara veya kurum odaklı çok taraflılığa değil, bizzat Trump'a bağlı. Bu istikrarsızlığı artırıyor; zira lider değişirse, anlaşmalar değişebilir ve onları destekleyen güven ortadan kaybolabilir. Gözlemciler, modern diplomasinin güç yapıları, teknoloji, medya ve devlet dışı aktörlerdeki değişiklikler nedeniyle bir dönüşüm geçirdiğini belirtiyor, ancak Trump modeli kişisel etkiyi vurguluyor.

İkinci Dünya Savaşı sonrası diplomasi büyük ölçüde, kolektif kurumlar, egemenliğe saygı, insan hakları, uluslararası hukuk ve ittifaklar (NATO gibi) vb. kurallara dayalı bir uluslararası düzen kurmaya çalıştı. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre eleştirmenler, Trump'ın yaklaşımının diplomasiyi kaba pazarlık, takas mantığı ve bazen asimetrik güç etrafında yeniden odakladığını ve potansiyel olarak kolektif diplomasiyi destekleyen normları ve güveni aşındırdığını savunuyor.

Bu nedenle, takas diplomasisinin ardındaki mantık yeni olmasa da biçimi, açıklığı, kapsamı ve normatif etkileri birçok kişiye göre modern diplomatik uygulamalardan önemli bir sapma gibi görünüyor. Birçok gözlemci için yeni olan da budur.

Trump döneminde görüldüğü gibi daha agresif ve tepkisel bir diplomasi benimsemek kısa vadeli kazanımlar sağlayabilir, ancak aynı zamanda ciddi uzun vadeli riskler de taşıyabilir.

Takas diplomasisi -özellikle güçlü bir lider tarafından yönetildiğinde- çıkmazlar devam etse de anlaşma için tarafları zorlayabilir. Gazze ateşkesi birçokları tarafından hızlı ve güçlü diplomasinin bir başarısı olarak gösteriliyor.

Siyasi gerçekçiliğin bazen yardımı veya desteği ekonomik anlaşmalar ve stratejik uyum gibi somut getirilerle ilişkilendirmeye sevk ettiği dikkatleri çekiyor. Güçlü devletler, stratejik veya ekonomik çıkarları için hayati önem taşıyan uzun vadeli avantajlar elde edebilirler; kaynaklar, etki ve erişim gibi.

Kaotik ve hızla değişen jeopolitik bağlamlarda (savaşlar, değişen ittifaklar ve kaynaklar için rekabet), takas diplomasisi, yavaş ilerleyen kurumsal diplomasiden daha uyarlanabilir olabilir.

Öte yandan, müttefikler kendilerini ikinci plana itilmiş veya sömürülmüş hissedebilir; bu da ittifakların zayıflamasına, parçalanmasına veya muhalefete yol açabilir. Örneğin, Avrupalı ​​liderler, Ukrayna için önerilen ABD barış planının bazı hükümlerine karşı çıktılar.

Adalet ve haklar yerine güce odaklanan anlaşmalar (toprak tavizleri, kaynakların kontrolü ve askeri kısıtlamalar) kızgınlığa yol açabilir, eşitsizlik yaratabilir ve bölgeleri istikrarsızlaştırabilir. Ukrayna planında önerilen toprak tavizleri ve askeri şartlar, egemenlik ve gelecekte güvenlik konusunda ciddi endişeler doğuruyor.

Eğer büyük güçler giderek çok taraflı kurumların ve normların üstünden atlayıp, bunun yerine ikili anlaşmalara ve kişisel diplomasiye yönelirse, küresel kurumlar -kurallara dayalı uluslararası düzen- meşruiyetini ve etkinliğini kaybedebilir. Bu durum, özellikle daha küçük ve zayıf devletler için küresel iş birliğini daha da zorlaştırabilir.

Bireylere, siyasi döngülere veya kısa vadeli çıkarlara bağlı anlaşmalar kırılgandır. Yeni bir liderin ortaya çıkması, iç politikada bir değişim veya farklı bir küresel bağlam, anlaşmaları hızla alt üst edebilir ve uzun vadeli istikrarı baltalayabilir.

Güç ve çıkarlara odaklanan diplomatik anlaşmalar, insan hakları, adalet, kendi kaderini tayin etme ve egemenlik gibi değerleri zayıflatabilir. Zamanla bu, bir devletin ahlaki duruşuna ve yumuşak gücüne zarar vererek gelecekteki iş birliğini daha da zorlaştırabilir.

Eğer güçlü devletler giderek daha agresif, çıkar odaklı diplomasiye dönerse, savaş sonrası düzenin bir dizi özelliği -müttefikler arasındaki güven, kurumların ve ortak normların meşruiyeti ve insan haklarına veya toprak bütünlüğüne bağlılık- aşınabilir. Zamanla bu, diplomasinin pazarlık aracı haline geldiği, ittifakların hızla değiştiği ve gücün haktan üstün geldiği daha çalkantılı ve parçalanmış bir dünyaya yol açabilir.

Bu, kurumların ortadan kalkması anlamına gelmez, ancak onları marjinalleştirebilir, zayıflatabilir veya yalnızca ihtiyaç duyulduğunda kullanılabilir hale getirebilir. Yeni ve daha katı diplomasi biçimleri hakim olabilir; anlaşmalar etki, kaynaklar, güç dengesizlikleri ve anlık imtiyazlara dayanabilir. Böyle bir dünya, daha güçlü devletleri destekleyebilir, daha küçük devletleri zayıflatabilir ve küresel zorluklar (iklim, göç, salgın hastalıklar, nükleer silah kontrolü vb.) konusunda çok taraflı iş birliği alanını daraltabilir.

Aynı zamanda, üzerinde anlaşmaya varılmış normların azaldığı bir dünyada, öngörülemezlik artar. Bu, çatışmaları şiddetlendirebilir, istikrarı zayıflatabilir ve diplomatik güvenin yeniden inşasını daha da zorlaştırabilir. Genel olarak takasa dayalı anlaşmalar kısa vadeli faydalar sağlayabilir, ancak aynı zamanda adaletsizliği pekiştirebilir, kızgınlığı körükleyebilir ve pazarlıklar, zorlama ve çatışma döngüleri yaratabilir.

Özünde, takas diplomasisinin mantığı yeni değil. Ancak Trump döneminde yeni olan husus, bu diplomasinin ölçeği, açıklığı, cesareti ve kişiselleştirilmesidir; yani aleni pazarlıklar, yüksek riskli anlaşmalar, bölgesel ve kaynaklara dayalı müzakereler, tasavvur edilmiş kazanımlar için ittifakları yeniden şekillendirme veya normları parçalama isteğidir.

Bu eğilimin kalıcı hale gelip gelmeyeceği ve küresel düzeni güçlendirip güçlendirmeyeceği büyük ölçüde liderlerin, devletlerin ve küresel kurumların gelecekte nasıl tepki vereceğine bağlıdır. Çok taraflı normlar ve kurumlar zayıflarsa, diplomasinin kolektif normlar, istikrar ve iş birliği alanı olmaktan ziyade güç, kaynak ve anlaşmalar için bir pazar yeri haline geldiği bir dünya görebiliriz.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.


İsrail, Doğu Kudüs'te bir binayı yıkarak onlarca Filistinliyi yerinden etti

Filistinli bir adam, İsrail güçlerinin Doğu Kudüs'teki bir binayı yıkmasını izliyor. (Reuters)
Filistinli bir adam, İsrail güçlerinin Doğu Kudüs'teki bir binayı yıkmasını izliyor. (Reuters)
TT

İsrail, Doğu Kudüs'te bir binayı yıkarak onlarca Filistinliyi yerinden etti

Filistinli bir adam, İsrail güçlerinin Doğu Kudüs'teki bir binayı yıkmasını izliyor. (Reuters)
Filistinli bir adam, İsrail güçlerinin Doğu Kudüs'teki bir binayı yıkmasını izliyor. (Reuters)

İsrail makamlarına bağlı iş makineleri, bugün Doğu Kudüs’te ruhsatsız inşa edildiği gerekçesiyle dört katlı bir binanın yıkımına başladı. Binada 100’den fazla Filistinlinin yaşadığı belirtilirken, sakinler yıkımı ‘bir felaket’ olarak nitelendirdi. İnsan hakları örgütleri ise bunun 2025 yılı içinde gerçekleştirilen en büyük yıkım olduğunu açıkladı.

Filistin Yönetimi’ne bağlı Kudüs Valiliği, söz konusu yıkımı kınayarak, bunun ‘zorla yerinden etme politikası’ kapsamında değerlendirildiğini bildirdi.

İşgal altındaki Doğu Kudüs’ün Eski Şehir yakınlarında yer alan Silvan beldesindeki mahalleye, İsrail polisinin oluşturduğu güvenlik kordonu eşliğinde üç iş makinesi girdi. Makineler, aralarında kadınlar, çocuklar ve yaşlıların da bulunduğu 10’dan fazla ailenin yaşadığı binayı yıkmaya başladı.

Binada eşi ve beş çocuğuyla birlikte yaşayan Iyd Şavar, yıkımın ‘tüm sakinler için bir trajedi’ olduğunu söyledi.

67yuı
Doğu Kudüs'te bir binayı yıkan İsrail buldozerleri (AFP)

Şavar, AFP’ye yaptığı açıklamada, “Kapıyı biz uyurken kırdılar. Kıyafetlerimizi değiştirmemizi ve sadece gerekli evrak ve belgeleri almamızı istediler, eşyalarımızı çıkarmamıza izin vermediler” dedi. Gidecek bir yeri olmadığını belirten Şavar, yedi kişilik ailesinin araçta kalmak zorunda olduğunu söyledi.

AFP muhabirleri, bina sakinlerinin gözleri önünde üç buldozerin yıkım çalışmalarını sürdürdüğünü aktardı. Yıkımı izleyen bir kadın, yaşadığı acı ve çaresizlikle “Burası benim yatak odam” sözleriyle tepkisini dile getirdi.

Doğu Kudüs’te yaşayan Filistinliler, ciddi bir konut kriziyle karşı karşıya bulunuyor. İsrail’e bağlı belediye, Filistinlilere çok sınırlı sayıda inşaat izni verirken, bu izinlerin nüfus artışıyla uyumlu olmadığı belirtiliyor.

Filistinliler ve insan hakları savunucuları, bu kısıtlamaların demografik büyümeyi dikkate almadığını ve konut yetersizliğine yol açtığını vurguluyor.

sdfgt
Yıkıma katılan İsrail buldozerleri (EPA)

İsrail makamları, Doğu Kudüs ve işgal altındaki Batı Şeria’da Filistinliler tarafından inşa edilen yapılar için düzenli olarak yıkım operasyonları gerçekleştiriyor.

Filistinliler, Doğu Kudüs’ü gelecekte kurulacak devletlerinin başkenti olarak talep ederken, İsrail kentin tamamını kendi başkenti olarak görüyor.

Doğu Kudüs’te 360 binden fazla Filistinli yaşarken, bölgede yaklaşık 230 bin İsrailli bulunuyor.

Ramallah merkezli Filistin Yönetimi’ne bağlı Kudüs Valiliği, söz konusu yıkımı ‘savaş suçu ve insanlığa karşı suç’ olarak nitelendirdi. Açıklamada, bu uygulamaların, Filistinli vatandaşları zorla yerinden etmeyi ve Kudüs kentini asli sakinlerinden arındırmayı hedefleyen sistematik bir politikanın parçası olduğu ifade edildi.

cdfrgt
Doğu Kudüs'te bir binayı yıkan İsrail buldozerleri (Reuters)

İsrailli insan hakları örgütleri Ir Amim ve Bimkom, ortak açıklamalarında, binanın ‘önceden herhangi bir uyarı yapılmaksızın’ yıkılmaya başlandığını bildirdi. Açıklamada, yıkımın, ailelerin avukatları ile Kudüs Belediyesi’nden bir yetkili arasında, ‘binanın statüsünün düzenlenmesine yönelik olası adımların ele alınacağı’ planlı bir toplantıdan sadece saatler önce gerçekleştirildiği vurgulandı.

Örgütlere göre bu yıkım, ‘2025 yılı içinde Kudüs’te gerçekleştirilen en büyük yıkım operasyonu’ niteliğini taşıyor. Açıklamada ayrıca, bu yıl Doğu Kudüs’te yaklaşık 100 ailenin evsiz kaldığı belirtildi.

AFP’nin sorularına yanıt veren İsrail’e bağlı Kudüs Belediyesi ise binanın ‘ruhsatsız inşa edildiğini’ ve yapı hakkında 2014 yılından bu yana geçerli bir yargı kararı bulunduğunu açıkladı. Belediye, binanın üzerinde bulunduğu arazinin ‘eğlence ve spor amaçlı’ olarak sınıflandırıldığını, konut alanı olmadığını da kaydetti.


İsrail’in Iraklı gruplara ait ayrıntılı veri tabanı Bağdat’ta şaşkınlık yarattı

Bağdat'taki Haşdi Şabi güçleri tarafından düzenlenen gösteriden bir kare (DPA)
Bağdat'taki Haşdi Şabi güçleri tarafından düzenlenen gösteriden bir kare (DPA)
TT

İsrail’in Iraklı gruplara ait ayrıntılı veri tabanı Bağdat’ta şaşkınlık yarattı

Bağdat'taki Haşdi Şabi güçleri tarafından düzenlenen gösteriden bir kare (DPA)
Bağdat'taki Haşdi Şabi güçleri tarafından düzenlenen gösteriden bir kare (DPA)

Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgilere göre, Iraklı yetkililer son günlerde, İsrail tarafından hazırlanmış son derece ayrıntılı bir güvenlik veri tabanını teslim aldı. Batılı bir istihbarat servisi üzerinden iletilen dosya; silahlı Iraklı gruplara ilişkin liderlik yapıları, askerî organizasyonlar, mali ağlar ve bu yapılara bağlı devlet kurumları hakkında geniş bilgiler içeriyor.

Kaynaklar, verilerin hacmi ve doğruluk düzeyinin Iraklı yetkilileri şaşırttığını ve olası bir askerî harekâta yönelik ciddi bir uyarı niteliği taşıdığını aktardı.

Dosyanın teslimi, Irak’a yakın dost bir Arap ülkenin Bağdat’ı uyardığı süreçle eş zamanlı gerçekleşti. Söz konusu ülke, İsrail’in, ABD’nin “yeşil ışık” yaktığı bir askerî operasyon seçeneğini açıkça konuştuğunu iletti. Washington’ın, devlet dışı silahlı yapılara ilişkin sabrının azaldığı belirtiliyor. Bir Iraklı yetkili de, bu mesajların Bağdat’a ulaştığını doğruladı.

Bilgilere göre muhtemel saldırılar; eğitim kampları, füze ve İHA depoları ile bu gruplar ve Haşdi Şabi’ye bağlı finansal ve askerî etki sahibi kurum ve kişileri hedef alacaktı.

Bu gelişmeler, Irak’taki Şii ittifakı “Koordinasyon Çerçevesi” içinde silahın devlet tekelinde toplanması yönünde hızlanan tartışmaları tetikledi. İlk aşamada ağır silahların teslimi ve bazı stratejik üslerin tasfiyesi gibi seçenekler masaya geldi. Ancak uygulamanın kim tarafından yürütüleceği ve güvenlik garantilerinin nasıl sağlanacağı konularında görüş ayrılıkları sürüyor.

Öte yandan, ABD yönetimi güvenlik iş birliğini, silahlı grupların operasyonel kabiliyetlerinin kaldırılmasına dair bağlayıcı bir takvim şartına bağladı.

Bölgesel düzeyde ise NBC News’in haberine göre, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, ABD Başkanı Donald Trump’a İran’ın balistik füze programındaki genişleme risklerini aktaracak ve yeni saldırı seçeneklerini görüşecek.