Rusya’dan Deyrizor’daki ABD’li bir yatırımcıya yönelik ceza hamlesi

Deyrizor’un girişinde, 2017’de görüntülenen Suriye rejim unsurları. (Getty)
Deyrizor’un girişinde, 2017’de görüntülenen Suriye rejim unsurları. (Getty)
TT

Rusya’dan Deyrizor’daki ABD’li bir yatırımcıya yönelik ceza hamlesi

Deyrizor’un girişinde, 2017’de görüntülenen Suriye rejim unsurları. (Getty)
Deyrizor’un girişinde, 2017’de görüntülenen Suriye rejim unsurları. (Getty)

Rus kuvvetleri, Deyrizor şehrindeki et-Taim ve el-Verd petrol sahalarına yatırımı, Arfada şirketine emanet etti. Şam, şirkete geçen iki yıl boyunca ‘ağır petrolün rafine edilmesi için ‘Rusafa’, yoğunlaşmış petrolün rafine edilmesi için de ‘es-Sahel’ petrol rafinerilerini kurmasına izin vermişti.
Deyrizor’daki medya kaynakları, şehirdeki askeri havaalanında Rus subaylar ile 39 yaşındaki Suriyeli iş adamı Husam Katirci ve yardımcısı Hüseyin es-Satam es-Sultan arasında bir görüşme yapıldığını aktardı. Kaynaklar, görüşmede Arfada şirketinin sahibi Katirci’nin, Rus kuvvetleri ile beş yıllık bir süre için petrol sahaları et-Taim ve el-Verd’e yönelik bir yatırım sözleşmesi imzaladığını bildirdi.
Şam’da 2018 yılında kurulan Arfada şirketinin sahibi olan kardeşlerden Husam Katirci, şirket hisselerinin yüzde 34’üne, 33 yaşındaki Muhammed Bera Katirci ve Ahmed Beşir Katirci de yüzde 33 hisseye sahip. Arfada geçen yıl, ortaklık hisselerinin yüzde 15’ine sahip olan Şam’daki Petrol ve Maden Kaynakları Bakanlığı ile ortaklaşa olarak iki petrol rafinerisi kurmak için başkanlık ruhsatı alan ilk özel sektör kuruluş olarak biliniyor.
‘Eye of the Euphrates’ haber ağı, Rus kuvvetlerin Deyrizor’daki et-Taim ve el-Verd sahaları hususunda Husam Katirci’nin şirketine yatırım yapmak zorunda kaldığını duyurdu. Ebu Kemal kırsalındaki el-Hasayan ve el-Hammar petrol sahaları, onlarca yıldır Şam ile yatırım anlaşmaları imzalama gerekesiyle Rus kuvvetlere teslim edilmelerine karşı çıkan İran Devrim Muhafızları kontrolü altında bulunuyor.
Rus kuvvetler, geçen yazdan bu yana Deyrizor’daki et-Taim ve el-Verd sahalarını kontrol ederken İranlı milisler ise 2017 yılında DEAŞ’ın sınır dışı edilmesinden bu yana Ebu Kemal kırsalında ‘el-Hasayan’ ve ‘el-Hammar’ sahalarını kontrol altında tutuyor. Suriye hükümeti verilerine göre et-Taim sahası, günlük 2 bin 500 varil üretirken rejim ve müttefiklerinin kontrolündeki Deyrizor sahaları günde 4 bin 600 varile ulaşıyor.
Doğu Suriye’deki petrol yataklarının çoğu, Irak ve Türkiye sınırlarına yakın Deyrizor ve Haseke vilayetlerinde yoğunlaşmış durumda. Çoğunluğu Fırat’ın doğusundaki ABD güçleri tarafından desteklenen Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) kontrolü altındayken, SDG ise 25’ten fazla gaz kuyusunun yanı sıra bin 322’den fazla kuyu içeren Rimelan sahasını kontrol ediyor. Aynı şekilde Suriye’deki en büyük petrol sahaları olan el-Ömer, et-Tanak, el-Ezba ve Deyrizor kırsalındaki diğer bazı alanlar da SDG’nin kontrolünde. Rejim ve müttefikleri küçük sahaları kontrol ederken Fırat’ın batısında rejim ve Rus güçlerin kontrolü altındaki el-Verd ve et-Taim sahaları, el-Ömer ve et-Tanak sahalarından gelen petrol için devasa bir istasyon olmaları dolayısıyla çok az getiri sağlıyor. Cafra ve Konika sahaları gaz üretirken, İran kontrolündeki Dero, Cafra ve el-Harata sahaları ise günde yaklaşık 2 bin varil üretim yapıyor.
Uluslararası raporlar, günlük üretim seviyeleri açısından Suriye’nin petrol rezervlerinin 2011 yılı öncesi ile dünyada yaklaşık 0,14 olduğunu gösteriyor. Şam’daki Petrol Bakanlığı’nın verilerine göre 300 bin varil, savaşın patlak vermesinden sonra 40 bine geriledi ve petrol sektöründeki kayıplar 91,5 milyar dolar oldu.
‘Eye of the Euphrates’ haber ağı, Katirci gruplarının aylık maaşlar karşılığında doğu bölgesi, Şamitiye, Maadan, Sabha ve Ebu Kemal’den bizlerce genci saflarına kattığını açıkladı. Grupların gençlere verdiği maaşlar, gıda sepeti ve 225 bin Suriye lirası (60 ABD doları) civarında. Rakka’nın güneyindeki Sufyan er-Rusafa sahasında konuşlanmış Katirci grupları, tankların ve petrol kuyularının korunmasından sorumlu.
Katirci kardeşler, savaş sırasında ortaya çıkan Suriye “para balinalarından” ve Suriye rejiminin en önemli ekonomik kollarından biri olarak görülüyor. Ayrıca bu kardeşler, DEAŞ örgütüyle ticari işlerde rejimin eldiveni olarak sayılıyor.
Katirci, Suriye petrolünü ve buğdayını 2014 yılından beri rejim kontrolü dışındaki bölgelerden devraldı. Bu durum, ABD Hazine Bakanlığı’nın 2018 yılında Katirci’ye yaptırım uygulamasına neden oldu. Ayrıca geçen yılın sonunda Petrol Bakanlığı’na, aralarında Husam Katirci de olmak üzere bir dizi iş adamına ve ‘Rusafa Rafineri Şirketi, Sahel Rafineri Şirketi, Arvada Petrol Şirketi’ de dahil olmak üzere bir dizi şirkete yeni yaptırımlar uygulandı.
Geçen yıl Katirci gruplarının DEAŞ kalıntıları tarafından saldırılara maruz kalması sonrasında şirket çalışmaları, Rus kuvvetlerin komutası ve koruması altına girdi.
Diğer yandan Suriye’nin doğusundaki yerel kaynaklar, 28 Şubat’ta Ebu Kemal şehrinin Haseke bölgesi yakınlarında, İranlı milislerin konvoylarındaki kimliği meçhul uçaklar tarafından 10’dan fazla patlama meydana geldiğini aktardı.



İsrail saldırganlığı karşısında Suriye'nin seçenekleri

 İsrail'in Suriye'ye saldırıları (Arşiv-Suriye İnsan Hakları Gözlemevi)
 İsrail'in Suriye'ye saldırıları (Arşiv-Suriye İnsan Hakları Gözlemevi)
TT

İsrail saldırganlığı karşısında Suriye'nin seçenekleri

 İsrail'in Suriye'ye saldırıları (Arşiv-Suriye İnsan Hakları Gözlemevi)
 İsrail'in Suriye'ye saldırıları (Arşiv-Suriye İnsan Hakları Gözlemevi)

Mecid Kayalı

Mevcut koşullar altında İsrail, Hamas ve Hizbullah'ın gücünü ve konumunu zayıflattıktan, Suriye rejimi çöktükten ve İran'ın Arap Maşrık (Levant) ülkelerindeki nüfuzunu sonlandırdıktan veya sınırlandırdıktan sonra, bölgede politik ve güvenlik açısından yeni bir stratejik gerçeklik dayatmaya çabalıyor. Hatta Aksa Tufanı’nın, ABD'nin sınırsız desteği de dahil ortaya çıkardığı sonuçlardan yararlanarak, bu bölgede bir tür kırılgan rejimler kurmak için müdahalelerde bile bulunuyor.

Siyasi düzeyde İsrail, yalnızca zayıf ve dağılmış Arap sistemine karşı değil, aynı zamanda diğer iki bölge ülkesine, yani Türkiye ve İran'a karşı da bölgede daha güçlü bir bölgesel devlet veya baskın bir devlet olarak kendini dayatmaya çalışıyor. İsrail'in Türkiye ile sorunu, Türkiye'nin yeni Suriye'deki siyasi, ekonomik ve askeri ağırlığının azaltılmasıyla ilgili ise İran ile sorunu, İran'ın nükleer ve füze programlarını çökertme ve kendisini sınırları içine hapsetmekte ısrar etmesinden kaynaklanıyor. Filistinlilere gelince, İsrail onları siyasi denklemden silmeye, bağımsız bir Filistin varlığını engellemeye ve nehirden denize kadar üzerlerindeki hakimiyetini sağlamlaştırmaya çalışıyor.

Güvenlik açısından İsrail, yalnızca ordusunun prestijini yeniden kazanmasını sağlamayı veya yakın çevresinde herhangi bir askeri gücün belirmesini engellemek için önleyici savaşlara girişmeyi amaçlamıyor. Aynı zamanda Suriye ve Lübnan'da, kendine hayati bir alan yaratmaya çalışıyor. Gazze ve Batı Şeria'da oluşturulacak tampon bölgelerle birlikte, bu alan Suriye’de Dera, Kuneytra ve Suveyda illeri, Lübnan'da, Litani Nehri'nin kuzeyindeki Evveli Nehri sınırlarına kadar olan bölge dahil olmak üzere 60 kilometre derinlikte. Adı geçen iki ülkeye zaman zaman düzenlediği askeri saldırıların açıklaması da budur. Bu saldırılarla sanki hem devlet hem de milis güçler düzeyinde kendisi ile çatışmada askeri seçeneğin sonunu hazırlıyor.

Ancak İsrail, radikal hükümetinin savaşı sürdürme, Suriye, Lübnan, Gazze ve Batı Şeria’yı silahsızlandırma veya silahları sınırlandırma talebi konusundaki ısrarından da anlaşılacağı üzere, ayrıca Suriye ve Lübnan'daki mezhepsel ayrışmalara yatırım yaparak, komşu rejimlerin yapılarını değiştirmek için mevcut Arap, bölgesel ve uluslararası koşulları kullanmayı amaçlıyor. Böylece mezhepçi/Yahudi devleti karakterini genelleştirmeye çalışıyor. Zira Arap Maşrık ülkelerinin de kendisine benzemesi, onu Arap coğrafyasında bir Yahudi devleti olarak istisnai durumundan kurtaracaktır. Azınlıkları korumak ile övünmesinin anlamı da belki budur.

İsrail, tarih boyunca jeopolitik önemi nedeniyle, şu aşamada Suriye'ye diğer ülkelerden daha fazla odaklanıyor. Çünkü zorlu bir geçiş sürecinden yaşıyor ve Esed rejiminin bıraktığı ağır mirasın yükünü her düzeyde taşıyor.

Bu bakış açısının İsrail'de aşırı milliyetçi ve dinci sağın ideolojik cephaneliğinin her zaman bir parçası olduğu biliniyor. Bu, bazılarının inandığı gibi Suriye'yi sadece coğrafi olarak değil, aynı zamanda ve en önemlisi toplumsal düzeyde de bölmeyi amaçlıyor.

Tarih boyunca sahip olduğu jeopolitik önem nedeniyle, İsrail'in şu aşamada Suriye'ye diğer ülkelerden daha fazla odaklandığı aşikâr. Çünkü zorlu bir geçiş sürecinden geçiyor ve Esed rejiminin geride bıraktığı ağır mirasın yükünü her düzeyde taşıyor. Yani bu dönem, İsrail'in Suriye'yi devlet ve halk olarak zayıflatması, gelecekte de siyasi, ekonomik ve sosyal güç elde etme kabiliyetini sınırlaması için en uygun dönemdir.

İsrail'in Suriye'ye yönelik müdahale ve saldırılarını, öncelikle terörist ve cihatçı etkinin artması korkusuyla örtbas ettiğini belirtmekte fayda var. İkinci gerekçesi, İsrail'e karşı düşmanlık beslediğini varsaydığı, sanki bu konuda İran'ın yerini alabilecekmiş gibi algıladığı Türkiye'nin nüfuzunun artmasını engellemek. Üçüncüsü, yeni Suriye rejiminin, İsrail'e karşı savaşmayacağına dair İsrail'i rahatlatacak ölçüde kesin işaretler vermemesi. Dördüncüsü, bölgedeki yeni denklemler ve gelişmeler doğrultusunda Suriye'yi İsrail ile normalleşme dalgasına çekmek.

Suriye'nin İsrail'in bu pusuları ve müdahaleleri karşısındaki sorunu, bitkin ve güçsüz olması ve onu parçalanmaya sürükleyen etkenlerin varlığıdır. İsrail ile hegemonya mücadelesi veren bölgesel güçlerin ortadan kalkması veya zayıflamasıdır. İran, tüm milis güçlerinin başına gelenlerden sonra artık kendi bekasıyla ilgileniyor. Siyasi ve ekonomik baskı altında olduğu gibi, nükleer ve füze programlarının belini kıracak olası bir saldırı tehdidiyle de karşı karşıya.

Suriye için mümkün olan ve en güvenli seçenek, onu iki yönden güçlendirmektir: Birincisi, devleti bir kurumlar ve hukuk devleti olarak inşa etmek, Suriyeliler her anlamda bir halk olsun diye vatandaşlığa dayalı bir toplum tesis etmektir

Türkiye’ye gelince, Suriye liderliğini kucaklamasına veya desteklemesine rağmen, ABD'nin desteklediği İsrail politikalarına karşı fazla bir şey yapması mümkün değil. Türkiye, NATO'nun önemli bir üyesi ve Suriye'ye olan ilgisi büyük ölçüde, hemen yanı başında bağımsız bir Kürt oluşumunun kurulmasını engellemekle sınırlı. Söylemi ne olursa olsun Suriye'deki rolünü sadece yumuşak güç, ekonomik imkânlar, altyapı ve hatta güvenlik güçlerinin eğitimi ile sınırlıyor.

Bu durum karşısında Suriye'nin seçenekleri sınırlı ve kısıtlı görünüyor; yorgun, bitkin ve parçalanmış, siyasi, ekonomik ve sosyal olarak acilen toparlanmaya ihtiyaç duyan bir Suriye gerçeğinde askeri seçeneği önermek pervasızlıktır. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre buna ilave olarak, Suriye ordusunun kapasitesinin ve altyapısının tahrip edilmesinden ve İsrail’in uzun elinin İran'a kadar bütün Ortadoğu'ya uzanabildiği ortaya çıktıktan sonra, savaşacak gücü ve kapasitesi de yok.

Dolayısıyla Suriye için mümkün olan ve en güvenli seçenek, onu iki yönden güçlendirmektir: Birincisi, devleti kurumlar ve hukuk devleti olarak inşa etmek, ikincisi de Suriyeliler her anlamda bir halk olsun diye vatandaşlığa dayalı bir toplum tesis etmektir. Kastettiğimiz, Suriye'de coğrafi bölünmüşlüğü reddedip, merkezi bir devlete yönelmekten bahsetmekle yetinmenin mümkün veya yeterli olmadığıdır. Çünkü böyle bir devlet ne bir güç göstergesidir ne de birlik göstergesidir, önemli olan halkın birliğidir. Bu da ancak etnik, mezhepsel ve siyasal ayrımlardan uzak, özgür ve eşit yurttaşlardan oluşan bir devletin kurulmasıyla gerçekleşebilir. İsrail devletinin kuruluşundan bu yana ihmal edilen veya bastırılan, İsrail'e karşı en etkili silah da budur.

İkinci boyut, Suriye'nin uluslararası, bölgesel ve Arap dünyasıyla ilişkilerinin güçlendirilmesini, dünyaya ve gerçekliğe karşılık vermesini ve uyum sağlamasını gerektiriyor. Çünkü böyle bir uyum, İsrail'in öne sürdüğü argümanları elinden alacaktır.

Burada Suriye'nin şu anda bir geçiş sürecinde olduğunu, Suriye'nin ve halkının geleceğinin, bu süreci sağlam ve doğru temeller üzerinde geçirmesinin belirleyeceğini kastediyoruz.

*Bu analiz Şarku'l Avsat tarafınadan Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.