7 çocuğun öldüğü el-Hol kampı yangınından DEAŞ sorumlu

Suriye’nin kuzeydoğusunda yer alan el Hol kampında çıkan yangının ardından hastanede oğluyla birlikte kalan kadın (AFP)
Suriye’nin kuzeydoğusunda yer alan el Hol kampında çıkan yangının ardından hastanede oğluyla birlikte kalan kadın (AFP)
TT

7 çocuğun öldüğü el-Hol kampı yangınından DEAŞ sorumlu

Suriye’nin kuzeydoğusunda yer alan el Hol kampında çıkan yangının ardından hastanede oğluyla birlikte kalan kadın (AFP)
Suriye’nin kuzeydoğusunda yer alan el Hol kampında çıkan yangının ardından hastanede oğluyla birlikte kalan kadın (AFP)

Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR), 27 Şubat tarihinde Haseke’nin doğu kısalında yer alan el Hol kampında gerçekleşen yangındaki kurban sayısının 9’a yükseldiğini duyurdu. 7’si çocuk 2’i kadının hayatını kaybettiğini olayın arkasında DEAŞ’ın olduğunu düşünülüyor. 20 kişinin ağır yaralandığı yangın olayında ölü sayısında artış yaşanabilir.
SOHR tarafından daha önce yapılan açıklamada, Haseke kırsalındaki el Hol kampının dördüncü bölümde yer alan çadırlardan birinde çıkan ve geniş alana yayılan yangın sonucunda aralarında 5 çocuk ve 1 kadının bulunduğu 19 kişide çeşitli yanıklar olduğu belirtilmişti. 2021 yılının başından bu yana el Hol kampı DEAŞ terör örgütünün çeşitli saldırılarına tanıklık ediyor.
Diğer yandan Doğu Suriye Özerk Yönetimi yetkilileri, ABD Başkanı Joe Biden yönetimin atamalarına övgüde bulunurken, Rusya’nın Fırat’ın doğusundaki ‘şantajını’ eleştirdi.
Suriye Demokratik Meclisi (SDM) ABD Temsilcisi Sinem Muhammed, yeni yönetimin 10 yıllık Suriye krizine radikal çözümler ve özerk yönetime siyasi destek sağlama ihtiyacına katkı sağlayacağını belirtti. Muhammed açıklamasında, ABD Dışişleri Bakanlığı, Beyaz Saray ve Pentagon tarafından atanan ekibin üyelerinin, SDM ile yakın bir şekilde çalıştıkları için bölgedeki, Suriye'nin geri kalanındaki ve komşu Irak'taki durumdan tamamen haberdar olduklarını belirtti. Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) ve SDM ile yakın bir şekilde çalıştığını söyleyen Muhammed,  üzerinde çalıştıkları ve destek aradıkları demokratik çoğulcu projeye aşina olduklarını ifade etti.
Suriye’nin ABD yönetimin siyasetteki ilgi odağından çıktığını dile getiren Muhammed, ‘maalesef Suriye’nin yeni yönetimin önceliklerinin başında olmadığını, bunun uluslararası toplum ve önceki yönetimin Suriye krizini sona erdirmek için çözüm bulamamasından kaynaklandığına inandığını belirterek, konunun çıkmaza girdiğini’ söyledi. ABD temsilcisi ayrıca, özerk yönetim ekiplerinin hali hazırda Suriye krizine çözüm bulmak için mekanizma ve çözüm yolları aramak için çalıştığını aktardı.
Diğer yandan SDM, Rusya'nın Beşşar Esed'e sadık güçleri teslim etme taleplerine boyun eğmek için SDG’ye baskı yapma girişimleri konusunda uyarıda bulundu. SDM Halka İlişkiler Ofisi’nden Selam Hüseyin konuyla ilgili yaptığı açıklamada, “Askeri güçlerimiz topraklarına bağlılıklarının bir sonucu olarak taleplerine teslim olmadılar. Suriye'nin birliğine ve Suriye topraklarında siyasi çözümler bulmaya odaklanan ulusal bir projeleri var” şeklinde konuştu.
Bu bağlamda Rusya Askeri Polisi (Jandarması) geçtiğimiz hafta,  Türk ordusunun daha fazla ilerleme kaydetmesine yer açılması adına Haseke’nin batısında yer alan Rakka ve Tel Tamr kırsalının kuzeyinde yer alan Ayn İsa’dan çekildiklerini duyurdu.
Hüseyin bu duyuruyu ‘Rus şantajı’ olarak nitelendirirken,  Rusya’nın Ayn İsa Kampı’nın Türk kuvvetlerine teslim edilmesi yönündeki taleplerini reddetmesinin ardından bu mesajı açıkladığını söyledi. Hüseyin açıklamasında, “ABD liderliğindeki uluslararası koalisyonun desteğiyle SDG’nin DEAŞ’tan kurtardığı topraklardan vazgeçmek istemediğini vurgulayarak, diğer güçlerle yapılan mutabakat sonucunda SDG’nin Suriye’nin kuzeyinde geniş alanları elinde tutan Türk ordusuna topraklarına teslim etmeyeceklerini” söyledi. Bölgenin teslim edilmeyeceğini söyleyen Hüseyin, SDG’nin Suriye topraklarının birliğine odaklanan ulusal bir projeye sahip olduğunu kaydetti.
Selam Hüseyin açıklamasında, “Eğer Ruslar ciddiyse tek bir masaya oturup birleşik bir ulusal ordu oluşturarak, Suriye'nin bölünmesini engelleyerek başta Türkiye olmak üzere tüm dış güçleri dışarı atarak herkesi tatmin edecek siyasi çözümler üreterek askeri tarafta anlaşalım” ifadelerini kullandı.
Özerk Yönetimin yerlerinden edilmiş kişiler ve mülteci işleri bürosu, ülkenin kuzeyindeki ve doğusundaki kamplara insani yardım ulaştırmak için Til Koçer sınır kapısının yeniden açılması çağrısında bulundu. Büro başta el Hol kampı olmak üzere kamplara yardım sağlanması için Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) ve uluslararası kuruluşlara çağrıda bulundu.



İsrail saldırganlığı karşısında Suriye'nin seçenekleri

 İsrail'in Suriye'ye saldırıları (Arşiv-Suriye İnsan Hakları Gözlemevi)
 İsrail'in Suriye'ye saldırıları (Arşiv-Suriye İnsan Hakları Gözlemevi)
TT

İsrail saldırganlığı karşısında Suriye'nin seçenekleri

 İsrail'in Suriye'ye saldırıları (Arşiv-Suriye İnsan Hakları Gözlemevi)
 İsrail'in Suriye'ye saldırıları (Arşiv-Suriye İnsan Hakları Gözlemevi)

Mevcut koşullar altında İsrail, Hamas ve Hizbullah'ın gücünü ve konumunu zayıflattıktan, Suriye rejimi çöktükten ve İran'ın Arap Maşrık (Levant) ülkelerindeki nüfuzunu sonlandırdıktan veya sınırlandırdıktan sonra, bölgede politik ve güvenlik açısından yeni bir stratejik gerçeklik dayatmaya çabalıyor. Hatta Aksa Tufanı’nın, ABD'nin sınırsız desteği de dahil ortaya çıkardığı sonuçlardan yararlanarak, bu bölgede bir tür kırılgan rejimler kurmak için müdahalelerde bile bulunuyor.

Siyasi düzeyde İsrail, yalnızca zayıf ve dağılmış Arap sistemine karşı değil, aynı zamanda diğer iki bölge ülkesine, yani Türkiye ve İran'a karşı da bölgede daha güçlü bir bölgesel devlet veya baskın bir devlet olarak kendini dayatmaya çalışıyor. İsrail'in Türkiye ile sorunu, Türkiye'nin yeni Suriye'deki siyasi, ekonomik ve askeri ağırlığının azaltılmasıyla ilgili ise İran ile sorunu, İran'ın nükleer ve füze programlarını çökertme ve kendisini sınırları içine hapsetmekte ısrar etmesinden kaynaklanıyor. Filistinlilere gelince, İsrail onları siyasi denklemden silmeye, bağımsız bir Filistin varlığını engellemeye ve nehirden denize kadar üzerlerindeki hakimiyetini sağlamlaştırmaya çalışıyor.

Güvenlik açısından İsrail, yalnızca ordusunun prestijini yeniden kazanmasını sağlamayı veya yakın çevresinde herhangi bir askeri gücün belirmesini engellemek için önleyici savaşlara girişmeyi amaçlamıyor. Aynı zamanda Suriye ve Lübnan'da, kendine hayati bir alan yaratmaya çalışıyor. Gazze ve Batı Şeria'da oluşturulacak tampon bölgelerle birlikte, bu alan Suriye’de Dera, Kuneytra ve Suveyda illeri, Lübnan'da, Litani Nehri'nin kuzeyindeki Evveli Nehri sınırlarına kadar olan bölge dahil olmak üzere 60 kilometre derinlikte. Adı geçen iki ülkeye zaman zaman düzenlediği askeri saldırıların açıklaması da budur. Bu saldırılarla sanki hem devlet hem de milis güçler düzeyinde kendisi ile çatışmada askeri seçeneğin sonunu hazırlıyor.

Ancak İsrail, radikal hükümetinin savaşı sürdürme, Suriye, Lübnan, Gazze ve Batı Şeria’yı silahsızlandırma veya silahları sınırlandırma talebi konusundaki ısrarından da anlaşılacağı üzere, ayrıca Suriye ve Lübnan'daki mezhepsel ayrışmalara yatırım yaparak, komşu rejimlerin yapılarını değiştirmek için mevcut Arap, bölgesel ve uluslararası koşulları kullanmayı amaçlıyor. Böylece mezhepçi/Yahudi devleti karakterini genelleştirmeye çalışıyor. Zira Arap Maşrık ülkelerinin de kendisine benzemesi, onu Arap coğrafyasında bir Yahudi devleti olarak istisnai durumundan kurtaracaktır. Azınlıkları korumak ile övünmesinin anlamı da belki budur.

İsrail, tarih boyunca jeopolitik önemi nedeniyle, şu aşamada Suriye'ye diğer ülkelerden daha fazla odaklanıyor. Çünkü zorlu bir geçiş sürecinden yaşıyor ve Esed rejiminin bıraktığı ağır mirasın yükünü her düzeyde taşıyor.

Bu bakış açısının İsrail'de aşırı milliyetçi ve dinci sağın ideolojik cephaneliğinin her zaman bir parçası olduğu biliniyor. Bu, bazılarının inandığı gibi Suriye'yi sadece coğrafi olarak değil, aynı zamanda ve en önemlisi toplumsal düzeyde de bölmeyi amaçlıyor.

Tarih boyunca sahip olduğu jeopolitik önem nedeniyle, İsrail'in şu aşamada Suriye'ye diğer ülkelerden daha fazla odaklandığı aşikâr. Çünkü zorlu bir geçiş sürecinden geçiyor ve Esed rejiminin geride bıraktığı ağır mirasın yükünü her düzeyde taşıyor. Yani bu dönem, İsrail'in Suriye'yi devlet ve halk olarak zayıflatması, gelecekte de siyasi, ekonomik ve sosyal güç elde etme kabiliyetini sınırlaması için en uygun dönemdir.

İsrail'in Suriye'ye yönelik müdahale ve saldırılarını, öncelikle terörist ve cihatçı etkinin artması korkusuyla örtbas ettiğini belirtmekte fayda var. İkinci gerekçesi, İsrail'e karşı düşmanlık beslediğini varsaydığı, sanki bu konuda İran'ın yerini alabilecekmiş gibi algıladığı Türkiye'nin nüfuzunun artmasını engellemek. Üçüncüsü, yeni Suriye rejiminin, İsrail'e karşı savaşmayacağına dair İsrail'i rahatlatacak ölçüde kesin işaretler vermemesi. Dördüncüsü, bölgedeki yeni denklemler ve gelişmeler doğrultusunda Suriye'yi İsrail ile normalleşme dalgasına çekmek.

Suriye'nin İsrail'in bu pusuları ve müdahaleleri karşısındaki sorunu, bitkin ve güçsüz olması ve onu parçalanmaya sürükleyen etkenlerin varlığıdır. İsrail ile hegemonya mücadelesi veren bölgesel güçlerin ortadan kalkması veya zayıflamasıdır. İran, tüm milis güçlerinin başına gelenlerden sonra artık kendi bekasıyla ilgileniyor. Siyasi ve ekonomik baskı altında olduğu gibi, nükleer ve füze programlarının belini kıracak olası bir saldırı tehdidiyle de karşı karşıya.

Suriye için mümkün olan ve en güvenli seçenek, onu iki yönden güçlendirmektir: Birincisi, devleti bir kurumlar ve hukuk devleti olarak inşa etmek, Suriyeliler her anlamda bir halk olsun diye vatandaşlığa dayalı bir toplum tesis etmektir

Türkiye’ye gelince, Suriye liderliğini kucaklamasına veya desteklemesine rağmen, ABD'nin desteklediği İsrail politikalarına karşı fazla bir şey yapması mümkün değil. Türkiye, NATO'nun önemli bir üyesi ve Suriye'ye olan ilgisi büyük ölçüde, hemen yanı başında bağımsız bir Kürt oluşumunun kurulmasını engellemekle sınırlı. Söylemi ne olursa olsun Suriye'deki rolünü sadece yumuşak güç, ekonomik imkânlar, altyapı ve hatta güvenlik güçlerinin eğitimi ile sınırlıyor.

Bu durum karşısında Suriye'nin seçenekleri sınırlı ve kısıtlı görünüyor; yorgun, bitkin ve parçalanmış, siyasi, ekonomik ve sosyal olarak acilen toparlanmaya ihtiyaç duyan bir Suriye gerçeğinde askeri seçeneği önermek pervasızlıktır. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre buna ilave olarak, Suriye ordusunun kapasitesinin ve altyapısının tahrip edilmesinden ve İsrail’in uzun elinin İran'a kadar bütün Ortadoğu'ya uzanabildiği ortaya çıktıktan sonra, savaşacak gücü ve kapasitesi de yok.

Dolayısıyla Suriye için mümkün olan ve en güvenli seçenek, onu iki yönden güçlendirmektir: Birincisi, devleti kurumlar ve hukuk devleti olarak inşa etmek, ikincisi de Suriyeliler her anlamda bir halk olsun diye vatandaşlığa dayalı bir toplum tesis etmektir. Kastettiğimiz, Suriye'de coğrafi bölünmüşlüğü reddedip, merkezi bir devlete yönelmekten bahsetmekle yetinmenin mümkün veya yeterli olmadığıdır. Çünkü böyle bir devlet ne bir güç göstergesidir ne de birlik göstergesidir, önemli olan halkın birliğidir. Bu da ancak etnik, mezhepsel ve siyasal ayrımlardan uzak, özgür ve eşit yurttaşlardan oluşan bir devletin kurulmasıyla gerçekleşebilir. İsrail devletinin kuruluşundan bu yana ihmal edilen veya bastırılan, İsrail'e karşı en etkili silah da budur.

İkinci boyut, Suriye'nin uluslararası, bölgesel ve Arap dünyasıyla ilişkilerinin güçlendirilmesini, dünyaya ve gerçekliğe karşılık vermesini ve uyum sağlamasını gerektiriyor. Çünkü böyle bir uyum, İsrail'in öne sürdüğü argümanları elinden alacaktır.

Burada Suriye'nin şu anda bir geçiş sürecinde olduğunu, Suriye'nin ve halkının geleceğinin, bu süreci sağlam ve doğru temeller üzerinde geçirmesinin belirleyeceğini kastediyoruz.

*Bu analiz Şarku'l Avsat tarafınadan Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.