AB’nin Kovid-19 ile mücadele stratejisindeki çatlaklar

Dün Almanya’nın Brandenburg eyaletinde özel bir klinikte AstraZeneca aşısı ile yapılan aşılamadan bir kare (DPA)
Dün Almanya’nın Brandenburg eyaletinde özel bir klinikte AstraZeneca aşısı ile yapılan aşılamadan bir kare (DPA)
TT

AB’nin Kovid-19 ile mücadele stratejisindeki çatlaklar

Dün Almanya’nın Brandenburg eyaletinde özel bir klinikte AstraZeneca aşısı ile yapılan aşılamadan bir kare (DPA)
Dün Almanya’nın Brandenburg eyaletinde özel bir klinikte AstraZeneca aşısı ile yapılan aşılamadan bir kare (DPA)

Avrupa Birliği’nin (AB) yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınından kaynaklanan sağlık krizini ele alma stratejisinde gün geçtikçe yeni çatlaklar ortaya çıkıyor. AB Komisyonu ise üye ülkeler arasındaki birliğin korunması konusunda iyimserliğini sürdürmekte ısrar ediyor. Komisyon ayrıca, bu yıl, AB’deki yetişkin nüfusu üç kez aşılamak için yeterli olan bir sayı olarak, 1 milyar 500 milyondan fazla aşı dozunun sağladığını vurguladı.
Bu çatlakların başlangıcı, başta Macaristan olmak üzere Orta Avrupa ülkeleri arasında, AB Komisyonu ile imzalanan anlaşmadan ayrılarak, Çin ve Rusya’dan aşı almaya yönelmelerinin ardından geldi. Aşıların üretiminde ulusal imkanların geliştirilmesi ve Avrupa fabrikalarına olan bağımlılığın azaltılması için İsrail ile ittifak yapan Avusturya ve Danimarka da bu adımları izledi. Bunun yanı sıra Fransa, Hollanda, Lüksemburg, Belçika ve daha küçük ölçüde olmak üzere Almanya, AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in bu ayın sonunda teklifinin hazır olacağını söylediği sağlık pasaportunun çıkarılmasına hala karşı çıkarak önemli çekincelerinin bulunduğunu bildiriyorlar.
Komisyon yetkilileri, bir yıl boyunca yaşanan insanlık trajedilerinin neden olduğu tükenmişlik, ekonomik çöküş ve hükümetlerin krizi yönetmek için aldığı kararları yönlendiren siyasi ve seçim hesaplamaları sebebiyle, söz konusu kriz karşısında üye devletlerin birliğinin çökmesinden korkuyorlar. Yetkililer, Avrupa kurumlarının ve ülkelerinin birliği yeniden sağlamak ve krize karşı görülmemiş bir planı onaylamak için gösterdikleri büyük çabayı ve geçen yıl salgının başladığı ilk aşamada olanların tekrar edilmeyeceği sözünü hatırlatıyorlar. Geçen yıl salgının başlarında, tüm ülkeler diğer ülkelerle koordinasyon kurmadan bağımsız olarak çalışmalara başlamış ve bu durum, ezici bir kaosa ve sağlık ve tıbbi malzemede ciddi yetersizliğe yol açmıştı.
Ancak en büyük sürpriz, salı günü Avusturya Başbakanı Sebastian Kurz’un yaptığı açıklamada, ülkesinin ve Danimarka’nın Avrupa Birliği’ne bağımlı olmama kararı aldıklarını ve İsrail ile yeni virüs mutasyonlarına karşı ikinci nesil aşılar geliştirme ve üretme konusunda anlaşma yaptıklarını açıklamaları oldu. Danimarka ve Avusturya, Avrupa İlaç Ajansı’nın (EMA) aşıların kullanımlarını onaylamak için izlediği prosedürlerin yavaşlığını ve EMA’nın İngiltere ve ABD’de olduğu gibi acil durum onay prosedürünü takip etmemesini eleştirdi. Bu karar, Rusya tarafından henüz EMA’ya onay talebi sunulmamış olan Sputnik aşısını almak için Moskova’ya yönelen Macaristan, Slovakya, Çek Cumhuriyeti, Estonya ve Hırvatistan’ı kapsayan “dışarıdakiler” çemberini genişletiyor. Bunun yanı sıra Polonya, Kovid-19 aşıları için Çin ile görüşmeye başlarken İtalya hükümeti Avrupa Birliği ülkelerinin çoğunda hala dağıtımları aksamakta olan aşıları telafi etmek için Moskova ve Pekin’e yönelme çağrısında bulunuyor.
Avusturya-Danimarka’nın bu girişimi, Komisyon’un ilaç şirketleriyle anlaşmalar yapma ve aşıları üye ülkelere dağıtma yetkisine sahip olan Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen ve Almanya Başbakanı Angela Merkel için çifte bir meydan okumayı temsil ediyor. Avusturya, hükümet sözcüsü tarafından çarşamba günü yapılan bir açıklama ile Avrupalı ortaklara güvence vermeye çalışarak şu ifadeleri kullandı:
“Avrupa Birliği’ne bağlı olmamız doğaldır ancak taahhüt edilen miktarların teslimatında gecikme sorununun çözülmesi gerekiyor. Ayrıca imzalanması kararlaştırılan anlaşma önümüzdeki sonbahara kadar yürürlüğe girmeyecek. Anlaşmalar, Avrupa anlaşmalarına alternatif olmayı değil, onları tamamlamayı hedefliyor.”
Avrupa çevrelerinde bu konuda hüküm süren gerginliğe rağmen, Komisyon Avusturya’nın iç tüketim yönelimini kabul etmeye başlıyor. Bu da bize, üye devletlerin en başından beri, Avrupa Birliği ile sözleşme imzalamış olanlar dışındaki şirketlerden aşı almak için anlaşmalar yapabileceklerini hatırlatıyor. Von der Leyen, Komisyon’un EMA’nın yeni aşıların kullanımını hızla onaylamasını sağlamak için acil bir teklif hazırladığını ancak bunun EMA tarafından bu ayın (Mart) 11’inde onaylanması beklenen Johnson&Johnson aşısı için geçerli olmayacağını belirtti.
Avusturya-Danimarka girişimi, geçen yılın Nisan ayında oluşturulan Avusturya, Danimarka, Norveç, Yunanistan, Çek Cumhuriyeti, İsrail, Singapur, Avustralya ve Yeni Zelanda'yı içeren “öncü grup” çerçevesinde yerini alıyor. Yakında diğer ülkelerin de bu gruba katılması muhtemel gözüküyor.
Danimarka, EMA’nın tavsiyesine aykırı olarak İngiltere tarafından uygulanan tek doz stratejisini benimsedi. Ülke ayrıca şu anda aşılama kapsamında AB ülkeleri arasında ilk sıralarda yer alıyor. Düzenlenen son Avrupa zirvesinde Avusturya ve Danimarka, Akdeniz ülkelerinin yanı sıra sağlık pasaportu çıkarılmasını en çok savunan ülkeler oldular. Öyle ki, Avusturya Başbakanı, seyahatleri kolaylaştırmak ve önümüzdeki turizm sezonunu kurtarmak için ikili anlaşmalar yapma tehdidinde bulundu.
Bugün (Perşembe) Avusturya, Danimarka ve İsrail başbakanlarını bir araya getirecek  “aşı zirvesi”, İsrail Sağlık Bakanlığı’nın, “Moderna” ve “Pfizer” şirketleriyle koronavirüs mutasyonlarına karşı ikinci nesil aşılar geliştirmek ve üretmek için Necef çölünde bir araştırma merkezi kurmak üzere ileri safhada görüşmeler yürüttüğünü ifade ettiği bir zamanda geliyor.
Moderna CEO’su Albert Bourla’nın yeni nesil aşı geliştirme konusunda iki taraf arasındaki iş birliği yollarını görüşmek üzere önümüzdeki hafta İsrail’e bir ziyaret gerçekleştireceğini duyurdu.
Komisyon Başkanı, diğer ülkelerin deneyimlerinden yararlanmaya hazır olduğunu duyururken, Brüksel’deki bazı çevreler, aşılama kampanyalarının çok yavaş ilerlemesi ve bazı ülkelerin ihtiyaç duydukları aşıları temin etmede karşılaştıkları zorluklar sebebiyle, Avrupa aşı stratejisinde daha fazla çatlağın ortaya çıkmasından endişe ediyorlar.
AB Komisyonu, dünyadaki en yüksek Kovid-19’a bağlı ölüm oranlarından birini kaydetmesi sebebiyle aşı dağıtımında öncelik talep eden Slovakya’nın isteğini reddetmişti.



Trump, dünyayı değiştirmek için ‘deli adam teorisini’ nasıl kullanıyor?

ABD Başkanı Donald Trump (Reuters)
ABD Başkanı Donald Trump (Reuters)
TT

Trump, dünyayı değiştirmek için ‘deli adam teorisini’ nasıl kullanıyor?

ABD Başkanı Donald Trump (Reuters)
ABD Başkanı Donald Trump (Reuters)

ABD Başkanı Donald Trump'a geçen ay İran'a karşı savaşında İsrail'in yanında yer alıp almayacağı sorulduğunda şöyle demişti: “Olabilir. Katılmayabilirim de. Ne yapacağımı kimse bilmiyor.” Dünyaya İran'ın müzakerelere yeniden başlaması için iki haftalık bir ateşkesi kabul ettiğini söyledikten sonra nükleer tesislerini bombaladı.

BBC'ye göre şöyle bir tablo ortaya çıkıyor: ‘Trump'la ilgili en öngörülebilir şey öngörülemezliği’. Fikir değiştiriyor. Her zaman kendisiyle çelişiyor.

London School of Economics'te uluslararası ilişkiler profesörü olan Peter Trubowitz, “Trump oldukça merkezileşmiş bir politika oluşturma süreci inşa etti. Dış politikada Richard Nixon'dan bu yana tartışmasız en merkezileşmiş olanı” dedi. Bu da politika kararlarını Trump'ın kişiliğine, tercihlerine ve mizacına daha bağımlı hale getiriyor.

Trump bunu siyasi olarak kullandı; ‘öngörülemezliğini’ önemli bir stratejik ve siyasi varlık haline getirdi. Şimdi, bu kişilik özelliği Beyaz Saray'ın dış ve güvenlik politikasına yön veriyor ve tartışmalı bir şekilde ‘dünyanın şeklini değiştiriyor’.

Şarku’l Avsat’ın BBC'den aktardığına göre siyaset bilimciler bu teoriyi ‘deli adam teorisi’ olarak adlandırıyor. Bu teoriye göre bir dünya lideri rakibinden taviz koparmak için onu doğası gereği her şeyi yapabileceğine ikna etmeye çalışıyor. Söz konusu teori, başarılı bir şekilde kullanılırsa, bir tür zorlamaya dönüşebilir. Trump bunun işe yaradığına, ABD müttefiklerini istediği yere getirdiğine inanıyor. Ancak bu yaklaşım düşmanlara karşı işe yarayabilir mi?

Saldırılar ve şüphecilik

Trump ikinci dönemine Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'i kucaklayarak ve ABD'nin müttefiklerine saldırarak başladı. Kanada'nın ABD'nin 51. eyaleti olması gerektiğini söyleyerek Kanada'yı kızdırdı. Grönland'ı ilhak etmek için askeri güç kullanmayı düşünmeye hazır olduğunu söyledi. ABD'nin Panama Kanalı'nın mülkiyetini ve kontrolünü yeniden kazanması gerektiğini vurguladı.

Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) ile ilgili olarak, ittifakın tüzüğünün 5. maddesi her üyeyi diğer tüm üyeleri savunmakla yükümlü kılar. Trump, ABD'nin buna bağlılığı konusunda şüphelerini dile getirdi. Eski İngiliz Savunma Bakanı Ben Wallace, “Bence 5. madde çöküşün eşiğinde” dedi.

Sızan bir dizi mesaj, Trump'ın Beyaz Saray'ında Avrupalı müttefiklere yönelik ‘küçümseme kültürünü’ ortaya koydu. Trump'ın yardımcısı J.D. Vance, ABD'nin artık Avrupa'nın güvenliğinin garantörü olmayacağını belirtti.

Söz konusu karar, 80 yıllık transatlantik dayanışmanın yeni bir sayfa açması anlamına geliyordu. Konuyla ilgili olarak Trubowitz şunları söyledi: “Trump'ın yaptığı şey, ABD'nin uluslararası taahhütlerinin güvenilirliği konusunda ciddi şüpheler uyandırmak oldu. Avrupa'daki bu ülkelerin ABD ile güvenlik, ekonomi ya da başka alanlarda sahip oldukları ilişkiler artık her an müzakereye açık hale geldi. Trump'ın etrafındakilerin çoğunun öngörülemezliğin iyi bir şey olduğuna inandığını hissediyorum. Çünkü bu Trump'ın ABD'nin kaldıraç gücünü kullanarak kazanımlarını maksimize etmesini sağlıyor... Emlak dünyasında pazarlık yaparken öğrendiği derslerden biri de bu.”

Dalkavukluk ve yağcılık

Trump'ın yaklaşımı meyvesini verdi. Sadece dört ay önce Birleşik Krallık savunma ve güvenlik harcamalarını gayri safi yurt içi hasılasının (GSYH) yüzde 2,3'ünden yüzde 2,5'ine çıkaracağını açıkladı. Geçen ay NATO zirvesinde bu rakam yüzde 5'e yükseldi ve diğer tüm NATO üyelerinin yakında ulaşacağı büyük bir artış oldu.

University College London'da siyaset bilimi profesörü olan Julie Norman şöyle diyor: “Gün be gün ne olacağını bilmek çok zor. Trump'ın yaklaşımı her zaman bu olmuştur. Trump değişken mizacını transatlantik savunma ilişkilerini değiştirmek için başarıyla kullandı. NATO Genel Sekreteri Mark Rutte'nin geçen ay Lahey'deki NATO zirvesinde Trump'a hitaben söylediği gibi (On yıllardır hiçbir başkanın başaramadığı bir şeyi başaracaksınız) bazı Avrupalı liderler Trump'ın desteğini sürdürmek için ona dalkavukluk ve yağcılık yapıyor.”

Düşmanların dokunulmazlığı

‘Deli adam teorisi’ müttefikler üzerinde işe yarayabilirken, düşmanlar üzerinde işe yaramıyor gibi görünüyor. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Trump'ın yaklaşımından etkilenmemeye devam ediyor. Perşembe günü yaptıkları telefon görüşmesinin ardından Trump, Putin'in Ukrayna'ya karşı savaşı sona erdirme konusundaki isteksizliğinden duyduğu ‘hayal kırıklığını’ dile getirdi.

BBC'ye göre Trump, İran'da tabanına ABD'nin Ortadoğu'daki ‘sürekli savaşlara’ müdahil olmasına son vereceği sözünü verdi. Ancak ikinci döneminin şu ana kadarki ‘en öngörülemez’ tercihiyle İran'ın nükleer tesislerini vurdu. Asıl soru şu: Bu karar istenilen sonuca ulaşacak mı?

Birleşik Krallık eski Dışişleri Bakanı William Hague, bu kararın tamamen ters etki yaratacağına ve İran'ın nükleer silah edinme olasılığını arttıracağına inanıyor. Notre Dame Üniversitesi'nde uluslararası ilişkiler profesörü olan Michael Desch de bu görüşe katılıyor. “Bence artık İran'ın nükleer silah peşinde koşma kararı alması çok muhtemel” diyen Desch'e göre Trump'ın yaklaşımı şu ana kadar düşmanlar nezdinde ters tepti.