Filistin güvenlik güçlerine 1 milyar dolar harcıyor

Filistin Başbakanı Ramallah'ta güvenlik görevlilerine ödül verdi. (WAFA)
Filistin Başbakanı Ramallah'ta güvenlik görevlilerine ödül verdi. (WAFA)
TT

Filistin güvenlik güçlerine 1 milyar dolar harcıyor

Filistin Başbakanı Ramallah'ta güvenlik görevlilerine ödül verdi. (WAFA)
Filistin Başbakanı Ramallah'ta güvenlik görevlilerine ödül verdi. (WAFA)

Halil Musa
Filistin Yönetimi, toprakları üzerindeki egemenliğini kaybetmesine ve büyük çoğunluğu üzerinde kontrolü bulunmamasına rağmen genel bütçenin yüzde 20’sinden fazlasına sahip bir güvenlik kurumuna sahip. Güvenlik kurumunun devlet fikrine hakim olduğu yönünde bir düşünce var.
1994'te Arap ülkelerinden binlerce Filistinli silahlın Batı Şeria ve Gazze Şeridi'ne girişi, Filistin Yönetimi'nin kurulmasıyla olmadı. Bu, yıllar sonra iki çelişkili fikir olan ‘ulusal kurtuluş’ ve ‘devletin işgal altında inşa edilmesi’ arasında çözülemeyen bir çelişkinin yalnızca başlangıcıdır.
Bu kuvvetlerin ilk sınavı, İsrail ordusuyla silahlı çatışmaların patlak verdiği 1996 yılındaki ‘tünel intfadasıydı’. Aynı senaryo, 2000 yılını başındaki ikinci intifada tekrarlandı. Bu sırada İsrail, kendisine karşı silahlı operasyonlar yürütmekle suçlanmasının ardından tüm şehirlerdeki Filistin güvenlik karargahlarının çoğunu yıktı.
Ancak bu, uzun sürmedi. 2003 yılında Uluslararası Dörtlü’nün ‘yol haritası’, Otorite’nin güvenlik aygıtını ve vizyonunu yeniden inşa etme ayrıca terörizmle mücadele ve terörist güçlerle alt yapılarını ortadan kaldırmaya odaklanma çağrısında bulundu.
İki yıl sonra bu, Filistin Sivil Polisi ve ABD Güvenlik Koordinasyon Ofisi ile desteği koordine etmek için Avrupa Polis Misyonu'nun kurulmasının ardından ‘tek yasal silah, tek kanun, tek makam’ stratejisini benimseyen Filistin Yönetimi tarafından pratikte uygulamaya kondu. Bu, iki ulusal kurtuluş projesi ile devlet arasındaki çelişkinin güvenlik kurumunu yeniden kurarak ve onu ‘profesyonel temeller’ üzerine inşa ederek çözülmesine yol açtı.
Personel sayısı 53 bin olan güvenlik kurumu, Filistin Yönetimi bütçesinin (bir milyar dolar) yaklaşık yüzde 20’sine sahip. Bunun çoğunluğunun maaş olarak dağıtıldığı biliniyor. Kurum bu oranla sağlık ve eğitim harcamalarından fazla bir paya sahip oluyor.
Dünyanın dört bir yanındaki güvenlik kurumlarının aksine, personelinin yaklaşık yüzde 90’nın üzerinde bir kısmı yüksek askeri rütbelere sahip. Rütbelerin yaklaşık yüzde 49,6'sı subay, yüzde 43,4'ü astsubay ve geri kalanı da asker.

Tanıklık
Diğer yandan Filistin Başbakan Muhammed Iştiyye, ‘Filistin güvenlik teşkilatının performansının Ortadoğu'nun en iyisi olduğunu belirten uluslararası uzmanların ifadelerinden gurur duyduğunu’ dile getirdi. Iştiyye ayrıca "Güvenlik teşkilatının dayandığı ulusal inanç, başkenti Kudüs olan, özgürleşmiş ve bağımsız bir egemen Filistin'in geleceği için temel garantidir” ifadelerini kullandı. Ancak Iştiyye’nin bahsettiği bu gurur, söz konusu güçlerin performansını eleştirenlere göre, Filistinli güvenlik görevlilerinin Filistin şehir ve köylerinin merkezlerine herhangi bir İsrail ordusu saldırısı ile karargahlarına geri çekilmesiyle tersine dönüyor. Bu durum, güvenlik teşkilatı ve arkasındaki Filistin yönetiminin karşı karşıya olduğu sorunun büyüklüğünü ortaya koyuyor.
Filistin Güvenlik Teşkilatı Sözcüsü Tallal Duveyket şu açıklamada bulundu:
“Yalnızca memur değiliz, bu vatanın evlatlarıyız. Güvenliği sağlıyor, halkımıza kanun ve düzen getirip, suçla mücadele ediyoruz. Bunu başarmak, Filistinliler için güvenlik ve düzene dayalı temel yaşam gereksinimlerini karşılamanın bir kapısı sayılır.”
Duveyket, Independent Arabia’ya yaptığı açıklamada Filistinlilerin güvenliğini sağlamanın, ulusal projenin tamamlanmasını ve 1967 sınırlarında bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasına kadar kararlılıklarını güçlendirmeyi amaçladığını söyledi. Güvenlik kurumuna mensup olmanın vatana ait olma, Filistin halkına hizmet etme ve onurunu koruma anlamına geldiğini ifade etti.
Duveyket, İsrail ile ilişkilerle ilgili olarak ise Tel Aviv’in Güvenlik Teşkilatı’nın ‘güvenlik açığını ve kaosu ortadan kaldırma ve suçu önleme’ görevini yerine getirmesinin önüne engeller koyduğunu ve Filistin güvenlik teşkilatının zor koşullarda çalıştığını söyledi.
Filistin Güvenlik Teşkilatı Sözcüsü, Filistin güvenliğinin İsrail ordusunun önünden çekilmesini ‘korkaklığın değil, aklın geri çekilmesi’ olarak nitelendirdi. Bunun ‘siyasi gerçekçiliğe ve İsraillilerle çatışmanın Filistinlilerin çıkarına olmadığına inanan Filistin Yönetimi'nin siyasi bir kararının uygulanmasına’ dayandığına işaret etti.
Duveyket, Filistin siyasi rejiminin, vatandaşları korumayı kutsal kabul eden bir doktrine dayandığını ve görevinin düzgün yaşamı sağlamak olduğuna dikkat çekti. Ayrıca Filistinlilerin onurunun korunmaması halinde gücün hiçbir değeri olmadığını vurguladı.
Tallal Duveyket, Güvenlik Teşkilatı’na verilen ABD mali desteğinin yaklaşık üç yıldır askıya alınmasının ardından muhtemelen devam edeceğini söyledi. Ancak Filistin Yönetimi'nin siyasi şantajla hiçbir ilgisi olmadığını kaydetti.
Hebron Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü Başkanı Bilal eş-Şubeki, bireylerin ‘normal askeri’ bir aygıta entegrasyonuna rağmen, Filistin güvenliğinin özünün bir ‘askeri kurtuluş’ doktrini taşıdığını söyledi. Bunun ABD ve Avrupa Birliği’nin (AB) dikkatini çektiğini de ifade etti.

İsrail ordusuyla silahlı çatışmalar
Şubeki, bunun 1996 ve 2000 yıllarında, çok sayıda güvenlik personelinin İsrail ordusuyla silahlı çatışmalara karışmasıyla ortaya çıktığını açıkladı. Bilal Şubeki’ye göre bunun sonucunda İsrail ordusu Filistin güvenlik karargahlarının çoğunu imha etti. Ardından Güvenlik Teşkilatı, ‘siyasi çözüm’ kapsamı dışındaki silahların kullanımını telafi etmek için bir güvenlik reformu süreci yoluyla 2002’den beri ‘klasik’ güvenlik hizmetlerine dönüşmek için çalışmaya başladı.
Bu süreçte bazı güvenlik servileri ortadan kaldırılırken bazıları da ABD’li General Keith Dayton’un gözetiminde entegre edildi. Güvenlik kurumundaki çalışma, ulusal zemine değil hiyerarşiye dayanan siyasi bir referansla ulusal kurtuluşla hiçbir ilgisi olmayan bir işe dönüştürüldü. Şubeki, ‘yeni güvenlik doktrininin ulusal kurtuluş hareketlerinden farklı olarak dışarıdan değil (İsrail) değil, içeriye odaklandığına’ işaret etti.
Şubeki, ikinci intifadanın sona ermesiyle Filistin Yönetimi'nin silahlı el-Fetih hareketini güvenlik servislerinin saflarında ‘onları kontrol altına almak ve egemenlik kurmak için bir araç olarak kullanmak için girişimde bulunduğunu ve Hamas'ın Gazze Şeridi üzerindeki kontrolünün öncülüğünü yaptığını’ vurguladı. Batı Şeria'daki Filistin güvenlik hizmetleri doktrininde köklü bir değişime yol açtı. Çünkü Hamas unsurlarının neden olduğu iç tehditlere eşlik eden yaygın insan hakları ihlalleri öncelikli hale geldi. Şubeki, Güvenlik Teşkilatı’nın, İsrail ile siyasî uzlaşmaya dayalı siyasi bir projenin başarısızlığına rağmen koruyucusu haline geldiğini vurguladı. Buna ek olarak güvenlik görevlileri, otoriter rejimlerin yaptığı gibi ancak işgal altındaki bir devletin gölgesinde rejimi korumakla ilgilenmeye başladıklarını ifade etti.
Hebron Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü Başkanı, Fetih hareketi ve tüm barışçıl halk direnişine dönerken güvenlik bütçesinin arttırılmasının gerekliliğini sorguladı. Filistinlilerin kararlılığının eğitim ve sağlık sistemlerinde reform yaparak ve tarım sektörünü destekleyerek güçlendirilmesi gerektiğini kaydetti.
Diğer yandan Cenevre'deki Uluslararası Çalışmalar ve Kalkınma Yüksek Enstitüsü’nde Araştırmacı olan Alaa et-Tartir, güvenlik kurumunun Filistin Yönetiminin kuruluşundan bu yana üç aşamadan geçtiğini düşünüyor. İlki, ulusal kurtuluş ile devlet kurulması arasındaki çelişki ile karakterize edildi. Ardından Filistin güvenliği ile İsrail ordusu arasında devletin fikirleri ile ulusal kurtuluş arasındaki çekişmeden önce silahlı çatışmalar aşaması geldi.
Tartir, Otorite üzerindeki dış baskıların ‘güvenlik kurumunu profesyonel gerekçelerle yeniden inşa etmek için büyük bir atölye çalışması ile sonuçlandığına dikkat çekti. Buna Filistin Otoritesi’nin, Filistinlilere karşı otoriter ve baskıcı yaklaşımının eşlik ettiğini belirti.
Tartir sözlerini şöyle sürdürdü:
“Sorun, güvenlik kurumunun hedeflerine ulaşamaması ışığında Filistin Yönetimi’nin siyasi programını koruması ve o kurumun Filistin halkını sürekli olarak İsrail ordusunun saldırılarından korumaya alamamasıdır."



Umman ve Lübnan, İsrail'in saldırılarını kınadı ve gerilimin artmasını önlemeye yönelik uluslararası çabaları destekledi

Umman Sultanı Heysem bin Tarık ve Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn bugün Maskat'taki el-Alam Sarayı'nda özel bir görüşme gerçekleştirdi. (ONA)
Umman Sultanı Heysem bin Tarık ve Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn bugün Maskat'taki el-Alam Sarayı'nda özel bir görüşme gerçekleştirdi. (ONA)
TT

Umman ve Lübnan, İsrail'in saldırılarını kınadı ve gerilimin artmasını önlemeye yönelik uluslararası çabaları destekledi

Umman Sultanı Heysem bin Tarık ve Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn bugün Maskat'taki el-Alam Sarayı'nda özel bir görüşme gerçekleştirdi. (ONA)
Umman Sultanı Heysem bin Tarık ve Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn bugün Maskat'taki el-Alam Sarayı'nda özel bir görüşme gerçekleştirdi. (ONA)

Umman ve Lübnan, bugün yayımladıkları ortak bildiride, İsrail’in Lübnan topraklarına yönelik süregelen saldırılarından ve Arap topraklarının işgalinden derin kaygı duyduklarını belirtti. Bildiride, bu adımların 1701 sayılı kararın ve uluslararası meşruiyete ilişkin kararların açık ihlali olduğu vurgulandı.

Taraflar ayrıca, 4 Haziran 1967 sınırları üzerinde başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız Filistin devletinin kurulmasını öngören Arap tutumunun değişmezliğini yineledi. Bildiride, Arap dayanışmasının güçlendirilmesinin, devletlerin egemenliğine saygının ve iyi komşuluk ilkeleri ile uluslararası hukukun öneminin altı çizildi.

Ortak bildiri, Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn’ın Umman’a gerçekleştirdiği ziyaretin sonunda yayımlandı. Avn, ziyareti sırasında Umman Sultanı Heysem bin Tarık ile iki oturumdan oluşan görüşmeler yaptı.

Bildiride, Avn’ın ziyaretinin ‘Umman ile Lübnan arasındaki köklü kardeşlik ilişkilerinden’ kaynaklandığı ve ikili iş birliğini güçlendirme iradesini yansıttığı ifade edildi.

Sultan Heysem bin Tarık ile Cumhurbaşkanı Avn’ın gerçekleştirdiği resmi görüşmede, iki ülke arasındaki ilişkiler ele alındı; taraflar siyasi, ekonomik, yatırım, bankacılık, turizm, ulaşım ve lojistik hizmetler gibi alanlarda iş birliğini genişletme kararlılıklarını dile getirdi.

İki ülke, ikili iş birliğini güçlendirecek yeni anlaşmalar ve mutabakat zaptlarının imzalanması için çalışma yürütme konusunda mutabık kaldı. Ayrıca ticari, kültürel ve bilimsel değişimi destekleme; özel sektörün ortaklık ve kalkınma fırsatlarından daha geniş biçimde yararlanmasının teşvik edilmesi kararlaştırıldı.

Bölgesel gelişmeler

Bölgesel gelişmelere ilişkin bölümde, iki taraf İsrail’in Lübnan topraklarına yönelik devam eden saldırıları ile Arap topraklarının işgalinden duydukları derin kaygıyı dile getirdi. Bu adımların, 1701 sayılı kararın ve uluslararası meşruiyetin açık ihlali olduğu vurgulandı. Taraflar, saldırıların derhal durdurulması ve işgal altındaki tüm Lübnan ve Arap topraklarından tam çekilme çağrısında bulundu. Ayrıca gerilimin önlenmesi, istikrarın sağlanması, yerinden edilenlerin dönüşünün kolaylaştırılması ve yeniden imar çabalarına destek verilmesi gerektiği ifade edildi.

Umman tarafı, Lübnan’ın egemenliğine, bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne tam destek verdiğini yinelerken, devlet kurumlarının -başta Lübnan ordusu ve meşru güvenlik güçleri olmak üzere- güçlendirilmesinin ve Lübnan liderliğinin yürüttüğü ekonomik, mali ve idari reformların desteklenmesinin önemini vurguladı.

Umman Sultanı Heysem bin Tarık ile Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn, bu sabah Maskat’taki el-Alam Sarayı'nda özel bir oturum gerçekleştirdi.

Şarku’l Avsat’ın Umman resmi haber ajansı ONA’dan aktardığına göre, görüşmede iki ülkeyi ilgilendiren çeşitli konularda görüş alışverişinde bulunuldu. Ayrıca, iki ülke ve iki halkın yararına olacak iş birliği ve ortaklık fırsatlarının güçlendirilmesinin önemine dikkat çekildi; kültürel, ekonomik ve kalkınma alanları da dahil olmak üzere çeşitli sektörlerde bağların daha da sağlamlaştırılması gerektiği belirtildi.


Tunuslu muhalif Şeyma İsa, hapishanede başladığı açlık grevinin dokuzuncu gününde

Siyasi aktivist Şeyma İsa (AFP)
Siyasi aktivist Şeyma İsa (AFP)
TT

Tunuslu muhalif Şeyma İsa, hapishanede başladığı açlık grevinin dokuzuncu gününde

Siyasi aktivist Şeyma İsa (AFP)
Siyasi aktivist Şeyma İsa (AFP)

Tunus ana muhalefet partisi Ulusal Kurtuluş Cephesi (NSFT) üyesi ve siyasi aktivist Şeyma İsa, tutukluluk koşullarını protesto etmek için başladığı açlık grevinde dokuzuncu gününe girdi.

1 Aralık'ta muhalefet tarafından düzenlenen yürüyüşe katılan İsa, devlet güvenliğine karşı komplo kurmak suçundan Temyiz Mahkemesi tarafından verilen bir kararla sivil polisler tarafından gözaltına alındı. Muhalif aktivist, hapishaneye girer girmez açlık grevine başladı.

Şeyma İsa (45), 2023 yılının şubat ayında yakalanmış, gözaltında tutulmuştu ve aynı yılın temmuz ayında serbest bırakılmıştı. Birinci Derece Mahkemesi tarafından 18 yıl hapis cezasına çarptırılan İsa’nın cezası temyiz sonucunda 20 yıla çıkarılmıştı.

İsa'nın yanı sıra aynı davayla bağlantılı olarak NSFT lideri, tanınmış siyasetçi Ahmed Necib eş-Şabi (82) de tutuklandı ve 12 yıl hapis cezasına çarptırdı. Muhalif Avukat Ayaşi Hammami (66) de terör suçlamasıyla beş yıl hapis cezasına çarptırıldı.

İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölümü Müdür Yardımcısı Bessam Havaci, “Tunus muhalefetinin önemli simalarının tutuklanması, Cumhurbaşkanı Kays Said'in tek başına iktidarına alternatif olan her şeyi ortadan kaldırma planının son adımıdır. Bu tutuklamalarla Tunuslu yetkililer, siyasi muhalefetin çoğunu etkili bir şekilde hapse atmayı başardı” değerlendirmesinde bulundu.

Tunus muhalefeti ve NSFT, 25 Temmuz 2021'de olağanüstü hal (OHAL) ilan edip ardından yeni bir siyasi sistem kurarak geniş yetkilerle iktidarını sürdüren Cumhurbaşkanı Kays Said'in yönetimine karşı çıkıyor ve demokrasinin yeniden tesis edilmesini talep ediyor. Şarku’l Avsat’ın aldığı bilgiye göre buna karşın yetkililer tutuklananları hükümeti devirmeye ve devlet kurumlarını yıkmaya teşebbüs etmekle suçluyor. Muhalefet ise mevcut rejimi tutuklulara karşı siyasi suçlamalar uydurmak ve yargıyı emirlerine boyun eğdirmekle suçluyor.


Hamas, İsrail medyasına konuştu: “Filistin devleti kurulursa silah bırakırız”

İsrail'in 70 binden fazla Filistinliyi öldürdüğü savaşta Hamas, Gazze Şeridi'nin neredeyse yarısını hâlâ kontrol ediyor (AP)
İsrail'in 70 binden fazla Filistinliyi öldürdüğü savaşta Hamas, Gazze Şeridi'nin neredeyse yarısını hâlâ kontrol ediyor (AP)
TT

Hamas, İsrail medyasına konuştu: “Filistin devleti kurulursa silah bırakırız”

İsrail'in 70 binden fazla Filistinliyi öldürdüğü savaşta Hamas, Gazze Şeridi'nin neredeyse yarısını hâlâ kontrol ediyor (AP)
İsrail'in 70 binden fazla Filistinliyi öldürdüğü savaşta Hamas, Gazze Şeridi'nin neredeyse yarısını hâlâ kontrol ediyor (AP)

Hamas, ateşkesin ikinci aşamasına geçilmesini desteklediklerini ve silah bırakmaya açık olduklarını duyurdu.

Adının paylaşılmaması şartıyla Times of Israel'e konuşan Hamas yetkilisi, Filistin devletinin kurulmasını sağlayacak müzakerelerin başlatılması halinde silah bırakacaklarını söylüyor:

Bu zorla veya ültimatomlarla yapılamaz. İsrail iki yıl boyunca Hamas'ı silahsızlandırmak için tüm askeri gücünü kullandı ama işe yaramadı. Silah bırakma meselesi siyasi bir sorunla bağlantılıdır ve bu nedenle siyasi bir çözüm gerektirir.

Yetkili, Filistinlilerin 78 yıllık İsrail işgaline karşı silahlı mücadele hakkının olduğunu belirterek, 1967 sınırlarının esas alınacağı bir Filistin devleti kurulması taleplerini yineliyor.

Gazze savaşının sonlandırılması için ABD öncülüğünde hazırlanan 20 maddelik barış planı 10 Ekim'de devreye girmişti. Anlaşmanın garantörleri arasında Türkiye, Mısır ve Katar var.

Plan kapsamında Hamas'ın silah bırakması ve Gazze'nin geleceğinde söz sahibi olmaması isteniyor. Bunun yerine Gazze Şeridi'nin yönetiminin Filistinlilerin yer alacağı bir teknokratlar komitesine geçici olarak devredilmesi planlanıyor. ABD Başkanı Donald Trump'ın başkanlık edeceği Barış Kurulu'na ek olarak bölgeye Uluslararası İstikrar Gücü (ISF) konuşlandırılması öngörülüyor.

Anlaşmanın ilk aşamasında Hamas ve İsrail arasında rehine takası gerçekleştirilmişti. Ayrıca İsrail askerleri belirlenen "sarı hatta" geri çekilmişti. Haberde, İsrail ordusunun Gazze Şeridi'nin yüzde 53'ünü kontrol ettiği belirtiliyor.

İsrail, Hamas'ın elindeki 28 rehinenin hepsini teslim etmeden ikinci aşamaya geçilmeyeceğini duyurmuştu. Filistinli örgüt şimdiye dek 27 rehineyi İsrail'e gönderdi. Ancak 7 Ekim saldırısında öldürülen İsrailli polis memuru Ran Gvili'nin naaşı hâlâ Gazze'de. Hamas yetkilisi, cesedin yerini bulmak için çalışmaların sürdüğünü söylüyor.

İkinci aşama kapsamında Barış Kurulu üyelerinin belirlenmesi ve Gazze'ye güvenlik gücü konuşlandırılması hedefleniyor. Bu aşamaya geçiş için Hamas'ın silah bırakmayı kabul etmesi gerekli. Bunun ardından İsrail askerleri daha gerideki bir hatta çekilecek.

Trump ikinci aşamaya "çok yakında geçileceğini" söylemiş fakat bir takvim açıklamamıştı. Ocak itibarıyla Gazze'ye ISF askerlerinin gönderilmesi planlanıyor.

Hamas yetkilisi, 7 Ekim 2023'te düzenlenen Aksa Tufanı'nda esir alınan kişileri ilk etapta operasyondan kısa süre sonra bırakmayı düşündüklerini söylüyor.

Ancak İsrail'in saldırıları durdurmaması ve arabulucular tarafından savaşın sonlandırılacağına dair garantiler sunulmaması nedeniyle bu plandan vazgeçtiklerini ifade ediyor.

ABD Başkanı Donald Trump'ın öncülüğünde hazırlanan plana göre ISF, Hamas'ın silahsızlandırılmasında da rol oynayacak.

Öte yandan Hamas yetkilisi, ISF kontrolündeki böyle bir sürece yanaşmayacaklarını belirterek, güvenlik gücü askerlerinin Gazze'de İsrail ordusuyla Filistin halkı arasında "tampon bölge" görevi görmesi gerektiğini savunuyor.

Ayrıca silahsızlanma karşılığında İsrail ordusunun tamamen Gazze'den çekilmesini talep ettiklerini aktarıyor.

7 Ekim 2023'te düzenlenen Aksa Tufanı'nın sonuçlarından pişmanlık duymadıklarını söyleyen Hamas yetkilisi, dünya kamuoyunun İsrail'in gerçek yüzünü görmesini sağladıklarını vurguluyor:

Tarihi değiştirmeyi başardık. Dünya gözlerini açtı, Filistinlilerin yaşadıklarını ve İsrail'in ne suçlar işlediğini gördü.

IDF ve Yahudi yerleşimciler işbirliği yapıyor

Diğer yandan İsrail Savunma Kuvvetleri'nin (IDF), Batı Şeria'daki Yahudi yerleşimcilerle aktif işbirliği yaptığı aktarılıyor.

İsrail'in kamu yayıncısı Kan'ın hazırladığı Zman Emet (Gerçek Zamanlı) programına katılan Tuğgeneral Avi Bluth, ISF'nin "sınır bölgelerinde çiftlikler kurmaları için yerleşimcilerle tam işbirliği içinde hareket ettiğini" söyledi.

Bluth, bu işbirliğinin özellikle geçen yıl temmuzda hızlandırıldığını belirtti.

Independent Türkçe, Times of Israel, Haaretz