İran'dan nükleer görüşmelere katılma şartı

Fransa, Almanya ve İngiltere dışişleri bakanları İran dosyasını görüşmek üzere geçen ay Paris'te bir araya geldiler. (Almanya Dışişleri Bakanlığı)
Fransa, Almanya ve İngiltere dışişleri bakanları İran dosyasını görüşmek üzere geçen ay Paris'te bir araya geldiler. (Almanya Dışişleri Bakanlığı)
TT

İran'dan nükleer görüşmelere katılma şartı

Fransa, Almanya ve İngiltere dışişleri bakanları İran dosyasını görüşmek üzere geçen ay Paris'te bir araya geldiler. (Almanya Dışişleri Bakanlığı)
Fransa, Almanya ve İngiltere dışişleri bakanları İran dosyasını görüşmek üzere geçen ay Paris'te bir araya geldiler. (Almanya Dışişleri Bakanlığı)

Fransa, İngiltere ve Almanya’dan oluşan E3 grubu, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) Yönetim Kurulu’na sundukları karar taslağında, İran'a karşı başlattıkları baskı sürecinin "sonuç verdiğini" ve bunu devam ettirmeye gerek olmadığını bildirdiler.
Paris'teki Avrupalı ​​kaynaklara göre uygulanan baskı sürecinin üç açıdan olumlu sonuçları var. Buna göre Tahran, ABD ile Brüksel'de düzenlenmesi planlanan, resmi olmayan bir müzakereye katılmayı kabul etti. Bu, iki hafta önce Paris'in çağrısıyla üç Avrupa ülkesinin dışişleri bakanları ve ABD’li meslektaşlarının bir araya geldiği sanal toplantının ardından yapılan açıklamada, benzer bir daveti reddettikten sonra geldi.
Sürecin bir diğer önemli sonucu, İran'ın nükleer anlaşma müzakereleri sırasında UAEA'ya bildirilmeyen bölgelerdeki nükleer materyallerle ilgili şüphelerin giderilmesi amacıyla teknik görüşmeler yapmak için ajansın heyetini kabul etmesi oldu.
Üçüncü sonuç da İran’ın muhafazakar Vatan-ı İmruz gazetesinin haberine göre, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin nükleer silah elde etmenin yolunu açan nükleer uranyum metali üretimini geçici olarak durdurma kararı alması oldu.
Bu sonuçlar, Batılı tarafları diplomatik sürecin geçerliliğini korumak amacıyla Washington'ın desteğiyle karar taslağını geri çekmeye iten "olumlu göstergeler" olarak değerlendirildi.
Batılı dört tarafı, özellikle de Washington'ı birinci dereceden ilgilendiren şey Tahran'ı müzakere masasına çekmek. Bu, ABD’nin son günlerdeki “sembolik” girişimlerinin ardından İran’a yönelik ek kararlar almak için getirdiği bir şart.
E3 ülkeleri tarafından perşembe akşamı yayınlanan açıklamada, geri çekilen karar tasarısının "İran'ın iş birliğinde gelişme olmaması durumunda" Yönetim Kurulu'nun acil bir toplantısı vesilesiyle geri uygulanabileceği konusunda uyarıda bulunuldu. Bu da kararın ertelendiği ve İran’a yönelik bir “baskı aracı” olarak kullanılmaya devam edebileceği anlamına geliyor.
Diğer taraftan İran’ın çabalarının Batılı tarafları geri adım atarak İran’ın nükleer ihlallerini kınayan karar taslağını geri çekmeye ittiği söylenebilir. İran’ın son yaptığı hamle, uluslararası denetçilerin hareketini sınırlamak ve UAEA müfettişlerinin nükleer tesislerini istedikleri anda aniden denetlemelerine imkan tanıyan Ek Protokol'den çekilmekti. Tahran’ın UAEA Yönetim Kurulu’nun nükleer dosya konusunda İran’ı kınayan sert bir karar çıkarmasından endişe etmesinin nedeni, dosyanın yeniden BM Güvenlik Konseyi'ne nakledilmesine kapı açacak olması. İran ayrıca Rusya ve Çin temsilcilerinden ve diplomatik yolu açık tutma ihtiyacını şiddetle savunan UAEA Başkanı İtalyan Rafael Grossi'nin "ılımlı" pozisyonundan destek aldığını iddia edebilir.
Şu an asıl soru, bir sonraki senaryoyla, yani Fransız kaynaklarına göre Batılı tarafların 20 Mart'tan önce yapılmasını istedikleri Brüksel'deki toplantıdan ne elde edileceğiyle ilgili. Özellikle Batılı taraflar, gelecek ayın ortasında İran’da cumhurbaşkanlığı kampanyasının başlamasıyla anlamlı bir atılım gerçekleşmesi beklenen diplomatik anlaşma için "açık pencere" olduğunu düşünüyorlar.
Batılı taraflar, İranlı yetkililerin bu kısa vadeli yetkiyi özellikle ABD tarafını "korkutmak" için kullanmaya çalıştıklarını belirtiyorlar. Bunun, Washington’ı İran seçimlerinden sonra müzakerelerin kapısını tamamen kapatan bir militan grubun iktidara gelmesi riskiyle karşı karşıya olan yaptırımları veya bazılarını kaldırmaya yönelik Tahran’ın arzularına yanıt vermeye zorladıklarını düşünüyorlar.
İran tarafından düne kadar söz konu toplantıyla ilgili herhangi bir açıklama yapılmaması dikkat çekti. İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif geçen perşembe günü Twitter hesabından yaptığı açıklamada, “nükleer anlaşmada yeniden bir müzakere olmayacağını” belirtti. Cumhurbaşkanı Ruhani de herhangi bir müzakere sürecinden önce tüm yaptırımların kaldırılması konusundaki ısrarını sürdürdü.
Diğer yandan ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, “ülkesinin Tahran nükleer anlaşmada öngörülen tüm yükümlülüklerini yerine getirmeden önce yaptırımları kaldırmayacağı” yönündeki tutumunu yineledi. Blinken, Washington'ın elindeki  ana baskı aracının yaptırımlar olduğunu, karşılıksız erken çekilmesi halinde onu Tahran karşısında savunmasız bırakacağını ve İran'ın balistik füze programı ile bölgesel politikasını kısıtlama arzusunu yerine getirmesini engelleyeceğini söyledi.
Tahran nükleer adımlarına hız verirken ve bölgedeki milisleri vasıtasıyla gerilimi artırırken İran'la ilişkilerde "hoşgörü" yaşanacağı konusunda bölgesel şüpheler hız kazandı. Kongre içinde de Biden yönetimine karşı muhalefet güç kazanmaya başladı.
Süreci yakından takip eden kaynaklara göre İran, Brüksel'de masaya oturmadan önce yaklaşan toplantının ardından ABD’nin bir dizi yaptırımı kaldıracağına dair "garanti" almayı şart koşuyor. ABD ise şu ana kadar bu şartı kabul etmedi. 
Reuters haber ajansı, üst düzey bir ABD’li yetkilinin şu açıklamasını aktardı:
"Hamlelerini bilmeden ne yapacağımızı kendilerine söylemek zor. Önemli olan diyalog veya müzakere masasına oturmak ve iki tarafın olumlu tedbirler alması için çalışmak.”
Avrupalı taraflar, çoğu zaman ABD pozisyonuna yakın olmalarına ve "benzerlik" ilkesini, yani adıma karşılık adımı benimsemelerine rağmen "arabulucu" rolü oynuyorlar.
Mevcut meselede karşılıklı anlaşmaya varmak yoğun diplomatik çabalar gerektiriyor. Sızdırılan çok sayıda habere göre Avrupalı taraflar, özellikle son zamanlarda artan gerilim ve İran’la ilişkilerde esneklik gösterildiğinde zayıflık olarak algılanarak bunun İran’ı ulaşılabilecek gördüğü kazanımları için azami baskı politikasını sürdürmeye teşvik edeceği düşüncesi nedeniyle baskıda “gevşeklik gösterilmemesi” taraftarı.



Trump'ın yeni stratejisi: ABD'nin dünyadaki öncelikleri nedir?

Trump'ın yeni stratejisi: ABD'nin dünyadaki öncelikleri nedir?
TT

Trump'ın yeni stratejisi: ABD'nin dünyadaki öncelikleri nedir?

Trump'ın yeni stratejisi: ABD'nin dünyadaki öncelikleri nedir?

ABD Başkanı Donald Trump yönetimi, dün Washington'un küresel rolüne ilişkin bakış açısında derin dönüşümü yansıtan, uzun zamandır beklenen yeni bir stratejiyi duyurdu. Soğuk Savaş'ın sona ermesinden bu yana hakim olan ve “tek süper güç” konumunu korumaya dayanan geleneksel model yerine belge, ABD'nin odağının, yönetimin doğrudan çıkarlarıyla daha yakından bağlantılı gördüğü bölgelere, özellikle de Latin Amerika bölgesine ve göç meselesine kayacağını ortaya koyuyor.

Ulusal Güvenlik Strateji belgesi, Trump'ın, daha önceki yönetimlerinkinden kökten farklı, “Önce ABD” sloganına dayanan, uluslararası sistemin artık dünyanın her bölgesinde geniş bir Amerikan katılımı politikasına izin vermediği inancını temel alan bir vizyon benimsediğini gösteriyor. Belge, Çin'i göz ardı etmeyip, en büyük rakip olarak görse de son dönemdeki Amerikan stratejilerine hâkim olan geleneksel “Asya'ya odaklanma” yaklaşımından uzaklaşıyor.

Trump, belgenin girişinde, “Yaptığımız her şeyde ABD'yi ön planda tutuyoruz” ifadesini kullandı. Belge, bu stratejinin uluslararası ilişkiler ve ittifakların kökten yeniden değerlendirilmesini gerektirdiğini de belirtiyor. Amaç artık geniş kapsamlı bir liberal dünya düzenini desteklemek değil, dış yükleri azaltıp “doğrudan gelir” alanlarına yoğunlaşarak Amerikan gücünü korumak. Belge ayrıca, “kitlesel göç çağının sona ermesi gerektiğini” ve ABD sınırlarına doğru göçü engellemek için Avrupa ve Latin Amerika içinde adımlar atacağını da vurguluyor.

Geleneksel Amerikan söyleminden açık bir şekilde kopan strateji, “ABD'nin meşum küresel egemenlik ilkesini sürdürmeyi reddettiğini” vurguluyor. Bu açıklama, son Amerikan belgelerinde eşi benzeri görülmemiş bir şey, zira küresel hegemonyayı sürdürmenin maliyetlerinin fahiş ve sürdürülemez hale geldiğini dolaylı olarak itiraf ediyor.

Strateji, Washington'un başta Çin ve Rusya olmak üzere büyük güçlerin aşırı nüfuz kazanmasını önlemek için çalışacağını ifade ediyor, ancak bunun “dünyanın tüm büyük ve orta güçlerinin nüfuzunu sınırlamak için kan dökeceği ve servet harcayacağı anlamına gelmediğini” vurguluyor.

Strateji, Latin Amerika'yı Amerikan gündeminin en üst sıralarına taşıyor. Bu, belgedeki en önemli bölgesel dönüşüm

Belge, son on yıllardaki en önemli askeri dönüşümlerden birini içeriyor ve kaynakları Batı Yarımküre'ye yönlendirirken, “acil tehditlerle başa çıkmak için küresel askeri duruşumuzu revize etme” sözü veriyor. Bu, Ortadoğu gibi bir zamanlar hayati önem taşıyan bölgelere olan Amerikan ilgisinin fiilen azalması anlamına geliyor.

Stratejik belgenin temel küresel meseleler hakkındaki duruşu şöyle:

ABD Başkanı Donald Trump, Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy ve aralarında Almanya Başbakanı Friedrich Merz'in de bulunduğu Avrupalı ​​liderler, 18 Ağustos 2025'te Washington'daki Beyaz Saray'da (Reuters) ABD Başkanı Donald Trump, Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy ve aralarında Almanya Başbakanı Friedrich Merz'in de bulunduğu Avrupalı ​​liderler, 18 Ağustos 2025'te Washington'daki Beyaz Saray'da (Reuters)

Avrupa: Müttefik bir bölge, ancak eşi görülmemiş eleştirilerin konusu

Belge, Avrupa'ya yönelik sert bir dil kullanıyor; bu dil, önceki ABD ulusal güvenlik belgelerinde nadiren kullanılmıştır. Avrupa'nın göç nedeniyle “kültürel erozyon” ile karşı karşıya olduğunu iddia ediyor ki bu söylem, Avrupa aşırı sağının söylemine çok benziyor. Belge, bazı Avrupa ülkelerinin on yıllar içinde “Avrupalı ​​olmayan çoğunluk” haline gelebileceğine ve bunun kıtanın demografik ve siyasi doğasını değiştirebileceğine işaret ediyor.

Belge, “Avrupa ülkeleri içinde Avrupa'nın mevcut gidişatına karşı direniş geliştirilmesi” çağrısında bulunuyor; bu ifade, milliyetçi ve sağcı partilerin lehine Avrupa'daki iç siyasi tartışmalara doğrudan müdahaleyi yansıtıyor. Avrupa'da aşırı sağ söylemlere getirilen kısıtlamalara atıfta bulunarak, “ifade özgürlüğünün baskı altına alınmasını” eleştiriyor. NATO’nun genişlemesine karşı çıkışını yineliyor ve bu da Rusya ile savaş halindeki Ukrayna'nın ittifaka katılma umutlarını suya düşürüyor.

Strateji, Çin, Hindistan ve gelişmekte olan ekonomilerin yükselişi nedeniyle Avrupa'nın küresel ekonomideki payının azalmasının “daha karanlık bir olasılığın, Avrupa medeniyetinin aşınmasının” habercisi olduğunu savunuyor. Güçlü tepkiler içeren bir duruş ile Almanya, “dışarıdan tavsiyeye ihtiyacı olmadığını” belirtti.

Latin Amerika: Trump Doktrini’ndeki yeni ağırlık merkezi

Strateji, Latin Amerika'yı Amerikan gündeminin en üst sıralarına taşıyor. Bu, belgedeki en önemli bölgesel dönüşüm, çünkü Monroe Doktrini'ni “Trumpçı” bir yorumla yeniden canlandırmaya yönelik yeni bir vizyon sunuyor. Bölgedeki rejimlerin istikrarını sağlayarak göç dalgalarını önlemeyi amaçlayan ve belgede “Trump Doktrini” olarak adlandırılan bir öneriye yer veriliyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre başta Çin olmak üzere bölge dışı güçlerin asker konuşlandırmasının veya kritik altyapıları kontrol etmesinin engellenmesi gerektiği vurgulanıyor.

Belge, ABD'nin Ortadoğu'daki müdahalelerinin azaltılması çağrısında bulunuyor ve bunu, Washington'un Körfez petrolüne olan bağımlılığının azalması ve bunun bölgenin ABD ulusal güvenlik hesaplarındaki önemini azaltmasıyla gerekçelendiriyor

Belgede, denizdeki uyuşturucu kaçakçılığı şebekelerinin hedef alınması, sol görüşlü liderlere müdahale edilmesi ve Panama Kanalı gibi hayati önemdeki kaynakların kontrol altına alınması gibi önlemler ayrıntılı olarak ele alınıyor.

ABD Başkanı Donald Trump ve Arjantin Devlet Başkanı Javier Milei, 14 Ekim 2025'te başkent Washington'daki Beyaz Saray'da (AFP) ABD Başkanı Donald Trump ve Arjantin Devlet Başkanı Javier Milei, 14 Ekim 2025'te başkent Washington'daki Beyaz Saray'da (AFP)

1823'te açıklanan Monroe Doktrini'nin bu yeniden canlandırılması, Washington'un son yıllarda uzak durduğu “arka bahçe” politikasına geri döndüğünü gösteriyor; tek fark, yeni versiyonun daha açık ve daha az diplomatik olması.

Asya: Askeri tehditten önce ekonomik bir rakip olarak Çin

Asya'nın stratejik önemine rağmen, belge önceki belgelerden farklı bir yaklaşım sunuyor. Çin'i askeri bir tehditten önce birinci ekonomik rakip olarak görüyor. Tedarik zincirleri ve teknoloji de dahil olmak üzere Çin ile ekonomik ilişkilerin yeniden dengelenmesi gerektiğini vurguluyor. Tayvan'daki “statükoyu” korurken, Japonya ve Güney Kore'den adayı korumaya yönelik savunma katkılarını artırmalarını talep ediyor.

Trump ABD’si, Hindistan ile ilişkileri derinleştirmeye ve Hint-Pasifik güvenliğinde öncü bir rol oynamasını teşvik etmeye açık olduğunu da ifade ediyor.

Bu değişim, Trump'ın dünya görüşünün temel bir özelliği olan ekonomik rekabeti genişletme lehine doğrudan askeri odaklanmayı azaltma politikasına işaret ediyor.

Ortadoğu ve Afrika: ABD'nin rolünün azaltılması ve önceliklerin belirlenmesi

Belge, ABD'nin Ortadoğu'daki müdahalelerinin azaltılması çağrısında bulunuyor ve bunu, Washington'un Körfez petrolüne olan bağımlılığının azalması ve bunun bölgenin ABD ulusal güvenlik hesaplarındaki önemini azaltmasıyla gerekçelendiriyor.

Belge, ABD ve İsrail saldırılarıyla “İran'ın zayıflatıldığına” işaret ediyor, İsrail'in, “güvende” olması gerektiğini vurguluyor ama Trump yönetiminin daha önce kullandığı sert söylemlerden uzak duruyor.

Belge, Suriye ve Irak gibi geleneksel çatışmalardan çok bahsetmiyor. Ayrıca, Afrika'da “yardım yaklaşımından” uzaklaşılarak, hayati önem taşıyan maden ve minerallere odaklanılması çağrısında bulunuyor.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarfından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


İrlanda'daki anne ve bebek tesisinde mezarlık bulundu: "796 ceset olabilir"

İrlanda'nın Tuam bölgesindeki bir anne ve bebek evinde yaklaşık 800 çocuğun öldüğünü keşfeden Catherine Corless tarafından yapılan bir maket (AP)
İrlanda'nın Tuam bölgesindeki bir anne ve bebek evinde yaklaşık 800 çocuğun öldüğünü keşfeden Catherine Corless tarafından yapılan bir maket (AP)
TT

İrlanda'daki anne ve bebek tesisinde mezarlık bulundu: "796 ceset olabilir"

İrlanda'nın Tuam bölgesindeki bir anne ve bebek evinde yaklaşık 800 çocuğun öldüğünü keşfeden Catherine Corless tarafından yapılan bir maket (AP)
İrlanda'nın Tuam bölgesindeki bir anne ve bebek evinde yaklaşık 800 çocuğun öldüğünü keşfeden Catherine Corless tarafından yapılan bir maket (AP)

Maira Butt 

Geçmişte İrlanda'nın Galway Kontluğu'nun Tuam bölgesinde bekar anneler ve çocuklarının kullanımına ayrılmış bir kuruluşta, bir mezara dair kanıtlar bulundu.

Anne ve bebek evi, yerel tarihçi Catherine Corless'in başını çektiği araştırmanın, 796 bebek ve küçük çocuğun defin kaydı olmadan orada öldüğünü ortaya koymasının ardından, 2014'te uluslararası kamuoyunun dikkatini çekmişti.

Temmuzda tesisteki çalışmalarına başlamasından bu yana dördüncü güncellemesini yapan Tuam Yetkili Müdahale Direktörlüğü (Office of the Director of Authorised Intervention, Tuam/ODAIT), "Bu bölgedeki mezarların varlığı artık doğrulandı" diye yazdı.

1925'ten 1961'e kadar faaliyet gösteren tesisin kenarında "çocuk veya bebek büyüklüğünde mezarlar" bulunduğu yeni güncellemede belirtildi:

Mezarların yerleşimi ve büyüklüğü, tesisin bu bölümünde anne ve bebek kurumunun faaliyet gösterdiği zamandan kalma bir mezarlık bulunduğuna dair tutarlı bir kanıt.

İlk değerlendirmelere göre kazıda 4 grup bebek kalıntısı bulundu ve bunlar hepsi geçen ay keşfedilen tabutlara gömülmüş 7 grup insan kalıntısına eklendi. Adli analiz çalışmaları sürdürülüyor.

ODAIT'in aktardığına göre, tarihi belgeler bir mezarlık olasılığını işaret etse de bunun varlığına dair ilk işaretler zemin veya yüzey seviyesinde görünmüyordu.

2017'de yürütülen resmi bir soruşturmada, tesisin başka bir yerine sadece 100 metre mesafedeki yeraltı odalarında "önemli miktarlarda" insan kalıntısı bulunmuştu.

ODAIT Direktörü Daniel MacSweeney, cesetlerin kimlere ait olduğunun belirlenmesi için en az 160 kişinin DNA örnekleri vermeyi teklif ettiğini RTÉ'ye söyledi:

Deneyimlerimden biliyorum ki bazen kalıntıların keşfi, insanların öne çıkması için bir katalizör görevi görebilir.

Görsel kaldırıldı.Pembe dikdörtgenle çevrilen alan, kazı çalışmalarında mezarlara dair kanıtların bulunduğu çadırı gösteriyor (ODAIT)

2021'de İrlanda lideri Micheal Martin, ülke genelindeki anne ve bebek evlerine yerleştirilen kadın ve çocuklara gösterilen muameleden dolayı devlet adına özür dilemişti.

Bu özür, evlilikdışı hamile kalan anneleri barındıran 18 anne ve bebek evinde 9 binden fazla çocuğun öldüğü sonucuna varılan bir soruşturmanın nihai raporunun ardından gelmişti.

İrlanda parlamentosunda "Orada olmamalıydılar" demişti:

Devlet sizi, bu evlerdeki anneleri ve çocukları hayal kırıklığına uğrattı.

Bu evlerdeki tüm çocukların yüzde 15'inin hastalık ve mide gribi gibi enfeksiyonlardan öldüğü, raporda belirtilmişti. Bu rakam, ülke çapındaki bebek ölüm oranının neredeyse iki katı.

Independent Türkçe, independent.co.uk/news/uk


Papa: İnsan hakları ihlalleri karşısında sessiz kalmayacağız

Papa XIV. Leo Vatikan'da konuşuyor (AP)
Papa XIV. Leo Vatikan'da konuşuyor (AP)
TT

Papa: İnsan hakları ihlalleri karşısında sessiz kalmayacağız

Papa XIV. Leo Vatikan'da konuşuyor (AP)
Papa XIV. Leo Vatikan'da konuşuyor (AP)

Papa XIV. Leo, bugün yeni atanan büyükelçilere, Vatikan'ın dünya çapındaki insan hakları ihlalleri karşısında kayıtsız kalmayacağını söyledi.

Bu, Papa Francis'in ölümünün ardından mayıs ayında Katolik Kilisesi'nin başına seçilen Amerikalı Papa'nın felsefesini ortaya koyan en net açıklamalardan biri.

Papa, 13 büyükelçiden oluşan gruba hitaben yaptığı konuşmada, "Kutsal Makam'ın, giderek bölünen ve çatışmalarla dolu küresel toplumumuzda yaşanan ciddi eşitsizlikler, adaletsizlikler ve temel insan hakları ihlalleri karşısında kayıtsız kalmayacağını bir kez daha vurgulamak isterim" ifadelerini kullandı.

Kutsal Makam, Papa başkanlığındaki Kilise'nin yönetim organıdır ve 1,4 milyar Katolik üzerinde manevi otoriteye sahiptir.

Papa, "Kutsal Makam'ın diplomasisinin, özellikle vicdanlara hitap ederek ve yoksulların, güvencesiz koşullarda yaşayanların ve toplumun dışına itilenlerin seslerini dinleyerek, sürekli olarak insanlığın iyiliğine hizmet etmeye yönelik olduğunu" ifade etti.

Leo, eşitsizliğe odaklanarak, papalık dönemi boyunca göçmenlerin ve diğer savunmasız grupların haklarını savunan selefi Papa Francis'in önceliklerini temel alıyor.

Peru'da yaklaşık 20 yıl misyonerlik yapan Leo, Başkan Donald Trump döneminde Amerika Birleşik Devletleri'nde göçmenlere yönelik "saygısız" muameleyi eleştirdi.

Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgiye göre Vatikan tarafından bugün kabul edilen yeni akredite büyükelçiler arasında Özbekistan, Moldova, Bahreyn, Sri Lanka, Pakistan, Liberya, Tayland, Lesotho, Güney Afrika, Fiji, Mikronezya, Letonya ve Finlandiya vardı.