Beşşar Esed... Bombardımanlardan ve izolasyondan yeni devlet başkanlığına

Suriye Devlet Başkanı Beşar Esed (AP)
Suriye Devlet Başkanı Beşar Esed (AP)
TT

Beşşar Esed... Bombardımanlardan ve izolasyondan yeni devlet başkanlığına

Suriye Devlet Başkanı Beşar Esed (AP)
Suriye Devlet Başkanı Beşar Esed (AP)

Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed, ülkesini vuran ve halen varlığını koruyan yıkım, ölüm ve göçlere rağmen devrime, izolasyona, savaşa ve öfkeye direndi.
Fransız Haber Ajansı (AFP) Beyrut muhabirinin haberine göre, Esed, kendisine karşı patlak veren halk hareketlerinden on yıl sonra, sonuçları hükmen lehine görünen başkanlık seçimlerine aylar kala tekrar aday olmaya hazırlanıyor.
On yıl önce, bazı Arap ülkelerinde otoriterliğe, baskıya ve yoksulluğa karşı halk devrimleri başladı. Öfke, arzu edilen özgürlüğü ve refahı her zaman getirmese de, ülkelerini on yıllardır demir yumrukla yöneten diktatör başkanları ve rejimlerini yerinden etti.
Pek çokları Esed’e karşı Mart 2015’te halk ayaklanmasının başlamasından haftalar sonra sokak baskısı altında düşeceği yönünde haberler yaparken, konumunu koruyan ise sadece Esed oldu. Uzmanlar ve politikacılar, Esed’in koltuğunda kalmayı sürdürmek amacıyla iç faktörler (bunların en önemlisi Esed’in güvenlik ve askeri güçler üzerindeki kontrolüydü) ile dış faktörlerin (bu faktörlerin başında da İran ve ardından Rusya’nın Esed’e sunduğu kararlı askeri destek karşısında Batı’nın güç kullanma konusundaki isteksizliği geliyordu) kesişiminden faydalandı. Buna ek olarak, 1970’lerin başından bu yana Suriye'yi yöneten Esed ailesinin sabır ve zaman faktörleri konusundaki deneyimleri bilinen bir durum.

Protestolar ve radikaller
Barışçıl protestolar başladığında, Esed bu protestoları güç ile bastırmayı seçti. Esed’in bu kararı vermesiyle ülkedeki durum, radikal örgütlerin etkisinin artması sonucu daha da derinleşen yıkıcı bir çatışmaya hızla evrildi ve bazı dış aktörlerin de müdahale etmesi, durumun daha da karmaşıklaşmasına yol açtı. Esed böylece kendisine silah yönelten herkesi ‘terörist’ olarak sınıflandırdı.
Suriye’de 10 yıldır süren savaşta 380 binden fazla kişi hayatını kaybetti, on binlerce kişi tutuklandı, altyapı imha edildi, ekonomi kan kaybetti ve nüfusun yarısından fazlası yerinden oldu. Suriye hükümet güçleri bugün ülke topraklarının üçte ikisini kontrol ederken, halk, devlet kaynaklarının tükenmesi ve rejim ile çevresine uygulanan uluslararası yaptırımların yansıması sonucu ciddi bir ekonomik krizle karşı karşıya.
Analistler, 2000 yılında hayatını kaybeden babası Hafız Esed'in yerini alan Esed'in, ondan soğuk ve gizemli bir kişilik miras aldığına, onun elinde sabırlı olmayı öğrendiğine ve bu faktörlerin ‘direnmesinde’ temel rol oynadığına inanıyorlar.
Lübnanlı deneyimli siyasetçi Karim Pakradouni, “Bütün dünya yıllar önce gitmesini talep ettikten ve düşeceğini zannettikten sonra bugün onunla bir çözüm bulmak istiyor. Esed, zaman faktörüne nasıl yatırım yapacağını biliyordu” ifadelerini kullandı.
Esed, çatışmanın patlak vermesinden bu yana, en savunmasız anlarında bile zafere olan büyük güvenini ifade etmekte tereddüt etmedi.
Suriye ve Lübnan’ın krizlere sahne olduğu günlerde Suriye rejimi ile Lübnanlı taraflar arasında uzun bir dönem arabuluculuk rolü üstlenen Pakradouni, konuşmasının devamında şunları kaydetti:
“Esed herhangi bir geri adım atmadı. Bütün pozisyonlarına hiçbir değişiklik yapmadan bağlı kaldı ve askeri güç ile Suriye topraklarının çoğunu geri alabildi. Suriye ordusu, varlığını sürdüren, rejimi en kötü durumlarda koruyan, başka ülkelerde olduğu gibi onu (Esed’i) devirmeyen düzenli ve inançlı bir ordu olduğunu ispatladı. Bu da Arap Baharı olarak bilinen devrimlerde Esed’in istisnai bir örnek olmasını sağladı.”
Suriye ordusu -ki ordular diktatör rejimlerin en önemli silahlarından biridir-, çatışmanın başlarında on binlerce kişinin ayrılmasına rağmen Esed rejiminin yanında durdu. Bu durum, istifa eden, firar eden veya sokağın baskısı altında öldürülen diğer Arap liderlerin aksine Esed’e direnmek için altın bir fırsat sundu.

Ordunun sadakati
Arap ve İslam Dünyası Araştırma ve İnceleme Enstitüsü’nden araştırmacı Thomas Pierret, Esed’in yönetimde kalmasını sağlayan iç faktörlerin tek başlık altında toplanabileceği görüşünde. Pierret bu başlığı “Esed’in akrabaları (kendisinin de mensubu olduğu Alevi mezhebinden) ve takipçileriyle doldurulan ordu komutanlığının sadakatinin sürmesi” şeklinde ifade ediyor. Pierret’e göre, 2011 yılına gelindiğinde, ordudaki subayların neredeyse yüzde 80’inden fazlası Esed’in akrabaları ve takipçilerinden oluşuyordu. Bu subaylar ordu içindeki tüm etkili pozisyonları almış durumdaydı.
İsminin gizli kalması kaydıyla AFP’ye konuşan Suriyeli bir araştırmacı, “Esed’in kalmasında, ısrarcı ve sert kişiliğinin rolü inkar edilemez. O, tüm kararları elinde toplayabildi ve ordunun kendisiyle beraber olmasını sağladı” dedi.
Esed, özellikle cihatçı ve İslamcı örgütlerin tırmanışa geçtiği bir ortamda Araplar ve Kürtler arasındaki etnik bölünme ile Sünni, Alevi ve Hristiyanlar başta olmak üzere azınlıklar arasındaki mezhep bölünmelerini kendisi için bir koruma faktörü olarak gördü.
Suriyeli araştırmacı, “Esed, insanların kaos korkusundan ve çevresinin (Alevilerin) kendisinin düşmesi halinde varlıkları için endişe etmesinden faydalandı. (Alevilerin, varlıklarını sürdürmek için Esed’in düşmemesi gerektiğini düşünmeleri) onları varlıklarını savunur gibi Esed’i savunmaya sevk etti. Esed ayrıca etkili siyasi güçlerin ve muhalefet umudunun olmayışından faydalandı” diye konuştu.
Şubat 2012'de Esed güçleri toprak kaybederken, Suriye muhalefetini destekleyen Batılı ve Arap ülkelerinin yer aldığı "Suriye’nin Dostları" grubu kuruldu. Ardından yüzden fazla ülke, Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu’nu Suriye halkının tek meşru temsilcisi olarak tanıdı.
O sıralarda Esed, Arap Birliği’nin Suriye'nin üyeliğini dondurduğu ve uyguladığı baskılar sebebiyle Suriye rejimine Batı ülkeleri tarafından yaptırımların uygulandığı, görevi bırakması yönündeki çağrıların giderek arttığı izole edilmiş bir başkan görüntüsü çiziyordu. Esed o dönem düşmek üzereymiş gibi görünüyordu. Ancak muhalifleri Esed’e karşı ne yurt içinde ne de yurt dışında ortak bir cephe oluşturabildi.
Çekişmenin askeri bir boyut kazanmasıyla birlikte, özel gündemlere sahip olan dış ülkeler ve gruplardan destek alan savaşçı gruplar çoğaldı. DEAŞ’ın ortaya çıkması ve ülke topraklarının geniş bir kısmına hakim olmasıyla beraber, özgürlük ve demokrasi talepleri korkunun arkasında dağıldı. Bu olay dolaylı yoldan Esed’e, kendisini ‘terörizme’ karşı savaşan biri olarak sunma imkanı verdi.
Aynı zamanda, ülkedeki siyasi muhalefet, uluslararası toplumun desteğini alacak alternatif bir liderlik oluşturamadı.
Muhalif gruplar, tıpkı NATO’nun Kaddafi rejimini devirmek için Libya’daki silahlı muhalif gruplara yardım ettiği gibi, müttefiklerinden silah ve askeri destek talep ederken, Batı ise bu talepler karşısında Libya tecrübesinin tekrarlanmasından endişe duyuyordu. Zira Libya’da kaos yayılmaya başlamıştı.
DEAŞ’ın, 2014 yılından itibaren binlerce yabancı savaşçıyı Suriye ve komşu Irak'a çekmesi ve çeşitli ülkelerde kanlı saldırılar düzenlemesi üzerine Washington liderliğindeki uluslararası toplum, Esed’in muhaliflerini desteklemek yerine cihatçılarla mücadelede Kürt gruplarını desteklemeye odaklandı.
Esed, 2013’te Suriye rejimini, Şam yakınlarında sarin gazı kullanarak bin 400 kişinin ölümüne neden olmakla suçlayan Eski ABD Başkanı Barack Obama’nın cezalandırıcı hava saldırıları düzenlemekten geri adım atmasının ardından, ABD uçaklarının Şam semalarında uçmayacağına artık kesin bir biçimde kanaat getirdi.
Pierret, “Obama, Irak’tan çekilme vaadiyle seçildi. Bu nedenle Obama yönetimi (Suriye kapısından) Ortadoğu’ya geri dönmekte tereddüt etti. ABD yönetimi bölgedeki çıkarlarını dar bir kapsamda ve kendisini soyutlayarak tanımladı. Yani terörle mücadele. Buradan da DEAŞ örgütüne ve kitle imha silahlarına karşı bölgeye girdi” dedi.

İran’ın desteği
Esed, başta Lübnan Hizbullahı olmak üzere rejimi var gücüyle savunan silahlı grupları eğiterek rejimin hizmetine sunan İran’dan ciddi destek aldı. Rusya da aynı şekilde Birleşmiş Milletler Güvenlik Kurulu’nda (BMGK) rejimi savundu ve önce ekonomik sonra askeri açıdan ve özellikle de hava bombardımanlarıyla rejimi destekledi.
Pierret, “Özellikle Rusya, bir süper güç olarak kaybettiği statüyü yeniden kazanmak için Obama'nın bölgeden kısmen kopmasının geride bıraktığı stratejik boşluğu doldurarak, tarihi bir fırsattan faydalandı” dedi.
Washington başta olmak üzere Batılı ülkelerin Esed’in istifa etme zorunluluğunda ısrarcı oldukları dönemin geçmesinin ardından, uluslararası toplum tüm dikkatini, hükümet ve muhalefetten temsilcilerin yer aldığı ve 18 aydır Cenevre’de toplantılar düzenleyen Anayasa Komitesi üzerinden siyasi çözüme varmaya çevirdi.
BM, Suriye’de bu yılın ortalarında düzenlenmesi planlanan devlet başkanlığı seçimlerinin Anayasa Komitesi çalışmalarından çıkacak sonuçlara uygun ve kendi gözetiminde yapılmasını umuyordu. Ne var ki, BM Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen, bu ay gazetecilere verdiği demeçte, Anayasa Komitesi’nin son toplantısını “kaçırılan bir fırsat” ve “hayal kırıklığı” diye niteledi ve BMGK önünde yaptığı konuşmada “siyasi sürecin başarısızlığını” kabul etti.
AFP’ye konuşan bir diplomatik kaynak, ‘komedi’ye benzettiği Anayasa Komitesi toplantılarıyla Şam’ın kasıtlı bir biçimde ‘zaman kazandığını’ söyledi.
Kaynak, “Esed’in mevcut Anayasa’ya göre bu yaz seçimleri düzenleyeceğiniz göreceğiz. Rejim ve manevi babaları (Rusya ve İran) dünyaya şunu söylemek istiyorlar: Tamam, seçimler yapıldı ve oyun bitti, on yıldır bombaladığımız altyapının onarımı için çek ve fon defterlerini açmanızı rica edebilir miyiz?” ifadelerini kullandı.
Esed, pratikte seçimlerdeki tek aday olacak. Suriyeli kaynak, “Bugün, Suriye rejiminin uluslararası sistem tarafından kabul görmesi ve aynı zamanda bu sistemin dışında kalması imkansızdır. Suriye halkının bedelini ödediği yavaş yıpranma devam ederken, bu ‘imkansızlık denklemi’ bizi yıllarca seçeneksiz, çözümsüz ve istikrarsız bir aşamada tutacak” dedi.
Bugün geldiğimiz noktada, Esed’in yerinde kalmasını ve dördüncü dönemi kazanmasını engelleyecek hiçbir şey yokken, bir gün rejimin düşmesi için sokağa çıkmaya cesaret eden tüm aktivistler ya öldürüldü ya ülkeden kaçtı veya yerinden edildi, onların dışında kalan on binlerce aktivist ise hapishanelerde.

 


İsrail saldırganlığı karşısında Suriye'nin seçenekleri

 İsrail'in Suriye'ye saldırıları (Arşiv-Suriye İnsan Hakları Gözlemevi)
 İsrail'in Suriye'ye saldırıları (Arşiv-Suriye İnsan Hakları Gözlemevi)
TT

İsrail saldırganlığı karşısında Suriye'nin seçenekleri

 İsrail'in Suriye'ye saldırıları (Arşiv-Suriye İnsan Hakları Gözlemevi)
 İsrail'in Suriye'ye saldırıları (Arşiv-Suriye İnsan Hakları Gözlemevi)

Mecid Kayalı

Mevcut koşullar altında İsrail, Hamas ve Hizbullah'ın gücünü ve konumunu zayıflattıktan, Suriye rejimi çöktükten ve İran'ın Arap Maşrık (Levant) ülkelerindeki nüfuzunu sonlandırdıktan veya sınırlandırdıktan sonra, bölgede politik ve güvenlik açısından yeni bir stratejik gerçeklik dayatmaya çabalıyor. Hatta Aksa Tufanı’nın, ABD'nin sınırsız desteği de dahil ortaya çıkardığı sonuçlardan yararlanarak, bu bölgede bir tür kırılgan rejimler kurmak için müdahalelerde bile bulunuyor.

Siyasi düzeyde İsrail, yalnızca zayıf ve dağılmış Arap sistemine karşı değil, aynı zamanda diğer iki bölge ülkesine, yani Türkiye ve İran'a karşı da bölgede daha güçlü bir bölgesel devlet veya baskın bir devlet olarak kendini dayatmaya çalışıyor. İsrail'in Türkiye ile sorunu, Türkiye'nin yeni Suriye'deki siyasi, ekonomik ve askeri ağırlığının azaltılmasıyla ilgili ise İran ile sorunu, İran'ın nükleer ve füze programlarını çökertme ve kendisini sınırları içine hapsetmekte ısrar etmesinden kaynaklanıyor. Filistinlilere gelince, İsrail onları siyasi denklemden silmeye, bağımsız bir Filistin varlığını engellemeye ve nehirden denize kadar üzerlerindeki hakimiyetini sağlamlaştırmaya çalışıyor.

Güvenlik açısından İsrail, yalnızca ordusunun prestijini yeniden kazanmasını sağlamayı veya yakın çevresinde herhangi bir askeri gücün belirmesini engellemek için önleyici savaşlara girişmeyi amaçlamıyor. Aynı zamanda Suriye ve Lübnan'da, kendine hayati bir alan yaratmaya çalışıyor. Gazze ve Batı Şeria'da oluşturulacak tampon bölgelerle birlikte, bu alan Suriye’de Dera, Kuneytra ve Suveyda illeri, Lübnan'da, Litani Nehri'nin kuzeyindeki Evveli Nehri sınırlarına kadar olan bölge dahil olmak üzere 60 kilometre derinlikte. Adı geçen iki ülkeye zaman zaman düzenlediği askeri saldırıların açıklaması da budur. Bu saldırılarla sanki hem devlet hem de milis güçler düzeyinde kendisi ile çatışmada askeri seçeneğin sonunu hazırlıyor.

Ancak İsrail, radikal hükümetinin savaşı sürdürme, Suriye, Lübnan, Gazze ve Batı Şeria’yı silahsızlandırma veya silahları sınırlandırma talebi konusundaki ısrarından da anlaşılacağı üzere, ayrıca Suriye ve Lübnan'daki mezhepsel ayrışmalara yatırım yaparak, komşu rejimlerin yapılarını değiştirmek için mevcut Arap, bölgesel ve uluslararası koşulları kullanmayı amaçlıyor. Böylece mezhepçi/Yahudi devleti karakterini genelleştirmeye çalışıyor. Zira Arap Maşrık ülkelerinin de kendisine benzemesi, onu Arap coğrafyasında bir Yahudi devleti olarak istisnai durumundan kurtaracaktır. Azınlıkları korumak ile övünmesinin anlamı da belki budur.

İsrail, tarih boyunca jeopolitik önemi nedeniyle, şu aşamada Suriye'ye diğer ülkelerden daha fazla odaklanıyor. Çünkü zorlu bir geçiş sürecinden yaşıyor ve Esed rejiminin bıraktığı ağır mirasın yükünü her düzeyde taşıyor.

Bu bakış açısının İsrail'de aşırı milliyetçi ve dinci sağın ideolojik cephaneliğinin her zaman bir parçası olduğu biliniyor. Bu, bazılarının inandığı gibi Suriye'yi sadece coğrafi olarak değil, aynı zamanda ve en önemlisi toplumsal düzeyde de bölmeyi amaçlıyor.

Tarih boyunca sahip olduğu jeopolitik önem nedeniyle, İsrail'in şu aşamada Suriye'ye diğer ülkelerden daha fazla odaklandığı aşikâr. Çünkü zorlu bir geçiş sürecinden geçiyor ve Esed rejiminin geride bıraktığı ağır mirasın yükünü her düzeyde taşıyor. Yani bu dönem, İsrail'in Suriye'yi devlet ve halk olarak zayıflatması, gelecekte de siyasi, ekonomik ve sosyal güç elde etme kabiliyetini sınırlaması için en uygun dönemdir.

İsrail'in Suriye'ye yönelik müdahale ve saldırılarını, öncelikle terörist ve cihatçı etkinin artması korkusuyla örtbas ettiğini belirtmekte fayda var. İkinci gerekçesi, İsrail'e karşı düşmanlık beslediğini varsaydığı, sanki bu konuda İran'ın yerini alabilecekmiş gibi algıladığı Türkiye'nin nüfuzunun artmasını engellemek. Üçüncüsü, yeni Suriye rejiminin, İsrail'e karşı savaşmayacağına dair İsrail'i rahatlatacak ölçüde kesin işaretler vermemesi. Dördüncüsü, bölgedeki yeni denklemler ve gelişmeler doğrultusunda Suriye'yi İsrail ile normalleşme dalgasına çekmek.

Suriye'nin İsrail'in bu pusuları ve müdahaleleri karşısındaki sorunu, bitkin ve güçsüz olması ve onu parçalanmaya sürükleyen etkenlerin varlığıdır. İsrail ile hegemonya mücadelesi veren bölgesel güçlerin ortadan kalkması veya zayıflamasıdır. İran, tüm milis güçlerinin başına gelenlerden sonra artık kendi bekasıyla ilgileniyor. Siyasi ve ekonomik baskı altında olduğu gibi, nükleer ve füze programlarının belini kıracak olası bir saldırı tehdidiyle de karşı karşıya.

Suriye için mümkün olan ve en güvenli seçenek, onu iki yönden güçlendirmektir: Birincisi, devleti bir kurumlar ve hukuk devleti olarak inşa etmek, Suriyeliler her anlamda bir halk olsun diye vatandaşlığa dayalı bir toplum tesis etmektir

Türkiye’ye gelince, Suriye liderliğini kucaklamasına veya desteklemesine rağmen, ABD'nin desteklediği İsrail politikalarına karşı fazla bir şey yapması mümkün değil. Türkiye, NATO'nun önemli bir üyesi ve Suriye'ye olan ilgisi büyük ölçüde, hemen yanı başında bağımsız bir Kürt oluşumunun kurulmasını engellemekle sınırlı. Söylemi ne olursa olsun Suriye'deki rolünü sadece yumuşak güç, ekonomik imkânlar, altyapı ve hatta güvenlik güçlerinin eğitimi ile sınırlıyor.

Bu durum karşısında Suriye'nin seçenekleri sınırlı ve kısıtlı görünüyor; yorgun, bitkin ve parçalanmış, siyasi, ekonomik ve sosyal olarak acilen toparlanmaya ihtiyaç duyan bir Suriye gerçeğinde askeri seçeneği önermek pervasızlıktır. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre buna ilave olarak, Suriye ordusunun kapasitesinin ve altyapısının tahrip edilmesinden ve İsrail’in uzun elinin İran'a kadar bütün Ortadoğu'ya uzanabildiği ortaya çıktıktan sonra, savaşacak gücü ve kapasitesi de yok.

Dolayısıyla Suriye için mümkün olan ve en güvenli seçenek, onu iki yönden güçlendirmektir: Birincisi, devleti kurumlar ve hukuk devleti olarak inşa etmek, ikincisi de Suriyeliler her anlamda bir halk olsun diye vatandaşlığa dayalı bir toplum tesis etmektir. Kastettiğimiz, Suriye'de coğrafi bölünmüşlüğü reddedip, merkezi bir devlete yönelmekten bahsetmekle yetinmenin mümkün veya yeterli olmadığıdır. Çünkü böyle bir devlet ne bir güç göstergesidir ne de birlik göstergesidir, önemli olan halkın birliğidir. Bu da ancak etnik, mezhepsel ve siyasal ayrımlardan uzak, özgür ve eşit yurttaşlardan oluşan bir devletin kurulmasıyla gerçekleşebilir. İsrail devletinin kuruluşundan bu yana ihmal edilen veya bastırılan, İsrail'e karşı en etkili silah da budur.

İkinci boyut, Suriye'nin uluslararası, bölgesel ve Arap dünyasıyla ilişkilerinin güçlendirilmesini, dünyaya ve gerçekliğe karşılık vermesini ve uyum sağlamasını gerektiriyor. Çünkü böyle bir uyum, İsrail'in öne sürdüğü argümanları elinden alacaktır.

Burada Suriye'nin şu anda bir geçiş sürecinde olduğunu, Suriye'nin ve halkının geleceğinin, bu süreci sağlam ve doğru temeller üzerinde geçirmesinin belirleyeceğini kastediyoruz.

*Bu analiz Şarku'l Avsat tarafınadan Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.