KİK ve Arap Parlamentosu’ndan AP’nin Bahreyn kararına tepki

Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) Genel Sekreteri Nayef el-Hacraf. (Şarku’l Avsat)
Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) Genel Sekreteri Nayef el-Hacraf. (Şarku’l Avsat)
TT

KİK ve Arap Parlamentosu’ndan AP’nin Bahreyn kararına tepki

Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) Genel Sekreteri Nayef el-Hacraf. (Şarku’l Avsat)
Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) Genel Sekreteri Nayef el-Hacraf. (Şarku’l Avsat)

Avrupa Parlamentosu'nun (AP) Bahreyn’deki insan haklarına ilişkin verdiği karar, Körfez ve Arap dünyası tarafından tepkiyle karşılandı. İnsan hakları konularının siyasallaştırılmaması çağrısı yapıldı.
Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) dün, karara karşı olduğunu ve kınadığını bildirdi. KİK’ten yapılan açıklamada bilgi edinmede güvenilirliğe bağlı kalınması, yanlışlıklardan ve güvenilmez kaynaklardan kaçınılması ve insan hakları sorunlarının siyasallaştırılmaması talep edildi.
Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) Genel Sekreteri Nayef el-Hacraf, Avrupa Parlamentosu'nun dün Bahreyn'deki insan haklarına ilişkin verdiği kararı kınadığını ve kabul etmediğini söyledi. Hacraf söz konusu kararın Bahreyn'i insan hakları konusunda itibarsızlaştırmaya çalışan kaynaklara dayandığını, hakikatle ilgisi olmayan yanlış iddialar ve yanılgılar içerdiğini kaydetti.
Hacraf, KİK'in 2014 yılında yayınlanan insan hakları evrensel bildirgesi maddelerine uygun olarak KİK ülkelerinin insan haklarını destekleme ve geliştirme konusundaki inancını ve isteğini vurguladı. Hacraf, Avrupa Parlamentosu'nun anayasa, ulusal mevzuat ve uluslararası anlaşmalarla güvence altına alınan insan haklarını geliştirmek ve korumak için Bahreyn'in gösterdiği tüm çabaları ve her düzeyde elde ettiği başarıları görmezden gelen kararı karşısında şaşkınlık yaşadığını kaydetti.
Bahreyn’in ülkedeki insan haklarını koruma, saygı gösterme ve buradaki temel özgürlüklerin korunmasını sağlama konusunda kaydettiği başarılara övgüde bulunan Hacraf sözlerini şöyle sürdürdü:
“KİK, uluslararası standartların ve sözleşmelerin maddelerine uygun olarak insan haklarını destekleme çabalarını sürdürme konusunda kararlı. Bahreyn'in bu alandaki çabalarını takdir ediyoruz. Ayrıca Avrupa Parlamentosu'nun kararını reddediyoruz. Avrupa Parlamentosu’na bilgi edinmede güvenilirliğe bağlılık ve yanlışlıklardan ve güvenilmez kaynaklardan kaçınma çağrısında bulunuyoruz.”
Avrupa Parlamentosu’nun Bahreyn’deki yetkili makamlarla iletişim kurmadan ve iddiaları doğrulamak için önceden herhangi bir girişimde bulunmadan böyle bir kararı vermesi karşısında şaşkınlık yaşadığını dile getiren Hacraf, tüm norm ve ilkelerin ihlali olarak değerlendirilen bu kararın inandırıcılığı yitireceğini belirtti. İnsan hakları konularının siyasallaşmaması gerektiğini vurguladı.
Arap Parlamentosu da Avrupa Parlamentosu'nun kararına karşı olduğunu duyurdu.
Kararı şiddetle kınadığını ifade eden Arap Parlamentosu Başkanı Adil el-Usumi şunları söyledi:
“Karar kabul edilemez bir ihlali ve Bahreyn’in içişlerine açık bir müdahaleyi temsil ediyor. Bu, parlamentonun çalışmasının ilke ve kurallarıyla ve tüm uluslararası yasa ve normlarla çelişir.”
Arap Parlamentosu Başkanı dün yaptığı açıklamada, Avrupa Parlamentosu'na diğer Avrupa dışı ülke ve toplumlardaki insan hakları durumunu değerlendirme hakkı veren gerekçeleri ve Bahreyn ve Arap ülkelerinin güvenlik ve istikrarına düşman ve nefret dolu (şüpheli ve eğilimli) kaynaklara güvenmesi hususunda soru işaretleri olduğunu söyledi. Söz konusu kaynakların Arap ülkelerinin imajını bozmayı, fitne ve kaosu yaymayı hedeflediğini belirten Usumi, Avrupa Parlamentosu’nun asılsız suçlamaları ve gerçek dışı iddiaları doğrulamadan bu kaynakların arkasında körü körüne sürüklenmekten sorumlu olduğunu dile getirdi.
Usumi açıklamasını şöyle sürdürdü:
“Bu tür kararların hukuki veya siyasi bir değeri yoktur. Bu karar, Bahreyn'in insan haklarını koruma, geliştirme ve temel özgürlükleri sağlama alanında yaptığı ilerlemesine hakarettir. Bahreyn’in kaydettiği bu ilerleme, birçok bölgesel ve uluslararası kurum tarafından övgü ve takdir konusu olmuştur. Avrupa Parlamentosu, belirli konularla ilgili bazı sorularının olması durumunda Arap-Avrupa ortaklığının temellerine ve ilkelerine saygı göstermesi bağlamında ilk olarak ilgili yürütme ve yasama kurumlarıyla doğrudan iletişim kurmalıdır. Arap ülkelerinin Kıta toplumlarının mahremiyetine saygı duydukları ve içişlerine karışmadıkları bir zamanda Avrupa Parlamentosu da Avrupa Birliği ile Arap ülkeleri arasındaki ortak çıkarların ve stratejik ilişkilerin getirdiği sorumluluk ve diplomasiye bağlı olmalıdır. Avrupa Parlamentosu, pozisyonlarını derhal gözden geçirmeli ve insan hakları sorunlarını siyasallaştırmaya son vermelidir.”



Uluslararası bir role sahip bölgesel bir merkezin sponsorluğu

Savunma Bakanı Prens Halid bin Selman'ın temsil ettiği Suudi Arabistan sponsorluğunda Lübnan ve Suriye savunma bakanlarının 27 Mart'ta Riyad'da gerçekleştirdiği toplantıdan bir görüntü (SPA/AFP)
Savunma Bakanı Prens Halid bin Selman'ın temsil ettiği Suudi Arabistan sponsorluğunda Lübnan ve Suriye savunma bakanlarının 27 Mart'ta Riyad'da gerçekleştirdiği toplantıdan bir görüntü (SPA/AFP)
TT

Uluslararası bir role sahip bölgesel bir merkezin sponsorluğu

Savunma Bakanı Prens Halid bin Selman'ın temsil ettiği Suudi Arabistan sponsorluğunda Lübnan ve Suriye savunma bakanlarının 27 Mart'ta Riyad'da gerçekleştirdiği toplantıdan bir görüntü (SPA/AFP)
Savunma Bakanı Prens Halid bin Selman'ın temsil ettiği Suudi Arabistan sponsorluğunda Lübnan ve Suriye savunma bakanlarının 27 Mart'ta Riyad'da gerçekleştirdiği toplantıdan bir görüntü (SPA/AFP)

Refik Huri

Lübnan ve Suriye savunma bakanları arasındaki görüşmelerin Şam'dan Cidde'ye taşınması, sadece bir mekan değişikliği değil. Aynı şekilde ABD ve Rusya'nın, ikili ilişkiler ve ardından Ukrayna’da ateşkes konusunda iki ülkenin üst düzey yetkilileri arasındaki müzakereler, ABD-Ukrayna görüşmeleri, sonrasında Başkan Donald Trump ile Vladimir Putin arasındaki olası görüşme için Cidde ve Riyad'ı seçme konusunda anlaşmaları da Cenevre, Viyana veya Madrid'deki toplantılara benzemiyor. Yaşananlar, uluslararası bir role sahip bölgesel bir merkez olarak Suudi Arabistan'ın önemli bir role sahip olduğuna işaret eden jeopolitik ve stratejik değişkenler çerçevesinde gerçekleşen bir aktivizmdir. Riyad'ın Lübnan-Suriye görüşmelerine sponsor olmasının sembolize ettiği şey, Esed rejiminden miras kalan sorunların çözümü için Beyrut ile Şam arasındaki ilişkiler dosyasını kontrol ettiğidir. Şu anda odaklanılması gereken konu, bazı bölgelerdeki karmaşık sınırları belirlemek, kaçakçılık faaliyetlerini ve Captagon üretimini kontrol altına almak, sınırın iki yakasındaki aşiretler, Hizbullah ve silahı, serbestçe dolaşan silahlı örgütler arasındaki iç içe geçmişliği bitirmektir. Lübnan'daki yeni hükümet İran döneminin kalıntılarının zorluklarıyla karşı karşıyaysa, Suriye'deki yeni yönetim de henüz ülkenin tüm bölgelerini ve güçlerini kontrol altına almamışsa ve Suriye rejiminin mirasıyla karşı karşıya bulunuyorsa, bu durumun düzelmesinin garantisi Suudi Arabistan'dır. Eğer güven, ABD'nin eski dışişleri bakanı George Shultz'un dediği gibi “diplomasinin para birimi” ise, yine güven, Suudi Arabistan'ın “arabuluculuk, güven ve garanti” üçlemesine dayanan yaklaşımının, pozisyonunun ve politikasının temelidir.

Suudi Arabistan'ın rolündeki gelişme dikkat çekiyor. 1960'lı ve 1970'li yıllarda Mısır-Suriye-Suudi Arabistan üçlüsü Arap aktivizminin lokomotifi ve lideriydi. Kral Faysal, Ekim 1973 Savaşı sırasında Mısır ve Suriye'yi desteklemek amacıyla ABD ve Avrupa'ya petrol ambargosu uygulamıştı. Kral Fahd, Kral İkinci Hasan ve Cumhurbaşkanı Şadli Bin Cedid ile birlikte Lübnanlılara Taif toplantılarında ve 1989 yılında Taif Anlaşması'na varmakta öncülük etmişti. Anlaşma Lübnan savaşını durdurmuş ve devletin yeniden tesisinin kapısını açmıştı. Kral Abdullah, prens ve veliaht olduğu dönemde, 2002 yılında Beyrut'ta düzenlenen Arap Zirvesi'nde onaylanan barış girişimini sunmuştu. Kral Selman ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman, Suudi Arabistan'ı beş önemli dönüm noktasına taşıdı.

Birincisi, odaklanmak yani tüm Arapları beyhude savaşlara yönelmek yerine kalkınmaya ve geleceği inşa etmeye odaklanmaya çağırmak. Vizyon 2030 bu odağın zirvesidir. İkincisi, İran'ın petrol tesislerine yönelik saldırısına karşılık Washington’un hiçbir şey yapmamasından alınan ders ile uluslararası ilişkileri çeşitlendirmek. Böylece Riyad'a “savunma anlaşması” yapmayı teklif eden ABD ile ilişkilerden vazgeçilmeden Rusya, Çin ve Avrupa'ya açılım sağlandı. Üçüncüsü, Arap ve İslam zirvelerinin ötesinde ortak Arap ve İslam eylemini güçlendirmek. Dördüncüsü, Washington'u Philip Golden'ın “zor ve olmazsa olmaz müttefik Suudi Arabistan” olarak adlandırdığı şeyi kabul etmeye zorlamaktır. Beşincisi, gerçeğe dönüşebilecek olan ve Dalia Dassa ile Sanam Vakil'in Foreign Affairs'de yazdığı gibi, “Ortadoğu'yu yalnızca Ortadoğu iyileştirebilir” ilkesine dayanan “Ortadoğu Güvenlik Forumu”nun kurulmasına hazırlıklı olmaktır.

Arap Baharı olarak adlandırılan devrimler birçok ülkede felaketlere ve çöküşlere yol açsa da, bir Afrika atasözünde dendiği gibi, “biraz şans taşımayan talihsizliktir yoktur.” Yeni Arap Savaşları kitabının yazarı Profesör Mark Lynch, bu başarısızlığın “bir Arap düzeni yarattığına ve bölgesel ilişkileri yeniden şekillendirdiğine” inanıyor. Peki nasıl? Yaptığı gözleme göre, büyük geleneksel Arap güçlerinin büyük sorunlar karşısında pek bir işlevi olmamıştır, Körfez ülkeleri ise gelişip büyümüştür. Başka bir deyişle, Arap dünyasının liderliği Suudi Arabistan'da yoğunlaşmış durumda ve güvenliği garanti altına alan bir liderlik rolüne büyük ihtiyaç var. Çünkü zayıf ve başarısız devletlerin yayılması, güçlü ve zengin ülkeler için bile tehdit oluşturur. Vali Nasr'a göre ise “Ortadoğu'daki güç dengesini belirleyen husus Filistin davası değil, Afganistan, Irak, Lübnan ve diğer yerlerdeki başarısız devletlerin kaderidir.”

Suudi Arabistan'ın Lübnan ve Suriye'yi başarısızlıktan kurtarma ve bu ülkelerde iki devlet tesis etme çabalarının önemi buradan kaynaklanıyor. Suriye'nin başarısızlıktan kurtuluş yolu, toplumdaki çeşitliliği yansıtan, hem eski rejim döneminde katliamlar işleyenleri hem de rejimin devrilmesinden sonraki yeni katliamlara katılanları cezalandırmak için adaleti uygulayan bir otoritenin kurulmasıdır. Mezhepsel hassasiyetlerin giderilmesi, ABD ve Avrupa yaptırımlarının kaldırılmasının ve Arap yardımının sağlanmasının önünü açacaktır. Lübnan'da başarıysa, gerekli ve zorunlu reformların uygulanmasına, devletin silahı yani Max Weber'in “meşru şiddet” olarak adlandırdığı şeyi tekeline almasına, İsrail işgalinin Hizbullah ile savaş sırasında konuşlandığı noktalardan çekilmesine bağlıdır. Böylece yeniden inşa, yatırımların canlandırılması ve otoriteden iyi yönetişime geçiş için yardım sağlanabilir. Peki, ABD Başkanı Donald Trump'ın Gazze konusundaki baskıları, “gerçeküstü” tutumları ve Batı Şeria'yı ilhak etmek, Hermon Dağı'ndaki ve Güney Suriye'deki üç şehri kapsayan işgali genişletmek isteyen Netanyahu'ya verdiği destek ne olacak? Bu, ABD'nin Ortadoğu'ya yönelik yeni stratejisi mi?

Başkan Ronald Reagan'ın da dediği gibi, “yönetim bir kahramanlık mesleği değil, bir uzlaşı mesleğidir.”

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Indpendent Arabia’dan çevrilmiştir.