Harabe ülke üzerindeki savaş tamtamlarının sesi kısılırken Suriyelilerin yaraları kanamaya devam ediyor

Harabe ülke üzerindeki savaş tamtamlarının sesi kısılırken Suriyelilerin yaraları kanamaya devam ediyor
TT

Harabe ülke üzerindeki savaş tamtamlarının sesi kısılırken Suriyelilerin yaraları kanamaya devam ediyor

Harabe ülke üzerindeki savaş tamtamlarının sesi kısılırken Suriyelilerin yaraları kanamaya devam ediyor

Suriye'de ‘Arap Baharı’ isimli sürecin yol açtığı barışçıl protestoların başlamasının üzerinden on yıl geçti. Suriyeliler, birçok konuda olduğu gibi protestoların yıl dönümünün tarihiyle ilgili de aynı fikirde değiller. Geçtiğimiz on yıl içinde coğrafi, askeri, sosyal ve siyasi olarak pek çok değişiklik olsa da belki de değişmeyen tek şey çekilen acılardı.
Suriyeliler pek çok konuda anlaşmazlık yaşarken çeşitli meseleler ve konular, aralarında bölünmelere neden oluyor. Ancak hepsi, gerek ülke içinde ve dışında gerek rejimin kontrolü altındaki bölgeler içinde veya dışında olsun, barışçıl veya şiddet içeren eylemler lehine veya aleyhine olmak üzere başlarının belada olduğunu düşünüyorlar. Dil ve ‘destek’ dışında, hepsinin ortak bir yanı daha var, o da ‘acı çekmek’. Çekilen acının ölçüsü değişiklik gösterse de son on yıl içinde yaşananlardan doğrudan etkilenmeyen bir tane Suriyeli dahi bulmak oldukça zor. Bunun tek istisnası, bir yer kazanırken birçok yeri kaybeden, toprak kazanırken tarihi kaybeden veya coğrafyayı kazanırken geleceğini kaybeden bir grup insandır.
Suriye Savaşı bugün 10’uncu yılını doldurup yeni bir yıla giriyor. Bu yeni yıl, krizin temel nedenlerine dönmek ve son on yılda olup bitenleri önümüzdeki yılları önceden görme çabasıyla gözden geçirmek için bir fırsattır.
Şarku’l Avsat bugünden itibaren, Suriye'deki ve yurtdışındaki Suriyelilerin çektiği acılara dair saha raporları, istatistikler, haritalar ve tablolar içeren bölümler ve Suriye'deki başlıca yabancı aktörlerin tutumlarını anlamak amacıyla yazar ve araştırmacıların makalelerini yayınlamaya başlıyor:
Arap Baharı protestolarının ilk kıvılcımları, 2010 yılı sonlarında Tunus ve Kuzey Afrika'da başladı. Suriye’ye ise gecikmeli olarak ulaştı. Onlarca yıldır ülkeyi yöneten yetkililere karşı ‘ihtiyatlı bir meydan okuma’ olarak başlayan protestolar, ilk olarak diğer ülkelerdeki ayaklanmaları desteklemek amacıyla Libya’nın Şam Büyükelçiliği önünde yapılan eylemlerle ortaya çıktı. Atılan sloganlar, Tunus, Trablus ve Kahire'ye hitaben olsa da aslında Şam’la ‘konuşuyorlardı’. Eylemciler, Arap Baharı ateşinin Suriye’de nasıl yakılacağını düşünüyorlardı.
Suriye'nin önde gelen insan hakları aktivisti, gazeteci Mazen Derviş, Fransız Haber Ajansı’na (AFP) verdiği demeçte, 17 Aralık 2011'de kendisini ateşe vererek Tunus’taki ayaklanmanın ilk kıvılcımını yakan Tunuslu seyyar satıcısı Muhammed Buazizi'ye atıfta bulunarak, “Asıl meselemiz bize ulaşacak kıvılcımı bulmaktı. Akıllarımıza ‘Peki, Suriyeli Buazizi kim olacak?’ sorusu takılmıştı” ifadelerini kullandı.
Ta ki ülkenin güneyindeki Dera vilayetinde iki çocuk, ülkesinden kaçmak zorunda kalan Tunus Cumhurbaşkanı Zeynel Abidin Bin Ali'ye ya da halkın ve ordunun baskısıyla istifa etmek zorunda kalan Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek'e olanlara işaret ederek, bir duvara, Suriye Devlet Başkanı Esed’e atıfla “Ey doktor sıra sende” yazana kadar bu arayış devam etti. Duvara bu yazıyı yazan çocukların gözaltına alınıp işkence görmeleri, Suriyelileri sokağa döktü.
Birçok tarafın Suriye ayaklanmasının başlangıcını belgelemek için kullandığı tarih, 15 Mart protestoların başladığı ilk gün değil, gösterilerin ülkenin farklı yerlerinde eş zamanlı olarak başladığı gündür.
Suriyeliler arasındaki protestolara dair korku duvarı yıkıldı, sessizlik dağıldı ve gösteriler yayılmaya başladı. Talepleri, ‘rejimin düşmesi’ çağrısı yapan siyasi pankartlara kadar ilerlerken olaylar, kullanılan şiddet ve dış destek nedeniyle arttı. Gösteriler, Temmuz 2011'de Hama'da ABD'nin son Şam Büyükelçisi Robert Ford da dahil olmak üzere çeşitli ülkelerin büyükelçilerinin katıldığı büyük bir yürüyüşle doruğa ulaştı. Ford’un aynı gün terk ettiği şehre yaptığı ziyaret, ABD’nin gösterileri, atılan sloganları ve ‘rejimin devrilmesini’ destekledikleri izlenimi verdi. Eski ABD Başkanı Barack Obama’nın Ağustos 2011’de yaptığı ‘Esed’in kenara çekilmesi’ şeklindeki açıklaması, bu yanlış izlenimi pekiştirdi.

Protesto gösterileri, askeri çatışmalara nasıl dönüştü?
Protesto gösterilerinin, askeri çatışmalara dönüşmesi için birçok neden birikti. Başlangıçta, hükümet güçleri ve güvenlik birimleri, gösterileri şiddet, silah, varil bombaları, abluka ve gösterilere katılanlara yönelik ‘casusluk’ suçlamalarında bulunmak gibi yöntemlerle bastırmaya başvurdu. Birçoğu, 2003 yılından sonra Irak'ta Amerikalılarla savaşan ve sahadaki örgütsel ve savaş deneyimlerinden yararlanan, rejiminin cezaevlerinde bulunan binlerce aşırılık yanlısı serbest bırakıldı. Bu da Batı’yı ‘ya rejim ya da DEAŞ’ şeklindeki iki seçenek arasında bıraktı.
Buna karşın, Suriye ordusundan ayrılıp Özgür Suriye Ordusu’nu (ÖSO) kuranlardan başlayarak muhalifleri destekleyen ‘Suriye Halkının Dostları Grubu’ oluşturuldu. Ancak muhalifleri destekleyen ülkeler arasındaki bölünmenin ve içlerindeki farklı eğilimlerin yarattığı etki de dikkat çekiciydi. CIA 2012'nin sonunda, Ürdün ve Türkiye'den gelen muhalifleri destekleyen gizli bir programa destek verdi.
Barışçıl protestocuların sesi kısılırken dış desteğin çoğu silahlı çatışmayı destekleyen diğer oyunculara gitti. Obama, 2012'de Esed’i ‘kırmızı çizgi’ olarak tanımladığı kimyasal silah kullanımına karşı uyardı. Batılı uzmanlar ve yetkililer, rejim Ağustos 2013'te Şam yakınlarındaki Doğu Guta'yı hedef alan bir kimyasal saldırıyla bu kırmızı çizgiyi geçtiğinde, Obama'nın pek çok kişinin beklediği askeri müdahaleyi yapmaktan kaçındığını söylüyorlar.
Birçoklarına göre Obama’nın askeri müdahaleden kaçınması, Esed rejimine ağır bir darbenin indirilmesini engelleyen belirleyici bir an oldu. Birkaç çatı altında savaşan ve bir kısmı yurt dışından para ve silah yardımı alan muhalif gruplar, ilk iki yılda firarlar nedeniyle zayıflayan Suriye ordusuna ağır kayıplar verdirmeyi başardı. Ama İran'ın Hizbullah başta olmak üzere İran yanlısı gruplarla Suriye’ye erken müdahalesi muhaliflerin ilerlemesini durdurmaya katkıda bulundu. Ancak Rusya ve ABD, Eylül 2013'te kimyasal silahları etkisiz hale getirme ve güç kullanmama konusunda vardıkları anlaşma, muhalifleri ve müttefiklerini hayal kırıklığına uğrattı. Buradaki en önemli gelişme, DEAŞ terör örgütünün ve onunla ilişkili diğer grupların ülkede yayılmaya başlaması ve Suriye'nin yarısını kontrol etmeleridir.

ABD ve Rusya ne zaman ve neden müdahale etti?
ABD, DEAŞ’ın 2014 yılında Suriye ve Irak'taki ilerleyişi karşısında, şuan yaklaşık 80 ülke ve kuruluşun yer aldığı uluslararası bir koalisyon kurdu. DEAŞ ile mücadeleyi hedefi olarak belirleyen ABD, hükümet güçleriyle mücadelede muhaliflere verdiği desteği azalttı. Öte yandan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 2014 yılı başlarında Ukrayna'ya müdahale etti. Bu müdahale, aynı zamanda Ukrayna ile Suriye arasındaki bağın kurulmasında bir dönüm noktasıydı. O dönemde Rusya, Birleşmiş Milletler (BM) destekli müzakerelerde Suriye hükümeti heyetine, ‘geçici bir yönetim’ kurulması için yayınlanan Cenevre Bildirisi’ni uygulamaya koymaları için herhangi bir baskıda bulunmadı.
Müttefikleri, muhalifleri askeri ve mali olarak desteklemeye devam ederken, rejim güney Dera'yı ve İdlib’i kaybettikten sonra kontrolü altındaki bölgeler 2015 baharında yüzde 15’e geriledi. Rus lider Putin, mevcut durumdan hızla yararlanmaya başlarken doğrudan askeri müdahale için bir fırsat yakaladı. Bu müdahale, İran Devrim Muhafızları Ordusu’nun (DMO) yurtdışı kolu Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani'nin 2015 yazında bir an önce müdahale edilmesi ve ‘müttefik Suriye’nin kurtarılması’ için Kremlin'e yaptığı talep üzerine geldi. Anlaşma, Rusya’nın havadan, İran’ın ise karadan müdahalesi şeklindeydi. Amaç, Sovyetler Birliği'nin Afganistan’da başına gelenler gibi Rusya'nın ‘Suriye batağına’ dalmadan müttefiki olan rejimi kurtarmasıydı.
Rusya’nın Eylül 2015'teki kararlı müdahalesi, sahadaki dengelerin, Suriye'nin büyük şehirleri ve petrol sahaları da dahil olmak üzere yaklaşık yüzde 85'inin kontrolünü kaybeden Esed lehine kademeli olarak değiştirdi. Muhalif gruplar, Şam'ın dış mahallelerine kadar ulaşmıştı. Ancak savaş uçaklarının, mühimmatın, Rus danışmanların ve Hizbullah liderliğindeki Tahran yanlısı grupların desteğiyle Esed, gücü yeniden ele geçirdi. Rejim güçleri, kaybettiği bölgelerin kontrolünü geri kazanmak için ‘kavrulmuş toprak’ politikası izleyerek bir misilleme kampanyası yürüttü.

Türkiye neden Suriye topraklarına girdi?
Şubat 2016'da amacının Suriye'nin tamamını geri kazanmaktan başka bir şey olmadığını iddia eden Esed, “İmkanımız olsun ya da olmasın bu, hiç tereddüt etmeden üzerinde çalışacağımız bir hedeftir. Herhangi bir bölgeden vazgeçeceğimizi söylemek mantıksızdır” ifadelerini kullandı.
2016 yılının sonunda, ibre rejim lehine eğilmeye başlarken rejim güçleri Halep'in doğu mahallelerini geri aldılar. Aynı senaryo daha sonra Doğu Guta'da ve diğer bölgelerde tekrarlandı. Bu saldırıların çoğu, on binlerce sivil ve muhalif savaşçının, yaklaşık üç milyon kişinin Heyetu Tahriru'ş Şam (HTŞ/ eski adıyla Nusra Cephesi) ve diğer grupların kontrolü altında yaşadığı İdlib’e tahliyesini öngören uzlaşılarla sona erdi.
Ancak bu kontrol değişimi, ülkeyi yeni bir aşamaya, yani ‘nüfuz alanlarının’ kurulmasına getirdi. Mayıs 2017'de Rusya, Türkiye ve İran ile ‘Astana Formatı’ adıyla yeni bir süreç başlattı. Amaç, Dera, Guta, Şam, Humus ve İdlib’i kapsayan ‘gergiliği azaltma’ anlaşmalarına varmaktı. Uygulamada ise bu süreç, bölgesel değiş tokuşlara yol açtı. Türkiye yanlısı gruplar, Halep'in doğusunu geri alma karşılığında, kuzeyine girerek ‘Fırat Kalkanı’nı oluşturdular. Yine 2018'in başlarında Guta ve Humus'u geri alma karşılığında Halep'in kuzeyindeki Afrin'de gerçekleştirilen ‘Zeytin Dalı’ operasyonuna katıldılar.
ABD’nin Fırat Nehri’nin doğusunda DEAŞ’a karşı mücadelede Suriyeli Kürtlere verdiği destek karşısında Türkiye, güney sınırlarında bir Kürt oluşumunu engellemek olan stratejik çıkarlarıyla ilgili beklentilerini düşürdü. Fırat Kalkanı Harekatı, Fırat'ın doğusundan batısına kadar bir Kürt oluşumunun önünü keserken Zeytin Dalı Harekatı da olası bir Kürt bölgesini, diğer yerlerden ayırdı. Bu senaryo, Ekim 2019'da, Türkiye'nin Fırat'ın doğusuna müdahale ettiği ve ABD destekli Suriye Demokratik Güçleri (SDG) tarafından kontrol edilen alanlar küçültüldüğünde de tekrarlandı.
Türkiye'nin SDG’ye yönelik operasyonlarının yanı sıra İran’ın Suriye'deki nüfuzuna dair bölgesel endişeler de arttı. İsrail, İran’ın Suriye'ye yerleşmesini önlemek için ‘İran mevzilerine’ baskınlar düzenlemeye başladı. Bunun yanı sıra ABD, Rusya ve Ürdün, 2018 yılı ortalarında İran ve İran yanlısı milislerini Golan Tepeleri ve Ürdün'den uzaklaştırılmasını ve Suriye hükümet güçlerinin Dera ve Kuneytire kırsalına geri çekilmesini içeren ‘Güney Anlaşması’nı imzaladılar.

‘Nüfuz alanları' nasıl oluşturuldu?
Savaşlar ve pazarlıklar, Rusya ve İran destekli rejimin kontrolü altında olan, en fazla şehrin ve nüfusun bulunduğu Suriye'nin yaklaşık yüzde 65'ini kapsayan bölge, ABD destekli SDG’nin kontrolü altında olan, Suriye’nin yüzde 23'ünü kapsayan ve ülkenin stratejik zenginliklerinin çoğunun yer aldığı bölge ve son olarak, Türkiye tarafından desteklenen muhalif grupların kontrolü altında olan, Rusya’nın ülkenin batısındaki Tartus ve Lazkiye'de bulunan iki üssünün ve Suriye rejiminin bir üssünün yer aldığı ülkenin kalanı olmak üzere üç bölgede gerçekleşti.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Rus mevkidaşı Putin, geçtiğimiz yılın başlarında yaşanan bir dizi çatışmanın ardından 5 Mart 2020'de İdlib için ateşkes mutabakatı imzaladılar. Bu mutabakattan faydalanan Türk güçleri, Suriye'nin kuzeybatısında yaklaşık 15 bin asker, binlerce araç, onlarca askeri üs ve gözlem noktası konuşlandırdı.
Temas hatları 2011 yılından bu yana ilk kez, bir yılı aşkın bir süredir, yani Mart 2020'nin başından beri herhangi bir çatışmaya sahne olmadı. Rejim güçlerinin uzun süredir başlatma tehdidinde bulunduğu saldırının gerçekleşmesi şimdilik pek olası görünmüyor. Analistler, herhangi bir yeni saldırının iki askeri güç olan Rusya ve Türkiye'yi, İdlib'den daha geniş stratejik ilişkilere sahip oldukları bir dönemde doğrudan çatışmaya sokacağını düşünüyorlar.
Doğuda ABD’nin iki ve batıda Rusya’nın bir hava koruması altında olmak üzere bu üç nüfuz alanında çok sayıda savaşçı, askeri üs ve yüzlerce gözlem noktası var. Suriye’de ABD, Rusya, İran, Türkiye ve İsrail’in olmak üzere beş ordu faaliyet gösteriyor.
Bu ülkeler ayrıca sınırlar ve geçiş noktalarının kontrolünü de paylaşıyorlar. Suriye üzerine kapsamlı çalışmaları bulunan coğrafyacı Fabrice Balanch, yakın tarihli bir raporunda, rejim güçlerinin ‘Suriye sınırlarının yalnızca yüzde 15'ini kontrol ettiğini’ açıkladı. Sınırların ‘üstünlüğün bir sembolü’ olduğunu söyleyen Balanch, rejimin bu konudaki puan hanesinin ‘neredeyse boş’ olduğunu belirtti. Balanch, Türkiye, ABD, Kürtler ve Tahran tarafından desteklenen grupların fiilen kontrol ettiği sınırların geri kalanının rejimin kontrolünde olduğunu kaydetti.
Böylece, rakip güçlerin sınırlarının çoğunu tek taraflı olarak kontrol ettiği ülke, gayri resmi olarak birden fazla etki alanına bölünmüş durumdadır. Yaraları derinleşen ve çileleri ağırlaşan Suriyelilerin, başkalarının rahatlamasını, anlayışlarını ve anlaşmalarını beklemekten başka yapacak bir şeyleri yoktur. Şam sakinlerinden birinin, “Savaş, çatışmaların durması anlamında sona erdi, ancak yaralarımız hala kanıyor” şeklindeki sözleri birçok şeyi açıklamaktadır.



Suriye'de istikrarın sağlanması konusunda Türkiye-Irak ittifakı

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan dün Ankara'daki Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani'yi kabul etti. (Türkiye Cumhurbaşkanlığı)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan dün Ankara'daki Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani'yi kabul etti. (Türkiye Cumhurbaşkanlığı)
TT

Suriye'de istikrarın sağlanması konusunda Türkiye-Irak ittifakı

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan dün Ankara'daki Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani'yi kabul etti. (Türkiye Cumhurbaşkanlığı)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan dün Ankara'daki Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani'yi kabul etti. (Türkiye Cumhurbaşkanlığı)

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani arasındaki üst düzey görüşmeler, başta Suriye'nin istikrara kavuşturulması olmak üzere her iki ülkeyi de ilgilendiren ulusal güvenlik konularında Ankara ve Bağdat'ın tutum ve görüşlerinin yakınlaştığını yansıttı.

Dün Ankara'da Sudani ile ortak basın toplantısı düzenleyen Erdoğan, Türkiye ve Irak'ın güvenlik konuları ve tüm terör örgütleriyle mücadelede iş birliği konusundaki tutumlarının örtüştüğünü söyledi. Erdoğan, Irak Başbakanı ile yaptığı görüşmelerde ulusal güvenlik konularını ve PKK, DEAŞ ya da FETÖ olsun tüm terör örgütleriyle mücadelede iş birliğini ele aldıklarını ifade etti.

Erdoğan, Irak Başbakanı'nın ‘bilgeliği’ olarak nitelendirdiği Irak'ın bölgede istikrarın sağlanmasında oynadığı rolü memnuniyetle karşıladı.

İlişkilerde büyük ivme

Türkiye'nin Irak ile iş birliğini güçlendirmeye devam edeceğini ve iki ülke arasındaki ilişkilerin geçen yıl nisan ayında Bağdat'a yaptığı ziyaretin ardından büyük bir ivme kazandığını vurgulayan Erdoğan, Sudani ile terörle mücadele, güvenlik iş birliği, ekonomik ve ticari ilişkilerin geliştirilmesi konularını ele aldıklarını kaydetti.

Görsel kaldırıldı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani, Ankara'daki ortak basın toplantısı sırasında (Türkiye Cumhurbaşkanlığı)

İki ülke arasındaki ticaret hacminin geçen yıl 18 milyar dolara ulaştığını belirten Erdoğan, Irak ile elektrik sektöründeki iş birliğini genişletmeyi ve Irak'tan Türkiye üzerinden Avrupa ve diğer ülkelere petrol ve doğalgaz taşımayı umduğunu ifade etti.

Kalkınma Yolu Projesi’ne ve bu projenin uygulanmasının nasıl hızlandırılacağına ve katılımcı ülkeler arasındaki ortak iş birliğine odaklanıldığını sözlerine ekleyen Erdoğan, tüm ülkeleri projenin altyapısına katılmaya çağırdı.

Erdoğan, “İster Bağdat'ta ister Ankara'da olsun imzalanan tüm anlaşmaları yürürlüğe koyma ve sağlık, eğitim ve diğer çeşitli alanlarda birlikte çalışma ve ilişkileri geliştirme konusunda mutabık kaldık” dedi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, başta Suriye meselesi ve Suriye'de güvenlik ve istikrarın sağlanması ihtiyacı olmak üzere bölgedeki birçok konuda Irak ile görüşlerinin örtüşmesinden duyduğu memnuniyeti dile getirerek, Suriye'nin yeniden inşası ve istikrarına katkıda bulunma ihtiyacı konusunda Irak ile mutabık kaldıklarını belirtti.

Erdoğan ayrıca, ‘İsrail'in ihlalleri ve Gazze Şeridi'ne karşı yürüttüğü acımasız savaş, ateşkes ihtiyacı ve Filistin halkı için bölgeye insani yardım girişinin sağlanması, iki devletli çözüm temelinde barışa ulaşmak için çalışmak ve İsrail'in bölgenin güvenlik ve istikrarını tehdit eden uygulamalarını durdurmak’ konularında iki ülke arasındaki görüşlerin örtüştüğünü vurguladı.

Terörizmle mücadele

Irak-Türkiye ilişkilerinin ‘iki halk arasında sağlam temellere dayandığını ve binlerce yıldır devam ettiğini’ belirten Sudani, ‘komşuluk bağları, çıkarlar, tarih, sosyal ve dini ilişkilerin koşullar, politikalar ve hükümetler değişse de devam ettiğini’ kaydetti.

Erdoğan ile ‘ilişkilerin güvenlik boyutu ve iki ülkenin terörizm nedeniyle karşı karşıya kaldığı zorluklarla ilgili temel ayaklarını’ ele aldıklarını söyleyen Sudani, ülkesinin ‘sağlam ve net’ tutumunu yineleyerek, ‘iki ülkenin ulusal güvenliğinin tek bir bütün olduğunu’ ifade etti.

Görsel kaldırıldı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani, ortak basın toplantısının sonunda el sıkıştı. (Türkiye Cumhurbaşkanlığı)

PKK konusunda ise Sudani, Bağdat'ın bu örgütü ‘yasaklı grup’ olarak sınıflandırdığını ve ‘hiçbir tarafın Irak topraklarını komşu ülkelere karşı saldırganlık için bir sıçrama tahtası olarak kullanmasına izin vermediğini’ vurguladı.

Sudani, Suriye konusunda, ülkesinin Irak ve Türkiye'ye komşu olan Suriye’de güvenlik, istikrar, yeniden yapılanma ve kalkınmanın sağlanması konusundaki istekliliğini vurgulayarak, Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera'ya ülkedeki tüm mezhep ve azınlıkların eşit haklara sahip olması için çalışılması gerektiğini söylediğini hatırlattı.

Irak Başbakanı Gazze Şeridi'ne insani yardım girişine izin verilmesinin önemini vurguladı ve İsrail'in bölgenin güvenlik ve istikrarını tehdit eden uygulamalarına son vermesi gerektiği konusunda Türkiye ile hemfikir olduğunu ifade etti.

Sudani, görüşmeler ve anlaşmaların imzalanmasını içeren Türkiye ziyaretinin, Erdoğan'ın geçen yıl nisan ayında Irak'a yaptığı ziyaretin devamı niteliğinde olduğunu belirtti.

Mutabakat zabıtları

Türkiye ile Irak arasındaki Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi'nin dördüncü toplantısı, dün Ankara'ya gelen ve Erdoğan tarafından Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde resmî törenle karşılanan Sudani ve Erdoğan'ın başkanlığında başkent Ankara'da gerçekleştirildi.

Görsel kaldırıldı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani başkanlığında düzenlenen Türkiye-Irak Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi'nin dördüncü toplantısından (Türkiye Cumhurbaşkanlığı)

Toplantının sonunda Erdoğan ve Sudani, savunma sanayi ve uzman değişimi alanlarında iş birliği, Irak vatandaşlarının Türkiye'den gönüllü geri dönüşleri için standart operasyon prosedürleri, yasal alanlarda iş birliği ve yasadışı uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadele, güvenlik eğitimi, acil durum ve afet yönetimi, ölçüm ve kalibrasyon faaliyetleri ve Bağdat ve Basra'da Türk üniversitelerinin şubelerinin açılmasına ilişkin iş birliği protokolü gibi bir dizi mutabakat zaptının imzalanmasına tanıklık etti.

Ticaret borsası

Ticaret Bakanı Ömer Bolat, ülkesinin özel sektörünün Irak'taki yeniden yapılanma ve kalkınma çabalarına aktif olarak katkıda bulunmaya hazır olduğunu açıkladı.

Irak Ticaret Bakanı Etir el-Greyri ile Ankara'da düzenlenen Türkiye-Irak yuvarlak masa toplantısına katılan Bolat, Irak'ın Türkiye'nin İslam dünyasındaki en önemli ticaret ortaklarından biri olduğunu, iki ülke arasındaki ticaret hacminin 2024 yılında yaklaşık 18 milyar dolara ulaştığını ve Erdoğan ile Sudani'nin bu hacmi 30 milyar dolara çıkarma konusunda ortak bir hedef belirlediğini ifade etti.

Görsel kaldırıldı.
Ticaret Bakanı Ömer Bolat ve Iraklı mevkidaşı Etir el-Greyri, dün Ankara'da bir yuvarlak masa toplantısı gerçekleştirdi. (Ticaret Bakanı Ömer Bolat’ın X hesabı)

Yatırımcılar için daha cazip bir yasal ortam yaratacak olan karşılıklı yatırımların teşvik edilmesi, korunması ve çifte vergilendirmenin önlenmesi gibi anlaşmaların uygulanmasının önemine işaret eden Bolat, Türk müteahhitleri için üçüncü büyük küresel pazar olan Irak'ta Türk şirketlerinin bugüne kadar 35,3 milyar dolar değerinde proje gerçekleştirdiğini açıkladı.

Irak Ticaret Bakanı Etir el-Greyri ise ülkesinin vize sorunlarını çözerek ve para transfer mekanizmalarını geliştirmek için çalışarak Türk iş adamlarının girişini kolaylaştırma kararlılığını yineledi.

El-Greyri ayrıca, Kalkınma Yolu Projesi’nin her iki ülkeden ihracatçılar ve yatırımcılar için umut verici bir yatırım fırsatı sunduğunu kaydetti.