Harabe ülke üzerindeki savaş tamtamlarının sesi kısılırken Suriyelilerin yaraları kanamaya devam ediyor

Harabe ülke üzerindeki savaş tamtamlarının sesi kısılırken Suriyelilerin yaraları kanamaya devam ediyor
TT

Harabe ülke üzerindeki savaş tamtamlarının sesi kısılırken Suriyelilerin yaraları kanamaya devam ediyor

Harabe ülke üzerindeki savaş tamtamlarının sesi kısılırken Suriyelilerin yaraları kanamaya devam ediyor

Suriye'de ‘Arap Baharı’ isimli sürecin yol açtığı barışçıl protestoların başlamasının üzerinden on yıl geçti. Suriyeliler, birçok konuda olduğu gibi protestoların yıl dönümünün tarihiyle ilgili de aynı fikirde değiller. Geçtiğimiz on yıl içinde coğrafi, askeri, sosyal ve siyasi olarak pek çok değişiklik olsa da belki de değişmeyen tek şey çekilen acılardı.
Suriyeliler pek çok konuda anlaşmazlık yaşarken çeşitli meseleler ve konular, aralarında bölünmelere neden oluyor. Ancak hepsi, gerek ülke içinde ve dışında gerek rejimin kontrolü altındaki bölgeler içinde veya dışında olsun, barışçıl veya şiddet içeren eylemler lehine veya aleyhine olmak üzere başlarının belada olduğunu düşünüyorlar. Dil ve ‘destek’ dışında, hepsinin ortak bir yanı daha var, o da ‘acı çekmek’. Çekilen acının ölçüsü değişiklik gösterse de son on yıl içinde yaşananlardan doğrudan etkilenmeyen bir tane Suriyeli dahi bulmak oldukça zor. Bunun tek istisnası, bir yer kazanırken birçok yeri kaybeden, toprak kazanırken tarihi kaybeden veya coğrafyayı kazanırken geleceğini kaybeden bir grup insandır.
Suriye Savaşı bugün 10’uncu yılını doldurup yeni bir yıla giriyor. Bu yeni yıl, krizin temel nedenlerine dönmek ve son on yılda olup bitenleri önümüzdeki yılları önceden görme çabasıyla gözden geçirmek için bir fırsattır.
Şarku’l Avsat bugünden itibaren, Suriye'deki ve yurtdışındaki Suriyelilerin çektiği acılara dair saha raporları, istatistikler, haritalar ve tablolar içeren bölümler ve Suriye'deki başlıca yabancı aktörlerin tutumlarını anlamak amacıyla yazar ve araştırmacıların makalelerini yayınlamaya başlıyor:
Arap Baharı protestolarının ilk kıvılcımları, 2010 yılı sonlarında Tunus ve Kuzey Afrika'da başladı. Suriye’ye ise gecikmeli olarak ulaştı. Onlarca yıldır ülkeyi yöneten yetkililere karşı ‘ihtiyatlı bir meydan okuma’ olarak başlayan protestolar, ilk olarak diğer ülkelerdeki ayaklanmaları desteklemek amacıyla Libya’nın Şam Büyükelçiliği önünde yapılan eylemlerle ortaya çıktı. Atılan sloganlar, Tunus, Trablus ve Kahire'ye hitaben olsa da aslında Şam’la ‘konuşuyorlardı’. Eylemciler, Arap Baharı ateşinin Suriye’de nasıl yakılacağını düşünüyorlardı.
Suriye'nin önde gelen insan hakları aktivisti, gazeteci Mazen Derviş, Fransız Haber Ajansı’na (AFP) verdiği demeçte, 17 Aralık 2011'de kendisini ateşe vererek Tunus’taki ayaklanmanın ilk kıvılcımını yakan Tunuslu seyyar satıcısı Muhammed Buazizi'ye atıfta bulunarak, “Asıl meselemiz bize ulaşacak kıvılcımı bulmaktı. Akıllarımıza ‘Peki, Suriyeli Buazizi kim olacak?’ sorusu takılmıştı” ifadelerini kullandı.
Ta ki ülkenin güneyindeki Dera vilayetinde iki çocuk, ülkesinden kaçmak zorunda kalan Tunus Cumhurbaşkanı Zeynel Abidin Bin Ali'ye ya da halkın ve ordunun baskısıyla istifa etmek zorunda kalan Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek'e olanlara işaret ederek, bir duvara, Suriye Devlet Başkanı Esed’e atıfla “Ey doktor sıra sende” yazana kadar bu arayış devam etti. Duvara bu yazıyı yazan çocukların gözaltına alınıp işkence görmeleri, Suriyelileri sokağa döktü.
Birçok tarafın Suriye ayaklanmasının başlangıcını belgelemek için kullandığı tarih, 15 Mart protestoların başladığı ilk gün değil, gösterilerin ülkenin farklı yerlerinde eş zamanlı olarak başladığı gündür.
Suriyeliler arasındaki protestolara dair korku duvarı yıkıldı, sessizlik dağıldı ve gösteriler yayılmaya başladı. Talepleri, ‘rejimin düşmesi’ çağrısı yapan siyasi pankartlara kadar ilerlerken olaylar, kullanılan şiddet ve dış destek nedeniyle arttı. Gösteriler, Temmuz 2011'de Hama'da ABD'nin son Şam Büyükelçisi Robert Ford da dahil olmak üzere çeşitli ülkelerin büyükelçilerinin katıldığı büyük bir yürüyüşle doruğa ulaştı. Ford’un aynı gün terk ettiği şehre yaptığı ziyaret, ABD’nin gösterileri, atılan sloganları ve ‘rejimin devrilmesini’ destekledikleri izlenimi verdi. Eski ABD Başkanı Barack Obama’nın Ağustos 2011’de yaptığı ‘Esed’in kenara çekilmesi’ şeklindeki açıklaması, bu yanlış izlenimi pekiştirdi.

Protesto gösterileri, askeri çatışmalara nasıl dönüştü?
Protesto gösterilerinin, askeri çatışmalara dönüşmesi için birçok neden birikti. Başlangıçta, hükümet güçleri ve güvenlik birimleri, gösterileri şiddet, silah, varil bombaları, abluka ve gösterilere katılanlara yönelik ‘casusluk’ suçlamalarında bulunmak gibi yöntemlerle bastırmaya başvurdu. Birçoğu, 2003 yılından sonra Irak'ta Amerikalılarla savaşan ve sahadaki örgütsel ve savaş deneyimlerinden yararlanan, rejiminin cezaevlerinde bulunan binlerce aşırılık yanlısı serbest bırakıldı. Bu da Batı’yı ‘ya rejim ya da DEAŞ’ şeklindeki iki seçenek arasında bıraktı.
Buna karşın, Suriye ordusundan ayrılıp Özgür Suriye Ordusu’nu (ÖSO) kuranlardan başlayarak muhalifleri destekleyen ‘Suriye Halkının Dostları Grubu’ oluşturuldu. Ancak muhalifleri destekleyen ülkeler arasındaki bölünmenin ve içlerindeki farklı eğilimlerin yarattığı etki de dikkat çekiciydi. CIA 2012'nin sonunda, Ürdün ve Türkiye'den gelen muhalifleri destekleyen gizli bir programa destek verdi.
Barışçıl protestocuların sesi kısılırken dış desteğin çoğu silahlı çatışmayı destekleyen diğer oyunculara gitti. Obama, 2012'de Esed’i ‘kırmızı çizgi’ olarak tanımladığı kimyasal silah kullanımına karşı uyardı. Batılı uzmanlar ve yetkililer, rejim Ağustos 2013'te Şam yakınlarındaki Doğu Guta'yı hedef alan bir kimyasal saldırıyla bu kırmızı çizgiyi geçtiğinde, Obama'nın pek çok kişinin beklediği askeri müdahaleyi yapmaktan kaçındığını söylüyorlar.
Birçoklarına göre Obama’nın askeri müdahaleden kaçınması, Esed rejimine ağır bir darbenin indirilmesini engelleyen belirleyici bir an oldu. Birkaç çatı altında savaşan ve bir kısmı yurt dışından para ve silah yardımı alan muhalif gruplar, ilk iki yılda firarlar nedeniyle zayıflayan Suriye ordusuna ağır kayıplar verdirmeyi başardı. Ama İran'ın Hizbullah başta olmak üzere İran yanlısı gruplarla Suriye’ye erken müdahalesi muhaliflerin ilerlemesini durdurmaya katkıda bulundu. Ancak Rusya ve ABD, Eylül 2013'te kimyasal silahları etkisiz hale getirme ve güç kullanmama konusunda vardıkları anlaşma, muhalifleri ve müttefiklerini hayal kırıklığına uğrattı. Buradaki en önemli gelişme, DEAŞ terör örgütünün ve onunla ilişkili diğer grupların ülkede yayılmaya başlaması ve Suriye'nin yarısını kontrol etmeleridir.

ABD ve Rusya ne zaman ve neden müdahale etti?
ABD, DEAŞ’ın 2014 yılında Suriye ve Irak'taki ilerleyişi karşısında, şuan yaklaşık 80 ülke ve kuruluşun yer aldığı uluslararası bir koalisyon kurdu. DEAŞ ile mücadeleyi hedefi olarak belirleyen ABD, hükümet güçleriyle mücadelede muhaliflere verdiği desteği azalttı. Öte yandan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 2014 yılı başlarında Ukrayna'ya müdahale etti. Bu müdahale, aynı zamanda Ukrayna ile Suriye arasındaki bağın kurulmasında bir dönüm noktasıydı. O dönemde Rusya, Birleşmiş Milletler (BM) destekli müzakerelerde Suriye hükümeti heyetine, ‘geçici bir yönetim’ kurulması için yayınlanan Cenevre Bildirisi’ni uygulamaya koymaları için herhangi bir baskıda bulunmadı.
Müttefikleri, muhalifleri askeri ve mali olarak desteklemeye devam ederken, rejim güney Dera'yı ve İdlib’i kaybettikten sonra kontrolü altındaki bölgeler 2015 baharında yüzde 15’e geriledi. Rus lider Putin, mevcut durumdan hızla yararlanmaya başlarken doğrudan askeri müdahale için bir fırsat yakaladı. Bu müdahale, İran Devrim Muhafızları Ordusu’nun (DMO) yurtdışı kolu Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani'nin 2015 yazında bir an önce müdahale edilmesi ve ‘müttefik Suriye’nin kurtarılması’ için Kremlin'e yaptığı talep üzerine geldi. Anlaşma, Rusya’nın havadan, İran’ın ise karadan müdahalesi şeklindeydi. Amaç, Sovyetler Birliği'nin Afganistan’da başına gelenler gibi Rusya'nın ‘Suriye batağına’ dalmadan müttefiki olan rejimi kurtarmasıydı.
Rusya’nın Eylül 2015'teki kararlı müdahalesi, sahadaki dengelerin, Suriye'nin büyük şehirleri ve petrol sahaları da dahil olmak üzere yaklaşık yüzde 85'inin kontrolünü kaybeden Esed lehine kademeli olarak değiştirdi. Muhalif gruplar, Şam'ın dış mahallelerine kadar ulaşmıştı. Ancak savaş uçaklarının, mühimmatın, Rus danışmanların ve Hizbullah liderliğindeki Tahran yanlısı grupların desteğiyle Esed, gücü yeniden ele geçirdi. Rejim güçleri, kaybettiği bölgelerin kontrolünü geri kazanmak için ‘kavrulmuş toprak’ politikası izleyerek bir misilleme kampanyası yürüttü.

Türkiye neden Suriye topraklarına girdi?
Şubat 2016'da amacının Suriye'nin tamamını geri kazanmaktan başka bir şey olmadığını iddia eden Esed, “İmkanımız olsun ya da olmasın bu, hiç tereddüt etmeden üzerinde çalışacağımız bir hedeftir. Herhangi bir bölgeden vazgeçeceğimizi söylemek mantıksızdır” ifadelerini kullandı.
2016 yılının sonunda, ibre rejim lehine eğilmeye başlarken rejim güçleri Halep'in doğu mahallelerini geri aldılar. Aynı senaryo daha sonra Doğu Guta'da ve diğer bölgelerde tekrarlandı. Bu saldırıların çoğu, on binlerce sivil ve muhalif savaşçının, yaklaşık üç milyon kişinin Heyetu Tahriru'ş Şam (HTŞ/ eski adıyla Nusra Cephesi) ve diğer grupların kontrolü altında yaşadığı İdlib’e tahliyesini öngören uzlaşılarla sona erdi.
Ancak bu kontrol değişimi, ülkeyi yeni bir aşamaya, yani ‘nüfuz alanlarının’ kurulmasına getirdi. Mayıs 2017'de Rusya, Türkiye ve İran ile ‘Astana Formatı’ adıyla yeni bir süreç başlattı. Amaç, Dera, Guta, Şam, Humus ve İdlib’i kapsayan ‘gergiliği azaltma’ anlaşmalarına varmaktı. Uygulamada ise bu süreç, bölgesel değiş tokuşlara yol açtı. Türkiye yanlısı gruplar, Halep'in doğusunu geri alma karşılığında, kuzeyine girerek ‘Fırat Kalkanı’nı oluşturdular. Yine 2018'in başlarında Guta ve Humus'u geri alma karşılığında Halep'in kuzeyindeki Afrin'de gerçekleştirilen ‘Zeytin Dalı’ operasyonuna katıldılar.
ABD’nin Fırat Nehri’nin doğusunda DEAŞ’a karşı mücadelede Suriyeli Kürtlere verdiği destek karşısında Türkiye, güney sınırlarında bir Kürt oluşumunu engellemek olan stratejik çıkarlarıyla ilgili beklentilerini düşürdü. Fırat Kalkanı Harekatı, Fırat'ın doğusundan batısına kadar bir Kürt oluşumunun önünü keserken Zeytin Dalı Harekatı da olası bir Kürt bölgesini, diğer yerlerden ayırdı. Bu senaryo, Ekim 2019'da, Türkiye'nin Fırat'ın doğusuna müdahale ettiği ve ABD destekli Suriye Demokratik Güçleri (SDG) tarafından kontrol edilen alanlar küçültüldüğünde de tekrarlandı.
Türkiye'nin SDG’ye yönelik operasyonlarının yanı sıra İran’ın Suriye'deki nüfuzuna dair bölgesel endişeler de arttı. İsrail, İran’ın Suriye'ye yerleşmesini önlemek için ‘İran mevzilerine’ baskınlar düzenlemeye başladı. Bunun yanı sıra ABD, Rusya ve Ürdün, 2018 yılı ortalarında İran ve İran yanlısı milislerini Golan Tepeleri ve Ürdün'den uzaklaştırılmasını ve Suriye hükümet güçlerinin Dera ve Kuneytire kırsalına geri çekilmesini içeren ‘Güney Anlaşması’nı imzaladılar.

‘Nüfuz alanları' nasıl oluşturuldu?
Savaşlar ve pazarlıklar, Rusya ve İran destekli rejimin kontrolü altında olan, en fazla şehrin ve nüfusun bulunduğu Suriye'nin yaklaşık yüzde 65'ini kapsayan bölge, ABD destekli SDG’nin kontrolü altında olan, Suriye’nin yüzde 23'ünü kapsayan ve ülkenin stratejik zenginliklerinin çoğunun yer aldığı bölge ve son olarak, Türkiye tarafından desteklenen muhalif grupların kontrolü altında olan, Rusya’nın ülkenin batısındaki Tartus ve Lazkiye'de bulunan iki üssünün ve Suriye rejiminin bir üssünün yer aldığı ülkenin kalanı olmak üzere üç bölgede gerçekleşti.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Rus mevkidaşı Putin, geçtiğimiz yılın başlarında yaşanan bir dizi çatışmanın ardından 5 Mart 2020'de İdlib için ateşkes mutabakatı imzaladılar. Bu mutabakattan faydalanan Türk güçleri, Suriye'nin kuzeybatısında yaklaşık 15 bin asker, binlerce araç, onlarca askeri üs ve gözlem noktası konuşlandırdı.
Temas hatları 2011 yılından bu yana ilk kez, bir yılı aşkın bir süredir, yani Mart 2020'nin başından beri herhangi bir çatışmaya sahne olmadı. Rejim güçlerinin uzun süredir başlatma tehdidinde bulunduğu saldırının gerçekleşmesi şimdilik pek olası görünmüyor. Analistler, herhangi bir yeni saldırının iki askeri güç olan Rusya ve Türkiye'yi, İdlib'den daha geniş stratejik ilişkilere sahip oldukları bir dönemde doğrudan çatışmaya sokacağını düşünüyorlar.
Doğuda ABD’nin iki ve batıda Rusya’nın bir hava koruması altında olmak üzere bu üç nüfuz alanında çok sayıda savaşçı, askeri üs ve yüzlerce gözlem noktası var. Suriye’de ABD, Rusya, İran, Türkiye ve İsrail’in olmak üzere beş ordu faaliyet gösteriyor.
Bu ülkeler ayrıca sınırlar ve geçiş noktalarının kontrolünü de paylaşıyorlar. Suriye üzerine kapsamlı çalışmaları bulunan coğrafyacı Fabrice Balanch, yakın tarihli bir raporunda, rejim güçlerinin ‘Suriye sınırlarının yalnızca yüzde 15'ini kontrol ettiğini’ açıkladı. Sınırların ‘üstünlüğün bir sembolü’ olduğunu söyleyen Balanch, rejimin bu konudaki puan hanesinin ‘neredeyse boş’ olduğunu belirtti. Balanch, Türkiye, ABD, Kürtler ve Tahran tarafından desteklenen grupların fiilen kontrol ettiği sınırların geri kalanının rejimin kontrolünde olduğunu kaydetti.
Böylece, rakip güçlerin sınırlarının çoğunu tek taraflı olarak kontrol ettiği ülke, gayri resmi olarak birden fazla etki alanına bölünmüş durumdadır. Yaraları derinleşen ve çileleri ağırlaşan Suriyelilerin, başkalarının rahatlamasını, anlayışlarını ve anlaşmalarını beklemekten başka yapacak bir şeyleri yoktur. Şam sakinlerinden birinin, “Savaş, çatışmaların durması anlamında sona erdi, ancak yaralarımız hala kanıyor” şeklindeki sözleri birçok şeyi açıklamaktadır.



Al Majalla dergisi Kuzeydoğu Suriye’ye girdi

SDG üyeleri (Delal Suleyman)
SDG üyeleri (Delal Suleyman)
TT

Al Majalla dergisi Kuzeydoğu Suriye’ye girdi

SDG üyeleri (Delal Suleyman)
SDG üyeleri (Delal Suleyman)

Al Majalla’nın Suriye'nin kuzeydoğusuna girdiği gün Kamışlı hava sahasına yüksek seviyeli bir alarm durumu hakimdi. Esed güçlerine bağlı 4. Zırhlı Tümeni’nin, Halep’teki Kürt semtlerini kuşatmasına tepki olarak Suriye Demokratik Güçleri (SDG) de Şam rejimine ait güvenlik noktaları etrafında daha sıkı önlemler aldı.

Aynı gün Türkiye, silahlı insansız hava aracıyla (SİHA) Menbiç’in batısında SDG liderlerinden birini hedef aldı. İran Cumhurbaşkanlığı ofisinden sızan ve İran'ın Suriye'nin kuzeydoğusunda saldırı amacıyla silahlı gruplara eğitim vermeye çalıştığı yönündeki bilgilere ilişkin yerel düzeyde tepkiler verildi. Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi, ülkelerinin geri almayı reddettiği DEAŞ’ın ‘en tehlikeli’ olarak sınıflandırılan birkaç bin üyesinin yargılanma süreçlerinin başladığını duyurdu.

Tüm bu gelişmeler çerçevesinde, bölgedeki Derik, Kamışlı, Haseke ve Rakka şehirlerinde çarşı-pazarlarda ve kamusal hayatta tamamen normal bir hareketlilik söz konusuydu. Ticari faaliyetler boldu. Ortak alanlarda aileler ve halkın çeşitli kesimleriyle karşılaşmak mümkündü.

Tam on yıldır Suriye rejiminin kontrolü dışında olan bu özerk bölgenin dışarıya tek çıkış noktası olan Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) ile olan Fişhabur Sınır Kapısı’ndan giren bir kişi, ziyaretçilerin herhangi bir ‘normal’ ülkeye girişine ilişkin gümrük ve düzenlemelere uyan bir dizi idari ve güvenlik prosedürünü karşılayacaktır. Belgelerin tam olup olmadığını kontrol eden bir birim, geçerli standartlara uygunluğunu teyit eden özel bir birim, giriş yapan kişinin güvenlik kontrolü için ve X-Ray cihazlarıyla yanlarındaki eşyaların incelemesi için üçüncü bir birim daha yer alıyor. Gelen kişiye ayrıca Özerk Yönetimin çeşitli bölgeleri arasında kaldığı ya da hareket ettiği süre boyunca yanında bulundurması gereken geçici bir ‘resmi belge’ veriliyor.

Bunun yanında ziyaretçi, sınır kapısından geçiş sırasında idari olarak ustalık düzeyinde işlemlerin yapıldığını görebilir. Her bölümde üniforma ve rütbeler aynı olsa da idare ayrı birimlere dağıtılmış haldedir. Pasaportlar, güvenlik, teftiş ve koruma… Bölgeye şahsi, siyasi ya da ticari amaçlarla girişleri yöneten ortak bir elektronik ağ bulunuyor ve görevliler izlemeleri gereken prosedürlerle ilgili bir kitaba göre hareket ediyorlar.

Yönetim yapıları

Sınır kapısından geçişlerde uygulanan prosedürler, Suriye’nin kuzeydoğu bölgesindeki tüm idari, kamu yönetimi ve yönetim yapısının bir göstergesi niteliğinde ve bu kurumların ve yönetim yapılarının siyasetle, silahlı kuvvetlerle ve bölgedeki genel çatışmayla ilişkisine dair tablo ortaya koyuyor. Suriye’nin dörtte birinden fazlasını oluşturan yaklaşık 50 bin kilometrekarelik bir alanı kapsayan bölge, Haseke, Rakka ve Deyr-i Zor illerinin kuzey yarısını ve Halep doğusu ve orta kesimlerinin bazı kısımlarını içine alırken bölgede 5,5 milyondan fazla insanın yaşıyor. Suriye'nin yeraltı ve tarımsal zenginliklerinin büyük bölümü burada yer alıyor. Bölge yerel, bölgesel ve hatta uluslararası birçok ideolojik, jeopolitik ve askeri eğilimi barındırırken bu eğilimlerin tarafları yıllarca yerel, bölgesel ve uluslararası çatışmaların odak noktası oldular.

Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi Yürütme Meclisi Eşbaşkanı -başbakanlığa eşdeğer bir makam- Berivan Halid, Rakka'daki sade ofisinde bize Özerk Yönetimin çalışmalarının bu çatışmalardan nispeten bağımsız olduğunu belirterek, bu bölgenin yıllardır yaşadığı olağanüstü siyasi, ekonomik ve güvenlik koşulları çerçevesinde bölge sakinlerine çeşitli kamu hizmetleri sunmaya ve yaşam döngüsünü korumaya odaklandıklarını söyledi.

Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi, Suriye'nin uzak kuzeydoğusunda, Kürt nüfusun yoğun olduğu bazı bölgelerin 2011 yılı sonlarında Suriye rejiminin kontrolünden çıkması ve Halk Koruma Birlikleri (YPG) tarafından kontrol altına alınmasıyla Suriye devriminin ilk üç yılında ‘aşamalı’ olarak kuruldu. Suriye rejimine ‘alternatif’ departmanlar oluşturuldu. Özerk Yönetim, 2014 yılının ocak ayında Cezire bölgesinde (Haseke’de) ‘Demokratik Özyönetim’ ilan edilene kadar, sahadaki askeri gelişmelere bağlı olarak farklı isimler ve farklı biçimler aldı. Ardından peş peşe Kobani (Ayn el-Arab), Afrin, Menbiç, el-Tabka, Rakka ve Deyrizor bölgelerini kapsadı.

Yaklaşık dokuz yıldır Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi Yürütme Meclisi Eşbaşkanlığı görevini yürüten Halid, The Majalla’ya verdiği röportajda şunları söyledi:

Özerk Yönetim, Yasama Meclisi (yerel parlamento), Toplumsal Adalet Meclisi (yargı) ve Yürütme Meclisi (hükümet) olmak üzere birbirinden ayrı üç yapıdan oluşuyor. Söz konusu yedi ‘iç bölgede’ tüm kamusal yaşamı yarı federal bir yapıda ve ademi merkeziyetçi bir şekilde yönetiyor. Her biri kamununkine karşılık gelen yerel kurumlara ve otoritelere sahip.

Yürütme Meclisi

Yürütme Meclisi, içişleri, maliye, kültür, sağlık, çalışma, eğitim, kadın ve çevre gibi her biri belirli bir bakanlığa karşılık gelen on üç organdan oluşuyor. Bunun yanında Yürütme Meclisi’nde ‘bölünme şüphesini’ çürütmek amaçlı savunma, petrol, diyanet ve planlama konularında uzmanlaşmış yedi daire bulunuyor.

Halid, Yürütme Meclisi’nin kurulması ve ‘meşruiyet’ kazanma mekanizması ile ilgili olarak şunları söyledi:

“Yasama Meclisi meşruiyetin kaynağıdır. Yürütme Meclisinin her bir üyesi Yasama Meclisinin onayını almalıdır. Yasama Meclisi, Yürütme Meclisini sürekli olarak izler ve yaptıklarından sorumlu tutar. Politikasını ve bütçesini onaylar, üyelerini sorgular. Siyasi partiler ve bloklar, Yürütme Meclisi Başkanlığı'na uygun olarak, genellikle Yürütme Meclisi'ndeki pozisyonlara isimler aday gösterir ve ardından bu adaylar, Yasama Meclisinin onayına sunulur.  Yasama Meclisi, Özerk Yönetimi tanıyan siyasi partilere ve güçlere ayrılan özel bir kota ile yerel yasama meclislerinin temsilcilerinden oluşur.”

PYD, Kürt Ulusal Birliği Partileri (PYNK) ve Arap partileri tarafından tanınan Kuzeydoğu Suriye'de Özerk Yönetim'in meşruiyeti konusunda siyasi bir bölünme söz konusu.

Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin askeri bir yönetim olduğuna dair suçlamaları reddeden Halid, “Bu bir oldu-bittiden doğdu. Bölge, YPG'nin omurgasını oluşturduğu SDG’nin kontrolündedir” ifadelerini kullandı.

Yürütme Meclisi Başkanlığı ile ona bağlı tüm organların ve ofislerin ortak yönetimine ilişkin bir genelge, yürütme organının hukuk, örf ve adetlerinin, her birimin yürütme, yasama ve hatta yargı yapısının tamamında yer almasını ve ulusal, dini ve bölgesel bileşenlerin çeşitli üyelerinden oluşmasının yanı sıra eş başkanlık mekanizması aracılığıyla kadınların tüm bu birim ve pozisyonlarda dengeli bir şekilde temsil edilmesini öngörüyor.

sdasd
Suriye'nin kuzeydoğusunda bir manav dükkanı (Rudy Tahlo)

PYD dışında 33 partiden oluşan ve Suriye Gelecek Partisi, Muhafazakar Parti ve Süryani Birliği Partisi gibi Arap partilerin de yer aldığı, onlarca aşiret lideri ve bölgenin ileri geleninin desteklediği Kürt Ulusal Birliği Partileri (PYNK) tarafından tanınan Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin ‘meşruiyeti’ konusunda siyasi bir bölünme söz konusu. PYNK Suriye muhalefet koalisyonunun hem Arap hem de Süryani partileri gibi, onu tanımayı reddediyor.

Benzersiz bir deneyim

Özerk Yönetimi destekleyenler, Özerk Yönetimin, Suriye rejiminin totaliterliğiyle ve buna karşılık gelen Suriye muhalefetinin kendi yönetimi altındaki bölgelerde uyguladığı siyasal İslamcı deneyimiyle çelişen Suriye’deki tek deneyim olduğuna inanıyorlar ve Özerk Yönetimin yerel ve bölgesel olarak tanınmasının içerideki atmosferi iyileştireceğini, daha fazla iç kalkınmaya doğru iteceğini ve Suriye'de ademi merkeziyetçiliğin deneyimlenmesini sağlayacağını düşünüyorlar. Özerk Yönetime karşı olanlar ise Özerk Yönetimin PKK'nın uzantısı olduğunu ve hiçbir genel seçimle meşruiyet kazanmadığını vurguluyorlar.

Bölgenin en yüksek yargı organı olan Toplumsal Adalet Meclisi’nden üst düzey bir kaynak, Al Majalla’ya verdiği röportajda, Toplumsal Adalet Meclisi’nin Özerk Yönetimin karşılaştığı ve genel seçimlerin yapılmasının ve yönetimin yasama, siyasi ve kalkınma yapısının geliştirilmesinin önünde başlıca en teşkil eden siyasi, güvenlik ve askeri zorluklardan bahsetti. Örneğin terörle ilgili 8 bin adli dosya olduğunu söyleyen kaynak, DEAŞ, Heyetu Tahriru'ş Şam (HTŞ) ve Türkiye, İran ve Suriye rejimi tarafından desteklenen grupların üyelerinden on binlerce sanığın geçtiğimiz yıllarda Özerk Yönetim'e karşı sabotaj ve şiddet eylemlerine karıştıklarını iddia etti.

Kaynak, geçtiğimiz yıllarda bu bölgeye karşı DEAŞ, HTŞ ve Suriye Milli Ordu (SMO) gibi örgütlerin yanı sıra Türkiye ve İran gibi ülkelerin doğrudan ya da vekilleri aracılığıyla nasıl onlarca saldırı başlattığını, Suriye rejiminin de Özerk Yönetiminin altını oymak için tüm bu saldırılara katkıda bulunduğunu ve bunlardan faydalandığını belirtti. Suriye rejim güçlerinin Halep’teki Kürt bölgelerine ve kuzeyindeki eş-Şehba’ya uyguladığı kuşatma nedeniyle Özerk Yönetimi kontrolü altındaki çeşitli bölgelerde hakim olan genel alarm durumuna işaret eden kaynak, buna Esed rejiminin Türkiye ile iş birliği içinde uyguladığı her türlü coğrafi, bürokratik ve ekonomik ablukanın ve Türkiye'nin Özerk Yönetimin sivil ve askeri isimlerine karşı neredeyse her gün gerçekleştirdiği SİHA’lı saldırıların eklendiğini kaydetti.

Özerk Yönetim’in en yüksek yargı organı olan Toplumsal Adalet Meclisi’nin üyeleri yerel meclislerden seçilir ve yargı, sivil, asker ve terör gibi uzmanlık alanlarına göre birbirinden bağımsız üç ana birime ayrılır. Her birimin üyelerinin en az yüzde 40'ını kadınlar oluşturur ve yargı organı genelinde her yargı dairesinde bulunmaları zorunludur.

Yargı referansı

Toplumsal Adalet Meclisi, özel bir medeni kanunlar komitesi tarafından onaylanan ve onay için Yasama Meclisi’ne sunulan bir dizi medeni kanun ve genel olarak, Avrupa'daki ile aynı olan mevzuata dayalı olarak çalışmalarını yürütüyor. Bu mevzuata göre örneğin, idam cezası ya da şeriat mahkemeleri yok ve evlilik tamamen sivil bir hak. Çok eşlilik ve reşit olmayanların evlenmesi yasak. Aynı şekilde, ‘namus cinayetleri’, intikam ve kan davası gibi suçlarda herhangi bir indirim yapılmaz.

Destekçileri, Özerk Yönetimin, Suriye rejiminin totaliterliğiyle ve buna karşılık gelen Suriye muhalefetinin kendi yönetimi altındaki bölgelerde uyguladığı siyasal İslamcı deneyimiyle çelişen Suriye’deki tek deneyim olduğuna inanıyorlar.”

Ancak Toplumsal Adalet Meclisi’nin temel bürokratik/yargı sorunu, kendi bünyesindeki yargı ve yürütme organlarının, Suriye hükümetinin kurumları tarafından verilen mülkiyet belgelerini ve sivil ilişkileri bile tanırken Suriye rejimi resmi makamlarının kendileri tarafından yayınlanan herhangi bir belgeyi tanımayı reddetmeleri. Yabancı belgeler söz konusu olduğunda, tüm dünya ülkeleri halen Suriye rejiminin verdiği belgeleri tek meşru belgeler olarak kabul ettiğinden ve Özerk Yönetim tarafından verilen belgeleri tanımadığından, mesele daha da karmaşık bir hal alıyor.

Kamışlı Sağlık Müdürlüğü (Rudy Tahlo)

Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin geçtiğimiz yılki genel kaynakları, petrol satışından, sınır geçişleri gelirlerinden, tarım ürünlerinden ve genel vergilerden elde ettiği toplam miktar olan 1,2 milyar doları buldu. Yürütme Meclisi Eşbaşkanı Halid, kamu harcamalarının Yasama Meclisi’nin onayıyla dört bölüme ayrıldığını söyledi. Sübvansiyonlu kalemlerin yüzdesi yüzde 40'ın üzerine çıktığından, bütçenin yaklaşık yüzde 30'u vatandaşların satın aldığı, özellikle gıda ve ilaç gibi temel kalemlerin sübvansiyonuna gidiyor. Savunma Bakanlığı bütçenin yüzde 55'ini alırken bu para maaşlara ve silah alımına harcanıyor. Kalan yüzde 15'lik kısım ise idari organlar ile altyapı yatırımlarına ve istihdam yaratmaya yönelik faaliyetlere harcanıyor.

Maaşlar ve çeşitlilik

Majalla’nın edindiği bilgilere göre Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin, asgari ücret olarak belirlediği rakam 520 bin Suriye lirası (yaklaşık 70 ABD dolar). Bu rakam, Suriye rejiminin kontrolündeki bölgelerde asgari ücretle çalışanların aldığı maaşın en az dört katı. Kamuda ise 139 bin kişi istihdam ediliyor. Bunların 75 bini askeri personel. 33 bini polis ve güvenlik personeli. Kamu işe alım süreçlerinde etnik, dini ve bölgesel çeşitlilik ile toplumsal cinsiyet eşitliği tam olarak gözetiliyor. SDG üyeleri ile toplam 214 bin kamu çalışanı bulunuyor ve en azı asgari ücret olmak üzere değişen rakamlarda aylık olarak maaş alıyorlar.

Aynı şekilde Özerk Yönetim bölgelerindeki devlet okullarında her bölgedeki nüfusun etnik dağılımına göre Arapça, Kürtçe, Süryanice ve Ermenice olarak eğitim veriliyor. Elbette uluslararası dillerden biri de müfredatta yer alıyor ve 830 bin öğrenciye temel eğitim veriliyor. Kamışlı’daki Rojava Üniversitesi, Rakka’daki Eş-Şark Üniversitesi ve Kobani’deki (Ayn el-Arab) Fırat Üniversitesi olmak üzere Özerk Yönetime bağlı üç ‘devlet üniversitesi’ bulunuyor.

Tüm hizmetler ve eğitimler tamamen ücretsiz veriliyor. Geçtiğimiz yıllarda Suriye'nin diğer bölgelerinden gelen 800 binden fazla Suriyeli ‘gurbetçiye’ eksiksiz kamu hizmetleri sağlanıyor. Artık Suriye’nin kuzeydoğusundaki bölgelerde kalıcı olarak ikamet ediyorlar. Yasal, siyasi, ekonomik ve idari olarak diğer vatandaşlar gibi muamele görüyorlar ve 14 büyük devlet hastanesinde (halk hastaneleri), onlarca ihtisas merkezi ve yerel klinikte, bölgedeki diğer insanlar gibi eksiksiz sağlık hizmetlerinden yaralanıyorlar.

Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi, asgari ücret olarak belirlediği rakam 520 bin Suriye lirası (yaklaşık 70 ABD dolar). Bu rakam, Suriye rejiminin kontrolündeki bölgelerde asgari ücretle çalışanların aldığı maaşın en az dört katı.

Özerk Yönetim, Uluslararası Koalisyon güçlerinin terörle mücadele için verdiği askeri destek ve siyasi derinliğe rağmen, henüz herhangi bir meşruiyet kazanamadı. Uluslararası Koalisyonun bölgede birkaç kampı ve askeri üssü bulunuyor, ancak Özerk Yönetim, yalnızca 12 ülkede temsil edildiğinden ve hiçbiri resmi bir statü elde etmemiş olduğundan, Özerk Yönetim ile fiilen ve resmi olarak ‘meşru bir otorite’ olarak iletişim kurulmuyor. Aynı şekilde, Özerk Yönetim’in kontrolü altındaki bölgelerdeki yabancı siyasi ve güvenlik temsilcilerinin de diplomatik etkileri yok. Daha çok özel elçiler olarak görev yapıyorlar.

Aynı durum, Suriye hükümeti ile ilişkiler için de geçerli. İki taraf arasında çoğu Rusya’nın himayesinde ve baskısıyla ya da ABD'nin teşvikiyle yapılan onlarca turluk müzakerelere rağmen Suriye rejimi, Özerk Yönetimi ‘ayrılıkçılık ve ABD ile iş birliği yapmak’ ile suçlamaya devam etti ve Kürt meselesi, ülkenin gelirlerin adil dağılımı ve SDG’nin geleceğiyle ilgili güncel gerçeklerin bir kısmını dahi kabul etmeden ve hatta ilgili konuları tartışmadan, görmezden gelmeyi sürdürdü. Müzakerelerin temelinin yalnızca yerel yönetimle ilgili ‘42’nci kanun maddesi’ olması gerektiğinde ısrar etti.

Türkiye'nin Suriye bir özerk yönetim deneyimden duyduğu endişelerin de altını çizmekte yarar var.

* Şarku’l Avsat okurları için Londra merkezli Al Majalla dergisinden tercüme edilmiştir.