Devlet borcunun enflasyon yoluyla halkın sırtına yüklenmesi nasıl oluyor?

Fotoğraf (AFP)
Fotoğraf (AFP)
TT

Devlet borcunun enflasyon yoluyla halkın sırtına yüklenmesi nasıl oluyor?

Fotoğraf (AFP)
Fotoğraf (AFP)

"Dünya büyüyen ve yönetilmesi zor bir borç stoku ile karşı karşıya. Devletler, bu borcun altından nasıl kalkacağını hesap ediyor. En masum görülebilecek çözüm enflasyon yaratmak. 
Enflasyon yoluyla zaman içerisinde bu borçları eritmek. Bütün yükü de topluma yaymak."
Türkiye'de ekonomi gazeteciliği denilince ilk akla gelen isimlerden Abdurrahman Yıldırım'ın 15 Mart tarihinde katıldığı BloombergHT yayınında yaptığı açıklamadan bir kısım bu. 
"Borç" artık bir "yiğidin kamçısı" güzellemesi değil, en eğitimli ekonomistten sabah 9'da dükkânını açan esnafa, online eğitimde öğrencilerinin dikkatini toplamaya çabalayan öğretmene kadar herkesin yarası. 
Peki bu yaranın, vatandaş üzerinden kapanması ve bunun için "enflasyonun" bir yol olması ne anlama geliyor? Habertürk'ün duayen yazarı Abdurrahman Yıldırım'a sorduk… 

"İkinci Dünya Savaşı'ndaki borç seviyesine ulaşmış durumdayız"
Dünyada toplam borç stokunun 281 trilyon dolar olduğunu hatırlatarak başlıyor Abdurrahman Yıldırım söze. 
Üstelik bu borç, hem devletlerin hem özel sektörün hem de hanehalkının borcu. Sadece devletlerin borcu bile dünyanın milli gelirine yaklaşmış durumda, yani ikisini birbirine oranladığımızda yüzde 100'ü buluyor. ABD gibi gelişmiş ülkelerde yüzde 100'ü de geçiyor. 
"İkinci Dünya Savaşı'ndaki seviyeye ulaşmış durumdayız" diyen Yıldırım'a göre bunun normal yolla bir çözümü var: Üreterek, dolayısıyla tüketimi de artırarak büyümek. Birleşmiş Milletler verilerine göre 2019'da yüzde 2,3 olan küresel büyümenin yüzde 5 ya da yüzde 6 seviyesine çıkarabilmek ve bunu devam ettirebilmek, borç sorununun en "doğal" çözümü. 
Ancak pek çok ekonomist gibi Yıldırım da bunun uzun ve zor bir yol olduğunu söylüyor. Dolayısıyla "en az zararlı" çözüm, enflasyon. 
"Enflasyonla borcu eritip, alacaklıların sırtına yıkıyorsunuz" diyor Habertürk yazarı. 

Peki bu nasıl oluyor? 
Elbetteki artan enflasyonla tüketicilerin daha fazla ödemesini sağlamak ya da vergileri artırmakla. Her iki yolda da devletlerin kasasına giren miktar artıyor. 
Abdurrahman Yıldırım, bu durumu şu şekilde açıklıyor: 
"Enflasyon yoluyla topluma vergi salmış oluyor ve toplumun sırtına yıkıyorsunuz. Bu şekilde kamu kesimi borçlarını eritebiliyor. Bu da bir zaman gerektiriyor. 
Önümüzdeki dönemde, bir ticaret savaşı ve onun getirebileceği bir savaş dışında, eğer bir kriz olacaksa bu, borçtan dolayı olacak. Dünyadaki ekonomistlerin ve düşünce kuruluşlarının fikir birliğine vardığı konu bu. 
Gelir dağılımından kaynaklanacak bir çatışma olması da pekala mümkün ancak o da "kriz" olarak yorumlanmıyor. Özellikle 2008'deki küresel kriz sonrasında artan parasal teşvikler, kamu teşvikleri, pandemiyle birlikte ikinci tura katlandı ve borçlulukla ilgili olarak böyle bir sonuç ortaya çıktı."
"Başka çözümü yok mu?" diyoruz. "Başka bir çözüm para basmak ama para basmak da zaten enflasyon demek. Merkez bankalarının şu anda yaptığı bu" yanıtını alıyoruz. 

Fotoğraf: AFP
Habertürk yazarı Abdurrahman Yıldırım, önce ABD daha sonra Türkiye örneğini veriyor. 
Örneğin Amerikan Merkez Bankası, aylık 120 milyar dolarlık varlık alımı yapıyor. Bunun büyük kısmı Hazine kağıdı. Kimden alıyor? Bankalardan. Bankalar da sonra Hazine kağıtlarını talep ediyor. Amerikan hazinesi borçlanmış oluyor. Neden? Vatandaşına 1,9 trilyon dolar yardım yapabilmek için. Daha sonra altyapı yatırımları gelecek, yeşil ekonomi finanse edilecek. ABD'nin borcu büyüyecek. Büyüyen borcu Hazine finanse edecek. Ama Hazine'nin kağıtlarını da finansal sistemden Fed geri alacağı için, bu borç bir yerde finansallamış olacak. 
ABD'de şubat enflasyonu yüzde 0,4, 12 aylık enflasyon ise yüzde 1,7. 
2020'yi yüzde 14,6, şubat ayını yüzde 15,61 oranında enflasyonla kapatan Türkiye vatandaşları için ABD'nin enflasyonu "iyi senaryo" gibi gözükse de düşük enflasyon da iyi bir şey değil.
Zira bu, insanların harcamadığı anlamına geliyor. Harcamamasının nedeni de genelde gelirlerinin olmaması, pandemi gibi bir dönemde işsiz kalmış olabilecekleri anlamına geliyor. 

Fotoğraf: Reuters
Merkez Bankası yıllardır yüzde 2 gibi enflasyon hedefleyen ABD'nin enflasyon yaratamadığını söyleyen Abdurrahman Yıldırım, bunun gerekçelerinden birinin Çin olduğunu ifade ediyor. 
Zira, 2000'li yıllarda Dünya Ticaret Örgütü'ne katılarak küresel ticaretteki payını büyüten, ürettiği mal kalitesini artırıp "ucuz ve kaliteli" malı dünyaya pompalayan Çin, dünya üretiminin yüzde 28'ine sahip. 
"Bugün Çin mallarıyla rekabet edebilen ülke yok" diyen Yıldırım, "Çin devreye girince üretim kapasitesinde artış oldu. Dolayısıyla ABD'de parasal genişlemeye rağmen enflasyon görülmedi. Elbette üzerine 2008 küresel krizinin ve pandeminin binmesi de etkili oldu" değerlendirmesini yapıyor. 

"Enflasyona devlet de vatandaş da aldırmıyor"
Türkiye'ye gelelim…
Enflasyonun yüzde 16'ya dayandığı bir ortamda, iki yıllık hazine tahvillerin faizinin yüzde 16,37, 10 yıllık tahvil faizinin ise yüzde 14 olduğunu hatırlatarak söze başlıyor Abdurrahman Yıldırım ve ekliyor: 
"Bu, 'borç aldığın kişilerden kendine reel bir transfer yapıyorsun' demek. Ya da daha önce yüzde 8 ya da yüzde 9 ile borçlandığın kişilerden transfer yapıyorsun. Ucuza borçlanmış oluyorsun. 
Almanya'nın yaptığını bir ölçüde Türkiye yapmış oluyor. Almanya'da enflasyon yok eksi faiz var. Bizde enflasyon yüksek, faiz yüksek. Ama hazine tahvili faizleri ve enflasyon arasındaki farka bakmak lazım."  
Enflasyon meselesinin, "gündem listesinde" gerilerde kaldığını söyleyen Habertürk yazarına göre ekonomi yöneticileri öncelikli olarak büyümeyi konuşuyor. Bunu faiz ve istihdam takip ediyor, enflasyonun ise dördüncü sırada geliyor. 

Fotoğraf: Reuters
"Enflasyon, devlet için öncelikli sorun değil. Halk da fazla aldırmıyor. ‘Ben kendi gelirime ve geçimime bakarım' diyor" ifadesini kullanan Yıldırım'a göre bunun için en önemli çözüm makroekonomik okuryazarlık.

"Şirketler, 'bizi döviz ya da faiz vuruyor' diyor, enflasyonu konuşan yok"  
Yıldırım, Türkiye'de yaşayanların çoğunun ve şirketlerin olaylara mikro açıdan baktığını ancak mikroyu etkileyen şeyin makro olduğunu söylüyor: 
"Şirketler, enflasyon ortamında kâr ettiğini zannediyor ama dönüp geriye baktığımızda kâr artışından kaynaklı özvarlık artışı yok. Özvarlıkları eriyor, doğru dürüst kâr payı dağıtamıyorlar. 
'Bankalar çok kârlı' deniliyor. Bankanın açıkladığı kâr 7-8 milyar olunca çok büyük görülüyor ama özvarlık kârı yüzde 10. Bu iyi bir oran değil, dünya ölçütü yüzde 15. Yani sermayeyi eritmeden uzun vadede koruyabilmenin anahtarı yüzde 15 özvarlık kârlılığını yakalamak. 
Türkiye'de bunu büyük sanayi şirketleri tuttursa bile reel kesim ortalaması tutmuyor. Borsa şirketleri için bu oran yüzde 12, bankalar için yüzde 10 çıkıyor. 
Peki bu para nereye gidiyor? Şirketler, "bizi döviz vuruyor" diyor. Kur düşse bu sefer "faizden dayak yiyoruz" diyorlar. Ama kimse enflasyonu dile getirmiyor. 
Enflasyona yol açan sebeplerden biri özel sektör. Çünkü o zamları, özel sektör yapmak zorunda kalıyor." 
Ekonomi yazarı Yıldırım, "Enflasyon özel sektörün kârını düşürüyor, devletin borcunu azaltıyor ama devletin çok umurunda değil. Fatura, Türkiye'de yaşayanlara kesiliyor. Arada işin farkına varamayan kesimlere oluyor. Altta kalanın canı çıkıyor" değerlendirmesini yapıyor. 

"Türkiye'de yeni vergiler gelirken, eskisi kaldırılmıyor"
Bir de vergi meselesi var tabii ki… 
Yıldırım'a göre devletlerin borcunu ödemek için uyguladığı vergiler, zenginden alınsa sorun yok. Ancak bu da tercih edilmiyor. 
Türkiye'de ise farklı bir durum daha var: Yeni vergiler icat edilirken, eski yaratılan vergilerin kaldırılmaması. Yıldırım, bunu bir örnekle açıklıyor: 
"Biz yüzde 70 seviyesindeki enflasyonla 45 yıl yaşadık. O zamandan kalma vergiler var. Örneğin banka krediler üzerinden alınan yüzde 2 vergi. Açılan her kredi üzerinden yüzde 2 devletin payı var. 
Banka topladığı paranın üzerine devletin vergisini, kendi komisyonunu, sermayedarın hakkını vs.yi ekleyip satacak. Dolayısıyla 3-4 puan fark ediyor. Yüzde 2'lik vergi çok yüksek kaldı artık. Çünkü yüzde 70-80 enflasyon döneminde değiliz. 
Yurt dışında yüzde 2-3 kredi faizi var. Türkiye'de ise devletin yüzde 2,5'a yakın kesintisi mevcut. Böyle bir durumda banka ne yapsın?"
2008'den 2020'ye kadar kamu harcamalarının milli gelirin yüzde 3,5-4'ü kadar arttığını belirten Abdurrahman Yıldırım, "Yani devlet büyümüş. Devletin küçüleceğine yönelik beyan ve tartışma da yok. Bütçenin yapılış tarzı da yanlış. Diyelim ki geçen seneki bütçe 100 liraydı. Enflasyon yüzde 10 olsun. Otomatikman 'Bütçemi 110 lira yapayım' deniliyor. Harcama kalemi gerekli mi gereksiz mi bakılmıyor" değerlendirmesini yapıyor. 

"Borcu ödemek, borç servisini yükseltir"
Peki en temel soruyu sorarak bitirelim: Devletler borcunu hiç ödeyemeyecek mi? 
"Devletler borcunu ödemeye kalktığı zaman borç servisleri yüksek olacak" diyerek başlıyor cevap vermeye Abdurrahman Yıldırım ve şöyle devam ediyor: 
"Diyelim ki devletlerin dünya hasılası kadar borcu olsun. Bu borcun ortalama vadesi 10 yıl olsa milli gelirin yüzde 10'u kadar borç servisi yapacak demektir. Bu yüksek bir oran. 
Devlet çarkı içinde kamu yatırımlarıyla, ihalelerle - hatta yolsuzluklar da diyebiliriz -, bu borcu azaltmak için halktan kesiliyor.
Ya da borç ödemesi için milli gelirin çok daha hızlı büyümesi lazım. Zor görünüyor. Milli gelirin normal artış hızıyla bu borcun altından kalkılamaz. En az can acıtıcı yol enflasyon gibi görünüyor."

Indepentdent Türkçe
 



Lübnan Maliye Bakanı Şarku'l Avsat'a konuştu: Mevduat sahiplerinin paralarını 3 aşamada iade edeceğiz

TT

Lübnan Maliye Bakanı Şarku'l Avsat'a konuştu: Mevduat sahiplerinin paralarını 3 aşamada iade edeceğiz

Lübnan Maliye Bakanı Şarku'l Avsat'a konuştu: Mevduat sahiplerinin paralarını 3 aşamada iade edeceğiz

Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası'nın Washington'daki bahar toplantılarına katılan Lübnan heyetinin başkanı Maliye Bakanı Yasin Cabir, Şarku'l Avsat'a verdiği mülakatta bankalardaki mevduat sahiplerinin paralarının iadesinin birbirini takip eden üç aşamada gerçekleşeceğini doğruladı. Hizbullah'a bağlı Karzı Hasen derneğinin kapatılması yönündeki ABD baskısını kabul eden Cabir, milislerin silahsızlandırılmasını sağlayacak bir savunma politikasının gerçekleştirilmesi gerektiğini vurguladı. Lübnan'ın Arap bağrına doğal dönüşünden söz eden Cabir, Arap ülkeleriyle, özellikle de Suudi Arabistan ile ilişkileri “mükemmel” olarak nitelendirdi.

Washington'daki IMF ve Dünya Bankası toplantıları çerçevesinde yaptığı görüşmeleri genel olarak iyi olarak nitelendiren Cabir, bu ziyaretin yıllar içinde oluşan uçurumun kapatılması açısından önemli olduğunu belirtti.

Lübnan hükümeti tarafından onaylanan “gerekli reformları” sunmak üzere IMF temsilcileriyle yaptığı görüşmeleri anlatan Cabir, “Bunlar aslında birileri için yapmadığımız reformlar, bunları IMF için yapmıyoruz, bunlar ülkemiz için, bizim için ve halkımız için yaptığımız reformlar” dedi.

Cabir : “Elektrik sektöründe reform yapmak istiyorsak, Lübnanlılar jeneratörü açıp kapatmak ve mahalle jeneratörüne abonelik ödemek yerine daha düşük bir fatura ödesin ve 24 saat hizmet alsın, ben kime hizmet ediyorum? IMF'ye mi, yoksa halkıma mı? Pratikte, bu boşluğu doldurma konusunda uzun bir yol kat ettiğimizi düşünüyorum" dedi. Temsilciler Meclisi'nin bankacılık gizliliği değişiklik yasasını 87 oyla kabul etmesini değerlendiren Cabir “Lübnan hükümetinin gerçekleştirdiği reformlara bir güvenoyu” olarak nitelendirerek, bankacılık sektörünün yeniden düzenlenmesine ilişkin bir başka yasa tasarısı hazırladığını ve bu tasarının hızlı bir şekilde incelenerek Temsilciler Meclisi Genel Kurulu'na sunulmak üzere Maliye Komitesi'ne havale edildiğini söyledi.

Mevduat sahiplerinin fonlarının ülkelerine geri gönderilmesi

Cabir, "Lübnan'ın öncelikleri dikey değil yataydır. IMF ile bir anlaşma, Dünya Bankası ile anlaşmalar, temerrüde düşen dış borçlar konusunun ele alınması, Banka reformu meselesi, mevduat sahipleri meselesi gibi sorunlar önceliklidir. Bizim için her şey önceliklidir” dedi.

Lübnan merkez Başkanı Kerim Said'in bankaların nasıl yeniden yapılandırılacağı ve mevduat sahiplerinin paralarının nasıl iade edileceği konusunda bir çalışma hazırladığını açıklayan Cabir, "Dünyadaki hiçbir bankacılık sektörü tüm mevduat sahiplerine aynı anda tüm parayı iade edemez. Aşamalar olacak: İlk aşama orta gelirli insanlar için olacak, 100 bin dolar ve altında geliri olanlar. Onlara öncelik verilecek çünkü tüm mevduat sahiplerinin yüzde 84'ünü onlar oluşturuyor. Daha sonra ikinci aşama “daha yüksek miktarlar için, belki 500 bin dolara kadar ya da 1 milyon doara kadar ve daha sonra daha yüksek miktarlar için hızlı bir şekilde gelecek. Plan bir bütün olarak yayınlanacak, ancak geri ödeme aşamalı olacak. İşleyen bir bankacılık sektörüne çok ihtiyacımız var. Bu, yeterli sermayeye sahip ve tüm uluslararası standartlara uyan bir bankacılık sektörü olacak. Bu başarılamazsa ‘herhangi bir bankanın başka bir bankayla birleşebileceğini, hedefe ulaşmak için üç bankanın birbiriyle birleşebilecek" dedi.

Para ekonomisi nedeniyle gri listeye alındıklarını ifade eden Cabir, "Gri listeden çıkmak için para bankalara geri dönmeli ve normal bankacılık hayatına dönmeliyiz” şeklinde konuştu.

Amerikalıların Karzı Hasen derneğini kapatma talebiyle ilgili olarak da şunları söyledi: “Bu bizim değil Merkez Bankası Başkanı'nın meselesi. Tabii ki ne olacağını göreceğiz.”

Altının parasallaştırılması yok

Lübnan'ın altın stokları hakkında konuşan Cabir, “Bu stok, Lübnan Merkez Bankası'nın varlıkları olduğu ve doğru rolünü oynadığında gelecek için bir güven kaynağı olabileceği konusunda güven veriyor. Maalesef geçmiş yıllarda eski başkan Riyad Selame aracılığıyla bazı yanlış politikalar uygulandı ve şimdi bunların önüne geçilecek. Altının paraya çevrilmesi artık söz konusu değil. Neden mi? Çünkü ilk olarak, altını paraya çevirme kararı ne Merkez Bankası Başkanı'nın, ne Maliye Bakanı'nın ne de hükümetin elinde. Bunun Temsilciler Meclisi'ne gitmesi ve orada bir karar alınması gerekiyor. Bu konu tartışma konusu değildir" şeklinde konuştu.

Hizbullah ve silahları

ABD yönetiminin Lübnan'da odadaki fil (Oturma odasındaki fil) olarak gördüğü Hizbullah ve silahlarına ilişkin bir soruya Cabir şu yanıtı verdi: “Lübnan ordusunun güneyde konuşlandığını, rolünü yerine getirdiğini ve anlaşmayı ya da BM kararını (1701) doğru bir şekilde uyguladı. Ordunun konuşlanmasını ve ülkeyi elinde tutmasını istiyorsak, orduyu isteriz. Ama ona kabiliyetler vermek istemiyor muyuz, bunu organize bir şekilde yapmak istemiyor muyuz? Cumhurbaşkanı bu dosyadan sorumludur ve bu dosyayı akıllıca ele almaktadır. 8 yılını Genelkurmay Başkanı olarak geçirmiştir ve araziyi, koşulları ve olasılıkları bilmektedir.

Bazen baskı oluyor ve biz hala Bakanlar Kurulu'nun 4 bin 500 yeni asker alma kararını alıyoruz. Bugüne kadar güneye gitmesi için gereken 10 bin askeri tamamlayamadı; bu işler zaman alır ve bence Hizbullah da dahil olmak üzere tüm taraflar orduya saygı duyuyoruz ve onunla işbirliği yapmak istiyoruz diyorlar. Cumhurbaşkanı bir savunma politikası üzerinde çalışacağını, toplantılar düzenleyeceğini söylüyor ama ona zaman verelim.”

Suudi Arabistan ile ilişkiler

Suudi Arabistan ve diğer Arap ülkeleriyle ilişkilerin başlatılması hakkında konuşan Cabir, “Arapların bağrında olmak bizim için doğaldır çünkü Lübnan bu Arap dünyasına aittir” dedi. Lübnanlılar bugün yüzbinlerce Arap ülkesine dağıldığını ifade eden Cabir ,Suudi Arabistan, BAE, Kuveyt, Katar ve Irak gibi ülkelerle ilişkileri ‘çok mükemmel’ olarak nitelendirdi. Cabir, “Elimizi uzatmış durumdayız ve Arap kardeşlerimizle en iyi ilişkilere sahip olmak için çaba göstereceğiz” şeklinde konuştu.

Arap devletlerini “büyük kardeşler” olarak tanımlayan Cabir "Küçük bir ülke olan ve ne yazık ki sahip olduğu tüm imkânları kullanmayan Lübnan'a ilgi duyuyorlar. Arap kardeşlerimizin hem kendi aralarında hem de bizim onlarla yaptığımız konuşmalarda Lübnan'ı çok istediklerini ve Lübnan'ın daha iyi olmasını istediklerini düşünüyorum. Lübnan'a dönmeyi çok istiyorlar" dedi.

Yaşadıklarının hiçbir ülke kaldıramayacağını belirten Cabir, “Lübnan 2019‘da mali bir çöküş yaşadı, 2020’de yarı nükleer bir patlama oldu, Kovid, dünyanın geri kalanı gibi boş boş oturduk, sonra bir cumhurbaşkanlığı boşluğu, karar alamayan bir geçici hükümet, çalışmayan bir parlamento çünkü bir bölüm cumhurbaşkanı yoksa Temsilciler Meclisi'nin de çalışmayacağını söylüyor ve ardından 13 aylık bir savaş. Bunların hepsine birlikte kim dayanabilir.”

iki milyon Suriyeli Arap'ı kucakladıklarını da unutmaması gerektiğini ifade eden Cabir, "Acaba ABD iki yıl boyunca 120 milyon Meksikalıyı kabul etse ne olur? Lübnan çok şeye katlandı. Lübnan tüm sektörlerinde yapısal ve gerçek reformlar gerçekleştirmek için büyük bir çaba sarf ediyor ve Arap kardeşlerimiz ve dünya bunun yanında duruyor" dedi.