Yenilgisinden iki yıl sonra DEAŞ

Uluslararası Koalisyon tarafından 3 Mart 2019’da düzenlenen hava saldırısının ardından Suriye’nin kuzeydoğusundaki Bağuz’dan yükselen duman. (AFP)
Uluslararası Koalisyon tarafından 3 Mart 2019’da düzenlenen hava saldırısının ardından Suriye’nin kuzeydoğusundaki Bağuz’dan yükselen duman. (AFP)
TT

Yenilgisinden iki yıl sonra DEAŞ

Uluslararası Koalisyon tarafından 3 Mart 2019’da düzenlenen hava saldırısının ardından Suriye’nin kuzeydoğusundaki Bağuz’dan yükselen duman. (AFP)
Uluslararası Koalisyon tarafından 3 Mart 2019’da düzenlenen hava saldırısının ardından Suriye’nin kuzeydoğusundaki Bağuz’dan yükselen duman. (AFP)

DEAŞ iki yıl kadar önce Suriye’nin doğusundaki son kalesi olan Bağuz kasabasını kaybetti. 2014’te kurduğu ve aşağı yukarı İngiltere büyüklüğünde bir alana yayılan ‘devlet’, Mart 2019’da Deyrizor kırsalında, Fırat Nehri kıyısındaki küçük bir kasaba düzeyinde küçüldü. DEAŞ, Bağuz’da ölümüne savaştı ancak mağlup oldu.
Peki, DEAŞ gerçekten yenidi mi? Bugün ne durumda? Lideri ne yapıyor? Kollarının akıbeti ne? ‘Kurtları’ nerede? Bu yazı, bu sorulara cevap verebilir mi?
Bağuz’un düşüşüyle birlikte dönemin ABD Başkanı Donald Trump, örgütün ‘yüzde 100’ hezimete uğradığını duyurdu. Trump’ın ülkesi, DEAŞ’a karşı oluşturulan uluslararası bir koalisyona liderlik ediyordu. Selefi George W. Bush’un 2003 yılında Saddam Hüseyin’in yenilgisiyle Irak’ta ‘görevin tamamlandığını’ ilan etmekte aceleci davranması gibi, Trump’ın o zamanki sözleri de DEAŞ’ın sonu hakkında hızlı karar verildiği yönünde spekülasyonlara neden oldu. O dönemde Saddam, gerçekten mağlup olmuştu. Ancak ABD’liler kısa süre sonra kendilerini 4 bin 478 askerinin öldüğü ve 32 bin askerinin yaralandığı Irak bataklığında boğulmuş halde buldular. Aynı zamanda Saddam’a karşı ‘zafer’, Irak’ın İran ile bağlantılı Şii milislerden ve kısa süre sonra El-Kaide tarafından yönetilen Sünni gruplardan oluşan ABD muhalefetinin kalesine dönüştürülmesine izin verdi. ABD’lilerin 2011 yılında Irak’tan geri çekilmesiyle El-Kaide, kendisine egemen olan ve ‘Irak İslam Devleti’ adı taşıyan bir grup aracılığıyla inisiyatifi yeniden eline almayı başardı ve Irak şehirlerinde yeniden yayıldı. Hatta Devlet Başkanı Beşşar Esed rejimine karşı devrimin patlak vermesini takip eden kaostan yararlanarak komşu Suriye’ye de yayıldı.
Bush, Irak’ta ‘görevin tamamlandığını’ ilan etmekte aceleci davrandıysa bile Trump’ın DEAŞ’ın ‘yüzde 100 hezimete uğradığını’ ilan etmekte hızlı davranıp davranmadığını sorgulamak için şu an erken olabilir. Bağuz savaşından sonra varlığının sona ermesi nedeniyle DEAŞ’ın yenilgiye uğradığını kastetmişti ve Trump bu konuda haklıydı.

DEAŞ geri mi döndü?
DEAŞ’ın Suriye ve Irak’taki mevcut saldırıları, durumun 2011’de Irak’ta yaşananlara biraz benzediğini gösteriyor. O dönemde ‘Irak İslam Devleti’, hezimete uğramış, çölün derinliklerine, dağ mağaralarına, Dicle ve Fırat nehirlerinin kıyılarına çekilerek Irak şehirlerine süzülmeden önce yeniden toparlanmıştı. DEAŞ’ın şu anda artan eylemleri, Irak deneyimini tekrarladığını gösteriyor: Çöldeki ve mağaralardaki saflarını örgütlemek. Ancak şehirleri kontrol etmek için sığınaklarından çıkma aşamasına henüz ulaşmadı.
Birleşmiş Milletler, şu an Suriye ve Irak’taki DEAŞ unsurlarının sayısının 10 bin civarında olduğunu tahmin etse de örgütün henüz şehirlere ve büyük kasabalara saldırılar başlatma aşamasına geçmeye karar vermediği, vur- kaç saldırılar, bombardımanlar ve suikastlarla yetindiği açık. Şüphe yok ki DEAŞ, bu düzeydeki savaşçılarla şehirlere ve kasabalara saldırılar düzenleyebileceğini biliyor. Ancak böyle bir adımın, Suriyeli ve Iraklı yetkililerin eline geçecek olan unsurlarını ortadan kaldıran bir intihar eylemi olacağının da farkında .

Örgütün kolları
Suriye ve Irak’taki ‘ana DEAŞ’, halihazırda saflarını yeniden oluşturma sürecinde görünürken örgütün dünyadaki kollarının portresi ise biraz daha karışık. Bazıları başarı kaydedip genişlerken diğerleri ise mağlup olup dağılıyor.
Libya’da DEAŞ, Akdeniz kıyısındaki başkenti Sirte şehrinde topladığı binlerce savaşçısını kaybetmesinin ardından 2017’de ciddi bir gerileme yaşadı. 7 ay boyunca savaştı ancak sonunda mağlup oldu. O günden bu yana DEAŞ’ın varlığı, Libya’nın güneyindeki çölün derinliklerinde küçük bir odakta sınırlı kaldı. Saldırılarının devam etmesine rağmen bu odaklar büyük ölçüde azaldı.
Komşu Tunus’taki DEAŞ faaliyetleri, Mart 2016’da ülkenin güneyindeki Ben Gardane’de bir ‘emirlik’ kurmayı başaramamasının ardından şu anda Cezayir sınırındaki dağlık alanlarla sınırlı.
Cezayir’de ise güvenlik güçleri, DEAŞ saldırılarının başlamasından kısa bir süre sonra örgütün yerel kolu olan ‘Hilafetin Askerleri’ grubunu ortadan kaldırmayı başardı. Grup, 2014 yılında saldırılarına Fransız bir turisti kaçırıp kafasını keserek başlamıştı.
DEAŞ’ın Sina Yarımadası’ndaki kolu da gerileme kaydetti. Öyle ki Mısır ordusu, üyeleri Sina’daki bazı büyük şehirlerde caydırıcı bir tavır sergilemeden oyalanan örgüt sığınaklarını ortadan kaldırıcı büyük operasyonlar başlattı. Sina’daki DEAŞ kolunun açık şekilde gerilemesine rağmen yine de zaman zaman güvenlik güçleriyle iş birliği yaptığından şüphelenilen bazı unsurların öldürüldüğü ilan ediliyor.
Aynı şekilde Afganistan’da, güvenlik güçlerinin ABD desteğiyle ülkenin doğusunda bulunan Nangarhar’daki kalesine gerçekleştirdiği operasyonlar sonucunda yerel DEAŞ kolunun faaliyeti azaldı.
Aynı durum 2017 yılında ülkenin güneyinde, büyük öneme sahip Maravi şehrini kontrol altına alması sonrasında DEAŞ kolunun önemli ölçüde genişlemesine tanık olan Filipinler için de geçerli. DEAŞ, bu şehirde ölümüne savaştı. Ancak Filipinler güvenlik güçleri, çok sayıda unsurun imha edilmesiyle ve örgütün başlıca liderlerinin öldürülmesiyle sonuçlanan şiddetli çatışmalardan sonra şehri kurtarmayı başardı. O günden bu yana DEAŞ’ın ülkedeki faaliyetleri önemli ölçüde azaldı. Ancak sona ermedi.
DEAŞ bu gerileme karşısında özellikle Afrika’da genişlemeyi başardı. Öyle ki Sahra Çölü’nün ve Batı Afrika’nın ötesinde Sahel ülkelerinde büyük bir genişleme kaydetti. El-Kaide’ye sadık gruplara nüfuz etmek için rekabet veriyor. DEAŞ ayrıca Mozambik’in kuzeyi ve Tanzanya’nın güneyi gibi daha önce hiç var olmadığı ülkelerde de güçlü bir varlık kaydetti. ‘Eş-Şebab’ ve ‘Ensar el-Sünnet’ olarak bilinen bir grup aracılığıyla ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde ‘yerel gruplardan oluşan bir koalisyon aracılığıyla’ halen aktif durumda.

Ebu İbrahim- Ebu Bekir
Bağuz’daki DEAŞ yenilgisinden birkaç ay sonra örgüt, daha az şiddetli olmayan bir darbe daha aldı. Ekim 2019’da ABD komandoları, örgüt lideri Ebu Bekir el-Bağdadi’nin Türkiye sınırına yakın bir mesafede, İdlib kırsalındaki gizlenme yerine bir operasyon düzenledi. Bağdadi operasyonda öldü ve DEAŞ örgütü en önemli yüzünü kaybetti.
DEAŞ, Ebu İbrahim el-Haşimi el-Kureyşi adında yeni bir lider seçti. Bu adam yalnızca kağıt üzerinde var olan bir ‘devleti’ miras aldı. Bu devletin bir zamanlar on binleri bulan askerleri de öldüler, sakat kaldılar veya esir alındılar. Kureyşi örgütü, Bağdadi örgütünün iskeleti olarak görülüyordu. ‘Hayatta kalan ve genişleyen DEAŞ’ efsanesinin yapıcıları olan üst düzey liderlerinin çoğu, savaşlarda veya hava saldırılarında öldürüldü. Aynı şekilde örgütün geçtiğimiz yıllarda uğradığı yenilgiler, Irak ve Suriye güvenlik servislerinin örgütün faaliyetlerinin ve yapısının ayrıntılarını açıklayan bilgi, belge ve itiraflara el koymasına izin verdi. Görünüşe göre bu durum da Irak güçlerinin, örgüt liderlerini birçok kez tutuklamasına veya öldürmesine olanak sağladı.
DEAŞ’ın yeni liderinin geri çekilmesinin, ses veya video kayıtlarının bulunmamasının ve görünüşe göre yalnızca örgütünün yeniden inşasına odaklanmasının, El-Kaide ile yaşananlara benzer bir duruma yol açıp açmayacağı henüz net değil. El-Kaide örneğinde ‘ana örgüt’ liderlerinin Veziristan’da saklanması, ara sıra bunlar ve kolları arasındaki iletişimin kesintiye uğraması, şubelerin rolünün ‘genel lider’ olarak abartılmasına yol açtı. Bu durum, Irak kolunun Suriye’deki çatışmanın arka planında Veziristan’daki liderliğin emirlerine karşı isyanında kendini gösterdi.

Yalnız kurtlar
DEAŞ’ın nüfuzunun en yoğun olduğu dönemde bu örgüt, yalnızca yüz ölçümü İngiltere boyutunda ve nüfusu yedi milyondan fazla olan bir ‘devleti’ yönettiğiyle değil, dünyanın dört bir yanında, Batı ülkelerinde yüzlerce sivili öldürüp yaralayabilecek saatli bombalara dönüşen ‘askerlerinin’ bulunmasıyla övünebildi. DEAŞ’ın yalnız kurtları İngiltere’yi, Fransa’yı, Almanya’yı, Belçika’yı, Avusturya’yı, Kanada’yı, ABD’yi, Avusturalya’yı, Sri Lanka’yı ve diğer birçok ülkeyi vurdu.
DEAŞ’ın hezimeti ve ‘devletinin’ çöküşünün ardından ‘yalnız kurtlarının’ saldırıları geriledi ve gün geçtikçe daha da azalmaya başladı. DEAŞ kurtlarının uzun bir saldırı dizisine maruz kalan İngiltere’nin geçen şubat ayında güvenlik alarmı seviyesini ‘tehlikeliden’ ‘büyük’ seviyesine çekerek bir derece düşürme kararı almış olması dikkat çekiciydi. Bu durum, ülkenin artık bu örgütün tehlikesinin düşük olduğuna ikna olduklarını gösteriyor. Ancak bu, herhangi bir zamanda tekrar yenilenme olasılığının göz ardı edildiği anlamına da gelmiyor.



Yemen'de taraflar arasında ‘ABD yıkımını ülkenin başına kim musallat etti?’ tartışması

ABD'nin Husilere yönelik saldırıları Yemen'de tartışmaya yol açtı (X platformu)
ABD'nin Husilere yönelik saldırıları Yemen'de tartışmaya yol açtı (X platformu)
TT

Yemen'de taraflar arasında ‘ABD yıkımını ülkenin başına kim musallat etti?’ tartışması

ABD'nin Husilere yönelik saldırıları Yemen'de tartışmaya yol açtı (X platformu)
ABD'nin Husilere yönelik saldırıları Yemen'de tartışmaya yol açtı (X platformu)

Tevfik eş-Şenvah

Yemen’in meşru hükümeti ve Husiler, on yılı aşkın bir süredir Yemen'in başına bela olan yıkımın sorumlusu olarak birbirlerini suçlamaya devam ediyor. Yemen Enformasyon Bakanı Muammer el-Eryani dün yaptığı açıklamada, İran destekli Husilerin 2014 yılındaki darbeden bu yana ‘Yemen'in altyapısı ve ekonomisindeki yıkımın başlıca nedeni olmakla’ suçladı.

Aynı zamanda uluslararası meşruiyete sahip Yemen hükümetinin sözcüsü olan Eryani, Husilerin kurtarılmış bölgelerdeki hayati tesislere sistematik saldırılar düzenlediğini, örneğin 30 Aralık 2020 tarihinde Aden Uluslararası Havalimanı'na İran yapımı balistik füzelerle düzenledikleri saldırıda 25 kişinin öldüğünü, 110 kişinin de yaralandığını ve havalimanının altyapısının zarar gördüğünü söyledi. Husilerin 2022 yılında da Hadramut ve Şebva'daki petrol ihracat edilen limanlara yönelik saldırılarda bulunduklarını belirten Eryani, bunlar arasında insansız hava araçları (İHA) ve balistik füzeler kullanılarak ed-Debba ve Neşime limanlarına yönelik saldırıların da olduğunu ifade etti.

Yemenli Bakan, söz konusu saldırıların Husilerin iddia ettiği gibi Yemen'i ya da Gazze'yi savunmak için değil, Yemen'i yok etmeyi, halkını yoksullaştırmayı ve bölgenin güvenliğini baltalamayı amaçlayan İran gündemini uygulama stratejisinin bir parçası olduğunu söyledi.

Husilerin Kızıldeniz'deki uluslararası gemilere yönelik saldırıları da dâhil olmak üzere çeşitli maceraperestliklerinin, ABD ve İngiltere tarafından ‘Refahın Muhafızı Operasyonu’ kapsamında geçtiğimiz yıl ocak ayında başlayan askeri saldırılarını tetiklediğini söyleyen Eryani, bu saldırıların yıkımın birincil nedeni olmadığını, daha ziyade Husilerin saldırılarına karşı bir yanıt olduğunu vurguladı.

Öte yandan Husiler, Yemen halkının çektiği acılardan başta Yemen’in meşru hükümeti olmak üzere ABD ve müttefiklerinin sorumlu olduğunu söyledi. ABD merkezli haber kanalı NBC tarafından aktarılan Husilere bağlı medya organlarının haberlerine göre Husiler, 17 Mart 2025 tarihinde 53 kişinin ölümüne ve 98 kişinin yaralanmasına neden olan ABD’nin son saldırılarını ‘suç teşkil eden saldırganlık’ olarak nitelendirdi. Kızıldeniz’deki gemilere ve askeri hedeflere yönelik saldırılarının dış müdahaleye ve Gazze'ye uygulanan kuşatmaya karşı savunma amaçlı bir yanıt olduğunu vurgulayan Husiler, Filistinlilerle dayanışma içinde olduklarını açıkladılar.

Medyada yer alan haberlere göre Husilerin Kızıldeniz’de uluslararası gemilere yönelik saldırıları ülke içindeki popülariteleri ve saflarına savaşçı çekme hızını arttırdı. Uluslararası toplumu kendileriyle etkileşime girmeye zorladılar ve Yemen'in resmi hükümeti olarak tanınmamalarına rağmen popüler bir yankı uyandırdılar. Nüfuzları zayıf olmasına rağmen İsrail'e füze atmalarının ardındaki gizli amaçlarından biri de buydu.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan çevirdiği habere göre Yemen hükümeti, İran'ı, ‘Birleşmiş Milletler (BM) silah ambargosunu ihlal ederek Husileri İHA ve balistik füzeler gibi çeşitli silahlarla desteklemekle’ suçluyor. Buna karşın İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) Genel Komutanı Hüseyin Selami, İran medyasına yaptığı açıklamada, Tahran'ın Husilerin kararlarını doğrudan kontrol ettiği iddialarını reddederek Husilerin kararlarını bağımsız bir şekilde aldıklarını vurguladı. Ancak Yemen hükümeti çevreleri İran'ın desteğinin Husilerin eylemlerinin ana kaynağı olduğunda ısrar ediyor.

Yemen hükümeti, ABD'nin hava saldırıları sonucunda Husilerin kontrolündeki limanlarda meydana gelen ağır kayıpların ardından ‘Husiler Yemen'e yıkım getiriyor’ etiketiyle (hashtag) bir sosyal medya kampanyası başlattı. Kampanyanın amacının ‘Husilerin suçlarını ifşa etmek ve ülke kaynaklarına verdikleri zararın boyutlarını ortaya koymak, altyapı ile ekonomik ve sivil tesislerin tahrip edilmesinden ve bunların savaş amacıyla kullanılmasından onları tamamen sorumlu tutmak’ olduğu belirtildi.

Husiler cuma günü, ABD'nin Yemen'in batısındaki Hudeyde ilinde bir petrol ihracatı limanına gece boyunca düzenlediği saldırılarda ölenlerin sayısının 80'e yükseldiğini ve bu sayının Washington'ın bir ay önce başlattığı yoğun hava saldırılarının en ölümcülü olduğunu açıkladılar.

Bu arada saldırılar şiddetlenmeye devam ederken, ABD ile İran arasındaki müzakereler Umman’ın başkenti Maskat'ın ardından Roma'da tüm hızıyla devam ediyor. Basında yer alan haberlerde, İran’ın Dini Lideri Ali Hamaney’in Suudi Arabistan Savunma Bakanı Prens Halid bin Selman'la bölgedeki birçok karmaşık meseleyi görüşmek üzere bir araya gelmesinin ardından gerilimin azalacağına dair umutlar ifade edildi.