Büyük Şii- Sünni savaşı

İran’a bağlı Husi çeteleri Yemen’deki tüm savaşı bitirme ve barış girişimlerini reddetti (AFP)
İran’a bağlı Husi çeteleri Yemen’deki tüm savaşı bitirme ve barış girişimlerini reddetti (AFP)
TT

Büyük Şii- Sünni savaşı

İran’a bağlı Husi çeteleri Yemen’deki tüm savaşı bitirme ve barış girişimlerini reddetti (AFP)
İran’a bağlı Husi çeteleri Yemen’deki tüm savaşı bitirme ve barış girişimlerini reddetti (AFP)

Saad bin Tifle el-Acmi
O, yüzyıllardır bütünüyle barışı veya bir arada yaşamayı bilmeyen bu bölgede iyilik, bir arada yaşama ve barış düşmanlarının dilediği şeydir. Tüm gösterge ve gelişmeler, büyük bir Sünni-Şii savaşının, Körfez ülkeleri ve Ürdün tarafından temsil edilen Arap Doğu ülkelerinin geri kalanını yok etme hayali ve hedefi olduğu sonucuna varıyor. Irak paramparça oldu, Suriye yıkıldı, Lübnan telef oldu ve Yemen rüzgârın gönündeki bir yaprak gibi savrulmaya başladı. Bunlar öncelikle aptal diktatörlükler, tiranlık ve zorbalıklar nedeniyle yaşandı. Üzerine bir de geçmişin derinliklerinde kalan arkaik ideolojiler ile halkı harekete geçirmek ve kitleleri bir araya getirip girenin mağlup ya da zafer sanrısına kapıldığı tarihi savaşları sürdürmeye iten siyasal dinin saçmalıklarının bir karışımı olan İnsan unsuru eklendi. “Onlar bir ümmetti gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz onların yaptıklarından sorguya çekilecek değilsiniz” (Bakara/134)
İran, 14 asır önce Kureyş'in, iktidar için verdiği savaşları çağrıştırıyor. Basit ve çaresiz olan demagogları, dönüşleri ancak O’na olan Rablerine yüzlerini dönen savaş kurbanı insanları seferber ediyorlar. Bölgemizdeki mezhepsel seferberliğin bir karışımı olarak resmi İran görüşü ile karıştırılan siyasi-dinsel söylem, Pakistan ve Afganistan’ın, Lübnan’ın güneyindeki küçük köyler ve hatta modern tarihinde mutluluğu bilmeyen bedbaht Yemen’in fakir, basit ve sıradan halkını silah altına almakla en açık ve en çirkin boyutuna ulaştı. Tıpkı milislerin Veliyy-i Fakih’in sloganlarını yüceltmek için uğraşıp durduğu paramparça haldeki Irak’ta olduğu gibi. Çoğu daha dün gibi ‘Saddam ismin Amerika’yı salladı!’ sloganlarıyla içinize sirayet edip aklınızı karıştırıyordu. Aynı şey ülke ve halkı yakan, her şeyi yakıp yıkmak ve ondan kurtulmayı düşünen ve düşünmeyen herkesi öldürmek için İran ve Rusya’dan yardım alan tiranlık nedeniyle harap olan Suriye için de geçerliydi.
Lübnan lirası çöküyor. Yeşil Lübnan’da insanlık açlıktan ölecek seviyeye geldi. Hükümet, İran’ın üçte bir engeli nedeniyle kurulamıyor. Siz hiç üçte birlik kısmın üçte ikilik kısma egemen olduğu bir demokratik rejim duydunuz mu? Ben duydum Velayet-i Fakih sistemi. Kim aksini söylerse akıbeti özgür, seküler, vatansever ve Şii bir kökene sahip olan ve Hizbullah tarafından suikasta uğrayan Lokman Selim’inki gibi olur: “Ses kesen şeref sahibi olurken, sesini duyurmaya çalışan öldürülür!”
Nitekim İran’a bağlı Husi çeteleri Yemen’deki tüm savaşı bitirme ve barış girişimlerini reddetti. Bu girişimlerin sonuncusu geçtiğimiz Pazartesi günü kapsamlı bir ateşkes ve Yemenli taraflar arasında barış müzakerelerinin başlatılması çağrısında bulunan Suudi girişimi oldu. Tüm bunlar arasında Yemen halkı, yoksulluk, açlık, hastalık, derbederlikten muzdarip durumda. Ancak heyhat, Veliyy-i Fakih, Mekke ve Medine’nin kurtuluşu için ‘’Hüseyin İntikamı’ adı altından Arap olan her şeye beslediği kara nefretin akıttığı kanı çiğniyor.
İran ve ona bağlı olan Husiler dışında Birleşmiş Milletler (BM) ve tüm dünyanın Suudi barış ve Yemen’deki savaşı sonlandırma girişimini memnuiyetle karşıladığını unutmayın!
İran, 2019 yılının Eylül ayında Abqaiq (Abkayk) ve Hurays’ı hedef alarak İran’dan, İranlı milisler tarafından Irak’tan ve Riyad’ı hedef alarak Saada’dan Suudi topraklarına fırlatılan füzelerle, Suudi Arabistan’a savaş açtı. Savaşı durdurmayın çünkü doğuda Tahran’dan, batıda da Eritre’deki İran deniz üssü üzerinden Mekke ve Medine’ye doğru ilerliyoruz.
Peki ya Kudüs? Cevap: Akıllım iyi anla. O Haremeyn-i Şerifeyn’in üçüncüsü, ilki değil ki!
Paylaşılan bir videoda Irak Haşdi Şabi Güçleri Başkan Yardımcısı Ebu Mehdi el-Mühendis’in yanında bulunan bir arkadaşını DEAŞ’a karşı elde ettikleri zafer nedeniyle kutluyorlar. O da cevaben şu ifadeleri kullanıyor: “Darısı Kudüs’ün başına! Mühendis Farsça konuşarak şunları söylüyor: “Hayır, Suudi Arabistan ve Riyad’ın başına!”
Mühendis, geçtiğimiz yıl Ocak ayında Bağdat Havaalanı’nda ABD tarafından gerçekleştirilen bir saldırı sonucunda Kasım Süleymani ile öldürülmesi de dikkate şayandır.
Tahran’daki kamuya mâl olmuş liderler, ne yazık ki rejimin devamlılığı ve kanlı müdahalelere karşı yürütülen dış politikalarının gerekçesi, İran'daki baskı ve yoksulluğun bahanesi olarak çoğu yurtdışında olan siyasi Şiilik hezeyanı ve İran ırkçılığının bir karışımını tekrarlamaya devam ediyor. Gözlemciler, ufukta Tahran’dan çıkıp genelde Araplara özelde de Suudi Arabistan’a doğru yayılan bir akıl ve mantık parıltısı göremiyor. İran Araplar hariç tüm dünyaya pragmatik yaklaşabilir. Büyük Şeytan (ABD) ile anlaşabilir ve nükleer anlaşmalar yapabilir. Tıpkı 1985 yılında ‘Iran Contra Gate’ anlaşmasında olduğu gibi İsrail aracılığıyla ondan silah satın alabilir. Hatta tüm korkaklık ve zelilliği ile her gün Suriye ve Irak’taki takipçilerini vuran İsrail tarafından saldırıya da uğrayabilir. Ancak acı içinde kıvranan Yemen halkının kanını bağışlamayı kabul asla kabul etmez. Maran dağları ve Saada’da Husileri provoke etmeye devam eder.
İran, 1980 yılında Irak'la şiddetli bir savaş başlattı. İran, zorba Saddam Hüseyin tarafından İran’a karşı kapsamlı bir düşmanlığa dönüştürülen bu savaşı, sekiz açlık senesi boyunca sürdürme konusunda ısrarcı davrandı. Bütünüyle yakıp yıkıp bir milyondan fazla insanın ölümüne neden oldu. Ardında yaralı, sakat, yetim ve evsizler bıraktı. Her iki halkın da fakirlerinin payına düşen mallardan yüzlerce milyar doları çarçur etti. Bunu ta ki Basra, Muhammarah, Abdan, Dezful ve Fao'nun yıkılmasından sonra o dönemki lideri Humeyni ‘zehri içip’ ateşkesi onayladığı 1988 yılına kadar devam ettirdi. Ancak Humeyni İran’ı, Saddamcılığın Saddam’ın ölümüyle sona ermesi gibi bitip gitmedi. Bilakis Irak’ın ötesine uzanan tüm Arap bölgesinde yeniden savaşlar başlatmak üzere sekiz yıllık savaşın zehrinden kurtulup hızlıca toparlandı. Bu savaşları da çoğunlukla ayak takımı ve cahillerden oluşan ona bağlı milisleri tarihi aşan sıkıcı mezhepçi dili ile harekete geçirerek vekaletle yaptı.
Bugün gözlemciler, İran’ın mezhepçi sloganlarla ülkelerine karşı seferber etmeye çalıştığı Arap Şiilerin, Arap ve Müslüman vatanseverliği ile ayaklanıp ülkelerine karşı yapılan müdahalelere direniş gösterdiklerine tanık oluyor. Bölgesel versiyonu olan Hizbullah’ın uyguladığı terörizm ve çevrelerindeki faaliyetlerine göz yumup onlar adına karar verilmesi ve kaderlerinin Tahran’ın elinde olmasını reddediyorlar. Mezhep partileri Tahran’daki Velayet-i Fakih tarafından yönetilen Arap Şii toplumlarına ne olduğunun farkına vardılar. Aralarına yoksulluk, yıkım ve açlık girdiğinin, yaşam ve gelişme koşullarının her düzeyde çöktüğünün farkındalar.
Körfez ülkeleri olarak bize düşen, İran'ın körüklediği mezhepçi tahrifata karşı yenilmez bir kalkan ve aşılamaz bir engel gibi bölgemizdeki vatandaşlarımızın bağlılığını güçlendirmektir. Bunu da mezhepleri ne olursa olsun tüm vatandaşların haklarını güvence altına alarak yapmalıyız. Şii vatandaşlarımız arasındaki ulusal Şii sesinin gerçek azığı budur. Aksi takdirde, vatandaşlar arasında mezhep temelinde ayrımcılık yapan herhangi bir politika, İran'ın etki ve sonuçlarını ortaya çıkaran bir günahtır. Sıradan insanları İran tarafından önderlik edilip yönetilen siyasi mezhepçiliğe iten de budur.
Bu makale, siyah sarıklıların bize eziyet etmekten vazgeçmesi için İran'daki bilge insanlara hitap eden makale dizisinden bir parçadır. Allah şahit, bu tutum size de bize de karanlık günler ve üzerinde karakargaların öttüğü harabeler dışında bir şey getirmeyecek. İran’dan tek beklenen uluslararası hukuk kurallarına ve iyi komşuluk politikalarına göre bir devlet olarak ülkelerimizle komşuluk ilişkilerinde bulunup, geri dönüşü olmayan tarihi dehşet ve trajedileri bir kenara bırakmak.
Tarihi ve olayları, günümüz söylemlerinin yakıtı olarak hatırlatmak ve anlamaya çalışmak, gericiliktir. Siyasi dinin sarıklarının müdahalede bulunup egemenlik kurduğu ülkeleri yıkıma sürükleyen de budur. Bu ülkelerden ilki de İran'ın ta kendisidir.



Rusya, yeniden yapılanmanın başlamasıyla birlikte Suriye arenasına geri dönüyor

Şeybani, Moskova'da Lavrov ile görüşmesinde güçlü bir diplomatik beden dili sergiledi (AFP)
Şeybani, Moskova'da Lavrov ile görüşmesinde güçlü bir diplomatik beden dili sergiledi (AFP)
TT

Rusya, yeniden yapılanmanın başlamasıyla birlikte Suriye arenasına geri dönüyor

Şeybani, Moskova'da Lavrov ile görüşmesinde güçlü bir diplomatik beden dili sergiledi (AFP)
Şeybani, Moskova'da Lavrov ile görüşmesinde güçlü bir diplomatik beden dili sergiledi (AFP)

Mustafa Rüstem

Sonunda ilk kez, birbiri ile savaşan eller tokalaştı. Rusya'nın siyasi karar alma süreçlerinin mutfağı olan Moskova Dışişleri Bakanlığı'nın lüks salonundaki beyaz masanın etrafında, on yıldır birbirine hasım olan gözler buluştu. Bu, Suriye Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani’nin, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Mahir eş-Şara'nın da aralarında bulunduğu üst düzey bir heyetin eşlik ettiği ve Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ile bir araya geldiği bu türden ilk ziyaretiydi.

Bu ziyaret, on yıllardır ittifak dilinin baskın olduğu iki ülke arasındaki diplomatik kartların yeniden karılması açısından son derece önemli görünüyor. İttifak, Beşşar Esed rejiminin devrilmesinin akabinde Moskova'ya kaçmasının ardından değişti. Ancak Kremlin’in kapıları, Esed iktidarını devirme hareketinin başlamasıyla birlikte katıldığı Suriyeli muhalif güçlerin saflarındaki siyasi ve askeri mücadelesinin başlangıcından bu yana, “Ebu Ayşe” lakaplı Bakan Şeybani'ye açıldı.

Yeni bir beyaz sayfa

Siyaset dünyasının en meşhur sözü olan “bugünün düşmanı yarının dostu olabilir” doğrudur. Mutlak anlamda ne düşmanlık ne de dostluk vardır. Ancak görüşmelerdeki beden dili söyleyeceğini söyledi ve Rus diplomasisinin, Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara'yı 15 Ekim'de Moskova'da yapılması planlanan Rus-Arap zirvesine davet ederek de olsa, Suriye topraklarına ve Akdeniz'e erişimini koruma konusundaki “aceleci” tavrını özetledi.

 Rusya, Esed'in devrilmesinden bu yana Moskova'ya yaptığı ilk ziyarette Şeybani'yi ağırladı (AFP)Rusya, Esed'in devrilmesinden bu yana Moskova'ya yaptığı ilk ziyarette Şeybani'yi ağırladı (AFP)

Suriyeliler, Lavrov ve Şeybani arasındaki görüşmede genel bir diplomatik denklik tablosuna ulaşmadan önce, Esed Suriyesi döneminde alışılan itaatkarlıktan uzak olduklarını açıklayan bir beden dili benimsemeye çalıştılar. Suriye Dışişleri Bakanı, ülkesinin Moskova'nın Esed rejimiyle ekonomik, güvenlik ve askeri alanlarda imzaladığı tüm önceki anlaşmaları kapsamlı bir şekilde yeniden değerlendirmeye çalıştığını gizlemedi. Bu yeniden değerlendirme, iki ülke arasındaki ilişkilerin geleceğini şekillendirmeyi amaçlıyor.

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ise ülkesinin, Suriye halkının tercihlerine saygı duyduğunu ve Moskova'nın Şam'daki yeni yönetimle iş birliği yapma isteğini dile getirdi. Hatta yaptırımların kaldırılması çağrısında bulundu.

Şantaj mı yoksa oyunun kuralları mı?

GSM Merkezi Direktörü Dr. Asıf Melhem, The Independent Arabia'ya verdiği röportajda, “sözlü destek” sınırları içinde kalan Suriye'ye yönelik yaptırımların kaldırılması ve benzeri konularla ilgili özel görüşmelere rağmen, mevcut Suriye hükümetinin ABD ve Batılı ülkelere her zaman kesin olarak güvenmenin imkânsız olduğunu anladığını söyledi.

Melhem, iki yönetim arasındaki gergin tutumlarda gözle görülür bir değişim olduğunu ve Şam'ın Esed rejimine verdiği destek sebebiyle Moskova'ya şantaj yapmaya çalışırken, Rusların bir miktar esneklik gösterdiğini belirtiyor. Melhem, “Yeni hükümet, ‘sizin yardımınız olmasaydı Esed çoktan devrilmişti’ demek istedi ve bu nedenle Rus yönetiminden tazminat ödemesini ve Esed'i teslim etmesini talep etmeye başladı” diye devam etti.

Ciddi Suriyeli yetkililer, Suriye'deki askeri üslerin Rusya için acil bir ihtiyaç ve Moskova tarihinde bir dönüm noktası olduğuna inanıyor. Ama durum böyle değil. Rusya'nın ihtiyacı olduğu doğru, ancak beklendiği kadar acil ve kaçınılmaz değil.

Rus GSM Merkezi’nin Direktörü, siyasette her pozisyonun bir bedeli olduğuna inanıyor. Rusya, Suriye'deki üslerini elinde tutmakla ilgileniyor ve bunları korumanın yanı sıra, Esed iktidarından önce bile Suriye ile iyi olan ilişkilerini sürdürmek istiyor.

Haberler, Rus bombardımanı nedeniyle sivillerin zarar gördüğü olaylarda artış olduğunu ortaya koyuyor (AFP)Haberler, Rus bombardımanı nedeniyle sivillerin zarar gördüğü olaylarda artış olduğunu ortaya koyuyor (AFP)

Direktör şu açıklamada da bulundu: “Her halükarda, üsler Moskova için bir ölüm kalım meselesi değil. Örneğin Suriye kıyılarını ele alırsak, Ruslar açısından Akdeniz'e erişimin tek yolu Karadeniz, Cebelitarık Boğazı veya Süveyş Kanalı’dır. Bu koridorlar ise belirli anlaşmalara tabi. Bu nedenle, özellikle Rusya, herhangi bir bölgede yaşanabilecek beklenmedik gelişme korkusuyla askeri varlığını çeşitlendirmeye başladı. Sudan, Libya ve Eritre'de askeri üsler kurma girişiminde bulundu. Zira üslerinin bulunduğu ülkelerde bazı siyasi değişiklikler yaşanabileceğinin ve bu durumda üslerini korumanın zorlaşabileceğinin farkında.”

Ekim 2011'de Moskova, Güvenlik Konseyi'nin daimi üyesi olarak, eski Suriye devlet başkanı Beşşar Esed'in istifasını isteyen Batı destekli kararlara karşı veto yetkisini kullanmaya başladı. Bu veto, 8 Aralık 2024'e kadar süren Suriye savaşı boyunca tekraren devam etti. Eylül 2015’te de askeri müdahalede bulundu. O dönemde Rus güçleri, DEAŞ ve terör örgütü olarak tanımladığı el-Kaide'nin Suriye kolu Nusra Cephesi de dahil olmak üzere muhalif grupları hedef aldıklarını kabul ettiler.

Bununla birlikte haberler, özellikle Kuzey Suriye'de Rus bombardımanları sebebiyle sivillerin zarar gördüğü olaylarda artış olduğunu ortaya koydu. Bu durum, milyonlarca insanın Türkiye yakınlarındaki veya sınırındaki kamplara göç etmesine yol açtı. Bu arada, Ekim 2016'da Moskova, BM İnsan Hakları Konseyi'ndeki koltuğunu kaybetti.

Rusya-Suriye ilişkileri, Suriye'nin bağımsızlığını tanıyan ilk rejim olan eski Sovyetler Birliği dönemine kadar uzanıyor. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre iki ülke arasında kurulan diplomatik ilişkiler ve stratejik ittifak, Hafız Esed'in Suriye'de iktidara gelmesiyle (1970'ten 2000'e) zirveye ulaştı.

Ekonomik ilişkiler

Tüm bunların bir uzantısı olarak Moskova, Şam ile ilişkilerini korumaya çalışıyor. Son görüşme de yeni bir koordinasyon aşamasının başlangıcı sayıldı. Rusya yalnızca siyasi ve askeri düzeylerde değil, ayrıca Suriye'nin yeniden inşası ve istikrarının sağlanması konusunda da kapsamlı yardım sunma isteğini dile getirdi.

Gözlemciler, bu görüşmenin kanlı bir dönemin ardından açık oynamaya ve yeni bir sayfa açmaya yönelik daha geniş bir çabanın parçası olduğuna inanıyor. Bu adımlar, sivillerin ölümüne ve geniş bir bölgede köy ve kasabalarda hâlâ görülebilen yıkıma yol açan bombardımanlar sebebiyle Rusya'nın kendileriyle karanlık bir geçmişe sahip olduğunu düşünen Suriyelilerin kızgınlığına rağmen atılıyor. Rusya'nın yeniden inşaya katılması yakıp yıktıklarını telafi etmenin, diğer yandan da yatırım ve çok sayıda anlaşmanın değerlendirilmesi yoluyla sıcak sulara dönüşün bir yolu olabilir.

 Dr. Asıf Melhem ise, Suriye ile Rusya arasında fosfat, petrol, doğalgaz ve Tartus Limanı alanındaki yatırımlar için imzalanan sözleşmelerin rejimin devrilmesinden çok önce iptal edildiğini vurguluyor. Bu sözleşmeler kapsamında Suriyeli şirketler ile ortak olan Rus şirketlerinin, hisselerini ortaklarına devrettiklerinin, dolayısıyla ziyaretin, bu anlaşma ve sözleşmelerin yeniden değerlendirilmesi bağlamında yapıldığının altını çiziyor.

Buna ilave olarak Rusya, Güvenlik Konseyi'nin daimi üyesi ve uluslararası alanda önemli bir varlığa sahip. Dünyanın en büyük ikinci gücü. Melhem bunun önemli olduğuna inanıyor, zira bu sebeple Rusya’nın görüşleri dikkate alınıyor. Dolayısıyla Rusya ile ilişkiler sürdürülmeli, bu durum şüphesiz Suriye'ye fayda sağlayacaktır.

Öte yandan Şam, Rusya'nın Suriye'ye ihtiyacı olduğunu iddia ederek durumu abartmaya çalışıyor. Melhem’e göre bu doğru değil, çünkü Suriye'nin toplam yüzölçümü Moskova ve kırsalının yüzölçümünü aşmıyor ve Rusya, eğer zorunda kalırsa ve bölgede kalmasının bedelinin elde edeceği faydadan daha büyük olduğunu görürse, sonunda bu üslerden vazgeçebilir.

*Bu analiz Şarku'l Avsat tarafından Independent Arabia'dan çevrilmiştir.