Siyasi kıskaçta Arap sineması: Davası olmayan şüpheli ortadan kayboluş

‘Yusuf’ (Lübnan Sinamesı)
‘Yusuf’ (Lübnan Sinamesı)
TT

Siyasi kıskaçta Arap sineması: Davası olmayan şüpheli ortadan kayboluş

‘Yusuf’ (Lübnan Sinamesı)
‘Yusuf’ (Lübnan Sinamesı)

Adında Yusuf isminin yer aldığı iki yeni film, içerisinde bulundukları ortamda problemler yaşayan iki kişinin hayatlarını konu ediniyor.
Filmlerden ilki Kazım Fayyad'ın yönettiği ‘Yusuf’, ikincisi ise Iraklı Muhammed Rıza Fartosi'nin yönettiği ‘Ben Yusuf’um annem" adını taşıyor. Çekimleri sona eren ve yapım sonrası aşamasında olan ilk Lübnan filmi için uluslararası festivallerde gösterim noktaları aranıyor. Bu arada her iki filmin yönetmeni de ilk kez kamera arkasına geçtiler.
Kazım Fayyad’ın yönettiği filmde Yusuf adlı ana karakterin dışında, kahramanlar yaşadıkları ülkenin durumunu da gözler önüne seriyor. Lübnanlı Yusuf, kahramanın erkek kardeşinin ölümüne neden olan siyasi ve sosyal sorunlarından bahsediyor. Film bir yönüyle bir intikam filmi, bir başka yönüyle ise Yusuf ve kardeşinin uğraştığı silah ticareti hakkında. Bir üçüncü yönden ise, başına gelmeyen her şeyi hayal edebilen, bunun gerçek olduğuna inanan Yusuf'u anlatıyor.
Iraklı Yusuf’un sorunu ise Lübnanlı Yusuf’a göre daha istikrarlı olması. İran-Irak savaşı sırasında ordudan kaçan ve 20 yıl boyunca bir odada saklanan ve halen hapse girmekten korkan birisi Yusuf. Annesi ise oğlunu korumak adına onun hakkında bir şey bilmediğini söylüyor. Saddam Hüseyin rejiminin düşmesine neden olan Amerikan işgali, vicdanen de coğrafi olarak da ondan çok uzakta değil. Yusuf kendisini ziyaret eden iki yakını dışında kapısını kimseye açmayan ve dört duvar arasında yaşayan biri.

Belirli motifler
Her fimde de iki ülkenin kendi içinde bulunduğu şartlardan izler bulmak mümkün. Ancak ele alınış biçimleri birbirinden farklı. Yusuf filminde genel bir anarşi var. Şehrin sokaklarında ve mahallelerinde yapılan çekimlerde birçok karakter ve olaylar ele alınıyor. İkinci film uzak ve yakın geçmişin etrafında dönüyor. Ağırlıklı olarak Yusuf ve annesi üzerinde ve çok az kişinin bulunduğu, kameranın nadiren evin dışına çıktığı dar bir çevrede meydana geliyor.
Her iki filmin de ilk gösterimini izledim. Konuları ve uygulanmasıyla çok iyi tasarlanmışlar. Ancak yapamadıkları şey, kökleri siyasi gerçeklikte olan bir olaydan beklenenin tersine bir duruma doğru çıkamamalarıdır. Bu, her filmin etrafında döndüğü ana konuyu kötüye kullandıkları anlamına gelmez, ancak yalnızca belirli öykü ve temaları izleyen Arap sinemasına doğrudan veya dolaylı olarak bağımlı oldukları anlamına gelir.
Arap sinemalarına hızlı bir bakış atıldığında, filmlerinin çoğunun geçmişte ve şu anda ülkenin yaşadığı siyasi olaylar veya siyasi durumdan kaynaklanan konuları ele aldığı görülür.
Lübnan sineması hâlâ iç savaşla ilgili konuları gündeme getiriyor veya bu çerçevede kalıyor. Örneğin; Philippe Aractingi'nin ‘Miras’ı, Jehan Shoaib'in ‘Benim Ruhum’ filmi. Suriye sinemasının durumu da aynı. Rejimle çatışma halindeki iki bakış açısına göre farklı savaş hikayeleri var. Joud Said'in ‘Sabah Yıldızı’ filmi ve rejim karşıtı Feras Fayyad'ın ‘Halep'in Son Adamları’ filminde ele alınan konular aynı benzerliğe sahip.
Cezayir'de ise, Mounia Meddour'un ‘Papischa’ filmi, Salem Brahimi'nin ‘Kara Gecelerin Hikayesi’ Cezayir'in köktenci örgütlerin hakimiyetinde geçirdiği kara yılların sinemasıdır. Karim Aïnouz’un Nercis A. filminde olduğu gibi Cezayir’de her hafta yaşanan gösterilerin olduğu son yılları anlatmaktadır. Irak sinaması ise daha farklı. Zira halen Saddam Hüseyin’li yılları ve sonrasını ele alan filimler daha etkili oluyor. Örneğin, Samir Jamal el-Din'in ‘Irak Odyssey’ filmi ve Muhammed el-Daradji’nin ‘Yolculuk’ filmlerinde olduğu gibi.
Mısır’da ise sonuncusu Samaher El-Kadi'nin ‘İstediğim Gibi’ filmindeki gibi 2010 devrimi ve sonrasındaki siyasi olayları ele alan filmlerle, sanki aynı sandıktan çıkmış gibi Amerikan aksiyon filmlerine benzer nitelikteki örneğin Tarık Alarian'ın ‘Rızık Çocukları’, Peter Mimi’nin ‘Kermuz Savaşı’ gibi kitlesel filmler yan yana yer alıyor.
Filistin sinamasının veya -Filistin sorunu ile irtibatlı Arap sinemasının- büyük bir kısmı Amin Nayfeh’in ‘200 metre’ ve Farah Nablusi’nin ‘Hediye’ filmlerinde olduğu gibi işgal edilen Filistin topraklarında Filistin ve İsrail arasındaki şu andaki adaletsiz durumu sahneliyor.
Bu sinemaların hepsinin üzerinde bir kısımı adı geçen ülkelereden bir kısmı Fas ve Tunus'tan, bir kısmı da Körfez ülkeleri sinemasındaki yeni girişimlerden kaynaklanan ve kadın meselelerini ele alan bir film şemsiyesi var.
Bu durum sinemanın aleyhinde veya lehinde karar vermek için yeterli değil. Aslında çoğu iyi, ya da  ortalama veya altında. Fakat film yapmayı gerektiren sebeplere rağmen genel olarak garip bir görünüm ortaya koyuyor.
Burada alıntılanan başlıkların çoğu -ki bunlar sadece büyük bir buzdağının görünen kısmı- tartışmasız iyi seviyedeler. Dolayısıyla yakın geçmişe meyledip, vatanı uğruna başka şeyleri arzu eden bir kahramanın hikayesini ya da iç savaş gibi büyük bir olayı konu edindiği için yönetmenin kınanması doğru olmaz. Ancak Arap sinemasının özellikleri üzerindeki bu yoğun tesir alarma neden olacak seviyede gibi gözüküyor.

Belirli filmler
İnsanın ve toplumun karşı karşıya kaldığı sıkıntıları sahneye koyan ‘toplumsal filmler’ ve bireyin ve toplumun çektiği sıkıntıları yansıtan filmler şeklindeki tanımlamalarla filmler hakkında sihirli sözcükler kullanılır. Buna paralel olarak bir kimse ‘toplumsal filmler’ içeren bir liste oluşturmak istediğinde son on yıl içerisinde Arap yapımı filmlerin büyük bir kısmının hiç tereddütsüz bu listenin içerisinde yer aldığını görürdünüz

Peki, Arap sinemasının bu gerçeği tek başına yaşaması mı gerekiyor? 
Kevser bin Haniyye'nin ‘Derisini Satan Adam’ filmini yabancı film alanında Oscar adayı olmasına sevk eden sebeplerden biri filmin farklılığıdır. Evet, filmde birçok Arap filminin gündeme getirdiği gibi, mülteci meselesi ele alınıyor. Ancak buradaki sunum iki açıdan yenidir. Birincisi, filmin ‘mültecilerin acısını mülteci olmak zordur fakat bu zorluk bir tartışma konusu değildir’ şeklinde somutlaştırmaktan uzak bir şekilde, gizli bir aşkı bulma arayışında Arap sınırlarından Avrupa sınırlarına uzanmak suretiyle Arap filmleri atmosferine egemen havadan farklı bir hikâyeye geçiş yapmasıdır.
Çoğu Arap filminin özgül anlatılarına hapsedilmesine ilişkin bu genel çerçeve, Arap film yapımcıların çoğunluğunu acımasız yönleriyle sosyal ve politik durumların ele alındığı bir kavramı öne çıkarmalarına neden oluyor. Birçoğu için sinema, izleyicileri doğrudan çektikleri acıların nedenlerine; kanunlara veya siyasetçilerin yolsuzluğuna veya kadınların insani ve sosyal haklarını kullanmalarının engellenmesine yönlendirmekten ibarettir. Tüm konular elbette doğrudur, ancak tekrar tekrar gözden geçirilmesi gereken bu metinlerden uzak hikayeler de vardır.
Bu kavramın bir diğer yanı, acılar konusunda vatandaşları bilgilendirirken sinemanın üstlenmiş olduğu rolden farklı bir konuyu ortaya koyan sinemada -ki sinema gösterilerindeki sorunun bu mesajın iletilmesini engellediği dikkate alındığındı- kendinizi bir eğlence filmi, bir Hollywood filmi veya ticari sınıflandırmalara ait dedektif, korku, bilim kurgu, melodram, komedi vb.ticari bir yapmakla suçlanmış bulursunuz.
Birçokları açısından sorun da işte budur. Oysa birçok yönetmen, zorunlu gördüklerinin aksine ilgi alanlarına sahip belirli filmleri izlerlerse, yönlerini şaşırmış hissedebilirler. Gerçek şu ki, filmin türünü kalite belirlemediği gibi yazarın sinemasına ya da ana akım sinemaya ait olmasını da belirlemiyor.
Özellikle alternatif sinemayı ana akım sinemadan ayıran akım olarak her iki tarafta da her renk ve türden başarılı ve önemli filmlere tanıklık ettiği için 1970'li yılların Mısır sinemasının en güzel yıllarından biri olduğu unutulmamalıdır. ‘Gece ve Parmaklıklar’, ‘Zuzu'yu Aklından Çıkartma’, ‘Korku’ ve ‘Ağaçtaki Babam’ filmlerinin her iki tür popülerdi ve seçilen yönetmene ait olma açısından üstünlüklerinin nedenlerini kendi başlarına taşıyordu.

 


Sicilya köprüsü projesi İtalya’yı karıştırdı: “Messina Boğazı’na dokunamazlar”

Köprünün 2032'de tamamlanması planlanıyor (Stretto di Messina)
Köprünün 2032'de tamamlanması planlanıyor (Stretto di Messina)
TT

Sicilya köprüsü projesi İtalya’yı karıştırdı: “Messina Boğazı’na dokunamazlar”

Köprünün 2032'de tamamlanması planlanıyor (Stretto di Messina)
Köprünün 2032'de tamamlanması planlanıyor (Stretto di Messina)

İtalya'da Sicilya adasının anakaraya köprüyle bağlanmasını sağlayacak proje tartışma yarattı. 

Sicilya'yı Calabria bölgesine bağlayacak Messina Boğazı Köprüsü tamamlanırsa 3,6 kilometreyle dünyanın en uzun asma köprüsü olacak.

Ekonomik Planlama ve Sürdürülebilir Kalkınma Komitesi, projeye 6 Ağustos'ta onay verdi. Bunun ardından basın toplantısı düzenleyen Başbakan Yardımcısı ve Ulaştırma Bakanı Matteo Salvini, "Dünyanın en uzun tek asma açıklıklı köprüsü olacak, rekor şu anda Türkiye'nin elinde" dedi.

Köprü projesi uluslararası ihaleyle Eurolink konsorsiyumuna verildi. Konsorsiyumda İtalya'dan Webuild, İspanya'dan Sacyr ve Japonya'dan IHI şirketleri yer alıyor. Webuild grubundan yapılan açıklamada da “Messina Boğazı Köprüsü, Türkiye'de rekoru elinde tutan Çanakkale Köprüsü'nden 1 kilometre daha uzun olacak” ifadeleri kullanıldı. 

Diğer yandan Giorgia Meloni hükümetinin 13,5 milyar euroya mal olması beklenen köprü projesi ülkede tartışma yarattı. 

Reuters'ın aktardığına göre Sicilya adasında ve anakaradaki Calabria bölgesinde köprünün ve yolların inşası için en az 440 mülkün kamulaştırılması gerekeceği aktarılıyor.

Sicilya'daki Messina şehrinde yaşayan 75 yaşındaki Mariolina De Francesco şunları söylüyor: 

Bana evimin değerinin üç katını teklif etseler bile, bu benim için önemli değil. Önemli olan doğa. Messina Boğazı'na dokunmamalılar.

Evi inşaat projesi alanında bulunan De Francesco, kendisi gibi birçok kişi olduğunu ve projeye karşı dava açacaklarını belirtiyor. 

Salvini ön çalışmaların eylül ya da ekimde başlayacağını, ev sahiplerine “cömert tazminatlar ödeneceğini” söylemişti. Aktivistlere göre inşaat nedeniyle yaklaşık bin kişi evlerinden olabilir. 

Bunlara ek olarak çevreciler de inşaatın uzayabileceğini ve ciddi bir gürültü kirliliğine yol açabileceğine dikkat çekiyor. Çevreciler, bu hafta Avrupa Birliği'ne inşaatla ilgili resmi şikayette bulundu. Uzmanlar ayrıca köprünün bölgedeki depremlerden etkilenebileceğini de belirtiyor. Şirket ise köprünün fay hatları üzerine inşa edilmeyeceğini ve depreme dayanıklı tasarlanacağını savunuyor. 

Independent Türkçe, Reuters, AP