Şarku’l Avsat’a konuşan İsveç'in Yemen Özel Elçisi Peter Semneby: Marib'e yönelik kanlı ve trajik saldırı durmalı

Stockholm Anlaşması, Hudeyde’yi insani bir felaketten kurtardı.

İsveç'in Yemen Özel Elçisi Peter Semneby (Fotoğraf: Abdurrahman es-Salim)
İsveç'in Yemen Özel Elçisi Peter Semneby (Fotoğraf: Abdurrahman es-Salim)
TT

Şarku’l Avsat’a konuşan İsveç'in Yemen Özel Elçisi Peter Semneby: Marib'e yönelik kanlı ve trajik saldırı durmalı

İsveç'in Yemen Özel Elçisi Peter Semneby (Fotoğraf: Abdurrahman es-Salim)
İsveç'in Yemen Özel Elçisi Peter Semneby (Fotoğraf: Abdurrahman es-Salim)

İsveç'in Yemen Özel Elçisi Peter Semneby ile yapılan bu röportajın geçtiğimiz hafta gerçekleştirilmesi planlanıyordu, ama Umman'ın başkenti Maskat'a yaptığı ziyaret nedeniyle görüşme bu haftaya erteledi. Semneby’nin Riyad’a dönmesinin ardından gerçekleşen röportaj’da İsveçli diplomat, Yemen'deki çatışmanın, ‘ülke genelinde ilan edilecek bir ateşkesle başlayacak olan kapsamlı bir siyasi süreçle çözülmesi gerektiğini’ vurguladı.
Semneby, Şarku’l Avsat’a verdiği röportajda, Yemenli taraflar arasında yapılan Stockholm Anlaşması’nın, Hudeyde şehrini o dönemde yaşabilecek olası bir insani felaketten kurtardığını söyledi. İsveçli diplomat, Husilerin Marib’e yönelik ‘kanlı ve trajik’ olarak nitelendirdiği saldırıyı durdurmaları için benzer bir anlaşma yapılması çağrısında bulundu.
İsveç’in Husilere nasıl baktığı ve onların aşırılık yanlısı bir örgüt mü, silahlı bir grup mu yoksa siyasi bir yapı mı olarak gördüğü şeklindeki bir soruyu yanıtlamaktan kaçınan İsveç'in Yemen Özel Elçisi, “Husileri veya savaşan herhangi bir tarafı herhangi bir kategoride sınıflandırmak istemiyorum. Nasıl görünecekleri ve neyi temsil edecekleri onlara kalmış” yanıtını verdi. Semneby röportaj sırasında, İran'ın Yemen'deki rolünün artmasından, Sana'daki Afrikalı göçmenlere yönelik katliamdan ve Yemen halkına yardım etmek için yapılan insani çabalardan bahsetti.
İsveç'in Yemen Özel Elçisi Peter Semneby ile yapılan röportajın tam metni:

- Husiler kısa bir süre önce, Suudi Arabistan’ın Yemen’deki savaşı sona erdirmeyi amaçlayan barış girişimini duyurmasından sadece birkaç gün sonra insansız hava araçları (İHA) ile başta Necran ve Cizan üniversiteleri ile Cizan bölgesindeki bir petrol tesisi başta olmak üzere Suudi Arabistan’daki sivil noktaları hedef alan saldırılar düzenledi. Bu eylem hakkında ne düşünüyorsunuz?
-  Sivillere yönelik saldırılar hiçbir zaman kabul edilemez. Birleşmiş Milletler (BM), İsveç ve diğer ülkeler bunun kabul edilemez olduğunu birçok kez açıkça ortaya koydular. Neyse ki Suudi Arabistan'a yönelik saldırılar, önemli kayıplara neden olmadı. Fakat bu saldırılar, büyük şehirleri ve Suudi Arabistan dışındaki önemli altyapı alanlarını hedef aldıkları için son derece tehlikeli ve pervasızca gerçekleşmeye devam ediyor. Dolayısıyla saldırılar, bölgenin istikrarını da tehlikeye atmaktadır.

- Husiler ile irtibat kuruyor musunuz? Eğer irtibat kurarsanız onlara hangi mesaj veya mesajları iletirsiniz?
Evet, Husiler ile 2018'deki Stockholm görüşmelerinin öncesinden beri iyi bir iletişimimiz var. Onlarla düzenli olarak görüşmeye devam ediyoruz. Yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını ve diğer bir takım engeller, bizi bundan alıkoymadığı zamanlarda onlarla görüşüyoruz. Yapılan görüşmelerin içeriği hakkında herhangi bir detay vermeden savaşan taraflara aynı mesajları verdiğimizi söyleyebilirim.
Yemen’in sorunları, ülke genelinde ilan edilecek bir ateşkesle başlayan, kapsamlı bir siyasi süreçle çözülmelidir. Ateşkes, insanların çektiği sıkıntıları ve acıları hafifletmek için atılacak en önemli adımdır. Çatışmaları azaltmak için taraflar arasında atılacak karşılıklı adımlarla ortaya koyulacak asgari düzeyde bir güvenin tesis edilmesi gerekiyor. Husilerin bunu en açık şekilde Marib çevre yapabilir. Nihayetinde Husiler de dahil olmak üzere Yemenliler, gücü adil ve eşit bir şekilde paylaşmadıkça ve Yemen'in komşularıyla dengeli ve karşılıklı çıkarlara dayalı bir ilişki kurmasının yolunu bulmadıkça asla refaha kavuşamayacaklar.

- İsveç, iki yıl önce, Yemen’de savaşan taraflar arasındaki barış görüşmelerine ev sahipliği yaptı ama Yemen halkı henüz bu görüşmeler sonuçlarına ulaşamadı. Sizce bunun sebebi nedir?
Barış görüşmelerinin ve Stockholm Anlaşması’nın hiçbir sonuç vermediği ifadesine katılmıyorum.  Anlaşma, Hudeyde’de insani bir felaketi önledi. Çatışmanın başlangıcından bu yana iki taraf arasındaki ilk önemli anlaşmaydı. Aynı zamanda çatışmak dışında bir alternatifin olduğunu da gösterdi. BM, bu anlaşma sayesinde Hudeyde’de çalışma imkanlarına yönelik ciddi kısıtlamalara rağmen istikrar sağlanmasında etkili bir barış gücü konuşlandırdı. Aynı zamanda Stockholm'de kısmi bir mahkum takası gerçekleşti. Ancak Stockholm'de üzerinde mutabık kalınan kararlardan biri olan gücün yeniden dağılımı kararının uygulanmadığı doğrudur. Çünkü sahadaki taraflar arasında güven oluşmadı. Fakat Hudeyde anlaşması, bugün benzer trajik bir durumla karşı karşıya olduğumuz Marib için hala bir örnek oluşturabilir. Nasıl Yemen hükümeti ve (Suudi Arabistan liderliğindeki) koalisyon güçleri, 2018 yılında Hudeyde’yi yönelik saldırıyı durdurmaya karar verdiğinde insani bir felaketten kaçındıysak, Marib'e yönelik trajik kanlı saldırı da aynı şekilde durdurulmalıdır. Temel çıkış noktası, önce hayat kurtarmak, sonra askeri mantıktan siyasi mantığa geçmektir.

- BM uzmanları, İran'ın Husilere silah ve askeri danışmanlık sağladığını doğruluyorlar. Ayrıca Sana'ya meşru olarak kabul edilmeyen bir büyükelçi atadı. İran'ın Yemen'deki rolüne nasıl bakıyorsunuz?
İran’ın Yemen'de bir nüfuzu vardı ve bu nüfus çatışma süresince daha da arttı. Ancak Husilerin İran'a tamamen güvenmek istediklerini sanmıyorum. Ama yine de İran'dan gelecek yardımı memnuniyetle karşılayacakları ortadadır. Nihayetinde Husiler dahil tüm Yemen halkının, başta Suudi Arabistan olmak üzere yakın komşuları ile barış içinde yaşamaları ve onların desteğini almaları refah ve güvenlik açısından önemli olacaktır. Yemen, İran için bir fırsat kapısıdır. Ama bu, ülkedeki riskleri artırmak ve gerginliği tırmandırmak bakımından olan fırsat değildir. İran’a göre bunun hayati bir öneme sahip olmadığı da bir gerçek. İran'ın Husiler üzerinde nüfuz sahibi olduğuna şüphe yok. Eğer bu nüfuzu yapıcı bir şekilde kullanırsa, barışa olan bağlılığını ve BM’nin siyasi çözüme yönelik çabalarını desteklediğini gösterir. Bu aynı zamanda dünya güçleri arasında İran'a güvenilmesine katkıda bulunacaktır. İran için büyük önem taşıyan diğer müzakereler için de yararlı olacaktır.

- Geçtiğimiz günlerde Sana’da Husilerin kontrolündeki bir gözaltı merkezinde çeşitli Afrika ülkelerinden yaklaşık 450 göçmen yanarak can verdi. İşlenen bu suçla ilgili haberleri nasıl karşıladınız?
Göçmen gözaltı merkezindeki yangın haberi, son haftalarda Yemen'den gelen en korkunç haberlerden biriydi. Göçmenler halihazırda ülkedeki en savunmasız insanlar arasındaydı. Aslında aynı zamanda evlerini terk etmeye ve savaşın yıktığı Yemen'de tehlikeli bir yolculuğa çıkmaya karar verdikleri için birçok çatışmanın kurbanıdırlar. Gözaltı merkezlerindeki koşullardan Sana'daki yetkililerin sorumlu olduğu açıktır. Kaza araştırılmalı. Göçmenlere yardım ve koruma sağlanmalıdır.

- İsveç’in, Yemen ile ilgili önümüzdeki süreçte başlaması muhtemel müzakerelere ev sahipliği yapmak için herhangi bir hazırlığı var mı?
- Tüm dünyada devam eden pandemi süreci, yüz yüze toplantıların yapılmasını gerçekten zorlaştırıyor. Şuan Yemen konulu müzakerelere ev sahipliği yapmak gibi bir planımız yok, ama yine de mümkün olduğunda katkıda bulunmaya hazırız. Aynı zamanda Yemen'deki, bölgedeki ve dünyadaki tüm kilit aktörlerle yakın iletişimi sürdürmeye kararlıyız.

- Yemen, bugün dünyanın en kötü insani felaketini yaşıyor. İsveç, Yemen halkına insani düzeyde yardım etmek için ne tür çabalarda bulunuyor?
- İsveç, Birleşmiş Milletler ve İsviçre ile ortaklaşa yapılan ve Yemen için insani yardım taahhütlerinde bulunulan dört ayrı konferansa ev sahipliği yaptı. Bunların en sonuncusu bu yılın Mart ayı başlarında gerçekleşti. Taahhüt edilen toplam yardım miktarı, (yaklaşık 1,7 milyar dolar) geçtiğimiz yıla kıyasla daha fazlaydı. Ancak yine de bu rakam BM'nin Yemen için ihtiyaç duyduğu 9,3 milyar doların çok gerisinde kalıyor. Bu, Yemen'de kıtlığın önüne geçilmesi için belirlenen hedefin çok altında bir miktar. Bu yüzden bağışçıların daha fazla fon sağlamaları için çabalarımızı sürdürüyoruz. Suudi Arabistan 430 milyon dolarla en büyük bağışçı oldu. İsveç de aynı şekilde büyük bir bağışçı. Ayrıca Yemen'de bulunan birçok BM insani yardım kuruluşunun temel bütçesine en büyük katkı sağlayanlardan biri olarak Yemen'e dolaylı yollardan yardım sağlıyoruz. İsveç, savaş sırasında özellikle risk altında olan kadınlara yönelik insani yardım programlarını desteklemeye özel önem veriyor.

- Husilerin Yemen'i yönetmenin kendilerine verilen ilahi bir görevi olduğunu düşündükleri biliniyor. İsveç, Husileri aşırılık yanlısı bir örgüt mü, silahlı bir grup mu yoksa siyasi bir yapı mı olarak görüyor?
- Ne Husileri ne de savaşan herhangi bir tarafı, herhangi bir kategoride sınıflandırmak istemiyorum. Ne istediklerini ve neyi savunduklarını göstermek, rakiplerinin onlarla müzakerelere girmeleri, nihayetinde bir anlaşmaya varmaları ve ortak olmaları için onlara yeterli güveni sağlamaları kendilerine kalmıştır. Bu, zor olsa da imkansız değil.



AB’nin “iki devletli çözüm” yol haritası büyük engellerle karşı karşıya

AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ve Filistin Dışişleri Bakanı Riyad el Maliki (EPA)
AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ve Filistin Dışişleri Bakanı Riyad el Maliki (EPA)
TT

AB’nin “iki devletli çözüm” yol haritası büyük engellerle karşı karşıya

AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ve Filistin Dışişleri Bakanı Riyad el Maliki (EPA)
AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ve Filistin Dışişleri Bakanı Riyad el Maliki (EPA)

Avrupa Birliği (AB), Gazze Savaşı'nın üzerinden 109 gün geçmesine rağmen, üyeleri arasında derinleşen anlaşmazlıklar ve kendi içinde her biri büyük ölçüde bağımsız bir çizgiyi takip eden üç bloğun oluşması nedeniyle ateşkes çağrısı yapan tek bir toplu bildiri yayınlamayı başaramadı.

Ancak Pazartesi günü geçekleştirilen Dışişleri Bakanları toplantısında Suudi Arabistan, Mısır ve Ürdün Dışişleri Bakanları ile Arap Birliği Genel Sekreteri’nin yanı sıra Filistin ve İsrail ve AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell tarafından Gazze savaşındaki gelişmeleri “ertesi gün” olarak adlandırılan gün konusunda bir paradoks görüldü. Buradaki ironi, Avrupalıların bölünmelerine rağmen AB, Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan ve Arap Birliği'nin düzenlediği "barışa hazırlık konferansı düzenlenmesi" çağrısına dayanan bir plan üzerinde anlaşması oldu. Filistinli ve İsrailli tarafların yokluğunda düzenlenebilecek konferansa ABD ve Birleşmiş Milletler (BM) de davet edildi. Amaç, “iki devletli çözümü” sahada gerçeğe dönüştürmek.

Avrupa planı, "barış için yol haritası" olarak adlandırılabilir. AB Ortadoğu Barış Süreci Özel Temsilcisi Sven Koopmans tarafından hazırlanan plan, Pazartesi günkü toplantıdan önce AB’nin 27 üyesine dağıtıldı. Hollanda, Danimarka ve Baltık Denizi ülkelerinin yanı sıra Almanya, Avusturya ve Çek Cumhuriyeti ağırlıklı olmak üzere AB içinde İsrail'e en yakın grubun buna karşı çıkmadı.

Onayın ana sinyali, bugüne kadar sadece diplomatik ve siyasi olarak değil, özellikle Alman ordusunun sahip olduğu en son silah ve teknolojileri sağlayarak kesinlikle İsrail'in yanında olmayı taahhüt eden Almanya'dan geldi. Berlin'in yaptığı son şey, Uluslararası Adalet Divanı önünde İsrail'e verdiği desteği teyit etmek ve İsrail'in Gazze'de “soykırım” yapmadığını tekrar tekrar iddia etmek oldu.

Paris'teki siyasi kaynaklar, Avrupalıların, yönelimleri ne olursa olsun, "Bugün Gazze savaşının İsrail'in sorunlarını çözmeyeceği ve bu başarılsa bile Hamas'ın ortadan kaldırılacağı kanaatine vardıklarını" ancak Hamas’ın yerini başka nesillerin alacağını ve bunun son olmayacağını söylüyor. Bu kaynaklar, Avrupalıların bugün İsrail'i kendisinden daha doğrusu onun yetkililerinden kurtarmaları gerektiğini düşündüklerini ve bunu başarmanın yolunun da İsrail'den geçtiğini aktarıyor.

srftbn
Netanyahu 18 Ocak'ta Tel Aviv'de basına konuşuyor (DPA)

Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock yaptığı açıklamada, “Böyle bir çözüm duymak istemediklerini söyleyenler başka bir alternatif de sunmadı” diyerek, barışın bölgenin tüm sakinlerini kapsamadığı sürece sağlanamayacağını ifade etti. Borrell, "Akıllarında başka hangi çözümler var? Tüm Filistinlilerin ayrılmasını sağlamak mı? Ya da hepsini öldürmek mi? Amacın, Hamas'ı ortadan kaldırmak olduğunu söylemek tek taraflı. Çünkü bu, Hamas'ın ne zaman yeterince zayıf olduğuna karar vermenin İsrail'e bağlı olacağı anlamına geliyor. Bu şekilde çalışmaya devam edemeyiz” dedi.

Gerçek şu ki, Avrupalıların ortaya attığı şey yeni bir şey değil, çünkü “barışın belirleyicileri” yıllardır biliniyor ve iki devletli çözüm, John Kirby'nin başarısız olduğu 2014'ten bu yana tartışılmıyor. Eski ABD Başkanı Barack Obama’nın danışmanı olan Kirby, İsraillileri Batı Şeria'daki yerleşim hızını azaltmaya ikna edemedi. Ancak bugün yeni olan şey, AB’nin farklılıklarını ve bölünmelerini bir kenara bırakmayı başarması.

AB’nin 7 Ekim'den bu yana sağladığı sınırsız desteğe rağmen AB’nin yayınladığı her açıklamaya İsrail’de büyük şüpheyle bakılıyor. Bunun son kanıtı, Fransız gazetesi Le Monde'un, İsrail Dışişleri Bakanı Israel Katz'ın Avrupa Birliği dışişleri bakanlarıyla yaptığı toplantıda aktardığı haber. Haberde Katz, İsrail’in tek müttefiki olduğunu bunun da ABD olduğunu ifade etti. Bu da Tel Aviv’in Brüksel’in değil yalnızca Washington’un planını kabul edeceği anlamına geliyor. Katz planı tartışmayı reddetti ve bunun yerine iki video kaset yayınladı. Birincisi İsrail'in Gazze Şeridi'ne liman olarak istediği yapay adayı, diğeri ise İsrail'i Hindistan'a bağlayan tren hattının güzergahını gösteriyor.

sdcevr
ABD Başkanı Joe Biden, 19 Ocak'ta ABD belediye başkanlarının toplantısı vesilesiyle Beyaz Saray’da konuşuyor (Reuters)

Avrupa Birliği'nin aradığı çözümün, İsrail'i tüm uluslararası forumlarda savunan, ona silah, teçhizat ve her türlü desteği sağlayan ABD tarafından benimsenmeden gün ışığına çıkamayacağına dair köklü bir kanaat var. Dolayısıyla onları etkileyebilecek ve bu tür bir çözümü kabul etmeye itebilecek olan taraf da AB. Geçtiğimiz hafta ABD Başkanı Joe Biden ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu arasında geçtiğimiz Pazar günü gerçekleşen son telefon görüşmesi, Netanyahu'nun reddettiği iki devletli çözüm konusunda aralarındaki derin anlaşmazlığı kamuoyuna ortaya çıkardı.

Pek çok analist, Netanyahu'nun cesaretini ve Biden'ı kızdırma isteğini iki devletli çözümü reddetmesini iki ana faktörle tekrarlayarak açıklıyor: Bunlardan biri, aşırı sağla olan siyasi ittifaka esir olması, iki devletli çözüme açılması durumunda bu ittifakın sürekli çökmesi ve Knesset'te sahip olduğu küçük çoğunluğu kaybetmesi tehdidi, ikinci ise Biden, başkanlık mücadelesinde İsrail'i desteklemek için Yahudi seslerine ve ABD'de İsrail adına çalışan dernek ve kuruluşların etkisine yöneldi. Ayrıca, Biden  İsrail Avrupalıların, Arapların ve dünya ülkeleri ve halklarının ezici çoğunluğunun istediği barışçıl çözümü kabul etmesi için İsrail'e ciddi baskı uygulayabilecek bir konumda.

Netanyahu iki devletli çözüme her zaman karşı çıktı ve bunu yalnızca bir kez ve gönülsüzce kabul etti. Burada, Avrupa'nın Washington'un tutumunun değişeceği yönündeki iddiası muhtemelen kaybedilecek ve eski Başkan Donald Trump'ın önümüzdeki Kasım ayında başkanlığı kazanması durumunda boşa çıkacak.

Soru şu, Avrupalıların elinde ne var? İsrail'in planlarına uymayı reddederek onlarla yüzleşmesi durumunda ellerindeki baskı araçlarına başvurmaya hazırlar mı? Bu soruları cevaplamak zor. Ancak bunun tersine, Tel Aviv'in geleneksel olarak Brüksel'de sahip olduğu siyasi ilişkiler ve diplomatik desteğe paralel olarak İsrail'in Birlik ile yakın ekonomik, ticari, bilimsel ve yatırım ilişkilerinin olduğu ve bu nedenle Avrupalıların İsrail üzerinde ciddi baskı kartlarının olduğu doğrulanabilir. Ancak İsrail'le daha önceki birleşme deneyimlerinden yararlanmak cesaret verici değil ve dolayısıyla buna güvenmek de garanti değil.