Geçen pazar günü Şam’daki bir yetimhanede bulunan Suriyeli kadınlar (Reuters)
Suriye’de Şam rejiminin yasama organı olan Halk Konseyi’nin Devlet Başkanlığı seçimlerinin 26 Mayıs’ta yapılacağını açıklaması sonrasında ilk defa bir kadın, seçimlere aday olmak amacıyla Yüksek Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. Seçimleri önceki seçimlerde olduğu gibi Devlet Başkanı Beşşar Esed’in kazanmasına kesin gözüyle bakılırken, rejim kontrolü dışındaki bölgelerde seçim yapılmayacağı kaydedildi.
Başvuruların resmi olarak kabul edilmesi için her adayın, iktidardaki Baas Partisi’nin ezici çoğunluğuna sahip olduğu Halk Konseyi’ndeki 250 üyeden en az 35’inin desteğini kazanması gerekiyor. Şam rejimi resmi haber ajansı SANA’ya göre Halk Konseyi Başkanlığı, Anayasa Mahkemesi’ne şu ana kadar iki kişinin adaylık başvurusunda bulunduğunu bildirdi.
Adaylardan biri eski Halk Konseyi üyesi, diğeri ise 2014 yılındaki son devlet başkanlığı seçimlerine benzer bir adaylık talebinde bulunan bir isim. Her iki aday da Suriye’de pek tanınmıyor. Suriye anayasasına göre Anayasa Mahkemesi, pazartesi gününden 28 Nisan’a kadar on günlük bir sürede talepleri almaya devam edecek.
Konsey Başkanı Hammude Sabbağ, Halk Konseyi’nin Faten Ali Nahar’ın devlet başkanlığı adaylık başvurusunu Yüksek Anayasa Mahkemesi’ne sunduğunu bildirdi. 1971 Şam doğumlu Faten Ali Nahar, eski Araştırma Dairesi Müdürü emekli Tümgeneral Ali Nahar’ın kızı. Faten Ali Nahar, Dımeşk (Şam) Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu. 12 yıldır avukatlık yapan Faten Ali Nahar, Kuneytra Barosu’na bağlı. 1963 askeri darbesinden bu yana ülke Arap Sosyalist Baas Partisi tarafından yönetiliyor. Tek parti yönetimi sırasında 1970’de kendi iç darbesini yapan Hafız Esed ise ülkede parti-aile diktatörlüğü tesis etti. 2000’de ölen Hafız Esed sonrası iktidarı oğlu Beşşar Esed devraldı. İnsan hakları gözlemcileri Suriye’de yapılan seçimleri “göstermelik mizansenler” şeklinde tanımlıyor.
Seçimler, 2011 yılından bu yana, yani 388 binden fazla insanın ölümüne neden olan ve milyonlarca Suriyeliyi ülke içine kaçmaya iten yıkıcı çatışmanın patlak vermesinden beri ikinci defa düzenleniyor.
Beşşar Esed liderliğindeki Şam rejimi, 2015 yılından bu yana Moskova’dan oldukça önemli askeri destek sağlayarak, kaybettiği toprakların çoğunu geri kazanmayı başardı.
Suriye’nin kuzeybatısındaki Suriyeliler, “Bu, Esed’i ve onun terörist rejimini yeniden canlandırmak için yeni bir saçmalık ve sefil bir girişimden başka bir şey olmayacak” ifadeleriyle, devlet başkanlığı seçimlerinin yapılmasına karşı muhalefetlerini sürdürüyor. İnsan hakları aktivisti Mufid Serhan, “Suriye halkının yaşamlarına ve hayatın her alanına hakim olan güvenlik birimlerinin gözetimi altında yapılan seçimleri, Suriyeliler olarak nasıl kabul edebiliriz? Sınırlı ve rejimin elinde bir araç olmuş bir Halk Konseyi tarafından onaylanan seçimleri nasıl kabul edebiliriz? Bu konsey, masum insanların öldürülmesi karşısında sessiz kaldığı için bize göre gayri meşru sayılmaktadır. Suriye devlet başkanlığı seçimlerinin adaylarından biri de Beşşar Esed’dir ve kesin sonuçlar, onun lehine olacak olacaktır” dedi.
Öte yandan saha aktivisti Bekkar Hamidi de “Ülkenin birçok yerinde rejime muhalif Suriyeliler olarak, uluslararası toplumu, Suriye devlet başkanlığı seçimlerini reddederek birleşik bir pozisyon almaya çağırıyoruz. Rejim kontrolündeki bölgelerde yaşayan Suriyelilerin çoğunluğuyla, akrabalık ilişkilerine sahibiz. Onlar, Suriye’yi onlarca yıl boyunca sıkıntıya sokan Beşşar Esed liderliğindeki Suriye rejiminin, Suriye yönetimine geri dönmesini istemiyorlar. Ayrıca son aylarda rejime sadık Suriyelilerin büyük bir kısmı, başta Suriye ekonomisini dibe indiren ekonomik kriz olmak üzere, krizleri yönetememesini protesto etmek amacıyla Esed’in istifasını talep ediyor” ifadelerini kullandı.
Aynı şekilde Halid Kasım da “Elbette rejimin yakın zamanda Suriye’de yapacağı seçimler ne özgür ne de adil olacak. Ayrıca seçimler, on yıl önce siyasi temsilcilerini seçme ve fikir özgürlüğü elde etmede ısrar eden Suriye halkının talebini karşılamıyor. Aynı şekilde seçimler, Birleşmiş Milletler (BM) gözetiminde veya yeni bir anayasa altında gerçekleştirilmesini öngören 2254 sayılı Güvenlik Konseyi (BMGK) kararının kriterlerini de karşılamıyor. Bu iki unsur, Suriye devlet başkanlığı seçimlerinde mevcut değildir” dedi. Özgür Ordu’nun lideri Binbaşı Yusuf el-Ahmed ise, “Rejime bağlı Suriye Halk Konseyi tarafından yakın zamanda yapılan açıklamanın ardından sivil ve askeriler de dahil olmak üzere tüm muhalif siyasi ve devrimci güçler, birimler ve bloklar, devlet başkanlığı seçimlerine karşı birleşik bir pozisyon almıştır” değerlendirmesinde bulundu.
Bu bağlamda Suriye’nin kuzeydoğusunda, Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nden bir yetkili, devlet başkanlığı seçimlerine katılmayı reddettiğini açıkladı. Aday olarak da ve oy kullanmak için de katılmayacaklarını söyleyen yetkili, kontrol ettikleri bölgelerde de seçim sandıklarının olmayacağını ifade etti.
Yetkili, yönetimin resmi bir açıklama yapmak üzere olduğunu ve seçim sürecini reddettiğini duyurdu. Yetkili, seçimlerin, savaşın devam etmesi nedeniyle meşruiyetten yoksun olduğunu söylerken, iktidar rejimin askeri çözümleri tercih ettiğini vurguladı. Yetkili ayrıca, “Rejim, 10 yıldır devam eden krize kapsamlı siyasi çözümler bulmak için Suriye- Suriye diyaloğuna hiçbir Suriyeli tarafın tekrar katılımını kabul etmiyor” dedi.
Ülkenin kuzeydoğu bölgelerindeki seçimler, Haseke ve Kamışlı kentlerindeki güvenlik meydanlarına sandıkların yerleştirilmesiyle sınırlı olacak. İktidar rejimi, Arap Kürt ‘Suriye Demokratik Güçleri (SDG)’ tarafından kuşatılmış bu şehirlerde izole edilen coğrafi bölgeleri koruyor.
Özerk Yönetim, geçen yılın ortasında yapılan parlamento seçimlerine katılmayı da reddetmişti. O dönemde yönetim, “Yapılacak olan Halk Konseyi seçimleri, Özerk Yönetim’i ne yakından ne de uzaktan ilgilendirmektedir. Yönetimin kontrol ettiği alanlarda sandık bulunmayacaktır” demişti.
Diğer taraftan Kürt Ulusal Konseyi, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un ‘bu ay içerisinde Elysee Sarayı’nı ziyaret etme’ davetinde değişiklik yapılması çağrısında bulundu. Konsey, ziyaretin Özerk Yönetim veya herhangi bir siyasi taraf adına değil, Suriye’nin kuzeydoğu bileşenleri adına bir heyetle yapılması çağrısı yaptı. Konsey, Suriye Demokratik Birlik Partisi’ni (PYD) de Ulusal Konsey’in bir ofisine saldırmakla suçlarken, üyelerin açık ihlallere maruz kaldığını belirtti. Kürt Ulusal Konseyi, “Bu, PYD’nin, SDG liderliği tarafından bu ihlallere son verilmesi için bulunulan vaatlere aldırış etmediğini göstermektedir” diyerek, bu eylemlerin Kürt diyaloğunu hedef alacağına dikkati çekti.
Kürt görüşmeleri, geçen yılın Ekim ayında duraksadı. Görüşmelere katılan tarafların liderleri, ‘koruma, savunma ve askeri kuvvetler" programını ve ‘Özerk Yönetim Ortaklığı’ programını ele almak üzere mevcut anlayışların ikinci ve daha karmaşık bir aşamasına geçmişlerdi.
Öte yandan Fransa cumhurbaşkanlığı, 10 Nisan’da Kürt hareketinin liderlerine ve Suriye’nin kuzeydoğu bileşenlerine, Kürt görüşmelerini hızlandırmak üzere Paris’te bir toplantı düzenlemeleri için resmi bir davette bulundu. Görüşmelerin ‘bölgenin bileşenlerini içeren, ayrıca bölgenin tüm mezhep ve siyasi partilerini kapsayan kapsamlı bir özerk yönetim oluşturulmasını sağlama’ amacı taşıdığı kaydedildi.
Kürt Konsey liderleri, Fransa Cumhurbaşkanı’nın Elysee Sarayı’nı ziyaret etme davetini kabul etmedi. Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) siyasi büro üyesi Beşşar Emin, “Davet, başından beri belirsizlik içeriyordu. Bize Kürtler, Araplar ve Süryanilerden oluşan bir dizi Suriyeli bileşene yönelik olduğu söylendi. Ancak davetlilerin, Özerk Yönetim’in bileşenleri arasından olduğu ve Kürt Konseyi olmaksızın Özerk Yönetim’e yönlendirildiği ortaya çıktı” dedi. Bölgeyi ziyaret eden ve konsey ile görüşen Fransız temsilcinin, bu kişilerin heyete dahil edilmesini önerdiğini söyleyen Emin, “Bu, konseyin göndereceği isimleri seçmesinden ziyade, önceden yapılmış, ama söylenmemiş bir düzenlemenin kanıtıdır” ifadelerini kullandı.
Beşşar Emin ayrıca, Fransa’nın davetini değiştirmesi durumunda konseyin katılım gösterebileceğini söylerken, “Özellikle Elysee’deki toplantı tarihinin ertelenmesinden sonra davetin yeniden değerlendirilmesini bekliyoruz. Çünkü ziyaret ertelendi. Ziyaretin, önümüzdeki günlerde, bu ayın 20’sinden önce yapılması gerekiyordu” dedi. Konsey liderleri, Fransız temsilciye Özerk Yönetim veya siyasi bir parti liderliğinde değil, bölge bileşenleri adına Fransa’yı ziyaret edecek bir heyet oluşturulması çağrısı yaptı.
Rus ordusu 200 militanı öldürdü
Öte yandan Rus ordusu, geçen pazartesi akşamı Suriye’de gerçekleşen hava saldırılarında ‘yaklaşık 200 militanın’ öldüğünü açıkladı. Aktarılana göre saldırıda, Palmira şehrinin kuzeydoğusunda ‘teröristlerin’ bulunduğu bir üs hedef alındı.
Rusya Savunma Bakanlığı, Facebook üzerinden yaptığı açıklamada, “Teröristlerin mevziilerinin çeşitli kaynaklar tarafından doğrulanması sonrasında Rus Hava Kuvvetleri, birkaç saldırı gerçekleştirerek, iki sığınağı yok etti ve 200 militanı öldürdü” ifadelerine yer verdi.
Operasyonda, ‘ağır makineli tüfeklerle donatılmış 24 kamyonetin, patlayıcı cihaz yapımında kullanılan yaklaşık 500 kilogram mühimmat ve gerekli bileşenin’ imha edildiğini belirten bakanlık, ‘yasadışı silahlı oluşumların’ 26 Mayıs’ta yapılması planlanan devlet başkanlığı seçimlerinin yaklaşmasıyla, ülkedeki durumu istikrarsızlaştırmak için Suriye’deki kamu binalarına saldırı planladığına da dikkati çekti.
Suriye rejimi Mart 2020’de, pek çok bölgeyi muhalif güçlerden geri alarak ülkenin büyük bölümü üzerindeki kontrolünü teyit etmişti. Büyük oranda İran’ın ve Rusya’nın desteğiyle gerçekleşen bu askerî başarı, Esed’in iktidarını sağlamlaştırdı ve onu, muhalifleri tarafından tamamen devrilmekten kurtardı.
Ancak rejim, topraklar üzerinde tam kontrol sağlayamadı. Nitekim Suriye topraklarının yaklaşık yüzde 30 ila 35’i diğer silahlı grupların hükmü altında kaldı. Mesela kuzeybatıda Heyetu Tahrir’uş Şam (HTŞ) ve askerî ve idari olarak Türkiye tarafından desteklenen Suriye Milli Ordusu (SMO) hüküm sürerken, Kürtlerin liderliğindeki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) de kuzeydoğu bölgesini yönetiyor.
Düzensiz silahlı örgütlerin varlığı, bu bölgelerle de sınırlı değil. Nitekim çok sayıda milis, Suriye rejiminin kontrolündeki bölgelerde faaliyeti sürdürüyor. Bunlardan Ulusal Savunma Güçleri gibi bazıları, güvenlik ve askerî kurumlarla iş birliği yaparken, eski ‘isyancı güçler’ ve yerel Dürzi silahlı gruplar gibi bazıları da bir ölçüde bağımsız faaliyet yürütüyor.
Buna ek olarak Lübnan Hizbullah’ı ve Iraklı silahlı örgütler gibi yurt dışından, bilhassa İran’dan destek gören pek çok milis de özellikle Suriye sınırında halen aktif.
Esed’e bağlı milisler, rejimin varlığını güvence altına almada önemli bir rol oynamakla birlikte, bu milislerin varlığı ve faaliyetleri, ulusal devletin temel vazifelerine yönelik çeşitli tehditler oluşturdu. Toplumsal birlikteliğin baltalanması, hukukun ve düzenin bozulması, devlet egemenliğinin aşınması ve ulusal sınırların çiğnenmesi bu tehditler arasında sayılabilir. Aynı şekilde rejime bağlı olmayan silahlı örgütlerin ve bunların kendi faaliyet bölgelerinde kurdukları rakip ekonomik ve idari yapıların varlığı da ulusal devlet kavramını ve rolünü önemli ölçüde etkiledi. Bu örgütlerin varlığı ayrıca, toprak bütünlüğünü etkiliyor ve iktidarın çökmesi, toplumsal yalnızlaşma ve ulusal ekonominin parçalanması gibi tehditler de barındırıyor.
Rejime bağlı milisler
Hükümet yanlısı ve düzenli silahlı güçlerle müttefik olan milisler, Esed hükümetinin korunmasında ve çatışma döneminde güvenliğin sağlanmasında önemli bir rol oynadı. Ancak 2016 yılında elini güçlendiren rejimin, kontrolünü yeniden sağlamaya dönük çabaları, bir yük veya tehdit olarak gördüğü milisleri hedef aldı ve bu da geriye kalan devlet dışı grupların akıbetine dair şüpheler doğurdu. Bazı durumlarda rejimin stratejileri, paramiliter grupları yeniden isimlendirip, onları profesyonel yapılara dönüştürmek yerine Suriye Arap Ordusu’na yardımcı odaklar haline getirmeyi içeriyordu.
Düzensiz silahlı örgütlerin varlığı, barışın ve istikrarın yeniden tesis edilmesi ve devlet otoritesinin güçlendirilmesi açısından bir zorluk oluşturuyor
Şarku’l Avsat’ın Majalla’dan aktardığına göre bunun bir sonucu olarak varlığını sürdüren düzensiz silahlı örgütler, barışın ve istikrarın yeniden tesis edilmesi ve devlet otoritesinin güçlendirilmesi konusunda bir zorluk oluşturuyor.
Analitik açıdan en iyisi, dış desteğe bakılmaksızın Suriyeli savaşçılar tarafından oluşturulan yerel milisler ile Suriyeli olmayan savaşçıları içeren yabancı milisler arasında ayrım yapmaktır.
Yerel milisler
Ayaklanma başladığından bu yana Suriye rejimi büyük ölçüde, yerel olarak finanse edilen milislere dayandı. İran’ın kurduğu bu milisler, ‘Halk Komiteleri’ olarak adlandırılıyor. Başlarda bu milisler, muhalif güçlere karşı şehirleri korudu. Daha sonra örgütsel olarak gelişerek, rejimin savunulmasında ve toprakların geri alınmasında önemli hale geldi. Aşağıda bu milislerin isimlerini kapsayan bir listeyi özetleyeceğiz, en önemlilerine ışık tutacağız ve mümkün olduğunca gruplandıracağız.
Ulusal Savunma Kuvvetleri
Ulusal Savunma Kuvvetleri (USK), 2012 yılında kuruldu. Suriye hükümeti, İran’ın desteğiyle 2012 yılında bu yapıyı oluşturmak için çeşitli milisleri birleştirdi. USK, çok geçmeden ülkenin en büyük grubu haline geldi ve çeşitli topluluklardan yaklaşık 40 bin savaşçıyı bir araya getirdi. USK grupları, Suriye ordusunun komutası altında faaliyet yürütürken, bağımsız hapishaneler kurdular ve birçok soruşturma yürüttüler. Bu durum, genellikle uzak bölgelerde yaşandı. Çatışmaların azalmasıyla birlikte bazı USK liderleri, yasa dışı faaliyetlere girişti ve bu da rejimi, bazı grupları dağıtmaya ve diğer gruplar üzerinde daha sıkı bir kontrol kurmaya sevk etti.
Yerel Savunma Kuvvetleri
Rejim, nüfuzunu artırmak için USK’yi Suriye’deki resmî silahlı yapıya dahil etme konusunda tereddüt yaşayınca İran, Yerel Savunma Kuvvetleri’ne (YSK) başvurdu. Bu strateji, 2017 yılında başarısını ispatladı ve Tahran, YSK’nin hükümetin resmî kuvvetlerine entegrasyonunu koordine etmeyi başardı. Resmî entegrasyona rağmen İran’la güçlü ilişkileri koruyan YSK, İran’dan silah, para ve tazminat alıyordu. Bu ilişki, İran’ın büyük nüfuzunu korumakla birlikte, es-Sefira Kolordusu, el-Bakır Tugayı ve el-Katırcı Güçleri gibi etkili milislerin güçlendirilmesini sağladı.
Şii milisler
İran; Halep, Humus ve Rakka gibi bölgelerdeki Suriyeli Şii azınlığı seferber etti ve ülke geneline yayılmış tahminî 5 bin ila 8 bin savaşçıyı harekete geçirdi. Halep’teki ‘el-İmamü’l-Hucce Taburu’, Nubl’da ve ez-Zehra’daki ‘Mehdi’nin Askerleri’, Şam’daki ‘Rukayye Tugayı’, İdlib’deki ‘el-Vaadü’s-Sadık Kolordusu’, Humus’taki ‘er-Rıza Kuvvetleri’, Deyrizor’daki ‘313 Tugayı’, Lazkiye’de ve Hama’daki ‘Muhtar es-Sekafi Tugayı’ öne çıkan gruplar arasında. Askerî rollerinin yanı sıra bu milisler, Suriyeli topluluklar arasında dinî girişimler, eğitim ve yardımlar yoluyla İran’ın nüfuzunu güçlendirmeye çalışıyorlar.
Süveyda’daki silahlı örgütler
Dürzi çoğunluğa sahip bu eyaletteki yerel milisler, kendi toplumlarını güvenlik tehditlerinden korumaya çalışıyor ve eyalet sınırları dışındaki çatışmalara katılmaktan uzak duruyor. Bu grupların çoğu, siyasi motivasyondan yoksun olmakla birlikte bazıları, nüfuz elde etmek için rejimin güvenlik güçleriyle iş birliği yapıyor. Bu gruplar, kendi kendini finanse etmeye ve bağışlara dayanırken, küçük bir kısmı da yasa dışı faaliyetlerde bulunuyor. ‘Onurlu Adamlar Hareketi’, ‘Şeyhu’l-Kerame Güçleri’ ve ‘el-Fahd Güçleri’ başlıca gruplardan.
İran, Esed rejimini güçlendirmek ve İran’ın çıkarlarını korumak için yurt dışında Şii savaşçıları seferber etti.
Sekizinci Tugay
Sekizinci Tugay, Dera’da Rusya aracılığıyla bir uzlaşma anlaşması imzalanmasından sonra 2018 yılında Beşinci Kolordu bünyesinde kuruldu. Ahmed el-Avde liderliğindeki bu tugay, dağılmış muhalif gruplardan savaşçılar içeriyor. Bu tugay, yarı bağımsız bir şekilde faaliyet yürüttüğü için Beşinci Kolordu bünyesinde türünün tek örneği olarak görülüyor. Rejimin denetiminden uzak olmasından ötürü de Sekizinci Tugay ile rejime bağlı güçler arasında anlaşmazlıklar ve çatışmalar yaşanıyor.
Yabancı milisler
İran, Esed rejimini güçlendirmek ve İran’ın çıkarlarını korumak amacıyla yurt dışından Şii savaşçıları harekete geçirdi. Lübnanlı Hizbullah, Afgan ‘Fatımiyyun Tugayı’, Pakistanlı ‘Zeynebiyyun Tugayı’ ve Haşd-i Şabi (Halk Seferberlik Güçleri) ile bağlantılı Iraklı milisler, bu savaşçılar arasında yer alıyor.
Diğer yandan Rusya da kara operasyonlarında Wagner Grup’u görevlendirdi ve ele geçirilen bölgelerdeki gazdan ve petrol sahaları ile fosfat madenleri üretiminden büyük bir pay elde etti. Bu grupların birçoğu halen Suriye’de olsa da özellikle şu ikisi, vatan için büyük tehdit oluşturuyor:
Hizbullah
Hizbullah, 2013 yılından bu yana Suriyeli ve Iraklı güçlerin yanında savaştı ve muhalefetin kontrolü altındaki bölgelerin geri alınmasına yardımcı oldu. Rolünün genişlemesiyle birlikte Hizbullah, Suriye’de yeni milislerin kurulmasına ve yönlendirilmesine öncülük etti. Sürekli kayıplarına rağmen Hizbullah, siyasi ve mali kazançları kayıpların önünde tutarak Suriye’de kalma kararlılığını sürdürüyor.
Iraklı Şii savaşçılar
2012 yılı sonlarında İran’ın Esed’i destekleme yönündeki talimatı doğrultusunda bu gruplar, Suriye’deki çatışmanın bir iç savaşa dönüşmesiyle birlikte müdahalelerini artırdı. Uyuşturucu kaçakçılığı gibi kârlı kaçakçılık operasyonlarından faydalanan bu gruplar, Şam gibi Şii çoğunluğa sahip bölgelerin yanı sıra Suriye’nin kuzeydoğusunda, özellikle Irak sınırlarında da kontrol kurdu. ‘Esedullah el-Galib Tugayı’, ‘Ebulfazl el-Abbas Tugayı’, ‘İmam Ali Tugayı’ ve ‘Ketaib Hizbullah’, öne çıkan gruplardan.
Devletin temel vazifeleri
Devleti oluşturan unsurlara ilişkin çeşitli tarifler mevcut ve bu tariflerin çoğu; toprak, hükümet, sınırlı şiddet kullanımı ve egemenlik gibi temel özelliklere odaklanıyor. Esed yanlısı milisler, rejimin varlığının güvence altına alınmasında önemli bir rol oynamakla birlikte, bu milislerin varlığı ve faaliyetleri, ulusal devletin temel vazifeleri açısından çeşitli tehditler oluşturuyor. Bu tehditler şunlar:
Toplumsal bütünlüğün baltalanması
İran’ın ve Hizbullah’ın devlet kontrolü dışında dinî ağlar ve mezhepçi milisler kurma çabaları, dışlayıcı kimlik politikalarının artmasına yol açan bir tehdit oluşturuyor. Mezhepler arası çatışma ihtimali bir yana bu tür girişimler, ayrılıkların pekişmesine ve birleşik bir ulusal kimlik inşasına dönük çabaların engellenmesine hizmet ediyor. Bu da kenetlenmiş bir Suriye toplumunun yeniden inşasını engelliyor.
Hukukun ve düzenin bozulması
Devlet kontrolü dışında faaliyet yürüten yerel milislerin gözetilmesi, devletin güç kullanımını tekeline alması önünde ciddi bir zorluk oluşturuyor. Özellikle de sürekli çatışmalar yüzünden zayıf düşmüş Suriye devletinde. Nitekim kötü ekonomik koşullar, emniyetsizlik, yaygın yolsuzluk ve devletin sunduğu hizmetlerin yetersizliği, öyle bir ortam oluşturdu ki bu ortamda milisler, gelir elde etmek için yasa dışı faaliyetlere başvuruyor. Bu bağlamda bazıları, kaçakçılık yaparken, bazıları da yağma ve fidye için adam kaçırma gibi suç eylemlerine başvuruyor. Tüm bunlar da şiddetli rekabetlerin ve çatışmaların çıkmasına yol açıyor. Bu tür faaliyetler, sadece ilgili grupları etkilemiyor ve siviller için de vahim sonuçlar doğuruyor. Ayrıca bu tür milislerin varlığı devletin, normal devlet vazifelerini yerine getirmek için gerekli yasaları ve düzeni yeniden tesis etme becerisini de büyük ölçüde engelliyor.
İran’ın ve Hizbullah’ın devlet kontrolü dışında mezhepçi milisler kurma çabaları, dışlayıcı kimlik politikalarının güçlenmesine sebep oluyor.
Devlet egemenliğinin aşınması
Yabancı milisler, rejimin kontrolü altındaki bölgelerde Esed’in onayıyla faaliyet yürütse de devlet egemenliği için doğrudan bir tehdit oluşturuyor. Bu tehdit sadece, onların yabancı kökenli olmasından değil, aynı zamanda devletin onaylamadığı ya da devletin çıkarlarıyla çatışan politikaları uygulamalarından da kaynaklanıyor.
Örneğin Esed’in İsrail’le askerî gerilimi tırmandırma konusundaki isteksizliğine rağmen İran destekli gruplar, ekim ayından bu yana Suriye topraklarından İsrail’e karşı saldırılar düzenlemeye devam etti. İsrail’in Suriye içindeki misilleme saldırılarının doğurduğu zararlara ve ufukta beliren gerginlik risklerine rağmen bu eylemler sürdürüldü. Çünkü bu yabancı milisler, talimatı Şam’dan değil, İran’dan alıyor.
Aynı şekilde İran destekli Iraklı milisler, Şam’ın değil de Tahran’ın emirleri doğrultusunda Suriye’deki ABD güçlerine pek çok saldırı düzenledi. Yani bu milislerin varlığı, İran’a, gelecekte Suriye devletinin onayını almadan saldırılar düzenleme imkânı veriyor, ki bu da devletin ve halkının güvenliği için sürekli bir tehdit oluşturuyor.
Ulusal sınırların çiğnenmesi
Hizbullah’ın ve Iraklı milislerin sınır bölgelerindeki denetimsiz kontrolü, Suriye sınırlarındaki güvenliği ciddi şekilde engelledi. Hizbullah’ın yasa dışı kaçakçılık yollarını kullanımı da Suriye’deki çatışmalar sırasında yoğunlaştı. Bu yolla Hizbullah, çoğu dizel yakıt kaçakçılığından olmak üzere aylık 300 milyon dolara varan büyük gelirler elde ediyor.
Iraklı milisler de sınır geçitleri üzerindeki egemenliklerinden faydalanarak, silah ve uyuşturucu kaçakçılığı için geçici yollar oluşturuyorlar ve böylece bu yolları keşfetmek mümkün olmuyor.
Irak, Lübnan ve Suriye arasında yasal ve yasa dışı malların kaçakçılığı, güvenlik kaygıları bir yana malzeme eksikliğinin artmasına ve fiyatların yükselmesine de yol açıyor ve devleti, hayati önem taşıyan ithalat ve ihracat vergilerinden mahrum ediyor.
Hizbullah ve Iraklı benzerleri ile koordinasyon halindeki yerel milisler, sınır ötesi ve yerel düzeydeki bu faaliyetlere katkı sağlıyor.
Rejime bağlı olmayan silahlı örgütler
Bu örgütleri üç ana gruba ayırabiliriz. Bu grupların başında gelen HTŞ, Suriye’nin kuzeybatısında önemli ve güçlü bir oyuncu. Aynı bölgenin bazı kısımlarına Türkiye tarafından desteklenen ve ‘Suriye Millî Ordusu (SMO)’ bayrağı altında faaliyet gösteren silahlı gruplar hükmediyor. Suriye’nin kuzeydoğusundaki manzarada da Kürtlerin liderliğindeki SDG’nin mutlak kontrolü öne çıkıyor.
Rejimin kontrolü altında bulunan bölgelerdeki milislerin aksine bu örgütler, bağımsız hareket ediyor ve kendi bölgelerindeki askerî ve idari görevleri denetliyor.
HTŞ
Esas olarak Fethu’ş-Şam Cephesi (eski adıyla Nusra Cephesi) liderliğindeki bu koalisyon, İdlib vilayetinin kuzey bölgeleri, Hama ve Lazkiye vilayetlerinin kuzeyinde küçük kısımlar ve Halep vilayetinin batısı üzerinde nüfuz sahibi. DEAŞ ve el-Kaide ile tarihî bağları sebebiyle HTŞ, Birleşmiş Milletler (BM) ve çeşitli ülkeler tarafından terör örgütü olarak sınıflandırıldı. 2022 yılında HTŞ’nin tahminen yaklaşık 10 bin savaşçısı vardı.
HTŞ’nin toprakları doğrudan yönetmediğini, bu sorumluluğu 2017 yılında ortaya çıkan Suriye Kurtuluş Hükümeti’ne devrettiğini belirtmekte fayda var. Operasyonel bakımdan bu hükümet bir başbakandan, 11 bakandan, teknik müdürlüklerden ve idari meclislerden oluşuyor ve nominal bir yasama organı olarak faaliyet yürüten şura meclisi tarafından denetleniyor.
Kurtuluş Hükümeti, askerî ve mali destek karşılığında HTŞ’nin bölge üzerindeki kontrolünü ve hâkimiyetini sürdürmesine yardımcı oluyor. Bu demek oluyor ki HTŞ, Suriye’nin kuzeybatısının ekonomisi üzerinde, özellikle de yakıt, mali hizmetler ve iletişim gibi sektörlerde büyük bir etkinliğe sahip.
Suriye’nin kuzeydoğusundaki manzarada Kürtlerin liderliğindeki SDG’nin mutlak kontrolü öne çıkıyor. SMO (eski adıyla Özgür Suriye Ordusu)
Bu silahlı ittifak, Suriye’nin HTŞ’den sonra en büyük ikinci muhalefet koalisyonu olarak sınıflandırılıyor. Takipçileri, Suriye-Türkiye sınırındaki iki farklı bölgeyi kontrol ediyor. Bu bölgelerden büyüğü, Afrin’den Cerablus’a uzanırken, daha küçük olanı da Tel Ebyad’dan Ra’sü’l-Ayn’a kadar uzanıyor.
Resmî olarak SMO, Geçici Suriye Hükümeti Savunma Bakanlığı’nın yetki alanında olmakla birlikte Bakanlık, kendisini oluşturan gruplar için güçlü bir merkezî komuta yapısı olmadan faaliyet yürüten Milli Ordu üzerinde etkin bir kontrole sahip değil. SMO’daki karar süreci büyük ölçüde Türkiye’den etkileniyor.
Görsel: Nash Weerasekera
SMO, kendi kontrolünde bulunan bölgelerdeki günlük faaliyetler üzerinde büyük bir kontrol sahibi. Bu da güvenlik, emlak ve ticaret işlemleri, sivil toplum kuruluşlarının ve yerel idari organların faaliyetleri gibi çeşitli alanlarda etkisini gösteriyor. Buna rağmen bu bölgelerdeki yarı bağımsız konseyler, önemli düzeyde yürütme otoritesine sahip. Bu konseylerin Türkiye’den mali ve teknik destek aldığı, bunun da Ankara’ya karar alma süreçlerinde büyük bir etki sağladığı öne sürülüyor. Rejime bağlı olmayan diğer bölgelerde olduğu gibi SMO gruplarının liderleri ve onlara yakın isimler de çoğunlukla kendi nüfuz bölgelerindeki ekonomik faaliyetleri kontrol ediyor.
SDG
Ekim 2015 yılında ABD’nin desteğiyle kurulan bu güçler; Kürt, Arap ve Hıristiyan savaşçılardan oluşan çeşitli bir ittifakı şekillendiriyor. Bununla birlikte Kürt Halk Savunma Birlikleri (YPG), SDG yapısı içinde baskın bir nüfuza sahip. SDG, Suriye’nin kuzeydoğusunda konuşlandırılmış birlikleri denetleyen güçlü bir hiyerarşik komuta sistemiyle çalışıyor.
DEAŞ’ın hezimete uğratılmasından sonra SDG, bölgesel kontrolünü Münbiç, Rakka ve Deyrizor gibi önemli bölgeleri de kapsayacak şekilde genişletti. Bu yayılma, 2018 yılında Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin kurulmasıyla sonuçlandı. Bu özerk yönetim, SDG kontrolü altında yedi özerk bölgesel yönetimi denetliyor ve yönetim için bir yürütme konseyi ile parlamento görevleri için bir yasama konseyinden oluşuyor. Resmî yönetim yapısı, yürütme yetkilerini idari düzeyler aracılığıyla dağıtırken, pratikteki yürütme çoğunlukla merkezileşme eğiliminde. Diğer bölgelerde olduğu gibi SDG’ye bağlı gruplar da bölgedeki ekonomik faaliyetleri ve kaçakçılık operasyonlarını kontrol ediyor.
Ulusal devletin karşı karşıya olduğu tehditler
Paralel idari kurumlardan yoksun olan rejim yanlısı milislerin aksine, diğer bölgelerdeki silahlı gruplar kendi bölgelerinde tamamen devletin rolünü üstlendiler. Nitekim bu gruplar, yerel ekonomileri ve kendi yetki alanlarındaki nüfusun günlük işlerini yönetmek için idari çerçeveler geliştirdi, yönetim organları oluşturdu ve yasama sistemlerini uyguladı. Bu grupların yerel ve uluslararası sınırları kontrol ederek, merkezî devletin bu bölgelerdeki otoritesini elinden aldığını söylemek gerekir.
Bu silahlı grupların ve ulusal devlete alternatif yapılarının doğurduğu zorlukların boyutu, böyle bir şey gerçekleşecekse şayet, kendi bölgelerinin ne zaman ve nasıl yeniden entegre edileceğine bağlıdır.
Birleşik bir Suriye devletinin gerçekleşmesi için parçalanmış bölgeleri birleşik ve kabul edilebilir bir ulusal çerçevede bir araya getiren adil ve kapsamlı bir siyasi çözüm gerekiyor.
Toprak bütünlüğüne yönelik tehdit
Rejime bağlı olmayan silahlı gruplar, ulus-devleti destekleyen tutumlarını ve toprak bütünlüğünü korumanın önemini vurgulasalar da Esed rejimine yönelik güçlü muhalefetleri, ülkenin toprak bütünlüğünü tehlikeye sokuyor. Bu gruplar, ulusla barışçıl bir şekilde yeniden bütünleşmenin, mevcut haliyle rejimin son bulduğuna işaret eden temel bir siyasi dönüşümü gerektirdiği konusunda ısrarcı. Halihazırda askerî şartlar ve siyasi durgunluk, mevcut emrivaki düzenlemelerin yakın gelecekte de devam edeceğini gösteriyor. Bu bölünmelerin uzun bir süre devam etmesi, gerçekleşirse ve gerçekleştiğinde yeniden entegrasyon sürecini illaki karmaşık hale getirecek.
Parçalanmış yönetimin ve toplumsal izolasyonun dayatılması
Çeşitli emrivaki hükümetlerin yaygınlaşması ve yerel politikaların uygulanması, farklı bölgeler arasında maddi ve idari bir ayrılığa yol açtı. Ancak en önemli uyuşmazlık noktası, bölgeden bölgeye ciddi anlamda farklılık gösteren eğitim müfredatında yatıyor. Diğer şeylerin yanı sıra bu konudaki farklılıklar, genç nesiller üzerinde kalıcı bir etki bırakabilir, ki bu da onların diğer bölgelerden akranlarıyla iletişim becerilerini etkiler. Buna ek olarak kısıtlamalar, yüksek maliyetler ve tehlikeler de bu bölgeler arasındaki insan ve mal hareketliliğini de engelledi ve bunun sonucunda izole olmuşluk duygusu derinleşti.
Ulusal ekonominin parçalanması
Rejime bağlı olmayan emrivaki yönetimler, kendi topraklarında ayrı vergi sistemlerini uygulamaya koydu ve Suriye içinde bölgeler arasındaki ticareti düzenlemek için birçok ticari sistem ve gümrük vergisi getirdi. Suriye’nin kuzeybatı bölgeleri daha da ileri giderek, Suriye para biriminden Türk lirasına geçiş yaptı ve bu da onların Türk ekonomisine entegrasyonlarını güçlendirdi. Ancak bu uygulamalar, ülkede kalıcı ayrı ekonomilerin kurulması tehdidini barındırıyor.
Askerî şartlar ve siyasi durgunlukla karakterize edilen Suriye çatışmasının çözüme kavuşturulamaması, mevcut durumun ve silahlı grupların varlığının devam ettiğinin bir göstergesi. Bu, bu grupların ulusal devlete yönelttiği zorlukları artırmakla kalmıyor, aynı zamanda bu gerçekliğin tersine çevrilemez bir biçimde kökleşmesi riskini de artırıyor.
Birleşik bir Suriye devletinin var olması, parçalanmış bölgeleri birleşik ve iki taraf açısından kabul edilebilir bir ulusal çerçevede bir araya getiren adil ve kapsamlı bir siyasi çözüm gerektiriyor. Böyle bir çözüm; devlet otoritesinin yeniden tesis edilmesi, toprak bütünlüğünün korunması ve Suriye genelinde birleşik bir ulusal kimliğin güçlendirilmesi açısından hayati bir öneme sahip.
*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al-Majalla dergisinden çevrildi.