CENTCOM’un eski Komutanı Joseph Votel, Şarku’l Avsat’a açıklamalarda bulundu: ‘Suudi Arabistan’a savunma yardımı sağlamak ABD’nin çıkarınadır’

CENTCOM’un eski Komutanı Votel, DEAŞ’ın doğuşunun ardındaki nedenlerin Irak’tan geri çekilme ve Maliki’nin kararları olduğunu söyledi.

Joseph Votel.
Joseph Votel.
TT

CENTCOM’un eski Komutanı Joseph Votel, Şarku’l Avsat’a açıklamalarda bulundu: ‘Suudi Arabistan’a savunma yardımı sağlamak ABD’nin çıkarınadır’

Joseph Votel.
Joseph Votel.

ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM) eski Komutanı Orgeneral Joseph Votel, ABD’nin 2011 yılında Irak’tan çekilmesinin terör örgütü DEAŞ’ın doğmasına katkı sağladığını ve Suriye’deki acımasız eylemleri için verimli zemin hazırladığını söyledi. Irak ordusunun siyasallaşmasına neden olan eski Irak Başbakanı Nuri el-Maliki’ye de suçlamalar yönelten Votel bu durumun DEAŞ ile mücadelede istikrarsızlığa, Musul’un da 2014 yılında düşmesine yol açtığını vurguladı.
ABD ordusundaki görevinden iki yıl önce emekli olan Votel, Şarku’l Avsat’la gerçekleştirdiği röportajda Ortadoğu bölgesi ile ilişkisinin devam ettiği bilgisini verdi. Votel, tarihi bir miras olarak nitelendirdiği bölgenin ABD açısından stratejik öneme sahip olduğunu vurguladı. Votel Suudi Arabistan-ABD ilişkilerinin de Washington’ın Yemen savaşındaki müttefiki Riyad’ı ve kendini savunmasını desteklemeye devam etmesini gerektirdiğini söyledi.  
Joseph Votel, Şarku’l Avsat’a ile gerçekleştirdiği röportajda Ortadoğu’dan ABD’nin bölgedeki adımlarına, Yemen’den Washington’ın müttefikleri ile ilişkisine kadar birçok başlıkta merak edilen konularda açıklamlarda bulundu.

CENTCOM’daki görevinizin ardından bugün bölgeyi ve bölgedeki ABD varlığını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öncelikle Ortadoğu’nun ABD açısından oldukça önemli bir bölge olmaya devam ettiği görüşündeyim. Ulusal güvenliğimiz açısından bölgede çok sayıda çıkarımız mevcut. Daha geçtiğimiz haftalarda Süveyş Kanalı’nda gerçekleşen kaza ile Ortadoğu’nun su yollarının küresel ticaret için ne kadar önemli olduğu bize hatırlatıldı. Bu, bölgedeki endişelerimizden sadece biri. Bu nedenle kapsamlı ekonomi ve güvenlik stratejimiz dahilinde bölgede uzun vadeli menfaatlerimiz olduğuna inanıyorum. Ancak bu, birliklerimizin sonsuza kadar bölgede kalması gerektiği anlamına gelmiyor. Yine de ilgimiz sürüyor. Çıkarlarımızı destekleyen stratejiler ve politikalar takip ettiğimizden emin olmalıyız.

Bölgedeki durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ortadoğu’daki koşulların giderek karmaşıklaştığını düşünüyorum. Yani İsrail ile bölgedeki Arap ülkeleri arasındaki iyi ilişkiler kurulması gibi olumlu sayılabilecek adımlar atıldığını gördük. Ancak bu olumlu durumun işleri İran açısından daha karmaşık hale getirdiğini düşünüyorum. İran daha agresif. Bir süre önce Saudi Aramco tesislerine düzenlenen saldırı, bölgenin nasıl karmaşık hale geldiğinin bir diğer göstergesidir. Bana göre bölge karmaşıklıklara sahne olmaya devam edecek. Bugün planlama yapmak orada çalıştığım döneme kıyasla daha zor.

DEAŞ’a karşı savaş
DEAŞ’a karşı kurulan Uluslararası Koalisyon örgütü ortadan kaldırmayı neden başaramadı?
Bana göre bu çok önemli bir soru. Çünkü zaman içinde öğrendik ki DEAŞ gibi şiddet yanlısı radikal örgütleri tamamen ortadan kaldırmak son derece zordur. Evet, örgütü dağıtmayı ve liderini öldürmeyi başardık. Ancak bölgeye giden birçok savaşçı var. DEAŞ ve El-Kaide gibi örgütleri destekleyen temel koşulların çoğu halen mevcut. Dolayısıyla bu sorunu çözmek, askeri varlıktan daha fazlasını gerektirir. Bölgedeki ülkeler bu sorunları ele almalı ve Koalisyon da bu krizle diplomatlar aracılığıyla başa çıkmalıdır. Askeri bir başarı elde ettik. Ancak bu DEAŞ sorununu ele almak için tek başına yeterli değil. Askeri ve diplomatik baskı uygulamaya devam etmemiz gerekecek. Bazı alanlarda ilerlemeler kaydettik. Örneğin Irak ile sürecin iyi yönde ilerlediğini düşünüyorum. Irak’ın yeteneklerini korumaya devam ettik. Ancak diğer yandan halen çok sayıda mültecimiz bulunuyor. Üstelik geride kalan DEAŞ savaşçıları da var. Bu durum iyi değil. Zira bunlar bir sonraki örgütün tohumları olabilir.

DEAŞ’ı kim oluşturdu? Eski Irak Başbakanı Nuri el-Maliki’nin ordunun Musul’da DEAŞ ile mücadele etmesini engelleyerek terör örgütünün ortaya çıkmasına katkıda bulunduğunu söylemiştiniz. Biraz daha ayrıntı verebilir misiniz?
DEAŞ gibi örgütlerin ortaya çıkmasına katkıda bulunan çeşitli faktörler var. Bu, ABD’nin Irak’tan ayrıldığı 2011’deki savaşın sonunda ortaya çıktı. Bildiğiniz gibi bu örgütlerin kalıntıları nedeniyle çok fazla baskıya maruz kaldık. Bölgede Iraklı ortaklarımızla birlikte kalmadık. Bu yüzden duruma katkı sağlamış olabiliriz. Ama aynı zamanda sosyal, ekonomik ve politik sorunlar da vardı. Tüm bu konular, DEAŞ gibi örgütlerin ortaya çıkmasına neden oldu. Ev sahibi ülkeler de bu hataya dahil oldular. Çünkü onlar da sorumluluk almalıydı. Bu nedenle çeşitli faktörler nedeniyle ortaya çıkan bu tür örgütlerin oluşmasında sorumluluk kabul etmenin önemli olduğunu düşünüyorum.
2014’te Musul’da yaşananlara gelince; tanık olduklarımızın Irak ordusundan uzaklaştığımız için meydana geldiğini düşünüyorum. Ordu, bu dönemde büyük ölçüde Nuri el-Maliki için siyasi bir araç haline gelmişti. Yüksek vasıflı askeri komutanların yerini siyasi bağlılığı olanlar aldı. Sonuç olarak DEAŞ gibi hezimete uğratılabilecek kötücül bir düşmanla karşı karşıya kaldıklarında profesyonellikten yoksundular. Örgütü yenmek için ihtiyaç duydukları askeri liderliğe sahip değildilerdi. Bu nedenle Irak ordusunun Musul gibi yerlerde hezimete uğradığını gördük. Irak, gerçekten çok şiddetli bir paniğe sürükleniyordu. Çünkü şehirlerini, sınırlarını ve topraklarını savunamıyordu. Bu nedenle Başbakan Nuri el-Maliki’nin yaşananlarda sorumluluk taşıdığını düşünüyorum.

Irak ordusunun bugünkü durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bugün yeteneklerinin iyi olduğunu düşünüyorum. ABD önderliğindeki Uluslararası Koalisyon, Irak ordusunu yeniden inşa etmek üzere 2014’ten başlayarak uzun yıllar boyunca faaliyet gösterdi. Iraklılar bu faaliyetin çoğunu kendileri yürüttü. Onları kendi şablonumuzda inşa etmeye çalışmadık. Büyüdükçe destekledik. Bugün işlerini iyi bir seviyede yaptıklarını görüyoruz. Koalisyon yardımına ihtiyaç duymadan çeşitli operasyonlar yürütüyorlar. Bu yüzden ilerlemelerinin oldukça iyi olduğunu düşünüyorum.

General Kenneth F. McKenzie Jr. bir röportajında Beşşar Esed rejiminin kontrolü altındaki bölgelerin DEAŞ’ın geri dönüşüyle tehdit altında olduğunu söyledi. Bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz? Kendisine katılıyor musunuz?
Evet, bu konuda kendisine katılıyorum. Çünkü durum hakkındaki değerlendirmesinin çok doğru olduğunu düşünüyorum. Bugün Suriye’nin kuzeydoğusu gibi yerlerdeki bazı koşullara bakmamız önemli. Mesela El-Hul gibi yerinden edilmilenler için inşa edilen kamplar var. Eğer meseleyi ele almazsak bunlar başka sorunlara neden olur. DEAŞ unsurlarının aile üyeleri de dahil olmak üzere yaklaşık 70 bin yerinden edilmiş insan var. Bugün ise bu ailelerden faydalanmaya çalışan DEAŞ savaşçılarının aralarına sızdığı bu mülteci ailelerden meydana gelen tehlikeli oluşumlar görmeye başladık. Suriye Demokratik Güçleri (SDG) geçtiğimiz günlerde bölgede operasyonlar düzenledi. Sanıyorum ki bu kamplarda faaliyet gösteren 50 kadar DEAŞ savaşçısını tutukladı. Bu yüzden Koalisyon dahilindeki ülkelerde buna dikkat etmemiz gerekiyor. Çeşitli ülkeler, gözaltına alınan DEAŞ savaşçılarından ve terk ettikleri ailelerden geriye kalanlar ile başa çıkmaya yardımcı olmalıdır. Çünkü radikalizm yanlısı olacaklar, sömürülecekler ve mücadele etmemiz gereken bir sonraki terörist grubun tohumlarını oluşturacaklar.

SDG’nin daha fazla ABD desteğine ihtiyacı olduğunu düşünüyor musunuz?
Evet, SDG’nin ABD’nin ve Koalisyon’un daha fazla desteğini alması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü hedeflerimize ulaşmamıza ve DEAŞ hilafetini yenmemize yardımcı olmada önemli bir rol oynadı. Bu, daha fazla kuvvet, daha fazla silah ve daha fazla yardım anlamına geliyor. Bunun mümkün olduğunu düşünüyorum. Durumun General McKenziei liderliğinde ve yeni yönetim tarafından belirlenmesi gerekecek.

Sahada önceki ve mevcut yönetimler arasında değişiklik görüyor musunuz?
Karar vermek için çok erken olduğunu düşünüyorum. Şimdiye kadar bu yönetimin iyi olduğuna inanıyorum. Mevcut destek seviyesini koruduğunu gördüğümüz kanaatindeyim. Ancak yöneldikleri tarafı görmemiz ve DEAŞ gibi sorunları çözmemiz gerekiyor. Suriye yalnızca askeri bir sorun değil. Diplomatik çabalarla ve siyasi çözümle ele alınmalıdır. Nihai bir çözüme ulaşmanın tek yolu budur. Ordu destekleyebilir ancak sorunları çözmek bundan daha fazlasını gerektirmektedir.

İran ile mücadele
İran bugün bölgedeki varlığını milisleriyle sürdürüyor. Dört Arap başkentini kontrol ediyor. Tahran’ı kim ve neden destekliyor?
Bu faaliyetlerin ardından İran liderliğinin olduğu kanaatindeyim. Kasım Süleymani ve Dini Lider, istikrarsızlaşmayı kesinlikle desteklediler. Bu faaliyetleri uzun zaman sürdürdüler. Bu nedenle yaşannaların arkasında kesinlikle onlar var. Ama İran ile Çin arasında 400 milyar dolara ulaşabilecek, 25 yıllık uzun vadeli bir anlaşma olduğuna da dikkat çekmek istiyorum. Bu nedenle Çin gibi ülkeler, İran’ın bölgedeki bazı faaliyetlerinden yararlanabilecekleri bir yerde konumlanıyor gibi görünüyorlar. Yani bundan esas olarak İran sorumlu. Ama diğer ülkelerin ve diğer aktörlerin de İran’ın aşıladığı istikrarsızlıktan yararlanmaya çalıştığını görüyoruz.

Sadece Çin’den bahsettiniz. Peki, Rusya’ya ilişkin görüşleriniz neler?
Suriye’deki Esed rejiminin gerçek ortaklarının Rusya ve İran olduğunu düşünüyorum. Bu sayede orada birlik içinde faaliyet gösterdiler. Tartışmanın orada İran’ın mı Rusya’dan yoksa Rusya’nın mı İran’dan fayda sağladığı etrafında döndüğü kanaatindeyim. Ancak ortak halde çalışıyorlar. Her ikisi de İran’ın faaliyetlerinden fayda sağlıyor.

İran, Çin ve Rusya arasındaki ortak çıkar nedir?
Ortak çıkarlarının ABD’nin Ortadoğu’daki nüfuzunu kırmak olduğunu düşünüyorum. Hiç şüphe yok ki İran bizi bölge dışına çıkarmak, Rusya da kendi nüfuzunu kullanabilmek istiyor. Çin de bizimbölgedeki varlığımız ve nüfuzumuz nedeniyle tehdit altında olduğunu düşünebileceği ekonomik hedeflere sahip. Dolayısıyla motivasyonunun büyük bir kısmı ABD’yi bu bölgeden sonsuza kadar çıkarmaktır.

ABD ve İran arasında Irak senaryosuna benzer doğrudan bir savaşa tanık olacağımızı düşünüyor musunuz?
Kesin olarak bilemem ama umarım bu olmaz. Kimse böyle bir şeyle ilgilenmez. Bu İran’ın çıkarına olmaz. İran’la savaşa girmek de kesinlikle ABD’nin çıkarına değil. Pasifik’te rekabet etmek ve ekonomik dayanıklılığımızı sürdürmek gibi stratejik öncelikler, ABD ve İran arasındaki savaştan büyük ölçüde etkilenecektir. Bu durumun bölgeye zarar vereceği ve çıkarına olmayacağı kanaatindeyim. Bu yüzden bilgeliğin hüküm sürmesini umut etmeliyiz. Gerginliği yatıştırmanın yollarını bulacağız. Durum, sıcak bir çatışmaya ve doğrudan savaşa gireceğimiz bir noktaya gitmiyor.

Kasım Süleymani’nin öldürülmesini bölge çıkarı açısından olumlu olarak mı görüyorsunuz? Kendisi komutan olduğunuzda hedef listenizde miydi?
Kasım Süleymani doğrudan hedef listemde değildi. CENTCOM Komutanı olduğum dönemde çoğunlukla Irak ve Suriye’de DEAŞ’a karşı askerî harekât planına odaklanıyorduk. Irak gibi yerlerde DEAŞ’a karşı savaşan İran destekli milisler vardı. Bu yüzden biz söz konusu dönemde İran’ı kışkırtmaya çalışmadık. Elimizdeki göreve odaklandık. Ama bir ABD saldırısıyla öldürüldüğünde yaptığım tahmin ve bildiğim tek şey Washington’ın bu duruma ilişkin ihtiyati önlemler aldığıydı. Çünkü ABD’lileri öldürmeyi planladığı ve bölgedeki dostlarımıza ve müttefiklerimize karşı komplo kurduğu için kendimizi korumamız gerekiyordu. Bence Kasım Süleymani, hak ettiğini buldu. Bölgede istikrarı bozucu bir etkisi vardı. Ayrıca İran’da da istikrarı bozuyordu. İran’da Kasım Süleymani’nin elinden acı çeken birçok insan var. Bu yüzden ölümü nedeniyle şefkat duymamalıyız. Hak ettiğini buldu. Bölge son derece karmaşık ancak ABD’nin söz konusu dönemde gerekeni yaptığını düşünüyorum.

Süleymani sonrasındaki İran’ı nasıl değerlendiriyorsunuz? Ölümünün ne gibi bir etkisi oldu?
Etkisinin son derece olumlu olduğu kanaatindeyim. Kasım Süleymani sadece bir askeri komutan değil, aynı zamanda istihbarat lideriydi ve yarı diplomat olduğu için de İran’da istisnai bir role sahipti. Tüm bu özellikleri tek bir kişide, kendisinde topladı. Oysa bu görevler İstihbarat Teşkilatı Başkanı ve Dışişleri Bakanı gibi birden fazla kişi tarafından yapılabilir. Pek çok durumda İran’ın bölgedeki yüzüydü ve faaliyetlerini yönetmekten sorumluydu. İran yerine kolaylıkla dolduramaz. Kasım Süleymani gibi birinin daha yetişmesi uzun zaman, nesiller alacaktır. Bu yüzden İran üzerinde çok büyük bir etkisi olduğunu düşünüyorum. Onun yerini dolduramayacaklar. Ama bazı durumlarda yokluğu durumu daha tehlikeli hale getirebilir. Çünkü İran etkisi altındaki bu farklı unsurlar üzerinde merkezi bir kontrol bulunmuyor.

Suudi Arabistan desteği
Suudi Arabistan’ın Yemen’den karşılaştığı saldırılara karşı koyma çabalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Suudilerin kendilerini koruma sorumluluğunu üstlendiklerini düşünüyorum. ABD’nin birkaç yıldır Suudi Arabistan’a sattığı birçok ekipman, denizde veya karada olsun güçlü bir savunma elde etmelerine ve sınırlarını korumalarına yardımcı olmak için tasarlandı. Kendilerini savunabilmeleri için onlara yardım etmek bizim çıkarımızadır. Yemen’deki savaşın kontrol altına alınmasını ve bölgeye yayılmasına izin verilmemesini sağlamalıyız.

Medyada çıkan bir haberde Pentagon’a bağlı ‘Tiger’ adlı bir ekibin eğitim ve savunma ekipmanı sağlamak için Suudi Arabistan’a gittiği aktarıldı. Bu konu hakkında bilginiz var mı?
Bu girişim hakkında pek bir şey bilmiyorum. Ama bunun iyi bir fikir olduğunu düşünüyorum. Askeri sorumluluklar üstlenmede Suudi Arabistan’a nasıl yardım edebileceğimizin mükemmel bir örneği olduğu kanaatindeyim. Bazı siyasi farklılıklara rağmen söz edilen ‘Tiger’ ekibini göndermenin sebebinin de bu olduğuna inanıyorum.
Başkan Franklin D. Roosevelt ve Kral Abdulaziz bin Suud’un Quincy gemisindeki görüşmesine, 1945 yılına kadar uzanan uzun bir ilişkimiz var. Elbette sorunlar olacaktır ama bunların üzerinde çalışmamız gerekiyor. Suudi Arabistan’ın bölgenin iyiliği için sağlam ve canlı bir güç olacağına inanıyorum. Bizim de bu noktaya ulaşmasına yardım etmemiz gerekiyor.

Afganistan’dan geri çekilme
Afganistan’dan geri çekilmenin zamanı geldi mi?
Öyle görünüyor. Bunu olabildiğince sorumlu bir şekilde yapmalıyız. Ülkede uzun zaman geçirdik. Bu oldukça zorluydu. Yeni yönetim açısından önümüzde alınması gerek çok zor kararlar var. Kalacağız ya da kalmayacağız demek kolay değil. Bu durum hakkında çok dikkatli düşünmemiz lazım. Çabalarımızın şiddeti azaltmaya yardımcı olup olamayacağını ya da gerçekten bir tür diplomatik barışa ulaşıp ulaşamayacağını öğrenmek faydalı olacaktır. Ama bunun hakkında çok dikkatli düşünmemiz gerektiğine inanıyorum.
Halen dünyanın bu bölgesinde faaliyet gösteren terör örgütleriyle ilgili endişelerimiz var. Sahada kalmayacağımıza karar verirsek komplolar ile ilgili olarak vatandaşlarımıza ve dostlarımıza yönelik düzenlenecek olası saldırılar hakkında cevaplar vermeliyiz. Savunmasız olabileceğimizi kabul etmemiz gerekirse bunlara yanıt vermek kolay değildir. Çünkü bu konular oldukça karmaşıktır. Ama ilk noktaya geri dönecek olursak; Bakan Austin’in de dediği gibi tüm anlaşmazlıkları sonlandırmamız lazım. Bu yüzden bizi sorumlu tutan bir yaklaşım benimsemeliyiz.

Siz de bölgedeydiniz. Bize zorlukların neler olduğunu ve bunlarla nasıl başa çıkılabileceğini anlatır mısınız?
Karşılaştığım zorluklar muhtemelen birçok insan tarafından biliniyordur. Örneğin Kabil hükümeti genel olarak zayıftır ve Taliban’ın etkisi nedeniyle kentler dışında nüfuzunu kullanmakta zorluklar yaşamaktadır. Çok fazla çaba ve iyileştirmeye rağmen bu alanlarda etkili askeri liderlik konusunda halen zorluklarla karşılaşıyorlar. Afganistan’da çok uzun süredir yaygın olan ve üstesinden gelinmesi çok zor olan yolsuzlukla ilgili zorluklar da var. Son derece değişken bir rakipleri var. Yani ‘kolayca teslim olmayan, çatışmada temiz oynamayan, ülkemizle veya başkalarıyla yaptığı anlaşmalara uymayan’ Taliban’dan bahsediyorum. El-Kaide ve DEAŞ gibi örgütlere karşı da kararlar almalıyız. Onlarla savaştık, yendik ve üzerlerine baskı yapmaya devam ettik. Ancak tamamen ortadan kaldırılmadılar ve halen de bu bölgedeler.

Taliban’ın ABD için bir tehdit oluşturduğunu düşünüyor musunuz? Onlarla bir anlaşma yapmak mümkün mü?
ABD’liler ve birçok Batılı ülke açısından dolaylı bir tehdit oluşturduklarını düşünüyorum. Çünkü halen El-Kaide gibi örgütlere verdikleri desteği sonlandırmayı reddediyorlar. Benim için bu zor bir mesele. El-Kaide gibi bir örgütten uzaklaşmayacak bir yapıya güvenmek zor. Dolayısıyla bu örgütü desteklemeye hazırlanıyorlarsa diğerlerine de destek vereceklerdir.



Johannesburg'a iniş: Gazze'den Filistinlileri sınır dışı eden gizli ağın içinden

Filistin'in Güney Afrika Büyükelçisi Hanan Carrar’ın Güney Afrika'nın Johannesburg kentinde bir uçakta çekilen ve gülümserken görüldüğü bir fotoğraf, 13 Kasım 2025 (Reuters)
Filistin'in Güney Afrika Büyükelçisi Hanan Carrar’ın Güney Afrika'nın Johannesburg kentinde bir uçakta çekilen ve gülümserken görüldüğü bir fotoğraf, 13 Kasım 2025 (Reuters)
TT

Johannesburg'a iniş: Gazze'den Filistinlileri sınır dışı eden gizli ağın içinden

Filistin'in Güney Afrika Büyükelçisi Hanan Carrar’ın Güney Afrika'nın Johannesburg kentinde bir uçakta çekilen ve gülümserken görüldüğü bir fotoğraf, 13 Kasım 2025 (Reuters)
Filistin'in Güney Afrika Büyükelçisi Hanan Carrar’ın Güney Afrika'nın Johannesburg kentinde bir uçakta çekilen ve gülümserken görüldüğü bir fotoğraf, 13 Kasım 2025 (Reuters)

Michael Horowitz

Bu ayın ortalarında, 153 Filistinliyi taşıyan bir charter uçağı, resmi çıkış belgeleri olmadan Johannesburg'a indi. Güney Afrika makamları, pasaportlarında çıkış damgası bulunmaması ve kalışları için önceden herhangi bir düzenleme yapılmamış olması nedeniyle yolcuların ülkeye girişine izin vermedi. Daha sonra, Cumhurbaşkanı Cyril Ramaphosa insani nedenlerle uçaktakilerin ülkeye girişini kabul etti. Ancak bu olay, Filistinlilerin Gazze'den ayrılmaları için İsrail ordusuyla bağlantılı kanallar aracılığıyla yürütülen organize bir rota olduğunu ortaya çıkardı.

Nihai varış noktasının seçimi tesadüf olmayabilir. Koordinasyonsuz görünen bir yolculukla karşı karşıya kalan, Filistin yanlısı tutumuyla tanınan Güney Afrika hükümeti, iki seçenekle karşı karşıya kaldı ve üçüncü bir yol bulamadı. Ya bu mültecilerin girişine izin vermek ya da onları kamuoyuna açık bir şekilde sınır dışı etmek, ki bu da büyük bir halkla ilişkiler felaketi olurdu. Gazze Şeridi’nden gelen Filistinlileri kabul etmekteki bu tereddüt, ülkeyi ikiyüzlülük suçlamalarına maruz bıraktı, ki bu da operasyonun amacı ya da olası amaçlarından biri olabilir.

Bu uçuşların düzenlenme şekli, devlet kurumlarının bu duruma birden fazla düzeyde yoğun bir şekilde dahil olduğunu gösteriyor. Bazı yolcular, bu yolculuk için geçtiğimiz haziran ayında ‘Mecd’ isimli sivil toplum kuruluşuna (STK) ait bir internet sitesi üzerinden kayıt yaptırdıklarını ve seyahat düzenlemeleri için kişi başına bin 500 ile 5 bin dolar arasında ödeme yaptıklarını bildirdi. İsrail makamlarından onay alanlara, Gazze'deki belirli noktalarda toplanmaları talimatı verildi. Ardından İsrail ordusuna ait askeri araçlarıyla Kerem Şalom Sınır Kapısı’ndan geçerek İsrail’in güneyindeki Ramon Havalimanı'na götürüldüler. Orada, nihai varış yerlerini bilmeden kiralık uçaklara bindirildiler.

Güney Afrika'nın Daily Maverick adlı haber sitesine göre bazı yolcuların Kanada ve Avustralya'ya biletleri vardı, ancak çoğunluk nihai varış yerlerinin Hindistan olacağını düşünüyordu.

Trump, Gazzelileri yeniden yerleştirme ve Gazze Şeridi'ni ‘Ortadoğu’nun Rivierası’ yapma fikrini ortaya attıktan sonra, İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz, bu öneriyi pratik adımlara dönüştürmek için uygulama mekanizmaları hazırlanması talimatı verdi.

Şarku’l Avsat’ın İsrail gazetesi Haaretz’ten aktardığı  araştırma haberine göre bu operasyonların arkasındaki koordinasyonu, 2024 yılında İsrail-Estonya çifte vatandaşı Tomer Janar Lind’e tarafından kurulan Talent Globus adlı bir danışmanlık şirket tarafından yürütülüyor. Haberde, Lind’in İsrail ordusuna bağlı Filistin Topraklarındaki Hükümet Aktivitelerini Koordinasyon Birimi (COGAT) ile iş birliği içinde ayrılmaları koordine ettiğini ve geçtiğimiz şubat kurulan İsrail Savunma Bakanlığı’nın Gönüllü Göç Bürosu (Voluntary Emigration Bureau) ile doğrudan çalıştığı bildirildi. Gazete ile iletişime geçildiğinde, Filistinlilerin ayrılmasını kolaylaştırmadaki rolünü kabul etti, ancak daha fazla ayrıntı vermeyi reddetti.

scdfrgt
Gazze şehrinin ez-Zeytun Mahallesi’nde yerinden edilmiş kişileri barındıran Evkaf Bakanlığı'na ait hasarlı bir binanın enkazı arasında yürüyen Filistinli çocuklar, 20 Kasım 2025 (AFP)

Mecd, muhtemelen paravan olarak kullanılan ve ‘insani yardım projesi koordinatörleri’ olarak tanımlanan Adnan ve Mueyyed adlı iki kişiyle de bağlantılıydı.

Bu iki kişi hakkında, Mueyyed'in uçağa binerken çekilmiş ve altında ‘Gazze'yi terk ettim ve geri dönmeyeceğim. Geride savaş, açlık ve cehaletin hüküm sürdüğü bir ülke, sürgünde kalmanın orada kalmaktan daha merhametli olduğu bir vatan bıraktım” yazdığı bir Facebook paylaşımından başka bilgi bulunmuyor.

Yolculuğun siyasi kökenleri

Bu operasyonların temelinde daha önce yapılan bazı siyasi görüşmelerin sonuçları yatıyor. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu geçtiğimiz yıl eylül ayında Savunma Bakanlığı yetkilileriyle bir toplantı düzenleyerek, Gazze’den Filistinlilerin gönüllü olarak göçünü nasıl gerçekleştirebileceklerini tartıştı. ABD Başkanı Donald Trump, geçtiğimiz şubat ayında Gazzelileri yeniden yerleştirme ve Gazze Şeridi'ni ‘Ortadoğu’nun Rivierası’ olarak tanımladığı bir bölgeye dönüştürme fikrini ortaya attıktan sonra, İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz, bu öneriyi pratik adımlara dönüştürmek için operasyonel mekanizmalar hazırlama talimatı verdi.

Katz, geçtiğimiz şubat ayında Savunma Bakanlığı'na bağlı Gönüllü Göç Bürosu'nu resmen kurulduğunu duyurdu. Bu büro, ‘Gazze Şeridi sakinlerinin üçüncü ülkelere güvenli ve düzenli bir şekilde yeniden yerleşmelerini kolaylaştırmakla’ görevlendirildi. İsrail hükümeti, bu girişimin Trump'ın önerisi çerçevesinde olduğunu açıkça belirtti. Zira Trump tarafından önerilen 20 maddelik barış planında Gazze'deki Filistinlilerin Gazze Şeridi'ni gönüllü olarak terk etmelerine izin veren bir madde yer alıyor. Ancak dikkat çekici bir şekilde Filistinlilerin Gazze'ye geri dönüşünü de öngören planda bu hükmün ne ölçüde uygulanabileceği meselesi belirsizliğini koruyor.

İsrail Savunma Bakanlığı, girişimin bürokratik yapısının bireylere kendi kararlarını verme özgürlüğü sağlamak için tasarlandığını belirtti.

COGAT temsilcileri, tahliyelerin varış noktası olacak ülkelerle koordineli olarak gerçekleştirildiğini, ancak uygulamanın bazen aracı kuruluşlar aracılığıyla yapıldığını açıkladı. Öte yandan bağımsız analistler, bu operasyonların gerçekleştirildiği bağlamın bu ‘seçimi’ sınırladığını ve niteliğini etkilediğini belirttiler.

Bu yolculukların ardında hangi nedenler var?

Bu operasyonlarda organizatörlerin oynadığı rolün niteliği büyük ölçüde belirsizliğini koruyor. Mecd, İsrail ordusu adına görevin bir kısmını yerine getiren bir yüklenici mi, İsrail makamlarıyla koordineli çalışan özel bir ticari girişim mi, yoksa ikisinin bir karışımı mı bilinmiyor. Ancak kesin olan bir şey var ki o da bu yolculukların bir İsrail projesinin parçası olduğu ya da en azından İsrail hükümetinin kontrolü altında gerçekleştirildiği. Bu da yolculukların gerçek amacının ne olduğu sorusunu gündeme getiriyor.

Hamas silahlarını teslim etmeyi, İsrail hükümeti ise Filistin devletinin kurulması konusunda net bir taahhütte bulunmayı reddediyor. Tüm bunların yanında uluslararası ortaklar, Gazze Şeridi’ne konuşlandırılması önerilen istikrarı destekleme gücüne katılma konusunda pek istekli görünmüyor.

İsrail hükümetinin Filistinlileri açıkça yerlerinden etmeye çalıştığından bazıları bu soruyu nahif bulabilir. Zira İsrail’in aşırı sağcı ve hatta bununda ötesine geçen birçok yetkilisi, bu niyetlerini gizlemeden açıkça dile getirdi.

Ancak İsrail'in, gizemli aracılar kullanarak bu tür gizli operasyonlarla Gazzelileri tahliye etmeye çalıştığı fikri, pek olası görünmüyor. Bununla birlikte İsrail Başbakanı Netanyahu’nun Gazze'yi tek seferde boşaltabileceğine gerçekten inandığını düşünmek zor. Büyük olasılıkla, başlangıçta da böyle bir hedef yoktu. Netanyahu birçok özelliğiyle tanınır, ancak hayal dünyasında yaşamak bunlardan biri değil. Mevcut ateşkese verdikleri desteğin kesin olmadığı aşırı sağdaki müttefiklerini yatıştırmak Netanyahu için daha gerçekçi bir hedef. Bilindiği üzere hem Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir hem de Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, ateşkesin devamı konusunda endişelerini dile getirmişlerdi.

cdfgth
Pazartesi günü Johannesburg Tambo Havalimanı'nda pistteki uçakları izleyen aileler, 29 Kasım 2021 (AP)

Ayrıca, bu operasyonların bağlamıyla doğrudan ilişkili olabilecek yeni bir ateşkes aşamasına girmiş bulunmaktayız. Özellikle uzun soluklu maddeler içermesi açısından oldukça belirsiz bir şekilde kaleme alınmış görünen anlaşma, çatışmaları durdurmayı ve rehinelerin serbest bırakılmasını sağlamayı başardı. Ancak Hamas'ın silahsızlandırılması, Gazze'ye konuşlandırılacak uluslararası istikrarı destekleme gücünün rolü, sivil yönetimin geleceği ve iki devletli çözümün yeniden gündem alınması gibi temel konuları göz ardı etti.

Nihayetinde kendimizi gerçek bir çıkmazda buluyoruz. Hamas silahlarını teslim etmeyi, İsrail hükümeti ise Filistin devletinin kurulmasına ilişkin net bir taahhütte bulunmayı reddediyor. Tüm bunların yanında uluslararası ortaklar, Gazze Şeridi’ne konuşlandırılması önerilen istikrarı destekleme gücüne katılma konusunda pek istekli görünmüyor ve İsrail ordusu Gazze Şeridi'nin yarısını işgal etmeye devam ediyor.

Bu çıkmaz, ateşkesin çökmesine yol açabilir, ancak Başkan Trump'ın ateşkesi korumaya istekli olduğu ve bunu başarmak için kişisel itibarını ortaya koyduğu aşikar. Öyle ki, ateşkesi ve Gazze'nin yeniden inşasını denetlemek üzere kurulacak yeni bir konseye başkanlık yapmayı dahi düşünüyor.

Johannesburg olayı, Gazze'den Filistinlilerin sınır dışı edilmesine yönelik yeni sistemin daha geniş dinamiklerini ortaya koyuyor.

Ateşkes anlaşması halen çökme riskiyle karşı karşıya olsa da her iki tarafın da üstünlük sağlamak için rekabet ettiği bir gri alanda, geçici de olsa, devam etmesi daha olası. İki inatçı düşman arasında kirli bir siyasi oyun oynandığı düşünülürse bu yolculuklar, Hamas'a zamanın onun lehine işlemediği mesajını vermek ve aynı zamanda Filistinlileri desteklediğini iddia edenlere dolaylı baskı uygulayarak onları Hamas’ın kararlarını etkilemeye zorlamak şeklindeki farklı bir amaçla bir araç olarak kullanılabilir.

Johannesburg olayı, Gazze'den Filistinlilerin sınır dışı edilmesine yönelik yeni sistemin daha geniş dinamiklerini ortaya koyuyor.

Bu olay gönüllü bir insani yardım girişimi olarak sunulsa da esasında İsrail hükümetinin politikaları, özel sektör aracılarının rolü ve gelenleri kabul eden ülkelerle kurulan belirsiz koordinasyon arasındaki karmaşıklığı gözler önüne seriyor.

Bu olay, Güney Afrika için Filistin davasına desteklerini açıklayan ülkelerin, yerinden edilmiş kişileri kabul etme sorumluluğuyla karşı karşıya kaldıklarında verdikleri siyasi tepkiyi ortaya koydu.

İsrail için bu yolculuklar, programın kapsamı ve nihai hedefleri belirsiz olsa da göçü kolaylaştırmaya yönelik uzun süredir devam eden siyasi tartışmalara uygun pratik bir araç olarak ortaya çıkıyor.

Kırılgan ve belirsiz bir ateşkes ortamında, bu operasyonlar hem İsrail içinde hem de Hamas ve uluslararası ortaklar gibi dış aktörlere yönelik bir tür siyasi sinyal işlevi görüyor. Bu yolculuklar daha geniş bir stratejinin başlangıcı mı, yoksa siyasi baskıyı hafifletmek için sınırlı bir araç mı olarak kullanılıyor bilinmez ama Gazze'den çıkışın, bu çatışmanın etkisi, anlatısı ve geleceği üzerine daha geniş bir çaplı bir mücadelenin parçası haline geldiği aşikar.


Yossi Cohen: Gazze halkı için ‘geçici yerinden edilme’ planını başlattım... Sisi bunu engelledi

Gazze Şeridi'nin güneyindeki mülteci kamplarına kaçmak zorunda kalan Gazze sakinleri, kuzeydeki evlerine geri dönüyor, 11 Ekim 2025. (Reuters)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki mülteci kamplarına kaçmak zorunda kalan Gazze sakinleri, kuzeydeki evlerine geri dönüyor, 11 Ekim 2025. (Reuters)
TT

Yossi Cohen: Gazze halkı için ‘geçici yerinden edilme’ planını başlattım... Sisi bunu engelledi

Gazze Şeridi'nin güneyindeki mülteci kamplarına kaçmak zorunda kalan Gazze sakinleri, kuzeydeki evlerine geri dönüyor, 11 Ekim 2025. (Reuters)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki mülteci kamplarına kaçmak zorunda kalan Gazze sakinleri, kuzeydeki evlerine geri dönüyor, 11 Ekim 2025. (Reuters)

Eski Mossad Başkanı Yossi Cohen, yakın zamanda yayınlanan ‘Hileyle Savaş Yaparsın’ adlı kitabında, mevcut savaş sırasında Filistinlileri Gazze Şeridi'nden çıkarma planının mimarı olduğunu ortaya koyuyor, ancak bunun kalıcı değil, ‘geçici bir yerinden etme’ önerisi olduğunu iddia ediyor. Şarku’l Avsat’ın yaptığı kapsamlı kitap incelemesine göre Cohen, Mossad’ın çalışma yöntemleri ve ajan devşirme tekniklerinden söz ediyor. Cohen, yürüttüğü istihbarat faaliyetleri kapsamında Lübnan’da ‘arkeolog’, Sudan’da ise ‘çay tüccarı’ kılığına girdiğini anlatıyor.

Cohen'in kitabının İbranice baskısının adı ‘Hileyle Savaş Yaparsın’ iken, İngilizce baskısının adı farklı: The Sword of Freedom: Israel, the Mossad and the Secret War (Özgürlüğün Kılıcı: İsrail, Mossad ve Gizli Savaş).

Gazzelilerin ‘geçici yerinden edilmesi’

Yossi Cohen, 7 Ekim 2023'te Hamas'ın saldırısına yanıt olarak Gazze Şeridi'nden yaklaşık 1,5 milyon Filistinliyi Mısır'ın Sina Yarımadası'na sınır dışı etme planının arkasında kendisinin olduğunu açıkladı. Cohen, planının ‘geçici bir yerinden edilme’ öngördüğünü savunuyor. Anlattığına göre, İsrail kabinesi bu plana onay verdi ve siviller arasındaki kayıpları azaltmayı amaçladığı gerekçesiyle Arap ülkelerini ikna etme görevi kendisine verildi.

frgt
Gazze'nin kuzeyinden ayrılmak zorunda kalan yerinden edilmiş insanlar, 23 Eylül 2025 (AP)

Cohen, bu çerçevede çeşitli Arap başkentlerine gittiğini söylüyor, ancak Arap liderlerin, ‘geçici’ diye sunulan göçün kalıcı bir sürgüne dönüşmesinden endişe ettiklerini aktarıyor. Bunun üzerine, göçün gerçekten geçici olacağına dair uluslararası güvence sağlamaya hazır olduğunu ilettiğini belirtiyor. Bu amaçla ABD, Birleşik Krallık, Japonya, Çin ve Hindistan ile temas kurduğunu ifade ediyor. Ancak Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi’nin planı kesin bir dille reddetmesiyle konu kapanmış.

Kibir... İsrail propagandasının başarısızlığı

Yossi Cohen kitabında İsrail liderlerinin alçakgönüllü olması gerektiğini defalarca vurguluyor. Ancak aynı zamanda, kendi anlatımında kibirli davranışları tekrar ettiğine dair izlenim veriyor. Örneğin, dünyanın birçok yerinde İsrail’in Gazze’ye karşı yürüttüğü savaş nedeniyle ülkeye karşı tepkiler oluşmasını ve Gazze’den gelen görüntülerin yoğun şekilde paylaşılmasını şaşkınlıkla karşılıyor.

dcfrgt
Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi ve ABD Başkanı Donald Trump, geçtiğimiz ekim ayında Gazze Şeridi'nde ateşkes anlaşmasını duyurmak üzere Şarm eş-Şeyh zirvesine katılanlarla birlikte (Mısır Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü’nün Facebook hesabı)

Cohen, Gazze’deki sivillere yönelik kitlesel şiddeti ve on binlerce kişinin hayatını kaybetmesine neden olan operasyonları eleştirmek yerine, sorunu İsrail’in kamu diplomasisinde ve propaganda çalışmalarındaki eksikliklerde görüyor. Ona göre hükümet, gerçekleri yeterince ortaya koymak ve İsrail’in duruşunu doğru şekilde tanıtmak için yeterince çaba harcamıyor. Öte yandan, Cohen dünya genelindeki İsrail lobisinin yabancı medya üzerindeki etkisini ve çok sayıda Yahudi’nin İsrail’in uygulamalarını protesto eden kampanyalara katıldığını göz ardı ediyor.

Cohen daha da ileri giderek, İsrailli liderlerin halktan uzaklaştıklarını ve İsrail vatandaşlarına karşı insani duygulardan ve şefkatten yoksun olduklarını söylüyor. Bu nedenle, halkın acısını yeterince hissetmiyorlar ve dolayısıyla halkın yaşadığı acının gerçekliğini küresel ve hatta yerel kamuoyuna nasıl aktaracaklarını bilmiyorlar. Ona göre bu durum, dünyayı Hamas'ın ve propagandasının etkisine karşı savunmasız hale getiriyor.

Cohen, barış yanlısı olarak bilinen Gazze çevresindeki İsrail kasabalarının sakinlerine yönelik toplu tecavüz, kafa kesme, cesetlere zarar verme ve çocukları yakma gibi acımasız saldırılara rağmen, dünyanın İsrail'den savaşı durdurmasını istediğini söylüyor. İsrail, Hamas mensuplarının Aksa Tufanı Operasyonu sırasında bu eylemleri gerçekleştirdiğini iddia ediyor, ancak hareket bunu reddediyor.

dfr
Gazze şehrinin er-Rimal mahallesinde bir çadırın içinde yemek yiyen Filistinli çocuklar, 5 Kasım 2025 (AFP)

Bu bağlamda Cohen, İsrail'in benimsemesi gereken propaganda türünü özetliyor. Örnek olarak, iki devletli çözümü reddettiğini ve Filistin'de nehirden denize kadar İsrail işgaline direnmek istediğini söyleyen Hamas lideri Halid Meşal'in açıklamalarını gösteriyor. Cohen, var olma hakkını tanımayanlarla barışın sağlanamayacağını savunuyor. Ancak Cohen, Filistin halkının meşru temsilcisi olan Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) de Oslo Anlaşmaları ile İsrail’i tanımasına rağmen İsrail tarafından baskı ve yıldırma politikalarına maruz kaldığını göz ardı ediyor.

Muhammed Ali

Cohen, geçirdiği istihbarat deneyimlerini anlatırken, hayatını kaybeden efsanevi boksör Muhammed Ali’den etkilendiğini belirtiyor. Ali’nin, zaferin veya mağlubiyetin seyirciler görmeden, yani ringe çıkmadan önce kazanıldığını söylediğini aktarıyor: “Antrenman yaparken veya arabayla yolculuk ederken, ringde dansa başlamadan çok önce.” Cohen, kendi gençlik hayalini de paylaşıyor: “Kendimi bir ajan olarak, şahin gözüyle, tilki kurnazlığıyla ve kaplanın sıçrama gücüyle hayal ediyordum. Görev başındayken keskin nişancı sabrına, sihirbaz çevikliğine sahip oluyordum ve Beyrut, Gazze, Hartum gibi yerlerde görev yapmanın getirdiği risklerle yüzleşiyordum.”

fgthy
Kitabın İbranice versiyonunun kapağı

Eski Mossad Başkanı, bir istihbarat görevlisinin karşısındakiler karşısında üstünlük sağlamasının önemine değiniyor. Baalbek’te bir ‘arkeolog’ ve Sudan’da bir Lübnanlı çay tüccarına karşı ‘çay poşeti koleksiyoncusu’ kimliğine bürünme deneyimlerini anlatıyor. İsrail istihbaratının ajan toplama yöntemlerini açıklarken, bu yöntemlerin binlerce yıldır casuslukta kullanılan klasik yöntemlerin aynısı olduğunu ortaya koyuyor: İnsan zaaflarını tespit etme, alışılmadık davranışları kullanma, çıkarları ve çıkar çatışmalarını araştırma, motivasyonları (mali, ideolojik, cinsel, duygusal, kin, kıskançlık vb.) değerlendirme.

Kendi yöntemlerini şöyle gerekçelendiriyor: “Hedef, iş birliği yapmazsa çok şey kaybedeceğini bilmeli; böylece onu İsrail istihbaratının tuzaklarına düşürürsünüz. Çoğu zaman hedef, Suriye ordusunun üst düzey bir subayı veya İranlı bir atom bilimcisi olduğunda, onu öyle bir tuzağa düşürürsünüz ki bir noktada ihanette bulunacak bir eylem yapar. Tuzak kurulduğunda, onu son ana kadar kullanırsınız; çünkü ihaneti ortaya çıkarmakla tehdit ediyorsunuz.”

Dünyada İsrail

Cohen, Mossad'ın İsrail'i doğrudan veya dolaylı olarak etkileyen her türlü gelişmeyi izlediğini söylüyor. İran, Lübnan, Suriye, Irak, Yemen ve bağlı silahlı örgütlerdeki gelişmelerle yakından ilgileniyor. Ancak, istihbarat teşkilatlarının gerekli özeni göstermesi gereken, tüm insanlığı tehdit eden bir sorun olduğunu düşünüyor: iklim krizi. Bu konuyla, görevinden ayrıldıktan sonra da kişisel olarak ilgilendiğini ve ilgilenmeye devam ettiğini belirtiyor.

fgtyh
Eylül ayında Gazze'de kıtlık ve yerinden edilme dalgaları devam ederken, Han Yunus'ta gıda yardımı almak için bekleyen Filistinliler (AFP)

Ancak, istihbarat konularında uluslararası iş birliği Mossad için en önemli proje olarak görülüyor. Cohen, dünya çapındaki istihbarat kurumlarıyla nasıl ilişkiler kurduğunu anlatıyor. Bunun, 2016 yılında DEAŞ'ın Belçika'da terör saldırıları düzenlemesiyle başladığını söylüyor. Terör saldırısının gerçekleştiği gün, Cohen operasyonlarla ilgili önemli bir ihbar aldı. Ancak ihbar çok geç geldi. Yine de Belçikalı meslektaşıyla iletişime geçerek onu bilgilendirdi. Soruşturmaya yardımcı olacak daha fazla bilgi verdi. O yılın ilerleyen aylarında, Abu Dabi'den Sidney'e uçan bir sivil uçağı havaya uçurma planı hakkında Avustralya'yı bilgilendirdi. Mossad sayesinde operasyon engellendi ve silahları ve patlayıcıları hazır olan hücre ortaya çıkarıldı.

Cohen, Mossad’ın operasyonları ve terör hücrelerini ortaya çıkarmasıyla birçok ülkenin İsrail’e borçlu olduğunu belirtiyor. Almanya, Birleşik Krallık ve Fransa istihbarat teşkilatlarının üst düzey yöneticilerinden bazılarını alıntılayarak, bu ülkelerin halklarının, Mossad’ın ortaya çıkardığı terör hücreleri sayesinde İsrail’e minnettar olduklarını aktarıyor. Cohen, İsrail’in de bu istihbarat teşkilatlarından faydalandığını vurguluyor.

Türkiye de bu kuralın dışında değil. İlişkilerin kötü olmasına rağmen Cohen, Türkiye’ye topraklarındaki terör hücreleri hakkında bildiklerini aktarmaktan çekinmemiş. Cohen, “2018 yazında, iki ülke arasındaki kötü ilişkilere rağmen İsrail, Türkiye’nin 16 saldırı gerçekleştiren terör hücreleri hakkında bilgi toplamasına yardımcı oldu” diyor. Ayrıca, o dönemde Türk istihbaratının başında bulunan kişinin, günümüzde Dışişleri Bakanı olan Hakan Fidan olduğunu özellikle vurguluyor.

‘Güçlü bir lider, uzlaşmaya hazır olan kişidir’

Cohen’in kitabında Mossad’ı olumlu bir ışık altında göstermeye çalıştığı açık, ancak kitapta kendi kariyerini ve başarılarını ön plana çıkardığı da gözleniyor; bu, kitabın kişisel bir anlatı olmasından kaynaklanıyor. Eleştirmenler, Cohen’in amacının açık olduğunu, yani başbakanlık görevine ulaşmak istediğini söylüyor. Cohen, hem İsraillilerin hem de diğer ülkelerden okuyucuların aklına gelebilecek her soruya yanıt vererek, bu makam için en uygun kişi olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. Kitap boyunca farklı bakış açılarını memnun edecek şekilde ilerliyor, ancak en dikkat çekici yönü, kendisine hayran olanlar arasında Yahudi, Arap, sağcı, solcu, dindar, laik, İsrailli ve yabancı pek çok kişinin sözlerine yer vermesi.

fgt
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (solda) ve 7 Aralık 2015 tarihinde Netanyahu tarafından Mossad başkanlığına atanan Yossi Cohen. (Getty Images)

İsrail’in sonsuz bir savaş içinde yaşamasını isteyenlere, “1973 Ekim Savaşı’ndan sonra, sadece beş yıl içinde Mısır’la tarihi bir barış anlaşması imzalanacağını kimse düşünemezdi” diyerek cevap veriyor. Cohen, güçlü liderin gerektiğinde taviz verebilen lider olduğunu vurguluyor. İsrail ile Arap ülkeleri arasında imzalanan İbrahim Anlaşması sırasında duygulandığını ve ağladığını belirtiyor. Kitapta, gerçek bir barış arzusunu gösteren Arap liderleri övdüğünü de ifade ediyor. Ancak Cohen’e göre barışın sağlanabilmesi için önce güç gösterilmesi gerekiyor.


İsrail ordusu, Gazze'de bir Hamas liderinin öldürüldüğünü duyurdu

Gazze şehrine düzenlenen İsrail hava saldırısında hedef alınan bir araç (AFP)
Gazze şehrine düzenlenen İsrail hava saldırısında hedef alınan bir araç (AFP)
TT

İsrail ordusu, Gazze'de bir Hamas liderinin öldürüldüğünü duyurdu

Gazze şehrine düzenlenen İsrail hava saldırısında hedef alınan bir araç (AFP)
Gazze şehrine düzenlenen İsrail hava saldırısında hedef alınan bir araç (AFP)

İsrail ordusu, Gazze şehrinde bir Hamas liderini öldürdüğünü duyurdu. Şarku’l Avsat’ın İ24 NEWS’ten aktardığına göre dün Gazze şehrinde bir araca düzenlenen İsrail saldırısında dört kişi hayatını kaybetti. Saldırının Hamas'ın askeri kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları'nın Operasyon Komutanı Ala el-Hadidi'yi hedef aldığı belirtildi.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun ofisi dün, Hamas’ın Yahudi devletiyle olan kırılgan ateşkes anlaşmasını ihlal ettiğini gerekçe göstererek, İsrail'in Gazze Şeridi'nde beş üst düzey Hamas yetkilisini öldürdüğünü açıkladı.

Netanyahu'nun ofisi tarafından X platformu üzerinden yapılan paylaşımda şu ifadeler yer aldı: “Bugün Hamas, İsrail askerlerine saldırmak için teröristleri İsrail kontrolündeki bölgelere göndererek ateşkes anlaşmasını bir kez daha ihlal etti. Buna karşılık İsrail, beş üst düzey Hamas teröristini ortadan kaldırdı.”