CENTCOM’un eski Komutanı Joseph Votel, Şarku’l Avsat’a açıklamalarda bulundu: ‘Suudi Arabistan’a savunma yardımı sağlamak ABD’nin çıkarınadır’

CENTCOM’un eski Komutanı Votel, DEAŞ’ın doğuşunun ardındaki nedenlerin Irak’tan geri çekilme ve Maliki’nin kararları olduğunu söyledi.

Joseph Votel.
Joseph Votel.
TT

CENTCOM’un eski Komutanı Joseph Votel, Şarku’l Avsat’a açıklamalarda bulundu: ‘Suudi Arabistan’a savunma yardımı sağlamak ABD’nin çıkarınadır’

Joseph Votel.
Joseph Votel.

ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM) eski Komutanı Orgeneral Joseph Votel, ABD’nin 2011 yılında Irak’tan çekilmesinin terör örgütü DEAŞ’ın doğmasına katkı sağladığını ve Suriye’deki acımasız eylemleri için verimli zemin hazırladığını söyledi. Irak ordusunun siyasallaşmasına neden olan eski Irak Başbakanı Nuri el-Maliki’ye de suçlamalar yönelten Votel bu durumun DEAŞ ile mücadelede istikrarsızlığa, Musul’un da 2014 yılında düşmesine yol açtığını vurguladı.
ABD ordusundaki görevinden iki yıl önce emekli olan Votel, Şarku’l Avsat’la gerçekleştirdiği röportajda Ortadoğu bölgesi ile ilişkisinin devam ettiği bilgisini verdi. Votel, tarihi bir miras olarak nitelendirdiği bölgenin ABD açısından stratejik öneme sahip olduğunu vurguladı. Votel Suudi Arabistan-ABD ilişkilerinin de Washington’ın Yemen savaşındaki müttefiki Riyad’ı ve kendini savunmasını desteklemeye devam etmesini gerektirdiğini söyledi.  
Joseph Votel, Şarku’l Avsat’a ile gerçekleştirdiği röportajda Ortadoğu’dan ABD’nin bölgedeki adımlarına, Yemen’den Washington’ın müttefikleri ile ilişkisine kadar birçok başlıkta merak edilen konularda açıklamlarda bulundu.

CENTCOM’daki görevinizin ardından bugün bölgeyi ve bölgedeki ABD varlığını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öncelikle Ortadoğu’nun ABD açısından oldukça önemli bir bölge olmaya devam ettiği görüşündeyim. Ulusal güvenliğimiz açısından bölgede çok sayıda çıkarımız mevcut. Daha geçtiğimiz haftalarda Süveyş Kanalı’nda gerçekleşen kaza ile Ortadoğu’nun su yollarının küresel ticaret için ne kadar önemli olduğu bize hatırlatıldı. Bu, bölgedeki endişelerimizden sadece biri. Bu nedenle kapsamlı ekonomi ve güvenlik stratejimiz dahilinde bölgede uzun vadeli menfaatlerimiz olduğuna inanıyorum. Ancak bu, birliklerimizin sonsuza kadar bölgede kalması gerektiği anlamına gelmiyor. Yine de ilgimiz sürüyor. Çıkarlarımızı destekleyen stratejiler ve politikalar takip ettiğimizden emin olmalıyız.

Bölgedeki durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ortadoğu’daki koşulların giderek karmaşıklaştığını düşünüyorum. Yani İsrail ile bölgedeki Arap ülkeleri arasındaki iyi ilişkiler kurulması gibi olumlu sayılabilecek adımlar atıldığını gördük. Ancak bu olumlu durumun işleri İran açısından daha karmaşık hale getirdiğini düşünüyorum. İran daha agresif. Bir süre önce Saudi Aramco tesislerine düzenlenen saldırı, bölgenin nasıl karmaşık hale geldiğinin bir diğer göstergesidir. Bana göre bölge karmaşıklıklara sahne olmaya devam edecek. Bugün planlama yapmak orada çalıştığım döneme kıyasla daha zor.

DEAŞ’a karşı savaş
DEAŞ’a karşı kurulan Uluslararası Koalisyon örgütü ortadan kaldırmayı neden başaramadı?
Bana göre bu çok önemli bir soru. Çünkü zaman içinde öğrendik ki DEAŞ gibi şiddet yanlısı radikal örgütleri tamamen ortadan kaldırmak son derece zordur. Evet, örgütü dağıtmayı ve liderini öldürmeyi başardık. Ancak bölgeye giden birçok savaşçı var. DEAŞ ve El-Kaide gibi örgütleri destekleyen temel koşulların çoğu halen mevcut. Dolayısıyla bu sorunu çözmek, askeri varlıktan daha fazlasını gerektirir. Bölgedeki ülkeler bu sorunları ele almalı ve Koalisyon da bu krizle diplomatlar aracılığıyla başa çıkmalıdır. Askeri bir başarı elde ettik. Ancak bu DEAŞ sorununu ele almak için tek başına yeterli değil. Askeri ve diplomatik baskı uygulamaya devam etmemiz gerekecek. Bazı alanlarda ilerlemeler kaydettik. Örneğin Irak ile sürecin iyi yönde ilerlediğini düşünüyorum. Irak’ın yeteneklerini korumaya devam ettik. Ancak diğer yandan halen çok sayıda mültecimiz bulunuyor. Üstelik geride kalan DEAŞ savaşçıları da var. Bu durum iyi değil. Zira bunlar bir sonraki örgütün tohumları olabilir.

DEAŞ’ı kim oluşturdu? Eski Irak Başbakanı Nuri el-Maliki’nin ordunun Musul’da DEAŞ ile mücadele etmesini engelleyerek terör örgütünün ortaya çıkmasına katkıda bulunduğunu söylemiştiniz. Biraz daha ayrıntı verebilir misiniz?
DEAŞ gibi örgütlerin ortaya çıkmasına katkıda bulunan çeşitli faktörler var. Bu, ABD’nin Irak’tan ayrıldığı 2011’deki savaşın sonunda ortaya çıktı. Bildiğiniz gibi bu örgütlerin kalıntıları nedeniyle çok fazla baskıya maruz kaldık. Bölgede Iraklı ortaklarımızla birlikte kalmadık. Bu yüzden duruma katkı sağlamış olabiliriz. Ama aynı zamanda sosyal, ekonomik ve politik sorunlar da vardı. Tüm bu konular, DEAŞ gibi örgütlerin ortaya çıkmasına neden oldu. Ev sahibi ülkeler de bu hataya dahil oldular. Çünkü onlar da sorumluluk almalıydı. Bu nedenle çeşitli faktörler nedeniyle ortaya çıkan bu tür örgütlerin oluşmasında sorumluluk kabul etmenin önemli olduğunu düşünüyorum.
2014’te Musul’da yaşananlara gelince; tanık olduklarımızın Irak ordusundan uzaklaştığımız için meydana geldiğini düşünüyorum. Ordu, bu dönemde büyük ölçüde Nuri el-Maliki için siyasi bir araç haline gelmişti. Yüksek vasıflı askeri komutanların yerini siyasi bağlılığı olanlar aldı. Sonuç olarak DEAŞ gibi hezimete uğratılabilecek kötücül bir düşmanla karşı karşıya kaldıklarında profesyonellikten yoksundular. Örgütü yenmek için ihtiyaç duydukları askeri liderliğe sahip değildilerdi. Bu nedenle Irak ordusunun Musul gibi yerlerde hezimete uğradığını gördük. Irak, gerçekten çok şiddetli bir paniğe sürükleniyordu. Çünkü şehirlerini, sınırlarını ve topraklarını savunamıyordu. Bu nedenle Başbakan Nuri el-Maliki’nin yaşananlarda sorumluluk taşıdığını düşünüyorum.

Irak ordusunun bugünkü durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bugün yeteneklerinin iyi olduğunu düşünüyorum. ABD önderliğindeki Uluslararası Koalisyon, Irak ordusunu yeniden inşa etmek üzere 2014’ten başlayarak uzun yıllar boyunca faaliyet gösterdi. Iraklılar bu faaliyetin çoğunu kendileri yürüttü. Onları kendi şablonumuzda inşa etmeye çalışmadık. Büyüdükçe destekledik. Bugün işlerini iyi bir seviyede yaptıklarını görüyoruz. Koalisyon yardımına ihtiyaç duymadan çeşitli operasyonlar yürütüyorlar. Bu yüzden ilerlemelerinin oldukça iyi olduğunu düşünüyorum.

General Kenneth F. McKenzie Jr. bir röportajında Beşşar Esed rejiminin kontrolü altındaki bölgelerin DEAŞ’ın geri dönüşüyle tehdit altında olduğunu söyledi. Bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz? Kendisine katılıyor musunuz?
Evet, bu konuda kendisine katılıyorum. Çünkü durum hakkındaki değerlendirmesinin çok doğru olduğunu düşünüyorum. Bugün Suriye’nin kuzeydoğusu gibi yerlerdeki bazı koşullara bakmamız önemli. Mesela El-Hul gibi yerinden edilmilenler için inşa edilen kamplar var. Eğer meseleyi ele almazsak bunlar başka sorunlara neden olur. DEAŞ unsurlarının aile üyeleri de dahil olmak üzere yaklaşık 70 bin yerinden edilmiş insan var. Bugün ise bu ailelerden faydalanmaya çalışan DEAŞ savaşçılarının aralarına sızdığı bu mülteci ailelerden meydana gelen tehlikeli oluşumlar görmeye başladık. Suriye Demokratik Güçleri (SDG) geçtiğimiz günlerde bölgede operasyonlar düzenledi. Sanıyorum ki bu kamplarda faaliyet gösteren 50 kadar DEAŞ savaşçısını tutukladı. Bu yüzden Koalisyon dahilindeki ülkelerde buna dikkat etmemiz gerekiyor. Çeşitli ülkeler, gözaltına alınan DEAŞ savaşçılarından ve terk ettikleri ailelerden geriye kalanlar ile başa çıkmaya yardımcı olmalıdır. Çünkü radikalizm yanlısı olacaklar, sömürülecekler ve mücadele etmemiz gereken bir sonraki terörist grubun tohumlarını oluşturacaklar.

SDG’nin daha fazla ABD desteğine ihtiyacı olduğunu düşünüyor musunuz?
Evet, SDG’nin ABD’nin ve Koalisyon’un daha fazla desteğini alması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü hedeflerimize ulaşmamıza ve DEAŞ hilafetini yenmemize yardımcı olmada önemli bir rol oynadı. Bu, daha fazla kuvvet, daha fazla silah ve daha fazla yardım anlamına geliyor. Bunun mümkün olduğunu düşünüyorum. Durumun General McKenziei liderliğinde ve yeni yönetim tarafından belirlenmesi gerekecek.

Sahada önceki ve mevcut yönetimler arasında değişiklik görüyor musunuz?
Karar vermek için çok erken olduğunu düşünüyorum. Şimdiye kadar bu yönetimin iyi olduğuna inanıyorum. Mevcut destek seviyesini koruduğunu gördüğümüz kanaatindeyim. Ancak yöneldikleri tarafı görmemiz ve DEAŞ gibi sorunları çözmemiz gerekiyor. Suriye yalnızca askeri bir sorun değil. Diplomatik çabalarla ve siyasi çözümle ele alınmalıdır. Nihai bir çözüme ulaşmanın tek yolu budur. Ordu destekleyebilir ancak sorunları çözmek bundan daha fazlasını gerektirmektedir.

İran ile mücadele
İran bugün bölgedeki varlığını milisleriyle sürdürüyor. Dört Arap başkentini kontrol ediyor. Tahran’ı kim ve neden destekliyor?
Bu faaliyetlerin ardından İran liderliğinin olduğu kanaatindeyim. Kasım Süleymani ve Dini Lider, istikrarsızlaşmayı kesinlikle desteklediler. Bu faaliyetleri uzun zaman sürdürdüler. Bu nedenle yaşannaların arkasında kesinlikle onlar var. Ama İran ile Çin arasında 400 milyar dolara ulaşabilecek, 25 yıllık uzun vadeli bir anlaşma olduğuna da dikkat çekmek istiyorum. Bu nedenle Çin gibi ülkeler, İran’ın bölgedeki bazı faaliyetlerinden yararlanabilecekleri bir yerde konumlanıyor gibi görünüyorlar. Yani bundan esas olarak İran sorumlu. Ama diğer ülkelerin ve diğer aktörlerin de İran’ın aşıladığı istikrarsızlıktan yararlanmaya çalıştığını görüyoruz.

Sadece Çin’den bahsettiniz. Peki, Rusya’ya ilişkin görüşleriniz neler?
Suriye’deki Esed rejiminin gerçek ortaklarının Rusya ve İran olduğunu düşünüyorum. Bu sayede orada birlik içinde faaliyet gösterdiler. Tartışmanın orada İran’ın mı Rusya’dan yoksa Rusya’nın mı İran’dan fayda sağladığı etrafında döndüğü kanaatindeyim. Ancak ortak halde çalışıyorlar. Her ikisi de İran’ın faaliyetlerinden fayda sağlıyor.

İran, Çin ve Rusya arasındaki ortak çıkar nedir?
Ortak çıkarlarının ABD’nin Ortadoğu’daki nüfuzunu kırmak olduğunu düşünüyorum. Hiç şüphe yok ki İran bizi bölge dışına çıkarmak, Rusya da kendi nüfuzunu kullanabilmek istiyor. Çin de bizimbölgedeki varlığımız ve nüfuzumuz nedeniyle tehdit altında olduğunu düşünebileceği ekonomik hedeflere sahip. Dolayısıyla motivasyonunun büyük bir kısmı ABD’yi bu bölgeden sonsuza kadar çıkarmaktır.

ABD ve İran arasında Irak senaryosuna benzer doğrudan bir savaşa tanık olacağımızı düşünüyor musunuz?
Kesin olarak bilemem ama umarım bu olmaz. Kimse böyle bir şeyle ilgilenmez. Bu İran’ın çıkarına olmaz. İran’la savaşa girmek de kesinlikle ABD’nin çıkarına değil. Pasifik’te rekabet etmek ve ekonomik dayanıklılığımızı sürdürmek gibi stratejik öncelikler, ABD ve İran arasındaki savaştan büyük ölçüde etkilenecektir. Bu durumun bölgeye zarar vereceği ve çıkarına olmayacağı kanaatindeyim. Bu yüzden bilgeliğin hüküm sürmesini umut etmeliyiz. Gerginliği yatıştırmanın yollarını bulacağız. Durum, sıcak bir çatışmaya ve doğrudan savaşa gireceğimiz bir noktaya gitmiyor.

Kasım Süleymani’nin öldürülmesini bölge çıkarı açısından olumlu olarak mı görüyorsunuz? Kendisi komutan olduğunuzda hedef listenizde miydi?
Kasım Süleymani doğrudan hedef listemde değildi. CENTCOM Komutanı olduğum dönemde çoğunlukla Irak ve Suriye’de DEAŞ’a karşı askerî harekât planına odaklanıyorduk. Irak gibi yerlerde DEAŞ’a karşı savaşan İran destekli milisler vardı. Bu yüzden biz söz konusu dönemde İran’ı kışkırtmaya çalışmadık. Elimizdeki göreve odaklandık. Ama bir ABD saldırısıyla öldürüldüğünde yaptığım tahmin ve bildiğim tek şey Washington’ın bu duruma ilişkin ihtiyati önlemler aldığıydı. Çünkü ABD’lileri öldürmeyi planladığı ve bölgedeki dostlarımıza ve müttefiklerimize karşı komplo kurduğu için kendimizi korumamız gerekiyordu. Bence Kasım Süleymani, hak ettiğini buldu. Bölgede istikrarı bozucu bir etkisi vardı. Ayrıca İran’da da istikrarı bozuyordu. İran’da Kasım Süleymani’nin elinden acı çeken birçok insan var. Bu yüzden ölümü nedeniyle şefkat duymamalıyız. Hak ettiğini buldu. Bölge son derece karmaşık ancak ABD’nin söz konusu dönemde gerekeni yaptığını düşünüyorum.

Süleymani sonrasındaki İran’ı nasıl değerlendiriyorsunuz? Ölümünün ne gibi bir etkisi oldu?
Etkisinin son derece olumlu olduğu kanaatindeyim. Kasım Süleymani sadece bir askeri komutan değil, aynı zamanda istihbarat lideriydi ve yarı diplomat olduğu için de İran’da istisnai bir role sahipti. Tüm bu özellikleri tek bir kişide, kendisinde topladı. Oysa bu görevler İstihbarat Teşkilatı Başkanı ve Dışişleri Bakanı gibi birden fazla kişi tarafından yapılabilir. Pek çok durumda İran’ın bölgedeki yüzüydü ve faaliyetlerini yönetmekten sorumluydu. İran yerine kolaylıkla dolduramaz. Kasım Süleymani gibi birinin daha yetişmesi uzun zaman, nesiller alacaktır. Bu yüzden İran üzerinde çok büyük bir etkisi olduğunu düşünüyorum. Onun yerini dolduramayacaklar. Ama bazı durumlarda yokluğu durumu daha tehlikeli hale getirebilir. Çünkü İran etkisi altındaki bu farklı unsurlar üzerinde merkezi bir kontrol bulunmuyor.

Suudi Arabistan desteği
Suudi Arabistan’ın Yemen’den karşılaştığı saldırılara karşı koyma çabalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Suudilerin kendilerini koruma sorumluluğunu üstlendiklerini düşünüyorum. ABD’nin birkaç yıldır Suudi Arabistan’a sattığı birçok ekipman, denizde veya karada olsun güçlü bir savunma elde etmelerine ve sınırlarını korumalarına yardımcı olmak için tasarlandı. Kendilerini savunabilmeleri için onlara yardım etmek bizim çıkarımızadır. Yemen’deki savaşın kontrol altına alınmasını ve bölgeye yayılmasına izin verilmemesini sağlamalıyız.

Medyada çıkan bir haberde Pentagon’a bağlı ‘Tiger’ adlı bir ekibin eğitim ve savunma ekipmanı sağlamak için Suudi Arabistan’a gittiği aktarıldı. Bu konu hakkında bilginiz var mı?
Bu girişim hakkında pek bir şey bilmiyorum. Ama bunun iyi bir fikir olduğunu düşünüyorum. Askeri sorumluluklar üstlenmede Suudi Arabistan’a nasıl yardım edebileceğimizin mükemmel bir örneği olduğu kanaatindeyim. Bazı siyasi farklılıklara rağmen söz edilen ‘Tiger’ ekibini göndermenin sebebinin de bu olduğuna inanıyorum.
Başkan Franklin D. Roosevelt ve Kral Abdulaziz bin Suud’un Quincy gemisindeki görüşmesine, 1945 yılına kadar uzanan uzun bir ilişkimiz var. Elbette sorunlar olacaktır ama bunların üzerinde çalışmamız gerekiyor. Suudi Arabistan’ın bölgenin iyiliği için sağlam ve canlı bir güç olacağına inanıyorum. Bizim de bu noktaya ulaşmasına yardım etmemiz gerekiyor.

Afganistan’dan geri çekilme
Afganistan’dan geri çekilmenin zamanı geldi mi?
Öyle görünüyor. Bunu olabildiğince sorumlu bir şekilde yapmalıyız. Ülkede uzun zaman geçirdik. Bu oldukça zorluydu. Yeni yönetim açısından önümüzde alınması gerek çok zor kararlar var. Kalacağız ya da kalmayacağız demek kolay değil. Bu durum hakkında çok dikkatli düşünmemiz lazım. Çabalarımızın şiddeti azaltmaya yardımcı olup olamayacağını ya da gerçekten bir tür diplomatik barışa ulaşıp ulaşamayacağını öğrenmek faydalı olacaktır. Ama bunun hakkında çok dikkatli düşünmemiz gerektiğine inanıyorum.
Halen dünyanın bu bölgesinde faaliyet gösteren terör örgütleriyle ilgili endişelerimiz var. Sahada kalmayacağımıza karar verirsek komplolar ile ilgili olarak vatandaşlarımıza ve dostlarımıza yönelik düzenlenecek olası saldırılar hakkında cevaplar vermeliyiz. Savunmasız olabileceğimizi kabul etmemiz gerekirse bunlara yanıt vermek kolay değildir. Çünkü bu konular oldukça karmaşıktır. Ama ilk noktaya geri dönecek olursak; Bakan Austin’in de dediği gibi tüm anlaşmazlıkları sonlandırmamız lazım. Bu yüzden bizi sorumlu tutan bir yaklaşım benimsemeliyiz.

Siz de bölgedeydiniz. Bize zorlukların neler olduğunu ve bunlarla nasıl başa çıkılabileceğini anlatır mısınız?
Karşılaştığım zorluklar muhtemelen birçok insan tarafından biliniyordur. Örneğin Kabil hükümeti genel olarak zayıftır ve Taliban’ın etkisi nedeniyle kentler dışında nüfuzunu kullanmakta zorluklar yaşamaktadır. Çok fazla çaba ve iyileştirmeye rağmen bu alanlarda etkili askeri liderlik konusunda halen zorluklarla karşılaşıyorlar. Afganistan’da çok uzun süredir yaygın olan ve üstesinden gelinmesi çok zor olan yolsuzlukla ilgili zorluklar da var. Son derece değişken bir rakipleri var. Yani ‘kolayca teslim olmayan, çatışmada temiz oynamayan, ülkemizle veya başkalarıyla yaptığı anlaşmalara uymayan’ Taliban’dan bahsediyorum. El-Kaide ve DEAŞ gibi örgütlere karşı da kararlar almalıyız. Onlarla savaştık, yendik ve üzerlerine baskı yapmaya devam ettik. Ancak tamamen ortadan kaldırılmadılar ve halen de bu bölgedeler.

Taliban’ın ABD için bir tehdit oluşturduğunu düşünüyor musunuz? Onlarla bir anlaşma yapmak mümkün mü?
ABD’liler ve birçok Batılı ülke açısından dolaylı bir tehdit oluşturduklarını düşünüyorum. Çünkü halen El-Kaide gibi örgütlere verdikleri desteği sonlandırmayı reddediyorlar. Benim için bu zor bir mesele. El-Kaide gibi bir örgütten uzaklaşmayacak bir yapıya güvenmek zor. Dolayısıyla bu örgütü desteklemeye hazırlanıyorlarsa diğerlerine de destek vereceklerdir.



İsrail'in Suriye üzerine oynadığı bahis: Diyalog değil, zorlama

Fotoğraf: Majalla
Fotoğraf: Majalla
TT

İsrail'in Suriye üzerine oynadığı bahis: Diyalog değil, zorlama

Fotoğraf: Majalla
Fotoğraf: Majalla

Michael Horowitz

ABD ve İsrail arasında sadece birkaç alanda temel farklılıklar söz konusu. Bunlardan biri Suriye'de biraz beklenmedik bir şekilde ortaya çıktı. İsrail, ABD Başkanı Donald Trump'ın Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara'yı hızlı bir şekilde kucaklamasından endişe duymuş, İsrail Dışişleri Bakanı Yisrael Katz, Şara'yı ‘takım elbiseli bir cihatçı’ olarak tanımlamıştı.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu hükümeti, Trump'ın geçtiğimiz mayıs ayında Suudi Arabistan'da (El Kaide ile bağlantılı) El Nusra Cephesi'nin (daha sonra adı Heyet Tahrir Şam/HTŞ olarak değişti) eski lideriyle görüşmesi karşısında şaşkınlığa uğradı. Şara'nın Oval Ofis'i ziyareti ve Washington'ın Suriye'ye yönelik yaptırımları kaldırma kararı, İsrail'e Şam ile ilişkilerini normalleştirmesi için baskı yaptığı iddiaları ile siyasi olarak iki lider arasında açık bir yakınlaşma ortaya çıkınca, İsrail daha da öfkelendi. Bunun ötesinde, İsrailli yetkililer, ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Trump’ın Suriye dosyasındaki kilit isimlerinden biri olan Tom Barrack'ın Ankara'nın tercih ettiği yaklaşımı benimseme eğiliminden giderek daha fazla endişe duymaya başladı.

Elbette, Suriye meselelerine dahil olan birçok gözlemci, Washington'ın yeni Suriye liderine yönelik hızlı ve beklenmedik yaklaşımını övdü. Trump'ın Suriye’ye uygulanan bazı yaptırımları kaldırma yönündeki erken kararı, Suriye'nin yıllarca süren uluslararası tecridinin ardından yeniden entegrasyonunun hızlanacağına dair umutları artırdı. Bu izolasyon süresince Suriye, Washington'ın bakış açısına göre ‘kötülük ekseninin’ Tahran'ın anlatısına göre ‘direniş ekseninin’ bir parçası olarak nitelendirilmişti. Amerika Birleşik Devletleri, rejimi "suçlu olduğu kanıtlanana kadar masum" olarak değerlendirerek, ispat yükünden cesurca uzaklaştı. Bu ayrım sadece terminoloji meselesi değil; yaptırımların kısmen hafifletilmesi bile, Washington'ın yeni Suriye ile yatırım ve diplomatik ilişkileri engellemeyeceği konusunda ortaklara ve bölgesel güçlere net bir mesaj gönderiyor. Aynı zamanda, tecrit edilen Şam'ın ABD’nin düşmanlarının kollarına itilmesi veya uzun süredir tek müttefiki olan Türkiye'ye güvenmek zorunda kalması gibi bir senaryoyu da önlüyor.

Şara’nın Beyaz Saray'ı ziyareti ve Başkan Trump ile görüşmesinden birkaç hafta sonra Netanyahu, Suriye'nin güneyinde İsrail'in kontrolündeki bölgeyi ziyaret etti.

Ancak Netanyahu, Trump ile Şara arasındaki politika değişikliğini veya şahsi ilişkiyi sadece pragmatik bir politika olarak değil, stratejik bir risk olarak görüyor. Bu bağlamda, İsrail hükümeti, Beşşar Esed rejiminin düşmesinden birkaç saat sonra, Suriye'de kalan askeri mevzilere kapsamlı saldırılar düzenleme ve Suriye'nin güneyindeki mevcut askerden arındırılmış bölgenin dışında yeni bir tampon bölge oluşturma kararının doğru olduğunu düşünüyor. 7 Ekim sonrası İsrail güvenlik kurumlarının bir dizi bileşeninde hakim olan zihniyet açıktır: ülke başkalarının iyi niyetine güvenemez, yalnızca kendi askeri gücüne güvenebilir. Bu görüşün destekçileri, Suriye'yi bu tezlerinin açık bir örneği olarak görüyor. İsrail, güvenliğini dostane ama değişken bir ABD Başkanı’na veya Şara’nın pragmatizmini sürdüreceğine dair Batı'nın iddiasına dayandıramaz. Sadece sınırdaki askerlere güvenmekten başka çaresi kalmıyor. Sonuç olarak Başbakan Netanyahu, Şara'nın Beyaz Saray'ı ziyareti ve Başkan Trump ile görüşmesinden birkaç hafta sonra, İsrail'in kontrolündeki Suriye’nin güney bölgesini bir kez daha ziyaret ederek açık bir mesaj verdi. Bu mesajda ‘İsrail, iyi niyet ve vaatler karşılığında vazgeçmeyeceği kozlara sahiptir’ deniliyordu.

İsrail'in ‘satın alamayacağı’ lider

İsrail'in Ahmed eş-Şara konusunda endişelenmesi için bazı nedenleri var. Şara, kökenleri Golan Tepeleri'ne dayanan ve 1967 yılında İsrail'in bu bölgeyi ele geçirmesiyle yerinden edilen binlerce Suriyeli arasında yer alan bir aileden geliyor. Ailesi önce Şam'a, ardından Bağdat'a ve sonra da Riyad'a taşınmıştı. Şara, çocukluğunun çoğunu Suriye'nin başkentinde geçirmesine rağmen, El Nusra Cephesi'ni kurduğunda (Golan Tepeleri’ne nispetle) ‘el-Culani’ adını aldı. Şara'nın utangaç, içe dönük bir gençken Irak'taki El Kaide üyesine dönüşen yolculuğu, kısmen ikinci intifada ile kesişiyor.

Suriye'nin demokrasiye geçişi elbette İsrail'in başlıca endişesi değil, ancak Şara'nın iktidarı paylaşma isteği, İsrail'in ilgiyle izlediği önemli bir gösterge olmaya devam ediyor.

İsrailli yetkililerin bazıları, hükümetin meşruiyeti konusunda derin şüphelerini dile getirdi. İsrail hükümetinin bu konudaki kamuoyuna yaptığı açıklamalar, sürekli alaycı bir üslupla yapıldı. İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar, Şam’daki yeni hükümeti ‘meşru bir hükümet değil, bir çete’ yeni Suriyeli yetkilileri de ‘önce İdlib'de olan, sonra da başkenti ele geçiren teröristler’ olarak nitelendirdi. İsrail Dışişleri Bakanlığı, Şara'nın bir fotoğrafını ‘Cihatçılar takım elbiseli de olsalar yine cihatçıdır’ başlığıyla yayınladı. İsrail Diaspora İşleri ve Antisemitizmle Mücadele Bakanı Amihay Şikli, Suriye askerlerinin Gazze yanlısı sloganlar attığını gösteren bir videoyu örnek göstererek ‘savaşın kaçınılmaz olduğu’ sonucuna vardı.

thy
Golan Tepeleri'nden Suriye'nin güneyine doğru bakan İsrail askeri, 25 Mart 2025 (AFP)

Netanyahu, sadık destekçilerinin kirli işleri yapmasına ve acımasız saldırılar düzenlemesine izin verirken, kendisi daha az agresif ama daha net bir tutum sergiledi. Başkan Trump ile görüşmesinin ardından yaptığı açıklamada Netanyahu, “Şara’ya baktığımda, sahada neler yapıldığını, gerçekte neler başarılmaya çalışıldığını göreceğim. Suriye barışçıl bir ülke olacak mı? Ordusundaki cihatçılar ortadan kaldırılacak mı? Suriye'nin güneybatısında silahsız bir bölge oluşturmak için benimle iş birliği yapacak mı?” ifadelerini kullandı. Şara’nın Washington ziyaretinin ardından yapılan özel bir toplantıda Netanyahu’nun, Batı'nın Suriye liderini kucaklamasının ‘Şara’yı kibirli hale getirdiğini’ söylediği bildirildi. İsrail Başbakanı, Batı'nın iyi niyetinin İsrail'e baskı yapmak için bir araç olarak kullanılmasını izin vermeyeceğini ima etti.

İsrail'in hesapları

Başbakan Netanyahu’nun açıklamaları, İsrail'in gerçek tutumunu anlamak için büyük önem taşıyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre zira bu sadece bir müzakere taktiği. İsrail hükümeti, Ahmed eş-Şara’yı Şam'da açılan ‘yeni bir sayfa’ olarak değil, kontrol altına alınması gereken potansiyel bir tehdit olarak görüyor. Netanyahu, Şara'nın kariyerini ve cihatçı geçmişini bir baskı aracı olarak kullanırken, onun pragmatizmini test ediyor ve Suriye'deki savaş sonrası düzeni, İsrail'in stratejik üstünlüğünü koruyacağına inandığı şekilde biçimlendirmeye çalışıyor. İsrail'in Şara ile ilgili endişeleri temelsiz ya da hayal ürününden ibaret değil. Şara, sadık destekçileri üzerindeki gücünü pekiştirmek ve kendini başkan olarak atamak için hiç vakit kaybetmeden hareket etti. Azınlıklara yönelik bazı jestlerde bulunsa da geçiş rejimi gerçek demokrasiye doğru ilerlemedi. Zira yeni Halk Meclisi'nin bazı üyeleri başkan tarafından seçilirken, diğerleri yerel seçim organları tarafından seçildi.

HTŞ'nin İdlib'de benimsediği yönetim modeli, bazı yerel temsilcilerin Halk Meclisi’ne girmesine izin verse de gerçek iktidarın anahtarları Şara ve iktidarının elinde kalmaya devam etti.

Suriye’nin demokrasiye geçişi kesinlikle İsrail'in öncelikli kaygısı değildir. Ancak, Şara'nın iktidarı paylaşma istekliliği, özellikle de Şara'nın eski bağlantılarından gerçekten uzaklaşıp uzaklaşmadığını ya da halen onlara güvenip güvenmediğini değerlendirmek açısından İsrail’in yakından izlediği önemli bir gösterge olmaya devam ediyor.

Şara, özünde pragmatik ve İsrail ile bir arada yaşamaya açık olsa da yine de grubunu ikna etmek ve bir sonraki adımları için grubun desteğini almak zorunda. HTŞ (geçtiğimiz yıl Esed rejiminin çöküşünü hızlandıran Halep saldırısında liderlik ettiği hareket), liderlerinden daha az esnek olan ideolojik olarak radikal savaşçılardan oluşan bir çekirdek gruba sahip. Şara, daha önce de bu sorunla karşı karşıya kalmıştı: İdlib’de DAEŞ'in şubeleriyle savaştı, ardından sınır ötesi cihatçılıktan uzaklaşmasından hayal kırıklığına uğrayan HTŞ eski üyelerini çeken El Kaide bağlantılı Hurras ed-Din ile çatıştı.

Hatta gizlice ABD ile iş birliği yaparak, İdlib'deki El Kaide üyelerinin suikastına katkıda bulunan istihbarat sağladı. Cumhurbaşkanı olduktan sonra, Suriye'nin DEAŞ’la Mücadele Uluslararası Koalisyonu’na resmen katılmasını da kabul etti.

Daha sonra DEAŞ olacak olan örgütten ayrılma ve ardından El Kaide'yi tamamen terk etme kararının iyi niyetle alındığına şüphe yok. Zira bu karar Şara’nın otoritesini pekiştirmeye katkıda bulundu. Eski cihatçı destekçileriyle bağlarını koparan Suriye’nin yeni lideri, siyasi kaderini kontrol altına almayı başardı. Bu tür sert bir pragmatizm, İsrail'in bakış açısından güven verici görünebilir, ancak paradoksal olarak, İsrail'i müzakereler üzerinde kalıcı bir baskı kurmaya zorluyor.

Şara'nın geçmişi göz önüne alındığında, İsrail ile bir anlaşma imzalaması durumunda kendisine sadık güçleri kontrol altında tutma kabiliyeti konusunda önemli bir soru ortaya çıkıyor. Hükümet yanlısı güçlerin (Suriye’nin kıyı bölgesinde Esed rejiminin kalıntılarının kısa süreli isyanı sırasında ve güneyde Dürzilerle patlak veren çatışmalarda) sivilleri öldürmesi, geçiş dönemi yetkililerinin ya güçleri üzerinde tam kontrol sahibi olmadıklarını ya da ihlallere göz yumduklarını veya daha kötüsünü yaptıklarını gösteriyor. Burada İsrail'in ortaya çıkan merkezi devleti zayıflatmaya yaptığı katkılar da göz ardı edilmemeli. Netanyahu hükümeti, Suriye'nin silah depolarına defalarca kez saldırı düzenlemiş ve güçlü bir ülke yerine daha zayıf, daha parçalanmış bir ülkeye bahis oynuyor gibi görünüyor.

Belki de Netanyahu, azınlıklarla ilişki kurarak ve Şam'ın güney üzerinde tam kontrol kurmasını engelleyerek, Suriye'nin başkenti ile İsrail sınırları arasında bir tampon bölge oluşturabilecek yerel güçlerle ortaklıklarını sürdürmeyi umuyor.

Katı tutum

Netanyahu'nun Suriye'ye yönelik katı tutumu nispeten basit bir yapıya sahip. İsrail, durumu sıkı bir şekilde kontrol altında tuttuğuna inandığı için tavrından vazgeçmeyecek. Diyalog kapısı açık, ancak Suriye güneydeki güvenliği önemli ölçüde sıkılaştırmayı kabul etmeden ve İsrail karada ve havada önemli bölgeleri kontrol etmeye devam etmeden bu mümkün değil.

juı
Fotoğraf: AFP

Suriye hükümeti İsrail'in bazı taleplerini kabul etmiş gibi görünüyor, ancak Suriye'nin egemenliğini ihlal ettiğini düşündüğü diğer talepleri reddetmiştir. İsrail, kuvvetleri zaten bölgede bulunduğundan ve mevcut durum (Suriye merkezi devletinin zayıflığı ve İsrail'in bölgedeki askeri varlığının devamı) Netanyahu'nun kabul edebileceği bir durum olduğundan, kendini herhangi bir taviz vermek zorunda hissetmiyor. Aslında, İsrail'in Şara’yı itibarsızlaştırmaya yönelik devam eden kampanyası, olası bir anlaşmayı haklı çıkarmayı daha da zorlaştırabilir.

İsrail'in Suriye'ye yönelik politikası iki farklı yönde ilerliyor. Bir yandan yeni hükümete karşı açık bir düşmanlık varken, diğer yandan sorunlu geçmişi olan lidere karşı kırılgan bir güven duyuluyor.

Bu, İsrail güvenlik teşkilatının çeşitli kesimlerinin ciddiye aldığı risklerden biridir. İsrail şu anda zamanın kendi lehine işlediğini düşünüyor, ancak niyetlerini sınayacak bir anlaşmaya hızla varmak için fırsatı kaçırabilir. İsrail'in Suriye'nin güneyinde kalarak azınlıkları kutuplaştırmaya çalışması, gelecekteki herhangi bir anlaşmaya ciddi bir muhalefet oluşturması, Şam'ı tek gerçek müttefiki olan Türkiye ile daha yakın iş birliğine itmesi ve İsrail sınırına yakın köylerdeki yerel halk arasında düşmanlığı körükleme korkusu hakim.

Netanyahu hükümeti dışında, bazı analistler ve gözlemciler bu endişeleri kamuoyuna dile getiriyor. İsrail askeri istihbaratının eski şefi Amos Yadlin, bir makalede Suriye ile bir anlaşmanın Hizbullah'a karşı en önemli silah olduğunu savundu. Yadlin, Suriye'de doğru stratejinin, İsrail'in daha acil tehditlere odaklanabilmesi için cepheyi kapatmak olduğunu belirtti. İsrail'in önde gelen araştırma merkezi olan İsrail Ulusal Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü, İsrail'in agresif askeri tutumunun önlemeye çalıştığı tehditleri yaratabileceğine karşı uyararak (Yadlin de konuyla ilgili önceki makalelerinde aynı görüşü paylaşmıştı) ‘ihtiyatlı bir angajman’ çağrısında bulundu.

rgt
Suriye ile İsrail işgali altındaki Golan Tepeleri arasındaki ateşkes hattı yakınlarında bulunan İsrail askeri araçları, 9 Aralık 2024 (Reuters)

İsrail'in Suriye'ye yönelik politikası iki farklı yönde ilerliyor. Bir yandan yeni hükümete karşı açık düşmanlık varken, diğer yandan sorunlu geçmişi olan lidere karşı kırılgan bir güven duyuluyor. Netanyahu'nun yaklaşımını eleştirenler, İsrail'in bu iki tutum arasında tereddüt etmesi gerektiğini savunmuyorlar, aksine politikalarının ve stratejilerinin Şara’yı sadece potansiyel bir tehdit olarak değil, aynı zamanda bir fırsat olarak da değerlendiren daha incelikli bir şekilde ayarlanmasını ve dikkatli, kesintisiz bir şekilde uyarlanmasını talep ediyorlar.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Gizli ziyaretler ve Husilerden gelebilecek olası saldırılara karşı hazırlıklar... İsrail'in Somaliland’ı tanımasının perde arkası

Somali'nin başkenti Mogadişu’da İsrail'in Somaliland’ı tanımasını reddeden protestocular, ülkenin normalleşmesine ve bölünmesine karşı bir afiş açtı. (Reuters)
Somali'nin başkenti Mogadişu’da İsrail'in Somaliland’ı tanımasını reddeden protestocular, ülkenin normalleşmesine ve bölünmesine karşı bir afiş açtı. (Reuters)
TT

Gizli ziyaretler ve Husilerden gelebilecek olası saldırılara karşı hazırlıklar... İsrail'in Somaliland’ı tanımasının perde arkası

Somali'nin başkenti Mogadişu’da İsrail'in Somaliland’ı tanımasını reddeden protestocular, ülkenin normalleşmesine ve bölünmesine karşı bir afiş açtı. (Reuters)
Somali'nin başkenti Mogadişu’da İsrail'in Somaliland’ı tanımasını reddeden protestocular, ülkenin normalleşmesine ve bölünmesine karşı bir afiş açtı. (Reuters)

İsrail’in Somaliland’ı egemen ve bağımsız bir devlet olarak tanımasının arka planında aylar süren gizli görüşmelerin yer aldığı iddia edildi. İsrail basınında yer alan bir haberde, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun bu adıma ekim ayında onay verdiği, resmi tanımanın ise Somaliland’ın Yemen’deki Husilerden gelebilecek olası saldırılara karşı hazırlıklarını tamamlamasının ardından gerçekleştiği belirtildi.

Şarku’l Avsat’ın Yedioth Ahronoth'un internet sitesi Ynet’ten aktardığı habere göre, gizli temaslara İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar, İsrail dış istihbarat servisi Mossad ve eski Ulusal Güvenlik Danışmanı Tzachi Hanegbi öncülük etti. Taraflar aylar boyunca karşılıklı ziyaretler gerçekleştirdi ve Somaliland liderleri birçok kez İsrail’de ağırlandı.

Haberde, nihai görüşmelere Netanyahu’nun da katıldığı ve Hanegbi’nin bu sürece başkanlık ettiği; Netanyahu’nun ekim ayında söz konusu adımı resmen onayladığı ifade edildi.

İsrail ile Somaliland’ın tanıma açıklamasını birlikte kaleme aldığı, ancak yayımlamak için uygun zamanı beklediği kaydedildi. Somaliland yönetiminin, Yemen’deki Husilerden gelebilecek muhtemel düşmanca adımlara karşı hazırlık yapılması gerektiğini belirterek süre talep ettiği aktarıldı. Söz konusu hazırlıkların kısa süre önce tamamlanmasının ardından, İsrail’in resmi tanımasının önünün açıldığı bildirildi.

İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar, cumartesi akşamı yaptığı açıklamada, Somaliland Başkanı Abdirahman Mohamed Abdillahi’nin geçtiğimiz yaz İsrail’e gizli bir ziyaret gerçekleştirdiğini söyledi. Saar, söz konusu ziyaret sırasında Somaliland liderinin Başbakan Binyamin Netanyahu’nun yanı sıra Dışişleri Bakanı ve Mossad Başkanı’yla bir araya geldiğini belirtti. Saar ayrıca, Abdillahi ile birlikte çekilmiş bir fotoğrafını da paylaştı.

xcsdfgr
İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar'ın Somaliland Başkanı Abdirahman Mohamed Abdillahi ile yaptığı görüşmeden

Somali Cumhurbaşkanı Hasan Şeyh Mahmud dün düzenlenen olağanüstü parlamento oturumunda, İsrail’in ayrılıkçı Somaliland bölgesinin bağımsızlığını tanımasının “dünya ve bölgenin güvenliği ile istikrarı açısından bir tehdit oluşturduğunu” söyledi.

Mahmud, İsrail’i Somaliland’ı tanıyan ilk ülke konumuna getiren bu adımın, ‘Somali Cumhuriyeti’nin egemenliğine, bağımsızlığına, toprak bütünlüğüne ve halkının birliğine yönelik açık bir saldırı düzeyinde olduğunu’ ifade etti.

Husilerin lideri Abdulmelik el-Husi de dün yaptığı açıklamada, İsrail’in ayrılıkçı Somaliland bölgesinde herhangi bir varlık göstermesinin ‘askeri hedef’ sayılacağını belirterek, İsrail’in bölgeyi tanıma adımını en sert şekilde kınadı.

Şarku’l Avsat’ın AFP’den aktardığına göre el-Husi, yayımladığı açıklamada, “Somaliland bölgesindeki herhangi bir İsrail varlığını, Somali ve Yemen’e yönelik bir saldırı ve bölgenin güvenliğine tehdit olarak görüyor; silahlı kuvvetlerimiz için askeri hedef kabul ediyoruz” ifadesini kullandı.

Somaliland, 1991 yılında Somali’den tek taraflı olarak bağımsızlığını ilan etmiş, ancak onlarca yıldır uluslararası tanınma arayışını sürdürmüştü.

Aden Körfezi üzerinde stratejik bir konuma sahip olan ve kendi para birimi, pasaportu ve ordusu bulunan tek taraflı ilan edilmiş cumhuriyet, bağımsızlık ilanından bu yana diplomatik açıdan büyük ölçüde izole kalmıştı.


Bondi Plajı saldırısının kahramanı: Amacım saldırganı etkisiz hale getirmek ve masum insanları öldürmesini engellemekti

Sokak sanatçısı Jarrod Grech, Bondi Plajı'nda meydana gelen silahlı saldırıda saldırganlardan birini etkisiz hale getiren 43 yaşındaki Suriye asıllı Avustralyalı esnaf Ahmed el-Ahmed'i resmettiği duvar resminin yanında poz veriyor. (AP)
Sokak sanatçısı Jarrod Grech, Bondi Plajı'nda meydana gelen silahlı saldırıda saldırganlardan birini etkisiz hale getiren 43 yaşındaki Suriye asıllı Avustralyalı esnaf Ahmed el-Ahmed'i resmettiği duvar resminin yanında poz veriyor. (AP)
TT

Bondi Plajı saldırısının kahramanı: Amacım saldırganı etkisiz hale getirmek ve masum insanları öldürmesini engellemekti

Sokak sanatçısı Jarrod Grech, Bondi Plajı'nda meydana gelen silahlı saldırıda saldırganlardan birini etkisiz hale getiren 43 yaşındaki Suriye asıllı Avustralyalı esnaf Ahmed el-Ahmed'i resmettiği duvar resminin yanında poz veriyor. (AP)
Sokak sanatçısı Jarrod Grech, Bondi Plajı'nda meydana gelen silahlı saldırıda saldırganlardan birini etkisiz hale getiren 43 yaşındaki Suriye asıllı Avustralyalı esnaf Ahmed el-Ahmed'i resmettiği duvar resminin yanında poz veriyor. (AP)

Avustralya’nın Bondi Plajı’nda düzenlenen saldırıda iki silahlı saldırgandan birine müdahale eden ve ‘kahraman’ olarak nitelendirilen Ahmed el-Ahmed, daha fazla can kaybını önlemek için böyle davrandığını söyledi. Şarku’l Avsat’ın İngiliz haber ajansı PA Media’dan aktardığına göre, söz konusu açıklama olayın ardından yapıldı.

Sidney'de esnaf olan Ahmed el-Ahmed'in, kendisi vurulmadan önce silahlı saldırgan Sajid Akram'ı etkisiz hale getirdiği görüntüler tüm dünyaya yayıldı.

t
Avustralya'nın Sidney kentindeki Bondi Plajı'nda meydana gelen silahlı saldırının kurbanlarını anmak için Bondi Plajı'na bırakılan çiçek buketlerinin yanında duran insanlar (Reuters)

14 Aralık’ta Bondi Plajı’ndaki Archer Park’ta, Hanuka Bayramı’nı kutlamak için bir araya gelen bini aşkın kişinin bulunduğu kalabalığa iki silahlı saldırganın ateş açması sonucu 15 kişi hayatını kaybetti, onlarca kişi yaralandı.

Saldırganlardan biri olduğu öne sürülen Naveed Akram’a 59 ayrı suçlama yöneltilirken, diğer saldırgan olan babası Sajid Akram polis tarafından öldürüldü.

ABD merkezli CBS televizyonunda yayımlanması planlanan röportajda, müdahalesi sırasında dört kurşunla yaralanan Ahmed, amacının yalnızca daha fazla insanın hayatını kurtarmak olduğunu söyledi.

Ahmed, “Tek hedefim silahı elinden almak, bir insanı daha öldürmesini engellemek ve masumların hayatını kurtarmaktı. Birçok kişiyi kurtardığımı biliyorum ama hayatını kaybedenler için büyük üzüntü duyuyorum” ifadelerini kullandı.

Öte yandan, Sidney’deki saldırının kurbanlarının aileleri bugün yayımladıkları açık mektupta, federal düzeyde daha fazla adım atılması çağrısında bulundu. Aileler, Avustralya’da son 30 yılın en kanlı toplu silahlı saldırısına yol açan olayda, artan antisemitizmin ve güvenlik önlemlerindeki yetersizliklerin soruşturulmasını istedi.

Bondi Plajı’nda 14 Aralık’taki Hanuka Bayramı kutlamalarını hedef alan saldırıda 15 kişinin öldürülmesi ve 40 kişinin yaralanmasına ilişkin olarak iki saldırgan hakkında çeşitli suçlamalar yöneltiliyor.

Avustralya Başbakanı Anthony Albanese’ye hitaben kaleme alınan açık mektupta, hayatını kaybeden ve yaralananların yakınlarından oluşan 17 aile, Kraliyet Komisyonu olarak bilinen federal düzeyde bir soruşturma başlatılması çağrısı yaptı. Mektupta, 2023’te İsrail ile Hamas arasında başlayan savaşın ardından Avustralya’da antisemitizmin neden arttığının ve güvenlik kurumlarının bu süreçteki ihmallerinin incelenmesi talep edildi.

dfgthy
İsrail'in Aşdod kentinde düzenlenen cenaze töreninde, Avustralya'ya göç eden ve Sidney'deki Bondi Plajı'nda Hanuka Bayramı kutlamaları sırasında meydana gelen silahlı saldırıda öldürülen 27 yaşındaki Fransız Yahudi Dan Elkayam'ın tabutunu taşıyan İsrailliler, 25 Aralık 2025 (Reuters)

Kraliyet komisyonları, Avustralya’da kamu soruşturmalarının en güçlü biçimi olarak kabul ediliyor. Bu komisyonlar, delilleri kasıtlı olarak saklayan tanıkların hapis cezasına çarptırılabilmesine olanak tanıyor. Ancak Başbakan Anthony Albanese, kurban aileleri, Yahudi toplumu liderleri ve muhalefet milletvekillerinden gelen kraliyet komisyonu kurulması yönündeki çağrılara karşı çıkmayı sürdürdü. Albanese, bu tür bir soruşturma yoluyla sonuçlara ulaşmanın yıllar alacağını savundu. Bunun yerine Albanese, emekli üst düzey kamu görevlisi Dennis Richardson’ın yürüteceği bir soruşturmanın şartlarını açıkladı. Söz konusu incelemenin, saldırıya yol açan süreçteki olası prosedür ve mevzuat eksikliklerini ele alacağı belirtildi. Saldırının, DEAŞ’ın ideolojisinden esinlenmiş olabileceği iddiaları da soruşturma kapsamında değerlendirilecek. Bu soruşturmanın raporunu gelecek yılın nisan ayında sunması bekleniyor.