Ruhani: Zarif’in ses kaydı nükleer görüşmelerin sürdüğü bir dönemde anlaşmazlık yaratmak amacıyla sızdırıldı

Ruhani: Zarif’in ses kaydı nükleer görüşmelerin sürdüğü bir dönemde anlaşmazlık yaratmak amacıyla sızdırıldı
TT

Ruhani: Zarif’in ses kaydı nükleer görüşmelerin sürdüğü bir dönemde anlaşmazlık yaratmak amacıyla sızdırıldı

Ruhani: Zarif’in ses kaydı nükleer görüşmelerin sürdüğü bir dönemde anlaşmazlık yaratmak amacıyla sızdırıldı

İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif’in ses kaydının sızdırılmasının, nükleer anlaşmayı canlandırmak amacıyla Viyana’da görüşmeler yapıldığı dönemde ülke içinde anlaşmazlık yaratmayı amaçladığını söyledi.
AFP’ye göre haftalık kabine toplantısında konuşan Ruhani, söz konusu ses kaydının Viyana görüşmelerinin başarıya ulaştığı bir dönemde İran içinde anlaşmazlık yaratmak amacıyla yayınlandığını dile getirdi.
New York Times’ta yer alan habere göre Zarif, sızdırılan ses kaydında İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin dış politikadaki rolü olmak üzere çeşitli konulara değindi ve ülkede geniş tartışmalara yol açtı.
 



Hamaney'in savaşı: Oyunu yeni ve karmaşık bir durumda tekrarlamak

İran'ın Dini Lideri Ali Hamaney (AFP)
İran'ın Dini Lideri Ali Hamaney (AFP)
TT

Hamaney'in savaşı: Oyunu yeni ve karmaşık bir durumda tekrarlamak

İran'ın Dini Lideri Ali Hamaney (AFP)
İran'ın Dini Lideri Ali Hamaney (AFP)

Refik Huri

Devrim Muhafızları Komutanı General Hüseyin Selami, “Suriye'de yaşananlar öğrenmemiz gereken acı bir ders” diyor ancak Tahran'ın öğrenmesi gerekenlerin birçok yüzü var. İslam Cumhuriyeti'nde “ilahi meşruiyetin” sahibiyse, herkese her konuda ders veren en büyük öğretmen olduğu esasıyla hareket ettiği için dersi öğrenme niyetinde değil. Ne yıkılan Gazze'deki Hamas ne de hırpalanmış Lübnan'daki Hizbullah deneyimi, onun için yerel, bölgesel ve uluslararası güç dengesini okumak için derinlemesine bir incelemenin konusu gibi görünmüyor. Suriye rejiminin devrilmesi bile Tahran'ı ABD'yi ve inatçılığı, müttefiklerinden gelen tavsiye ve uyarıları reddettiği için Beşşar Esed’i suçlamaktan öteye geçmeye sevk etmedi. Dini Lider Ali Hamaney'in, Hamas ve Hizbullah'ın gücünün çoğunu, Suriye'ye yaptığı askeri, güvenlik, siyasi, ekonomik ve kültürel yatırımları kaybettiğini bilmesine rağmen neden “Esed'in devrilmesi İran'ı veya direnişi zayıflatmayacak”  demekte direttiğini bilmeyen yoktur. Hamaney hemen açıktan oynamaya yöneldi. Suriye'deki yeni yöneticiler, Dini Lider'in gözünde sadece “kaos eken yabancı hükümetler tarafından eğitilen kargaşa çıkaran bir gruptur”. Dini Lider Esed'in devrilmesine katkıda bulunan herkesi tehdit ediyor. Büyük ihtimalle bir şeye hazırlanıldığını bildiği için de yeni duruma “güçlü, onurlu insanlardan oluşan bir grubun karşı çıkacağını” tahmin ediyor.

Bölgeleri birbirine bağlayan düğüm olan önemli Suriye coğrafyasını kaybeden İran rejiminin kendi projesi için mücadele etmesi doğaldır. Ancak çarpıcı olan, sonunda kaybettiği deneyimini tekrarlaması ve İran'ın vekilleri olduğunu reddettiği taraflar üzerine bahse girmesidir ve bu, son derece karmaşık koşullarda bir tür savaş ilanıdır.

Böyle olmasının birinci nedeni, bu durumda sadece Suriye'deki yeni yöneticilerle değil, Türkiye, ABD ve diğer ülkelerle de çatışacak olmasıdır. İkincisi, Suriye'deki olayların henüz tamamlanmamasıdır. Üçüncüsü, Suriye hadisesinin Lübnan'da, Irak'ta, Filistin'de, Ürdün'de ve diğer bölge ülkelerinde etkisinin çok büyük olmasıdır. Burada jeopolitik ve stratejik çatışma bu ülkelerin ötesine geçerek uluslararası bir oyuna dönüşmektedir. Dördüncüsü, İran'ın kendisi de bu etkinin dışında kalmış değil ve vekillerinin Esed rejiminin varlığı sırasında düşmanlara karşı verdiği savaş, yeni Suriye'de girişecekleri savaştan çok farklı.

Durumu kabullenmeyip diretmek gibi İran'ın durumunu, Hamas'ın durumunu, Hizbullah'ın durumunu, Irak'taki Haşdi Şabi Güçleri’nin durumunu, Husilerin Yemen'deki iddialarını ve arenalar birliğini etkileyen her şeyi inkar etmeye devam etmek de çok pahalıya mal oluyor. Zorluklar ABD, Siyonist oluşum ve kolektif olarak Batı olarak adlandırılan taraf ile salt bir çatışmayla, İslam Cumhuriyeti'nin aşamalı olarak çalışarak ve milis gruplar kurarak elde ettiği ve taktiksel değil stratejik olarak gördüğü kazançlarla başlıyor ama bunlarla bitmiyor.

Yıllardır aldıktan sonra şimdi ödeme saati geldi ve oyun, milisleri kullanarak ve arenalar birliğini yöneterek puanlar kazanmaktan, Gazze ve Lübnan'da çokça puan kaybetmeye, Suriye’de nakavt olmaya geçiş yapmaya mahkum. Bir grup “güçlü, onurlu insan”, denklemleri değiştirmek ve kaybedileni geri kazanmak üzerine bahse girmek, tehlikeli ve tehlikeli olmanın ötesinde bilinmeyenle oynanan bir oyundur.

Sadece Suriye'yi değil, Lübnan, Irak, Ürdün, Filistin ve hatta İran'ı kapsayan bir oyundur. Şeyh Naim Kasım, “bu direnişin düşmanını ona indireceği ölümcül bir darbe ile değil, puanlar kazanarak yeneceğini ve bunun 10 yıl da 50 yıl da sürebileceğini, önemli olanın, imkanları ne kadar sınırlı olursa olsun, sahada varlığını sürdürmesi ve ayakta kalması” olduğunu kabul ediyor. Ancak mesele, Lübnan'ın 50 yıl dayanıp dayanamayacağından öte, kendini dayatan yeni bir gerçekliğe, sadece silah koridoruna değil, direnişe, dahası Suriye'den önce Lübnan'daki sahaya kapalı bir gerçekliğe uzanıyor.

Lübnanlıların çoğu, sert Gazze'ye destek savaşı deneyimine ve ardından gelen İsrail'in ölüm ve yıkım vahşetine geri dönmeye karşı çıkan seslerini güçlü bir şekilde yükseltiyorlar. Dahası Lübnan onlarca yıl süren savaşa, sonrasında da her türlü bölgeselleşmeye ve uluslararasılaşmaya maruz kaldı. Ateşkes anlaşmasının pratikte ABD ve Fransa öncülüğünde güvenlik ve politik açıdan uluslararasılaşma yoluyla yönetilmesi isteniyor. Hakim olan izlenim, Temsilciler Meclisi Başkanı Nebih Berri aracılığıyla Hizbullah ve İsrail tarafından onaylanan, Amerikalılar ile Fransızların adeta iğne ile kuyu kazar gibi sağladıkları anlaşma metninin, oyunun bittiğini ve bugünden sonra savaş olmayacağını, uzlaşıların diplomasi yoluyla sağlanacağını söyleyen bir Arap ve uluslararası iradenin varlığına işaret ettiği yönünde.

Peki ya 2006 savaşının bitiminden Aksa Tufanı’na kadarki sürede Litani Nehri'nin güneyinde yaşananlar tekrarlanırsa, yerel ve uluslararası gevşeklik ya da İslami Direniş’in kararlılığı sebebiyle 1701 sayılı karar yine sadece formalitede uygulanırsa ne olacak? Yahut direniş geçmişte olduğu gibi aşamalı olarak bir askeri altyapı kurmayı başarır ve ordu ile UNIFIL'den beklenen bu askeri altyapıyı ortadan kaldırma çabaları yine başarısızlıkla sonuçlanırsa ne olacak?

Pek çok kişi tehlikelerden korkuyor ve savaşın geri döneceğini tahmin ediyor. Ama bu sefer savaş çok daha tehlikeli olacak çünkü özellikle Suriye'deki değişimlerden sonra bir varoluş savaşı karakterine bürünecek. Böyle bir savaş ise sadece İsrail tarihinin en radikal hükümeti olan Binyamin Netanyahu hükümetine yarar. Bunun, Suriye'deki acı dersi öğrenmek yerine, yüksek ağaçlara tırmanma aşaması olduğunu düşünen herkese, baba Başkan George Bush yönetiminin Dışişleri Bakanı James Baker'ın çözüm girişimlerinin zorluğunu abartan bir Arap yetkiliye söylediklerini hatırlamaktan başka seçenek yok. ABD’li bakan şöyle demişti: “Bir atasözümüz; ‘maymun ne kadar yükseğe tırmanırsa, arkası o kadar görünür’ der.”

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Independent Arabia'dan çevrilmiştir.