Irak’ta başbakanlık yarışı erken başladı

Protestolara katılan kalabalıklar, yaklaşan seçimlerde bir kilometre taşı olacak

Irak Başbakanı Mustafa el-Kazimi (Reuters)
Irak Başbakanı Mustafa el-Kazimi (Reuters)
TT

Irak’ta başbakanlık yarışı erken başladı

Irak Başbakanı Mustafa el-Kazimi (Reuters)
Irak Başbakanı Mustafa el-Kazimi (Reuters)

Ahmed es-Suheyl
Irak’ta yapılacak seçimler, özellikle ülkede yaşanan kaos döneminin ardından gerek yerel, gerek bölgesel, gerekse uluslararası düzeyde büyük ilgi görüyor.
Ülkede başbakanlık yarışı bu kez erken başladı. Tıpkı Şii din adamı Mukteda es-Sadr liderliğindeki Sadr Hareketi gibi büyük siyasi akımlar erken seçim propagandalarında başbakanlığı başlıca sloganları olarak benimsiyorlar.
Silahlı kanatları olmayan siyasi güçler başbakanlık için aday isim önerilerinde bulunamasalar da ittifaklarını oluştururken ana başlangıç ​​noktasını başbakanlık makamı olarak belirlediler. Başbakan Mustafa el-Kazimi’ye ikinci kez başbakan olma şansı verilebileceğine dair bilgiler sızarken özellikle (Şii) Sadr Hareketi’nin itiraz etmemesi nedeniyle bu ihtimal dışlanmıyor.
Irak'ın bölgedeki çeşitli taraflar arasında arabuluculuk yapma çabalarının bu seçimlere olan ilgiyi artırmış gibi görünüyor.

Kazimi’nin yeniden aday olmayacağını duyurmasına rağmen ikinci kez başbakan olması beklentileri söz konusu
Başbakan Kazimi'nin yaklaşan seçimlerde aday olmayacağını açıklaması ve desteklediği Merhale Partisi’nin seçimlere girmeyeceğini duyurması, bu seçeneğin amacına dair birçok anlayışın ortaya çıktığı bir dönüm noktası oldu. Bazı gözlemciler, bunu, bölgedeki büyük ülkelerde dahil olmak üzere Kazimi’nin ikinci kez başbakan olması için baskı uygulanmasına ilişkin bir ön hazırlık olarak görürken bazıları ise bunun, herhangi yeni bir partinin Şii seçim haritasına girmesini engellemek ve silahlı kanatları olmayan siyasi partilerin şartlarını bir sonraki aşamada öne sürmelerini sağlamak amacıyla Fetih Koalisyonu ve Sairun Koalisyonu’nun baskısı olduğuna inanıyorlar.
Arap ve bölge ülkelerin önümüzdeki seçimlerden sonra Irak’ta göreve gelecek iktidara yönelik ilgisi, özellikle Kazimi hükümetinin Tahran ve Riyad'ı yakınlaştırmak için yönlendirdiği arabuluculuğun yanı sıra uzlaşı yolunu açma ve formüle etme girişimlerinden sonra daha da arttı. Bu durum, bölgesel tarafların Kazimi’nin ikinci kez başbakan olmasını desteklemelerini sağlayabilir.  
Konuya ilişkin değerlendirmelerde bulunan siyaset araştırmacısı Bessam el-Kazvini, Kazimi’nin, bir çatışma sahasına dönüştükten sonra Irak’ı bir diyalog için masası haline getiren yeni bir vizyonu bir yere kadar uygulayabildiğini söyledi. Kazvini’ye göre bu da bölgedeki birçok ülke için bir buluşma noktasına dönüşen Bağdat'a farklı bir güç verdi. Kazvini, Başbakanlık seçimlerine yönelik dış müdahalenin türünün, ‘söz konusu vizyonu kimin sürdürdüğüne ve kimin önceki denklemlere geri dönmeye çalıştığına bağlı olacağına’ işaret etti.
Kazvini, yeni partilerin gelecekteki güç dengesini etkileyebilme imkanlarıyla ilgili olarak ise, halk hareketinin sloganlarını atan partilerin birkaç nedenden ötürü önümüzdeki seçimlere itiraz edemeyeceklerini, bunların başında seçimlere girdiklerini ilan ettikten sonra dahi halen devrimci modele bağlı kalmalarının geldiğini söyledi.
Kazvini, “Geleneksel partilerin deneyimleri, protesto hareketlerinde dile getirilen sorunları çözememelerine rağmen siyasi sermayeye sahip olmalarına dayanıyordu. Bu yüzden daha mevcut iktidar güçlerini bir kez daha tercih edecekler” dedi.

Erken seçim propagandaları ve afişler
Siyasi çevrelerin sık sık yapılan birçok Şii gücün temel şartının bir sonraki başbakanın seçim ittifakları yapması olduğu yönündeki konuşmalara rağmen gözlemciler, bunun, bir sonraki aşamada iktidarı paylaşma koşullarını ve yöntemlerini aşmak için kullanılacak bir baskı kartı olduğuna inanıyorlar.
Iraklı araştırmacı ve akademisyen Diyari el-Feyli, ‘bir sonraki başbakanın kimin olacağını belirleyecek siyasi dengelerin öngörülemeyeceğini’ düşünüyor. Bir sonraki süreç için iki motor güç olduğuna işaret eden Feyli, “Bunlardan birincisi, kendisine en yakın konumun ne olduğu henüz netleşmeyen protesto hareketinin seçimlere olan etkisidir. İkincisi ise, İran ve Suudi Arabistan arasındaki arabuluculuk bağlamında Kazimi hükümetinin çabalarının ardından Bağdat’ın elde ettiği bölgesel ve uluslararası etkidir” ifadelerini kullandı.
Feyli, İndependent Arabia’ya yaptığı açıklamada, “Büyük çoğunluğu protesto hareketini destekleyen halk, önümüzdeki seçimlerde bir kilometre taşı olacak. Çünkü Şii güçlerinin pek çok taraftarını kendi lehine çekebildi. Protesto hareketinin bu desteğe yaptığı yatırım, halkın bir sonraki başbakanı seçme denklemini büyük ölçüde etkilemesini sağlayacaktır” şeklinde konuştu.
Feyli’ye göre Şii çevrelerinin atmosferindeki bu değişim, siyasi partiler için, seçimlerden veya sonuçların açıklanmasından önce başbakanla ilgili erken uzlaşılara varılmasını sağlayacak en büyük motor güç olabilir.
‘Başbakan Sadr’ sloganını kullanan Sadr Hareketi ile ilgili olarak ise Feyli, bu sloganın mevcut seçmenleri motive etmek için bir seçim manevrası olmanın yanı sıra diğer taraflarla anlaşmaya varmak ve önceki anlaşmazlıkları gidermek için bir müzakere kartı olduğunu belirtti.
Feyli, şu anki gelişmelerin tamamının ön uzlaşıların birer göstergesi olduğunu ve çeşitli partilerin seçimlerde alacakları sonuçların, başbakanlıkla ilgili koşulları nasıl dayatacaklarını belirleyeceğini söyledi.

Olası bölgesel anlayışlar
Siyaset sahnesindeki bazı endişe konularının, özellikle birçok siyasi bloğun yaklaşan seçimlere katılım oranlarının halk arasında yeni bir öfke dalgasına neden olabileceği çekincesiyle bir sonraki aşamaya ilişkin erken bir fikir birliği oluşturmuş gibi görünüyor.
Iraklı siyaset bilimci Heysem el-Hiti ise Irak seçimlerinden sonraki siyasi haritanın bu kez, özellikle güç denklemi içindeki başlıca partiler tarafından erken çizildiğini düşünüyor. Hiti,  Kazimi'nin yaklaşan seçimlerde aday olmayacağını açıklamasının, bu denklemin bir parçası olduğunu vurguladı.
İndependent Arabia’ya açıklamalarda bulunan Hiti, başbakanlığa aday isimlere ilişkin erken anlayışları formüle etmedeki temel itici gücün, siyasi güçlerin yaklaşan seçimlere katılımın düşük olacağını anlamalarına bağladı. Hiti, seçimlere katılım oranının, Iraklıların seçim sürecine olan güvenini kıracağını gösteren bu durumun, siyasi partileri, iktidarın şekli üzerinde anlaşarak sorunların yaşanmasını önlemek için çabalamaya ittiğini söyledi.
Kazimi’nin, özellikle Sadr Hareketi ile iyi ilişkiler içerisinde olmasından ötürü ikinci kez başbakan olma ihtimalini dışlamayan Hiti, bir diğer ihtimalin ise eski Başbakan Haydar el-İbadi’nin yeniden başbakan olması olduğunu söyledi. Hiti, Kazimi'nin iktidara gelmesinin, İbadi'nin yeniden başbakan olması sürecinin başlangıcı olabileceğini öne sürdü.

Tahran - Washington denklemi yeniden gündemde
Tahran'ın eski Irak Başbakanı Adil Abdulmehdi'nin seçilmesi sürecinde benimsediği vizyonun 2018 seçimlerinde dışlanmasının ardından ABD ile İran arasındaki uyumlu denklem yeniden gündeme gelmiş gibi görünüyor.
Irak Siyasi Düşünce Merkezi Başkanı İhsan Şammari konuyla ilgili yaptığı değerlendirmede, mevcut aşamadaki değişikliğin nedenini, 2018 yılındaki seçim sürecinin aksine şuan Irak'ta ABD ve İran arasındaki mutabakatların yeniden sağlanmasına bağladı.
Şammari, İndependent Arabia’ya yaptığı açıklamada, “Bir sonraki başbakanın nasıl seçileceğine dair iki olasılık var. Birincisi, yeni güçlerin başbakanlık için kendi şartlarını dayatabilme olasılığını artıracak ve halkın geniş katılımına yol açacak olan adil seçimlerin kurulması ile ilgilidir. İkincisi ise hile yapılan, siyasi sermaye ve silahlı güçlerin seçim sürecine hakim olduğu ve ülkedeki üst düzey makamlara gelecek isimlerin seçiminde bir kez daha mezhepçi yaklaşımlara dönmeye iten önceki senaryonun yeniden sahneye koyulmasıdır” ifadelerini kullandı.
Şammari’ye göre bazı siyasi akımlar, başbakanlık sloganını bir seçim talebi olarak gündeme getiriyor. Bu da halkın seçimlere katılım oranını artırıyor. Şammari ayrıca başbakanlık koltuğunun, siyasi partilerin çoğunluğu ile mutabakata varılmadan elde edilemeyecek bir parlamento çoğunluğuna ihtiyaç duyduğunu da hatırlattı.

 


İsrail'de endişe verici istatistikler: Göç edenlerin sayısı geri dönenlerin iki katından fazla

Ailesi ve arkadaşları, 7 Ekim 2023'teki saldırıda hayatını kaybeden bir İsraillinin cenazesinin, İsrail'in güneyindeki Kibbutz Kfar Aza'daki evinin yakınına nakledilmesinin ve yeniden gömülmesinin ardından anma törenine katıldı. (Reuters)
Ailesi ve arkadaşları, 7 Ekim 2023'teki saldırıda hayatını kaybeden bir İsraillinin cenazesinin, İsrail'in güneyindeki Kibbutz Kfar Aza'daki evinin yakınına nakledilmesinin ve yeniden gömülmesinin ardından anma törenine katıldı. (Reuters)
TT

İsrail'de endişe verici istatistikler: Göç edenlerin sayısı geri dönenlerin iki katından fazla

Ailesi ve arkadaşları, 7 Ekim 2023'teki saldırıda hayatını kaybeden bir İsraillinin cenazesinin, İsrail'in güneyindeki Kibbutz Kfar Aza'daki evinin yakınına nakledilmesinin ve yeniden gömülmesinin ardından anma törenine katıldı. (Reuters)
Ailesi ve arkadaşları, 7 Ekim 2023'teki saldırıda hayatını kaybeden bir İsraillinin cenazesinin, İsrail'in güneyindeki Kibbutz Kfar Aza'daki evinin yakınına nakledilmesinin ve yeniden gömülmesinin ardından anma törenine katıldı. (Reuters)

İsrail Merkez İstatistik Bürosu'nun dün yayınladığı verilere göre, önümüzdeki hafta kutlanacak Yahudi Yeni Yılı (Roş Aşana) arifesinde İsrail'in nüfusu 10 milyon 148 bine yükseldi. Bu veriler, geçen yıl ülkeden göç eden İsraillilerin sayısının ilk kez geri dönenlerin sayısını aştığını doğruladı.

Yahudilerin sayısı 7 milyon 758 bine ulaşarak nüfusun yüzde 78,5'ini oluştururken, Arapların sayısı işgal altındaki Kudüs'teki Filistinliler ve Golan Tepeleri'ndeki Suriyeliler dahil olmak üzere 2 milyon 130 bine ulaşarak nüfusun yüzde 21,5'ini oluşturdu. Öte yandan İsrail'de yaklaşık 260 bin yabancı uyruklu vatandaş yaşıyor.

Rakamlara göre, İsrail'in nüfusu geçen Roş Aşana'dan bu yana yaklaşık 101 bin artarak yüzde 1'lik bir nüfus artışı kaydetti.

Merkez İstatistik Bürosu, 2024 yılında İsrail'den kayda değer bir göç dalgası yaşandığını, yaklaşık 82 bin İsraillinin ülkeyi terk ettiğini, İsrail'in ise sadece 31 bin yeni göçmen kabul ettiğini belirtti.

Resmi rakamlara göre, İsrail'in nüfusu 10 milyon 148 bin olarak tahmin ediliyor. Bunların yaklaşık 7 milyon 758 bini Yahudi ve diğerleri (İsrail'in toplam nüfusunun yüzde 78,5'i) ve yaklaşık 2 milyon 130 bini Arap (İsrail'in toplam nüfusunun yüzde 21,5'i). Buna ek olarak, ülkede yaklaşık 260 bin yabancı uyruklu kişi yaşıyor, bu da İsrail vatandaşı sayısının yaklaşık 9 milyon 888 bin olduğu anlamına geliyor.

Doğumlar açısından, İsraillilerin yıllık nüfus artış oranı 2023'teki yüzde 1,6'ya kıyasla yüzde 1,2’ye indi. 20 yaşın üzerindeki Yahudi nüfusun dini dağılımına bakıldığında, yüzde 42,7'si kendilerini dindar olmayan ve seküler, yüzde 21,5'i çok dindar olmayan muhafazakâr, yüzde 12'si dindar muhafazakâr, yüzde 12'si dindar ve yüzde 11,4'ü Haredi (ultra-Ortodoks) olarak tanımladı.

İsrail'e göç konusunda ülke, 2024 yılında 31 bin 100 göçmen kabul ederken, 2023 yılında bu sayı 46 bindi. Yurt dışına göç eden İsrailliler 2023 yılında 55 bin 300 kişi iken, 2024'te 82 bin 800 kişi İsrail'i terk etti; 2023'te 27 bin 800 kişi iken, 2024'te sadece 24 bin 200 kişi ülkeye geri döndü.

İsrail medyası bu istatistikleri olumsuz olarak nitelendirdi. İsrail Kamu Yayın Kuruluşu KAN, göç eden ve geri dönen sayılarının endişe verici olduğunu bildirdi. Kanal 12 televizyonu istatistikleri endişe verici olarak nitelendirirken Maariv gazetesi, “Haberler kötü. İsrailliler İsrail'i terk ediyor” başlığını attı.

İstatistiklerde erkeklerin ortalama yaşam süresi 81,4 yıl, kadınların ise 85,5 yıl olarak belirtilirken, ölüm oranı binde 5,3'e ulaştı.

Ölüm nedenlerinin yüzde 23,5'i kötü huylu hastalıklar (kanser vb.), yüzde 12,2'si ise kalp hastalıklarıydı. 7 Ekim 2023'ten yıl sonuna kadar, savaş nedeniyle bin 267 asker ve sivil hayatını kaybetti; bu, ölümlerin yaklaşık yüzde 2,5'ini oluşturuyor.

Yaşamdan memnuniyet, ekonomik durum ve geleceğe ilişkin değerlendirme konusunda, vatandaşların yüzde 91,1'i yaşamlarından memnun, yüzde 66,1'i ekonomik durumlarından memnun, yüzde 33,5'i mali durumlarından memnun değil ve yüzde 8,8'i mali durumlarından tam anlamıyla memnun değil.

İstatistikler, savaş sırasındaki göç durumunu ve İsrail'deki İsraillilerin durumunu ortaya koydu.

Şarku’l Avsat’ın İsrail medyasından aktardığına göre göçün nedenleri, savaş sırasında güvenlik eksikliği, zorlu ekonomik koşullar ve sosyal bölünmeler.

Rakamlar, dünyadaki Yahudi sayısını içermiyor.

İsrail Yahudi Ajansı’na göre dünyada 15,8 milyon Yahudi bulunuyor ve en büyük Yahudi nüfusu yaklaşık 6,3 milyon ile ABD'de.

Kalan 2,2 milyon Yahudi diğer ülkelerde yaşıyor; en büyük nüfus sırasıyla 438 bin ve 400 bin ile Fransa ve Kanada'da.

Ajans, geçen yılın istatistiklerine göre, İsrail, ABD, Fransa ve Kanada'dan sonra en büyük Yahudi nüfusuna sahip on ülkenin Birleşik Krallık (313 bin), Arjantin (170 bin), Almanya (125 bin), Rusya (123 bin), Avustralya (117 bin), Brezilya (90 bin), Güney Afrika (49 bin), Macaristan (45 bin), Meksika (41 bin) ve Hollanda (35 bin) olduğunu belirtti.

Ajans, istatistiklerin Yahudi olarak kendini tanımlayan veya en az bir ebeveyni Yahudi olan ve başka bir dine mensup olmayan kişilere dayandığını ifade etti.


Yeni İsrail ve yeni Ortadoğu

Donald Trump ve Binyamin Netanyahu, Beyaz Saray'ın girişinde, 4 Şubat 2025 (Reuters)
Donald Trump ve Binyamin Netanyahu, Beyaz Saray'ın girişinde, 4 Şubat 2025 (Reuters)
TT

Yeni İsrail ve yeni Ortadoğu

Donald Trump ve Binyamin Netanyahu, Beyaz Saray'ın girişinde, 4 Şubat 2025 (Reuters)
Donald Trump ve Binyamin Netanyahu, Beyaz Saray'ın girişinde, 4 Şubat 2025 (Reuters)

Elie Kuseyfi

ABD’nin Katar'ın başkenti Doha'da İsrail'in hedeflerine ulaşamadığı görünen saldırısına ilişkin tutumunu özetleyecek olursak Washington'ın bölgedeki müttefiklerinden Doha'da yaşananları önemsiz bir olay olarak görmelerini ve ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio'nun da söylediği gibi, herkesin istediği barışı sağlamak için asıl meselenin Hamas'ın ortadan kaldırılması olduğunu düşünmelerini istediğini söyleyebiliriz. Rubio yaptığı açıklamada, “Herkesin sadece geçtiğimiz hafta Doha'da olanlara değil, bundan sonra olacaklara da odaklanmasını sağlamaya çalışıyoruz” diye ekledi.
Donald Trump yönetiminin zihninde Hamas'ın ortadan kaldırılması, Gazze'de ertesi gün olacaklarla veya her zamankinden daha uzak olan barış süreciyle ilgili değil, daha çok Binyamin Netanyahu'nun kendisi ve belki de tek başına üstlendiğini iddia ettiği tüm Ortadoğu'yu değiştirme görevine bağlı. Aslında, Netanyahu’nun gündemini ABD yönetimine dayatmaya çalışıp çalışmadığı ya da onunla aynı fikirde olup olmadığı bir yana, her iki tarafın da Ortadoğu'yu değiştirme konusunda hemfikir olduğu açık, ancak aralarında temel bir fark var; tıpkı yaklaşık bir yıl önce, kendisi ile bir önceki ABD Başkanı Joe Biden yönetimi arasındaki gerilimin doruk noktasında, BM Genel Kurul toplantılarında söylediği gibi Netanyahu, bu sürecin lideri olarak hareket ediyor ve görevi tek başına üstleniyor. Şimdi Netanyahu, Trump'ın ikinci döneminde daha fazla hareket özgürlüğüne sahip olduğunu hissediyor ve Trump'ın, ihanete uğradığını hisseden Katar'ın konumunu anlamaya çalışsa da Doha'ya saldırdıktan sonra İsrail'in yanında yer alması şaşırtıcı değildi.

Ancak, Ortadoğu’nun Washington için bir öncelik olmadığı, ya da en azından bölgedeki bazılarının inandığı kadar öncelikli olmadığını belirtmekte fayda var. ABD Başkanı Donald Trump'ın ülkesinin önceliklerini yeniden düzenlediği doğru. Örneğin Washington’daki ‘derin devlete’ karşı intikam alma arzusu onun için bir öncelik gibi görünüyordu, ardından Rusya-Ukrayna savaşını sona erdirmek ana hedefi gibi görünüyordu. Trump, Joe Biden yerine kendisi başkan olsaydı bu savaşın 24 saat içinde sona ereceğini vaat etmiş ve savaşın bu kadar uzamayacağını söylemişti. Ancak, Demokrat Partili Biden yönetiminin önceliklerinin başında gelen Çin’in yükselişini kontrol altında tutmanın, Cumhuriyetçi Trump için de en önemli öncelik olmaya devam ettiği ve bu önceliğin köklü bir Amerikan ‘doktrini’ haline geldiği de bir gerçek.

Doha'ya yapılan saldırı, ABD’nin bu bölgeye yönelik herhangi bir stratejisinin İsrail stratejisinden bağımsız olarak var olmasının düşünülemez olduğunu ortaya koydu.

Burada soru değişiyor: Washington, bölgenin kontrolünü İsrail'e devrederek, kendi çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirmesi için mi yoksa Washington’ın diğer haritalar ve dosyalarla meşgul olması, Binyamin Netanyahu’nun bölgesel stratejisini kabul etmediği anlamına mı geliyor? Bu iki soruyu yanıtlamanın zorluğu, İsrail'in Washington'ın sonuçlarına katlanabileceği sürece uygun gördüğü her şeyi yapmaya hazır olduğu varsayımıyla, bölgesel savaşın hem ABD hem de İsrail tarafından nasıl yönetileceğini hayal etmekten bizi alıkoymuyor. Aynı durum İsrail’in Doha'ya saldırısı için de geçerli. Zira Netanyahu, belki de Trump ile koordineli olarak, Washington'ın ABD'nin müttefikine yönelik saldırının sonuçlarını kontrol altına alabileceğini, hatta bundan fayda sağlayabileceğini değerlendirmişti.

dfvg
Katar'ın başkenti Doha’da birkaç patlama sesi duyulduktan sonra yükselen dumanlar, 9 Eylül 2025 (Reuters)

Donald Trump, Doha'da İsrail'i tekrar hedef almayacağına söz verdiğine göre Netanyahu'nun Trump'ın sözünü bozması, oyunlarının sınırlarını aşmaması için çok zor olacak. Ancak Doha'ya yapılan saldırı, ABD’nin bu bölgeye yönelik herhangi bir stratejisinin İsrail stratejisinden bağımsız olarak var olmasının düşünülemez olduğunu ortaya koydu. Diğer bir deyişle, Washington'ın ‘bölgesel barış’ arayışı, barış vizyonunun sadece güç yoluyla gerçekleşebileceğine inanan Trump’ın yönetiminin İsrail'in Filistin topraklarında veya bölgenin tamamında bu barışın temellerini sarsabileceği görüşüyle çelişmiyor. Bu da bölge ülkeleri için en ciddi zorluk. Çünkü Washington'ın İsrail'e tanıdığı manevra alanı, tarihte eşi benzeri görülmemiş bir durum.

İsrail, 5 Haziran 1967'de başlayan Altı Gün Savaşı'ndan sonra ortaya çıkan ve ‘geri çekilme’ sonrasında savaştan çekilen orduların yerine kendisine karşı silahlı örgütlerin ortaya çıkmasına neden olan durumu ortadan kaldırdı ya da ortadan kaldırmaya çok yaklaştığını söyleyebiliriz.

Öte yandan, İsrail'in teknoloji, istihbarat ve askeri alanlardaki üstünlüğü, geçtiğimiz haziran ayında İsrail ile İran arasında 12 gün süren savaşla pekiştirilen bölgedeki güç dengesine dair hiçbir şüpheye yer bırakmıyor. Ancak İsrail’in bu üstünlüğünün İsrail için bir bedeli var. İsrail, özellikle Gazze Şeridi'nde, Hamas'a karşı ‘tam zafer’ sloganı altında bataklığa batmaya devam eden ve çıkış stratejisi görünmeyen açık bir savaşa girdi ve bataklığa batmaya devam ediyor. Bu zafer, artık Gazze'yi Gazzelilerin başına yıkmaktan veya onları zorla sürmekten başka bir anlam ifade etmiyor. Ancak Gazzelilerin topraklarına bağlılığı ve Mısır'ın onların yerinden edilmesine izin vermemesi göz önüne alındığında, onları nereye sürebilir ki?

Aynı durum İsrail'in dünya genelindeki imajı için de geçerli. BM müfettişlerinin salı günü, 2023 yılının ekim ayından bu yana İsrail’in Filistinlileri yok etmek amacıyla Gazze'de soykırım gerçekleştirdiği yönünde bir açıklamada bulunması burada büyük önem taşıyor. BM, Avrupa Birliği (AB) ülkelerinden 25 oy olmak üzere 142 oyla, geçtiğimiz temmuz ayında Suudi Arabistan ve Fransa'nın ortak girişimi ile kabul edilen ‘Filistin Sorununun Barışçıl Çözümü ve İki Devletli Çözümün Uygulanması Hakkında New York Deklarasyonu’nu destekleyen bir kararı kabul etti.

cvfg
ABD’nin New York kentindeki BM genel merkezinde, BM Genel Kurul üyelerinin Filistin sorunu ve iki devletli çözümün uygulanması konusunda verdikleri oyların sayısının gösterildiği ekranlar, 12 Eylül 2025 (Reuters)

Bu karar, BM Güvenlik Konseyi'nde (BMGK) ABD tarafından veto edilebilir. Ancak bu gelişme aynı zamanda geç de olsa, İsrail'in Filistinlilere yönelik saldırganlığına karşı küresel tepkinin önemli bir değişim geçirdiğinin bir kanıtı. Bu değişim geri döndürülemez ve İsrail ile İsraillilerin dünya genelinde karşılaşacakları gelecekteki zorlukların önünü açıyor. Bu zorlukların işaretleri Batı sokaklarında şimdiden görülmeye başladı. Ancak, uluslararası arenada Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre İsrail'e yönelik bu algı değişikliği İsrail'in saldırganlığına karşı koymak için gerekli araçları ve daha da önemlisi dünyayı anlamak için gerekli araçları anlamada Arap dünyasında da bir değişiklikle birlikte gerçekleşmeli.

İsrail, 5 Haziran 1967'de başlayan Altı Gün Savaşı'ndan sonra ortaya çıkan ve ‘Nekse’ (Toprak Kaybetme Günü) sonrasında savaştan çekilen orduların yerine kendisine karşı silahlı örgütlerin ortaya çıkmasına neden olan durumu ortadan kaldırdı ya da ortadan kaldırmaya çok yaklaştığını söyleyebiliriz. Ancak 1973'teki Ekim Savaşı geçici bir istisna oluşturdu ve bir daha tekrarlanmadı. Filistin’in efsanevi lideri Yaser Arafat'ın, mevcut bölgesel ve uluslararası güç dengesi göz önüne alındığında silahlı mücadelenin bir geleceği olmadığını erkenden fark ettiği ve bu yüzden Oslo Anlaşmaları seçeneğini tercih ettiği şüphe götürmez bir gerçek. Ancak, Arafat’ın bu riske girmenin karşılığını alıp alamadığı bir yana, Oslo Anlaşmalarına sadece İzak Rabin suikastı ve ardından anlaşmanın içeriden baltalanması ile İsrail'den tepki gelmedi. Aynı zamanda İran'ın da tepkisi vardı. Tahran, ‘direniş ekseni’ bayrağı altında Gazze ve Lübnan'da, ardından Suriye, Irak ve Yemen'de milis ağını destekledi ve Şam'ı ‘bağlantı noktası’ olarak kullandı.

7 Ekim 2023'ten bu yana bölgede yaşananlar, bölgesel manzarayı ve onu yöneten gerçek güç dengesini yeniden değerlendirmeyi gerektiriyor.   

Şimdi, İsrail'in 7 Ekim 2023 tarihinden beri sürdürdüğü bölgesel savaşın üzerinden iki yıl geçerken bu savaşın, 1967 yılında Nekse sonrasında ortaya çıkan duruma İsrail'in verdiği kapsamlı bir yanıt vermek ve amacının, yoluna çıkan tüm milis yapıları ortadan kaldırmak ve eğer İsrail-Amerika planının Tahran'a bu desteğin bedelini rejimini devirerek ödetmeye dayandığını göz ardı edersek İran rejimini bu yapılara destek vermeyi bırakmaya zorlamak olduğundan giderek daha fazla emin olunmaya başlanıyor.

Bu yüzden İsrail'in bölgede sürdürdüğü savaşın dayattığı bölgesel denklem, İran'ı vekilleri olmadan içine çekerek, balistik füze sistemi ile ilgili bölgesel davranışında ve nükleer ve savunma politikalarında köklü bir değişime zorlayacak mı, yoksa nihayetinde rejimin devrilmesine yol açacak mı? sorusu yanıt bekliyor. Tüm bu olasılıklar, bölge için, özellikle de savaşın Hizbullah'ın temel yeteneklerini yok ettiği Lübnan için önemli sonuçlar doğuruyor. Hizbullah, İran’dan kendisine silah ulaşmasını sağlayan bir köprü görevi gören Beşşar Esed rejiminin düşüşünden sonra bile, sanki eski haline dönebilecekmiş gibi davranıyor.

sdfrgt
İsrail tarafından Gazze kentinin er-Rimal Mahallesi’ndeki bazı binalara düzenlenen hava saldırısının ardından hayatta kalanları aramak için bir araya gelen Filistinliler, 30 Ağustos 2025 (AFP)

Ancak, tüm bu olasılıklara bakılmaksızın, 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana bölgede yaşananlar ve yaşanmakta olanlar, İran ve onun vekilleri tarafından yaratılan kafa karışıklığından uzaklaşarak, bölgesel manzarayı ve onu yöneten gerçek güç dengesini yeniden okumayı gerektiriyor. İsrail ordusuna karşı bir ordu olarak Filistin veya Lübnan direnişini inşa etme deneyimi feci bir şekilde başarısız oldu. Eğer ilgili taraflar toplu olarak intihar etmeyi düşünmezse bunun tekrarlanması beklenmiyor. 1967'de Nekse ile sona eren süreç, mevcut bölgesel ve ulusal koşullarda tekrarlanamazken aynı şekilde 7 Ekim 2023'te sona eren süreç de tekrarlanamaz. Ancak, 7 Ekim 2023 tarihinde İsrail'in dünyadaki imajındaki değişim açısından başlayan süreç, savaşın sona ermesiyle bitmeyecek. Daha yüksek bir hızda başlayacak ve ‘yeni İsrail’e yönelik yeni küresel bilince ayak uyduran yeni bir Arap bilinci oluşturacak olan siyasi, diplomatik, medyatik ve entelektüel bir mücadelede yatırım yapılabilir ve ilerletilebilir.      


BM Güvenlik Konseyi bugün Gazze ile ilgili yeni bir karar tasarısını oylayacak

 Yerlerinden edilmiş Filistinliler, eşyalarıyla birlikte Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki Nuseyrat Mülteci Kampı yakınındaki sahil yolu üzerinden güneye doğru yol alıyor. (AFP)
Yerlerinden edilmiş Filistinliler, eşyalarıyla birlikte Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki Nuseyrat Mülteci Kampı yakınındaki sahil yolu üzerinden güneye doğru yol alıyor. (AFP)
TT

BM Güvenlik Konseyi bugün Gazze ile ilgili yeni bir karar tasarısını oylayacak

 Yerlerinden edilmiş Filistinliler, eşyalarıyla birlikte Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki Nuseyrat Mülteci Kampı yakınındaki sahil yolu üzerinden güneye doğru yol alıyor. (AFP)
Yerlerinden edilmiş Filistinliler, eşyalarıyla birlikte Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki Nuseyrat Mülteci Kampı yakınındaki sahil yolu üzerinden güneye doğru yol alıyor. (AFP)

Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi bugün Gazze Şeridi'nde ateşkes çağrısı yapan ve kuşatma altındaki bölgeye insani yardımın ulaştırılmasını öngören bir karar tasarısı üzerinde yeniden oylama yapacak. Söz konusu öneri, ABD'nin tekrarlanan vetolarına rağmen 23 aydır devam eden savaş karşısında harekete geçmeye çalışan üye devletlerin çoğunluğu tarafından destekleniyor. Bugünkü oylama, İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik saldırılarının devam ettiği ve 14 Filistinlinin hayatını kaybettiği bir ortamda gerçekleşiyor.

Bu arada, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) Genel Direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus bugün, zaten baskı altında olan Gazze'deki hastanelerin, Gazze Şeridi'nin kuzeyinde İsrail'in kara harekatının genişlemesi nedeniyle ‘çöküşün eşiğinde’ olduğunu belirterek, ‘bu insanlık dışı koşulların sona ermesi’ çağrısında bulundu. Ghebreyesus, X platformunda yaptığı paylaşımda, “Gazze'nin kuzeyindeki askerî harekât ve tahliye emirleri, yeni bir göç dalgasına yol açarak, zaten psikolojik travma yaşayan aileleri, giderek küçülen bir alana itiyor. Baskı altında olan hastaneler çöküşün eşiğindeyken, şiddetin artması erişimi engelliyor ve WHO'nun hayati önem taşıyan ekipmanları ulaştırmasını engelliyor” ifadelerini kullandı.

Filistin Enformasyon Merkezi, bugün Gazze Şeridi'nde hayatını kaybeden 14 kişiden 9'unun Gazze şehrinden olduğunu bildirerek, ‘işgal güçlerinin Gazze şehrinin kuzeybatısında vatandaşların evlerini yıkmak için tonlarca patlayıcı yüklü 4 zırhlı aracı patlattığını’ kaydetti. Nuseyrat'taki el-Avde Hastanesi, dün gece, ‘İsrail işgal güçlerinin Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki el-Bureyc Mülteci Kampı’nın 7. Blok bölgesindeki bir evi hedef alması sonucu dört şehit ve on yaralıyı kabul ettiğini’ bildirdi.

İsrail Ordu Sözcüsü Avichay Adraee ise bugün, Gideon’un Savaş Arabaları 2 Operasyonu kapsamında çatışmaların genişlediğini duyurarak, ‘İsrail güçlerine karşı kullanılmak üzere patlayıcı cihazlar içeren bir silah deposuna saldırı düzenlendiğini’ kaydetti.

Adraee X platformu üzerinden yaptığı paylaşımda, “162. ve 98. tümenler, Gideon’un Savaş Arabaları 2 Operasyonu kapsamında Gazze şehrinde savaş operasyonlarını genişletiyor ve terörist altyapıyı yok ediyor” dedi.

Adraee’nin paylaşımının devamında şu ifadeler yer aldı: “İsrail Hava Kuvvetleri dün, Gazze şehrinde Hamas'a ait bir silah deposuna saldırı düzenledi. Bu depoda, bölgede faaliyet gösteren İsrail güçlerine karşı kullanılmak üzere hazırlanmış patlayıcı cihazlar depolanıyordu.”

‘Acil ateşkes’

Geçtiğimiz ağustos ayı sonunda seçilmiş üyeler, BM'nin Gazze Şeridi'nde resmi olarak kıtlık ilan etmesinin ardından karar taslağı üzerinde görüşmeler başlattı.

Metnin ilk taslağı, yardımların ulaştırılmasının önündeki tüm engellerin derhal kaldırılmasını talep ediyordu. Ancak diplomatik kaynaklar, Fransa ve Birleşik Krallık'ın, küresel barış ve güvenliği korumak için kurulmuş bir kuruluş tarafından yayınlanan ve ABD'nin her halükârda engelleyebileceği, tamamen insani yardım amaçlı bir kararın yararlılığı konusunda şüpheci olduklarını bildirdi.

Şarku’l Avsat’ın AFP’den aktardığına göre bugün oylamaya sunulacak olan karar taslağı, insani yardımların girişine getirilen kısıtlamaların kaldırılmasını talep ediyor. Aynı zamanda, ‘Gazze'de acil, koşulsuz, kalıcı ateşkes’ ve rehinelerin koşulsuz olarak serbest bırakılmasını talep ediyor.

İsrail ordusuna göre, 7 Ekim 2023'te Hamas'ın İsrail yerleşimlerine düzenlediği eşi görülmemiş saldırı sırasında kaçırılan 251 kişiden 47'si halen Gazze Şeridi'nde esir tutuluyor; bunlardan 25'i hayatını kaybetti.

ABD, daha önce BM Güvenlik Konseyi'nde oylamaya sunulan benzer karar taslaklarını reddetmişti. En son haziran ayında, müttefiki İsrail'i korumak için veto hakkını kullanmıştı.

Öfke ve hayal kırıklığı

Öncekilerle aynı kaderi paylaşması muhtemel olsa bile, bunu tekrar denemenin faydası olup olmadığı sorusu gündeme geliyor.

Bu soruya yanıt olarak bir Avrupalı diplomat, “Hiçbir şey yapmamak, BM Güvenlik Konseyi'nin 14 üyesine ve küresel kamuoyuna konumlarını açıklamak zorunda kalmayacak olan Amerikalılar için kolay olacaktır” diyerek, sadece ABD'nin veto hakkından korkulduğu için hiçbir şey yapmama fikrini reddetti.

İsmini vermek istemeyen diplomat, “Bu, sahadaki Filistinlilere pek yardımcı olmuyor, ama en azından çaba gösterdiğimizi göstermeye devam ediyoruz” ifadesini kullandı.

Önceki veto, BM Güvenlik Konseyi'nin diğer 14 üyesinin öfkesini uyandırdı. Bu üyeler, İsrail'e Gazze halkının içinde bulunduğu kötü durumu sona erdirmesi için baskı yapamamanın hayal kırıklığını giderek daha fazla dile getiriyorlar.

Yahudi devleti, Hamas'ın 7 Ekim 2023'te topraklarına düzenlediği saldırının ardından patlak veren savaşı durdurması için uluslararası baskıyla karşı karşıya.

İsrail'in resmi verilerine göre, söz konusu saldırıda İsrail tarafında çoğu sivil olmak üzere bin 219 kişi öldü.

BM'nin güvenilir bulduğu Hamas hükümeti tarafından yayınlanan rakamlara göre, 7 Ekim saldırısının ardından İsrail ordusu tarafından başlatılan şiddetli askerî harekât sonucunda Gazze Şeridi'nde çoğu sivil 65 binden fazla Filistinli öldürüldü.

Savaşın başlamasından bu yana İsrail tarafından kuşatma altında tutulan Filistin topraklarındaki iki milyondan fazla nüfusun büyük çoğunluğu yerinden edildi. İsrail'in Mart 2025 başında uyguladığı kuşatma mayıs sonundan bu yana nispeten hafifletilmiş olsa da, insani yardım bu topraklara sadece sınırlı miktarda ulaşabildi.