‘Siyasi bürokrasiye’ duyulan ihtiyaç, Ortadoğu’yu sakinliğe itiyor

Ortadoğu, diyaloğa doğru bir meyle tanık oluyor. Ülkeler, son zamanlarda müzakere seçeneklerini tercih ediyor (Getty)
Ortadoğu, diyaloğa doğru bir meyle tanık oluyor. Ülkeler, son zamanlarda müzakere seçeneklerini tercih ediyor (Getty)
TT

‘Siyasi bürokrasiye’ duyulan ihtiyaç, Ortadoğu’yu sakinliğe itiyor

Ortadoğu, diyaloğa doğru bir meyle tanık oluyor. Ülkeler, son zamanlarda müzakere seçeneklerini tercih ediyor (Getty)
Ortadoğu, diyaloğa doğru bir meyle tanık oluyor. Ülkeler, son zamanlarda müzakere seçeneklerini tercih ediyor (Getty)

Ziyad el-Fifi
Gözlemciler, dünyanın diğer bölgelerinde farklı düzeylerde var olduğu gibi Ortadoğu ülkelerinde gerçekte var olan ABD nüfuzunun ve siyasi davranışlarının kapsamını belirleme konusunda farklılık gösteriyor. Ayrıca gözlemciler, bölgenin kendini ve çatışmalarını yönetme becerisinin düzeyini belirleme hususunda da farklı görüşlere sahip. Ancak dünyadaki en etkin güç olması dolayısıyla ABD nüfuzunun asgari düzeyde bile olsa varlığına kimse itiraz etmiyor.
Bu durum, en açık olarak geçtiğimiz yüzyılda sınırlarının aşılmasından bu yana krizler bombardımanına tutulan Ortadoğu’da görünüyor. Bugün Ortadoğu, meşruiyetin çöküşü ve devlet dışı faktörlerin bu coğrafyanın geniş alanları üzerindeki kontrolü için bir model haline geldi. Büyük ülkeleri kapılarını korumaya ve asgari düzeyde bağımsızlık sağlamaya çalışsa bile, siyasi yaklaşımında dış etkinin varlığını daha net hale getiren coğrafyada ihlal edilen egemen arazinin birden fazla kapısı ve girişi bulunmakta.
Konuşmalar, asgari düzeyde devam ederken, ABD nüfuzunun asgari düzey yaklaşımı da ‘büyük ülkelerin ardışık siyasi karakterleri uyarınca, bu karakteri çatışmaya mı yoksa diyaloğa mı yönlendirdiklerinde’ yatıyor. Bu durum, bölgedeki tarihsel etkilerini uygulama açısından çelişkili gündemlere sahip art arda gelen ABD yönetimlerinde de belirgindi.
Washington, Arap bölgesini sürekli şekilde yaralayan taraflarla çatışmayı seçti. Örneğin İran, Başkan Donald Trump yönetimi sırasında Tahran’ın ‘askeri davranışlardan yararlanıp siyasi anlaşmalar yapmaya çalıştıktan sonra 800’den fazla yaptırıma maruz kalarak, diplomatik cephede kaybedecek hiçbir şeyi olmayan yaralı bir kaplana’ dönmesinin ardından bölge, uçurumun kenarına doğru ilerledi.
Trump’ın politikası uzun vadede İran rejimini yok etme iddiasına girse de daha kısa vadedeki sonuçları, en azından kalkınma ve ekonomik kazanımlara sahip Körfez ülkeleri açısından güvence sağlayamadı.

Siyasi bürokrasi
‘Trumpsal politikadaki’ en tehlike şey, neden olduğu belirsizlikti. Öyle ki orta, uzun ve hatta kısa vadede politika inşa etmek mümkün değildi. Ve herkes, kirli sınırlarda, siyasi ve güvenlik huzursuzluğu, karşılıklı bombardıman tehdidiyle dolu bir atmosferde duruyordu.
Eski başkanın politikasının bir diğer olumsuz yönü de eleştiri ağırlığı ve ABD yaptırımları altındaki Türk politikasına yönelik yaklaşımında ortaya çıkan ani dönüşlerdi. Ancak Başkan tarafından temsil edilen Beyaz Saray, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın maceralarına dair daha önce belirtilen pozisyonu dikkate almayan bir siyasi anlaşma çerçevesinde ani bir dönüş yaptı. Bu, bölgedeki politika yapıcılarının alışık olmadığı bir şeydi.
Tek bir siyaset şekli sağlamak son derece zor. Ama asgari düzeyde istikrar sağlamak da özellikle Arap bölgesi komşularının müdahale politikalarına sert bir tavır sergilemeyen Başkan Joe Biden ile mümkün olan siyasi sürprizlere yer vermez. Bu durum, bölgenin egemenliğini koruma gerekliliğiyle de uyumlu değil. Ancak bu bölgenin çözümleri kabul etmediği bilincine dayalı olarak maceraların ve öngörülemeyen olayların oranının sınırlı olduğu bir siyasi rutin yaratan sınırı zorlamaya çalışılıyor.
Öte yandan bölge ülkelerinin benimsedikleri politika şeklini belirlemede sahip oldukları marj göz ardı edilemez. Bu ülkeler, bugün müzakereleri kabul etmeden önce, diğer her münasebette barış girişimlerini her zaman reddetmişti. Bu, Suudi Arabistanlı yazar ve siyasi analist Abdurrahman et-Tariri tarafından da dile getirildi. Tariri, dünyadaki ve bölgedeki siyasi, ekonomik ve askeri rolündeki önemli düşüşe rağmen ABD’nin bölge siyasetindeki nüfuzunu en güçlü uluslararası kutup olarak nitelendirdi. Ancak Tariri’ye göre bölgedeki yatışma dalgasının tek nedeni olarak görülmesi, rahatsız edici kısır bir durum.
Abdurrahman et-Tariri, “Bölge, Arap Baharı dalgasından, ekonomik ve toplumsal etkilerinden bu yana on yıldır acı çekiyor. Bunun sonucu olarak terörist hareketler ortaya çıktı. Önemli Arap ülkeleri başarısız devletlere dönüştü ve bu da kendisini yatışmaya iten bir faktör oldu” dedi. Tariri, bölgenin son dört yıldır askeri çözümlerle sınandığını söylerken, “En önemli faktör, tüm bölgesel tarafların ‘askeri karar üzerine bahis oynama konusunun imkânsız hale geldiğini’ fark etmeleridir. Rusların müdahalesine rağmen Libya’da da Suriye’de de çözüm başarılamadı” değerlendirmesinde bulundu.

Ekonomik koşullar
Ekonomik reform ve kalkınma süreçlerinin içerisinde bulunduğu siyasi rutine duyulan ihtiyaç, bugün yaşanan gerilimi azaltma sürecinin tek nedeni değil. Bir bütün olarak dünyanın ve özellikle de bölgenin yaşadığı tarihsel durum, öncelikler listesine ‘ekonomik çöküşü sınırlama’ görevini ekliyor. Bu bağlamda Tariri, “Bölgedeki birçok taraf, petrol fiyatlarındaki düşüşten ve korona salgınının etkilerinden mustarip. Bu durum, Türkiye ve Lübnan gibi ülkelerde turizm gelirleri üzerindeki etkisinde ve dolayısıyla Ankara ve Tahran’da kötüleşen merkez bankalarının yeteneklerinde ve döviz kurunda da açıkça görülüyor” dedi. Körfez ülkelerindeki kalkınmanın faydalarına ve hükümetleri tarafından verilen refah vaatlerine ek olarak durumun, daha büyük ekonomik çöküşleri önlemek için genel olarak bölgesel bir sükûnet arzusu oluşturduğunu söyleyen analist, “Durum, bölgenin tahammül edemeyeceği sosyal patlamalara yol açabilir ve dolayısıyla kazananı ve kaybedeni olmayan temellere dayalı çözümlere tanık olacağız. Örneğin Suriye meselesi gibi bazı konular askıya alınabilir” değerlendirmesinde bulundu.
Suudi Arabistan- İran, Türkiye- Mısır müzakereleri ile bölgenin her köşesinde masalar oluşturuluyor, ayrıca ekonomik çekicin ve çatışmanın yüksek faturasının ağırlığı altında Suudi Arabistan ile müzakereler için bir Türk hazırlığına kapı aralanıyor. Bu bağlamda söz konusu bu dönüşüm, bir arada yaşamanın kaçınılmazlığına ilişkin bir inanç mı oluştu yoksa geçici bir tarihsel durum mu yaşanıyor sorusunu gündeme getirdi.
Şarkul Avsat'ın Independent Arabia'dan aktardığı analize göre, Iraklı akademisyen ve Siyasi Düşünce Merkezi Başkanı Dr. İhsan eş-Şammari, bu soruya şu ifadelerle yanıt verdi: “Bölgenin, koronavirüsün neden olduğu ekonomik kriz ışığında çatışmaları hafifletmeye yönelmesi, ülkelerin çoğunun çözüme gitme kanaatlerinin bir sonucudur. Çünkü çatışma faturası şu an daha pahalı. Bu yüzden İran, masaya oturdu. Suudi Arabistan, Yemen girişiminde bulundu. Türkiye, uzlaşmaya yöneldi.”
İhsan eş-Şammari’ye göre çözümün doğduğu bu bağlam, koşulları ‘birlikte yaşamanın gerekliliğine olan inançtan daha çok geçici bir siyasi durum’ haline getiriyor.

İç faktörler
Yatışma ihtiyacının doğuşu fikrini, ABD arzusunun yanı sıra, tarihsel bir zorunluluk olarak iç faktörlerle de güçlendirmek mümkün. Öyle ki geçen yılın sonunda birkaç Arap ülkesi, İsrail ile barış anlaşmaları imzalama eğilimindeydi. Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) listenin başında yer alırken, onu Bahreyn, Sudan, Fas ve İbrani devletle halihazırda var olan ilişkisini ilerletmeksizin anlaşmaları memnuniyetle karşılayan Umman takip etti.
Arap ülkeleri ve Washington arasında siyasi anlaşmalar şeklinde gelen bu dönüşüm, çözüm konusunda siyasi fikir birliğinin olmaması ve İsrail- Filistin çatışması meselesinin tasvir edilebileceği ciddi projelerin olmaması çerçevesinde Abu Dabi gibi bölgesel projeleri olan ülkeler açısından stratejik bir nedene sahip. Bu bağlamda siyasi analist Abdurrahman et-Tariri, durumun, gösterişli sözlerden ziyade çıkar söylemini güçlendirmeye yönelik büyük bir değişim oluşturduğunu belirtti. Tariri, “Direniş ekseninde kendisini büyük bir oyuncu olarak gösteren Suriye rejimi bile İsrail ile ilişkileri memnuniyetle karşılayan birkaç açıklama yaptı. Hizbullah tarafından yönetilen Lübnan’ın da Tel Aviv ile deniz sınırını çizmeye doğru ilerlediğini gördük” dedi.

Irak... Yeni Ortadoğu’da bir oyuncu
Sakinliğe doğru meyleden yeni siyasi sahnenin en belirgin sonucu, Irak’ın Riyad ve Tahran arasındaki çatışma yangınlarının söndürülmesinde rol oynamaya başlaması ve Adil Abdulmehdi ve Haydar el-İbadi döneminde iki başkent arasında oynadığı postacı rolünün ve Nuri el-Maliki dönemindeki taraflı rolünün ötesine geçmesi oldu. Irak Cumhurbaşkanı Berhem Salih’e göre Bağdat, iki taraf arasındaki görüşmelere ‘birçok defa’ ev sahipliği yaptı.
Aynı şekilde yayınlanan haberler de İstihbarat Teşkilatı Başkanı Halid el-Hamidani liderliğindeki bir Suudi Arabistan heyetinin, 9 Nisan’da Bağdat’ta İranlı yetkililerle görüştüğünü doğruladı. Reuters haber ajansının görüşmeler hakkında bilgi sahibi Batılı bir yetkiliden aktardığına göre Suudi Arabistan’ın bu ay daha fazla görüşme yapması bekleniyor.
İran’ın ev sahipliği yaptığı diyalog, Tahran’daki Suudi Arabistan Büyükelçiliği’ne 2016 yılında yapılan saldırıdan sonra Suudi Arabistan ile İran arasındaki ilişkilerin kesilmesinden bu yana gerginliği yatıştırmaya yönelik ilk ciddi çabayı temsil ediyor.
Birkaç yıldır süren siyasi kırılganlık sonrasında Başbakan Mustafa el-Kazimi’nin oynamayı başardığı yeni role ilişkin olarak Dr. İhsan eş-Şammari, “Durum, istikrarlı bir bölgeye ihtiyaç duyan Irak’ı bu rolü oynamaya iten ve bunun için koşullar oluşturan tarihi bir bağlamda geliyor” dedi. Bu duruma nasıl ulaşıldığına dair ise Iraklı akademisyen, “Riyad, yeni bir aşama ve yeni bir siyasi yaklaşımla karşı karşıya olduğu için Irak’a büyük bir güven duyuyor. Zira Irak, Arap bölgesinde şüphesiz bir ‘bir araya gelme anını’ temsil ediyor. Bu durum, ona büyük bir ivme kazandırdı. Öte yandan İran, Irak’ı kararlı bir nükleer müzakereler döneminde çözümler soluyabileceği siyasi bir akciğer olarak görüyor” dedi.

Türkiye ve bölgesel kalelerin yeniden inşası
Beyaz Saray yolunda farklı ABD başkanlarıyla karşı karşıya gelen Türkiye, Erdoğan ve politikalarından ne düzeyde hoşlanmadığını ifade etmekte hiçbir çekincesi olmayan bir Başkan’ın karşısında duruyor. Öyle ki bu Başkan, Türkiye’nin Mısır ve Suudi Arabistan ile ilişkileri yeniden kurarak bölgesel kaleler inşa etmeye çalışmasına neden oldu.
Bu bağlamda Türkiye Cumhurbaşkanı, ülkesinin ilişkileri normalleştirmek için Mısır ile diyaloğu güçlendireceğini söyleyerek, iki halk arasındaki tarihsel bağlara dikkat çekti.
Cumhurbaşkanı, yeni bir yol başlatacaklarını söylerken, önce istihbarat teşkilatlarının, ardından ise iki dışişleri bakanlığı yetkililerinin görüşmeler yaptığını belirtti ve bu yolu devam ettirip genişleteceklerini vurguladı.
Ankara’nın destek verdiği Müslüman Kardeşler’e mensup Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin görevden alınmasının ardından, 2013 yılında iki ülke arasındaki ilişkilerin kopması sonrasında bu görüşmeler, iki ülke arasındaki en yüksek resmi temasları oluşturdu.
Erdoğan, “Mısır halkına yaklaşımımız her zaman son derece olumlu oldu. Türkiye ve Mısır halklarının tarihi bağları var ve biz onları yeniden kurmaya çalışıyoruz” dedi.
Aynı şekilde geçtiğimiz Cuma günü Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, ilişkileri normalleştirme sürecini ilerletmek için Mısırlı mevkidaşı Sameh Şukri ile görüşmeye hazır olduğunu ifade etti. Çavuşoğlu ayrıca, Kahire’deki görüşmelerin olumlu bir atmosferde gerçekleştiğini vurguladı.
Bakan, gazetecilere de “Benimle Sayın Şukri arasında bir görüşme olabilir. Daha önce uluslararası toplantıların oturum aralarında görüşmüştük” şeklinde konuştu.
Çavuşoğlu, 2018’den bu yana ilk kez gelecek hafta Suudi Arabistan’a seyahat etmeyi planlıyor. Bu, Ankara’nın bölgede sarf ettiği çabalar kapsamında gelen bir ziyaret olacak.

 


Gazze Şeridi'nin yeniden inşası için ABD tarafından sunulan Güneşin Doğuşu Projesi, kapsamlı Arap planını geciktirecek mi?

Gazze Şeridi'nin güneyindeki yıkılmış binaların enkazı arasında yürüyen Filistinli bir adam (AFP)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki yıkılmış binaların enkazı arasında yürüyen Filistinli bir adam (AFP)
TT

Gazze Şeridi'nin yeniden inşası için ABD tarafından sunulan Güneşin Doğuşu Projesi, kapsamlı Arap planını geciktirecek mi?

Gazze Şeridi'nin güneyindeki yıkılmış binaların enkazı arasında yürüyen Filistinli bir adam (AFP)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki yıkılmış binaların enkazı arasında yürüyen Filistinli bir adam (AFP)

ABD kaynaklı sızıntılar, Gazze Şeridi’nin bir bölümünün yeniden inşasına yönelik Güneşin Doğuşu Projesi adlı bir planın hazırlandığına işaret etti. Planın, ABD Başkanı Donald Trump’ın damadı Jared Kushner’ın liderliğindeki bir ekip ile ABD’nin Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff tarafından hazırlandığı belirtiliyor. Bu gelişme, Gazze’de ateşkes anlaşmasının şu aşamada tıkanan ikinci safhasının en önemli unsurlarından biri olan ‘kapsamlı Arap planının’ hayata geçirilmesinde yaşanan aksaklıklar sürerken gündeme geldi.

Söz konusu ABD planı, Mısır’ın Washington ile ortaklaşa Gazze Şeridi’nin tamamının yeniden inşasının finansmanı için bir konferans düzenlemeyi değerlendirdiği bir dönemde ortaya çıktı. Kasım ayı sonunda ertelenen bu girişime ilişkin olarak Şarku’l Avsat’a konuşan uzmanlar, bunun ‘Mısır ve Arap dünyasının reddine rağmen Filistinlilerin yeniden yerinden edilmesine yönelik planların geri dönüşü’ anlamına geldiğini savunuyor. Uzmanlara göre bu durum üç olası senaryoyu gündeme getiriyor: ABD’nin kısmi planının Filistin’in Refah bölgesinde uygulanması ve Arap planının ertelenmesi; iki planın yerinden etme olmaksızın birleştirilmesi; ya da ateşkes anlaşmasının tamamlanamaması nedeniyle her iki planın da askıya alınması.

ABD’de yayımlanan Wall Street Journal gazetesi cuma günü yayımladığı haberinde, Kushner ve Witkoff tarafından hazırlanan ve Güneşin Doğuşu Projesi olarak adlandırılan planın, yabancı hükümetler ve yatırımcıların iş birliğiyle Gazze’nin enkazını gelecekte bir sahil destinasyonuna dönüştürmeyi hedeflediğini yazdı. Planda, Gazze halkının ‘çadırlardan lüks dairelere’ ve ‘yoksulluktan refaha’ taşınmasından söz edilirken, yeniden inşa süresince yerinden edilmiş yaklaşık iki milyon Filistinlinin nerede yaşayacağına dair net bir bilgi yer almadı.

Taslak metne göre projenin toplam maliyetinin on yıl içinde 112,1 milyar dolara ulaşması öngörülüyor. ABD’nin bu süre zarfında ‘önerilen tüm çalışma alanları’ için hibe ve borç garantileri sağlamayı taahhüt edeceği ifade ediliyor. Ancak gazeteye göre, yeniden inşa sürecinin Hamas’ın silahsızlandırılması ve tüm tünellerin imha edilmesi şartına bağlanması, projenin önündeki en büyük zorluklardan biri olarak öne çıkıyor.

Yeniden imarın dört aşamada gerçekleştirilmesi planlanıyor. Çalışmaların güneyde Refah ve Han Yunus’tan başlaması, ardından orta kesimdeki mülteci kamplarına ve son olarak Gazze kentine doğru ilerlemesi öngörülüyor. ‘Yeni Refah’ başlığını taşıyan bölümlerden birinde, bu bölgenin Gazze’de ‘yönetim merkezi’ haline getirilmesi ve 500 binden fazla kişiye ev sahipliği yapması tasarlanıyor. Söz konusu şehirde 100 binden fazla konut, 200’ü aşkın okul, 75’ten fazla sağlık tesisi ile 180 cami ve kültür merkezinin yer alması planlanıyor.

Bu sızıntılar, Yediot Aharonot gazetesinin internet sitesinin yaklaşık sekiz gün önce bir İsrailli yetkiliye dayandırdığı açıklamaların ardından geldi. Haberde, Tel Aviv’in ABD’nin talebi üzerine Gazze Şeridi’ndeki enkazın kaldırılmasının maliyetini üstlenmeyi ve bu büyük mühendislik operasyonunun sorumluluğunu almayı prensipte kabul ettiği, yeniden imar amacıyla da Gazze’nin güneyindeki Refah’ta bir bölgenin tahliyesine başlanacağı aktarılmıştı.

fr
Han Yunus'taki bir yardım kuruluşunun aşevinin önünde yemek almak için kabıyla birlikte bekleyen yerinden edilmiş bir Filistinli çocuk (AFP)

21 Ekim’de İsrail’de düzenlenen bir basın toplantısında konuşan Jared Kushner, İsrail ordusunun kontrolü altındaki bölgelerde Gazze’nin yeniden inşasının ‘titizlikle planlandığını’ söyledi. Kushner, “İsrail ordusunun kontrolündeki alanlarda, güvenliğin sağlanması hâlinde inşaata başlanması için şu anda değerlendirmeler yapılıyor. Bu bölgeler, Filistinlilere gidecekleri, çalışacakları ve yaşayacakları bir yer sunmak amacıyla ‘Yeni Gazze’ olarak tasarlanıyor” dedi. Kushner, Hamas’ın kontrolü altındaki bölgelere ise yeniden imar için herhangi bir fon ayrılmayacağını vurguladı.

Mısır Dış İlişkiler Konseyi üyesi ve eski Dışişleri Bakan Yardımcısı Reha Ahmed Hasan, Trump’ın barış planının en başından itibaren ABD ve İsrail’e daha geniş bir hareket alanı tanıdığını belirterek, Washington’ın gündeme getirdiği yeniden imar planının ‘Filistinlilerin bir kez daha yerinden edilmesi hedefini gerçekleştirmeye yönelik bir girişim’ olduğunu savundu.

Filistinli siyasi analist Abdulmehdi Mutava, Güneşin Doğuşu Projesi’nin, ABD’nin Gazze nüfusunun kısmen yerinden edilmesi fikrinden vazgeçmediğini gösterdiğini ifade ederek, planın İsrail’in güvenliğini önceleyen ve gayrimenkul yatırımlarına dayanan bir yaklaşım içerdiğini dile getirdi.

Wall Street Journal’a göre, Güneşin Doğuşu Projesi’ni inceleyen bazı ABD’li yetkililer, planın uygulanabilirliği konusunda ciddi şüpheler taşıyor. Yetkililer, Hamas’ın silahsızlanmayı kabul etmesinin zor olduğunu, bunun gerçekleşmesi hâlinde bile ABD’nin, savaş sonrası bir bölgenin yüksek teknolojiye sahip kentsel bir alana dönüştürülmesinin maliyetini üstlenecek zengin ülkeleri ikna edip edemeyeceğinin belirsiz olduğunu kaydediyor.

Bu şüphelere paralel olarak ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, cuma günü yaptığı açıklamada, “İki ya da üç yıl içinde yeni bir savaş çıkacağına inanılıyorsa, kimseyi Gazze’ye yatırım yapmaya ikna edemezsiniz” dedi. Rubio, uzun vadeli yeniden imar ve insani destek için bağışçıların bulunacağına dair güçlü bir güven taşıdıklarını da sözlerine ekledi.

Reha Ahmed Hasan ise Rubio’nun, Hamas’ın silahsızlandırılması konusunda İsrail’in söylemini tekrar ettiğini belirterek, ‘istikrar güçlerinin konuşlandırılması ve Hamas’ın silahsızlandırılması gibi yükümlülüklerin yerine getirilmemesi nedeniyle ateşkes anlaşmasının ikinci aşamasına geçmenin zor olduğunu’ ifade etti.

ABD kaynaklı bu sızıntılar, Mısır Dışişleri Bakanı Bedr Abdulati’nin, yaklaşık 17 gün önce Berlin’de Alman mevkidaşı Johann Wadephul ile düzenlediği basın toplantısında yaptığı açıklamaların ardından geldi. Abdulati, “Yeniden imar konferansı için ABD ile ortak bir başkanlık oluşturulması konusunda istişarelerde bulunuyoruz ve ortaklarla iş birliği içinde bu konferansın en kısa sürede yapılması için uygun bir tarih üzerinde uzlaşmayı umuyoruz” demişti.

dfgt
Han Yunus'taki bir yardım kuruluşunun aşevinden sıcak yemek almak için toplanan yerlerinden edilmiş Filistinliler (AFP)

Bunun ardından Katar Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Şeyh Muhammed bin Abdurrahman Al Sani, kısa süre önce Doha Forumu’nda düzenlenen bir oturumda, “Filistin halkını desteklemeyi sürdüreceğiz, ancak başkalarının yıktığını yeniden inşa etmeyi finanse etmeyeceğiz” dedi. Şarku’l Avsat’a konuşan uzmanlar, söz konusu Katar açıklamalarını, ‘Washington’a İsrail’i çekilmeye zorlaması ve yeniden imar sürecini başlatması yönünde bir baskı’ olarak değerlendirdi.

Kahire’nin kasım ayı sonunda düzenlemesi planlanan Gazze Şeridi’nin yeniden imarına ilişkin konferans ise gerekçe açıklanmaksızın ertelenmişti. Mısır Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Temim Hallaf, geçtiğimiz ayın sonunda Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, konferansın ertelenme nedenine ilişkin bir soruya yanıt olarak, Kahire’nin ‘Gazze Şeridi’nde erken toparlanma ve yeniden imar konferansının başarılı olması için bölgesel ve uluslararası ortaklarla uygun ortamı hazırlamak üzere çalıştığını’ ifade etmişti.

Reha Ahmed Hasan, ABD tarafından gündeme getirilen planların ‘kapsamlı Arap yeniden imar planı’ çerçevesindeki süreci geciktirebileceği görüşünü dile getirerek, yeniden imar konferansının aksamasını birinci aşamanın tamamlanmaması ve İsrail’in çekilmemesiyle ilişkilendirdi. Yeni yeniden imar planına ilişkin olası senaryoları değerlendiren Hasan, Filistinlilerin yerinden edilmemesi şartıyla Arap ve ABD planlarının birleştirilebileceğini söyledi.

Abdulmehdi Mutava ise yeniden imarın geleceğine dair üç ihtimal üzerinde durdu. Mutava’ya göre, ABD planının tek başına hayata geçirilmesi ve kapsamlı Arap planının ertelenmesi, ya da birinci aşamanın tamamlanmaması nedeniyle sürecin tıkanıklığının sürmesi ve her iki planın da uygulamaya geçememesi olasılıklar arasında yer alıyor.


İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’da düzenlediği saldırılarda 5 Filistinli hayatını kaybetti

Filistin sivil savunma ekipleri, Gazze Şeridi’ne yönelik İsrail saldırılarında hayatını kaybedenlerin cenazelerini aramak için Han Yunus’taki bir evin enkazını kaldırıyor (EPA)
Filistin sivil savunma ekipleri, Gazze Şeridi’ne yönelik İsrail saldırılarında hayatını kaybedenlerin cenazelerini aramak için Han Yunus’taki bir evin enkazını kaldırıyor (EPA)
TT

İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’da düzenlediği saldırılarda 5 Filistinli hayatını kaybetti

Filistin sivil savunma ekipleri, Gazze Şeridi’ne yönelik İsrail saldırılarında hayatını kaybedenlerin cenazelerini aramak için Han Yunus’taki bir evin enkazını kaldırıyor (EPA)
Filistin sivil savunma ekipleri, Gazze Şeridi’ne yönelik İsrail saldırılarında hayatını kaybedenlerin cenazelerini aramak için Han Yunus’taki bir evin enkazını kaldırıyor (EPA)

Gazze Şeridi’nin doğusundaki Şucaiyye Mahallesi’nde İsrail ordusunun bugün (pazar) sabah saatlerinde düzenlediği hava saldırısında üç Filistinli yaşamını yitirdi. Batı Şeria’da ise iki Filistinli, İsrail askerlerinin açtığı ateş sonucu öldürüldü.

Filistin resmi ajansı WAFA’nın sağlık kaynaklarına dayandırdığı habere göre Şucaiyye’de İsrail insansız hava aracının sivillerin bulunduğu bir topluluğu hedef alması sonucu bir kişi hayatını kaybetti.

Aynı kaynaklar, İsrail savaş uçaklarının Mansura Caddesi üzerindeki Şeva akaryakıt istasyonu yakınında iki sivili öldürdüğünü bildirdi.

Bu ölümlerle birlikte, 11 Ekim’de yürürlüğe giren ateşkes anlaşmasından bu yana can kaybı 404’e, yaralı sayısı ise 1108’e yükseldi.

Öte yandan İsrail ordusu, Batı Şeria’nın kuzeyinde yürütülen operasyonlarda iki Filistinliyi öldürdüğünü duyurdu.

Kuzeydeki Kabatiya bölgesinde bir Filistinli gencin askerlere taş attığını belirten ordu, askerlerin ateş açtığını ve gencin öldüğünü açıkladı. Ramallah’taki Filistin Sağlık Bakanlığı, hayatını kaybeden kişinin 16 yaşında olduğunu belirtti.

Diğer yandan Silat el-Harithiya bölgesinde bir Filistinlinin askerlere el yapımı patlayıcı attığı gerekçesiyle öldürüldüğü bildirildi. Filistin Sağlık Bakanlığı, 22 yaşındaki gencin göğsünden vurularak öldüğünü açıkladı.

Gazze Savaşı’nın Ekim 2023’te başlamasının ardından Batı Şeria’daki gerilim belirgin şekilde yükseldi. İsrail ordusu bu süreçte, bölgede faaliyet gösteren silahlı gruplara karşı operasyonlarını yoğunlaştırdı.

Filistin Sağlık Bakanlığı verilerine göre, son iki yılda Batı Şeria’da 1030 Filistinli öldürüldü; bunların 235’i yalnızca bu yıl içinde gerçekleşti.


Iraklı gruplar, silahların devletin elinde sınırlandırılması çağrısına katıldı

Bağdat'taki Halk Seferberlik Güçleri (Haşdi Şabi) unsurları tarafından düzenlenen bir tören (DPA)
Bağdat'taki Halk Seferberlik Güçleri (Haşdi Şabi) unsurları tarafından düzenlenen bir tören (DPA)
TT

Iraklı gruplar, silahların devletin elinde sınırlandırılması çağrısına katıldı

Bağdat'taki Halk Seferberlik Güçleri (Haşdi Şabi) unsurları tarafından düzenlenen bir tören (DPA)
Bağdat'taki Halk Seferberlik Güçleri (Haşdi Şabi) unsurları tarafından düzenlenen bir tören (DPA)

Iraklı milis gruplarının liderleri son günlerde silahların devletin elinde sınırlandırılması çağrısı yapmaya başladı. Bu gelişme, yerel düzeyde sürpriz, soru işaretleri ve eleştirileri beraberinde getirdi. Zira söz konusu isimler, kısa süre öncesine kadar direniş eksenine mensup oldukları gerekçesiyle silahlarını açıkça sergiliyor, devlete meydan okuyor; ABD karşıtlığını vurgulayarak Amerikan güçlerinin Irak’tan çekilmesini talep ediyordu.

Yerel analizlerde bu olgu, Irak’taki Amerikan baskıları, olası bölgesel dönüşümler ve bu grupların yeni parlamentoda sandalye kazanmalarının ardından siyasi alana yönelme arayışlarıyla ilişkilendiriliyor.

Diğer yandan Ulusal Hikmet Hareketi lideri Ammar el-Hekim’in çağrısına ek olarak, son iki gün içinde ABD’nin yaptırım ve terör listesinde yer alan, fraksiyonlarla bağlantılı üç tanınmış isimden de silahların devletin elinde sınırlandırılması yönünde çağrılar geldi.

Üç grup

Bu isimlerin başında, yaklaşık 27 sandalyeyle parlamentoda güçlü bir varlık elde eden Asaib Ehli’l Hak Hareketi Genel Sekreteri Kays el-Hazali geliyor. Hazali cuma günü yaptığı açıklamada, “Silahların devletin elinde sınırlandırılmasına inanıyoruz ve bunu gerçekçi adımlarla hayata geçirmek için çalışacağız” dedi. Aynı yönde açıklamalar, Ensarullah el-Evfiya Hareketi Genel Sekreteri Haydar el-Garavi ile İmam Ali Tugayları lideri Şibl ez-Zeydi’den de geldi.

Üç grubun liderlerini ortak paydada buluşturan unsurlar, Şii Koordinasyon Çerçevesi güçleri çatısı altında yer almaları ve ABD’nin terör listesinde bulunmaları olarak öne çıkıyor. Bu durum, söz konusu isimlerin, silahlı gruplara mensup unsurların yeni kurulacak hükümette yer almasına karşı çıkan Washington’a yönelik siyasi manevra arayışında oldukları yorumlarını güçlendiriyor.

Irak’ta en yüksek yargı organının başkanı dün yaptığı açıklamada, silahların devletin elinde sınırlandırılması konusunda silahlı grupların liderlerinin iş birliğine onay verdiğini duyurdu.

Yüksek Yargı Konseyi Başkanı Faik Zeydan, yayımladığı açıklamada, ‘hukukun üstünlüğünün sağlanması, silahların devletin elinde sınırlandırılması ve askeri çalışmaya duyulan ulusal ihtiyacın ortadan kalkmasının ardından siyasi faaliyete geçilmesi’ yönündeki tavsiyesine olumlu yanıt verdikleri için ‘kardeş fraksiyon liderlerine’ teşekkür etti.

Washington'ın ciddiyeti

İslamcı gruplar üzerine çalışan araştırmacı Nizar Haydar, fraksiyon liderlerinin silahların devletin elinde sınırlandırılmasına yönelik çağrılarının, ‘Şii güçler ve tüm fraksiyonların, fraksiyonları içeren yeni bir hükümetle anlaşmayı reddeden Amerikan tutumunun ciddiyetini hissetmeye başlamasından’ kaynaklandığına inanıyor.

Haydar, Şarku’l Avsat’a yaptığı değerlendirmede, “Fraksiyonlar, ABD’nin Irak Özel Temsilcisi Mark Savaya’nın Bağdat’a gelmesinden önce Washington’a iyi niyetlerini kanıtlamak için şu sıralar zamanla yarışıyor” ifadesini kullandı.

Haydar, silahlı fraksiyonları iki gruba ayırıyor. İlk grup, siyasi ve seçim sürecine çeşitli aşamalarda dahil olan, son olarak da son parlamento seçimlerine katılan ve geçmiş hükümetlerde bir ya da daha fazla bakanla temsil edilen fraksiyonlardan oluşuyor. Bu gruplar, devlet otoritesi dışında silahlı bir güç olmaktan çıkarak, güvenlik başta olmak üzere devlet kurumlarının bir parçası haline gelmeyi hedefliyor.

Haydar’a göre bu ilk grup, ‘uluslararası ve bölgesel toplum nezdinde, özellikle de ABD’de kabul görmek amacıyla bugün silahların devlet elinde sınırlandırılmasını savunan kesim’ olarak öne çıkıyor.

İkinci grup ise son parlamento seçimlerine katılmış olmalarına rağmen kendilerini hâlâ siyasi sürecin içinde görmeyen, ‘direniş’ söylemini kullanmaya devam eden ve devlete tam entegrasyonunu ilan etmeden önce mümkün olan en büyük siyasi, mali ve güvenlik kazanımlarını elde etmeye çalışan fraksiyonlardan oluşuyor.

Aşamalı taktik

Siyasi Düşünce Merkezi Başkanı İhsan eş-Şemmeri de ABD’nin fraksiyonlar üzerindeki baskısının önem ve etkisi konusunda aynı görüşü paylaşıyor ve bu baskının, söz konusu grupları devlet çerçevesi dışında silah taşımaktan vazgeçtiklerini açıklamaya zorladığını belirtiyor.

Şemmeri, Şarku’l Avsat’a yaptığı değerlendirmede, “Silahsızlanma çağrıları; ABD’nin silahların dağıtılması ve devlet ile silahlı kuvvetler başkomutanının denetimi altında toplanması yönündeki şartlarıyla ve Savaya’nın Irak’a gelişinin yaklaşmasıyla eşzamanlı olması bakımından ele alınmalı” dedi.

Bu çağrıların aynı zamanda yeni hükümetin kurulmasına yönelik müzakerelerin zamanlamasıyla da bağlantılı olduğunu ifade eden Şemmeri, “Bu gruplar, ABD’nin bu yöndeki itirazlarının boyutunu bilerek yeni hükümete dahil olmayı hedefliyor” değerlendirmesinde bulundu.

defrt
Ketaib Hizbullah üyeleri, Eylül 2024'te Bağdat'ta düzenlenen bir geçit töreninde (Reuters)

Şemmeri, söz konusu çıkışların, ‘ABD’nin bu tür çağrılara vereceği tepkiyi ölçmeyi amaçlayan geçici ve taktiksel bir bağlamda’ gündeme gelmiş olabileceğini, aynı zamanda bu fraksiyonların Washington ile doğrudan müzakerelere girmesi için bir kapı aralayabileceğini de dile getirdi.

Iraklı fraksiyonların çağrılarının, Hizbullah’ın söyleminden bağımsız ele alınamayacağını vurgulayan Şemmeri, bu tutumun Hizbullah’ın silahsızlanmaya ilişkin şartlarıyla örtüştüğünü belirterek, “Amaç, silahsızlanma sürecinin ABD ve dış baskıların sonucu değil, yerel ve iç düzenlemelerin bir parçası gibi görünmesini sağlamak” dedi.