‘Siyasi bürokrasiye’ duyulan ihtiyaç, Ortadoğu’yu sakinliğe itiyor

Ortadoğu, diyaloğa doğru bir meyle tanık oluyor. Ülkeler, son zamanlarda müzakere seçeneklerini tercih ediyor (Getty)
Ortadoğu, diyaloğa doğru bir meyle tanık oluyor. Ülkeler, son zamanlarda müzakere seçeneklerini tercih ediyor (Getty)
TT

‘Siyasi bürokrasiye’ duyulan ihtiyaç, Ortadoğu’yu sakinliğe itiyor

Ortadoğu, diyaloğa doğru bir meyle tanık oluyor. Ülkeler, son zamanlarda müzakere seçeneklerini tercih ediyor (Getty)
Ortadoğu, diyaloğa doğru bir meyle tanık oluyor. Ülkeler, son zamanlarda müzakere seçeneklerini tercih ediyor (Getty)

Ziyad el-Fifi
Gözlemciler, dünyanın diğer bölgelerinde farklı düzeylerde var olduğu gibi Ortadoğu ülkelerinde gerçekte var olan ABD nüfuzunun ve siyasi davranışlarının kapsamını belirleme konusunda farklılık gösteriyor. Ayrıca gözlemciler, bölgenin kendini ve çatışmalarını yönetme becerisinin düzeyini belirleme hususunda da farklı görüşlere sahip. Ancak dünyadaki en etkin güç olması dolayısıyla ABD nüfuzunun asgari düzeyde bile olsa varlığına kimse itiraz etmiyor.
Bu durum, en açık olarak geçtiğimiz yüzyılda sınırlarının aşılmasından bu yana krizler bombardımanına tutulan Ortadoğu’da görünüyor. Bugün Ortadoğu, meşruiyetin çöküşü ve devlet dışı faktörlerin bu coğrafyanın geniş alanları üzerindeki kontrolü için bir model haline geldi. Büyük ülkeleri kapılarını korumaya ve asgari düzeyde bağımsızlık sağlamaya çalışsa bile, siyasi yaklaşımında dış etkinin varlığını daha net hale getiren coğrafyada ihlal edilen egemen arazinin birden fazla kapısı ve girişi bulunmakta.
Konuşmalar, asgari düzeyde devam ederken, ABD nüfuzunun asgari düzey yaklaşımı da ‘büyük ülkelerin ardışık siyasi karakterleri uyarınca, bu karakteri çatışmaya mı yoksa diyaloğa mı yönlendirdiklerinde’ yatıyor. Bu durum, bölgedeki tarihsel etkilerini uygulama açısından çelişkili gündemlere sahip art arda gelen ABD yönetimlerinde de belirgindi.
Washington, Arap bölgesini sürekli şekilde yaralayan taraflarla çatışmayı seçti. Örneğin İran, Başkan Donald Trump yönetimi sırasında Tahran’ın ‘askeri davranışlardan yararlanıp siyasi anlaşmalar yapmaya çalıştıktan sonra 800’den fazla yaptırıma maruz kalarak, diplomatik cephede kaybedecek hiçbir şeyi olmayan yaralı bir kaplana’ dönmesinin ardından bölge, uçurumun kenarına doğru ilerledi.
Trump’ın politikası uzun vadede İran rejimini yok etme iddiasına girse de daha kısa vadedeki sonuçları, en azından kalkınma ve ekonomik kazanımlara sahip Körfez ülkeleri açısından güvence sağlayamadı.

Siyasi bürokrasi
‘Trumpsal politikadaki’ en tehlike şey, neden olduğu belirsizlikti. Öyle ki orta, uzun ve hatta kısa vadede politika inşa etmek mümkün değildi. Ve herkes, kirli sınırlarda, siyasi ve güvenlik huzursuzluğu, karşılıklı bombardıman tehdidiyle dolu bir atmosferde duruyordu.
Eski başkanın politikasının bir diğer olumsuz yönü de eleştiri ağırlığı ve ABD yaptırımları altındaki Türk politikasına yönelik yaklaşımında ortaya çıkan ani dönüşlerdi. Ancak Başkan tarafından temsil edilen Beyaz Saray, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın maceralarına dair daha önce belirtilen pozisyonu dikkate almayan bir siyasi anlaşma çerçevesinde ani bir dönüş yaptı. Bu, bölgedeki politika yapıcılarının alışık olmadığı bir şeydi.
Tek bir siyaset şekli sağlamak son derece zor. Ama asgari düzeyde istikrar sağlamak da özellikle Arap bölgesi komşularının müdahale politikalarına sert bir tavır sergilemeyen Başkan Joe Biden ile mümkün olan siyasi sürprizlere yer vermez. Bu durum, bölgenin egemenliğini koruma gerekliliğiyle de uyumlu değil. Ancak bu bölgenin çözümleri kabul etmediği bilincine dayalı olarak maceraların ve öngörülemeyen olayların oranının sınırlı olduğu bir siyasi rutin yaratan sınırı zorlamaya çalışılıyor.
Öte yandan bölge ülkelerinin benimsedikleri politika şeklini belirlemede sahip oldukları marj göz ardı edilemez. Bu ülkeler, bugün müzakereleri kabul etmeden önce, diğer her münasebette barış girişimlerini her zaman reddetmişti. Bu, Suudi Arabistanlı yazar ve siyasi analist Abdurrahman et-Tariri tarafından da dile getirildi. Tariri, dünyadaki ve bölgedeki siyasi, ekonomik ve askeri rolündeki önemli düşüşe rağmen ABD’nin bölge siyasetindeki nüfuzunu en güçlü uluslararası kutup olarak nitelendirdi. Ancak Tariri’ye göre bölgedeki yatışma dalgasının tek nedeni olarak görülmesi, rahatsız edici kısır bir durum.
Abdurrahman et-Tariri, “Bölge, Arap Baharı dalgasından, ekonomik ve toplumsal etkilerinden bu yana on yıldır acı çekiyor. Bunun sonucu olarak terörist hareketler ortaya çıktı. Önemli Arap ülkeleri başarısız devletlere dönüştü ve bu da kendisini yatışmaya iten bir faktör oldu” dedi. Tariri, bölgenin son dört yıldır askeri çözümlerle sınandığını söylerken, “En önemli faktör, tüm bölgesel tarafların ‘askeri karar üzerine bahis oynama konusunun imkânsız hale geldiğini’ fark etmeleridir. Rusların müdahalesine rağmen Libya’da da Suriye’de de çözüm başarılamadı” değerlendirmesinde bulundu.

Ekonomik koşullar
Ekonomik reform ve kalkınma süreçlerinin içerisinde bulunduğu siyasi rutine duyulan ihtiyaç, bugün yaşanan gerilimi azaltma sürecinin tek nedeni değil. Bir bütün olarak dünyanın ve özellikle de bölgenin yaşadığı tarihsel durum, öncelikler listesine ‘ekonomik çöküşü sınırlama’ görevini ekliyor. Bu bağlamda Tariri, “Bölgedeki birçok taraf, petrol fiyatlarındaki düşüşten ve korona salgınının etkilerinden mustarip. Bu durum, Türkiye ve Lübnan gibi ülkelerde turizm gelirleri üzerindeki etkisinde ve dolayısıyla Ankara ve Tahran’da kötüleşen merkez bankalarının yeteneklerinde ve döviz kurunda da açıkça görülüyor” dedi. Körfez ülkelerindeki kalkınmanın faydalarına ve hükümetleri tarafından verilen refah vaatlerine ek olarak durumun, daha büyük ekonomik çöküşleri önlemek için genel olarak bölgesel bir sükûnet arzusu oluşturduğunu söyleyen analist, “Durum, bölgenin tahammül edemeyeceği sosyal patlamalara yol açabilir ve dolayısıyla kazananı ve kaybedeni olmayan temellere dayalı çözümlere tanık olacağız. Örneğin Suriye meselesi gibi bazı konular askıya alınabilir” değerlendirmesinde bulundu.
Suudi Arabistan- İran, Türkiye- Mısır müzakereleri ile bölgenin her köşesinde masalar oluşturuluyor, ayrıca ekonomik çekicin ve çatışmanın yüksek faturasının ağırlığı altında Suudi Arabistan ile müzakereler için bir Türk hazırlığına kapı aralanıyor. Bu bağlamda söz konusu bu dönüşüm, bir arada yaşamanın kaçınılmazlığına ilişkin bir inanç mı oluştu yoksa geçici bir tarihsel durum mu yaşanıyor sorusunu gündeme getirdi.
Şarkul Avsat'ın Independent Arabia'dan aktardığı analize göre, Iraklı akademisyen ve Siyasi Düşünce Merkezi Başkanı Dr. İhsan eş-Şammari, bu soruya şu ifadelerle yanıt verdi: “Bölgenin, koronavirüsün neden olduğu ekonomik kriz ışığında çatışmaları hafifletmeye yönelmesi, ülkelerin çoğunun çözüme gitme kanaatlerinin bir sonucudur. Çünkü çatışma faturası şu an daha pahalı. Bu yüzden İran, masaya oturdu. Suudi Arabistan, Yemen girişiminde bulundu. Türkiye, uzlaşmaya yöneldi.”
İhsan eş-Şammari’ye göre çözümün doğduğu bu bağlam, koşulları ‘birlikte yaşamanın gerekliliğine olan inançtan daha çok geçici bir siyasi durum’ haline getiriyor.

İç faktörler
Yatışma ihtiyacının doğuşu fikrini, ABD arzusunun yanı sıra, tarihsel bir zorunluluk olarak iç faktörlerle de güçlendirmek mümkün. Öyle ki geçen yılın sonunda birkaç Arap ülkesi, İsrail ile barış anlaşmaları imzalama eğilimindeydi. Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) listenin başında yer alırken, onu Bahreyn, Sudan, Fas ve İbrani devletle halihazırda var olan ilişkisini ilerletmeksizin anlaşmaları memnuniyetle karşılayan Umman takip etti.
Arap ülkeleri ve Washington arasında siyasi anlaşmalar şeklinde gelen bu dönüşüm, çözüm konusunda siyasi fikir birliğinin olmaması ve İsrail- Filistin çatışması meselesinin tasvir edilebileceği ciddi projelerin olmaması çerçevesinde Abu Dabi gibi bölgesel projeleri olan ülkeler açısından stratejik bir nedene sahip. Bu bağlamda siyasi analist Abdurrahman et-Tariri, durumun, gösterişli sözlerden ziyade çıkar söylemini güçlendirmeye yönelik büyük bir değişim oluşturduğunu belirtti. Tariri, “Direniş ekseninde kendisini büyük bir oyuncu olarak gösteren Suriye rejimi bile İsrail ile ilişkileri memnuniyetle karşılayan birkaç açıklama yaptı. Hizbullah tarafından yönetilen Lübnan’ın da Tel Aviv ile deniz sınırını çizmeye doğru ilerlediğini gördük” dedi.

Irak... Yeni Ortadoğu’da bir oyuncu
Sakinliğe doğru meyleden yeni siyasi sahnenin en belirgin sonucu, Irak’ın Riyad ve Tahran arasındaki çatışma yangınlarının söndürülmesinde rol oynamaya başlaması ve Adil Abdulmehdi ve Haydar el-İbadi döneminde iki başkent arasında oynadığı postacı rolünün ve Nuri el-Maliki dönemindeki taraflı rolünün ötesine geçmesi oldu. Irak Cumhurbaşkanı Berhem Salih’e göre Bağdat, iki taraf arasındaki görüşmelere ‘birçok defa’ ev sahipliği yaptı.
Aynı şekilde yayınlanan haberler de İstihbarat Teşkilatı Başkanı Halid el-Hamidani liderliğindeki bir Suudi Arabistan heyetinin, 9 Nisan’da Bağdat’ta İranlı yetkililerle görüştüğünü doğruladı. Reuters haber ajansının görüşmeler hakkında bilgi sahibi Batılı bir yetkiliden aktardığına göre Suudi Arabistan’ın bu ay daha fazla görüşme yapması bekleniyor.
İran’ın ev sahipliği yaptığı diyalog, Tahran’daki Suudi Arabistan Büyükelçiliği’ne 2016 yılında yapılan saldırıdan sonra Suudi Arabistan ile İran arasındaki ilişkilerin kesilmesinden bu yana gerginliği yatıştırmaya yönelik ilk ciddi çabayı temsil ediyor.
Birkaç yıldır süren siyasi kırılganlık sonrasında Başbakan Mustafa el-Kazimi’nin oynamayı başardığı yeni role ilişkin olarak Dr. İhsan eş-Şammari, “Durum, istikrarlı bir bölgeye ihtiyaç duyan Irak’ı bu rolü oynamaya iten ve bunun için koşullar oluşturan tarihi bir bağlamda geliyor” dedi. Bu duruma nasıl ulaşıldığına dair ise Iraklı akademisyen, “Riyad, yeni bir aşama ve yeni bir siyasi yaklaşımla karşı karşıya olduğu için Irak’a büyük bir güven duyuyor. Zira Irak, Arap bölgesinde şüphesiz bir ‘bir araya gelme anını’ temsil ediyor. Bu durum, ona büyük bir ivme kazandırdı. Öte yandan İran, Irak’ı kararlı bir nükleer müzakereler döneminde çözümler soluyabileceği siyasi bir akciğer olarak görüyor” dedi.

Türkiye ve bölgesel kalelerin yeniden inşası
Beyaz Saray yolunda farklı ABD başkanlarıyla karşı karşıya gelen Türkiye, Erdoğan ve politikalarından ne düzeyde hoşlanmadığını ifade etmekte hiçbir çekincesi olmayan bir Başkan’ın karşısında duruyor. Öyle ki bu Başkan, Türkiye’nin Mısır ve Suudi Arabistan ile ilişkileri yeniden kurarak bölgesel kaleler inşa etmeye çalışmasına neden oldu.
Bu bağlamda Türkiye Cumhurbaşkanı, ülkesinin ilişkileri normalleştirmek için Mısır ile diyaloğu güçlendireceğini söyleyerek, iki halk arasındaki tarihsel bağlara dikkat çekti.
Cumhurbaşkanı, yeni bir yol başlatacaklarını söylerken, önce istihbarat teşkilatlarının, ardından ise iki dışişleri bakanlığı yetkililerinin görüşmeler yaptığını belirtti ve bu yolu devam ettirip genişleteceklerini vurguladı.
Ankara’nın destek verdiği Müslüman Kardeşler’e mensup Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin görevden alınmasının ardından, 2013 yılında iki ülke arasındaki ilişkilerin kopması sonrasında bu görüşmeler, iki ülke arasındaki en yüksek resmi temasları oluşturdu.
Erdoğan, “Mısır halkına yaklaşımımız her zaman son derece olumlu oldu. Türkiye ve Mısır halklarının tarihi bağları var ve biz onları yeniden kurmaya çalışıyoruz” dedi.
Aynı şekilde geçtiğimiz Cuma günü Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, ilişkileri normalleştirme sürecini ilerletmek için Mısırlı mevkidaşı Sameh Şukri ile görüşmeye hazır olduğunu ifade etti. Çavuşoğlu ayrıca, Kahire’deki görüşmelerin olumlu bir atmosferde gerçekleştiğini vurguladı.
Bakan, gazetecilere de “Benimle Sayın Şukri arasında bir görüşme olabilir. Daha önce uluslararası toplantıların oturum aralarında görüşmüştük” şeklinde konuştu.
Çavuşoğlu, 2018’den bu yana ilk kez gelecek hafta Suudi Arabistan’a seyahat etmeyi planlıyor. Bu, Ankara’nın bölgede sarf ettiği çabalar kapsamında gelen bir ziyaret olacak.

 


Mısır ve Türkiye'deki toplantılar... Gazze anlaşmasının önündeki engelleri kaldırma çabaları

Gazze Şeridi'nin orta kesiminde bulunan Nuseyrat Mülteci Kampı’ndaki barınaklar arasında yürüyen Filistinliler (AFP)
Gazze Şeridi'nin orta kesiminde bulunan Nuseyrat Mülteci Kampı’ndaki barınaklar arasında yürüyen Filistinliler (AFP)
TT

Mısır ve Türkiye'deki toplantılar... Gazze anlaşmasının önündeki engelleri kaldırma çabaları

Gazze Şeridi'nin orta kesiminde bulunan Nuseyrat Mülteci Kampı’ndaki barınaklar arasında yürüyen Filistinliler (AFP)
Gazze Şeridi'nin orta kesiminde bulunan Nuseyrat Mülteci Kampı’ndaki barınaklar arasında yürüyen Filistinliler (AFP)

Gazze Şeridi’nde halen tıkanmış durumda olan ateşkes anlaşmasını ilerletmek amacıyla arabulucuların temasları sürüyor. Kahire ve Ankara, anlaşma maddelerinin uygulanmasına ilişkin iki ayrı toplantıya ev sahipliği yaptı. Bu görüşmeler, yaklaşık bir hafta önce ABD’nin Miami kentinde yeni bir ilerleme sağlanması amacıyla yapılan kapsamlı toplantının ardından gerçekleştirildi.

Mısır ve Türkiye’de yapılan bu yeni toplantıların, Şarku’l Avsat’a konuşan uzmanlara göre, tıkanan anlaşmanın önündeki engelleri aşmaya yönelik girişimler niteliği taşıdığı belirtildi. Uzmanlar, İsrail’in ABD baskısı altında anlaşmanın ikinci aşamasına geçmeye itiraz etmeyebileceğini, ancak çekilmeler ve benzeri konulara ilişkin müzakereleri uzatarak uygulama sürecini aksatabileceğini vurguladı.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun ofisinden yapılan açıklamada, “Başbakanın talimatıyla, Esirler ve Kayıplar Koordinatörü Gal Hirsch, ordu, iç istihbarat teşkilatı Şin-Bet ve Mossad yetkililerinden oluşan bir heyetin başında Kahire’ye gitti” denildi.

İsrail heyeti, üst düzey yetkililer ve arabulucu ülkelerin temsilcileriyle bir araya geldi. Görüşmelerde, Ran Gvili’nin cesedinin geri alınmasına yönelik çabalar ve bu sürecin ayrıntıları ele alındı.

Filistinli gruplar, 10 Ekim’de başlayan ateşkesin ilk aşamasından bu yana 20 İsrailli esiri sağ olarak, 27’sinin de cesedini teslim etti. Ran Gvili’nin cesedi ise henüz bulunamadı. Hamas, Gazze’deki büyük yıkım nedeniyle aramaların zaman alacağını belirtirken, İsrail anlaşmanın ikinci aşamasını başlatmaya yönelik müzakereleri, söz konusu cesedin teslim edilmesine bağlamış durumda.

Bu gelişmelerle eş zamanlı olarak Hamas, yaptığı açıklamada, Halil el-Hayye başkanlığındaki bir heyetin Ankara’da Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile görüştüğünü duyurdu. Açıklamada, söz konusu görüşmede ‘Gazze Şeridi’nde savaşı sona erdiren anlaşmanın uygulanma süreci ile sahadaki gelişmelerin’ ele alındığı ifade edildi.

Heyet, Gazze Şeridi’nde ‘İsrail’in süregelen hedef alma eylemleri ve tekrarlanan ihlallerine’ karşı uyarıda bulunarak, bunların ‘anlaşmanın ikinci aşamasına geçişi engellemeyi ve mevcut mutabakatları boşa çıkarmayı amaçladığını’ ifade etti.

Söz konusu iki temas, yaklaşık bir hafta önce ABD’nin Miami kentinde ateşkes anlaşmasının arabulucularını bir araya getiren toplantının ardından gerçekleşti. Toplantı sonrası yayımlanan ortak açıklamada, anlaşmanın uygulanmasına yönelik yolların ele alındığı bildirilmişti.

El-Ahram Siyasi ve Stratejik Araştırmalar Merkezi’nde İsrail uzmanı olan Dr. Said Ukkaşe, Kahire ve Ankara’daki görüşmelerin, anlaşmanın uygulanmasını hızlandırmak, engelleri somut biçimde aşmak ve Washington’u İsrail üzerinde baskıyı artırarak tıkanan ikinci aşamaya geçmeye zorlamak açısından kritik bir zamanda yapıldığını söyledi. Ukkaşe, son kalan ceset meselesinin ise Hamas ve İsrail’in karşılıklı kazanım elde etmeye çalıştığı bir oyuna benzediğini dile getirdi.

Ukkaşe’ye göre, kulislerde dile getirildiği üzere Hamas cesedin yerini biliyor, ancak arabulucuların ve zaman baskısının etkisiyle ikinci aşamaya girerken elinde bir pazarlık unsuru tutmak istediği için teslim etmiyor. İsrail ise bundan yararlanarak, çekilmelerle bağlantılı yeni taahhütler üstlenmeden ilk aşamayı sürdürmeye devam ediyor.

Filistinli siyasi analist Abdulmehdi Mutava ise bu toplantılarda, özellikle cesedin ciddi bir engel oluşturması nedeniyle mevcut boşlukların nasıl kapatılacağının ele alındığını belirtti. Mutava, Hamas’ın Türkiye’deki temaslarının silahsızlanma düzenlemeleri ve uluslararası güçlerin sahaya girişi gibi konulara odaklandığını, Ankara’nın bu süreçte rol üstlenmeyi ve Washington ile ilişkilerini güçlendirmeyi hedeflediğini ifade etti.

r
Gazze Şeridi'nin orta kesiminde bulunan Nuseyrat Mülteci Kampı’ndaki yıkılmış evlerin genel görünümü (AFP)

İsrail, anlaşmayı zorlaştıran tutumlarını sürdürmeye devam ediyor. İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz, ülkesinin ‘Gazze Şeridi’nden asla çekilmeyeceğini’ söyledi. Şarku’l Avsat’ın Ynet internet sitesinden aktardığına göre Katz, yerleşimleri korumak amacıyla Gazze Şeridi içinde bir güvenlik kuşağı oluşturulacağını belirterek, Hamas’ın silah bırakması gerektiğini, aksi takdirde ‘İsrail’in bu görevi bizzat üstleneceğini’ ifade etti.

Öte yandan İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, salı akşamı Refah’ta patlayıcı infilakı sonucu bir İsrail subayının yaralanmasından Hamas’ı sorumlu tutmaya çalıştı ve ekim ayında yürürlüğe giren ateşkes anlaşmasının ihlal edildiğini öne sürdü. Hamas ise patlamanın İsrail’in tamamen kontrolü altındaki bir bölgede meydana geldiğini, olayın ‘savaş kalıntılarından’ kaynaklanmış olabileceğini belirtti.

Netanyahu’nun Hamas’a yönelik suçlamaları, ABD’de Başkan Donald Trump ile yapması beklenen görüşmeden birkaç gün önce geldi. İsrail basınında yer alan haberlere göre Netanyahu, Trump’ı İsrail ile Hamas’ın kontrol alanları arasında kalıcı sınır olarak sarı hattın kabul edilmesine ikna etmeyi hedefliyor. Bu durumun, Gazze Şeridi’nin yüzde 58’inin İsrail tarafından işgal edilmesi anlamına geleceği ifade ediliyor.

Ukkaşe, İsrail’in Trump ile yapılacak görüşmenin ardından ikinci aşamaya geçilmesine karşı çıkmadığını açıklayabileceğini, ancak bunun teorik düzeyde kalacağını belirterek, uygulamada müzakere takvimini ve maddelerin hayata geçirilmesini uzatacağını, bu süreçte belirleyici unsurun ABD baskısı olacağını söyledi.

Mutava ise İsrail’in engelleyici tutumunu sürdüreceğini, Trump’ın da tüm sorunların tek seferde çözülemeyeceğinin farkında olduğunu dile getirdi. Mutava’ya göre, devam eden toplantılar engelleri aşamalı olarak çözmeyi amaçlıyor ve Trump, anlaşmanın çökmediğini göstermek için ikinci aşamanın gelecek ocak ayında başlatılmasını istiyor.


İsrail ordusu Gazze'de iki Filistinliyi öldürdü

 Gazze'nin Beyt Lahya kentinin kuzeydoğusundaki Yeşil Hat içinde İsrail ordusu tarafından gerçekleştirilen patlamaların ardından duman yükseliyor (AFP)
Gazze'nin Beyt Lahya kentinin kuzeydoğusundaki Yeşil Hat içinde İsrail ordusu tarafından gerçekleştirilen patlamaların ardından duman yükseliyor (AFP)
TT

İsrail ordusu Gazze'de iki Filistinliyi öldürdü

 Gazze'nin Beyt Lahya kentinin kuzeydoğusundaki Yeşil Hat içinde İsrail ordusu tarafından gerçekleştirilen patlamaların ardından duman yükseliyor (AFP)
Gazze'nin Beyt Lahya kentinin kuzeydoğusundaki Yeşil Hat içinde İsrail ordusu tarafından gerçekleştirilen patlamaların ardından duman yükseliyor (AFP)

İsrail ordusu bugün Gazze Şeridi'nde iki Filistinliyi öldürdüğünü açıkladı.

İsrail ordusu, iki "teröristin" Gazze'nin güneyindeki "sarı hat"ı geçerek İsrail güçlerine yaklaştığını belirtti.

Açıklamada, iki adamın "acil bir tehdit" oluşturduğu ve kimliklerinin tespit edilmesinin ardından "etkisiz hale getirildiği" belirtildi.

İsrail güçleri, Filistinli Hamas grubuyla 10 Ekim'de yürürlüğe giren ateşkesin ardından Gazze Şeridi'ndeki sarı hattın gerisine çekildi.

Beton bloklar ve sarı işaretlerle belirlenen hat, Gazze Şeridi'nde yeni bir toprak bölünmesini temsil ediyor ve kıyı şeridine doğru 1,5 ila 6,5 ​​kilometre uzanıyor. Böylece İsrail, Gazze'nin alanının yarısından biraz fazlasını kontrol ediyor.

İsrail Genelkurmay Başkanı Eyyal Zamir, geçtiğimiz günlerde Sarı Hat’ı Gazze Şeridi ile yeni sınır olarak ilan etti.

Ateşkese rağmen, Gazze'de ara sıra yaşanan olaylar can kayıplarına yol açmaya devam ederken, İsrail ordusu da Hamas liderlerini ve merkezlerini hedef almayı sürdürüyor.


Suriye, Türk ve Rus varlıkları arasında bir denge kurmayı hedefliyor

Suriye ordusunun Lazkiye vilayetindeki Rus Hmeymim üssünün girişinde operasyon birliğine mensup bir asker- 29 Aralık 2024 (AFP)
Suriye ordusunun Lazkiye vilayetindeki Rus Hmeymim üssünün girişinde operasyon birliğine mensup bir asker- 29 Aralık 2024 (AFP)
TT

Suriye, Türk ve Rus varlıkları arasında bir denge kurmayı hedefliyor

Suriye ordusunun Lazkiye vilayetindeki Rus Hmeymim üssünün girişinde operasyon birliğine mensup bir asker- 29 Aralık 2024 (AFP)
Suriye ordusunun Lazkiye vilayetindeki Rus Hmeymim üssünün girişinde operasyon birliğine mensup bir asker- 29 Aralık 2024 (AFP)

İsrail televizyon kanalı i24NEWS, dün Suriyeli kaynaklara dayandırdığı haberinde Şam'ın, İsrail ile bir güvenlik anlaşmasına varmak için topraklarındaki Türk ve Rus varlığı arasında denge kurmak istediğini bildirdi.

Kanal, Suriye'nin ülkenin güneyinde ve Golan Tepeleri yakınlarında Rus güçlerinin konuşlandırılmasını İsrail ile müzakereleri güçlendirmenin bir yolu olarak gördüğünü belirtti.

Televizyon haberinde, İsrail'in Suriye'deki Rus varlığının devamı konusunda Amerika Birleşik Devletleri ile görüşmeler yaptığı ifade edildi.

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara'ya yakın bir kaynak, İsrail ve Suriye arasında güvenlik anlaşması konusunda son haftalarda önemli ilerleme kaydedildiğini ve yakında imzalanmasının mümkün olduğunu bildirdi.

İsrail'in i24NEWS haber sitesine konuşan kaynak, bu son atılımın ABD Başkanı Donald Trump'ın önemli çabaları sayesinde gerçekleştiğini belirterek, diplomatik bir ilave içerecek olan anlaşmanın, yakın gelecekte bir Avrupa ülkesinde yapılacak üst düzey bir Suriye-İsrail görüşmesinde imzalanmasının muhtemel olduğunu kaydetti.

Suriyeli kaynak, Eş-Şara ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu arasında yapılacak bir görüşmede doğrudan imzalanma olasılığını da göz ardı etmediğini ifade etti.

Şarku’l Avsat’ın İsrail kanalından aktardığına göre Suriye Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani geçen ay, Şam'ın 1974 Ateşkes Anlaşması'na dayalı, bazı küçük değişikliklerle ve tampon bölgeler olmaksızın, yıl sonuna kadar Suriye ve İsrail arasında bir güvenlik anlaşmasına varılmasını beklediğini söyledi.

İsrail ise eski Cumhurbaşkanı Beşşar Esed rejiminin düşmesinden sonra İsrail ordusunun Suriye'de ele geçirdiği tüm mevzilerden İsrail'in çekilmesi yönündeki Suriye'nin talebini reddediyor.

i24NEWS'e göre İsrail kaynakları, İsrail ordusunun Suriye topraklarında şu anda kontrol ettiği dokuz noktadan bazılarından çekilmesinin ancak Suriye ile tam bir barış anlaşması karşılığında gerçekleşeceğini, güvenlik anlaşması karşılığında olmayacağını belirtiyor.