‘Siyasi bürokrasiye’ duyulan ihtiyaç, Ortadoğu’yu sakinliğe itiyor

Ortadoğu, diyaloğa doğru bir meyle tanık oluyor. Ülkeler, son zamanlarda müzakere seçeneklerini tercih ediyor (Getty)
Ortadoğu, diyaloğa doğru bir meyle tanık oluyor. Ülkeler, son zamanlarda müzakere seçeneklerini tercih ediyor (Getty)
TT

‘Siyasi bürokrasiye’ duyulan ihtiyaç, Ortadoğu’yu sakinliğe itiyor

Ortadoğu, diyaloğa doğru bir meyle tanık oluyor. Ülkeler, son zamanlarda müzakere seçeneklerini tercih ediyor (Getty)
Ortadoğu, diyaloğa doğru bir meyle tanık oluyor. Ülkeler, son zamanlarda müzakere seçeneklerini tercih ediyor (Getty)

Ziyad el-Fifi
Gözlemciler, dünyanın diğer bölgelerinde farklı düzeylerde var olduğu gibi Ortadoğu ülkelerinde gerçekte var olan ABD nüfuzunun ve siyasi davranışlarının kapsamını belirleme konusunda farklılık gösteriyor. Ayrıca gözlemciler, bölgenin kendini ve çatışmalarını yönetme becerisinin düzeyini belirleme hususunda da farklı görüşlere sahip. Ancak dünyadaki en etkin güç olması dolayısıyla ABD nüfuzunun asgari düzeyde bile olsa varlığına kimse itiraz etmiyor.
Bu durum, en açık olarak geçtiğimiz yüzyılda sınırlarının aşılmasından bu yana krizler bombardımanına tutulan Ortadoğu’da görünüyor. Bugün Ortadoğu, meşruiyetin çöküşü ve devlet dışı faktörlerin bu coğrafyanın geniş alanları üzerindeki kontrolü için bir model haline geldi. Büyük ülkeleri kapılarını korumaya ve asgari düzeyde bağımsızlık sağlamaya çalışsa bile, siyasi yaklaşımında dış etkinin varlığını daha net hale getiren coğrafyada ihlal edilen egemen arazinin birden fazla kapısı ve girişi bulunmakta.
Konuşmalar, asgari düzeyde devam ederken, ABD nüfuzunun asgari düzey yaklaşımı da ‘büyük ülkelerin ardışık siyasi karakterleri uyarınca, bu karakteri çatışmaya mı yoksa diyaloğa mı yönlendirdiklerinde’ yatıyor. Bu durum, bölgedeki tarihsel etkilerini uygulama açısından çelişkili gündemlere sahip art arda gelen ABD yönetimlerinde de belirgindi.
Washington, Arap bölgesini sürekli şekilde yaralayan taraflarla çatışmayı seçti. Örneğin İran, Başkan Donald Trump yönetimi sırasında Tahran’ın ‘askeri davranışlardan yararlanıp siyasi anlaşmalar yapmaya çalıştıktan sonra 800’den fazla yaptırıma maruz kalarak, diplomatik cephede kaybedecek hiçbir şeyi olmayan yaralı bir kaplana’ dönmesinin ardından bölge, uçurumun kenarına doğru ilerledi.
Trump’ın politikası uzun vadede İran rejimini yok etme iddiasına girse de daha kısa vadedeki sonuçları, en azından kalkınma ve ekonomik kazanımlara sahip Körfez ülkeleri açısından güvence sağlayamadı.

Siyasi bürokrasi
‘Trumpsal politikadaki’ en tehlike şey, neden olduğu belirsizlikti. Öyle ki orta, uzun ve hatta kısa vadede politika inşa etmek mümkün değildi. Ve herkes, kirli sınırlarda, siyasi ve güvenlik huzursuzluğu, karşılıklı bombardıman tehdidiyle dolu bir atmosferde duruyordu.
Eski başkanın politikasının bir diğer olumsuz yönü de eleştiri ağırlığı ve ABD yaptırımları altındaki Türk politikasına yönelik yaklaşımında ortaya çıkan ani dönüşlerdi. Ancak Başkan tarafından temsil edilen Beyaz Saray, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın maceralarına dair daha önce belirtilen pozisyonu dikkate almayan bir siyasi anlaşma çerçevesinde ani bir dönüş yaptı. Bu, bölgedeki politika yapıcılarının alışık olmadığı bir şeydi.
Tek bir siyaset şekli sağlamak son derece zor. Ama asgari düzeyde istikrar sağlamak da özellikle Arap bölgesi komşularının müdahale politikalarına sert bir tavır sergilemeyen Başkan Joe Biden ile mümkün olan siyasi sürprizlere yer vermez. Bu durum, bölgenin egemenliğini koruma gerekliliğiyle de uyumlu değil. Ancak bu bölgenin çözümleri kabul etmediği bilincine dayalı olarak maceraların ve öngörülemeyen olayların oranının sınırlı olduğu bir siyasi rutin yaratan sınırı zorlamaya çalışılıyor.
Öte yandan bölge ülkelerinin benimsedikleri politika şeklini belirlemede sahip oldukları marj göz ardı edilemez. Bu ülkeler, bugün müzakereleri kabul etmeden önce, diğer her münasebette barış girişimlerini her zaman reddetmişti. Bu, Suudi Arabistanlı yazar ve siyasi analist Abdurrahman et-Tariri tarafından da dile getirildi. Tariri, dünyadaki ve bölgedeki siyasi, ekonomik ve askeri rolündeki önemli düşüşe rağmen ABD’nin bölge siyasetindeki nüfuzunu en güçlü uluslararası kutup olarak nitelendirdi. Ancak Tariri’ye göre bölgedeki yatışma dalgasının tek nedeni olarak görülmesi, rahatsız edici kısır bir durum.
Abdurrahman et-Tariri, “Bölge, Arap Baharı dalgasından, ekonomik ve toplumsal etkilerinden bu yana on yıldır acı çekiyor. Bunun sonucu olarak terörist hareketler ortaya çıktı. Önemli Arap ülkeleri başarısız devletlere dönüştü ve bu da kendisini yatışmaya iten bir faktör oldu” dedi. Tariri, bölgenin son dört yıldır askeri çözümlerle sınandığını söylerken, “En önemli faktör, tüm bölgesel tarafların ‘askeri karar üzerine bahis oynama konusunun imkânsız hale geldiğini’ fark etmeleridir. Rusların müdahalesine rağmen Libya’da da Suriye’de de çözüm başarılamadı” değerlendirmesinde bulundu.

Ekonomik koşullar
Ekonomik reform ve kalkınma süreçlerinin içerisinde bulunduğu siyasi rutine duyulan ihtiyaç, bugün yaşanan gerilimi azaltma sürecinin tek nedeni değil. Bir bütün olarak dünyanın ve özellikle de bölgenin yaşadığı tarihsel durum, öncelikler listesine ‘ekonomik çöküşü sınırlama’ görevini ekliyor. Bu bağlamda Tariri, “Bölgedeki birçok taraf, petrol fiyatlarındaki düşüşten ve korona salgınının etkilerinden mustarip. Bu durum, Türkiye ve Lübnan gibi ülkelerde turizm gelirleri üzerindeki etkisinde ve dolayısıyla Ankara ve Tahran’da kötüleşen merkez bankalarının yeteneklerinde ve döviz kurunda da açıkça görülüyor” dedi. Körfez ülkelerindeki kalkınmanın faydalarına ve hükümetleri tarafından verilen refah vaatlerine ek olarak durumun, daha büyük ekonomik çöküşleri önlemek için genel olarak bölgesel bir sükûnet arzusu oluşturduğunu söyleyen analist, “Durum, bölgenin tahammül edemeyeceği sosyal patlamalara yol açabilir ve dolayısıyla kazananı ve kaybedeni olmayan temellere dayalı çözümlere tanık olacağız. Örneğin Suriye meselesi gibi bazı konular askıya alınabilir” değerlendirmesinde bulundu.
Suudi Arabistan- İran, Türkiye- Mısır müzakereleri ile bölgenin her köşesinde masalar oluşturuluyor, ayrıca ekonomik çekicin ve çatışmanın yüksek faturasının ağırlığı altında Suudi Arabistan ile müzakereler için bir Türk hazırlığına kapı aralanıyor. Bu bağlamda söz konusu bu dönüşüm, bir arada yaşamanın kaçınılmazlığına ilişkin bir inanç mı oluştu yoksa geçici bir tarihsel durum mu yaşanıyor sorusunu gündeme getirdi.
Şarkul Avsat'ın Independent Arabia'dan aktardığı analize göre, Iraklı akademisyen ve Siyasi Düşünce Merkezi Başkanı Dr. İhsan eş-Şammari, bu soruya şu ifadelerle yanıt verdi: “Bölgenin, koronavirüsün neden olduğu ekonomik kriz ışığında çatışmaları hafifletmeye yönelmesi, ülkelerin çoğunun çözüme gitme kanaatlerinin bir sonucudur. Çünkü çatışma faturası şu an daha pahalı. Bu yüzden İran, masaya oturdu. Suudi Arabistan, Yemen girişiminde bulundu. Türkiye, uzlaşmaya yöneldi.”
İhsan eş-Şammari’ye göre çözümün doğduğu bu bağlam, koşulları ‘birlikte yaşamanın gerekliliğine olan inançtan daha çok geçici bir siyasi durum’ haline getiriyor.

İç faktörler
Yatışma ihtiyacının doğuşu fikrini, ABD arzusunun yanı sıra, tarihsel bir zorunluluk olarak iç faktörlerle de güçlendirmek mümkün. Öyle ki geçen yılın sonunda birkaç Arap ülkesi, İsrail ile barış anlaşmaları imzalama eğilimindeydi. Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) listenin başında yer alırken, onu Bahreyn, Sudan, Fas ve İbrani devletle halihazırda var olan ilişkisini ilerletmeksizin anlaşmaları memnuniyetle karşılayan Umman takip etti.
Arap ülkeleri ve Washington arasında siyasi anlaşmalar şeklinde gelen bu dönüşüm, çözüm konusunda siyasi fikir birliğinin olmaması ve İsrail- Filistin çatışması meselesinin tasvir edilebileceği ciddi projelerin olmaması çerçevesinde Abu Dabi gibi bölgesel projeleri olan ülkeler açısından stratejik bir nedene sahip. Bu bağlamda siyasi analist Abdurrahman et-Tariri, durumun, gösterişli sözlerden ziyade çıkar söylemini güçlendirmeye yönelik büyük bir değişim oluşturduğunu belirtti. Tariri, “Direniş ekseninde kendisini büyük bir oyuncu olarak gösteren Suriye rejimi bile İsrail ile ilişkileri memnuniyetle karşılayan birkaç açıklama yaptı. Hizbullah tarafından yönetilen Lübnan’ın da Tel Aviv ile deniz sınırını çizmeye doğru ilerlediğini gördük” dedi.

Irak... Yeni Ortadoğu’da bir oyuncu
Sakinliğe doğru meyleden yeni siyasi sahnenin en belirgin sonucu, Irak’ın Riyad ve Tahran arasındaki çatışma yangınlarının söndürülmesinde rol oynamaya başlaması ve Adil Abdulmehdi ve Haydar el-İbadi döneminde iki başkent arasında oynadığı postacı rolünün ve Nuri el-Maliki dönemindeki taraflı rolünün ötesine geçmesi oldu. Irak Cumhurbaşkanı Berhem Salih’e göre Bağdat, iki taraf arasındaki görüşmelere ‘birçok defa’ ev sahipliği yaptı.
Aynı şekilde yayınlanan haberler de İstihbarat Teşkilatı Başkanı Halid el-Hamidani liderliğindeki bir Suudi Arabistan heyetinin, 9 Nisan’da Bağdat’ta İranlı yetkililerle görüştüğünü doğruladı. Reuters haber ajansının görüşmeler hakkında bilgi sahibi Batılı bir yetkiliden aktardığına göre Suudi Arabistan’ın bu ay daha fazla görüşme yapması bekleniyor.
İran’ın ev sahipliği yaptığı diyalog, Tahran’daki Suudi Arabistan Büyükelçiliği’ne 2016 yılında yapılan saldırıdan sonra Suudi Arabistan ile İran arasındaki ilişkilerin kesilmesinden bu yana gerginliği yatıştırmaya yönelik ilk ciddi çabayı temsil ediyor.
Birkaç yıldır süren siyasi kırılganlık sonrasında Başbakan Mustafa el-Kazimi’nin oynamayı başardığı yeni role ilişkin olarak Dr. İhsan eş-Şammari, “Durum, istikrarlı bir bölgeye ihtiyaç duyan Irak’ı bu rolü oynamaya iten ve bunun için koşullar oluşturan tarihi bir bağlamda geliyor” dedi. Bu duruma nasıl ulaşıldığına dair ise Iraklı akademisyen, “Riyad, yeni bir aşama ve yeni bir siyasi yaklaşımla karşı karşıya olduğu için Irak’a büyük bir güven duyuyor. Zira Irak, Arap bölgesinde şüphesiz bir ‘bir araya gelme anını’ temsil ediyor. Bu durum, ona büyük bir ivme kazandırdı. Öte yandan İran, Irak’ı kararlı bir nükleer müzakereler döneminde çözümler soluyabileceği siyasi bir akciğer olarak görüyor” dedi.

Türkiye ve bölgesel kalelerin yeniden inşası
Beyaz Saray yolunda farklı ABD başkanlarıyla karşı karşıya gelen Türkiye, Erdoğan ve politikalarından ne düzeyde hoşlanmadığını ifade etmekte hiçbir çekincesi olmayan bir Başkan’ın karşısında duruyor. Öyle ki bu Başkan, Türkiye’nin Mısır ve Suudi Arabistan ile ilişkileri yeniden kurarak bölgesel kaleler inşa etmeye çalışmasına neden oldu.
Bu bağlamda Türkiye Cumhurbaşkanı, ülkesinin ilişkileri normalleştirmek için Mısır ile diyaloğu güçlendireceğini söyleyerek, iki halk arasındaki tarihsel bağlara dikkat çekti.
Cumhurbaşkanı, yeni bir yol başlatacaklarını söylerken, önce istihbarat teşkilatlarının, ardından ise iki dışişleri bakanlığı yetkililerinin görüşmeler yaptığını belirtti ve bu yolu devam ettirip genişleteceklerini vurguladı.
Ankara’nın destek verdiği Müslüman Kardeşler’e mensup Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin görevden alınmasının ardından, 2013 yılında iki ülke arasındaki ilişkilerin kopması sonrasında bu görüşmeler, iki ülke arasındaki en yüksek resmi temasları oluşturdu.
Erdoğan, “Mısır halkına yaklaşımımız her zaman son derece olumlu oldu. Türkiye ve Mısır halklarının tarihi bağları var ve biz onları yeniden kurmaya çalışıyoruz” dedi.
Aynı şekilde geçtiğimiz Cuma günü Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, ilişkileri normalleştirme sürecini ilerletmek için Mısırlı mevkidaşı Sameh Şukri ile görüşmeye hazır olduğunu ifade etti. Çavuşoğlu ayrıca, Kahire’deki görüşmelerin olumlu bir atmosferde gerçekleştiğini vurguladı.
Bakan, gazetecilere de “Benimle Sayın Şukri arasında bir görüşme olabilir. Daha önce uluslararası toplantıların oturum aralarında görüşmüştük” şeklinde konuştu.
Çavuşoğlu, 2018’den bu yana ilk kez gelecek hafta Suudi Arabistan’a seyahat etmeyi planlıyor. Bu, Ankara’nın bölgede sarf ettiği çabalar kapsamında gelen bir ziyaret olacak.

 


Trump–Netanyahu görüşmesi sonrası Gazze’de ikinci aşama tartışması

Gazze Şeridi'nin merkezindeki el-Bureyc Mülteci Kampı’nda, yerinden edilmiş Filistinliler için kurulan geçici barınakların arasında duran bir çocuk (AFP)
Gazze Şeridi'nin merkezindeki el-Bureyc Mülteci Kampı’nda, yerinden edilmiş Filistinliler için kurulan geçici barınakların arasında duran bir çocuk (AFP)
TT

Trump–Netanyahu görüşmesi sonrası Gazze’de ikinci aşama tartışması

Gazze Şeridi'nin merkezindeki el-Bureyc Mülteci Kampı’nda, yerinden edilmiş Filistinliler için kurulan geçici barınakların arasında duran bir çocuk (AFP)
Gazze Şeridi'nin merkezindeki el-Bureyc Mülteci Kampı’nda, yerinden edilmiş Filistinliler için kurulan geçici barınakların arasında duran bir çocuk (AFP)

Gazze Şeridi'nde ateşkes anlaşmasının ikinci aşamasının ocak ayı ortalarında başlayabileceği yönündeki söylentiler, ABD Başkanı Donald Trump ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu arasındaki görüşmenin önemli sonuçları arasında yer aldı. Öte yandan İsrail kaynaklarından ‘aşamanın başlaması konusunda anlaşma sağlandığı, ancak uygulama mekanizmalarında hala boşluklar olduğu’ yönünde sızıntılar geldi.

Şarku’l Avsat'a konuşan uzmanlara göre ikinci aşamada haftalarca süren durağanlığın ardından ortaya çıkan bu olası süreç, Washington'ın anlaşmayı uygulamaya istekli olmasına bağlı. İsrail'in ikinci aşamaya devam etmeyi kabul edeceği ve şartlarını, kontrolü altındaki bölgelerde yeniden inşa hakkı verecek ve Hamas'ı silahsızlandırma bahanesiyle geri çekilmemesini sağlayacak şekilde düzenleyeceği beklentileri arasında, bu durum geçtiğimiz ekim ayında yürürlüğe giren ABD Başkanı Donald Trump’ın barış planını karmaşık hale getiriyor.

İsrail gazetesi Israel Hayom dün, Trump’ın Kaliforniya’daki Mar-a-Lago tatil köyünde Netanyahu ile yaptığı görüşmede, Gazze'deki planının ikinci aşamasını 15 Ocak'ta başlatması için Netanyahu'ya bir tarih belirlediğini bildirdi.

Bir diğer İsrail gazetesi Yedioth Ahronoth, İsrailli kaynaklara dayandırdığı haberinde Trump’ın Gazze'deki planını mümkün olan en kısa sürede uygulamaya koymayı taahhüt ettiğini ve ikinci aşamanın başlamasını Gazze Şeridi'nden son rehinenin cesedinin iadesi ile ilişkilendirmeme sözü verdiğini yazdı.

ABD merkezli Axios internet sitesi dün, iki kaynağa dayandırdığı haberinde, Netanyahu'nun, Trump'ın ekibiyle uygulama mekanizmaları konusunda anlaşmazlıkları olmasına rağmen, Gazze anlaşmasının ikinci aşamasına geçilmesini kabul ettiğini bildirdi.

İsrail basını, Netanyahu ile Trump'ın yakın çevresi arasında ikinci aşamaya geçiş ve Hamas’ın ortadan kaldırılması konusunun atlanması konusunda önemli görüş ayrılıkları olduğunu ortaya koydu. Netanyahu ile görüşmesinin ardından Trump, Florida'da düzenlenen ortak basın toplantısında çoğu konuda anlaşmaya vardıklarını açıkladı. Netanyahu ile Hamas'ın silahsızlandırılması konusunda konuştuğunu da sözlerine ekleyen Trump, Hamas’ın ‘bunu yapmak için çok az zamanı olduğunu, aksi takdirde ağır bir bedel ödeyeceğini’ vurguladı. Ancak, Hamas tamamen silahsızlandırılmadan önce İsrail'in Gazze'den askerlerini çekip çekmeyeceği sorulduğunda, “Bu daha sonra konuşacağımız başka bir konu” yanıtını verdi.

vgt
ABD Başkanı Donald Trump'ın Gazze'deki savaşı sona erdirme planının ikinci aşaması halen bazı eksikliklerle karşı karşıya (Mısır Başkanlığı)

Al-Farabi Stratejik Araştırmalar Merkezi Genel Sekreteri Dr. Muhtar Gubbaşi, tarih belirleme konusunun Washington'ın iradesine ve İsrail'in uygulamasına bağlı olduğunu düşünüyor. Dr. Gubbaşi’ye göre pazartesi günü Trump ve Netanyahu arasında yapılan toplantıda yaşananlar, birden fazla konuda ortak koordinasyonlarına rağmen Trump'ın işleri hızla ilerletmeye istekli olduğunu gösteriyor.

Öte yandan Filistinli siyasi analist Abdulmehdi Mattava’ya göre Trump ve İsrailli yetkililerin farklı vizyonlara sahip olduğu açık. Trump, hızlı hareket etmek istiyor, ancak silahsızlanma engeliyle karşı karşıya, İsrail ise ikinci aşamayı bölmek istiyor, bu da o aşamada takılıp kalacağımız anlamına geliyor.

Mattava, ikinci aşamanın planlandığı gibi başlamasını bekliyor. Bu aşamada, sınır kapılarının açılması, yardım kamyonlarının sayısının artırılması, bir ‘barış konseyi’ ve Gazze Şeridi’ni yönetmek için bir komite atanması gibi adımlar atılacak. Bunun yanında Washington, Hamas'ın silahsızlandırılması konusunda bir anlaşmaya varılamaması halinde İsrail'in kontrolündeki bölgelerde yeniden inşa çalışmalarına başlamasına izin verecek.

Mısır Dışişleri Bakanlığı tarafından dün yapılan açıklamaya göre Mısır Dışişleri Bakanı Bedir Abdulati, CNN televizyonuna verdiği röportajda “Mısır, Gazze'deki ateşkesi istikrara kavuşturmak ve ikinci aşamaya geçmek, erken iyileşme ve yeniden inşa çabalarına devam etmek için çabalarını sürdürecek” dedi.

fvgb
Gazze şehrinin sahil şeridinde sıralanan ve Filistinli mültecileri sert kış koşullarından koruyan çadırlar (AFP)

Hamas Sözcüsü Hazım Kasım, Netanyahu'nun Trump ile görüşmesinden önce yaptığı açıklamada, Hamas’ın ‘Başkan Trump’ın Gazze Şeridi ve tüm bölgede barışı sağlama yeteneğine güvenmeye devam ettiğini’ söyledi.

Kasım, Trump'a ‘İsrail'e daha fazla baskı uygulayarak Şarm ei-Şeyh'te alınan kararlara uymasını sağlaması’ çağrısında bulundu.

Kasım, Hamas'ın silahsızlandırılması talepleri hakkında resmi bir yorumda bulunmadı, ancak Hamas, daha önce bunun için bazı koşullar belirlemişti.

Öte yandan İsrail'in engellerinin ikinci aşamanın hızlı ilerlemesini geciktireceğini, ancak Mısır'ın bu engelleri aşmak için çabalarını sürdüreceğini düşünen Gubbaşi, “İsrail'in Trump ile yapılan görüşmenin sonuçlarına bağlılığı ışığında, ikinci aşamanın başlangıç tarihi veya gecikmesi konusunda her şey mümkün” diye ekledi.


Sudan hükümeti "2026 acil durum bütçesini" onayladı ve bunu "mucize" olarak nitelendirdi

Sudan hükümeti Başbakan Dr. Kamil Idris başkanlığında toplantısını gerçekleştirdi (SUNA)
Sudan hükümeti Başbakan Dr. Kamil Idris başkanlığında toplantısını gerçekleştirdi (SUNA)
TT

Sudan hükümeti "2026 acil durum bütçesini" onayladı ve bunu "mucize" olarak nitelendirdi

Sudan hükümeti Başbakan Dr. Kamil Idris başkanlığında toplantısını gerçekleştirdi (SUNA)
Sudan hükümeti Başbakan Dr. Kamil Idris başkanlığında toplantısını gerçekleştirdi (SUNA)

Sudan Başbakanı Dr. Kamil Idris, dün Bakanlar Kurulu tarafından onaylanan 2026 mali yılı için acil durum bütçesini "mucize" olarak nitelendirdi.

Maliye Bakanlığı'nı, olağanüstü koşullar altında harcamaları kontrol altına aldığı, devlet kaynaklarını etkin bir şekilde yönettiği ve gelirleri artırdığı için övdü.

Sudan Başbakanı, ilk "mucizenin" bütçenin yaklaşık yüzde 9'luk bir GSYİH büyüme oranı beklentisi olduğunu, ikincisinin ise 2026 yılı boyunca ortalama enflasyon oranının yüzde 65'e düşürülmesi olduğunu belirtti.

Maliye Bakanı Dr. Cibril İbrahim, bütçenin ücretlerin iyileştirilmesini ve hizmet sektörünün giriş seviyesinde iş imkanlarının sağlanmasını içerdiğini belirterek, gelir tabanının genişletilmesinin yatay genişlemeye bağlı olduğunu ve vatandaşlara yeni vergi yükleri getirmeyi gerektirmediğini açıkladı. Bütçe ayrıca, 2025 yılındaki %101,9'luk orana kıyasla, 2026 yılı için ortalama enflasyon oranını %65'e düşürmeyi hedefliyor.

İbrahim, bütçenin kamu maliyesini reforme etmeye, belirli harcamalara ve kamu giderlerine öncelik vermeye, silahlı kuvvetlerin ve güvenlik hizmetlerinin ihtiyaçlarını karşılamaya, bakanlıkların ve hükümet birimlerinin temel ihtiyaçlarını karşılamaya, ayrıca komşu ülkelerdeki yerinden edilmiş ve mülteci Sudanlıların koşullarını iyileştirmeye ve onlara insani yardım sağlama maliyetlerini karşılamaya odaklandığını belirtti.

Maliye Bakanı, savaşın devam eden zorluklarına rağmen 2025 bütçesinin performansının beklentileri aştığını, kamu gelirlerinin %147'lik bir performans oranına ulaştığını ve harcamaların temel ihtiyaçlara yönelik olarak sürdürüldüğünü açıkladı. Bakan, bütçenin Hartum'a dönüş için uygun bir ortam yaratmaya ve Hartum Havalimanı'nı rehabilite etmeye yönelik olduğunu ifade etti.


Tunus'ta olağanüstü hal bir ay daha uzatıldı

Tunus bayrağı (Reuters)
Tunus bayrağı (Reuters)
TT

Tunus'ta olağanüstü hal bir ay daha uzatıldı

Tunus bayrağı (Reuters)
Tunus bayrağı (Reuters)

Tunus, ülkedeki olağanüstü hal uygulamasını yarından 30 Ocak'a kadar geçerli olarak bir ay daha uzattı.

Uzatma kararı, Cumhurbaşkanı Kays Said tarafından Resmi Gazete'de yayımlandı. Önceki uzatma, 2025 yılının tamamını kapsıyordu.

Ülkede olağanüstü hal, 24 Kasım 2015 tarihinde başkent merkezinde başkanlık güvenlik otobüsünü hedef alan ve 12 güvenlik görevlisi ile saldırının failinin de öldüğü ve DEAŞ’ın üstlendiği terörist bombalı saldırıdan bu yana on yıldan fazla bir süredir yürürlükte.