UCM’de savcı görevini üstlenmeye hazırlanan UNITAD Başkanı Kerim Han, Şarku’l Avsat’a konuştu: DEAŞ halen tehdit oluşturmaya devam ediyor

Kerim Han, 2019’da Musul’u ziyaret etmişti. (BM)
Kerim Han, 2019’da Musul’u ziyaret etmişti. (BM)
TT

UCM’de savcı görevini üstlenmeye hazırlanan UNITAD Başkanı Kerim Han, Şarku’l Avsat’a konuştu: DEAŞ halen tehdit oluşturmaya devam ediyor

Kerim Han, 2019’da Musul’u ziyaret etmişti. (BM)
Kerim Han, 2019’da Musul’u ziyaret etmişti. (BM)

Pakistan asıllı İngiliz uluslararası hukuk adamı Kerim Han, 16 Haziran 2021’de hayatında yeni bir sayfa açtı. Han, 18 yıl önce kurulan Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin üçüncü savcısı olarak görevine başlayacak.
Halihazırda DEAŞ Tarafından İşlenen Suçların Hesap Verilebilirliğini Desteklemek Üzere Teşkil Edilen Birleşmiş Milletler Soruşturma Ekibi (UNITAD) Başkanı olan 51 yaşındaki Han, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada şunları söyledi:
“Söz konusu gün gelene kadar tüm dikkatimi özel danışman ve DEAŞ’ın işlediği suçları soruşturan UNITAD Başkanı vasfıyla görevlerimi tamamlamaya verdim Görevimin sonuna kadar olabildiğince etkili bir şekilde çalışmaya devam edeceğim. Resmi olarak göreve başladığımda Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin sorumluluklarıyla ilgileneceğim.”
Han 10 Mayıs’ta, DEAŞ’ın Yezidilere karşı işlediği suçları soykırım suçu olarak nitelendirdi. Bu nitelendirmenin öncekilerden farkı, araştırmaların tamamlanması, ipuçlarının kanıtlanması ve ifadelerin resmi olarak onaylanmasının ardından resmi olarak anılmış olması.
UNITAD Başkanı Şarku’l Avsat’a telefon aracılığıyla yaptığı açıklamalarda ekibin kurulması, zorlukları ve geleceğe dair umutlarını aktardı. Konunun hukuki boyutunun önemine dikkat çekti.
Han açıklamalarının başında iki önemli noktaya dair açıklamada bulundu. DEAŞ’ı ‘İslami olmayan’ bir devlet olarak tanımlarken, terör örgütünün işlediği suçların yıllara yayıldığının bilinmesi gerektiğini söyledi. Refik Hariri’nin öldürülmesiyle ilgili kurulan Özel Mahkeme’nin gördüğü davanın da kanıtladığı üzere tek bir suçun bile soruşturulmasının oldukça önemli olduğunu vurguladı.

Kerim Han sözlerini şöyle sürdürdü:
“Genel Sekreter’den görevlendirilmem ile ilgili mesajı aldığımda Londra’daydım. Elbette daha önce bana bu görevi kabul edip etmeyeceğim sorulmuştu. Ben de ‘Evet’ demiştim. Bildiğiniz üzere bu görevi üstlenmeden önce soruşturma ekibinin başında özel bir iş yapıyordum. Bu, özel çalışmanın izin verdiği büyük bir özgürlük ve iyi bir yaşam kalitesi anlamına geliyor.”
Han, sakin bir ses tonuyla, haberi nasıl aldığına ve uluslararası üne sahip bir avukatken neden kolay olmayan bir yol seçtiğine dair şunları söyledi:
“Öncelikle bir Müslüman olarak durumu kendi bakış açımdan düşündüm. Beni bu yaşam kalitesini terk etmeye, görevi üstlenmeye, ayağa kalkmak ve bunun İslami olmadığını yüksek sesle söylemeye iten ek bir sorumluluğum olduğunu hissettim. DEAŞ İslami bir devlet değildir. Bu kişisel olarak benim için ek bir motivasyondu.”

‘İslami olmayan’ devlet
“2014- 2017 yılları arasında, DEAŞ olarak adlandırılan ama İslami olmayan bu devlette gördüğümüz şey, Irak’ta ve ayrıca bölgede bir suç için modeli olmasıydı” diyen Han sözlerini şöyle sürdürdü:
“Arap, Kürt, Şii, Sünni, Kakai, Şabak, Hristiyan ve Türkmen olsun kurbanlar ve hayatta kalanlar, DEAŞ tarafından haklarından mahrum edildiler. Hayatları mahvoldu. Çoğu köleliğe ve tecavüze maruz kaldı. Ayrıca gençlerin çocukluğu, çocukların da hayatları kendilerini iğrenç bir şekilde, zorla cepheye alan DEAŞ tarafından çalındı. Ekip, BMGK tarafından uluslararası ceza hukuku kapsamında, uluslararası suç teşkil edebilecek eylemlerden cezaiolarak sorumlu tututlan ve DEAŞ üyesi olan kişileri tespit etmek için bağımsız ve tarafsız soruşturmalar yürütme yetkisine sahip. Bu cezai eylemleri, soykırım, insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları olarak nitelendirebiliriz. Sorumluları belirlemeye çalışıyoruz. Belirlediğimiz suçlar güvenilir kanıtlara dayanıyor. BMGK, soruşturma ekibinin bunu yapmasını zorunlu kılarak DEAŞ suçları için hesap verilebilirliği teşvik etmede önemli bir rol oynamıştır.”

Han, açıklamasında Irak’ta yaşananlara dikkat çekti:
“BMGK tarafından DEAŞ’ın işlediği suçlar için hesap verebilirliği artırma hususunda soruşturma ekibinin görevinin gerekli olduğuna inanıyorum. Soruşturmanın başına atandığımdan bu yana geçen üç yılda ekibin Irak hükümetinin tam desteğiyle çok güzel çalıştığı kanaatindeyim. 31 Ekim 2018’de Irak’ta beş görevliyle çalışmaya başladım. Şu an 200’den fazla çalışanımız ve New York’un yanı sıra Bağdat, Erbil ve Duhok’ta dört ofisimiz var. Hesap verebilirliğe ulaşmak amacıyla bu suçları soruşturma yolunda ilerliyoruz. Söz konusu çalışma, üyeler arasında ayrım yapılmaksızın, bu suçların işlendiği herkesi kapsar. Yani çalışma yolculuğu devam ediyor. Sanırım uzun bir yol kat ettik. Burada BM’nin, hesap verebilirliğin uzak bir hayalden daha fazlası olabileceğini, mağdurlar ve hayatta kalanlar için bir hak olmasının yanı sıra, barış ve istikrar için gerekli bir köşe taşı olduğunu kanıtlamak için oynadığı büyük rolü belirtmekte fayda var.”

Zorluklar
“Elbette birçok düzeyde zorluklar var” diyen Han karşılaştıkları sorunlara ilişkin şu açıklamalarda bulundu:
“Irak, BMGK kararına ulaştı. Daha sonra sıfırdan başlamamız gerekiyordu. Bu yüzden tek başıma, bazı isimleri de yanıma alarak bu ekibi kurdum. Bahsettiğim gibi; 2018 Ekim’inin sonunda Irak’a beş çalışanla geldim. Her şeyi sıfırdan oluşturmalıydık. Bir ofis inşa etmeli ve Iraklı yetkililerle ilişkiler kurmalıydık. Ardından DEAŞ’ın suçlar kaosuyla uğraşmak zorundaydık. Yani DEAŞ sadece bir gün suç işlemedi ki. Kıyaslamam gerekirse; Refik Hariri soruşturmasına bakılabilir. Bir gün içinde işlenen tek bir suçu araştırmak için harcanan büyük zaman ve çaba var. DEAŞ ise 2014, 2015, 2016 ve 2017 yıllarında İngiltere büyüklüğünde geniş toprakları işgal etti ve her gün suç işledi. Bu yüzden verimli çalışabilmemiz ve etki yaratabilmemiz için ekibin önceliklerinin belirlenmesi gerekiyordu. Bunu soruşturma önceliklerini belirleyerek yaptık. Aynı şekilde toplumlarla konuşmak, diyalog kurmak ve Iraklılar ile güven inşa etmek istiyorduk.”

UNITAD Başkanı sözlerinin devamında Irak’ın tarihi boyunca çektiği acılara işaret etti:
“Irak halkı da her halk gibi güzeldir. Demek istediğim; Saddam Hüseyin rejiminin suçlarından çok acı çektiler. Ardından Birinci Körfez Savaşı ve İkinci Körfez Savaşı’nın darbesinden ve nihayetinde DEAŞ’tan muzdarip oldular. Tüm bu acıların ağırlığına rağmen hayata tutunma direncine sahipler. Sünni Fıkıh Akademisi liderleri Ayetullah Sistani, Hristiyan cemaatinden Kardinal Sako ve diğer dini liderlerle görüştüğümde herkesin DEAŞ’ın suçlarının hiçbir şekilde dinin bir parçası olmadığı konusunda hemfikir olduğu ortak bir zemin aradık. Olan da zaten buydu. Kanunların uygulanması, hakların korunması ve yaşamın kutsallığı, tüm toplumları ve tüm dinleri bir arada tutması gereken ilkelerdir. Bu yola devam etmeliyiz. Çünkü artık iyi bir temelimiz var. Ancak daha yapılacak çok iş bulunuyor.”

Daha iyi performans gerekli
Kerim Han, Şarku’l Avsat’ın ekibin performansının nasıl iyileştirileceğine yönelik sorusuna şu cevabı verdi:
“Eğer yapabilirsem öncelikle biraz farklı bir şekilde başlamayı düşünüyorum. BMGK’ya ve soruşturma ekibini (UNITAD) destekleyen birçok ülkeye teşekkür borçluyuz. Hem uluslararası hem de bölgesel olarak geniş bir destekçi koalisyonumuz var. Bu koalisyona İngiltere, ABD, Almanya, Finlandiya, İsveç, Danimarka ve Avrupa Birliği’nin (AB) yanı sıra Ürdün, Suudi Arabistan ve BAE de dahil. Uluslararası ilişkiler alanında sürekli çalışma ve azmin gerekli olduğunu anlamak önemlidir. Bu çalışmaya devam etmemiz gerekiyor çünkü DEAŞ, Irak’ta olduğu gibi bölgede ve dünyanın diğer yerlerinde de halen tehdit oluşturuyor. Bu nedenle siyasi desteğin devam etmesi gerekiyor. Ancak soruşturma ekibinin şimdiye kadar aldığı desteğin çok iyi olduğunu düşünüyorum.”
En önemli başlıklardan birnin yasama olduğuna dikkat çeken Han sözlerini şöyle sürdürdü:
“Irak’ta henüz soykırım, insanlığa karşı suç ve savaş suçları işlemiş DEAŞ’ın kovuşturulmasına izin veren bir yasa yok. Bu, uğruna çalıştığımız hesap verebilirliği sağlamak için gereklidir. Cumhurbaşkanı Berhem Salih tarafından Irak Parlamentosu’na sunulan bir yasa tasarısı mevcut. Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) ve Başbakanı Mesrur Barzani bir yasa yürürlüğe koyulması için mükemmel bir destek verdi. Bu nedenle Irak’taki yasal çerçevenin yakın gelecekte DEAŞ tarafından işlenen bu korkunç suçları doğru hukuki tanımla sınıflandırarak delillerin gösterdiği gibi sadece terörizm olarak değil, soykırım, insanlığa karşı suç ve savaş suçları olarak kovuşturmaya izin vereceğini umuyorum.”

Terörizm ile soykırım arasındaki fark
Kerim Han açıklamasının devamında terörizm ile soykırım arasındaki farka dikkat çekti:
“Terörizm dünyanın her bölgesine yayılmıştır ve her yerde kınanmalıdır. Örneğin Bali’de ve Manchester’da yaşananlara bakın. Şu an dünyanın her şehrinde birçok münferit olay meydana geliyor. Ne yazık ki bu şiddet alışılmış olan terördür. Genellikle de düzensizdir. Ancak DEAŞ tarafından Irak’ta ve diğer yerlerde işlenen suçlar arasında farklar var. Bu ayrım, söz konusu suçların mağdurlarının ve kurbanlarının hakları açısından son derece önemlidir.”

Han daha sonra sözü soykırım ile diğer suçlar arasındaki farka getirdi:
“Bir topluluğu kısmen veya tamamen yok etme niyetinin varlığını kanıtlamalıyız. DEAŞ’ın bazı eylemlerinin sadece rastgele zarar vermek için gerçekleştirilmediğini bilmenin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bazı grupların varlığını yeryüzünden tamamen veya kısmen silmeye çalışıyor. Hristiyan, Yezidi, Şii veya diğer kesimleri hedef alan suçlar söz konusu olduğunda bu durumun hukuki tanım önemlidir. Zulmü insanlığa karşı işlenmiş bir suç olarak görüyorsanız, Musul’da olduğu gibi sahte halifeye (Bağdadi), sahte bir kişiyebiat etmemeleri nedeniyle hedef alınan Sünni aşiretlerin bile DEAŞ tarafından saldırıya uğramış olabileceğini düşünüyoruz. Bu nedenle bu suçları işlemin niyeti ve bağlamı çok önemlidir. Kurbanlarını ayrım gözetmeksizin hedef alan terörizmden farklıdır.”

Han konuyu şöyle detaylandırdı:
“DEAŞ belli bir bölgenin kontrolünü ele geçirdi. İnsanlığa karşı işlenen suç ve sivil halka yönelik yaygın veya sistematik saldırı tek bir günle sınırlı değildi. Aksine 2014’ten 2017’ye kadar birkaç yıl boyunca sürdü. Burada insanları çarmıha germekten, diri diri yakmaktan, boğmaktan, tecavüz etmekten, çocukları öldürmekten ve infaz etmekten bahsediyoruz. Bunlar insanlığa karşı işlenen suç, soykırım ve savaş suçu olarak uygun şekilde sınıflandırılmalıdır. Burada suçun farklı yönleri ortaya çıkıyor. DEAŞ’ın İslami olmayan bir devlet olduğunu ortaya koymanın da önemli olduğunu düşünüyorum. Yaptıkları sadece Cenevre Sözleşmeleri, nefret söylemi veya 1948 Soykırımı Önleme Sözleşmesi ile değil, aynı zamanda Kuran-ı Kerim’in öğretileriyle de çelişiyor. Belki de ‘Dinde zorlama yoktur’ diyen Bakara Suresi’nin ne kadar güzel olduğunu biliyorsunuzdur. Bununla birlikte sözde İslam Devleti, bu tür İslami olmayan uygulamalarda bulundu. Kendilerini baskı yoluyla tanımladı. DEAŞ, tarihin en karanlık dönemlerinden biridir. Onların İslam ile hiçbir ilgisi yok. Bu, gece ile gündüz arasındaki fark kadar netttir. Dolayısıyla bu zulümlerden din adına sorumlu tutulması, mensup oldukları dinden ayrı oldukları için önemlidir. Öyleyse gerçek şu ki bu ideoloji, adı barış anlamına gelen bir dini sömürmeye çalışan İslam’dan sapmıştır. İslam’ın anlamı şudur: Barış ve Allah’ın iradesine teslim olmak.”

UNITAD’ın hedefleri
Kerim, soruşturmaların çoğunun dayandığı en önemli ülke olan Irak dışındaki bölgelerle ilgili davalar hakkında şunları söyledi:
“BMGK’daki görevimiz, soruşturmalarımızı Irak’ta yoğunlaştırma  yönündedir. Ancak soruşturma ekibinin hesap verebilirliği geliştirme ve dünya çapındaki DEAŞ suçlarının soruşturulmasını destekleme sorumluluğunu öngören 2379 sayılı kararımız var. DEAŞ’ın her yerde olduğunu biliyoruz. Onu Afganistan’da, Nijer’de, Afrika’nın Sahel bölgesinde, Libya’da ve diğer coğrafyalarda da gördük. Tüm ülkelerin DEAŞ karşısında birleşmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu radikal ideoloji büyüdükçe ve destek gördükçe kimse güvende olmayacak. İslam Peygamberi’nin dediği gibi; ılımlılığa döndüğümüzde güvende olacağız. Çünkü en iyi yol orta yoldur: Ilımlı olun, ibadet özgürlüğüne yer verin. Tüm ibadet yerlerinin korunması gerektiği için kiliselere, camilere ve sinagoglara izin verin. Bunlar İslam’ın öğretileridir. DEAŞ’ın yaptıkları ise bunun tam tersidir. DEAŞ camileri, kiliseleri ve diğer ibadethaneleri tapınakları korumak yerine yıkıyor.”

Kerim Han sözlerinin sonunda hukukun üstünlüğünün önemine dikkat çekti:
“Bu radikalizm yanlısı fikir son derece tehlikelidir ve Musul gibi başka bir şehrin ‘İslami olmayan bir devletin’ eline geçmesine izin vermemeliyiz. Tüm ülkelerin tehlikede olduğunun ve DEAŞ ile mücadele yolunun ılımlılık, saygı ve hukukun üstünlüğünden geçtiğinin farkına varmalıyız. Bunlar, tüm insanlığı bağlayan değerlerdir. UNITAD ekibinin arzuladığı şey, bu büyük hedef uğruna, insan birliğinin ilkelerini savunmada rol oynamaktır. Bu rol bizi, devletleri ve halkları bir araya getiren temel yasal ilkelere dayanmaktadır.”



Gazze ateşkesi: İsrail'in adımları müzakerelerdeki çıkmazı derinleştiriyor

Mısır Dışişleri Bakanı Bedr Abdulati, Katar Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Şeyh Muhammed bin Abdurrahman Al Sani ile Antalya Diplomasi Forumu'nda Gazze konulu toplantı sırasında (Mısır Dışişleri Bakanlığı)
Mısır Dışişleri Bakanı Bedr Abdulati, Katar Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Şeyh Muhammed bin Abdurrahman Al Sani ile Antalya Diplomasi Forumu'nda Gazze konulu toplantı sırasında (Mısır Dışişleri Bakanlığı)
TT

Gazze ateşkesi: İsrail'in adımları müzakerelerdeki çıkmazı derinleştiriyor

Mısır Dışişleri Bakanı Bedr Abdulati, Katar Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Şeyh Muhammed bin Abdurrahman Al Sani ile Antalya Diplomasi Forumu'nda Gazze konulu toplantı sırasında (Mısır Dışişleri Bakanlığı)
Mısır Dışişleri Bakanı Bedr Abdulati, Katar Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Şeyh Muhammed bin Abdurrahman Al Sani ile Antalya Diplomasi Forumu'nda Gazze konulu toplantı sırasında (Mısır Dışişleri Bakanlığı)

İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki askeri tırmanışı ve Hamas'ın buna nitelikli operasyonlarla karşılık vermesi, bir süredir durmuş olan ateşkes müzakerelerindeki çıkmazı derinleştirdi. Şarku’l Avsat'a konuşan Mısırlı resmi bir kaynak, “İki taraf (İsrail ve Hamas) arasında ateşkese varmak için yapılan dolaylı görüşmeler, sahadaki gerilim nedeniyle şu anda durmuş durumda. Ancak arabulucular, görüşmeleri yeniden başlatmaya çalışıyor” ifadelerini kullandı.

İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz dün yaptığı açıklamada, İsrail ordusunun, Hamas'ın 7 Ekim 2023'te İsrail yerleşimlerine düzenlediği saldırıdan bu yana Gazze Şeridi'nde tutulan Taylandlı esir Pinta Nattapong’un cesedine ulaştığını söyledi.

Tayland vatandaşı Nattapong, 7 Ekim 2023'te Kibbutz Nir Oz'da Hamas mensupları tarafından esir alınmıştı. Taylandlılar, Hamas tarafından esir alınan en fazla sayıda yabancıyı oluşturuyor.

Bu olay, ABD vatandaşlığına sahip iki İsrailli esirin cesedine ulaşılmasından iki gün sonra gerçekleşti. Gazze Şeridi'nde halen 55 esir tutuluyor ve İsrail bunların yarısından fazlasının öldüğünü iddia ediyor.

sdfgyjuı
Gazze Şeridi'nde ilerleyen bir İsrail tankı (Reuters)

İsrail ordusu, Hamas'ın geçen ayın sonunda ABD’nin Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff'un ateşkes önerisine verdiği -ilkeleri kabul ettiği ancak bazı şartlar sunduğu- yanıtı fırsat bilerek geniş çaplı bir saldırı başlattı. İsrail ordusu, hava ve topçu bombardımanını iki katına çıkararak, vatandaşları kuzeyden güneye ve güneyden orta kesimlere sürerek tam ölçekli bir tırmanışa geçti.

Mısırlı resmi kaynak şunları söyledi: “Söz konusu tırmanışın bir sonucu olarak durum çok zor ve şu ana kadar durumun çözümüne dair yeni bir şey yok. Müzakereler durmuş durumda ama birkaç gün içinde yeniden başlaması için çaba sarf ediliyor. Çünkü özellikle Kahire izlediği bilgiler ışığında herkesin pozisyonunu gözden geçiriyor.”

Mısır, Katar ve ABD, Gazze Şeridi'nde ateşkes sağlanması için müzakereler yürütüyor. Kaynağa göre Mısır'ın pozisyon okuması şöyle: “İsrail savaşı mümkün olduğunca uzun süre devam ettirmeye çalışıyor. Zira ABD ile İran arasındaki müzakerelerin başarısız olmasını ve İran'a askeri bir darbe vurulmasını istiyor ki Hamas yalnız kaldığını hissetsin ve Gazze Şeridi'ni terk etmek istesin.”

Kaynak sözlerini şöyle sürdürdü: “İsrail, Hamas'ın Gazze Şeridi'nin yönetimini devretmesi konusuna hiç ikna olmuş değil. Çünkü İsrail’e göre Hamas esirleri elinde tuttuğu ve Gazze Şeridi'nin geleceğine ilişkin müzakereleri yürüttüğü sürece Gazze Şeridi'ndeki askeri varlığını güçlendirecek şeyleri kabul edecek. Tel Aviv'in istemediği de bu. Hamas ise esirleri teslim etmesi halinde İsrail'in herhangi bir anlaşmaya uyacağına artık güvenmiyor ve özellikle de ABD vatandaşı İsrailli asker Edan Alexander'ı bir iyi niyet jesti olarak teslim etmesine rağmen Washington'un bunu takdir etmemesi ve Witkoff'un önerisinin gelmesinin ardından artık ABD'ye güvenmiyor.”

ıo90
Refah'ta Gazze İnsani Yardım Vakfı tarafından sağlanan gıda yardımını taşıyan Filistinliler (AP)

Kaynak ayrıca, ‘ABD'nin Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi'nde Gazze'de ateşkes kararını veto etmesinin ortalığı karıştırdığını ve Washington'un bu dosyadaki ciddiyetine ve arabuluculuğuna gölge düşürdüğünü’ belirtti. Kaynağa göre, tüm bunlara rağmen Kahire, uluslararası kamuoyunu harekete geçirerek Tel Aviv ile Washington'a müzakereleri yeniden başlatmaları ve bir çözüme ulaşmaları için baskı yapmak amacıyla uluslararası temaslarını yoğunlaştırıyor. Kahire, savaş ne kadar sürerse sürsün durması gerektiğine, özellikle de Mısır'ın ulusal güvenliğinin bu savaşın uzaması nedeniyle tehdit altında olduğuna inanıyor.

Mısır Dışişleri Bakanlığı dün, Bakan Bedr Abdulati'nin Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Dışişleri Bakanı Constantinos Kombos ile bir telefon görüşmesi yaptığını ve ikilinin ‘Mısır'ın Gazze Şeridi'nde ateşkes sağlanması ve insani yardımın ulaşması için gösterdiği çabaları’ ele aldığını duyurdu. Bakanlıktan yapılan açıklamaya göre iki bakan, ‘bölgesel güvenlik ve istikrarı desteklemek üzere bölgedeki gerilimin azaltılması için koordinasyonun sürdürülmesi gerektiği’ konusunda mutabık kaldı.

Filistin meseleleri konusunda uzman Mısırlı gazeteci Eşref Ebu’l Hul, Şarku'l Avsat'a verdiği demeçte şunları söyledi: “Ortamın karmaşıklığına ve sahadaki gerilim nedeniyle artan uçuruma rağmen, arabulucular müzakereleri yeniden başlatmak ve İsrail ile Hamas'a koşullarını hafifletmeleri ve ateşkes için bir uzlaşmaya varmaları yönünde baskı yapmak için büyük çaba sarf ediyor. Çünkü sahadaki insani durum vahim bir hal aldı.”

Ebu’l Hul, ‘İsrail'in esirlerin cesetlerini kurtararak sahada elde ettiğini düşündüğü başarıların Hamas'ı bazı koşullardan geri adım atmaya itebileceğini, zaten Hamas'ın Witkoff'un önerisini reddetmediğini, sadece Tel Aviv'in varılacak herhangi bir anlaşmaya bağlı kalacağını garanti eden bir taahhüt istediğini, Kahire ve Doha'daki arabulucuların da Washington'la birlikte bunun üzerinde çalıştığını defalarca teyit ettiğini’ belirtti.

Filistin Dışişleri Bakanlığı danışmanlarından Munir el-Cağub ise Şarku'l Avsat'a yaptığı açıklamada, ‘müzakerelerin durmasına rağmen çıkmaza gireceğine inanmadığını, çünkü İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun mevcut stratejisinin savaşla müzakere olduğunu’ söyledi. El-Cağub, ‘savaşın devam etmesinin Tel Aviv'in esirlerin hayatlarını önemsemediğini ve bu nedenle artık esir meselesinin Hamas'ın elinde bir güç kartı olmadığını doğruladığını’ düşünüyor.

Hamas dün bir açıklama yayınlayarak uluslararası toplumu, Arap ve İslam ülkelerini işgalcilerin Gazze Şeridi'nde işlediği suçları durdurmak için harekete geçmeye çağırdı.

ABD ve uluslararası ilişkiler uzmanı Muhammed es-Satuhi, “Washington, Hamas'ı Witkoff önerisini çekincesiz kabul etmeye ikna etmek için özellikle Kahire ve Doha ile temaslarını yoğunlaştırıyor. Söz konusu öneri, pek çok kişinin gözünde sadece İsrail'in isteklerini yerine getiren kötü bir öneri. Bu da Mısır ve Katar'daki arabulucular ile Hamas'ı zor durumda bırakıyor” dedi.