Afrika feminizmi Sudanlı kadınlara ne sundu?

Sudan geçiş hükümeti, önündeki sosyal, kültürel ve yasal engelleri kaldırmak için çeşitli adımlar atmaya odaklandı

Sudanlı kadınların kamusal alandaki katılımının halen toplumun üst tabakalarıyla sınırlı olması, pozitif ayrımcılık çerçevesinde haklarının güvence altına alınmasını gerektiriyor (The Independent Arabia - Hasan Hamid)
Sudanlı kadınların kamusal alandaki katılımının halen toplumun üst tabakalarıyla sınırlı olması, pozitif ayrımcılık çerçevesinde haklarının güvence altına alınmasını gerektiriyor (The Independent Arabia - Hasan Hamid)
TT

Afrika feminizmi Sudanlı kadınlara ne sundu?

Sudanlı kadınların kamusal alandaki katılımının halen toplumun üst tabakalarıyla sınırlı olması, pozitif ayrımcılık çerçevesinde haklarının güvence altına alınmasını gerektiriyor (The Independent Arabia - Hasan Hamid)
Sudanlı kadınların kamusal alandaki katılımının halen toplumun üst tabakalarıyla sınırlı olması, pozitif ayrımcılık çerçevesinde haklarının güvence altına alınmasını gerektiriyor (The Independent Arabia - Hasan Hamid)

Mina Abdulfettah
Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW), Pekin Deklarasyonu ve diğerleri gibi Birleşmiş Milletler (BM) sözleşmeleriyle ilgili mevcut bir takım tartışmalar çerçevesinde Sudanlı kadınların çoğu, sömürgecilik ve diktatörlük dönemlerinin koşullarıyla mücadelede kendileriyle eşit olan diğer Afrika ülkelerinden kadınların gerisinde kaldı. Çünkü Afrikalı kadınlar, ülkelerindeki değişikliklerin boyutunu ve doğasını ortaya çıkaran Batı ülkelerinin desteğini alma ayrıcalığına sahipti.
Sudanlı kadınları bundan uzak tutan sadece yoksulluk ve cehalet değildi, aynı zamanda önceki rejimin kadın faaliyetleri üzerindeki tam kontrolü, kadınları İslami eğilimli rejimin dışında tutması ve sadece rejime mensup olanları siyasi, ekonomik ve sosyal olarak güçlendirmesiydi. Öte yandan bu süre zarfında Afrika feminizmi fikirlerini Afrika Birliği’ne (AfB) sızdırmayı başarmış ve ‘Afrika İnsan ve Halkların Hakları Şartı’ adlı sözleşmenin imzalanmasını sağlamıştı. Sudan’da Aralık 2018’deki devrimden sonra şimdi, bu sözleşmenin uygulanmasını etkileyen bazı engellerin ve faktörlerin ortadan kaldırılması halinde kadınların lehine olan bazı koşulların değişmesi bekleniyor.

Feminist sınıflandırma
Sudanlı kadınlar, genel olarak Afrikalı kadınların bir özelliği haline gelen Batı sömürgeciliğine karşı mücadele döneminden kalma siyah feminizm ve eski rejiminin onlar için zemin hazırladığı İslami feminizmi bir araya getiriyorlar. İslami feminizm, siyahi feminizmin yerini alırken Kuzey Sudan’da Güney Sudan’a karşı İslami eğilime ait olma sınıflandırmasının üstüne çıktı. Bu da Sudan Halk Kurtuluş Hareketi-Kuzey (SPLM-N) örgütünü, Güney Sudan, Nuba Dağları, Mavi Nil ve Darfur bölgelerindeki feminist aktivistleri söz konusu bölgelerden dışlanmış kadınları savunmak için harekete geçirmeye itti. Böylece, iki feminist hareket arasındaki sınıflandırma dönüşüme uğradı ve her biri, diğerinin siyasi faaliyetini, bu klişeleşme sayesinde etnik bir sınıflandırmaya dönüşene kadar saf bir feminist hareket olarak gördü. İslami feminizm düşüncesi, Ulusal Kongre Partisi’nin (UKP) kadın üyelerini etkileyen yabancı bir fikirdir. İranlı ve Türk modernistlerin yanı sıra Avrupa'da yaşanan Arap topluluklarına mensup Müslüman Kardeşler (İhvan) üyelerinden etkilenmiştir. Bu fikir aynı zamanda Ulusal İslami Cephe lideri Hasan Turabi'nin kadınlar hakkındaki fikirlerini de şekillendirirdi. Turabi, kadınların imamlığı gibi kadınlara ilişkin bir takım fetvalar yayınlamıştı. Turabi, fıkhi görüşlerinin yanı sıra kendisinden sonra partinin genel sekreterliğine bir kadının geçmesini de tavsiye etti. Ancak bu tavsiye, onu yalnızca kadınların siyaset sahnesindeki rolünün öneminin bir teyidi olarak gören bazı karşıt görüşlerle karşı karşıya kalırken kadınlar partinin liderliğine asla ulaşamadı.
Kendi kendi motive eden hareket
Sudan, 1956 yılında bağımsızlığını ilan ederek, bu konuda birçok Afrika ülkesinin önüne geçti. Afrika ülkeleri ise 1960’lar ve 1970’lerde bağımsızlıklarını kazanabildiler. Ancak 1954 yılında Sudan Kadınlar Birliği’nin kurulmasının ardından birliğin en önemli hedefleri, Fatima Babiker Mahmoud'un ‘Miras ve Modernizm Arasında Afrikalı Kadınlar’ adlı kitabında bahsettiği gibi kadınların evde ev kadını ve toplumda çalışan bir vatandaş olarak çifte ekonomiden kurtulması, çocukluğa ve anneliğe dikkat çekilerek savunulması, kadınların kendilerine güvenmesi ve sosyal gelişime katkıda bulunması, yoksulluğu ve cehaletin ortadan kaldırılmasıydı. Tüm bu hedefler, bir grup Sudanlı öncü kadının, ulusal hareketin kollarında yükselen, kadın haklarını savunan, sorunlarını çözmeye çalışan feminist bir kurum olarak, Sudan Kadınlar Birliği’ni kurmasına yol açan iç faktörlerdi.
Sudan’ın İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme ve Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi gibi insan hakları ile ilgili uluslararası sözleşmeleri erken dönemlerde tanıması, ardından CEDAW'a yönelik çekinceleriyle ters düşüyordu.
BM Genel Kurulu’nun 1979 yılında CEDAW’ı kabul edilmesinden sonra CEDAW, birçok Afrika ülkesi tarafından farklı zamanlarda tanındı. Bu ülkeler henüz bağımsızlıklarını kazanmışlardı. CEDAW’ı tanımaları söz konusu ülkelerin yardım almalarına ve uluslararası ilişkilerinin normalleşmesine katkı sağladı. Sudan’da Ömer El-Beşir’in iktidara gelmesinden sonra Sudanlı kadınlarla Afrikalı kadınlar arasında büyük bir uçurum oluştu. Bu uçurum, kadın hakları konusundaki ortak çıkarı yok etti.
AfB’nin başlıca organları arasında yer alan Devlet ve Hükümet Başkanları Genel Kurulu’nun Mozambik'in başkenti Maputo'da 11 Temmuz 2003 Afrika İnsan ve Halkların Hakları Şartı sözleşmesini kabul etmesiyle bu uçurum daha da genişledi. Afrika İnsan ve Halkların Hakları Şartı, CEDAW sözleşmesinin metnine dayanıyordu ve kadına yönelik şiddetin tanımını genişleten ve ‘hem barış hem savaş zamanında kamusal ve özel hayatta kadının temel özgürlüklerinin kısıtlanmasının reddedilmesini’ içeren başka hükümler yer alıyordu. Afrika İnsan ve Halkların Hakları Şartı aynı zamanda, cinsiyetçi ayrım yapan veya erkek ya da kadının rollerini şekillendiren tüm geleneksel uygulamaları ortadan kaldırmak amacıyla sosyal ve kültürel davranışlarda gerekli değişiklikleri gerçekleştirmeyi’ de içeriyor.

Tamamlayıcı politika
Uluslararası baskı ve feminist hareketin bir sonucu olarak 1990'ların başında Afrika ülkelerinin çoğunda anayasa değiştirildi. Bu anayasalar genel olarak kadınlara karşı ayrımcılığın yasaklanmasını, medeni haller kanunlarının kadınların lehine olmasını ve onları aşağılamayı sürdüren normlara karşı çıkılmasını içeriyordu.
1986'dan sonra iktidardaki üçüncü demokratik sürece karşı bir darbe olan Beşir yönetiminin 1989 yılında iktidara gelmesinden sonra Sudanlı kadınların statüsü sekteye uğradı. Darbe rejimi parlamentoyu, siyasi partileri ve sendikaları feshetti. Muhalefet partileri faaliyetlerini yurtiçinden ve yurtdışından gizli bir şekilde sürdürdüler. Darbe, kadınların siyasi faaliyetlerini sekteye uğrattı. Tüm bunların ardından ister erkek ister kadın olsun İslami hareket dışındakileri kamu hizmetlerinden uzaklaştıran politika izledi. Beşir rejiminin partiler üzerindeki baskıları, diğer partilerdeki kadın üye sayısının iki kat olması gerçeğini ortaya çıkarırken bu yüzden programlarını yenilemeye de yönelmediler. Hem erkeklerin hem de kadınların parti üyeliklerini etkileyen, kamu hizmetlerinden uzaklaştırılmaları, işçilerin ve çalışanların işlerinden çıkarılmalarına sebep olan baskılar, kadınların kamusal alandaki katılımını zayıflattı.
Sudanlı kadınlar, eski Cumhurbaşkanı Cafer Numeyri döneminde (1969-1985) yerel seçimlerde oy kullanma hakkı kazandılar. Yine aynı dönemde ülkenin kadın bakanları oldu ve Meclis’in yüzde 25’ini kadınlar oluşturdu. Ancak sadece koalisyon hükümetinin ortağı Komünist Parti'den milletvekili seçilebildiler. Daha sonra Sudan, 1995 Pekin Deklarasyonu çıktılarından biri olarak BM tarafından kota sistemine tabi tutuldu. Kota sistemi, olumsuz durumları ele alma ve bunları kadınların siyaset sahnesine katılımını güçlendirmek için sosyal bir önlem olarak alma girişimi çerçevesinde geçici bir mekanizmaydı.
Ancak önceki rejim, bir dizi bakanlıkta görev yapan Ulusal Kongre Partisi'nin (UKP) kadın üyelerini güçlendirdi. Fakat bu bakanlıklar, Sosyal İşler Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı gibi sosyal hizmetler niteliğindeki bakanlıklarla sınırlıydı. Daha sonra Sudan hükümeti ile SLPM-N arasında Naivasha'da (Kenya) 2005 yılında Barış Anlaşması’nın imzalanmasının ardından kurulan merkezi ve eyalet hükümetlerinde kadınlar yer aldı. SLPM-N üyesi kadınların payına düşen bu bakanlıklardı.

Devlet feminizmi
Sudan geçiş hükümeti, politikasını BM yaklaşımına ve kadınların görüşlerine göre formüle etmeye ve bakanlıkların programları ve projeleri için gerekli finansmanı sağlamaya odaklanıyor. Kadınların önündeki sosyal, kültürel ve hukuki engellerin kaldırılması için çeşitli çabalar gösteriyor.  Geçiş hükümeti bu doğrultuda ilk adım olarak, başta Kamu Düzeni Yasası olmak üzere kadınların özgürlüğünü sınırlayan yasaları yeniden formüle etti.
Tüm bunlara rağmen, kadınların ekonomik ve sosyal hayattaki rolünün siyasi alandaki rolünden göreceli olarak daha büyük olduğunu, demokratikleşme sürecinin önemli bir parçası olarak siyasi değişim ve siyaset sahnesine katılımının olması gerektiğinden farklı olduğunu görüyoruz.
Buna neden olan engellere şu faktörler yol açtı:
1 - Sudan’ın feminist hareketinin uzun bir geçmişi olmasına rağmen, siyasetle ancak parlamentoya giren ilk Sudanlı kadın aracılığıyla ilişkilendirilebilir. 1964'te Sudan meclisine giren ilk kadın Fatima Ahmed İbrahim’di. Bunun yanı sıra Sudan 1965’te kadınların yargıda görevler üstlenmesine getirmesine izin veren ilk Arap ülkesi oldu. Bunu da kadınların sosyal ve ekonomik olarak güçlendirilmelerinden ayrı olarak, katılımı sadece toplumun üst tabakasından olan kadınlara özel kılarak, gerçek ve köklü bir değişimi önleyerek yaptı.
2 - Demokratikleşme süreci ertelendi ve rejime yakın partilerden bazı kadınlar, özellikle kırsal kesimdeki kadınların seçimlere katılımı ve güçlenmesi gerçeğinden uzakta çıkarları önemsemeye dayalı bir feminist koalisyon oluşturmak amacıyla siyasi kotalar bağlamında üst düzey bakanlıklara getirildiler. Hükümet, ‘devlet feminizmi’ olarak adlandırılan bu fenomenle, kadınların ekonomik, sosyal ve politik statüsünde köklü reformlar yapmadan kendisini belirli gruplara kabul ettirdi.
3 - İslami akım, Sudan toplumunu kontrol etme bahanesiyle yukarıda bahsi geçen uluslararası sözleşmeleri bir komplo teorisine döndürmeye çalışıyor. Böylece UKP’den mevcut hükümete karşı çıkarları olan bazı güçlerin bir araya gelmesiyle, İslami akımın kadın üyelerinin önderlik ettiği kültürel direniş türlerinden biri olarak toplumsal seferberlik ilan ediliyor.

 


Rusya, Trump’ı kızdıran füzeyle Ukrayna’yı vuruyor

İsrail ateşkese rağmen Lübnan'a saldırıları sürdürüyor ve geri çekilme taahhütlerini yerine getirmiyor (Reuters)
İsrail ateşkese rağmen Lübnan'a saldırıları sürdürüyor ve geri çekilme taahhütlerini yerine getirmiyor (Reuters)
TT

Rusya, Trump’ı kızdıran füzeyle Ukrayna’yı vuruyor

İsrail ateşkese rağmen Lübnan'a saldırıları sürdürüyor ve geri çekilme taahhütlerini yerine getirmiyor (Reuters)
İsrail ateşkese rağmen Lübnan'a saldırıları sürdürüyor ve geri çekilme taahhütlerini yerine getirmiyor (Reuters)

Lübnan'da Hizbullah'ın yeniden silahlanması, İsrail'in ülkeye operasyon düzenleme ihtimalini artırıyor.

İsrail ve Arap ülkelerinin istihbarat birimlerindeki yetkililer, kimliklerinin paylaşılmaması şartıyla Wall Street Journal'a (WSJ) konuştu. Hizbullah'ın ateşkes anlaşmasını ihlal ederek yeniden silahlandığını öne sürdüler.

Kaynaklar, İran destekli grubun yeniden roket, tanksavar füzesi ve topçu silahları stokladığını savunuyor. Bunların bir kısmının Lübnan limanlarından, diğerlerinin de Suriye üzerinden kaçak olarak alındığı iddia ediliyor. Örgütün bazı silahları kendi ürettiği de belirtiliyor.

Haberde, Hizbullah'ın silahlanma ve savaşçı devşirme faaliyetlerinin, İsrail'in ülkeye askeri operasyon düzenleme ihtimalini artırdığına dikkat çekiliyor. Lübnanlı yetkililerin, Arap ve Amerikan arabulucularla İsrail'le iletişime geçip, Tel Aviv yönetimine "sabırlı olma" çağrısında bulunduğu aktarılıyor. Ayrıca Beyrut yönetiminin, Tel Aviv'le istihbarat paylaşımını artırma taahhüdü verdiği ifade ediliyor.

İsrail'le Lübnan arasında bir yılı aşkın süredir süren çatışmaların ardından 27 Kasım 2024'te yürürlüğe giren ateşkese rağmen İsrail ordusu, Lübnan'ın güneyine neredeyse her gün saldırılar düzenliyor.

Haberde, ateşkesten bu yana İsrail ordusunun Hizbullah mevzilerine 1500'den fazla saldırı düzenlediği aktarılıyor. Ayrıca kara saldırıları sırasında sınır hattındaki beldelere giren İsrail ordusu, ateşkes anlaşmasındaki geri çekilme maddesine rağmen 5 noktada varlığını sürdürüyor.

Beyrut yönetimi, ABD ve İsrail'in de baskısıyla yıl sonuna kadar Hizbullah'ı silahsızlandırmayı hedefliyor. ABD'nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack, 20 Ekim'de X'ten yaptığı paylaşımda, "Beyrut yönetimi tereddüt etmeyi sürdürürse, İsrail tek taraflı harekete geçebilir ve bunun sonuçları çok ağır olabilir" ifadelerini kullanmıştı.

Öte yandan Hizbullah lideri Naim Kasım, 21 Ekim'deki açıklamasında, "Hizbullah'ın silah bırakmasının sorunu çözeceğini düşünen yanlış yapar" demişti. Kasım, İsrail'le savaş istemediklerini ve saldırılara yanıt vermediklerini de sözlerine eklemişti.

Lübnan Başbakanı Nevvaf Selam, mayıstaki açıklamasında ülkenin güneyindeki Hizbullah yapılanmasının yüzde 80'inin imha edildiğini söylemişti. Ancak WSJ'nin aktardığına göre Şii örgüt, güneydeki bazı banliyölerde ve Bekaa Vadisi'nde silahsızlandırma girişimlerine direnmeyi sürdürüyor.

Analizde, Hizbullah'ın Lübnan ordusuna karşı sayıca üstünlüğüne ve örgütün yüzbinlerce vatandaş tarafından desteklendiğine dikkat çekiliyor. Beyrut yönetiminin Hizbullah'ı siyasi olarak izole etmek istemediği, bunun ülkeyi tekrar iç savaşa sürükleyebileceğinden endişelendiği belirtiliyor.

Independent Türkçe, Wall Street Journal, New Arab


İsrail’in Gazze Şeridi'ndeki ihlallerine ilişkin gizli ABD raporu

Gazze şehrinin kuzeyindeki es-Saftavi bölgesinde yıkılmış evlerin arasından yürüyen Filistinliler (DPA)
Gazze şehrinin kuzeyindeki es-Saftavi bölgesinde yıkılmış evlerin arasından yürüyen Filistinliler (DPA)
TT

İsrail’in Gazze Şeridi'ndeki ihlallerine ilişkin gizli ABD raporu

Gazze şehrinin kuzeyindeki es-Saftavi bölgesinde yıkılmış evlerin arasından yürüyen Filistinliler (DPA)
Gazze şehrinin kuzeyindeki es-Saftavi bölgesinde yıkılmış evlerin arasından yürüyen Filistinliler (DPA)

ABD Dışişleri Bakanlığı Teftiş Kurulu tarafından hazırlanan gizli bir rapor, İsrail askeri birliklerinin Gazze Şeridi'nde yüzlerce kez ABD insan hakları yasalarını ihlal ettiğini ortaya çıkardı. Bu, Trump yönetiminin Filistinlilerin Gazze Şeridi'nde maruz kaldıkları muameleyi ilk kez kabul ettiği bir gelişme oldu.

Washington Post gazetesi, İsrail'in eylemlerinin Leahy Yasası'nın kapsamına girdiğini bildirdi. Bu yasa, adını eski Demokrat senatör Patrick Leahy’den alan tarihi bir düzenlemedir ve ABD’den finansman alan yabancı askeri birliklerin, yargısız infaz, işkence veya diğer ağır insan hakları ihlalleri gibi eylemler gerçekleştirmeleri durumunda yaptırımlara tabi tutulmasını öngörür.

Gazete, isimlerinin yayımlanmasını istemeyen ABD’li yetkililere dayanarak, genel müfettişin raporunun sonuçlarının, İsrail’in eylemlerinden sorumlu tutulup tutulamayacağı konusunda şüpheler yarattığını aktardı. Bu şüphelerin nedeni, olayların birikmiş olması ve inceleme sürecinin, İsrail ordusunun çıkarlarını gözeten doğası; ayrıca sürecin ‘birkaç yıl’ sürebileceği ihtimali.

Teftiş Kurulu’nun internet sitesi üzerinden yapılan açıklamada şu ifade yer aldı: “Bu rapor, kamuya açık olmayan gizli bilgiler içermektedir.”

Rapor, İsrail ile Hamas’ın ateşkes ve İsrailli rehinelerin Filistinli mahkûmlar karşılığında serbest bırakılması konusunda anlaşmaya varmasından birkaç gün önce tamamlandı. Raporda, yaklaşık 70 bin Filistinlinin hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan iki yıllık savaş ele alınıyor.

Leahy Yasası’nın uygulanabilirliğine ilişkin bir sınama niteliği taşıyan değerlendirmede, Şubat 2024’te yardım kamyonlarının çevresinde toplanan 100’den fazla Filistinlinin öldürülmesi ve Nisan 2024’te İsrail’in düzenlediği bir saldırıda World Central Kitchen (WCK) yardım kuruluşundan yedi çalışanın hayatını kaybetmesi olaylarına dikkat çekildi. Ancak her iki saldırıda da ABD silahlarının kullanılıp kullanılmadığına dair ‘kesin bir sonuca’ varılamadığı açıklandı.

On milyarlarca dolar

ABD, İsrail'e her yıl en az 3,8 milyar dolarlık yardım sağlıyor; son yıllarda on milyarlarca dolar daha fazla yardım sağlayarak, İsrail'i dünyadaki en büyük ABD askeri yardımı alıcısı haline getirdi.

Rapor, Amerikan yardımı alan yabancı ordular tarafından işlenen insan hakları ihlallerinin incelenmesine ilişkin özel protokolün, üst düzey Amerikalı yetkilileri içerdiğini ve diğer ülkeler için yapılan incelemelere kıyasla daha uzun bir süreç öngördüğünü belirtiyor. Ayrıca, ardı ardına gelen Cumhuriyetçi ve Demokrat yönetimler tarafından özel olarak tasarlanan bürokratik bir mekanizmanın, insan hakları ihlalleriyle ilgili benzer iddialarla karşı karşıya kalan diğer ülkelere kıyasla İsrail’e avantaj sağladığına dikkat çekiyor.

Washington Post, eski Dışişleri Bakanlığı yetkilisi Josh Paul’un şu sözlerini aktardı: “Normal inceleme sürecinde, bir yetkilinin itirazı yardımı durdurmak için yeterliyken, İsrail söz konusu olduğunda bir çalışma grubunun ‘ciddi bir insan hakları ihlali olup olmadığı konusunda fikir birliğine varması’ gerekiyor.”

Çalışma grubu, Kudüs'teki ABD Büyükelçiliği ve Dışişleri Bakanlığı Yakın Doğu İşleri Bürosu temsilcilerinden oluşuyor. Daha sonra İsrail hükümetine danışılıyor ve herhangi bir önlem alınıp alınmadığı soruluyor. Grup, bir birimin ağır insan hakları ihlali gerçekleştirdiğini tespit ederse, bu birimin ABD yardımlarına ‘uygunsuz’ olarak değerlendirilmesini önerebilir. Dışişleri Bakanı daha sonra uygunsuzluk kararını onaylamalıdır.

Biden yönetimi, 2022'de Batı Şeria'daki bir kontrol noktasında gözaltına alınan 78 yaşındaki ABD vatandaşı Ömer Esad'ın öldürülmesine karışan birim de dahil olmak üzere, ciddi insan hakları ihlalleriyle suçlanan İsrail birimlerine yardımı durdurmayı reddetmesi nedeniyle eleştirildi.

Trump yönetimi de İsrail ordusuna karşı benzer bir müdahale etmeme yaklaşımı benimsemişti, ancak önceki yönetimin ‘insan haklarını ABD dış politikasının merkezine koyma’ şeklindeki klişe ifadelerini tekrarlamamıştı.

Teftiş Kurulu şu anda Birleşmiş Milletler (BM) ve diğer yardım kuruluşu çalışanlarından, Hamas ve diğer silahlı gruplar tarafından yardımların çalınmasıyla ilgili ihlallerin kanıtlarını topluyor.


İsrail'in gece boyu Gazze'ye düzenlediği saldırılar kırılgan ateşkesi sınıyor

Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'tan yükselen dumanlar, 30 Ekim 2025 (Reuters)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'tan yükselen dumanlar, 30 Ekim 2025 (Reuters)
TT

İsrail'in gece boyu Gazze'ye düzenlediği saldırılar kırılgan ateşkesi sınıyor

Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'tan yükselen dumanlar, 30 Ekim 2025 (Reuters)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'tan yükselen dumanlar, 30 Ekim 2025 (Reuters)

Filistin resmi haber ajansı WAFA, İsrail ordusunun dün akşam Gazze Şeridi'ne üst üste üçüncü gün saldırı düzenleyerek iki kişiyi öldürdüğünü ve bu saldırının kırılgan ateşkes anlaşmasını yeni bir sınava tabi tuttuğunu bildirdi.

Şarku’l Avsat’ın WAFA’dan aktardığına göre, bir Filistinli İsrail hava saldırıları sonucu yaşamını yitirdi, bir diğeri ise İsrail güçleri tarafından vurularak öldürüldü.

sdfrgt
İsrail saldırısının ardından Gazze'den yükselen dumanlar, 29 Ekim 2025 (Reuters)

WAFA, üçüncü bir Filistinlinin ise önceki bir İsrail saldırısında aldığı yaralar nedeniyle hayatını kaybettiğini duyurdu.

Hamas'ın silahsızlandırılması ve İsrail'in Gazze Şeridi'nden çekilme takvimi gibi çetrefilli sorunları çözemeyen ABD'nin arabuluculuğunda sağlanan ateşkes, üç hafta önce yürürlüğe girmesinden bu yana ara sıra çıkan çatışmalarla sınandı.

cd
Gazze Şeridi'nin orta kesiminde bulunan Nuseyrat'taki yerel bir pazardan alışveriş yapan Filistinliler, 28 Ekim 2025 (Reuters)

Geçtiğimiz salı ve çarşamba günü İsrail, askerlerinden birinin öldürülmesine, Gazze Şeridi’ndeki sağlık yetkililerinin 104 kişinin hayatını kaybettiğini söylediği bombardımanlarla yanıt verdi.