Afrika feminizmi Sudanlı kadınlara ne sundu?

Sudan geçiş hükümeti, önündeki sosyal, kültürel ve yasal engelleri kaldırmak için çeşitli adımlar atmaya odaklandı

Sudanlı kadınların kamusal alandaki katılımının halen toplumun üst tabakalarıyla sınırlı olması, pozitif ayrımcılık çerçevesinde haklarının güvence altına alınmasını gerektiriyor (The Independent Arabia - Hasan Hamid)
Sudanlı kadınların kamusal alandaki katılımının halen toplumun üst tabakalarıyla sınırlı olması, pozitif ayrımcılık çerçevesinde haklarının güvence altına alınmasını gerektiriyor (The Independent Arabia - Hasan Hamid)
TT

Afrika feminizmi Sudanlı kadınlara ne sundu?

Sudanlı kadınların kamusal alandaki katılımının halen toplumun üst tabakalarıyla sınırlı olması, pozitif ayrımcılık çerçevesinde haklarının güvence altına alınmasını gerektiriyor (The Independent Arabia - Hasan Hamid)
Sudanlı kadınların kamusal alandaki katılımının halen toplumun üst tabakalarıyla sınırlı olması, pozitif ayrımcılık çerçevesinde haklarının güvence altına alınmasını gerektiriyor (The Independent Arabia - Hasan Hamid)

Mina Abdulfettah
Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW), Pekin Deklarasyonu ve diğerleri gibi Birleşmiş Milletler (BM) sözleşmeleriyle ilgili mevcut bir takım tartışmalar çerçevesinde Sudanlı kadınların çoğu, sömürgecilik ve diktatörlük dönemlerinin koşullarıyla mücadelede kendileriyle eşit olan diğer Afrika ülkelerinden kadınların gerisinde kaldı. Çünkü Afrikalı kadınlar, ülkelerindeki değişikliklerin boyutunu ve doğasını ortaya çıkaran Batı ülkelerinin desteğini alma ayrıcalığına sahipti.
Sudanlı kadınları bundan uzak tutan sadece yoksulluk ve cehalet değildi, aynı zamanda önceki rejimin kadın faaliyetleri üzerindeki tam kontrolü, kadınları İslami eğilimli rejimin dışında tutması ve sadece rejime mensup olanları siyasi, ekonomik ve sosyal olarak güçlendirmesiydi. Öte yandan bu süre zarfında Afrika feminizmi fikirlerini Afrika Birliği’ne (AfB) sızdırmayı başarmış ve ‘Afrika İnsan ve Halkların Hakları Şartı’ adlı sözleşmenin imzalanmasını sağlamıştı. Sudan’da Aralık 2018’deki devrimden sonra şimdi, bu sözleşmenin uygulanmasını etkileyen bazı engellerin ve faktörlerin ortadan kaldırılması halinde kadınların lehine olan bazı koşulların değişmesi bekleniyor.

Feminist sınıflandırma
Sudanlı kadınlar, genel olarak Afrikalı kadınların bir özelliği haline gelen Batı sömürgeciliğine karşı mücadele döneminden kalma siyah feminizm ve eski rejiminin onlar için zemin hazırladığı İslami feminizmi bir araya getiriyorlar. İslami feminizm, siyahi feminizmin yerini alırken Kuzey Sudan’da Güney Sudan’a karşı İslami eğilime ait olma sınıflandırmasının üstüne çıktı. Bu da Sudan Halk Kurtuluş Hareketi-Kuzey (SPLM-N) örgütünü, Güney Sudan, Nuba Dağları, Mavi Nil ve Darfur bölgelerindeki feminist aktivistleri söz konusu bölgelerden dışlanmış kadınları savunmak için harekete geçirmeye itti. Böylece, iki feminist hareket arasındaki sınıflandırma dönüşüme uğradı ve her biri, diğerinin siyasi faaliyetini, bu klişeleşme sayesinde etnik bir sınıflandırmaya dönüşene kadar saf bir feminist hareket olarak gördü. İslami feminizm düşüncesi, Ulusal Kongre Partisi’nin (UKP) kadın üyelerini etkileyen yabancı bir fikirdir. İranlı ve Türk modernistlerin yanı sıra Avrupa'da yaşanan Arap topluluklarına mensup Müslüman Kardeşler (İhvan) üyelerinden etkilenmiştir. Bu fikir aynı zamanda Ulusal İslami Cephe lideri Hasan Turabi'nin kadınlar hakkındaki fikirlerini de şekillendirirdi. Turabi, kadınların imamlığı gibi kadınlara ilişkin bir takım fetvalar yayınlamıştı. Turabi, fıkhi görüşlerinin yanı sıra kendisinden sonra partinin genel sekreterliğine bir kadının geçmesini de tavsiye etti. Ancak bu tavsiye, onu yalnızca kadınların siyaset sahnesindeki rolünün öneminin bir teyidi olarak gören bazı karşıt görüşlerle karşı karşıya kalırken kadınlar partinin liderliğine asla ulaşamadı.
Kendi kendi motive eden hareket
Sudan, 1956 yılında bağımsızlığını ilan ederek, bu konuda birçok Afrika ülkesinin önüne geçti. Afrika ülkeleri ise 1960’lar ve 1970’lerde bağımsızlıklarını kazanabildiler. Ancak 1954 yılında Sudan Kadınlar Birliği’nin kurulmasının ardından birliğin en önemli hedefleri, Fatima Babiker Mahmoud'un ‘Miras ve Modernizm Arasında Afrikalı Kadınlar’ adlı kitabında bahsettiği gibi kadınların evde ev kadını ve toplumda çalışan bir vatandaş olarak çifte ekonomiden kurtulması, çocukluğa ve anneliğe dikkat çekilerek savunulması, kadınların kendilerine güvenmesi ve sosyal gelişime katkıda bulunması, yoksulluğu ve cehaletin ortadan kaldırılmasıydı. Tüm bu hedefler, bir grup Sudanlı öncü kadının, ulusal hareketin kollarında yükselen, kadın haklarını savunan, sorunlarını çözmeye çalışan feminist bir kurum olarak, Sudan Kadınlar Birliği’ni kurmasına yol açan iç faktörlerdi.
Sudan’ın İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme ve Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi gibi insan hakları ile ilgili uluslararası sözleşmeleri erken dönemlerde tanıması, ardından CEDAW'a yönelik çekinceleriyle ters düşüyordu.
BM Genel Kurulu’nun 1979 yılında CEDAW’ı kabul edilmesinden sonra CEDAW, birçok Afrika ülkesi tarafından farklı zamanlarda tanındı. Bu ülkeler henüz bağımsızlıklarını kazanmışlardı. CEDAW’ı tanımaları söz konusu ülkelerin yardım almalarına ve uluslararası ilişkilerinin normalleşmesine katkı sağladı. Sudan’da Ömer El-Beşir’in iktidara gelmesinden sonra Sudanlı kadınlarla Afrikalı kadınlar arasında büyük bir uçurum oluştu. Bu uçurum, kadın hakları konusundaki ortak çıkarı yok etti.
AfB’nin başlıca organları arasında yer alan Devlet ve Hükümet Başkanları Genel Kurulu’nun Mozambik'in başkenti Maputo'da 11 Temmuz 2003 Afrika İnsan ve Halkların Hakları Şartı sözleşmesini kabul etmesiyle bu uçurum daha da genişledi. Afrika İnsan ve Halkların Hakları Şartı, CEDAW sözleşmesinin metnine dayanıyordu ve kadına yönelik şiddetin tanımını genişleten ve ‘hem barış hem savaş zamanında kamusal ve özel hayatta kadının temel özgürlüklerinin kısıtlanmasının reddedilmesini’ içeren başka hükümler yer alıyordu. Afrika İnsan ve Halkların Hakları Şartı aynı zamanda, cinsiyetçi ayrım yapan veya erkek ya da kadının rollerini şekillendiren tüm geleneksel uygulamaları ortadan kaldırmak amacıyla sosyal ve kültürel davranışlarda gerekli değişiklikleri gerçekleştirmeyi’ de içeriyor.

Tamamlayıcı politika
Uluslararası baskı ve feminist hareketin bir sonucu olarak 1990'ların başında Afrika ülkelerinin çoğunda anayasa değiştirildi. Bu anayasalar genel olarak kadınlara karşı ayrımcılığın yasaklanmasını, medeni haller kanunlarının kadınların lehine olmasını ve onları aşağılamayı sürdüren normlara karşı çıkılmasını içeriyordu.
1986'dan sonra iktidardaki üçüncü demokratik sürece karşı bir darbe olan Beşir yönetiminin 1989 yılında iktidara gelmesinden sonra Sudanlı kadınların statüsü sekteye uğradı. Darbe rejimi parlamentoyu, siyasi partileri ve sendikaları feshetti. Muhalefet partileri faaliyetlerini yurtiçinden ve yurtdışından gizli bir şekilde sürdürdüler. Darbe, kadınların siyasi faaliyetlerini sekteye uğrattı. Tüm bunların ardından ister erkek ister kadın olsun İslami hareket dışındakileri kamu hizmetlerinden uzaklaştıran politika izledi. Beşir rejiminin partiler üzerindeki baskıları, diğer partilerdeki kadın üye sayısının iki kat olması gerçeğini ortaya çıkarırken bu yüzden programlarını yenilemeye de yönelmediler. Hem erkeklerin hem de kadınların parti üyeliklerini etkileyen, kamu hizmetlerinden uzaklaştırılmaları, işçilerin ve çalışanların işlerinden çıkarılmalarına sebep olan baskılar, kadınların kamusal alandaki katılımını zayıflattı.
Sudanlı kadınlar, eski Cumhurbaşkanı Cafer Numeyri döneminde (1969-1985) yerel seçimlerde oy kullanma hakkı kazandılar. Yine aynı dönemde ülkenin kadın bakanları oldu ve Meclis’in yüzde 25’ini kadınlar oluşturdu. Ancak sadece koalisyon hükümetinin ortağı Komünist Parti'den milletvekili seçilebildiler. Daha sonra Sudan, 1995 Pekin Deklarasyonu çıktılarından biri olarak BM tarafından kota sistemine tabi tutuldu. Kota sistemi, olumsuz durumları ele alma ve bunları kadınların siyaset sahnesine katılımını güçlendirmek için sosyal bir önlem olarak alma girişimi çerçevesinde geçici bir mekanizmaydı.
Ancak önceki rejim, bir dizi bakanlıkta görev yapan Ulusal Kongre Partisi'nin (UKP) kadın üyelerini güçlendirdi. Fakat bu bakanlıklar, Sosyal İşler Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı gibi sosyal hizmetler niteliğindeki bakanlıklarla sınırlıydı. Daha sonra Sudan hükümeti ile SLPM-N arasında Naivasha'da (Kenya) 2005 yılında Barış Anlaşması’nın imzalanmasının ardından kurulan merkezi ve eyalet hükümetlerinde kadınlar yer aldı. SLPM-N üyesi kadınların payına düşen bu bakanlıklardı.

Devlet feminizmi
Sudan geçiş hükümeti, politikasını BM yaklaşımına ve kadınların görüşlerine göre formüle etmeye ve bakanlıkların programları ve projeleri için gerekli finansmanı sağlamaya odaklanıyor. Kadınların önündeki sosyal, kültürel ve hukuki engellerin kaldırılması için çeşitli çabalar gösteriyor.  Geçiş hükümeti bu doğrultuda ilk adım olarak, başta Kamu Düzeni Yasası olmak üzere kadınların özgürlüğünü sınırlayan yasaları yeniden formüle etti.
Tüm bunlara rağmen, kadınların ekonomik ve sosyal hayattaki rolünün siyasi alandaki rolünden göreceli olarak daha büyük olduğunu, demokratikleşme sürecinin önemli bir parçası olarak siyasi değişim ve siyaset sahnesine katılımının olması gerektiğinden farklı olduğunu görüyoruz.
Buna neden olan engellere şu faktörler yol açtı:
1 - Sudan’ın feminist hareketinin uzun bir geçmişi olmasına rağmen, siyasetle ancak parlamentoya giren ilk Sudanlı kadın aracılığıyla ilişkilendirilebilir. 1964'te Sudan meclisine giren ilk kadın Fatima Ahmed İbrahim’di. Bunun yanı sıra Sudan 1965’te kadınların yargıda görevler üstlenmesine getirmesine izin veren ilk Arap ülkesi oldu. Bunu da kadınların sosyal ve ekonomik olarak güçlendirilmelerinden ayrı olarak, katılımı sadece toplumun üst tabakasından olan kadınlara özel kılarak, gerçek ve köklü bir değişimi önleyerek yaptı.
2 - Demokratikleşme süreci ertelendi ve rejime yakın partilerden bazı kadınlar, özellikle kırsal kesimdeki kadınların seçimlere katılımı ve güçlenmesi gerçeğinden uzakta çıkarları önemsemeye dayalı bir feminist koalisyon oluşturmak amacıyla siyasi kotalar bağlamında üst düzey bakanlıklara getirildiler. Hükümet, ‘devlet feminizmi’ olarak adlandırılan bu fenomenle, kadınların ekonomik, sosyal ve politik statüsünde köklü reformlar yapmadan kendisini belirli gruplara kabul ettirdi.
3 - İslami akım, Sudan toplumunu kontrol etme bahanesiyle yukarıda bahsi geçen uluslararası sözleşmeleri bir komplo teorisine döndürmeye çalışıyor. Böylece UKP’den mevcut hükümete karşı çıkarları olan bazı güçlerin bir araya gelmesiyle, İslami akımın kadın üyelerinin önderlik ettiği kültürel direniş türlerinden biri olarak toplumsal seferberlik ilan ediliyor.

 


Sudan, Trump ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman'ın savaşı sona erdirmek için gösterdiği çabaları memnuniyetle karşıladı

TT

Sudan, Trump ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman'ın savaşı sona erdirmek için gösterdiği çabaları memnuniyetle karşıladı

Sudan, Trump ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman'ın savaşı sona erdirmek için gösterdiği çabaları memnuniyetle karşıladı

Sudanlılar, ABD Başkanı Donald Trump’ın açıklamalarını büyük bir memnuniyetle karşıladı. Trump, Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın talebi üzerine Sudan’daki savaşı durdurmak için ağırlığını kullanacağını ve ülkede barışın sağlanması için ‘bizzat’ devreye gireceğini duyurmuştu. Sudanlı yetkililer, bu adımı uluslararası girişimlerin ve savaşın durdurulmasına yönelik Dörtlü Mekanizma girişiminin güçlendirilmesi olarak değerlendirdi. Trump’ın açıklamaları, geçici başkent olarak belirlenen Port Sudan’dan yönetilen Sudan Egemenlik Konseyi, hükümet, Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) ve Nyala merkezli paralel hükümet tarafından memnuniyetle karşılandı. Açıklamaya, savaşın devam etmesini savunan gruplar da dahil olmak üzere çeşitli Sudanlı güçler destek verdi.

Trump'ın açıklamaları

Trump, çarşamba günü yaptığı açıklamada, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın kendisinden ‘Sudan konusuna güçlü bir şekilde müdahil olmasını’ talep ettiğini açıkladı. Trump, bu krize müdahil olmayı önceden planlamadığını ve Veliaht Prens ile görüşene kadar Sudan’ın gündeminde olmadığını belirtti. Veliaht Prens’in kendisinden ‘Sudan ile ilgili çok güçlü bir adım atmasını istediğini’ ifade eden Trump, Sudan’daki durumu ‘kontrol dışı ve çılgınca bir mesele’ olarak gördüğünü söyledi.

xs
ABD Başkanı Donald Trump çarşamba günü ABD-Suudi Arabistan Yatırım Forumu'nda bir konuşma yaptı. (SPA)

Trump, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın kendisini Sudan krizine dair bilgilendirdiğini belirtti. Trump, Veliaht Prens’in kendisine, “Birçok savaştan söz ediyorsunuz, ama dünyada Sudan adında bir yer var ve orada yaşananlar korkunç” dediğini aktardı.

Trump, çarşamba günü ABD-Suudi Arabistan Yatırım Forumu’nda yaptığı konuşmada, Sudan meselesini bizzat üstlenmeye başladığını açıkladı. Veliaht Prens Muhammed bin Selman’a hitaben, “Senin açıklamanın üzerinden yaklaşık 30 dakika geçtikten sonra bu konuya büyük önem vermeye başladık” dedi. Ayrıca Veliaht Prens’in anlattıklarının ardından Sudan’a yönelik farklı bir bakış açısı kazandığını ifade etti.

Trump, Sudan’a ilişkin ilgisini sosyal medya platformu Truth Social üzerinden şu ifadelerle dile getirdi: “Sudan büyük bir insani krizle karşı karşıya… Arap ve dünya liderleri, özellikle Veliaht Prens Muhammed bin Selman, Sudan’da olup bitenlere derhal son verilmesi için başkanlık gücümü kullanmamı istedi.” Sudan’ın büyük bir medeniyet ve kültüre sahip olduğunu, ancak bunun maalesef kötüye gittiğini, yine de ülkeler arası iş birliği ve koordinasyonla durumun düzeltilebileceğini belirten Trump, “Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Mısır ve diğer Ortadoğulu ortaklarla bu zulümlerin sona erdirilmesi için çalışacağız” dedi.

Burhan memnuniyetle karşıladı

Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı ve Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan, Trump’ın açıklamalarına hızlı bir şekilde yanıt vererek memnuniyetini dile getirdi. Burhan, sosyal medya platformu X’te, “Teşekkürler Veliaht Prens Muhammed bin Selman, teşekkürler Başkan Donald Trump” yazdı. Ardından birkaç saat içinde Burhan’ın başkanlığındaki Egemenlik Konseyi, Port Sudan merkezli Sudan hükümetinin, ‘Sudan’da adil ve hakkaniyetli barışın sağlanması için Suudi Arabistan ve ABD’nin çabalarını memnuniyetle karşıladığını’ duyuran bir basın açıklaması yayımladı.

Basın açıklamasında, iki ülkeye ‘Sudan’da kan dökülmesini durdurma konusundaki ilgileri ve sürekli çabaları’ için teşekkür edildi. Hükümet, Sudan halkının beklediği barışı sağlamak amacıyla her iki ülke ile ciddi şekilde iş birliği yapmaya hazır olduğunu duyurdu. Şarku’l Avsat’ın Sudan resmi haber ajansı SUNA’dan aktardığına göre, Başbakan Kâmil İdris de Suudi Arabistan ve ABD’nin Sudan’da kalıcı barışı sağlama çabalarını memnuniyetle karşıladığını belirtti ve barış, güvenlik ile istikrarın sağlanması için her iki ülke ile tam olarak iş birliğine hazır olduğunu vurguladı.

HDK desteği

HDK de ABD Başkanı’nın açıklamalarını destekledi. Bu görüş, HDK’ye bağlı paralel hükümetin Bakanlar Kurulu tarafından yapılan resmî açıklamada ifade edildi. İbrahim el-Mirgani, Trump’ın konuşmasında savaşın durdurulması için başkanlık ağırlığını kullanma ve Dörtlü Mekanizma ile iş birliği yapma adımını memnuniyetle karşıladı. Açıklamada ayrıca, HDK’nin, İslamcı hareket, Ulusal Kongre Partisi (eski rejim yanlıları) ve aşırı grupların Sudan’ın geleceğini belirleyecek herhangi bir siyasi süreçten dışlanmasını desteklediği vurgulandı. Mirgani, Veliaht Prens’in Sudan krizini Suudi Arabistan-ABD görüşmelerinin gündemine almasını da takdirle karşıladı.

HDK Komutanı Korgeneral Muhammed Hamdan Daklu'nun (Hamideti) Siyasi Danışmanı el-Başa Tubeyk de ABD’nin açıklamalarına destek verdi. X platformundaki hesabından yaptığı paylaşımda, “Barışı reddeden sadece savaş tüccarları ve halkların kanını emenlerdir” dedi. Bununla birlikte, herhangi bir barışın Sudan krizinin kök nedenlerini teşhis etmeyen, kalıcı çözümler üretmeyen, vatandaşlık hakları, adalet ve eşitlik üzerine inşa edilmeyen, politik hakimiyetten bağımsız profesyonel bir ordu oluşturmayı hedeflemeyen ve ülkenin sınırlarını korumayı sağlamayan bir girişim olarak sadece savaş ve çatışma döngüsünün devamı olacağını kaydetti.

HDK’nin bu tutumu, daha önce Dörtlü Mekanizma girişimini ve insani ateşkes önerisini memnuniyetle karşıladıkları açıklamalarıyla uyumlu. Buna karşılık, ordu ve müttefikleri resmî açıklamalarda girişimi temkinli karşıladıklarını ve çatışmayı sürdürmeye devam edeceklerini duyurmuştu.

Yeni ivme

Savaş karşıtı sivil güçler ise ABD’nin yeni tutumunun ülkedeki çatışmaları durdurabileceği konusunda iyimserliklerini dile getirdi. Eski Başbakan Abdullah Hamduk liderliğindeki Sivil Demokratik İttifak, ABD’nin açıklamalarını memnuniyetle karşıladığını ve Başkan Trump’ın Sudan’daki savaşı durdurma konusunu bizzat takip etmesini, ‘savaşın güvenilir düzenlemelerle durdurulup sona erdirilmesini sağlayabilecek bir işaret’ olarak değerlendirdi.

sdfg
Sivil Demokratik İttifak lideri eski Başbakan Abdullah Hamduk (Reuters)

Sivil Demokratik İttifak, bu yeni gelişmenin ‘Dörtlü Mekanizma sürecine yeni bir ivme kazandırabileceğini’ ve acil insani ateşkese güçlü bir şekilde zemin hazırlayabileceğini belirtti. Ateşkesin, sivillerin hedef alınmasını durduracağını, insani yardımın ulaştırılmasını sağlayacağını ve ülkeyi kapsamlı ve sürdürülebilir bir barış sürecine taşıyacak ciddi bir siyasi sürecin önünü açacağını vurguladı. Ancak Sivil Demokratik İttifak, savaşın durdurulması konusundaki herhangi bir ilerlemeyi, savaşı uzatmaya çalışan güçlerle doğrudan karşı karşıya gelmeye bağladı. Bunlar arasında ‘İslamcı hareket ve eski rejimin kalıntıları’ bulunuyor. Sivil Demokratik İttifak’a göre bu gruplar, ‘Sudanlıların hayatı pahasına kendi iktidarlarını yeniden üretmek için çatışmayı kışkırtıyor.’ İttifak, Sudan halkı ve sivil güçleri, savaş tarafları üzerinde baskıyı sürdürmeye ve ‘vatandaşların çıkarını dar askeri hesapların önüne koyan sorumlu müzakerelere’ katılım sağlamaya çağırdı.

Şiddet döngüsüne son vermek

Öte yandan ülkedeki en büyük siyasi partilerden biri olan Milli Ümmet Partisi, açıklamaları ‘olumlu bir adım’ olarak değerlendirdi. Parti, bu adımın Sudan halkının çektiği acıyı sona erdirmeye ve ülkenin birliğini ve geleceğini tehdit eden şiddet ve yıkım sürecine son vermeye yönelik uluslararası çabaları güçlendirdiğini belirtti. Partinin resmî açıklamasında, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın samimi ve değerli çabaları ile Dörtlü Mekanizma girişimine katılan ülkeler ve barışı sağlamak için çalışan tüm kardeş ve dost ülkelere övgüde bulunuldu. Açıklamada ayrıca, Dörtlü Mekanizma Bildirisi’nin tam olarak uygulanmasının önemi vurgulandı; bunun ‘yapıcı ve kapsamlı bir yol haritası’ olarak, ulusal bir uzlaşmayı mümkün kılacağı ve Aralık 2018 Devrimi’nin ilkeleri temelinde Sudan devletinin yeniden inşasına yol açacak ulusal bir proje üreteceği ifade edildi.

t
Milli Ümmet Partisi lideri Fadlallah Burma Nasır (AFP)

Sudan Kongre Partisi de aynı yönde hareket ederek, Başkan Trump’ın Sudan’daki savaşı durdurma dosyasını bizzat üstlenmesini, Sudan meselesine uluslararası ilgiyi artırmak ve çatışmayı durdurma çabalarını desteklemek açısından olumlu bir adım olarak değerlendirdi. Parti, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın çabalarını övdü ve ABD Başkanı’nın Dörtlü Mekanizma çerçevesindeki çalışmaları sürdürme taahhüdünü destekledi. Ayrıca 12 Eylül’de yayımlanan yol haritasını tam olarak desteklediğini açıkladı. Parti tarafından yapılan açıklamada, “Sivillerin hedef alınmasını durduracak, insani yardımın ulaştırılmasını sağlayacak ve güvenilir bir siyasi süreci başlatarak sürdürülebilir, sivil ve demokratik bir barış tesis edecek acil bir ateşkesi hızlandırmak için tüm çabamızı göstereceğiz” denildi. Parti, savaşan tarafları ‘savaşın durdurulması girişimlerine yanıt vermeye, akılcı çözümleri önceliklendirmeye ve çatışmayı sona erdirip Sudan’a istikrarı yeniden kazandıracak ciddi müzakerelere katılmaya’ çağırdı.

İslamcılar için koşullar

Sudan İslami Hareketi ise diğer aktörlerle aynı doğrultuda bir mesajı yayımladı ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın rolünü övdü.

sdfr
Sudan İslami Hareketi Genel Sekreteri Ali Ahmed Karti (Facebook)

Sudan İslami Hareketi, Genel Sekreter Ali Ahmed Karti’nin imzasıyla yayımladığı açıklamada, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın çabalarını övdü. Hareket, Sudan halkının onurunu korumak ve adalet, barış ile güvenlik değerlerini sağlamak amacıyla Veliaht Prens’e destek sunacağını belirtti. Buna karşın, başarılı bir sürecin ön şartı olarak, ‘Sudan’ı bölmeye, kaynaklarını çalmaya ve halkını aşağılamaya çalışan’ muhaliflerin eylemlerine son verilmesini şart koştu.

Karti, hakkın ve adaletin yanında duracaklarını ve ‘halkın beklentilerini gerçekleştirmek, onurunu korumak ve emniyetini sağlamak’ için çaba göstereceklerini ifade etti.


‘En büyük blok’ içindeki çıkar çatışmaları, yeni Irak hükümetinin kurulmasını geciktirecek mi?

Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani ve Koordinasyon Çerçevesi liderleri (Hükümet Medya Ofisi)
Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani ve Koordinasyon Çerçevesi liderleri (Hükümet Medya Ofisi)
TT

‘En büyük blok’ içindeki çıkar çatışmaları, yeni Irak hükümetinin kurulmasını geciktirecek mi?

Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani ve Koordinasyon Çerçevesi liderleri (Hükümet Medya Ofisi)
Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani ve Koordinasyon Çerçevesi liderleri (Hükümet Medya Ofisi)

Şii Koordinasyon Çerçevesi içinde yer alan siyasi bileşenler, bazı temel noktalarda birleşen ancak farklı yönelimlere sahip çeşitli akımlardan oluşuyor. Bu ortak noktaların başında, yürütmenin birinci kolu olan başbakanlık makamının Şii bileşenin elinde kalması gerektiği yönündeki görüş yer alıyor.

Buna karşılık söz konusu güçler, devlet yönetiminin biçimi, başbakanın karar alma alanı ve ülkenin karşı karşıya olduğu ekonomik, mali ve güvenlik sorunlarına ilişkin yaklaşımlar konusunda önemli ölçüde ayrışıyor.

Ayrıca bu gruplar, bölgesel ve uluslararası etkilerle ilgili konularda da farklı bakış açıları benimsiyor. Özellikle Irak’ın bir yandan ABD, diğer yandan İran ile ilişkilerine yönelik değerlendirmelerde belirgin görüş ayrılıkları göze çarpıyor.

Karmaşık ilişki ağı

Yaklaşık 20 lider ve siyasi figürden oluşan ve parlamentoda kendisini 329 sandalyeden yaklaşık 175’iyle ‘en büyük blok’ olarak ilan eden Koordinasyon Çerçevesi içindeki görüş ayrılıkları, anayasanın 76’ncı maddesi uyarınca hükümet kurmaya yetkili bu yapının yeni başbakanı belirleme çabalarını zorlaştırabilir. Bu durum, Koordinasyon Çerçevesi aktörleri arasındaki rekabetin yanı sıra blokların kendi içindeki karmaşık ilişki ve ittifak ağından kaynaklanıyor.

rgt
Koordinasyon Çerçevesi güçlerinin önceki toplantısından (Irak Haber Ajansı)

Açıklanan sonuçlar, görevdeki Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani’nin liderliğindeki Yeniden Yapılanma ve Kalkınma Koalisyonu’nun 46 sandalye ile önde olduğunu gösterse de, uzmanlara göre bu üstünlük ittifakın ‘kırılgan’ yapısı nedeniyle ciddi sınamalarla karşılaşabilir. Verilere göre Sudani ve partisinin elinde garanti görülen sandalye sayısı yaklaşık 15’te kalıyor. Geri kalan sandalyeler ise farklı çıkar gruplarına mensup Şii ve hatta Sünni isimler ile partiler arasında dağılmış durumda. Bu grupların, kendi çıkarları Sudani’nin ikinci kez başbakanlık hedefiyle çeliştiği anda ittifaktan ayrılmaları olası görülüyor.

Sudani’nin ittifakı içinde öne çıkan isimlerden biri, Haşdi Şabi Komisyonu Başkanı Falih el-Feyyad. Feyyad’ın siyasi hareketi, Yeniden Yapılanma ve Kalkınma Koalisyonu’nda en az 8 sandalye kazanmış durumda. Çalışma ve Sosyal İşler Bakanı Ahmed Esedi’nin ise ittifak içinde 4 ila 5 sandalyesi bulunuyor. Buna ek olarak Musul ve diğer bazı bölgelerden seçilen Sünni siyasetçilerin elinde de 5 ila 6 sandalye yer alıyor.

Gözlemcilere göre zaman zaman bileşenleri arasında ‘uyumsuzluğa’ varan bir karışım oluşturan bu yapı, Sudani’nin ikinci dönem arzusunu desteklemekte yeterli olmayabilir. Bu durum, hükümet kurma sürecine ilişkin müzakerelerde Sudani’nin pazarlık gücünü de zayıflatabilir.

Maliki ve başlıca kazananlar

Nuri el-Maliki’nin liderliğindeki Kanun Devleti Koalisyonu, 30 sandalye kazanarak Koordinasyon Çerçevesi içindeki ittifaklar arasında ikinci sırayı alsa da, Sudani’nin ittifakında görülen yapısal sorunların benzerini yaşıyor. Maliki ve partisinin (İslami Davet Partisi) yalnızca 10 sandalyeye sahip olduğu görülüyor. Seçim sonuçları, İslami Fazilet Partisi’nin koalisyon içindeki 12 sandalyeyi, Seyyidu’ş-Şuheda Tugayları lideri Ebu Ala el-Velai’nin ise yaklaşık 8 sandalyeyi kontrol ettiğini ortaya koyuyor. Bu tablo, tıpkı Sudani örneğinde olduğu gibi, Maliki’nin müzakere gücünü zayıflatıyor.

Öte yandan birçok gözlemci, Asaib Ehli’l Hak lideri Kays el-Hazali ile bir ölçüde Bedir Örgütü lideri Hadi el-Amiri’nin diğer Şii parti ve güçlere kıyasla avantajlı olduğuna işaret ediyor. Bu durum, iki ismi hükümet kurma sürecinin ve başbakan belirleme müzakerelerinin en etkili aktörleri arasında konumlandırıyor. Bunun nedeni, her iki liderin de 11 Kasım’da yapılan son seçimlerde başka parti ya da oluşumlarla ortak listeye girmeden elde ettikleri ‘saf’ sandalye sayısı. Nihai sonuçlara göre Asaib Ehli’l Hak 27, Bedir Örgütü ise 21 sandalyeyi tek başına kazandı. Bu da onlara, Koordinasyon Çerçevesi masasında iki kat daha güçlü bir pazarlık imkânı sağlıyor.

ABD’nin terör listesi

İttifaklar ve koalisyonlar içindeki karmaşık ilişki ağının yanı sıra, İran’a yakınlığıyla bilinen ve ABD’nin terör listesinde yer alan bazı isimlerin durumu da Koordinasyon Çerçevesi içinde başbakan seçimi sürecini daha da zorlaştırabilecek bir unsur olarak değerlendiriliyor. Gözlemciler bu görüşlerini, Dışişleri Bakanı Fuad Hüseyin’in “ABD’nin silahlı gruplarla bağlantılı isimlerin yeni kabinede yer almasını kabul etmeyeceği” yönündeki açıklamasına dayandırıyor.

ABD’nin terör listesinde yer alan Ebu Ala el-Velai’nin yanı sıra, 6 sandalye kazanan Ketaib Hizbullah da öne çıkan yapılardan biri. Aynı şekilde Yeniden Yapılanma ve Kalkınma Koalisyonu içinde bulunan Ensarullah el-Evfiya Hareketi’nin lideri Haydar el-Garvayi de dikkat çekiyor. Öte yandan Asaib Ehli’l Hak daha önce ABD yaptırım listesine alınmıştı; bunun yanında Haşdi Şabi çatısı altında faaliyet gösteren ve Koordinasyon Çerçevesi’ne bağlı bazı diğer isimler de benzer yaptırımlara tabi bulunuyor.


İsrail yerleşimcileri Batı Şeria'da saldırılarını artırıyor

İsrail güçleri, 20 Kasım 2025'te Batı Şeria'nın Nablus kentinde bir askeri operasyon sırasında mevzi alıyor (EPA)
İsrail güçleri, 20 Kasım 2025'te Batı Şeria'nın Nablus kentinde bir askeri operasyon sırasında mevzi alıyor (EPA)
TT

İsrail yerleşimcileri Batı Şeria'da saldırılarını artırıyor

İsrail güçleri, 20 Kasım 2025'te Batı Şeria'nın Nablus kentinde bir askeri operasyon sırasında mevzi alıyor (EPA)
İsrail güçleri, 20 Kasım 2025'te Batı Şeria'nın Nablus kentinde bir askeri operasyon sırasında mevzi alıyor (EPA)

Batı Şeria’nın farklı bölgelerinde bugün yaşanan olaylar, son aylarda dikkat çekici biçimde artan yerleşimci saldırılarının yeni bir halkasını oluşturdu. Filistin haber ajansı WAFA’nın bildirdiğine göre, bugün (Cuma) sabah saatlerinde Batı Şeria’nın çeşitli bölgelerinde İsrailli yerleşimcilerin Filistinli sivillere ve onların mülklerine yönelik saldırıları yeniden tırmandı.

Güney El Halil’deki (Hebron) Masafer Yatta bölgesine bağlı Harebet el-Mercaz’da yerleşimcilerin Filistinli vatandaşlara yönelik şiddet içeren saldırısına ilişkin görüntüler ortaya çıktı.

Nablus kentinde ise yerleşimciler, Lübban eş-Şarkiye ve Amuriye köyleri arasındaki Taruca Dağı’nda yapım aşamasında olan ve Halil Ebu Senine ile ortaklarına ait altı turistik yapıyı ateşe verdi. Binaların bekçisi yangını söndürmeye çalışırken yanıklar nedeniyle yaralandı.

scd
İsrailli ve Filistinli aktivistler, yerleşimci saldırılarını protesto etmek için Batı Şeria'nın Beyt Cala kasabasında toplandı (AP)

Ayrıca Nablus’un batısındaki Deyr Şeref köyünde Nâsir Nâsir’e ait bir fidanlık yerleşimcilerin saldırısına uğradı; fidanlıktaki bitkiler ve malzemeler tahrip edildi.

Ramallah’ta da yerleşimciler, kentin kuzeyindeki Ebu Fellah köyünde bir tarım odasını kundakladı ve ırkçı sloganlar yazdı.

Beytullahim kentinde İsrail güçleri ve yerleşimcilerin Kisan köyüne yönelik saldırıları sonucu çok sayıda Filistinli gazdan etkilenerek boğulma tehlikesi geçirdi.

Filistinli yetkililere göre 1 ayda 766 saldırı

Duvar ve Yerleşim Birimleriyle Mücadele Kurumu’nun verilerine göre, yerleşimciler Ekim ayında çoğu Ramallah-El Bire, Nablus ve Hebron vilayetlerinde olmak üzere 766 saldırı gerçekleştirdi.

AB ve ABD’den sert tepki

Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri, Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimcilerin gerçekleştirdiği saldırıları sert şekilde kınadı ve aşırı yerleşimci gruplar ile bazı şahıslara yaptırım uyguladı.

Batı Şeria’da yaklaşık 700 bin İsrailli yerleşimci, 3 milyon Filistinli ile birlikte yaşamaktadır.