Afrika feminizmi Sudanlı kadınlara ne sundu?

Sudan geçiş hükümeti, önündeki sosyal, kültürel ve yasal engelleri kaldırmak için çeşitli adımlar atmaya odaklandı

Sudanlı kadınların kamusal alandaki katılımının halen toplumun üst tabakalarıyla sınırlı olması, pozitif ayrımcılık çerçevesinde haklarının güvence altına alınmasını gerektiriyor (The Independent Arabia - Hasan Hamid)
Sudanlı kadınların kamusal alandaki katılımının halen toplumun üst tabakalarıyla sınırlı olması, pozitif ayrımcılık çerçevesinde haklarının güvence altına alınmasını gerektiriyor (The Independent Arabia - Hasan Hamid)
TT

Afrika feminizmi Sudanlı kadınlara ne sundu?

Sudanlı kadınların kamusal alandaki katılımının halen toplumun üst tabakalarıyla sınırlı olması, pozitif ayrımcılık çerçevesinde haklarının güvence altına alınmasını gerektiriyor (The Independent Arabia - Hasan Hamid)
Sudanlı kadınların kamusal alandaki katılımının halen toplumun üst tabakalarıyla sınırlı olması, pozitif ayrımcılık çerçevesinde haklarının güvence altına alınmasını gerektiriyor (The Independent Arabia - Hasan Hamid)

Mina Abdulfettah
Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW), Pekin Deklarasyonu ve diğerleri gibi Birleşmiş Milletler (BM) sözleşmeleriyle ilgili mevcut bir takım tartışmalar çerçevesinde Sudanlı kadınların çoğu, sömürgecilik ve diktatörlük dönemlerinin koşullarıyla mücadelede kendileriyle eşit olan diğer Afrika ülkelerinden kadınların gerisinde kaldı. Çünkü Afrikalı kadınlar, ülkelerindeki değişikliklerin boyutunu ve doğasını ortaya çıkaran Batı ülkelerinin desteğini alma ayrıcalığına sahipti.
Sudanlı kadınları bundan uzak tutan sadece yoksulluk ve cehalet değildi, aynı zamanda önceki rejimin kadın faaliyetleri üzerindeki tam kontrolü, kadınları İslami eğilimli rejimin dışında tutması ve sadece rejime mensup olanları siyasi, ekonomik ve sosyal olarak güçlendirmesiydi. Öte yandan bu süre zarfında Afrika feminizmi fikirlerini Afrika Birliği’ne (AfB) sızdırmayı başarmış ve ‘Afrika İnsan ve Halkların Hakları Şartı’ adlı sözleşmenin imzalanmasını sağlamıştı. Sudan’da Aralık 2018’deki devrimden sonra şimdi, bu sözleşmenin uygulanmasını etkileyen bazı engellerin ve faktörlerin ortadan kaldırılması halinde kadınların lehine olan bazı koşulların değişmesi bekleniyor.

Feminist sınıflandırma
Sudanlı kadınlar, genel olarak Afrikalı kadınların bir özelliği haline gelen Batı sömürgeciliğine karşı mücadele döneminden kalma siyah feminizm ve eski rejiminin onlar için zemin hazırladığı İslami feminizmi bir araya getiriyorlar. İslami feminizm, siyahi feminizmin yerini alırken Kuzey Sudan’da Güney Sudan’a karşı İslami eğilime ait olma sınıflandırmasının üstüne çıktı. Bu da Sudan Halk Kurtuluş Hareketi-Kuzey (SPLM-N) örgütünü, Güney Sudan, Nuba Dağları, Mavi Nil ve Darfur bölgelerindeki feminist aktivistleri söz konusu bölgelerden dışlanmış kadınları savunmak için harekete geçirmeye itti. Böylece, iki feminist hareket arasındaki sınıflandırma dönüşüme uğradı ve her biri, diğerinin siyasi faaliyetini, bu klişeleşme sayesinde etnik bir sınıflandırmaya dönüşene kadar saf bir feminist hareket olarak gördü. İslami feminizm düşüncesi, Ulusal Kongre Partisi’nin (UKP) kadın üyelerini etkileyen yabancı bir fikirdir. İranlı ve Türk modernistlerin yanı sıra Avrupa'da yaşanan Arap topluluklarına mensup Müslüman Kardeşler (İhvan) üyelerinden etkilenmiştir. Bu fikir aynı zamanda Ulusal İslami Cephe lideri Hasan Turabi'nin kadınlar hakkındaki fikirlerini de şekillendirirdi. Turabi, kadınların imamlığı gibi kadınlara ilişkin bir takım fetvalar yayınlamıştı. Turabi, fıkhi görüşlerinin yanı sıra kendisinden sonra partinin genel sekreterliğine bir kadının geçmesini de tavsiye etti. Ancak bu tavsiye, onu yalnızca kadınların siyaset sahnesindeki rolünün öneminin bir teyidi olarak gören bazı karşıt görüşlerle karşı karşıya kalırken kadınlar partinin liderliğine asla ulaşamadı.
Kendi kendi motive eden hareket
Sudan, 1956 yılında bağımsızlığını ilan ederek, bu konuda birçok Afrika ülkesinin önüne geçti. Afrika ülkeleri ise 1960’lar ve 1970’lerde bağımsızlıklarını kazanabildiler. Ancak 1954 yılında Sudan Kadınlar Birliği’nin kurulmasının ardından birliğin en önemli hedefleri, Fatima Babiker Mahmoud'un ‘Miras ve Modernizm Arasında Afrikalı Kadınlar’ adlı kitabında bahsettiği gibi kadınların evde ev kadını ve toplumda çalışan bir vatandaş olarak çifte ekonomiden kurtulması, çocukluğa ve anneliğe dikkat çekilerek savunulması, kadınların kendilerine güvenmesi ve sosyal gelişime katkıda bulunması, yoksulluğu ve cehaletin ortadan kaldırılmasıydı. Tüm bu hedefler, bir grup Sudanlı öncü kadının, ulusal hareketin kollarında yükselen, kadın haklarını savunan, sorunlarını çözmeye çalışan feminist bir kurum olarak, Sudan Kadınlar Birliği’ni kurmasına yol açan iç faktörlerdi.
Sudan’ın İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme ve Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi gibi insan hakları ile ilgili uluslararası sözleşmeleri erken dönemlerde tanıması, ardından CEDAW'a yönelik çekinceleriyle ters düşüyordu.
BM Genel Kurulu’nun 1979 yılında CEDAW’ı kabul edilmesinden sonra CEDAW, birçok Afrika ülkesi tarafından farklı zamanlarda tanındı. Bu ülkeler henüz bağımsızlıklarını kazanmışlardı. CEDAW’ı tanımaları söz konusu ülkelerin yardım almalarına ve uluslararası ilişkilerinin normalleşmesine katkı sağladı. Sudan’da Ömer El-Beşir’in iktidara gelmesinden sonra Sudanlı kadınlarla Afrikalı kadınlar arasında büyük bir uçurum oluştu. Bu uçurum, kadın hakları konusundaki ortak çıkarı yok etti.
AfB’nin başlıca organları arasında yer alan Devlet ve Hükümet Başkanları Genel Kurulu’nun Mozambik'in başkenti Maputo'da 11 Temmuz 2003 Afrika İnsan ve Halkların Hakları Şartı sözleşmesini kabul etmesiyle bu uçurum daha da genişledi. Afrika İnsan ve Halkların Hakları Şartı, CEDAW sözleşmesinin metnine dayanıyordu ve kadına yönelik şiddetin tanımını genişleten ve ‘hem barış hem savaş zamanında kamusal ve özel hayatta kadının temel özgürlüklerinin kısıtlanmasının reddedilmesini’ içeren başka hükümler yer alıyordu. Afrika İnsan ve Halkların Hakları Şartı aynı zamanda, cinsiyetçi ayrım yapan veya erkek ya da kadının rollerini şekillendiren tüm geleneksel uygulamaları ortadan kaldırmak amacıyla sosyal ve kültürel davranışlarda gerekli değişiklikleri gerçekleştirmeyi’ de içeriyor.

Tamamlayıcı politika
Uluslararası baskı ve feminist hareketin bir sonucu olarak 1990'ların başında Afrika ülkelerinin çoğunda anayasa değiştirildi. Bu anayasalar genel olarak kadınlara karşı ayrımcılığın yasaklanmasını, medeni haller kanunlarının kadınların lehine olmasını ve onları aşağılamayı sürdüren normlara karşı çıkılmasını içeriyordu.
1986'dan sonra iktidardaki üçüncü demokratik sürece karşı bir darbe olan Beşir yönetiminin 1989 yılında iktidara gelmesinden sonra Sudanlı kadınların statüsü sekteye uğradı. Darbe rejimi parlamentoyu, siyasi partileri ve sendikaları feshetti. Muhalefet partileri faaliyetlerini yurtiçinden ve yurtdışından gizli bir şekilde sürdürdüler. Darbe, kadınların siyasi faaliyetlerini sekteye uğrattı. Tüm bunların ardından ister erkek ister kadın olsun İslami hareket dışındakileri kamu hizmetlerinden uzaklaştıran politika izledi. Beşir rejiminin partiler üzerindeki baskıları, diğer partilerdeki kadın üye sayısının iki kat olması gerçeğini ortaya çıkarırken bu yüzden programlarını yenilemeye de yönelmediler. Hem erkeklerin hem de kadınların parti üyeliklerini etkileyen, kamu hizmetlerinden uzaklaştırılmaları, işçilerin ve çalışanların işlerinden çıkarılmalarına sebep olan baskılar, kadınların kamusal alandaki katılımını zayıflattı.
Sudanlı kadınlar, eski Cumhurbaşkanı Cafer Numeyri döneminde (1969-1985) yerel seçimlerde oy kullanma hakkı kazandılar. Yine aynı dönemde ülkenin kadın bakanları oldu ve Meclis’in yüzde 25’ini kadınlar oluşturdu. Ancak sadece koalisyon hükümetinin ortağı Komünist Parti'den milletvekili seçilebildiler. Daha sonra Sudan, 1995 Pekin Deklarasyonu çıktılarından biri olarak BM tarafından kota sistemine tabi tutuldu. Kota sistemi, olumsuz durumları ele alma ve bunları kadınların siyaset sahnesine katılımını güçlendirmek için sosyal bir önlem olarak alma girişimi çerçevesinde geçici bir mekanizmaydı.
Ancak önceki rejim, bir dizi bakanlıkta görev yapan Ulusal Kongre Partisi'nin (UKP) kadın üyelerini güçlendirdi. Fakat bu bakanlıklar, Sosyal İşler Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı gibi sosyal hizmetler niteliğindeki bakanlıklarla sınırlıydı. Daha sonra Sudan hükümeti ile SLPM-N arasında Naivasha'da (Kenya) 2005 yılında Barış Anlaşması’nın imzalanmasının ardından kurulan merkezi ve eyalet hükümetlerinde kadınlar yer aldı. SLPM-N üyesi kadınların payına düşen bu bakanlıklardı.

Devlet feminizmi
Sudan geçiş hükümeti, politikasını BM yaklaşımına ve kadınların görüşlerine göre formüle etmeye ve bakanlıkların programları ve projeleri için gerekli finansmanı sağlamaya odaklanıyor. Kadınların önündeki sosyal, kültürel ve hukuki engellerin kaldırılması için çeşitli çabalar gösteriyor.  Geçiş hükümeti bu doğrultuda ilk adım olarak, başta Kamu Düzeni Yasası olmak üzere kadınların özgürlüğünü sınırlayan yasaları yeniden formüle etti.
Tüm bunlara rağmen, kadınların ekonomik ve sosyal hayattaki rolünün siyasi alandaki rolünden göreceli olarak daha büyük olduğunu, demokratikleşme sürecinin önemli bir parçası olarak siyasi değişim ve siyaset sahnesine katılımının olması gerektiğinden farklı olduğunu görüyoruz.
Buna neden olan engellere şu faktörler yol açtı:
1 - Sudan’ın feminist hareketinin uzun bir geçmişi olmasına rağmen, siyasetle ancak parlamentoya giren ilk Sudanlı kadın aracılığıyla ilişkilendirilebilir. 1964'te Sudan meclisine giren ilk kadın Fatima Ahmed İbrahim’di. Bunun yanı sıra Sudan 1965’te kadınların yargıda görevler üstlenmesine getirmesine izin veren ilk Arap ülkesi oldu. Bunu da kadınların sosyal ve ekonomik olarak güçlendirilmelerinden ayrı olarak, katılımı sadece toplumun üst tabakasından olan kadınlara özel kılarak, gerçek ve köklü bir değişimi önleyerek yaptı.
2 - Demokratikleşme süreci ertelendi ve rejime yakın partilerden bazı kadınlar, özellikle kırsal kesimdeki kadınların seçimlere katılımı ve güçlenmesi gerçeğinden uzakta çıkarları önemsemeye dayalı bir feminist koalisyon oluşturmak amacıyla siyasi kotalar bağlamında üst düzey bakanlıklara getirildiler. Hükümet, ‘devlet feminizmi’ olarak adlandırılan bu fenomenle, kadınların ekonomik, sosyal ve politik statüsünde köklü reformlar yapmadan kendisini belirli gruplara kabul ettirdi.
3 - İslami akım, Sudan toplumunu kontrol etme bahanesiyle yukarıda bahsi geçen uluslararası sözleşmeleri bir komplo teorisine döndürmeye çalışıyor. Böylece UKP’den mevcut hükümete karşı çıkarları olan bazı güçlerin bir araya gelmesiyle, İslami akımın kadın üyelerinin önderlik ettiği kültürel direniş türlerinden biri olarak toplumsal seferberlik ilan ediliyor.

 


Umman ve Lübnan, İsrail'in saldırılarını kınadı ve gerilimin artmasını önlemeye yönelik uluslararası çabaları destekledi

Umman Sultanı Heysem bin Tarık ve Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn bugün Maskat'taki el-Alam Sarayı'nda özel bir görüşme gerçekleştirdi. (ONA)
Umman Sultanı Heysem bin Tarık ve Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn bugün Maskat'taki el-Alam Sarayı'nda özel bir görüşme gerçekleştirdi. (ONA)
TT

Umman ve Lübnan, İsrail'in saldırılarını kınadı ve gerilimin artmasını önlemeye yönelik uluslararası çabaları destekledi

Umman Sultanı Heysem bin Tarık ve Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn bugün Maskat'taki el-Alam Sarayı'nda özel bir görüşme gerçekleştirdi. (ONA)
Umman Sultanı Heysem bin Tarık ve Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn bugün Maskat'taki el-Alam Sarayı'nda özel bir görüşme gerçekleştirdi. (ONA)

Umman ve Lübnan, bugün yayımladıkları ortak bildiride, İsrail’in Lübnan topraklarına yönelik süregelen saldırılarından ve Arap topraklarının işgalinden derin kaygı duyduklarını belirtti. Bildiride, bu adımların 1701 sayılı kararın ve uluslararası meşruiyete ilişkin kararların açık ihlali olduğu vurgulandı.

Taraflar ayrıca, 4 Haziran 1967 sınırları üzerinde başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız Filistin devletinin kurulmasını öngören Arap tutumunun değişmezliğini yineledi. Bildiride, Arap dayanışmasının güçlendirilmesinin, devletlerin egemenliğine saygının ve iyi komşuluk ilkeleri ile uluslararası hukukun öneminin altı çizildi.

Ortak bildiri, Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn’ın Umman’a gerçekleştirdiği ziyaretin sonunda yayımlandı. Avn, ziyareti sırasında Umman Sultanı Heysem bin Tarık ile iki oturumdan oluşan görüşmeler yaptı.

Bildiride, Avn’ın ziyaretinin ‘Umman ile Lübnan arasındaki köklü kardeşlik ilişkilerinden’ kaynaklandığı ve ikili iş birliğini güçlendirme iradesini yansıttığı ifade edildi.

Sultan Heysem bin Tarık ile Cumhurbaşkanı Avn’ın gerçekleştirdiği resmi görüşmede, iki ülke arasındaki ilişkiler ele alındı; taraflar siyasi, ekonomik, yatırım, bankacılık, turizm, ulaşım ve lojistik hizmetler gibi alanlarda iş birliğini genişletme kararlılıklarını dile getirdi.

İki ülke, ikili iş birliğini güçlendirecek yeni anlaşmalar ve mutabakat zaptlarının imzalanması için çalışma yürütme konusunda mutabık kaldı. Ayrıca ticari, kültürel ve bilimsel değişimi destekleme; özel sektörün ortaklık ve kalkınma fırsatlarından daha geniş biçimde yararlanmasının teşvik edilmesi kararlaştırıldı.

Bölgesel gelişmeler

Bölgesel gelişmelere ilişkin bölümde, iki taraf İsrail’in Lübnan topraklarına yönelik devam eden saldırıları ile Arap topraklarının işgalinden duydukları derin kaygıyı dile getirdi. Bu adımların, 1701 sayılı kararın ve uluslararası meşruiyetin açık ihlali olduğu vurgulandı. Taraflar, saldırıların derhal durdurulması ve işgal altındaki tüm Lübnan ve Arap topraklarından tam çekilme çağrısında bulundu. Ayrıca gerilimin önlenmesi, istikrarın sağlanması, yerinden edilenlerin dönüşünün kolaylaştırılması ve yeniden imar çabalarına destek verilmesi gerektiği ifade edildi.

Umman tarafı, Lübnan’ın egemenliğine, bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne tam destek verdiğini yinelerken, devlet kurumlarının -başta Lübnan ordusu ve meşru güvenlik güçleri olmak üzere- güçlendirilmesinin ve Lübnan liderliğinin yürüttüğü ekonomik, mali ve idari reformların desteklenmesinin önemini vurguladı.

Umman Sultanı Heysem bin Tarık ile Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn, bu sabah Maskat’taki el-Alam Sarayı'nda özel bir oturum gerçekleştirdi.

Şarku’l Avsat’ın Umman resmi haber ajansı ONA’dan aktardığına göre, görüşmede iki ülkeyi ilgilendiren çeşitli konularda görüş alışverişinde bulunuldu. Ayrıca, iki ülke ve iki halkın yararına olacak iş birliği ve ortaklık fırsatlarının güçlendirilmesinin önemine dikkat çekildi; kültürel, ekonomik ve kalkınma alanları da dahil olmak üzere çeşitli sektörlerde bağların daha da sağlamlaştırılması gerektiği belirtildi.


Tunuslu muhalif Şeyma İsa, hapishanede başladığı açlık grevinin dokuzuncu gününde

Siyasi aktivist Şeyma İsa (AFP)
Siyasi aktivist Şeyma İsa (AFP)
TT

Tunuslu muhalif Şeyma İsa, hapishanede başladığı açlık grevinin dokuzuncu gününde

Siyasi aktivist Şeyma İsa (AFP)
Siyasi aktivist Şeyma İsa (AFP)

Tunus ana muhalefet partisi Ulusal Kurtuluş Cephesi (NSFT) üyesi ve siyasi aktivist Şeyma İsa, tutukluluk koşullarını protesto etmek için başladığı açlık grevinde dokuzuncu gününe girdi.

1 Aralık'ta muhalefet tarafından düzenlenen yürüyüşe katılan İsa, devlet güvenliğine karşı komplo kurmak suçundan Temyiz Mahkemesi tarafından verilen bir kararla sivil polisler tarafından gözaltına alındı. Muhalif aktivist, hapishaneye girer girmez açlık grevine başladı.

Şeyma İsa (45), 2023 yılının şubat ayında yakalanmış, gözaltında tutulmuştu ve aynı yılın temmuz ayında serbest bırakılmıştı. Birinci Derece Mahkemesi tarafından 18 yıl hapis cezasına çarptırılan İsa’nın cezası temyiz sonucunda 20 yıla çıkarılmıştı.

İsa'nın yanı sıra aynı davayla bağlantılı olarak NSFT lideri, tanınmış siyasetçi Ahmed Necib eş-Şabi (82) de tutuklandı ve 12 yıl hapis cezasına çarptırdı. Muhalif Avukat Ayaşi Hammami (66) de terör suçlamasıyla beş yıl hapis cezasına çarptırıldı.

İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölümü Müdür Yardımcısı Bessam Havaci, “Tunus muhalefetinin önemli simalarının tutuklanması, Cumhurbaşkanı Kays Said'in tek başına iktidarına alternatif olan her şeyi ortadan kaldırma planının son adımıdır. Bu tutuklamalarla Tunuslu yetkililer, siyasi muhalefetin çoğunu etkili bir şekilde hapse atmayı başardı” değerlendirmesinde bulundu.

Tunus muhalefeti ve NSFT, 25 Temmuz 2021'de olağanüstü hal (OHAL) ilan edip ardından yeni bir siyasi sistem kurarak geniş yetkilerle iktidarını sürdüren Cumhurbaşkanı Kays Said'in yönetimine karşı çıkıyor ve demokrasinin yeniden tesis edilmesini talep ediyor. Şarku’l Avsat’ın aldığı bilgiye göre buna karşın yetkililer tutuklananları hükümeti devirmeye ve devlet kurumlarını yıkmaya teşebbüs etmekle suçluyor. Muhalefet ise mevcut rejimi tutuklulara karşı siyasi suçlamalar uydurmak ve yargıyı emirlerine boyun eğdirmekle suçluyor.


Hamas, İsrail medyasına konuştu: “Filistin devleti kurulursa silah bırakırız”

İsrail'in 70 binden fazla Filistinliyi öldürdüğü savaşta Hamas, Gazze Şeridi'nin neredeyse yarısını hâlâ kontrol ediyor (AP)
İsrail'in 70 binden fazla Filistinliyi öldürdüğü savaşta Hamas, Gazze Şeridi'nin neredeyse yarısını hâlâ kontrol ediyor (AP)
TT

Hamas, İsrail medyasına konuştu: “Filistin devleti kurulursa silah bırakırız”

İsrail'in 70 binden fazla Filistinliyi öldürdüğü savaşta Hamas, Gazze Şeridi'nin neredeyse yarısını hâlâ kontrol ediyor (AP)
İsrail'in 70 binden fazla Filistinliyi öldürdüğü savaşta Hamas, Gazze Şeridi'nin neredeyse yarısını hâlâ kontrol ediyor (AP)

Hamas, ateşkesin ikinci aşamasına geçilmesini desteklediklerini ve silah bırakmaya açık olduklarını duyurdu.

Adının paylaşılmaması şartıyla Times of Israel'e konuşan Hamas yetkilisi, Filistin devletinin kurulmasını sağlayacak müzakerelerin başlatılması halinde silah bırakacaklarını söylüyor:

Bu zorla veya ültimatomlarla yapılamaz. İsrail iki yıl boyunca Hamas'ı silahsızlandırmak için tüm askeri gücünü kullandı ama işe yaramadı. Silah bırakma meselesi siyasi bir sorunla bağlantılıdır ve bu nedenle siyasi bir çözüm gerektirir.

Yetkili, Filistinlilerin 78 yıllık İsrail işgaline karşı silahlı mücadele hakkının olduğunu belirterek, 1967 sınırlarının esas alınacağı bir Filistin devleti kurulması taleplerini yineliyor.

Gazze savaşının sonlandırılması için ABD öncülüğünde hazırlanan 20 maddelik barış planı 10 Ekim'de devreye girmişti. Anlaşmanın garantörleri arasında Türkiye, Mısır ve Katar var.

Plan kapsamında Hamas'ın silah bırakması ve Gazze'nin geleceğinde söz sahibi olmaması isteniyor. Bunun yerine Gazze Şeridi'nin yönetiminin Filistinlilerin yer alacağı bir teknokratlar komitesine geçici olarak devredilmesi planlanıyor. ABD Başkanı Donald Trump'ın başkanlık edeceği Barış Kurulu'na ek olarak bölgeye Uluslararası İstikrar Gücü (ISF) konuşlandırılması öngörülüyor.

Anlaşmanın ilk aşamasında Hamas ve İsrail arasında rehine takası gerçekleştirilmişti. Ayrıca İsrail askerleri belirlenen "sarı hatta" geri çekilmişti. Haberde, İsrail ordusunun Gazze Şeridi'nin yüzde 53'ünü kontrol ettiği belirtiliyor.

İsrail, Hamas'ın elindeki 28 rehinenin hepsini teslim etmeden ikinci aşamaya geçilmeyeceğini duyurmuştu. Filistinli örgüt şimdiye dek 27 rehineyi İsrail'e gönderdi. Ancak 7 Ekim saldırısında öldürülen İsrailli polis memuru Ran Gvili'nin naaşı hâlâ Gazze'de. Hamas yetkilisi, cesedin yerini bulmak için çalışmaların sürdüğünü söylüyor.

İkinci aşama kapsamında Barış Kurulu üyelerinin belirlenmesi ve Gazze'ye güvenlik gücü konuşlandırılması hedefleniyor. Bu aşamaya geçiş için Hamas'ın silah bırakmayı kabul etmesi gerekli. Bunun ardından İsrail askerleri daha gerideki bir hatta çekilecek.

Trump ikinci aşamaya "çok yakında geçileceğini" söylemiş fakat bir takvim açıklamamıştı. Ocak itibarıyla Gazze'ye ISF askerlerinin gönderilmesi planlanıyor.

Hamas yetkilisi, 7 Ekim 2023'te düzenlenen Aksa Tufanı'nda esir alınan kişileri ilk etapta operasyondan kısa süre sonra bırakmayı düşündüklerini söylüyor.

Ancak İsrail'in saldırıları durdurmaması ve arabulucular tarafından savaşın sonlandırılacağına dair garantiler sunulmaması nedeniyle bu plandan vazgeçtiklerini ifade ediyor.

ABD Başkanı Donald Trump'ın öncülüğünde hazırlanan plana göre ISF, Hamas'ın silahsızlandırılmasında da rol oynayacak.

Öte yandan Hamas yetkilisi, ISF kontrolündeki böyle bir sürece yanaşmayacaklarını belirterek, güvenlik gücü askerlerinin Gazze'de İsrail ordusuyla Filistin halkı arasında "tampon bölge" görevi görmesi gerektiğini savunuyor.

Ayrıca silahsızlanma karşılığında İsrail ordusunun tamamen Gazze'den çekilmesini talep ettiklerini aktarıyor.

7 Ekim 2023'te düzenlenen Aksa Tufanı'nın sonuçlarından pişmanlık duymadıklarını söyleyen Hamas yetkilisi, dünya kamuoyunun İsrail'in gerçek yüzünü görmesini sağladıklarını vurguluyor:

Tarihi değiştirmeyi başardık. Dünya gözlerini açtı, Filistinlilerin yaşadıklarını ve İsrail'in ne suçlar işlediğini gördü.

IDF ve Yahudi yerleşimciler işbirliği yapıyor

Diğer yandan İsrail Savunma Kuvvetleri'nin (IDF), Batı Şeria'daki Yahudi yerleşimcilerle aktif işbirliği yaptığı aktarılıyor.

İsrail'in kamu yayıncısı Kan'ın hazırladığı Zman Emet (Gerçek Zamanlı) programına katılan Tuğgeneral Avi Bluth, ISF'nin "sınır bölgelerinde çiftlikler kurmaları için yerleşimcilerle tam işbirliği içinde hareket ettiğini" söyledi.

Bluth, bu işbirliğinin özellikle geçen yıl temmuzda hızlandırıldığını belirtti.

Independent Türkçe, Times of Israel, Haaretz