Şeyh Cerrah sakinleri yeni bir ‘Nekbe’ ile karşı karşıya

Kudüs’ün Şeyh Cerrah Mahallesi’nde 46'sı çocuk 160 kişiye evlerini boşaltmaları talimatı verildi

İsrail işgal güçleri Doğu Kudüs'te (AFP)
İsrail işgal güçleri Doğu Kudüs'te (AFP)
TT

Şeyh Cerrah sakinleri yeni bir ‘Nekbe’ ile karşı karşıya

İsrail işgal güçleri Doğu Kudüs'te (AFP)
İsrail işgal güçleri Doğu Kudüs'te (AFP)

Ragide Atme
Doğu Kudüs'ün Şeyh Cerrah Mahallesi’nden Arif Hammad (9), Ramazan Bayramı arifesinde tıpkı mahalledeki diğer akranları gibi bayramlık almakla ilgilenmiyor. Oyuncak almayı dahi umursamıyor. Mahalle halkı ile Siyonist yerleşimciler arasındaki günlük gösteriler, protestolar ve saldırılar, Hammad ve arkadaşlarının tüm bayram sevinçlerini yitirmelerine neden oldu. Zamanının çoğunu evinin karşısındaki sokağa kurulan dayanışma çadırında geçiren küçük Hammad, bazen gençlerin attığı sloganları dinliyor, bazen de İsrail polisinin Filistinli ve uluslararası insan hakları örgütlerinden göstericileri dağıtmak için attığı göz yaşartıcı gaz kapsüllerinden ve plastik mermilerden kaçıyor.
Hammad, “Bir bayram sofrasında oturmayı, bayram tatilinde nasıl eğleneceklerini, güleceklerini ve oynayacaklarını düşünen tüm dünyadaki Müslüman çocuklar gibi bayram sevincini yaşayabilmeyi ne kadar isterdim. Ben ve Şeyh Cerrah Mahallesi’nin diğer çocukları, sadece bir an önce evlerimize dönmeyi, evlerimizin yakınlarındaki apartmanlarda yerleşimcilerin çığlıkları ve saçtıkları dehşetle mücadelede ailelerimize destek olmayı düşünüyoruz. Her an evlerimizden çıkarılmak ve gece sokakta kalmakla tehdit ediliyoruz” ifadelerini kullandı.

Mahalle sakinlerine evlerini boşalmaları talimatı verildi
Şeyh Cerrah Mahallesi’nde, Siyonist yerleşimcilerle yer değiştirmeleri için zorunlu tehcir ve göçe zorlanan tek aile Hammad’ın ailesi değil. 1948 yılında Filistin’in diğer şehirlerinden ayrıldıktan ve Doğu Kudüs'e yerleştikten sonra, aşırı dinci Yahudi cemaatleri 1972 yılında mahalledeki evlerin inşa edildiği arazilerin tapularına sahip olduklarını iddia ettiler. Aşkenaz ve Sefarad Yahudileri komitelerine göre bu tapuların tarihi 19’uncu yüzyılın sonlarına kadar uzanıyor.
Tahliye tehdidi altındaki Şeyh Cerrah Mahallesi sakinlerinden Nabil el-Kurd (75) The Independent Arabia’ya şunları söyledi:
“1948'de yerinden edildikten sonra 1956, Ürdün Bayındırlık ve Ürdün Bayındırlık ve İskan Bakanlığı ile BM Filistinli Mültecilere Yardım Ajansı’na (UNRWA) bir anlaşma çerçevesinde 27 Filistinli aileyle birlikte Hayfa’dan Kudüs’e sığındık. Batı Şeria'nın Ürdün’ün yönetiminde olduğu (1951-1967) Şeyh Cerrah Mahallesi’nden bize konut sağlandı. Mülkün tapusunun inşaatın tamamlanmasından üç yıl sonra, cüzi bir ücret karşılığında sakinlere devredileceği düşünülüyordu. Ancak 1967 savaşı, arazinin Kudüslü ailelerin adına tescil edilmesinin devam etmesini engelledi. 20 yıldır bunun savaşını veriyoruz. Mahkemelerde mülklerin sahibi olduğumuzu kanıtlamak için uğraşıyoruz.”

Mahkeme kararı
İsrail Yüksek Mahkemesi 10 Mayıs’ta Şeyh Cerrah Mahallesi’nden Kudüslü dört ailenin evlerini boşaltmalarıyla ilgili bir kararın çıkması beklenen duruşmayı erteledi. Mahkemeden yapılan açıklamada duruşma için yeni tarihin 30 gün içinde belirleneceği belirtildi. BM, Doğu Kudüs'teki Filistinlilere yönelik tüm zorunlu tahliyelerin derhal sona erdirilmesi çağrısında bulundu ve bunun ‘savaş suçu sayılacağı’ konusunda uyardı.
(İsrail parlamentosu Knesset bünyesindeki) Aşkenaz ve Sefarad Yahudileri komiteleri, 1885 yılında evlerin inşa edildiği arazinin Yahudilere ait olduğunu iddia ettiler. Komiteler, Temmuz 1972'de mahkemeden ‘başkalarının mallarını hukuka aykırı bir şekilde gasp ettikleri’ gerekçesiyle mahalledeki dört aileyi (el-Kurd, el-Cauni, Kasim ve Sekafi) evlerinden tahliye edilmelerini istediler.

Belgeler ve dayanaklar
Evlerinden tahliye edilmekle tehdit edilen Şeyh Cerrah Mahallesi ailelerini savunan avukatlardan Sami Arşid, bir grup Sefarad Yahudisinin, Osmanlı döneminden kaldığı iddia edilen belgelerle, Şeyh Cerrah Mahallesi’ndeki arazileri, Kudüs’ün Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetiminde olduğu sırada mahalle sakinlerinden satın aldıklarını iddia ettiklerini söyledi. 2009'da Ankara'ya giderek Sefarad Yahudileri Komitesi'nin iddialarını çürüten ve bu toprakların gerçek sahiplerinin Filistinliler olduğunu gösteren orijinal Osmanlı belgelerine ulaştıklarını, belgelerin Sefarad Yahudilerinin söz konusu arazilerdeki evleri satın almadıklarına, sadece kiraladıklarına işaret ettiğini belirten Arşid, ancak mahkemenin, geç ulaştırıldığını öne sürerek Osmanlı belgelerini kabul etmediğini sözlerine ekledi.
Ürdün Dışişleri Bakanlığı daha önce, Filistin tarafına, Şeyh Cerrah Mahallesi’ndeki Kudüslülerin kira sözleşmeleri, beyannameleri ve yazışmalar dahil olmak üzere Filistinlilerin haklarını korumalarını sağlayan tüm belgeleri temin etti. Bu belgelere, 1954 yılında UNRWA ile Ürdün Bayındırlık ve İskan Bakanlığı arasında imzalanan anlaşmanın bir nüshası da eklendi. Ancak İsrail mahkemesi bugüne kadar bu belgelerin hiçbirini dikkate almadı.

Tanıma karşılığında anlaşma
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre İsrailli yerleşimciler ve avukatları, Filistinli ailelere 6 Mayıs'ta mahalleden tahliye edilmelerinin ertelenmesi karşılığında yerleşimcilerin, evlerinin inşa edildiği arazilerin sahipleri olduklarını tanımalarını öngören bir anlaşma teklif ettiler. Ancak, ev sahipleri, özellikle evlerini her aileden bir kişi adına geçici olarak kaydettirmeleri ve bu aile ferdinin ölümünden sonra evin mülkiyetini yerleşimcilere devredileceği önerildiğinden teklifi reddettiler.
Şeyh Cerrah Mahallesi’ndeki evinden atılma tehdidiyle karşı karşıya olan Ahmed es-Sabbağ, “Hiçbir Filistinli, haklarımızı elimizden alan herhangi bir anlaşmayı kabul etmez. 1991 yılına kadar hiçbir Yahudi kurum, araziler üzerinde mülkiyetleri olduğunu ispat edemedi. Ta ki 17 Filistinli aileyi savunmak için atanan İsrailli bir avukat bu aileleri aldatana kadar. İsrailli avukat, mahalle sakinleri adına onlardan habersiz olarak belgeleri imzaladı. Böylece arazilerin mülkiyeti, Yahudi yerleşimci cemaatlerine aittir. İsrailli avukatın imzaladığı belgeler arazilerin yerleşimcilere ait olduğunu teyit ederken mahalle sakinlerine kiracı statüsü vermektedir. Kiracıyı Koruma Yasası, mahalle sakinlerini de kapsıyor. Yahudi cemaatler daha sonra araziyi Yerleşimci bir şirket olan Nahalat Shimon’a sattılar. Bugün yeni Nekbe’yi (Büyük Felaket’i) yaşıyoruz. Çocuklarımız güvensiz bir ortamdalar ve psikolojik baskı altındalar” ifadelerini kullandı.
Buna karşın Nahalat Shimon şirketinden Yonatan Yousef Fransız Haber Ajansı’na (AFP) daha önce yaptığı bir açıklamada, “Arazi sahibi olan her Yahudi, mahkeme onların lehine karar verirse araziyle istediğini yapmakta özgürdür. Filistinliler herhangi bir uzlaşmayı reddederlerse bu onların sorunudur” dedi.

Uluslararası kampanya
Şeyh Cerrah Mahallesi, geçtiğimiz birkaç gün boyunca Filistinliler ve yerleşimciler arasında şiddetli çatışmalara tanık oldu. Bu durum Kudüs'teki gençleri, ‘Şeyh Cerrah Mahallesini kurtar’ kampanyasının bir parçası olarak mahallede tehdit altındaki ailelere destek için harekete geçirmeye itti. Kampanya, Arap dünyası ve uluslararası camianın dikkatini, yerleşimcilerin mahalle sakinlerine yönelik saldırılarına çekmeyi başardı. Kampanya çeşitli sosyal medya sitelerinde büyük ilgi gördü. Uluslararası Af Örgütü (Amnesty) ve İnsan Hakları Savunucularını Desteklemek İçin Avrupa Akdeniz Vakfı (EMHRF) gibi insan hakları örgütlerinin yanı sıra zorunlu tahliye ve yıkımlardaki artışı bir endişe konusu olarak kabul eden Avrupa Birliği (AB) de dahil olmak üzere yaygın bir uluslararası dayanışmanın ortaya çıkmasını sağladı. AB, zorunlu tahliyeleri ve yıkımları uluslararası insancıl hukuk çerçevesinde yasa dışı görüyor.
BM Ortadoğu Barış Süreci Özel Koordinatörü Tor Wennesland, İsrail'e ‘Doğu Kudüs'teki zorunlu tahliyelere son verme ve kendisine hakim olma’ çağrısında bulundu.

İsrail reddetti
Diğer yandan İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, artan uluslararası kınamaların ardından, “Kudüs'te ibadet özgürlüğünü sağlarken, yasaya ve düzene saygı duyulması için akıl ve sorumlulukla hareket ediyoruz” dedi. Son dönemde Kudüs'te inşa faaliyetlerine son verilmesine yönelik artan tüm baskıları şiddetle reddettiklerini söyleyen Netanyahu, “Ama en yakın dostlarımıza da Kudüs'ün başkentimiz olduğunu ve her millet gibi başkentimizde inşa faaliyetlerine devam edeceğimizi söylüyorum” şeklinde konuştu.
Buna karşın Ramallah'taki Filistin Hükümet sözcüsü İbrahim Mulhim resmi Facebook hesabından yaptığı açıklamada, “El koyulan evler dosyası, Roma Antlaşması uyarınca Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM) savaş suçu ve uluslararası hukuk ile uluslararası insancıl hukukun açık bir ihlali olarak gönderildi” dedi.



Ürdün: Biz Saddam sonrası Irak’ta Haşimi hanedanının bir rol üstlenmesini önermedik

Tony Blair, belgede bahsedilen görüşmelerinden önce 25 Şubat 2003'te Londra'da Kral II. Abdullah'ı kabul ediyor (AFP)
Tony Blair, belgede bahsedilen görüşmelerinden önce 25 Şubat 2003'te Londra'da Kral II. Abdullah'ı kabul ediyor (AFP)
TT

Ürdün: Biz Saddam sonrası Irak’ta Haşimi hanedanının bir rol üstlenmesini önermedik

Tony Blair, belgede bahsedilen görüşmelerinden önce 25 Şubat 2003'te Londra'da Kral II. Abdullah'ı kabul ediyor (AFP)
Tony Blair, belgede bahsedilen görüşmelerinden önce 25 Şubat 2003'te Londra'da Kral II. Abdullah'ı kabul ediyor (AFP)

Ürdünlü bir yetkili, Kral Abdullah II ile eski İngiliz Başbakanı Tony Blair arasında 2003 Irak işgalinden önce Londra'da gerçekleşen görüşmede, Haşimi Hanedanlığı'nın Saddam Hüseyin sonrası Irak düzenlemelerinde rol almasına dair herhangi bir ima bulunduğunu yalanladı.

Yetkilinin Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamalar, "görüşmeyle ilgili sızdırılan İngiliz belgelerine" dayanarak Ürdün hükümdarının bu fikri Blair ile gündeme getirdiğini iddia eden haberlere yanıt olarak geldi. Yetkili, bu haberlerin "Ürdün hükümdarına atfedilen eksiklikler ve yanlış iddialar içerdiğini" vurguladı.

Şarku’l Avsat’ın elinde 25 Şubat 2003'te gerçekleşen toplantının Ürdün tutanaklarının bir kopyası bulunuyor ve bu tutanaklarda Ürdün hükümdarının Haşimi hanedanının Irak'taki rolüne dair herhangi bir öneride bulunduğuna dair bir şey yok. Aksine, tutanaklarda Saddam Hüseyin'in sürgüne gitmesi önerisinden bahsedildiği ve "bu öneriyi Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri sunmalı" denildiği belirtiliyor.


Mısır, İsrail'in baskısı üzerine Sina'daki askeri varlığını azalttı mı?

İsrail sınırına yakın bir noktada incelemelerde bulunan Mısır Genelkurmay Başkanı (Mısır Genelkurmay Başkanlığı Sözcüsü)
İsrail sınırına yakın bir noktada incelemelerde bulunan Mısır Genelkurmay Başkanı (Mısır Genelkurmay Başkanlığı Sözcüsü)
TT

Mısır, İsrail'in baskısı üzerine Sina'daki askeri varlığını azalttı mı?

İsrail sınırına yakın bir noktada incelemelerde bulunan Mısır Genelkurmay Başkanı (Mısır Genelkurmay Başkanlığı Sözcüsü)
İsrail sınırına yakın bir noktada incelemelerde bulunan Mısır Genelkurmay Başkanı (Mısır Genelkurmay Başkanlığı Sözcüsü)

Bilgi sahibi bir Mısırlı kaynak, Şarku’l Avsat'a yaptığı açıklamada, “Mısır güçlerinin Sina’daki varlığının, Mısır’ın ulusal güvenliğini korumaya yönelik olduğunu ve Kahire’nin bu konuda ne pazarlık ne de teşvik kabul edeceğini” söyledi. Kaynak, “Bu dönemde, söylentilerin aksine, herhangi bir baskı altında Sina’dan tek bir askerin bile çekilmediğini” vurguladı.

Kaynak, söz konusu meselenin ülkenin güvenliği ve iki yıldır şiddetli bir savaşa sahne olan bölgeyle olan sınırların korunmasıyla ilgili olduğunu belirtti. İsrail’in bu savaşı Mısır topraklarına doğru genişletme girişimlerine işaret eden kaynak, konunun başka dosyalarla ya da herhangi bir anlaşma ve pazarlıkla bağlantılı olmadığını ifade etti.

Kaynak ayrıca, Sina’daki Mısır askeri varlığının azaltıldığına dair İsrail basınında yer alan haberlerin, bu bölgede Mısır’ın askeri varlığının arttığından şikâyet eden ve uyarılarda bulunan raporlarla çeliştiğine dikkat çekti. Kaynak, iki ülke arasındaki barış anlaşmasında, ‘Mısır'ın ihtiyaç duyduğu zamanlarda güvenliğini korumak için bu varlığı sürdürmesine izin veren yeni hükümler olduğunu’ belirtti.

İsrail merkezli Bhol haber sitesi, Enerji Bakanı Eli Cohen’in, Mısır’la yapılan büyük doğal gaz anlaşması ile Mısır güçlerinin Sina’daki yeniden konuşlanması arasında doğrudan bir bağ bulunduğuna işaret ettiğini yazdı. Site, İsrail Ordu Radyosu’nun, anlaşmada Mısır ordusunun Sina’daki hareketlerini düzenleyen açık bir maddenin neden yer almadığını sorması üzerine Cohen’in, “Geçen hafta Mısır güçlerinin Sina Yarımadası’ndan çekildiğine dair yayımlanan haberleri okuduysanız, bunun sebepsiz olmadığını bilin” dediğini aktardı.

İsrail basınında yer alan haberlerde, Cohen’in anlaşmanın dört ay ertelenmesinin nedenlerinden birinin ‘Mısır’la barış meselesi’ olarak tanımladığı konuya bağlı olduğunu söylediği ifade edildi. Bu ifadenin, İsrail’in, Mısır’ın Sina’daki askeri varlığa ilişkin Camp David Anlaşması hükümlerine bağlılığı konusundaki endişesini yansıttığı değerlendirmesi yapıldı.

Söz konusu haberler, Mısır hükümetine muhalif bazı blog yazarları tarafından dolaşıma sokularak, İsrail baskısıyla Sina’daki Mısır askerî varlığının azaltıldığı iddiaları dile getirildi. Buna karşılık, Mısır yönetimine yakın isimler ise tüm göstergelerin Sina’da askerî tahkimatın artırılmasına yönelik bir planı işaret ettiğini savundu.

frgty
Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi, 2017 yılındaki Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu toplantısının oturum aralarında İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile bir araya geldi. (Reuters)

Mısır Basın Enformasyon Kurumu Başkanı Ziya Raşvan, söz konusu iddialara, medyaya yaptığı açıklamalarla yanıt vererek, ‘Sina’daki Mısır güçlerinin sayısının azaltılmadığını ve gaz anlaşmasının tamamen ticari bir konu olduğunu, siyasi hiçbir boyutunun bulunmadığını’ vurguladı. Anlaşmanın hükümetler arasında değil şirketler arasında yapıldığını belirten Raşvan, “İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu anlaşma hakkında konuşurken, Mısır tarafından herhangi bir açıklama yapılmadı. Bu durum, Mısır’ın üzerinde herhangi bir baskı olmadığını gösteriyor. İsrail’den gelen tüm söylentiler çelişkilidir ve kamuoyuna karşı sahte bir zafer yaratmaya yönelik bir çabadır” dedi.

Geçtiğimiz eylül ayında Axios internet sitesi, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, ABD Başkanı Donald Trump’tan, Mısır’a Sina’daki mevcut ‘askeri yığınağı’ azaltması için baskı yapmasını istediğini bildirmişti.

Şarku’l Avsat’ın Axios’tan aktardığına göre, bu bilgilere sahip Amerikalı ve İsrailli yetkililer, Mısır’ın ‘yalnızca hafif silahların bulunduğu bölgelerde, bazıları saldırgan amaçlar için kullanılabilecek askeri altyapı inşa ettiğini’ iddia etmişti. Bu iddialar, 1979’daki barış anlaşmasına atıfta bulunarak, Mısır’ın anlaşmaya aykırı hareket ettiğini öne sürüyordu.

Mısırlı askeri strateji uzmanı Tümgeneral Semir Ferec, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, ‘Mısır’ın barış anlaşmasına tamamen sadık olduğunu ve herhangi bir ihlal yapmadığını, aksine İsrail’in Mısır sınırında yasa dışı varlık gösterdiğini’ belirtti. Ferec, “Mısır’ın Sina’daki askeri varlığı, ulusal güvenliği korumak ve sınırları güvence altına almak amacıyla gerçekleşiyor” dedi.

Ferec ayrıca, ‘gaz anlaşması nedeniyle Mısır’ın Sina’daki asker sayısını azaltma gibi bir durumun söz konusu olmadığını, bu tür iddiaların Netanyahu hükümetinin, kamuoyuna karşı kendisini güvenlik sağlıyormuş gibi göstermek amacıyla yaydığı asılsız söylentiler olduğunu’ ifade etti.

Ferec, Mısır’ın henüz ABD'nin Netanyahu ile Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi arasında bir anlaşma yapılmasına yönelik taleplerine dair resmi bir açıklama yapmadığını belirtti. Mısır’ın bu talepleri kabul ettiği iddialarına da tepki göstererek, ‘görüşme talebinde bulunan tarafın Netanyahu ve ekibi olduğunu’ vurguladı. Ferec, “Mısır, gaz anlaşmasının her iki ülkenin çıkarına hizmet edeceğini biliyordu. Bu anlaşma hükümetler arasında değil şirketler arasında yapılmış bir ticari anlaşmadır” ifadelerini kullandı.

Netanyahu, geçtiğimiz çarşamba akşamı, Mısır’a doğal gaz ihracatıyla ilgili 112 milyar şekel (yaklaşık 35 milyar dolar) değerinde bir anlaşmanın resmi olarak onaylandığını duyurdu. Netanyahu, ‘İsrail enerji sektöründeki en büyük gaz anlaşması’ olarak nitelendirilen anlaşmanın ‘İsrail için büyük bir başarı’ olduğunu söyledi.

Netanyahu ayrıca, anlaşmanın onaylanmasının ardından İsrail’in güvenlik çıkarlarının korunmasını sağlamak için yoğun müzakereler yapıldığını, ancak güvenlik nedenleriyle anlaşmanın detaylarına girmeyeceğini belirterek, sadece anlaşmanın onaylandığını duyurdu.


Washington, SDG ile Suriye güvenlik güçleri arasındaki çatışmaları yatıştırmak için müdahale etti

Suriye Demokratik Güçleri'ne (SDG) bağlı silahlı milisler, geçtiğimiz hafta çarşamba günü Suriye'nin Kamışlı kentinde ‘İrademizle devrimimizi koruyacağız’ sloganıyla düzenlenen gösteriye katıldı. (Reuters)
Suriye Demokratik Güçleri'ne (SDG) bağlı silahlı milisler, geçtiğimiz hafta çarşamba günü Suriye'nin Kamışlı kentinde ‘İrademizle devrimimizi koruyacağız’ sloganıyla düzenlenen gösteriye katıldı. (Reuters)
TT

Washington, SDG ile Suriye güvenlik güçleri arasındaki çatışmaları yatıştırmak için müdahale etti

Suriye Demokratik Güçleri'ne (SDG) bağlı silahlı milisler, geçtiğimiz hafta çarşamba günü Suriye'nin Kamışlı kentinde ‘İrademizle devrimimizi koruyacağız’ sloganıyla düzenlenen gösteriye katıldı. (Reuters)
Suriye Demokratik Güçleri'ne (SDG) bağlı silahlı milisler, geçtiğimiz hafta çarşamba günü Suriye'nin Kamışlı kentinde ‘İrademizle devrimimizi koruyacağız’ sloganıyla düzenlenen gösteriye katıldı. (Reuters)

Washington’daki kaynaklar, Şarku’l Avsat’a yaptıkları açıklamada, ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack ile ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM) Komutanı Brad Cooper’ın, Halep’in kuzeyindeki Şeyh Maksud ve Eşrefiye mahallelerinde dün yeniden patlak veren Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile Suriye ordusu arasındaki çatışmaları yatıştırmak amacıyla temaslar yürüttüğünü bildirdi. Kaynaklar, bu girişimlerin, DEAŞ’ın ve düşman bölgesel güçlerin faydalanabileceği bir gerilimin önlenmesini hedeflediğini belirtti.

Çatışmaların, SDG keskin nişancılarının Suriye hükümetinin kontrolündeki bölgelere ateş açmasının ardından başladığı aktarıldı. Bu durumun, iki taraf arasında imzalanmış ateşkes anlaşmasının ihlali anlamına geldiği kaydedildi. ABD destekli Kürt güçlerin, Suriye’nin kuzeydoğusundaki özerk yönetimi kaybetme endişesiyle Şam’daki geçiş hükümetine entegrasyon planlarına karşı çıktığı ifade edildi.

Bu çatışmaların üzerinde, yeni Suriye hükümetinin kontrolünü zayıflatmayı amaçlayan İran müdahalelerinin gölgesinin dolaştığı belirtildi. ABD istihbarat raporlarına göre İran, Suriye’ye ve bölgedeki milislerine yönelik silah akışını sürdürmek için çabalarını yoğunlaştırıyor ve Şam yönetiminin yasa dışı silah kaçakçılığı güzergâhlarını dağıtmaya yönelik aldığı önlemlere uyum sağlamaya çalışıyor.

cdfrgt
Diplomatlar, Lübnan Ordusu eşliğinde Lübnan'ın güneyinde gerçekleştirdikleri bir tur sırasında, Lübnan Ordusu tarafından güney Litani bölgesinde ele geçirilen bir Hizbullah tünelini inceledi. (Lübnan Ordusu)

Öte yandan çeşitli raporlar, SDG’nin Lübnan’daki Hizbullah ile ilişkilerini güçlendirdiğine işaret etti. Bu kapsamda SDG’nin, Hizbullah adına Ammar el-Musavi başkanlığındaki temsilcilerle Beyrut’ta gizli bir toplantı gerçekleştirdiği aktarıldı. Toplantının, SDG ile Ahmed eş-Şera hükümeti arasındaki anlaşmazlıklar ve iki taraf arasında yeniden başlayan askeri çatışmalar ışığında, Suriye’deki güvenlik sorunlarının değerlendirilmesi amacıyla yapıldığı kaydedildi.

Üç kaçakçılık koridoru

Savaş Araştırmaları Enstitüsü’nün (ISW) yayımladığı bir raporda, İran’ın kaçakçılık hatlarını yeniden canlandırdığı ve DEAŞ’a ülke içinde saldırılar düzenlemesi için destek verdiği belirtildi. Raporda, Suriye’nin geçiş sürecinde yaşadığı istikrarsızlık ortamında vekâlet çatışmalarının tırmanabileceği ve kaçakçılık ağlarının yayılabileceği uyarısında bulunuldu.

Raporlara göre, İran’ın Suriye’ye silah kaçakçılığı geleneksel ve yeni güzergâhların bir bileşimini içeriyor. Kara yolları ve kamyon taşımacılığı, Tahran’ın silah sevkiyatında başlıca yöntem olmaya devam ediyor. Bu kapsamda üç ana koridor öne çıkıyor: İlki Bağdat’tan er-Ramadi, Elbukemal, Deyrizor ve Tedmür üzerinden Şam’a uzanan hat; ikincisi Tahran’dan Basra ve Bağdat üzerinden et-Tanf’a, oradan da Şam’a giden güzergâh; daha az kullanılan üçüncü yol ise İran’dan Musul ve Haseke üzerinden Lazkiye’ye uzanıyor. Bu hatların, silahların daha sonra Lübnan’daki Hizbullah’a aktarılmasını kolaylaştırdığı ifade edildi. Raporda ayrıca İran’ın, SDG’nin kontrolünde bulunan Suriye’nin kuzeydoğusuna özel önem atfettiği vurgulandı.

dfrgt
Suriye'nin doğusundaki Elbukamal'da, ülke dışına kaçırılmak üzere hazırlanan SAM-7 füzeleri ele geçirildi. (SANA)

Raporlarda, sevkiyatların el yapımı patlayıcılar, havan mermileri, tanksavar mayınları, plastik patlayıcılar, uçaksavar füzeleri, hava savunma sistemleri, el bombası fırlatıcıları ve insansız hava araçlarını (İHA) kapsadığı belirtildi. Ayrıca Irak-Suriye sınırı yakınındaki Elbukemal bölgesinde, İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) tarafından 2018’den bu yana inşa edildiği tahmin edilen ve silahların Suriye üzerinden Lübnan’daki Hizbullah’a aktarılmasında kullanılan bir yer altı tünel ağının bulunduğuna dair bilgiler sızdı.

Raporlar, yeni Suriye hükümetinin ülkenin tüm topraklarında denetimi sağlayacak açık ve yeterli kapasitelere sahip olmadığını, sınırları kontrol altına alabilmesi ve toprakları üzerinden yapılan kaçakçılığı engelleyebilmesi için uzun yıllara ihtiyaç duyacağını ortaya koydu.

Engelleme girişimleri

Suriye makamları, İran kaynaklı kaçakçılık girişimlerine karşı koymak için yoğun çaba harcıyor. CENTCOM, içinde bulunduğumuz aralık ayında Şam’daki yönetimi, Hizbullah’a gönderilmek üzere olan sevkiyatları engellemesi nedeniyle övdü.

Ortadoğu uzmanı Ata Muhammed Tebriz ise İran’ın faaliyetlerine ilişkin doğrulanmış raporlar bulunmadığını, ancak farklı medya kuruluşlarının Tahran’ın Suriye’de kendisine bağlı güçleri yeniden inşa etmeye yönelik çabalarına dair haberler yayımladığını söyledi. Tebriz, İran’ın Ahmed eş-Şera hükümetine karşı olan güçlerle iş birliği yapmaya ve bu çevrelerin sesini yükseltmeye çalıştığını savunarak, İran nüfuzunun Suriye’de yeniden kabul edilmesinin mümkün olmadığını vurguladı.

dfrg
DEAŞ saldırısında hayatını kaybeden Amerikan askerlerinin cenazelerinin ülkelerine geri gönderilmesi töreni (AP)

Washington Yakın Doğu Politikaları Enstitüsü’nde kıdemli araştırmacı olan Michael Knights, Beşşar Esed rejiminin çöküşünün teşvik edici bir gelişme olduğunu, ancak bunun İran’ın, Esed rejiminin eski destekçisi olarak, Suriye’yi Lübnan’daki Hizbullah’ı yeniden yapılandırmak için kullanmaktan kolayca vazgeçeceği anlamına gelmediğini söyledi.

Knights, Suriye’ye yönelik yaptırımların kaldırılmasıyla birlikte ülkeye araçlar, mali kaynaklar, insani yardımlar, yeniden imar malzemeleri ve tüketim mallarından oluşan bir akışın yaşanmasının beklendiğini, bunların büyük bölümünün komşu ülkelerden kamyon taşımacılığı yoluyla ulaştırılacağını belirtti. İran’ın bu akışı, Suriye, Irak ve Lübnan’daki uzantılarını silahla beslemek için kolaylıkla kullanabileceğine dikkat çekti.

Knights ayrıca İran’ın, geçmişte El Kaide ve Taliban örneklerinde olduğu gibi, Sünni cihatçı gruplarla taktik düzenlemeler yapma konusunda herhangi bir çekince göstermediği uyarısında bulundu. Bu yaklaşımın, Suriye sahasında DEAŞ ile de benimsenebileceğini ifade etti.