BM’den IKBY’de ifade özgürlüğü alanında yaşanan gerilemeye kınamahttps://turkish.aawsat.com/home/article/2970916/bm%E2%80%99den-ikby%E2%80%99de-ifade-%C3%B6zg%C3%BCrl%C3%BC%C4%9F%C3%BC-alan%C4%B1nda-ya%C5%9Fanan-gerilemeye-k%C4%B1nama
BM’den IKBY’de ifade özgürlüğü alanında yaşanan gerilemeye kınama
IKBY Başbakanı Mesrur Barzani. (Reuters)
Bağdat/Şarku’l Avsat
TT
TT
BM’den IKBY’de ifade özgürlüğü alanında yaşanan gerilemeye kınama
IKBY Başbakanı Mesrur Barzani. (Reuters)
Birleşmiş Milletler (BM) tarafından dün yayınlanan raporda, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nde (IKBY) ifade özgürlüğünde yaşanan gerileme kınandı. AFP’nin aktardığına göre BM’nin yayınladığı kınama, bölge temyiz mahkemesinin insan hakları savunucularının endişelerinin artmasına neden olacak bir şekilde, 5 gazeteci ve aktivistin hapis cezalarının onanmasından yaklaşık bir hafta sonra geldi.
Raporda, 2020 Mart - 2021 Nisan döneminde gazetecilerin, insan hakları aktivistlerinin ve protestocuların maruz kaldığı korkutma, tehdit ve saldırıların yanı sıra keyfi tutuklama ve gözaltına alma uygulamalarının arttığına dikkat çekildi. Bu uygulamaların endişe verici durumu doğruladığı kaydedildi.
BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği raporun, gazeteci, aktivist ve hak savunucularından 33 kişinin keyfi bir biçimde, nedenleri belirtilmeden ve nerede oldukları ailelerine bildirilmeden tutuklanmasına işaret ettiğini bildirdi. Bu durumun genellikle ‘göz korkutacak’ bir ortam oluşturduğu vurgulandı.
Söz konusu kişiler arasında daha sonra serbest bırakılanlar da vardı. En az iki doğrulanan olayda gazeteciler ve insan hakları savunucuları suçlandı, ardından da kefaletle serbest bırakıldılar. Ancak farklı suçlamalarla yeniden tutukandılar. Bu durum, IKBY’deki temyiz mahkemesinin 3 gazeteci ve iki aktivistin 2020 yılında, bölgedeki devlet çalışanlarının maaşlarının ödenmesinin talep edildiği protestolar sırasında “hükümete karşı gösterileri teşvik etme ve bölgede istikrarı sarsma” ile “casusluk” suçlamasıyla 6 yıl hapis cezasını onaylamasından yaklaşık bir hafta sonra geldi. 6 yıl hapis cezası alanlar arasında Ayaz Karam Brushki, Guhdar Muhammed Zebari, Sherwan Sherwani ve aktivistler Shavan Saeed ve Hariwan Issa da yer alıyor.
İnsan Hakları İzleme Örgütü açıklamasında ‘casusluk’ suçlamalarının yalnızca sosyal medya paylaşımlarına, mahkemeye çıkmayan ve savunma avukatları tarafından sorgulanamayan ‘gizli muhbirlerin’ ifadelerine dayandığını belirtti.
İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün Irak’ta çalışmalar yürüten araştırmacılarından Belkis Wille, AFP’ye yaptığı açıklamada şunları söyledi:
“Bu kişilerin önyargılı bir siyasi irade ve temyiz mahkemesinin adil yargılama standartların göz ardı eden yönelimler nedeniyle cezalandırılmalarından endişe duyuyoruz.”
Kürt aktivistlerin belirttiğine göre yolsuzlukla ilgili ilgili araştırmaları ile tanınan Sherwan Sherwani, hukuki bir sebep veya mahkeme emri olmaksızın 7 Ekim’de evinde tutuklanmadan önce Facebook’ta yayınladığı bir yazı ile IKBY Başbakanı Mesrur Barzani’yi eleştirmişti. Birçok aktivist bu güvenlik baskısının eski IKBY Güvenlik Ajansı Müsteşarı Mesrur Barzani'nin başbakanlığa gelmesinin ardından başladığı görüşünde. Aktivistler, IKBY lideri Neçirvan Barzani’ye tutuklu gazeteci ve aktivistler için başkanlık affı çıkarılması çağrısında bulunuyorlar.
Temyiz Mahkemesi’nde ayrıca bölgedeki Almanya ve ABD konsolosluklarını ziyaret ettikleri gerekçesiyle 5 kişi de ‘casusluk’ ile suçlandı. Bu Almanya Konsolosluğu tarafından ‘Mantıksız bir gerekçe’ olarak değerlendirilirken ABD Dışişleri Bakanlığı’nın yıllık raporunda “üst düzey Kürt yetkililer, siyasi olarak hassas görünen konular üzerinde etki oluşturmak” ile itham edildi.
Ancak Kürt yetkililer halen mahkumların bir komplonun ve sabotaj girişiminin parçası olduğunu savunuyorlar.
İsrail'in Güney Lübnan'a düzenlediği saldırıda 6 kişi yaralandıhttps://turkish.aawsat.com/arap-d%C3%BCnyasi/5198222-i%CC%87srailin-g%C3%BCney-l%C3%BCbnana-d%C3%BCzenledi%C4%9Fi-sald%C4%B1r%C4%B1da-6-ki%C5%9Fi-yaraland%C4%B1
Lübnan'ın güneyindeki Nebatiye kentinin yakınlarında Hizbullah mevzilerini hedef aldığı iddia edilen İsrail hava saldırılarından dumanlar yükseliyor (Arşiv- DPA)
İsrail'in Güney Lübnan'a düzenlediği saldırıda 6 kişi yaralandı
Lübnan'ın güneyindeki Nebatiye kentinin yakınlarında Hizbullah mevzilerini hedef aldığı iddia edilen İsrail hava saldırılarından dumanlar yükseliyor (Arşiv- DPA)
Lübnan Halk Sağlığı Bakanlığı dün akşamı yaptığı açıklamada, İsrail'in ülkenin güneyinde düzenlediği bir dizi hava saldırısının ilk etapta altı vatandaşın yaralanmasına yol açtığını duyurdu.
Ulusal Haber Ajansı’nda (NNA) yer alan açıklamada Bakanlık, Sayda ilçesine bağlı Benaful kasabası ve Nebatiye ilçesine bağlı Ensar kasabasına düzenlenen hava saldırılarında yaralıların bulunduğunu belirtti.
Ajans, İsrail savaş uçaklarının dün akşam onlarca füze kullanarak "şiddetli bir hava saldırısı" gerçekleştirdiğini ve Ensar, Sina ve Basfur kasabaları arasındaki Basfur Vadisi'ni hedef aldığını bildirdi.
Şarku’l Avsat’ın NNA’dan aktardığına göre füzeler, "tüm güney bölgelerinde yankılanan ve vatandaşlar arasında panik ve gerginliğe yol açan muazzam bir patlamaya" neden oldu.
Güney Lübnan'a düzenlenen İsrail hava saldırısı (Arşiv- Reuters)
İsrail ordusu kısa bir süre önce, Sina Çiftliği bölgesindeki Hizbullah altyapısına ve Güney Lübnan'daki faaliyetlerini gizlemek için kullandığını iddia ettiği "Sınır Tanımayan Yeşiller" (GWB) örgütüne saldırdığını duyurdu.
İsrail, geçen yıl Kasım ayında Hizbullah ile imzalanan ateşkes anlaşmasına rağmen Lübnan'daki bölgelere hava saldırılar düzenlemeye devam ediyor.
Batı Şeria'da İsrail ordusunun açtığı ateş sonucu bir çocuk ve bir genç hayatını kaybettihttps://turkish.aawsat.com/arap-d%C3%BCnyasi/5198212-bat%C4%B1-%C5%9Feriada-i%CC%87srail-ordusunun-a%C3%A7t%C4%B1%C4%9F%C4%B1-ate%C5%9F-sonucu-bir-%C3%A7ocuk-ve-bir-gen%C3%A7
Batı Şeria'da İsrail ordusunun açtığı ateş sonucu bir çocuk ve bir genç hayatını kaybetti
Batı Şeria'daki Nablus'ta bir İsrail askeri (AFP)
Filistin Sağlık Bakanlığı dün yaptığı açıklamada, Batı Şeria'da İsrail ordusunun açtığı ateş sonucu bir Filistinli çocuk ve bir gencin hayatını kaybettiğini bildirdi.
Şarku'l Avsat'ın Reuters'ten aktardığına göre açıklamada, 11 yaşındaki Muhammed Behcet el-Hallak adlı çocuğun "El Halil'in güneyindeki el-Rihiye kasabasında işgal askerleri tarafından pelvisine isabet eden bir kurşunla şehit düştüğü" belirtildi.
Bakanlık, günün ilerleyen saatlerinde yaptığı açıklamada, 20 yaşındaki Mehdi Ahmed Kamil adlı bir gencin Kabatiye beldesinde İsrail ordusunun açtığı ateş sonucu hayatını kaybettiğini duyurdu.
İsrail ordusu yaptığı açıklamada, "Kısa bir süre önce, İsrail Ordusu’nun Kabatiye'de düzenlediği askeri operasyon sırasında bir terörist askerlere patlayıcı attı" denildi.
Açıklamada ayrıca, "Askerler ateşle karşılık vererek teröristi öldürdü. İsrail Kuvvetleri'nin Kabatiye beldesine düzenlediği baskında herhangi bir can kaybı bildirilmedi" ifadeleri yer aldı.
İsrail Ordusu’nun Kabatiye beldesine düzenlediği baskında genç adamın ölümüne dair Filistin tarafından herhangi bir açıklama yapılmadı.
İsrail ordusu ise çocuğun ölümüyle ilgili henüz bir açıklama yapmadı.
Filistin Haber ve Enformasyon Ajansı (WAFA), "işgal güçlerinin, El-Halil'in güneyindeki El-Rihiye Kız Ortaokulu'nun oyun alanında futbol oynayan bir grup çocuğa ateş açtığını" bildirdi.
Trump'ın anlaşmaları gerçek bir barışa mı, yoksa yeni zorluklara mı gebe?https://turkish.aawsat.com/arap-d%C3%BCnyasi/5198170-trump%C4%B1n-anla%C5%9Fmalar%C4%B1-ger%C3%A7ek-bir-bar%C4%B1%C5%9Fa-m%C4%B1-yoksa-yeni-zorluklara-m%C4%B1-gebe
Trump'ın anlaşmaları gerçek bir barışa mı, yoksa yeni zorluklara mı gebe?
Görsel: Al Majalla
Abdullah Faysal Âl Rabah
Son bir haftadır tüm dünyada yoğun bir diplomasi yaşanıyor. ABD Başkanı Donald Trump, on yıllardır ABD için geçerli olan geleneksel anlamda ‘dünyanın polisi’ ya da ‘diplomatik arabulucusu’ olarak değil, jeopolitik değişimleri, cesurca fırsatları değerlendirecek birini bekleyen bazı büyük anlaşmalar olarak gören bir iş adamı ve gayrimenkul geliştiricisi olarak Ortadoğu'da ABD'nin rolünü yeniden tanımladı.
Trump, 13 Ekim 2025'te iki hızlı ziyaret gerçekleştirdi. İlki Tel Aviv'e yaptığı ziyaretti ve yaklaşık dört saat sürdü. İsrail parlamentosu Knesset'te tarihi bir konuşma yaptı. Ayrıca kendisine İsrail Başkanlık Madalyası verileceği sözü verildi. Diğer ziyaretini ise Mısır’ın tatil beldesi Şarm eş-Şeyh'e gerçekleştirdi. Trump burada bazı uluslararası liderlerin katıldığı uluslararası barış zirvesine ev sahipliği yaptı.
O günün yoğun programı, sadece bazı geçici siyasi olaylar olarak değil, kuralları çiğnemeye dayalı bir metodoloji benimseyen dış politikada ‘Trump Doktrini’ olarak adlandırılabilecek bir durumun canlı bir gösterimi olarak değerlendirilebilir. Bu doktrin, yavaş geleneksel süreçleri atlayarak, tarihsel veya sosyal bağlamın karmaşıklığına bakılmaksızın somut ve acil sonuçlara odaklanıyor.
Destekçileri tarafından cesur pragmatizm, eleştirenleri tarafından ise çatışmanın köklerini görmezden gelen basit bir yaklaşım olarak tanımlanan bu yaklaşım, Trump’ın kişiliği ve inşa etmeye çalıştığı siyasi mirasın ötesine geçen önemli bir soruyu, yani “Bu politika tarafından şekillendirilen Ortadoğu'nun doğası nedir ve anlaşma diplomasisi altında bölgesel istikrar için gelecek senaryoları nelerdir?” sorusunu gündeme getiriyor. Bu doktrini ve potansiyel etkilerini analiz etmeyi, yaklaşımını ayrıştırmayı, altında yatan motivasyonları anlamayı ve tarihinin her döneminde gelecekteki çatışmaların tohumlarını taşıyan bir bölgede başarı olasılığını değerlendirmeyi gerektirir.
Şarm eş-Şeyh'teki zirve olumlu olmakla birlikte, pragmatik ve ateşkes anlaşmasının sağlanmasına yönelikti.
Trump Doktrini: Anlaşma adamı metodolojisinin ayrıştırılması
Trump'ın Ortadoğu politikalarının gelecekteki etkisini anlamak için, öncelikle hem Cumhuriyetçi hem de Demokrat partili önceki ABD yönetimlerinin radikal bir şekilde farklı olan yaklaşımını analiz etmeliyiz. ABD şu an Ortadoğu’da, bir ABD başkanının veya partisinin dış politika uygulamalarını değil, Trump'ın kendi kişiliğinin bir uzantısı olan uygulamaları kullanıyor. Kökleri Washington diplomasisinin sakin koridorlarından ziyade, New York iş dünyasının acımasız ortamına dayanıyor. Bu doktrin, son ziyaretinde açıkça görülen birkaç sac ayağı üzerine inşa edilmiş durumda.
Bu sac ayaklarının birincisi uluslararası ilişkilerin kişiselleştirilmesi ve kurumların atlanmasına dayanıyor. Trump’ın Tel Aviv'deki konuşmanın ‘dostlara ve ortaklara’ hitap etmesi ve İsrailli liderlerle olan şahsi ilişkisine defalarca atıfta bulunması bu durumu açıkça gösterdi. Bu samimi üslup, siyasi çıkarların ötesinde, karşılıklı güven ve sadakate dayalı kişisel bağlara dayanan organik bir ittifak izlenimi yaratıyor.
ABD Başkanı Donald Trump, 13 Ekim 2025'te Şarm eş-Şeyh'te düzenlenen Gazze konulu zirvede imzaladığı belgeyi gösterirken (AFP)
Öte yandan Şarm eş-Şeyh'teki liderlerle olan etkileşimler olumlu olmakla birlikte pragmatik ve ateşkes anlaşmasının sağlanmasına odaklanmıştı. Bu ikili yaklaşım kendiliğinden ortaya çıkan bir durum değil, Trump’ın dünyayı, hızlı başarıya engel olarak gördüğü dışişleri bakanlıkları ve bürokratik kurumları atlayarak, her ülkenin başkanı ile ayrı ayrı yönetilebilecek bir dizi ikili ilişki olarak görmesini yansıtıyor.
Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre İkinci sac ayağı, siyaset ve ideoloji dilinden ziyade ekonomi ve maddi faydalar diline öncelik verilmesi üzerine kurulu. Trump, Knesset'te yaptığı konuşmada güvenlik ve ittifaklar hakkında konuşmakla yetinmeyip Gazze'yi komşu ülkeler tarafından finanse edilen, gelişen bir ekonomi merkezine dönüştürme düşüncesini açarak “İnsanlar rahat ve huzur içinde yaşayabilecekler. Gerçekten muhteşem bir şey gerçekleştireceğiz” dedi. Bu konuşma, ekonomik refah ve büyük projelerin çözümsüz siyasi sorunları çözebileceğine inanan bir gayrimenkul geliştiricisinin zihniyetini yansıtıyor. Açıkça üstü kapalı bir anlaşma sunan Trump, barış ve istikrar karşılığında kalkınma ve yatırım, silahsızlanma karşılığında Gazzeliler için iş imkânlarına işaret etti. Bu mantığa göre yüzeysel çekiciliğine rağmen, çatışmanın özünü oluşturan ideolojik, kimliksel ve tarihsel boyutları büyük ölçüde göz ardı ediyor ve çatışmanın diğer tüm unsurlarını ihmal etmesine rağmen, insanların ulusal özlemlerinin maddi refahla tatmin edilebilecek, tamamen ekonomik varlıklar olduğu varsayılıyor!
Suudi Arabistan’ın tutumu, Washington’ın bıraktığı boşluğun bölgeden kaynaklanan girişimler ve politikalarla doldurulması gerektiğinin farkına varan büyük bölgesel güçler arasında artan stratejik olgunluğu yansıtıyor.
Üçüncü sac ayağı, baskı uygulamak ve yeni bir gerçeklik yaratmak için hız ve ivmeyi bir araç olarak kullanılması olarak öne çıkıyor. İsrail'e yapılan dört saatlik ziyaretin baskısı ve Şarm eş-Şeyh’teki uluslararası zirveye ani geçiş, çözümlerin kaçınılmaz olduğu ve olayların hızlandığı izlenimini yaratarak, tüm tarafları masadaki önerileri kabul etmeye psikolojik ve siyasi baskı altına almayı amaçlıyordu. Bu, iş dünyasında iyi bilinen bir müzakere taktiğidir. Yani rakipleri hızlı kararlar almaya zorlamak için yapay bir zaman krizi yaratılır. Bu yaklaşım taktiksel atılımlar sağlayabilir, ancak karşılığında uzun vadeli sürdürülebilirlik için gerekli olan derin konsensüs ve halk desteğinden yoksun, kırılgan anlaşmalar ortaya çıkabilir.
ABD’nin hesaplanmış boşluğu ve bölgesel stratejilerin doğuşu
Trump'ın doktrini birdenbire ortaya çıkmadı. Aksine Trump'tan önce başlayan ancak onun döneminde hız kazanan, ABD'nin büyük stratejisindeki daha geniş bir değişime, ‘küresel polis’ rolünü sona erdirmek ve ‘Önce Amerika’ sloganı altında ABD'nin çıkarlarına odaklanmaya denk geliyor. Ortadoğu'daki doğrudan askeri taahhütlerden kademeli olarak çekilme, göreceli bir güç boşluğu yaratarak bölgesel güçleri stratejilerini ve ittifaklarını radikal bir şekilde yeniden değerlendirmeye sevk ediyor. Bu karmaşık bağlamda, Şarm eş-Şeyh zirvesine etkili liderlerin katılmamasının etkileri anlaşılabilir. Bu katılım, ABD’nin girişiminin reddi veya ilişkilerdeki gerginliğin kanıtı olarak yorumlanmamalı, daha çok büyük bir hassasiyet ve derinlik içeren diplomatik bir mesaj olarak görülmeli. Bu mesaj, Arap ve İslam dünyasının lideri ve ‘Vizyon 2030’ gibi iddialı projesini gerçekleştirmeye çalışan küresel bir ekonomik güç olan Suudi Arabistan'ın, başkaları tarafından tasarlanan bir projede sadece takipçi olmayacağı anlamına geliyor. Daha önce yine Al Majalla'da yayınlanan bir makalemde açıkladığım gibi, Riyad barışçıl girişimleri memnuniyetle karşılayıp istikrarı arzulasa da eylemlerini öncelikle ulusal güvenlik çıkarlarını garanti altına alan ve ardından Filistin meselesine adil ve sürdürülebilir bir çözümü nihai düzenlemelerin merkezine yerleştiren kapsamlı bir yaklaşım çerçevesinde yürütüyor. Suudi Arabistan'ın herhangi bir yeni barış projesine katılımının karşılığında onun ağırlığı ve merkezi rolüyle orantılı bir bedel ödenmesi gerekir, ancak bu bedel henüz müzakere masasına konulmadı.
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan, iki devletli çözümü desteklemek amacıyla Fransa ve Suudi Arabistan tarafından ortaklaşa düzenlenen BM Genel Kurul toplantısında tokalaşırken, 22 Eylül 2025 (AFP)
Suudi Arabistan’ın bu tutumu, Washington’ın bıraktığı boşluğun bölgeden kaynaklanan girişimler ve politikalarla doldurulması gerektiğinin farkına varan büyük bölgesel güçlerin artan stratejik olgunluğunu yansıtıyor. Bu ülkeler artık ABD politikalarının sadece alıcıları değil, kendi koşullarını belirleyen, çıkarlarını tanımlayan ve kırmızı çizgilerini açıkça çizen aktif aktörler haline geldi. Reaktif bölgesel siyaset dönemi geride kalmış ve tamamen ulusal çıkarlara dayalı proaktif eylem dönemi başladı.
Trump Doktrini’nin karşı karşıya olduğu en büyük zorluk, ticaret anlaşmaları mantığına kolayca dahil edilemeyen taraflarla başa çıkması olacak.
Gerçeklik karşısında Abraham Anlaşmaları modeli
Abraham (İbrahim) Anlaşmaları, Trump'ın Ortadoğu projesinin temel taşını oluşturuyor. Bu model, ‘barış için barış’ mantığına dayanıyor. İsrail ile Arap ülkeleri arasında paylaşılan ekonomik, teknolojik ve güvenlik avantajlarına odaklanırken, Filistin meselesini daha sonra aşılabilecek veya çözülebilecek bir engel olarak erteletiyor yahut ötekileştiriyor. Bu model, bu anlaşmaları ekonomilerini modernize etmek ve ortak İran tehdidi karşısında güvenliklerini güçlendirmek için bir fırsat olarak gören Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn gibi ülkelerle tarihi anlaşmaların imzalanmasında başarılı oldu. Ancak bu model şu anda en zorlu sınavıyla, yani daha fazla ülkeyi kapsama sınavıyla karşı karşıya.
Karşılaştığı ilk zorluk, halkın karşı çıkması ve geçmişin hafızası. Hükümetler stratejik düşüncelerle diplomatik anlaşmalar peşinde koşarken, Filistin davasına duygusal ve sembolik olarak bağlı kalan Arap kamuoyuyla arasında büyük bir uçurum bulunuyor. Bu sosyal ve kültürel boyutu dikkate almayan herhangi bir barış, yönetici elitlerle sınırlı ve gelecekteki herhangi bir siyasi krizde aksiliklere açık, soğuk bir barış olarak kalacak. Sürdürülebilir barış, yalnızca ekonomik anlaşmalarla değil, sosyal kabul ve tarihi uzlaşı ile inşa edilir, zira Suudi Arabistan'ın tutumunun özünü de bu oluşturuyor.
Bahreyn Dışişleri Bakanı Abdullatif bin Raşid ez-Zeyani, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, ABD Başkanı Donald Trump ve BAE Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayid en-Nahyan, Washington’da Abraham Anlaşmaları'nın imza töreninde, 15 Eylül 2020 (AFP)
Stratejik açıdan en önemli olan ikinci zorluk, Suudi Arabistan'ın tutumu. Yukarıda belirtildiği gibi, Suudi Arabistan mevcut şartlar altında Abraham Anlaşmaları modeli ile yola devam etmeyi reddediyor. Riyad'ın Tel Aviv ile olası herhangi bir diplomatik anlaşmayı Filistin meselesinde ilerleme kaydedilmesiyle ilişkilendirme konusundaki ısrarı, yalnızca taktiksel bir tutum veya tarihsel bir nezaket değil, Filistinlilerin haklarının yok edilmesi üzerine sürdürülebilir bir bölgesel barışın kurulamayacağına dair derin bir anlayışın sonucudur. Zira Abraham Anlaşmaları modelini bölgeye dayatmaya çalışmak, bölünmeleri çözmekten ziyade derinleştirmeye yol açacak ve ‘direniş ekseninin’ yanı sıra Abraham Anlaşmaları ekseni ile geleneksel eksen arasında bölünmüş bir Ortadoğu'nun ortaya çıkmasına neden olabilir.
Herkesin memnun edilmesi ikilemi
Trump Doktrini’nin karşı karşıya olduğu en büyük zorluk, ticaret anlaşmaları mantığına kolayca dahil edilemeyen taraflarla başa çıkması olacak. Söz konusu tarafların başında tüm kesimleriyle Filistinliler geliyor. Esasen siyasi ve ulusal bir soruna ekonomik çözümler sunmak, başarısız olduğu kanıtlanmış geçmiş hataların tekrarıdır. Ramallah’daki Filistin Yönetimi'nden Gazze'deki diğer güçlere kadar çeşitli Filistinli gruplar, yöntemleri ve ideolojileri bakımından farklılık gösterebilirler, ancak devlet, egemenlik ve Doğu Kudüs ile ilgili taleplerinin özünde hemfikirler. Bu taleplerin ötesine geçen herhangi bir proje, Filistinlilerin birleşik reddiyle karşılaşacak ve bu da barışı eksik ve uygulanamaz hale getirir. Çatışmanın bu merkezi tarafını görmezden gelmek, ana ortaklardan birinin rızası olmadan ticari bir sözleşme imzalamakla eşdeğer.
Ortadoğu'nun geleceği sadece Donald Trump tarafından belirlenmeyecek, ancak onun alışılmadık yaklaşımı, bölge liderlerini aradıkları barışın niteliği hakkında zor sorular sormaya zorluyor.
Denklemin diğer tarafında ise İran'ın liderliğindeki direniş ekseni yer alıyor. Direniş ekseni, çatışmayı ekonomik veya müzakereci bir bakış açısıyla değil, ideolojik ve varoluşsal bir bakış açısıyla değerlendiriyor. Trump’ın İran’a karşı güçlü bir bölgesel ittifak kurma stratejisi, yeni bir güç dengesi yaratmada başarılı olabilir, ancak aynı zamanda kutuplaşmayı pekiştirir ve doğrudan çatışma riskini artırır. Trump’ın aradığı barış, esasen bu yeni ittifakın tarafları arasında bir barış, tüm bölgeyle bir barış demek değil. Böylece, eski bir çatışma (Arap-İsrail) yerini (Abraham Anlaşmalarını imzalayan ılımlılık ekseni ile direniş ekseni arasında) yeni ve daha tehlikeli bir çatışmaya bırakabilir. Bu da bir çözüm değil, ancak bölgedeki fay hatlarının yeniden düzenlenmesi anlamına gelir. Başka bir deyişle, iki karşıt tarafın yeniden yapılandırılmasına dayalı olarak bir çatışma başka bir çatışmanın yerini alır!
Peki, ya sonra?
Sonuç olarak, Trump’ın diplomasi, Ortadoğu’da yüzeyin altında halihazırda meydana gelen derin değişimlerin güçlü bir katalizörü ve ortaya çıkaranı olarak işlev görüyor. Sonuç olarak, Trump’ın diplomasi, Ortadoğu'da yüzeyin altında halihazırda meydana gelen derin değişimlerin güçlü bir katalizörü ve ortaya çıkaranı olarak işlev görüyor. Bir zamanlar düşman olarak görülen ülkeler arasındaki yakınlaşmanın hızını artırıyor ve herkese, pozisyonlarını her zamankinden daha açık ve net bir şekilde tanımlamaları için hem yumuşak hem de sert baskı uyguluyor. Akışkanlık ve hızlı değişimle birlikte ortaya çıkan bu yeni ortamda, bölgedeki büyük güçlerin rolleri daha net hale geliyor.
Suudi Arabistan: Manevi, ekonomik ve siyasi ağırlığıyla, realpolitik merkezli yeni bir aşamaya öncülük ederek, bölgedeki istikrar ve ılımlılığın kilit kutbu olarak rolünü pekiştiriyor. Bu liderlik rolü, ABD’nin taleplerine veya uluslararası baskıya bir yanıt değil, bölgenin çıkarlarını ön planda tutan ve tüm tarafları saygı duyan kapsamlı bir bölgesel vizyona dayalı gerçek bir istikrarın inşa edilmesinde ısrarcı bir tutumdur. Suudi Arabistan'ın bu politikası, barışa karşı sorumlu bir açıklık ile Arap ve İslam değerlerinin korunması arasında dikkatli bir dengeye dayanıyor.
Mısır: Tarihi ve kilit rolü nedeniyle, Arap ülkeleri ile İsrail arasındaki silahlı çatışmayı çözmeye yönelik her türlü müzakerede bölgenin istikrarının temel taşı ve dayanağı olan Mısır, realpolitik temelinde aynı yaklaşımı izliyor. Kapsamlı çözümleri destekleyen Mısır, hızlı bölgesel dönüşümler ortamında barışın gerekliliklerini ulusal ve vatanseverlik ilkelerinin korunmasıyla dengeliyor.
Türkiye: Batı ile ilişkilerini, İslam dünyasındaki çıkarlarını ve yükselen bir bölgesel güç olarak hedeflerini dengelemeye çalışarak karmaşık ve pragmatik rolünü sürdürmesi beklenen Türkiye, nüfuzunu artırmak için yeni düzenlemelerden yararlanmaya çalışacaktır. Türkiye ayrıca çıkarları doğrultusunda yapıcı veya zorlaştırıcı rol oynayabilir.
İran: Kendisini daha organize ve kararlı bir koalisyonla karşı karşıya bulacak. Ancak bu durum onu üzerine basılıp geçilemeyeceğini kanıtlamak için vekilleri aracılığıyla gerilimi tırmandırmaya itebilir ya da nispeten zayıf bir konumdan yeni müzakere yolları aramaya zorlayabilir.
Gazze Şeridi'ndeki savaşın sona ermesini talep eden ve Fas ile İsrail arasındaki ilişkilerin normalleşmesini protesto eden bir protesto yürüyüşü sırasında başkent Rabat'taki 5. Muhammed Caddesi'nde Filistin bayrakları ve pankartlar taşıyan protestocular, 5 Ekim 2025 (AFP)
Ortadoğu'nun geleceği sadece Donald Trump tarafından belirlenmeyecek olsa da onun alışılmadık yaklaşımı, bölge liderlerini aradıkları barışın niteliği ve kurmak istedikleri bölgesel düzenin şekli hakkında zor sorular sormaya zorluyor. Sonuç, Trump'ın vaat ettiği kapsamlı barış olmayabilir, daha ziyade jeopolitik haritanın yeniden şekillenmesi ve yeni esnek ittifaklar ve daha net ideolojik fay hatları ile yeni çok kutuplu bir bölgesel düzenin doğuşu olabilir. Bu, ortak çıkarlar temelinde gerçek bir istikrara ya da sallantılı temeller ve kırılgan güç dengeleri üzerine kurulu anlaşmaların beslediği yeni bir çatışma döngüsüne yol açabilecek tarihi bir dönüm noktasıdır. Burada “Eski araçlarla yeni bir Ortadoğu'yu şekillendiren bir projeye mi tanık oluyoruz?” sorusu gündeme geliyor.
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة