İsrail’deki ‘iç savaş’ roket saldırılarının durmasının ardından sonlanacak mı?

İsrail’deki ‘iç savaş’ roket saldırılarının durmasının ardından sonlanacak mı?
TT

İsrail’deki ‘iç savaş’ roket saldırılarının durmasının ardından sonlanacak mı?

İsrail’deki ‘iç savaş’ roket saldırılarının durmasının ardından sonlanacak mı?

10 milyona yakın nüfuslu İsrail’de yaklaşık 5 bin kişi tarafından fitili ateşlenen yangın ülkedeki tüm vatandaşları kanlı çatışmalara sürükledi. İsrail Cumhurbaşkanı Reuven Rivlin’in ‘Hamas ile savaştan daha tehlikeli ve çirkin bir iç savaş çıkması’ konusunda uyarı yapmasına neden olan ateşli söylemleri gündeme damgasını vurdu. Tüm mezheplerden seçkin din adamları söz konusu ateşi söndürme çağrısı yapıyor. Yahudilerin ve Arapların yaşadığı şehirlerin meydanlarındaki kan henüz kurumamışken, Lod ve Yafa’daki iki caminin ve sinagogun koridorlarındaki ateş kokusu halen duyuluyorken ve herkes Gazze’nin roket ateşinin ve İsrail saldırılarının durdurulma zamanlamasıyla meşgulken birçok kişi yaraları iyileştirmeye ve İsrail’de Yahudiler ve Araplar arasında yaşam için başka kurallar belirlemeye çalışıyor.
Söz konusu beş bin Yahudi ve Arap savaşla ilgileri olmaksızın şiddet ve barbarlıkla damgalanmış durumda. Siyasi ve güvenlik durumundaki kötüleşmeden yararlanmayı ve bunu Yahudiler ile Araplar arasında bir iç savaşa dönüştürmeyi üstlendiler. Bunların arasında politikacılar, polis ve güvenlik liderleri de bulunuyor. Aynı şekilde çeşitli çizgilerdeki suç çeteleri ve aşırılık yanlıları da söz konusu oluşuma dahil oldular. Sahneye nasıl sızdıklarını anlamak için ise yaşananların sırasını gözden geçirmek gerekiyor.
Olaylar Ramazan Ayı’nın başlarında, Kudüs’te yaşanlarla başladı. Polis Şefi Yaakov Shabtai liderliğindeki İsrail emniyeti ve İsrail Kamu Güvenliği Bakanı Amir Ohana, Filistinli gençlerin Doğu Kudüs’teki Amud Kapısı’nda Ramazan kutlamaları düzenlemelerini engelleme kararı aldılar.
Gerekçe olarak söz konusu gençlerin, Binyamin Netanyahu hükümeti ile Filistin Yönetimi arasındaki ilişkilerin kötüye gitmesinin ardından polisin asılmasını engellediği Filistin bayraklarının sallamalarıydı. Ancak gerçek şu ki polisin önündeki takvim, İsrail’in Kudüs’ün kurtuluşunu, yani 1967 işgalini ‘kutladığı’ Ramazan’ın 28’ini gösteriyordu. Söz konusu günde, Amud Kapısı yakınlarında on binlerce Yahudi’nin katıldığı ‘Kudüs Yürüyüşü’ düzenleniyor. Polis de Araplar ile Yahudiler arasında çıkması muhtemel çatışmalardan çekiniyor.

Yerleşim projelerine yönelik öfke
Anlaşmazlığın nedeni Kudüs’te atmosferin gergin olması. Filistinliler, yaklaşık 10 bin konut inşa edilmesi planlanan yeni yerleşim projeleri nedeniyle öfkeli. İsrailli yetkililer, 1967’deki işgallerinden bu yana her biri ortalama 22 bin kişilik 12 yerleşim yeri inşa ediyor. Kudüs’teki Filistinliler de kendilerine yönelik varoluşsal bir tehdit hissediyorlar. İsrail bununla da yetinmiyor; daha çok Yahudi yerleşimciyi Arap mahallelerinin merkezinde yaşamaya zorluyor. Silvan ve Ras el-Amud’da 640’ar ve Şeyh Cerrah’ta da 180 Yahudi bulunuyor. İsrail’de bu duruma ‘ideolojik yerleşim’ deniliyor. Zira yerleşimciler, 1948 öncesinde Yahudilere ait gayrimenkulleri geri aldıklarını iddia ediyorlar. Filistinliler ise bunu reddediyor.
İsrail, Filistinlilerin Nekbe’den önce sahip oldukları evleri, arazileri ve diğer mülkleri geri almasına izin vermiyor. Ayrıca alım satım anlaşmaları da şüpheli. Komisyoncular hile yapıyor ve sahte belgeler kullanıyor.
İsrailli yetkililer aynı şekilde Batı Şeria’daki Müslümanların Mescid-i Aksa’ya ulaşmasını güç kullanarak engelliyor. Kudüslülere dahi erişimi kısıtlıyor. Ve bu nedenle Kudüs’teki atmosfer gerginleşmeye devam ediyor. Ayrıca işgal askerleri, Aksa’ya baskın düzenliyor, mescitlerin halılarına basıp ibadet edenlere göz yaşartıcı gaz kapsüllerle saldırıyor. Polis, çatışmayı önlemek için Ramazan kutlamalarını yasaklamaya karar verdi ve bu durum gerilimi artırdı. Yahudi yürüyüşlerinin rotasını bir günlüğüne değiştirmek yerine Amud Kapısı’ndaki düzenlenecek Ramazan etkinliğini iptal etmeye karar verdi.
Tüm bunlar bir araya geldiğinde İsrail’deki Arap vatandaşlar da dahil Filistinliler arasında, bulundukları her yerde büyük bir protesto dalgası ateşlendi. İsrail’deki Arap vatandaşları, Filistin toplumunun bir parçası sayılıyor. Nekbe, onları toplumlarından uzaklaştırdı ve İsrail hükümetinin iradesine karşı vatanlarında kaldılar. Ancak bu halkla olan milli bağlarından hiçbir zaman vazgeçmediler, Arap uluslarıyla olan bağlarından tek an bile kopmadılar ve milletlerinin duyduğu kaygılardan ayrı olmadılar. İsrail vatandaşı olarak bulundukları konum bir çatışmaya mahal vermediği için kendilerini barış hareketinin bir parçası olarak görüyorlar. Çatışmanın sona ermesi, işgale son verilmesi ve İsrail’in yanı sıra başkenti Kudüs olan bir Filistin devletinin kurulması için mücadele ediyorlar. Ayrıca ulusal kimlik ve yurttaşlık özlemleri artıyor. Devlet işlerini yönetmede ortaklık talep ediyorlar. Bu insanların bugün nüfuz içerisindeki oranı yüzde 18,5 iken iki devlet hastanesi müdürü de dahil doktor oranı yüzde 25’i aşıyor. Aynı şekilde dünyanın en önemli mühendislik üniversiteleri arasında 26’ıncı sırada yer alan Uygulamalı Mühendislik Enstitüsü’nün başkanlığında, İsrail’in en büyük bankalarının yönetiminde, ileri teknoloji sektöründe, yüksek araştırma enstitülerinde, kültür ve sanatta ve hatta İsrail futbol takımında da görev yapıyorlar.
Çok sayıda Yahudi’nin anlamadığı bakış açısına göre bu ortaklık, ulusal ve dini aidiyet pahasına gerçekleşmiyor. Bu nedenle İsrail’in genel olarak Kudüs’teki ve özel olarak da Aksa’daki genel uygulamaları kötüleştiğinde, her gece binlerce kişi Tapınak Tepesi’ne akın ediyor ve kasabalarında gösteri düzenliyor. Füze savaşı patlak verdiğinde ve Araplar onlarca Filistinli çocuğun enkaz altındaki bedenlerini çıkardığında öfkelerini dile getiriyor ve savaşın sona ermesini talep ediyorlar.
Polis, protestoların barışçıl ve yasal olduğunu ifade ederek göstericileri her yerde yalnız bırakıyor. Geçen salı günü Sakhnin’de de olduğu gibi yaklaşık 20 bin eylemcinin katıldığı gösteriler bile barışçıl şekilde sona erdi. Polisin müdahale ettiği ve eylemleri bastırdığı yerlerde ise çatışmalar çıktı.

5 bin kişinin rolü
Bu noktada 5 bin kişinin rolü ön plana çıkıyor. Eylemcilerden bir kısmını 48 Arapları, bir kısmını da gösterilerin yanında görünüp durumu bir ‘Yahudi- Arap savaşına’ dönüştürmeye çalışan yerel Yahudiler oluşturuyor. Biri Arap, diğeri Yahudi olmak üzere iki grup ortaya çıkmış durumda.
Arap grubu, İsrail’in Gazze’den çekilmesinden sonra Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nden kaçan ve işgalcilerin kendilerini Arap kasabalarına yerleştirmeye çalıştığı bir dizi işgal ajanından oluşuyor. Bu unsurlar, 48 Arapları tarafından reddedilmeleri dolayısıyla ortak yaşamın bulunduğu kasabalara yerleştiler. Bu unsurlar, kendilerini kabul etmeyen Araplara ve onları ihmal etmekle suçladıkları İsrail’e öfkeli. Lod Belediye Başkanı Yair Revivo’ya göre ‘onlar’, kardeşlikleri işgal eden, Arap ve Yahudi sakinleri kışkırtan ve uzun yıllar şiddet uygulayan silahlı suç çetelerinden oluşuyor. Ortak Liste Başkanı Milletvekili Eymen Avde duruma dair şu açıklamada bulundu:
“Toplumumuzda kanlı şiddet eylemleri uygulayan Arap suç çetelerinin faaliyetlerine karşı uyarıda bulunduk. Bu durum, köklü şekilde ele alınmazsa Yahudi toplumuna darbe indirmek için hızlıca harekete geçeceklerini söyledik. Ancak bize inanmadılar.”
Yahudi gruba gelince; Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ndeki yerleşimcilerden oluşuyorlar. Yafa, Lod ve Ramla’da dahi tapınaklar inşa ettiler, ‘La Familia’ olarak biliniyorlar. Araplara düşmanlar, Yahudi soluna ve gazetecilere bile saldırıda bulunuyorlar. Çatışmalar alevlendiğinde Batı Şeria’dan bir silahlı milis grubu onlara destek vermek için bölgeye geldi. Batı Şeria’da Filistinlilere karşı ordunun koruması altında saldırılar düzenledikleri için İsrail otoritesi tarafından da iyi tanınıyorlar. Faaliyetleri kısıtlanmaya çalışıldığında orduya ve subaylara da saldırıyorlar.
Ortak yaşamın bulunduğu kasabalarda kanlı çatışmaları ateşleyenler de bu gruplardı. Bazen yerel halkı da kendilerine çekmeyi başardılar. Ancak talihsiz olan durum, bazı siyasi ve medya liderlerini de kendilerine katılmaya ikna etmiş olmaları.
Ortak Liste’nin tek Yahudi üyesi olan Ofer Cassif, ‘artan gerilimden’ doğrudan Başbakan Binyamin Netanyahu’yu sorumlu tuttu. Cassif kkonya dair şunları söyledi:
“Ciddi bir akıl hastalığı olduğuna inandığın bu adam, ateşe saplantılıdır ve en tehlikeli insani hastalıktan muzdariptir. İsrail’i kendi heves ve çıkarlarına göre yönetmektedir. Hedeflerine hizmet etmek için her şeyi kullanır. Araplara yönelik kışkırtma partisine ve seçimlerde kişisel çıkarına hizmet ettiğinde Arapları kışkırttı. Araplara karşı kışkırtıcı eylemler, seçimlerde onun partizan ve kişisel çıkarlarına hizmet ediyor. Koşullar değiştiğinde Araplarla, ayrıca Hamas’ın müttefik olarak gördüğü İslami Hareket ile ittifak arayışına girdi. Bugün, Fetih Hareketi ve Filistin Yönetimi’ne karşı siyasi savaşında da hizmet ettiği Hamas’la ortak çıkar savaşı yürütüyor. Toprağın halkıyla yandığını görünce, seçimlerde kendisine hizmet edecek bir zafer imgesi arıyor. Tüm bunların ortasında polisi ve onların baskıcı araçlarını harekete geçirmeye çalışıyor. Yerleşimcilerin, karma kasabalara yerleştirilmesi konusunda da masum değil.”

Savaştan sonra ne olur?
Sorun şu ki çatışmalar İsrail sokağında Yahudiler ve Araplar arasında son derece gergin bir durum yarattı. Bunun Yahudiler ile Araplar arasındaki ilişkileri ilk kez kötüleştirmediğini de göz önünde bulundurursak görev kolay olmayacak. İki tarafın korkuları ve şüpheleri ortadan kaldırması ve barış içinde bir arada yaşama hakkında konuşmaya dönmesi birkaç yıl alacak.
Bugün İsrail vatandaşı birçok Yahudi ve Arap, yalnızca karma kasabalarda değil, diğer bölgelerde de korku içinde yaşıyor ve tedavi için bile evlerini terk etmekten kaçınıyor. Her iki taraftan da silah ruhsatı başvurusunda bulunulmaya başlandı. Son derece gergin durumlar yaşandığında herkes karşılıklı suçlamalarda bulunuyor. İsrail İçişleri Bakanlığı, Yahudilerden silah ruhsatına başvuranların sayısı ortalama 270 iken geçen hafta 1926’ya çıktığını bildirdi. Bugün ruhsatlı silah taşıyan yaklaşık 145 bin Yahudi var. Buna askerler, polisler ve güvenlik hizmetlerindeki diğer personeller dahil değil. Bir güvenlik yetkilisi, bu durumu “Silah talebindeki artış korkunç, ancak anlaşılabilir bir mantığa dayanıyor” şeklinde yorumladı. Kamu Güvenliği Bakanı Amir Ohana, silah ruhsatı verilmesini destekliyor. Bunu ‘güvenlik güçlerini desteklemek ve Yahudi vatandaşları Lod, Ramla, Yafa ve diğer şehirlerde tanık olduğumuz Arap saldırılarından korumak için önemli bir adım’ olarak görüyor. Ohana konuya dair yaptığı açıklamada “Yasalara uyan vatandaşlar, bölgede polisin bulunmadığını hissettiğinde silahlar kendileri ve aileleri için bir koruma unsuru sağlar” dedi.
Diğer yandan İsrail Polisi Başkomutanı Yaakov Shabtai, “Ortak yaşamı bozmaya çalışan teröristler, Yahudiler ve Araplar var. Polis onlara demir yumrukla müdahale edecek” ifadesini kullandı. Lod kentinde yaptığı toplantıda tüm sakinlerin güvenliğini ayrım gözetmeksizin sağlamaya çalıştığını belirtti. Araplar, polisi Yahudilere karşı önyargılı olmakla ve Araplara yönelik zulme katılmakla suçluyor.
İsrailli gazeteciler de radikal Yahudi sağının elleriyle kanlı saldırılara maruz kalıyor. Öyle ki 4 gazeteci ölüm tehditleri aldı. Çalıştıkları kurumlarda, televizyonlarda ve radyolarda Araplara ve solcu Yahudilere ev sahipliği yapmakla suçlandıkları için kendilerine kalıcı koruma sağlandı.

Korkular ve kurtarma girişimleri
Söz konusu gergin atmosfer sonucu her iki tarafta da korku ve endişe geniş ölçüde yayıldı. Birçok Arap çalışan, işten çıkarılmaları dolayısıyla şikayet ederken Arap üniversite öğrencileri de okullarına girme yasağıyla karşılaştı. Bazı hastanelerin yönetimleri Arap doktorların ve hemşirelerin saldırılardan korkmaları nedeniyle işe gelmediğini bildirdi. Bunun karşısında Yahudilerin de Arap kasabalarına girişleri yasaklandı. Celile ve Necef bölgelerindeki ücra Yahudi kasabalarının sakinleri, olası Arap saldırılarından korkmaları nedeniyle evden ayrılamamaktan şikâyet ettiler. Beerşeba Üniversitesi’ndeki Arap öğrenciler, sağcı eylemcilerin kendilerine saldırdıklarını iddia ettiler. Yafa’da bir Yahudi okul müdürünün Araplara taş attığı belgelendi.
Diğer yandan durum, iki taraf arasındaki normal ilişkilerin yeniden kurulması için birlikte çalışan Yahudi ve Arap güçlerinin tepkisinin artmasına neden oluyor. Nitekim Yahudilerin ve Arapların kucaklaştığı ve tek bir yerde çalıştığı, televizyon kanallarında ve sosyal ağlarda yayınlanan, “Yolumuzun birlikte devam etmesi konusunda ısrarcıyız” sloganıyla bir medya kampanyası düzenlendi. Aynı şekilde “Yahudiler ve Araplar düşman olmayı reddediyorlar” başlığıyla düzenlenen ortak gösterilere katıldılar. Kampanya bağlamında Hayfa belediyesi, her iki taraftaki vatandaşların yer aldığı ‘ortak yaşam’ projesini kabul etti. Bankalar, hastaneler ve büyük şirketler gibi birçok büyük kurum, sosyal ağlarda ve medyada benzer kampanyalar başlattı.
Araplar tarafından yakıldığından şüphelenilen sinagogu ziyarete giden Knesset’teki İslami Hareket Listesi Başkanı Mansur Abbas binayı restore etmek istediğini dile getirdi. Diğer Arap partilerinden politikacılar kendisine ve Genel Sekreter İbrahim Hicazi de dahil hareket içerisindeki bazı yoldaşlarına saldırıda bulunduğunda “İslam, tapınaklara saldırılara izin vermez” yanıtını verdiler. İsrail araştırma enstitülerinden bazıları şu an bu krizden çıkmanın ve çatışmanın doğası ve nedenleri hakkında Yahudi-Arap diyalogları yürütmenin yolları hakkında araştırma seminerleri düzenliyor. Araştırma seminerleri kapsamında, bir arada yaşama ümidini yeniden canlandırma ve iki halk arasındaki rutin ilişkilere geri dönme yolları da görüşülüyor. Daliyat al-Karmel’den yazar ve araştırmacı Merzuk el-Halebi şu değerlendirmelerde bulundu:
“İsrail, tarihi çatışmayı yürütmenin tek ve ideal yolunun savaş olduğuna ikna etmeye çalışıyor. Çünkü bunu tek yol olarak görüyor. Buna inansaydık tuzağa düşerdik. Ama başka binlerce yol daha var. Halkımızın farkındalığı konusundaki savaş, Yahudi sokağının farkındalığı için verilen savaştan daha önemsiz değildir.”

48 Filistinlilerinin acısı
İsrail’deki Arap vatandaşları, her savaşta kendilerine özgü bir şekilde çifte bedel ödüyorlar. Zira sürekli şekilde her iki taraftan da darbe alıyorlar. Örneğin İkinci Lübnan Savaşı’nda 44 sivil ve 12 asker öldürüldü. Hizbullah’ın füzelerinin büyük bir kısmı Nasıra, Hayfa, Mecd el-Kurum, Şefa Amr ve diğer şehirler gibi Arap kasabalarını da vurdu. Bombardımanda 19 Arap öldü. Bu, sivil ölümlerin yüzde 43’ünü oluşturuyor. Aynı şekilde yaralıların yakınları, güney Lübnan sakinleri ve mülteci kampları da İsrail bombardımanların maruz kaldı.
İsrail’de ‘Koruyucu Hat’ olarak isimlendirilen 2014 yılındaki Gazze savaşında 6 sivil öldürüldü. Bunların arasında Taylandlı bir işçi ile Necef’teki 48 Filistinlilerinden iki kişi de vardı. Savaşta aynı aileden 3 kişi de yaralandı. Daha sonra Gazze Şeridi’nde yaşayan üç kişinin daha aynı savaşta İsrail bombardımanında öldüğü ortaya çıktı.
Bu kez İsrail’deki Filistin nüfusundan 4 Arap öldü. Bunlar arasında Lod’da araçlarının üzerine düşen füze sonucu ölen Halil Avad (52) ve oğlu Nadin (16) de vardı. Lod’dan Musa Hasune (31 yaşında) ve aynı şehirde yaşayan bir vatandaş, iki taraf arasındaki çatışmalarda aldıkları kurşun yaraları nedeniyle yaşamlarını yitirdiler. Umm el-Fehm’den Muhammed Mahmud Kivan (17), Ortaokul Öğrencileri Birliği’nin şehirde Kudüs ve Gazze ile dayanışma amacıyla düzenlediği gösteride polisler tarafından vuruldu.
Bu bilanço, saldırıların ortasında kalan 48 Filistinlilerinin durumunu gözler önüne seriyor.
İsrail’deki Arapların İsrail vatandaşlıklarının parçalandığını, diğer halklardan farklı yaşam kurallarına sahip olduklarını ve Araplar ve Filistinliler arasında sıkıştıklarını söyleyenler de var. Ancak olayları, fedakârlık yapmaya değer bir meydan okuma olarak görenler de mevcut. Onlar, ulusal ve vatansever kimliklerine ve İbrani devletindeki vatandaşlıklarına bağlılıklarından dolayı işgale karşı savaşan İsrail’deki barış kampına mensuplar. Başkenti Doğu Kudüs olan bir devlet ve bağımsız Filistin’e bağlılar. İsrail, Arap ve İslam dünyası arasında gerçek barış arayışındalar. Bu bağlamda İsrail’de Yahudiler ve Araplar arasında eşitliğe ve karşılıklı saygıya dayalı, barış içinde bir arada yaşamanın, taviz verilemeyecek hayati bir zorunluluk olduğunu savunuyorlar. Eğer İsrail’deki Yahudiler ve Araplar bir arada yaşamayı ve ortak bir yaşam modeli sunmayı başaramazlarsa İsrailliler, Filistinliler ve tüm Araplar arasında gerçek bir barış olmayacağının farkındalar.



Trump, İran'ı vurmak ya da anlaşmadan sonra ziyaret etmek arasında

ABD Başkanı Donald Trump ve Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff (AP)
ABD Başkanı Donald Trump ve Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff (AP)
TT

Trump, İran'ı vurmak ya da anlaşmadan sonra ziyaret etmek arasında

ABD Başkanı Donald Trump ve Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff (AP)
ABD Başkanı Donald Trump ve Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff (AP)

ABD'li uzmanlar bugün Umman Sultanlığı'nda yapılacak İran-ABD müzakerelerinin sonucu için anlaşma ve savaş arasında eşit şans tahmininde bulundu.

Şarku’l Avsat'a konuşan uzmanlardan biri, Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff başkanlığındaki Amerikalı ve Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi başkanlığındaki İranlı heyetler arasındaki görüşmelerde başarı ve başarısızlık arasında yüzde elliye elli bir oran olduğunu söyledi.

Müzakerelerin gidişatına bağlı olarak Başkan Donald Trump, İran'ın nükleer ve füze programları ile Tahran'ın Ortadoğu'daki rolüne ilişkin endişelerini gidermek için diplomasi mi yoksa askeri güç mü kullanacağına karar verebilir.

Bu önemli diplomatik hamleye ABD'nin Ortadoğu ve çevre denizlerdeki askeri yığınağının yoğunlaşması eşlik etti. Beyaz Saray'ın İran'a yönelik bir saldırı için nükleer tesisler, balistik füze üretim merkezleri, insansız hava araçları (İHA) ve muhtemelen daha fazlasını içeren potansiyel hedefleri gözden geçirmeye başladığı bildirildi.

Washington'daki Ortadoğu Enstitüsü'nde kıdemli araştırmacı olan Brian Katulis, Şarku’l Avsat'a verdiği demeçte, Trump'ın İsrail'le birlikte Tahran'ı bombalama emri vermesi ya da Kuzey Kore lideri Kim Jong-un'la görüştüğü gibi bir anlaşma imzalamak üzere ‘Tahran'a gitmesi’ ihtimalinin yüzde elliye elli olduğunu söyledi.

Katulis, Ortadoğu için ‘en büyük riskin’ Trump'ın ‘Tahran'daki liderlerle bir anlaşma imzalaması ama bu anlaşmanın İran'ın bölgede nükleer silah elde etmesini engelleyecek güçlü bir mekanizma içermemesi’ olduğunu ifade etti.

Olası hedefler

Trump çarşamba günü Beyaz Saray'da gazetecilere yaptığı açıklamada, “Çok fazla zamanımız yok. Ama çok az da değil. Müzakereler başladığında, iyi gidip gitmediğini kısa sürede anlarız. Dolayısıyla nihai kararı, işlerin iyi gitmediğini hissettiğimde vereceğim” ifadelerini kullandı.

Trump sözlerini şöyle sürdürdü: “Nihai hedefim İran'ın hiçbir zaman nükleer silaha sahip olmamasıdır. Ancak askeri güç kullanmamız gerekirse kullanırız. İsrail bu sürece kesinlikle katılacak, hatta belki de liderlik edecek. Ama kararı biz veririz. Kimse bize bir şey dikte edemez.”

ABD Başkanı Donald Trump (EPA)ABD Başkanı Donald Trump (EPA)

Free Press internet sitesinin mevcut ve eski ABD'li yetkililerden aktardığına göre Beyaz Saray, İran'a yönelik bir saldırı için aralarında büyük nükleer tesisler ile balistik füze ve İHA üretim merkezlerinin de bulunduğu potansiyel hedefleri incelemeye başladı.

Yetkililer, potansiyel hedeflerden birinin, Arap Körfezi'ndeki Hark Adası'nda bulunan petrol ihracat terminali de dahil olmak üzere İran'ın petrol üretim altyapısı olabileceğini söyledi. Yetkililerden biri, “Saldırının amacı İran rejimini istikrarsızlaştırmaksa, bir diğer hedef Devrim Muhafızları Ordusu'nun (DMO) ofisleri ve komuta merkezleri olabilir” dedi.

Tahran'ın bin 200 kilometre güneyindeki Buşehr Nükleer Santrali (Arşiv - Reuters)Tahran'ın bin 200 kilometre güneyindeki Buşehr Nükleer Santrali (Arşiv - Reuters)

Niyet testi

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Tammy Bruce, gazetecilerin İran'la görüşmeler hakkındaki sorularına yanıt olarak, “Bu konuda ya da ne olacağı konusunda spekülasyon yapmayacağım” cevabını verdi. Bruce, Witkoff da dahil olmak üzere ‘bu işe dahil olan çok yetkin ve önemli diplomatlar olduğunu’ açıkladı ve toplantıyı ‘İranlıların ne kadar ciddi olduğunu görmek için iyi bir ilk adım’ olarak nitelendirdi.

İran tarafıyla ‘başka toplantılar yapılıp yapılmayacağını’ yaşanacakların belirleyeceğini söyleyen Bruce, Maskat'taki toplantının ‘daha geniş bir planın ya da çerçevenin parçası olmadığını’ vurguladı. Bruce, “Bu, İranlıların ne kadar ciddi olduklarını belirlemek için yapılan bir toplantı” dedi.

Ali Şemhani'nin askeri tehditlerin devam etmesi halinde İran'ın Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) müfettişlerini sınır dışı edeceği ve zenginleştirilmiş materyallerini saklayacağı yönündeki açıklamasıyla ilgili olarak Bruce şunları söyledi: “Bu tür bir eylem tehdidi İran'ın barışçıl nükleer program iddialarıyla çelişmektedir. UAEA müfettişlerinin İran'dan sınır dışı edilmesi İran açısından bir yanlış hesaplama olacaktır. ABD, İran'ın barışçıl bir amaca hizmet etmeyen yüksek düzeyde zenginleştirilmiş uranyum stokunu arttırmasından derin endişe duymaya devam etmektedir.”

Bruce, “Barışçıl amaçlar içinse İran neden uranyum stokunu gizli yerlere taşımakla tehdit etsin?” diye sorarak, “Şayet böyle bir şey yaparsa bu İran açısından yanlış hesaplama olur” ifadesini kullandı.

Geçici anlaşma

Axios'un Avrupalı bir diplomat ve görüşmelerin ayrıntılarına aşina bir kaynaktan aktardığına göre İran, ABD ile müzakereleri sırasında ‘nihai ve eksiksiz bir anlaşma için daha kapsamlı müzakerelerin önünü açan geçici bir nükleer anlaşmaya’ varmak amacıyla bir iş birliği teklifi sunmayı planlıyor.

Başkan Trump'ın İran'la yeni bir nükleer anlaşmaya varmak için belirlediği son tarihe atıfta bulunan kaynak, “Tahran iki ay içinde kapsamlı ve karmaşık bir nükleer anlaşmaya varmanın gerçekçi olmadığına inanıyor” dedi. Geçici anlaşmanın bazı uranyum zenginleştirme faaliyetlerinin kısmen askıya alınmasını, zenginleştirilmiş uranyum stoklarının konsantrasyonunun yüzde 60'a düşürülmesini ve UAEA müfettişlerinin İran'ın nükleer tesislerine erişiminin arttırılmasını içerebileceğini söyledi.