İdlib, Türkiye ile Rusya arasındaki mutabakat sonrasında ekonomik gelişmeye tanık oluyor

Şarku'l Avsat, Suriye’de sığınmacılar tarafından kurulan pazarları ve tesisleri yerinde gözlemledi.

Suriye'nin kuzeybatısında, İdlib'deki mülteci kampındaki bir muayenehane. (Reuters)
Suriye'nin kuzeybatısında, İdlib'deki mülteci kampındaki bir muayenehane. (Reuters)
TT

İdlib, Türkiye ile Rusya arasındaki mutabakat sonrasında ekonomik gelişmeye tanık oluyor

Suriye'nin kuzeybatısında, İdlib'deki mülteci kampındaki bir muayenehane. (Reuters)
Suriye'nin kuzeybatısında, İdlib'deki mülteci kampındaki bir muayenehane. (Reuters)

Suriye'nin kuzeybatısında, güvenlik cephesinde istikrar ve sakinlik durumuna tanık olunmasının ardından refah ve ekonomik bir toparlanma durumu yaşanıyor. Bölge, ticari olarak büyümeye, ithal otomobil pazarlarının ve yedek parça satış merkezlerinin açılmasına, hizmet projelerinin uygulanmasına ve pazarların inşasına tanık oluyor.
İdlib'in kuzeyindeki Sarmada sınır bölgesinden yeni ve ikinci el ithal araba satan Ebu Samir yaptığı açıklamada, yaklaşık bir yıl önce Suriye'nin kuzeyindeki bölgelerin savaş çıkmazından kurtulmaya başladığını ve buralarda istikrarın ve güvenlik durumunun sağlanmasının ekonomik düzeyde sürekli iyileşmeye katkıda bulunduğunu belirtti. Bu durumun çok sayıda tüccarın, özellikle Avrupa'dan ithal edilen ikinci el araç satın almaya yönelik halkın artan talebinin ardından araba ticareti için ofisler ve satış merkezleri açmaya başlamasına neden olduğunu belirtti. Samir, Suriyelilerin büyük bir kesimi için uygun fiyatları nedeniyle Avrupa’dan ithal edilen araçların Türkiye üzerinden bölgeye getirildiği bilgisini paylaştı.
Samir açıklamasına şöyle devam etti:
“Son aylarda İdlib, Sarmada, ed-Dana ve Hazano bölgeleri, kullanılmış ve yeni otomobil satışı için 200'den fazla ofis ve araç sergi salonunun açılışına tanık oldu. Güney Kore'den ve çeşitli Avrupa ülkelerinden ithal edilen araçlar bu ülkelerdeki ortaklar tarafından Türkiye'ye gönderiliyor. Ardından Suriye'ye Bab el-Hava Sınır Kapısı üzerinden giriş sağlanıyor.”
Bu durum, ikinci el araç ithalatına izin vermek ve Türkiye topraklarından transit geçişleri sağlamak amacıyla 2021 yılının başında Suriyeli tüccarlar ile Türk makamları arasında varılan anlaşmanın ardından gerçekleşti.
Ebu Samir konuya dair şunları söyledi:
"Suriye'nin kuzeyinde açılan otomobil ofislerinin ve araç sergi salonlarının yanı sıra çok sayıda ikinci el araç ithalatçısı da çalışmaya başladı. Bu durum tüccarların vatandaşlar için fiyatları düşürmesine ve rekabete girmesine yol açtı. Ayrıca ülkeye girişi sırasında herhangi bir ücret veya vergi eklenmemesi çok sayıda vatandaşın bu araçları satın almasına olanak sağlıyor. Otomobil fiyatları markasına, üretim tarihine ve ithalat kaynağına bağlı olarak 2 bin ila 10 bin ABD doları arasında değişiyor. Örneğin, 2000 model bir Mercedes’in fiyatı 2 bin 500 dolar ila 3 bin 500 dolar arasında değişiyor. 2015 sonrası modeller fiyatları ise 5 bin ila 10 bin dolar arasında. Bu durum Suriye'nin kuzeyinde otomobil ve yedek parça ticaretinin büyümesine katkıda bulunuyor. Böylece sanayi bölgeleri ve araç bakım alanları, daha önce görmedikleri ve işsizler için de fırsatlar sunan bir hareketliliğe tanık olmaya başladılar.”

İnşaat malzemelerinin ticareti
İdlib'in kuzeyindeki ed-Dana şehrinden kiremit, tuğla ve mermer üretim tesisi sahibi olan, Humus kentinden bölgeye göç eden Ebu Mecd şu açıklamayı yaptı:
"Suriye'nin kuzeyindeki tüm bölgeler son zamanlarda ekonomik ve ticari alanda bir refah ve iyileşme durumuna tanık oluyor. Bu istikrar ve güvenlik durumu, fon sağlayanları üretim projeleri, iş yerleri ve fabrikalar açmaya ve vatandaşlar için iş fırsatları yaratmaya teşvik etti. Örneğin ben, 3 yıl önce Humus'tan göç ederek İdlib'in kuzeyindeki ed-Dana şehrine sığındım. Geçen yılın ortasında, bölgede güvenliğin artmasıyla birlikte tuğla, mermer, kiremit ve kanalizasyon borusu imalatına yönelik bir tesis açmaya karar verdim. Bu da gençlere tesiste 30'dan fazla iş imkanı sağladı. Bu tesiste gençler 40 Türk lirasına kadar yevmiye ile çalışıyorlar. Bu durum sanayi ve ticaret de dahil diğer sektörlerde olduğu gibi bu çalışanların yaşam koşullarının iyileştirilmesine, temel ihtiyaçlarını karşılayabilmelerine ve ikamet yerlerinin geliştirilmesine katkıda bulundu.”
İdlib'in kuzeyindeki Sarmada-Dana yolu üzerinde bir fast-food restoranında çalışan ve Hama kırsalından bölgeye sığınan Bilal el-Hüseyin de gelinen noktaya ilişkin şunları aktardı:
“Birkaç ay önce bu restoranda çalışma fırsatı buldum. Haftalık aldığım ücret 300 Türk lirası. İşe başladığımdan bu yana hem benim hem de ailemin hayatı değişti ve yaşam koşullarımız iyileşmeye başladı. Artık alışveriş yapabiliyor ve çocuklarımı mutlu edecek şeyler satın alabiliyorum. Özellikle cuma günü ve tatil günlerindeki yoğunluk nedeniyle müşterilere yemek servisi yapmak için diğer 11 restoran çalışanıyla birlikte günde 10 saat çalışıyoruz.”
Eğlence ve Çocuk Oyunları Salonu sahibi Said en-Neccar da “Önceki yıllarda yaşanan durgunluğa kıyasla bu yılki yaz sezonu, her gün bu parkları ve eğlence salonlarını eğlence ve oyun için ziyaret eden büyük bir kalabalığa tanık oluyor” dedi. Her gün yüzlerce ailenin salonunu ziyaret ettiğini belirten Neccar, bu durumun Suriye'nin kuzeyindeki vatandaşların yaşamlarında bir iyileşme yaşandığının delili olduğunu ifade etti. 
Sarmada bölgesinde bir dükkanın ve alışveriş merkezinin sahibi olan Ebu Somer da İdlib ve kuzey bölgelerinin AVM ve ticaret merkezleri, marketler ve ev aletleri satış yerlerinin inşasında ve açılışında eşi görülmemiş bir gelişime tanık olduğunu aktardı. Bu yerlerin sahiplerinin Türkiye'den ithal edilen yeni malları pazarladıklarını belirten Ebu Somer, “Ayrıca bu alışveriş merkezleri ve salonlar, mal ve ürünlerin dekorasyonu, tasarımı ve teşhiri açısından en iyi standartlara göre donatılıyor” ifadesini kullandı.
İdlib idaresinden, Suriye Kurtuluş Hükümeti’nde Halkla İlişkiler alanından bir yetkili konuya ilişkin şu açıklamayı yaptı:
“Hükümet, İdlib bölgelerinde ticari bir kalkınmaya katkıda bulunacak tüm kolaylıkları sağlıyor. İdlib'in kuzeyindeki Bab el-Hava Sınır Kapısı aracılığıyla Türkiye'den ve diğer yerlerden ithal edilen malların ve ürünlerin gümrükten girişinde yüksek vergiler veya ücretler uygulamıyor. Ayrıca  malların hareketini kolaylaştırmak için şehirleri birbirine bağlayan yolların yapılması ve iskan edilmesi için çalışmalar da sürdürülüyor. Kurtuluş Hükümeti, ticaret, sanayi ve tarım sektörünün büyümesine katkıda bulunacak tüm imkanları sağlamayı, gençlere en fazla sayıda iş olanakları sunmayı amaçlayan organize ve bilinçli bir plan dahilinde çalışıyor. İdlib'de bu yıl içinde 400'e yakın ticari şirkete ruhsat verildi. Kurulmakta olan şirketler tarafından sağlanan sözleşmeler ve ruhsatlar sayesinde işsizlik oranı yaklaşık yüzde 30 oranında azaldı.”



12 günlük savaşın ardından İran’ı dayatılan bir savaş mı yoksa dayatılan barış mı bekliyor?

Görsel: Eduardo Ramon
Görsel: Eduardo Ramon
TT

12 günlük savaşın ardından İran’ı dayatılan bir savaş mı yoksa dayatılan barış mı bekliyor?

Görsel: Eduardo Ramon
Görsel: Eduardo Ramon

Araş Azizi

ABD'nin 22 Haziran'da İran'ın nükleer tesislerine düzenlediği saldırıların ve 12 gün süren İran-İsrail Savaşı’nın sona ermesinin ardından acil cevaplanması gereken bir soru ortaya çıktı: Tahran nasıl tepki verecek?

Tahran'ın bugün karşı karşıya olduğu en önemli soru ise stratejik geleceğiyle ilgili olan ‘İran, ABD üslerini barındıran komşu ülkelerle gerginliklere yol açabileceği halde ABD ile uzun soluklu bir gerilime doğru gidebilecek bir yola mı devam edecek yoksa Washington ile tarihi bir anlaşma arayışına girerek tırmanan gerginliği sona erdirecek ve devam eden savaşa bir son verecek farklı bir yol mu seçecek?’ sorusudur.

Orta yolun bir marjı olması gayet doğal karşılanabilir. İran İslam Cumhuriyeti'nin siyasi deneyimi, ‘Amerika'ya ölüm’ gibi düşmanca sloganların yanında gerektiğinde Washington ile pratik iş birliği yapma becerisine sahip olduğunu daha önce kanıtlamıştı. İran rejimi, ABD ve İsrail ile kapsamlı bir çatışmayı bir kez daha önleyerek, yaralarını sararken Batı karşıtı söylemlerini sürdürmeyi başarabilir. Fakat, özellikle sabırsızlığıyla tanınan ve daha önce reddettiği bir seçenek olarak ‘rejim değişikliği politikasını’ düşünmeye başlayan Donald Trump gibi bir ABD başkanı varken bu denge oyununu sürdürmek oldukça zorlaştı.

İran’ın krizlerle boğuşan 86 yaşındaki Dini Lideri siyasi kariyerinin sonuna yaklaşırken pek çok kişinin beklentilerini boşa çıkarmış olması son derece ironik.

İran’ı bugünkü duruma Dini Lideri (Rehber) Ayetullah Ali Hamaney getirdi. İran geçtiğimiz yıldan bu yana nükleer silaha sahip üç ülke tarafından saldırıya uğradı. Pakistan’ın geçtiğimiz yıl saldırdığı İran’a geçtiğimiz haftalarda İsrail ve ABD de saldırılar düzenledi. İran bugün İsrail'in saldırıları altında ezilirken Tahran, ABD’nin bölgedeki çıkarlarına saldırmaya karar vermesi halinde buna şiddetle karşılık verebilecek olan değişken bir ruh hali içindeki bir ABD başkanıyla karşı karşıya.

İran’ın krizlerle boğuşan 86 yaşındaki Dini Lideri siyasi kariyerinin sonuna yaklaşırken ironik olan ABD ile ilişkilerin normalleşmesini umut edenlerin de İran'ın bölgede daha güçlü bir rol oynamasını isteyenlerin de beklentilerini boşa çıkarmış olmasıdır. Hamaney, ideolojik katılık ve Batı'ya karşı sert bir düşmanlık şeklindeki bir yaklaşıma sahip. Taktik düzeyde aşırı ihtiyatlıydı. Bu çelişkinin sonucu olarak, rejim içindeki çeşitli akımlar nezdindeki itibarı zedelendi. Onun dışlanması büyük bir kurumsal şok yaratabilir, bu yüzden birçok kişi onun ölümünü beklemeyi tercih ediyor. Bununla birlikte, gerçek güç merkezlerinin iktidar içindeki diğer taraflara geçmesiyle birlikte, giderek marjinalleşebilir.

Karşı karşıya gelme seçeneği

Öte yandan Tahran'da kararları kimin verdiği önemli değil. Bu savaştan sonra İran’ın geleceği iki ana yolda şekillenecek gibi görünüyor.

İran önce, dış politika alanında tutumunu sürdürmekte ısrarcı olabilir ve dış politika alanında reddedici yaklaşımını sürdürebilir. Hatta ABD'nin bölgedeki ve uluslararası arenadaki çıkarlarını hedef alarak ABD ile çatışmayı genişletmeye çalışabilir. Ancak bu yolda ilerlemek, Tahran’ın son yıllarda, özellikle Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile, hatta uzun süredir yakın ilişkiler sürdürdüğü Türkiye ve Katar gibi ülkelerle kurmayı başardığı bölgesel ilişkiler ağını zedeleme riski taşıyor.

Bu ilişkilerle ilgili kayıp önemsiz bir kayıp olmaz. Riyad ve Abu Dabi ile ilişkilerin yeniden başlaması, İran rejimine yönelik tecridin azalmasına katkıda bulunmuş ve son dönemde İran'ın en önemli diplomatik başarılarından biri olmuştu. Bu durum, Washington ile yakın ortaklığına rağmen, İsrail ve ABD’nin İran'a yönelik saldırılarını kınamaktan çekinmeyen Suudi Arabistan'ın tutumunda açıkça görülüyordu.

Ayrıca İran, dışişleri bakanları düzeyinde yapılan tekrarlı toplantıların ardından Mısır ve Bahreyn ile ilişkilerini yeniden kurma yolunda ilerliyordu. Hatta İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi’nin Kahire sokaklarında dolaşırken Mısır mutfağına olan sevgisini coşkuyla anlatması artık alışılmış bir manzara haline gelmişti. Dolayısıyla, bölgesel bir savaşa sürüklenerek Arap ülkeleriyle olan bu dostluğunu kaybetmek Tahran için ağır bir darbe olur.

Eğer savaş çıkarsa, İran büyük olasılıkla kendini tek başına savaşırken bulacak. Bazı ideologların sert söylemlerine ve vaatlerine rağmen, Rusya veya Çin'in Tahran'a doğrudan destek verme olasılığı yok. Moskova, iki ülke arasındaki ilişkilerin en yakın olduğu dönemde bile İsrail'in Suriye'deki İran güçlerini hedef almasına izin verdi ve Tahran'ın talep ettiği hava savunma sistemlerini sağlamayı reddetti. Çin ise, ABD ile küresel bir çatışmaya girse bile, Ukrayna için yapmadığı gibi İran'ı da savunması söz konusu değil.  Böylece, stratejik açıdan İran izole kalacak ve içerde geniş bir destek bulamayacağı kesin olan bir savaşla karşı karşıya kalmış olacak.

İran rejiminin destekçileri, uzun ve eşit olmayan savaşlarda rejimin direnme kabiliyetiyle gurur duysalar da rejim artık ilk yıllarında sahip olduğu esnekliğe sahip değil. Son yıllarda yaşanan bir dizi bölgesel ve uluslararası değişim, ‘direniş ekseni’ olarak bilinen yapının dağılmasına yol açtı. Bu eksenin merkezi ve en belirgin örneği, geçtiğimiz yıl halk ayaklanması karşısında çöken Beşşar Esed rejimiydi. İsrail de bu eksenin geri kalan bileşenlerinin parçalanmasında önemli bir rol oynadı.

Irak'ta Tahran'a yakın Şii milisler ABD üslerini hedef alabilirler, ancak özellikle seçimler yaklaşırken ülkeyi yeniden topyekûn bir savaş ortamına sürükleyen bir izlenim vermemeye özen göstereceklerdir. Arap dünyasında daha geniş bir sahnede ise çoğu ülke kalkınma ve ekonomi önceliklerini benimsiyor. Körfez ülkelerinden ve ABD'den yatırım çekmeye çalışıyor, bu da onları İran ile İsrail arasındaki silahlı çatışmaya dahil olmaya hazırlıksız kılıyor.

Bu yüzden Arap ülkelerindeki Tahran ile ittifak halinde olan milislerin ABD'ye karşı açık bir savaşa girmeleri için siyasi alan daralıyor. Bu da Hizbullah'ın tırmanışa katılmakta tereddüt etmesini açıklıyor. Yemen'deki Husiler ise şu anda ABD ve Suudi Arabistan ile ayrı ayrı ateşkes anlaşmaları yapmaktan yararlanarak, doğrudan çatışmanın dışında kalıyor.

Mevcut seçenekler pek cazip olmasa da Hamaney kendini ‘dayatılan bir savaş ya da dayatılan bir barış’ şeklinde iki seçenek arasında seçim yapmak zorunda bulabilir.

Alternatif yol

Askeri gerilim olasılıklarının yarattığı bu karanlık gerçeklik karşısında, İran rejimi en uygun seçeneğin savaş mantığından uzaklaşmak ve alternatif bir yol izlemek olduğunu düşünebilir. Başkan Trump'ın İran'ın nükleer programı ve Batı'yı endişelendiren diğer konuları kapsayan kalıcı bir anlaşma müzakere etmeyi amaçlayan ilk girişimini ciddiye alabilir ve Trump'ın ekonomik refah yoluna girme teklifinden yararlanmayı düşünebilir.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre ABD'nin İsrail'in İran'a yönelik saldırılarını onaylaması ve bu saldırılara doğrudan katılması, Tahran'da Başkan Trump'ın samimiyeti konusunda derin şüpheler uyandırdığına şüphe yok. Bu durum, önceki turlarda müzakereleri hedef almaktan çekinmeyen bir başkanla müzakerelerin yeniden başlatılmasının yararlılığı konusunda ciddi soruların sorulmasına neden oluyor.

Abbas Arakçi ile Trump'ın Ortadoğu Özel Temsilcisi Stephen Witkoff arasında beş turluk nükleer konulu müzakereler yapıldıktan sonra Trump, İran tarafının kendisiyle oynadığını düşündü. Zaman geçtikçe, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun tavsiyeleri kararlarını etkilemeye başladı. Beşinci turdan sonra, İran'ın müzakere stratejisini destekleyenler ‘saldırgan diplomasi’ politikasıyla övünmeye başladılar. ABD’nin dayattığı herhangi bir anlaşmayı ‘reddetme’ ilkesine dayalı bir tutum benimsediklerini açıkladılar. Bu yüzden Trump'ın kasıtlı manevralar olarak gördüğü bu durum karşısında sinirlerine hakim olamaması şaşırtıcı değil.

İran’ın kalıcı bir anlaşmaya varmak için en iyi seçeneği, yeni arabuluculara kapılarını açmak olabilir. Umman, Tahran ile Washington arasındaki diyaloğu kolaylaştırmada önemli ve belirgin bir rol oynarken, Suudi Arabistan, sahip olduğu siyasi nüfuz ve bölgesel ağırlığıyla, müzakere sürecini kesin sonuçlara doğru itmek için daha etkili ve ciddi bir garantör olabilir. Riyad, Başkan Trump'ın yurt dışı gezilerinin ilk durağıydı. Bu bağlamda Trump ile İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan’ı bir araya getirecek yeni bir barış zirvesine ev sahipliği yapabilir ve belki de en önemlisi, çatışmayı sona erdirecek bir müzakere anlaşmasının temellerini atabilir.

İran’ın Dini Lideri Hamaney, ABD’nin İran’daki nükleer tesisleri hedef alan saldırılarından önce sert bir konuşma yaparak İran'ın ne dayatılan bir savaşa ne de dayatılan bir barışa teslim olacağını bir kez daha vurguladı. Hamaney, konuşmasında meydan okuyan bir ton kullansa da yüzünde yorgunluğun izleri vardı ve ülkesini büyük bir savaşa sürüklemeye hazırlanan bir lideri değil krizlerden yıpranmış bir lideri andırıyordu. Belki de artık bu yaşlı adamın uzun kariyerinin sonuna yaklaştığını kabul etmesinin zamanı gelmiştir. Mevcut seçenekler cazip olmasa da Hamaney kendini ‘dayatılan savaş ya da dayatılan barış’ şeklinde iki seçenek arasında seçim yapmak zorunda bulabilir.