Putin, Rusya'da muhalefeti sistem dışına itiyor

Rusya Güvenlik Konseyi Sekreteri, Aleksey Navalny’nin Batı için bir ihtiyaç olduğunu söyledi

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin (AFP)
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin (AFP)
TT

Putin, Rusya'da muhalefeti sistem dışına itiyor

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin (AFP)
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin (AFP)

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Devlet Duması'nda 3 ana parti tarafından temsil edilen parlamenter muhalefet ile seçimlerde gerekli oyu alamayarak meclise giremeyen siyasi hareket ve partilere atıfta bulunarak, Rusya'daki "sistem içi" ve "sistem dışı" muhalefet konusuna bir kez daha değindi.
Görünüşe göre, muhalefetin maruz kaldığı takibat, faaliyetlerine yönelik kısıtlamalar, önemli sembollerinin tutuklanmasıyla ilgili olarak Kremlin'e yöneltilen suçlamalara yanıt olarak Putin, siyasi muhalefet temsilcilerinin, yasalara uydukları sürece faaliyetlerini alenen ve yetkililer tarafından herhangi bir engelleme ile karşılaşmadan yürüttüklerini ifade etti.
Putin, periyodik St. Petersburg Ekonomi Forumu’na katılımı sırasında yaptığı bu açıklamalarla yetinmedi, Kremlin kaynakları, aşırılık yanlısı örgütlerin faaliyetlerine karışan herhangi bir kişinin, hangi düzeyde olursa olsun tüm seçimlerde aday olmasını yasaklayan bir yasayı imzaladığını duyurdu.
4 Haziran itibarıyla yürürlüğe giren yasada şu ifadeler yer alıyor: “Terör ve aşırılık yanlısı örgütlerin liderlerine ve kurucularına yönelik aday olma yasağı, bu örgütleri yasaklayan ya da fesheden yargı kararının yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 5 yıl süreyle  devam edecektir. Diğer örgüt üyeleri ve örgüt faaliyetlerine katılanlara gelince, 3 yıl süreyle seçimlerde aday olmaları yasaktır. Bu kısıtlamalar, örgütün yargı kararıyla aşırılıkçı olarak sınıflandırılmasından önceki 3 yıl boyunca örgüt ve şubelerinde liderlik pozisyonlarında görev alan kişiler ile karardan 1 yıl önce örgütün faaliyet ve çalışmalarına katılan örgüt üyeleri için geçerlidir”.
Yasa metninde, kararın kapsadığı alanlara da açıklık getiriliyor; örgüt veya gerçekleştirdiği herhangi bir etkinliğine destek addedilecek herhangi bir veriyi yaymak, örgüt veya herhangi bir faaliyetinin finansmanına katılmak, maddi, organizasyonel, metodolojik ve danışmanlık yardımı sağlamak.
Aleksey Navalni’nin başkanı olduğu ve yabancı ajan olarak sınıflandırılan, kar amacı gütmeyen bir kuruluş olan "Yolsuzlukla Mücadele Fonu" kaynakları, aşırılık yanlısı örgütlerle ilgili çıkarılan yasaya tabi tutulma korkusuyla merkez ofisini kapattığını ve faaliyet ağını feshettiğini açıklamıştı. Fonun yönetiminden sorumlu Leonid Volkov, "Navalni ofisleri ağını mevcut haliyle sürdürmek imkansız. Faaliyetlerini sürdürmesi onu aşırılık yasasına tabi kılacak ve çalışanlarını, yardımcılarını ve onlarla iş birliği yapanları cezai yaptırımlara maruz bırakacak” diye konuştu.
Muhalefet grupları, Rus makamlarının sosyal medya sitelerinde, kuruluşların üyelerinin yazışma ve faaliyetlerine uyguladığı açıklanmamış sansürü reddediyorlar.
Batı’nın Navalny’ye ihtiyacı
Aynı bağlamda, TASS haber ajansı, Rus Güvenlik Konseyi Sekreteri Nikolay Patruşev’in "Rusya'yı istikrarsızlaştırmak için Batı'nın muhalif eylemci Aleksey Navalni'ye ihtiyacı var" dediğini aktardı. Patruşev, haftalık "Argumenti i Faktı" gazetesine verdiği röportajında, "Rusya'daki durumu istikrarsızlaştırmak ve toplumsal huzursuzluğa, grevlere ve yeni meydanlara neden olmak için" Batı'nın bu "aktiviste" ihtiyacı olduğunu açıkladı.
Patruşev; “Bahsettiğimiz şeylerin gerçekleşmesi, pratikte bağımsızlığını kaybeden Ukrayna'nın başına gelenlerin bizim de başımıza gelmesine yol açabilir” diye de ekledi.
Bazı Ukraynalı politikacıların Moskova Navalni'yi serbest bırakana kadar Rusya ile ilişkileri kesmenin gerekliliğine ilişkin açıklamalarına Patruşev; “Şu anda Ukrayna'yı yönetenler, bu açıklamaları kendi halklarının çıkarları pahasına ve yurtdışında kendilerine çizilen yola uygun olarak yaptılar ve bu bizim için şaşırtıcı değil” yorumunu yaptı ve sözlerini şöyle sürdürdü; “Navalni sık sık Rus yasalarını açıkça ihlal etti, büyük çaplı dolandırıcılık eylemlerine katıldı ve yasalar gereği bunların sorumluluklarını üstlenmesi gerekiyor”.
Prosedürlerin abartılması
Putin ve ekip üyelerinin söyledikleri makul ve bir dizi eski Sovyet uydusu ülkede yaşananları tekrar etme girişimlerini önleme arzusu perspektifinden bakıldığında anlaşılabilir. Ancak yine de Moskova'nın aldığı kararlar pek çok açıdan abartılı görünüyor. Bu konuda gösterdiği tüm bu çabalara gerek olmadığını söyleyenler de var.
Rusya'da gördüklerimiz ve tanık olduklarımız, bazı yönlerden akıl ve mantığın sınırlarını aşan bu yasalar, kararlar ve prosedürler cephaneliğini hak etmediğini gösteriyor. Bilhassa şimdi bunlarla silahlanan ve en temel insan haklarından olan mesleki haklarının peşini bırakmayan herkese karşı kullanan bir dizi idari kurumun suistimalleri ışığında. Bu meslek sahipleri arasında, Rusya Dışişleri Bakanlığı tarafından akredite edilmiş, görüş ve pozisyon sahibi çok sayıda yabancı gazeteci de var.
Rusya'daki muhalefeti “sistem içi” ve “sistem dışı” olarak ikiye ayırmaya gelince, bu mevcut gerçeğin ötesine geçebilecek bir ifade. Zira "sistem içi" olarak tanımlanan muhalefet (Rusya Federasyonu Komünist Partisi, Liberal Demokrat Parti ve Rusya Adalet Partisi), yakın zamana kadar “uysal muhalefet” olarak adlandırılıyordu. Putin, iktidar partisinin tahakkümüne karşı "abartılı” ve “sınırı aşan” muhalefeti törpülemeyi ve sınırlamayı başardı. Keza Kremlin ve devlet başkanı olarak şahsını desteklemek için çeşitli isimler altında kurduğu örgütleri, kuruluşları, cepheleri, sendikaları, gençlik ve öğrenci birliklerini dayatmayı da. Siyasi olayların yüzeyinde kalmaya devam eden başka partiler varsa da, bunlar "sayı" ve "kapasite" olarak az ve gerçek bir ağırlık veya önemli rolleri olmayan partiler.
Sistem dışı muhalefete gelince, Batı çevrelerinde tanınan ve “Rusya'daki siyasi muhalefetin en büyük sembolü” olarak anılan Navalni'nin, gerçekte siyasi düzeyde herhangi bir "kayda değer bir güce” karşılık gelmediğini belirtmek yeterli. Buna tarihini kirleten “yasal ihlalleri” de ekleniyor. Bazen ortaya çıkardığı yürütme ve yasama erki üyeleri arasındaki yolsuzluk vakaları nedeniyle mevcut aşamada dış ve iç güçlerin amaçlarına ulaşmaları için kendisine ihtiyaç duyulsa da, kamuoyu bu tür haberlere özel taraflardan önce ulaşabilir hale geldi.
ABD yönetiminin daha önce deklare ettiği hedefi, eski Sovyet yörüngesindeki birçok ülkede hayata geçirdiği renkli devrimler ve darbelerin benzerlerini uygulamak için Rusya'nın iç işlerine müdahale etmeye devam ettiğini gösteren kanıtlar ve deliller var. Ancak, Rus makamları ve güvenlik servisleri tarafından alınan proaktif kararlar ve önlemler, bu Batılı girişimleri sınırlamak için yeterli olmaya devam ediyor. Keza muhalefet gruplarının, Aralık 2011'de Moskova'nın Kremlin yakınlarındaki “Bolotnaya Meydanı”nda tanık olunan ve yaklaşık 200 bin göstericinin katıldığı büyük çaplı protesto ve gösteriler düzenleme konusundaki sınırlı kapasitelerini azaltmak için de.
Rus kaynakları, muhalefet parti ve hareketlerinin protesto organize etme kapasitelerinin çok sınırlı kaldığını doğruluyor. Buna ek olarak, “sistematik olmayan” muhalefetin temsilcileri federal parlamentolara girmelerini sağlayacak kadar oy kazanamıyorlar ve sadece az sayıda yerel parlamentoda “önemli” sayıda sandalye kazanabildiler. Geçen yılın kışında, vali Sergey Furgal’ın tutuklanmasını protesto etmek için Habarovsk eyaletinin büyük şehirlerinin sokak ve meydanlarında periyodik olarak ve aylarca toplanan Habarovsklu kitleler, federal makamları rahatsız etse de istediği sonuca ulaşamadı ve valinin serbest bırakılması taleplerine kimse yanıt vermedi. Sergey Furgal, yolsuzluk suçlamaları ve fiziki olarak tasfiye eylemlerine dahil olma gerekçeleriyle tutuklanmıştı. Kendisine yöneltilen bu ithamlarla ilgili soruşturmalar devam ediyor. Furgal ayrıca, daha önce sistematik muhalefet partilerinden birinden, Liberal Demokrat Parti’den aday olarak Devlet Duma üyeliğini kazanmıştı. “Jirinovski’nin Partisi” adıyla da bilinen Liberal Demokrat Parti, önemli geçmişi ve Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra 1990'ların başında kurulmasından bu yana Devlet Duması'nda daimi olarak temsil edilmesiyle tanınıyor.
Bütün bunlara rağmen, kanıtlar muhalif grupların yaklaşmakta olan parlamento seçimlerine hazırlık çerçevesinde bir dizi faaliyet yürütmek üzere saflarını düzenleme yolunda olduklarını gösteriyor. Muhalefet saflarındaki bu hareketlenme, Devlet Duma'sında sandalye kazanmak için gerekli yeter sayıyı elde edebilecekleri yeni ittifaklar altında toplanmaya dönük daha önce aldıkları kararlar ışığında yaşanıyor. Muhalif grupların çoğu ve sempatizanları için nefes alabildikleri tek alan olmaya devam eden sosyal paylaşım sitelerine katılımlarının artması da bekleniyor. Sosyal medya ayrıca ana bilgi kaynağı haline geldi ve bazı platformlarında, Rus makamlarının çoğu devlete ait olan federal televizyon kanallarında yayınladığı açıklamaları ve haberleri çürütülüp, aksi ispat ediliyor. 



Hollandalı Profesör Thea Hilhorst, Gazze'deki açlık ve kıtlığa dikkati çekmek için açlık grevi düzenledi

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

Hollandalı Profesör Thea Hilhorst, Gazze'deki açlık ve kıtlığa dikkati çekmek için açlık grevi düzenledi

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

Hollandalı Profesör Thea Hilhorst, İsrail’in Gazze'ye yönelik saldırılarına, oradaki açlık ve kıtlığa dikkati çekmek için Temsilciler Meclisi önünde açlık grevi yaptı.

Erasmus Üniversitesi Uluslararası Sosyal Araştırmalar Enstitüsü İnsani Yardım ve Yeniden Yapılanma Profesörü Hilhorst, Lahey kentinde 5 gün boyunca "Gazze için oruç nöbeti" adlı eylem gerçekleştirdi.

Hilhorst, bir hafta boyunca yaptığı açlık greviyle İsrail’in Gazze'ye yönelik saldırılarına, oradaki açlık ve kıtlığa dikkati çekerek, Temsilciler Meclisi önünde yerel saatle 08.00-22.00'de nöbet tuttu.

Hollanda hükümetini, ateşkes ve insani yardım malzemelerinin Gazze’ye girişi için etkili adımlar atmaya çağıran Hilhorst, her saat başı mağdurlar için bir dakikalık saygı duruşunda bulundu.

- "Hayatımı askıya almam gerektiğini düşündüm"

AA muhabirine açıklamalarda bulunan Hilhorst, "Hayatım normal şekilde devam ederken (Gazze’deki yaşananları) izlemek benim için giderek zorlaşmaya başlamıştı." dedi.

Hilhorst, Gazze'deki açlık, kıtlık ve açlığa bağlı ölümlerin tek sorumlusunun İsrail olduğunu ve böyle bir dönemde İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog'un devlet nezdinde ülkeye kabul edilmesinden dolayı Hollanda hükümetinin kendisini hayal kırıklığına uğrattığını söyledi.

Artık rutin hayatına devam etmekte zorlandığını vurgulayan Hilhorst, "Bu nedenle hayatımı askıya almam gerektiğini düşündüm, sonra da bu eylem aklıma geldi." ifadesini kullandı.

Hilhorst, Temsilciler Meclisi önünde tüm mağdurlar için nöbet tuttuğunu ifade ederek, şunları kaydetti:

Gazze'deki açlığa dikkati çekmek için geçen pazartesiden cumaya kadar yemek yemeyi bıraktım. Aslında bu eyleme yalnız başladım ama meslektaşlarımdan da en başından beri çok destek aldım. Bazı insanlar da destek için bir saatliğine eyleme gelip gidiyor. Burada olmamızın çok özel olduğunu düşünüyorum. Barışçıl bir eylemdir, bu fikirden ilham alan insanları da cezbeden bir eylem çünkü hepimiz kendimizi çok güçsüz hissediyoruz.

- "Hollanda sessiz kalıyor"

Gazze’de açlık ve kıtlığa rağmen İsrail'in yapılan insani yardımlara karşı sınırları kapatmaya inatla devam etmesinin kendisini rahatsız ettiğine işaret eden Hilhorst, şöyle devam etti:

"İsrail'in sonuna kadar gitme arzusu var. ‘Hamas'ı vurabildiğimiz sürece 2 milyon insanın aç olmasının bir önemi yok.’ diyorlar ama bu, tüm savaş kurallarına aykırıdır. Özellikle hayal kırıklığına uğradığım şey; kendi hükümetimin bu konuda daha güçlü adımlar atmaması. Hatta Lahey'i 'uluslararası barış ve adalet' şehri olarak adlandırdılar.

Açlığın bir savaş silahı olarak kullanılmasını yasaklayan karar almak için en çok mücadele veren ülke, Hollanda oldu. Şimdi açlığın bir savaş silahı olarak kullanıldığını görüyoruz ve Hollanda sessiz kalıyor. Hükümetimiz, aslında bu duruma bir nevi destek oluyor. Ve bu benim ülkem, bunu hazmedemiyorum. Çok sayıda Hollandalı, bu konuda kendini çok güçsüz hissediyor ve utanıyor."

Hollanda hükümetinin çok daha yüksek sesle ateşkes ve sınırların insani yardıma açılması çağrısında bulunması gerektiğini vurgulayan Hilhorst, "Eğer insanlara daha hızlı şekilde daha fazla yardım ulaştırılmazsa, bu kıtlığın bir sonucu olarak açlığa bağlı ölümlerin sayısı artmaya devam edecek." değerlendirmesinde bulundu.

Hilhorst, Gazze’de yaşananlara dikkati çekmek için farklı eylemlerde bulunmaya devam edeceğini dile getirdi.


Uluslararası Adalet Divanındaki soykırım davası İsrail'in aleyhine ilerliyor

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

Uluslararası Adalet Divanındaki soykırım davası İsrail'in aleyhine ilerliyor

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

Güney Afrika Cumhuriyeti’nin, Uluslararası Adalet Divanında (UAD) İsrail aleyhine açtığı soykırım davasında verilen yeni tedbir kararlarıyla süreç, gün geçtikçe İsrail'in aleyhine ilerliyor.

Uluslararası Adalet Divanı (UAD), İsrail'in Gazze'ye insani yardımların engelsiz ulaştırılmasını sağlamasına ve Filistinlilerin haklarını ihlal etmemesine hükmettiği ek tedbir kararıyla birlikte Gazze'deki soykırıma ilişkin endişelerin arttığını açıklarken, hakimlerin önemli bir kısmı, "ateşkes yapılmasını" kararda geçen tedbirlerin uygulanmasının tek yolu olarak görüyor.

AA muhabiri, UAD'nin, Güney Afrika'nın, İsrail aleyhine açtığı soykırım davasında 28 Mart'ta açıkladığı yeni tedbirlerin ne olduğunu, bunların önemi ve özellikleri ile davanın bundan sonraki seyrine etkilerini derledi.

- Yeni tedbir kararları neler?

Divan, "Gazze'deki Filistinlilerin karşılaştığı kötüleşen yaşam koşullarını, özellikle de kıtlık ve açlığın yayılmasını göz önünde bulundurarak" 3 yeni tedbire hükmetti.

Buna göre Divan, İsrail'in "Birleşmiş Milletler ile tam bir işbirliği içinde, Gazze'deki Filistinlilere gıda, su, elektrik, yakıt, barınma, giyim ve hijyen ihtiyaçlarının yanı sıra tıbbi malzeme ve tıbbi bakım da dahil olmak üzere acilen ihtiyaç duyulan temel hizmetlerin ve insani yardımın, kara geçiş noktalarının kapasitesi ile sayısının artırılması ve gerekli olduğu sürece açık tutulması da dahil olmak üzere, ilgili tüm taraflarca engelsiz şekilde sağlanması için gerekli ve etkili tüm tedbirleri gecikmeksizin almasına" hükmetti.

Divan, ikinci tedbir maddesinde ise İsrail ordusunun, Gazze'de ihtiyaç duyulan insani yardımın ulaştırılmasını engellememek dahil olmak üzere, Soykırım Sözleşmesi kapsamında korunan grup olan Gazze'deki Filistinlilerin haklarını hiçbir şekilde ihlal etmemesini istedi.

UAD, üçüncü tedbir maddesinde, İsrail'in, verilen ek tedbirlere ilişkin aldığı önlemleri bir ay içerisinde Divan'a raporlamasına karar verdi.

Divan, 26 Ocak'taki kararında İsrail aleyhine hükmettiği raporlama yükümlülüğünden farklı olarak bu kez "sunulacak bu yeni raporun Güney Afrika'ya iletileceğini ve Güney Afrika'nın İsrail'in raporda öne sürdüğü tedbirlere ilişkin görüşlerini belirtmesine imkan tanıyacağını' açıkladı.

- Divan yeni tedbirlerin gerekçesi olarak neyi gösterdi?

Divan, iç tüzüğünün 76. maddesi uyarınca taraflardan birinin talebi üzerine veya kendiliğinden, ciddi değişikliklerin gözlendiği durumlarda verdiği geçici tedbir kararlarını değiştirebilme yetkisi olduğunu belirtti.

Kararında, 26 Ocak 2024'ten bu yana "Gazze Şeridi'ndeki Filistinlilerin feci yaşam koşullarının, özellikle Gazze'dekilerin, gıda ve diğer temel ihtiyaçlardan uzun süreli ve yaygın şekilde mahrum bırakılması nedeniyle daha da kötüleştiğinin" gözlemlendiğini aktaran Divan, Gazze'de kıtlığın, risk olmanın ötesine geçerek açık şekilde baş gösterdiğini ifade etti.

Divan, İsrail'in saldırıları altındaki Gazze Şeridi'nin kuzeyinde, akut yetersiz beslenme sorunu yaşayan çocuk sayısının bir ayda 2 katına çıktığını bildiren Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) ve diğer BM kuruluşlarının Gazze Şeridi'nde 2,2 milyon kişinin kıtlık tehlikesiyle karşı karşıya olduğu uyarısı yapan raporlarını dikkate aldı.

Divan'ın Somalili Yargıcı Abdulqawi Ahmed Yusuf, karara ek olarak sunduğu beyanında, Gazze'de soykırım tehlikesi karşısında UAD'nin güçsüz bir seyirci pozisyonunda kalamayacağını ve bunun insanlığın vicdanını rahatsız edeceğini belirterek, yeni tedbirlere hükmedilmesinin zorunlu olduğunu bildirdi.

- Yeni tedbirler ne anlama geliyor

Divan, ek tedbir kararını, Gazze'deki insani durumun kötüleşmesiyle gerekçelendirerek, Gazze'deki kıtlığın İsrail'in eylemleri ve uygulamalarından kaynaklandığına dikkati çekti.

Divan, İsrail'in "Gazze'deki insani felaketi azaltmaya ve insani yardımları ulaştırmaya yönelik çaba gösterdiği ve yardımların ulaşmasına ilişkin çok sayıda engel bulunduğu" şeklindeki savunmasını da yeterli görmeyerek, ek tedbirler getirdi.

Gazze'de havadan atılan insani yardımları yeterli bulmadığını kaydeden Divan, Gazze'ye kara geçiş noktalarının kapasitesi ve sayısının artırılmasına, yardım akışını artırmak için bunların açık tutulmasına acil şekilde ihtiyaç olduğunu ifade etti.

Divan, 26 Ocak 2024'teki tedbir kararına rağmen İsrail'in, Gazze Şeridi'nde, o tarihten bu yana daha öncekilere ek olarak 6 bin 600'den fazla Filistinlinin ölümüne ve yaklaşık 11 bin Filistinlinin de yaralanmaya yol açtığını bildirerek, İsrail'in ihlallerinin sürdüğüne işaret etti.

UAD, yenilerinin yanı sıra 26 Ocak'ta verilen tedbir kararının geçerliliğini koruduğunu kaydederek, "Refah dahil olmak üzere Gazze Şeridi'nin tamamında geçerli tedbirlerin derhal ve etkili şekilde uygulanmasını" istedi.

- Açlık ve kıtlık ile soykırım arasındaki bağ

Divan yargıçları, Gazze'deki kıtlığın, Soykırım Sözleşmesi'nin ihlaline yol açacağından bahsederek, Filistinlilerin karşı karşıya olduğu açlığın Gazze'deki Filistinlilere karşı soykırım işlendiği endişelerine işaret ettiği uyarısında bulundu.

Divan Başkanı Lübnanlı Yargıç Nawaf Salam, karara ek olarak sunduğu beyanında, açlık ve insani yardımların ulaştırılmasının engellenmesinin Soykırım Sözleşmesi'nin "ihlali" olabileceğini belirterek, insani yardımlar olmayınca Gazze'deki Filistinlilerin "var olma hakkı"nın tehdit altında bulunduğuna işaret etti.

Yargıç Yusuf, Gazze'deki Filistinlilerin yaşam şartlarının, Soykırım Sözleşmesi'nin 2. maddesinin C bendinde yer alan "grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracak şekilde değiştirilmesi" anlamına gelebileceğini hatırlattı.

Divan'ın Avustralyalı Yargıcı Hilary Charlesworth, beyanında, Gazze'deki açlığın Filistinlilerin varlığını tehdit ettiğini ve dolayısıyla Soykırım Sözleşmesi tarafından korunan "bir hak" olduğunu açıkça belirtti.

Alman yargıç Geog Nolte, Gazze'de baş gösteren açlık ve kıtlık tehlikesinin, aynı zamanda "Soykırım Sözleşmesi kapsamındaki ilgili hakların ihlaline yönelik makul bir riski de yansıttığını" kaydetti.

İsrail'in 26 Ocak'taki ilk tedbir kararlarını uygulamış olması durumunda, Gazze'deki mevcut açlık durumunun ortaya çıkmayacağını belirten Nolte, İsrail'in Divan kararlarına uygun hareket etmediğini vurguladı.

- Ateşkes çağrısı

Divan, Güney Afrika'nın talebi olan ateşkese, Hamas'ı kastederek "kararın üçüncü tarafları bağlamayacağı" gerekçesiyle hükmedemeyeceğini aktardı.

Kararda her ne kadar doğrudan ateşkese hükmedilmese de Divan, özellikle BM kurumlarının yetkilileri ve uluslararası diğer kuruluşların yöneticileri tarafından yapılan "Gazze'de felaket boyutundaki insani durum ancak İsrail'in askeri operasyonlarını durdurmasıyla çözüme kavuşturulabilir." şeklindeki açıklamalara, kararında yer verdi.

Divan ayrıca Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde (BMGK) Gazze'de kalıcı ve sürdürülebilir ateşkese dönüşecek şekilde ramazanda acilen ateşkes sağlanması talep edilen kararın varlığını not ettiğini belirtti.

Başkan Salam, ek beyanında BMGK'nin de ateşkes kararını hatırlatarak, yeni tedbirlerin ancak askeri operasyonların durdurulması durumunda tam olarak yürürlüğe girebileceğini vurguladı.

Yargıç Şue Hanqin, Leonardo Nemer Caldeira Brant, Juan Manuel Gómez Robledo ve Dire Tladi, ortak beyanlarında "Felaket boyutundaki insani durum ancak Gazze Şeridi'ndeki askeri operasyonlar askıya alınırsa giderilebilir." ifadesini kullandı.

Somalili Yargıç Yusuf, getirilen ek tedbirlerin ikinci maddesinin amacının, İsrail'in Gazze'deki askeri operasyonlarını sonlandırması olduğunu ifade etti.

Ek beyanında Filistinlilere yönelik soykırımın engellenmesinin "derhal harekete geçilmesi gereken bir sonuç yükümlülüğü" olduğunu vurgulayan Yusuf, şunları kaydetti:

"İsrail ordusunun hava bombardımanları, şehir merkezlerine ve mülteci kamplarına yönelik kara saldırıları askıya alınmadan ya da sona erdirilmeden ve insani yardımların ulaştırılmasının önündeki engeller kaldırılmadan böyle bir sonuç elde edilemez. Gazze'deki yıkım ve ölümlerin sona erdirilmesi gerekmektedir. Bu da ancak İsrail'in askeri operasyonlarını derhal askıya almasıyla sağlanabilir. Bu nedenle İsrail, UAD'nin de belirttiği üzere, ordusunun Gazze'deki Filistinli nüfusun soykırımdan korunma haklarını ihlal eden herhangi bir eylemde bulunmamasını sağlamak için askeri operasyonlarını sona erdirmelidir."

- Tedbir kararları oy birliğine yakın çoğunlukla alındı

Kararda dikkati çeken bir diğer husus ise yeni tedbir kararlarının, 26 Ocak'takilerden de büyük çoğunlukla ve neredeyse oy birliğiyle alınması oldu.

Divan'ın ilk tedbir maddesi, İsrail'in atadığı geçici hakim de dahil olmak üzere oy birliğiyle alındı.

İkinci ve üçüncü ek tedbirler ise İsrail'in geçici yargıcı Aharon Barak'ın muhalefeti nedeniyle 1'e karşı 15 oyla alındı.

Divan'ın 26 Ocak'taki tedbirlerinin aynı şekilde geçerli olduğuna ilişkin maddesine ise Yargıç Barak'a ek olarak, Ugandalı Yargıç Julia Sebutinde de karşı oy kullandı.

6 Şubat'ta göreve başlayan ve UAD'de 9 yıl görev yapacak 4 yeni yargıcın ilk kez oy kullandığı bu kararın oy birliğine yakın şekilde sonuçlanması ve yeni tedbirlere hükmedilmesi, İsrail'in Soykırım Sözleşmesi'ni ihlalleri karşısında davanın aleyhine sürdüğünü, savunmalarının divan hakimlerince ikna edici bulunmadığını göstermesi ve davanın sonraki aşamaları bakımından önemli ipuçları içeriyor.


İsrail, Batı Şeria'daki Filistinlilerin Mescid-i Aksa'da namaz kılmak için Kudüs'e geçişini engelledi

Fotoğraf: Issam Rimawi/AA
Fotoğraf: Issam Rimawi/AA
TT

İsrail, Batı Şeria'daki Filistinlilerin Mescid-i Aksa'da namaz kılmak için Kudüs'e geçişini engelledi

Fotoğraf: Issam Rimawi/AA
Fotoğraf: Issam Rimawi/AA

İsrail, ramazan ayının üçüncü cumasında da Batı Şeria'daki Filistinlilerin Mescid-i Aksa'da namaz kılmak için Kudüs'e geçişinde kısıtlamalarını uygularken, çok sayıda kişinin geçişine izin vermedi.

Görgü tanıklarından alınan bilgiye göre Mescid-i Aksa'da cuma namazını kılmak isteyen Batı Şeria'daki Filistinliler, Kudüs'e geçmek için sabah saatlerinden itibaren kontrol noktalarında uzun kuyruklar oluşturdu.

İsrail güçleri, Batı Şeria ile Kudüs arasındaki kontrol noktalarında asker sayısını artırırken, geçmek isteyen Filistinlilere kimlik kontrolü yaptı.

- İsrail'den geçiş için özel izni olanlara da engel

Çok sayıda Filistinlinin ise özel izinleri bulunmasına rağmen Kudüs'e girişi engellendi.

Engellenen Filistinlilerden Selame Abdulkadir, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Kudüs'e sadece 55 yaş üstü erkeklerin girişine izin verildiğini söyleyerek "60 yaşındayım. İsrail izni için gerekli tüm şartları taşımama ve özel izin belgesi taşımama rağmen geçmeme engel oldular." dedi.

Abdulkadir, "Özel iznim olmasına rağmen sabah saatlerinde bir mesaj geldi; İsrail'e göre yasaklı bir örgüte mensup olduğum iddiasıyla Kudüs'e giremeyeceğim yazıyordu. İsrail, Filistinlilerin Kudüs'e girişine, Mescid-i Aksa'ya ulaşmasına engel olmak için elinden geleni yapıyor." diye konuştu.

Filistinli Asım Riyhan, 59 yaşında olduğunu, Kalendiya kontrol noktasında uzun saatler bekledikten sonra Kudüs'e girişinin engellendiğini belirterek, özel izni olduğunu ancak buna rağmen girişine izin verilmediğini söyledi.

İsrail ordusu, ramazan ayı başında ay boyunca cuma namazı kılmak üzere Batı Şeria'dan gelen Filistinlilerin Doğu Kudüs'e girişine kısıtlamalar getirildiğini duyurmuştu.

İsrail hükümetinin Filistin topraklarındaki "operasyonlarının" koordinatörü Gassan Alyan da X sosyal medya platformundan yaptığı açıklamada, ramazan ayı boyunca cuma günleri Batı Şeria'dan ibadet için gelenlerin, geçerli bir izne sahip olmaları ve güvenlik değerlendirmesine tabi olmaları şartıyla Kudüs'e girmelerine izin verileceğini aktardı.

Alyan, Kudüs'e sadece 55 yaş üstü erkeklerin, 50 yaş üstü kadınların ve 10 yaş altı çocukların girişine izin verileceğini ifade etti.

İşgal altındaki Batı Şeria'daki Filistinlilerin, yatsı ve teravih namazlarını kılmak için kontrol noktalarını geçip Kudüs'e girmelerine ise izin verilmedi.

Doğu Kudüs ve Batı Şeria, 1967'den beri İsrail işgali altında tutuluyor. İsrail olağan günlerde özel izinliler dışında Batı Şeria'daki Filistinlilerin Kudüs'e geçişine izin vermiyor.


İsrailli yüzbaşı, 7 Ekim'de esirleri de öldürmeyi öngören "Hannibal Protokolü"nü uyguladığını kabul etti

Fotoğraf: Mostafa Alkharouf/AA
Fotoğraf: Mostafa Alkharouf/AA
TT

İsrailli yüzbaşı, 7 Ekim'de esirleri de öldürmeyi öngören "Hannibal Protokolü"nü uyguladığını kabul etti

Fotoğraf: Mostafa Alkharouf/AA
Fotoğraf: Mostafa Alkharouf/AA

İsrail ordusunda görevli bir yüzbaşı, 7 Ekim saldırıları sırasında İsrailli esirleri de öldürmeyi öngören "Hannibal Protokolü"nü uyguladığını kabul ederek, esir askerleri vurmuş olma ihtimaline ilişkin "Kaçırılmayı durdurmanın daha iyi olduğuna karar verdim." dedi.

İsrail televizyonu Kanal 13'e konuşan Yüzbaşı Bar Zonshein’ın esirleri hedef aldığına dair itirafı, 7 Ekim’de soruşturmalara konu olan İsrail güçlerinin esir siviller ve askerleri hedef aldığı yönündeki iddiaları doğrular nitelikte.

Zonshein, 7 Ekim günü iki araç tespit ettiklerini belirterek, “Araçların kabininde çok sayıda insan vardı. Bunların ceset mi yoksa yaşayan insanlar mı olduğunu bilmiyorum. Bu araçlara saldırmaya karar verdim.” ifadelerini kullandı.

İsrailli yüzbaşı, “Belki onları öldürdün, onlar sizin askerleriniz” sorusu üzerine, “Doğru. Ama bunun doğru karar olduğuna, kaçırılmayı durdurmanın daha iyi olduğuna karar verdim.” ifadelerini kullanarak kendi askerlerini öldürmüş olabileceğini kabul etti.

Esirleri öldürme ihtimaline dair, “Doğru davrandığımı hissediyorum” diyen Zonshein, bu kararının ordunun Hannibal Protokolü uygulanması emri mi olduğu sorusunu ise şöyle yanıtladı:

Emirde birkaç operasyonel adımın atılması gerekiyordu. Merkezi toplanma ve kontrol noktalarına ateş edilmesi gerekiyordu ve (kendi askerinin) kimliğin tespit edilmesi durumunda, bu şeyin (Hannibal Protokolü) yapılması gerekiyordu.

Zonshein, 7 Ekim günü içleri insan dolu iki aracı vurduğunu kabul etmesine rağmen röportajın bir başka bölümünde ise “(Esir askerleri) Onları vurmadığımızı biliyorum.” diyerek çelişkili ifadeler de kullandı.

- İsrail'in kendi vatandaşlarını öldürdüğü Hannibal Protokolü

Kurulduğu günden bu yana rehine krizleriyle boğuşmak zorunda kalan İsrail, bu durumun kendisine son derece büyük bedeller ödettiğini düşünerek 1986 yılında bir protokol hazırlamıştı.

Rehinelerin kurtarılma imkanı yoksa alanlarla birlikte ortadan kaldırılmasını öngören Hannibal Protokolü, yaklaşık 20 sene gizlenmişti. 2003'te İsrailli doktor Avner Shiftan tarafından öğrenilen protokol, Haaretz gazetesi aracılığıyla kamuoyuna duyurulmuştu.

İsrail'in 7 Ekim 2023’teki saldırılarda sivil ölümlerin araştırılması sırasında, görgü tanıklarının şahitliği ve bölgede ağır ateşli silahların kullanılması üzerine Hannibal Protokolü'nün uygulandığı iddiaları gündeme gelmişti.

Yakınlarını Nova Müzik Festivali'nde kaybedenler 2 Ocak'ta İsrail güçlerinin "sorumluluğunun araştırılması" hakkında ihmal davası açarken, Be'eri yerleşim biriminde ölenlerin aileleri 6 Ocak'ta Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi'ye, olayın kapsamlı ve şeffaf bir şekilde soruşturulmasını isteyen bir mektup göndermişti.

İsrail medyasında, 7 Ekim saldırısı sırasında, İsrail ordusunun esirleri de öldürmeyi öngören Hannibal Protokolü'nü uyguladığı haberleri yer almış, olayla ilgili soruşturma açılması çağrıları yapılmıştı.

İsrail ordusunun 6 Şubat’ta, orduya ait tankın 7 Ekim günü Yahudi yerleşim birimindeki bir evi bombalaması sonucu İsrailli 12 esirin ölmesiyle alakalı soruşturma başlattığı belirtilmişti.


Fransa bu yıl UNRWA'ya 30 milyon avro katkı sağlayacak

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

Fransa bu yıl UNRWA'ya 30 milyon avro katkı sağlayacak

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

Fransa Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Christophe Lemoine, ülkesinin bu yıl Birleşmiş Milletler Yakın Doğu'daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansının (UNRWA) faaliyetlerine 30 milyon avro katkı sağlayacağını bildirdi.

Lemoine, Bakanlığın haftalık basın toplantısında, Fransa'nın, İsrail makamlarının UNRWA'nın Gazze Şeridi'nin kuzeyine insani yardım ulaştırmasını yasaklamasını esefle karşıladığını ifade etti.

Bölgede açlıktan ölen siviller olduğuna dikkati çeken Lemoine, İsrail makamlarının bu kararlarını tekrar gözden geçirmesini istedi.

Lemoine, UNRWA'nın Gazze'deki siviller için önemli rol üstlendiğinin altını çizerek, bölgede insani yardımın önündeki engellerin kaldırılmasını talep eden Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin (BMGK) 2728 sayılı kararının uygulanması çağrısında bulundu.

Fransa'nın bu yıl UNRWA'nın faaliyetlerine 30 milyon avroluk katkı sağlayacağını söyleyen Lemoine, "UNRWA'nın görevlerini, nefret ve şiddet çağrılarından yoksun bir anlayışla yerine getirdiğine dair koşulların oluştuğundan emin olarak bu katkıları ileteceğiz." ifadesini kullandı.

- Milyonlarca Filistinliye yardım sağlayan UNRWA İsrail'in hedefinde

İsrail yönetimi, 7 Ekim 2023'te Gazze'ye saldırılarının başlamasıyla eş zamanlı olarak işgal ettiği topraklardaki UNRWA'ya karşı karalama kampanyasına başlamış, sadece Gazze'de 12 bin çalışanı bulunan UNRWA'nın 14 çalışanının 7 Ekim saldırılarına katıldığını bu nedenle Ajansın kapatılması gerektiğini savunmuştu.

Tel Aviv yönetimi, işgal altındaki Batı Şeria ve Doğu Kudüs'ün yanı sıra Lübnan ve Ürdün'de Filistinli mültecilere destek olan ve sağlık, eğitim, sosyal hizmetler alanlarında çoğu Filistinli 30 bin çalışanı istihdam eden Ajansın kapatılması için kampanya yürütmüştü.

Aralarında ABD'nin de yer aldığı 10 kadar ülke ve kurum UNRWA'ya bağışlarını dondurduğunu açıklamıştı.

İsrail'in UNRWA'ya ilişkin suçlamalarını kanıtlayamaması üzerine Avustralya, Kanada, İsveç ve Avrupa Birliği (AB), kararlarından dönerek Ajans'ı finanse etmeyi sürdüreceklerini duyurmuştu.


İsrail Savaş Kabinesi'nde Netanyahu ve Gantz arasında tartışma yaşandı

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

İsrail Savaş Kabinesi'nde Netanyahu ve Gantz arasında tartışma yaşandı

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

İsrail'in 7 Ekim sonrasında Gazze'ye saldırıları için kurulan Savaş Kabinesi'nde Başbakan Binyamin Netanyahu ile kabinesi üyesi Benny Gantz ve Gadi Eisenkot arasında tartışma yaşandığı açıklandı.

İsrail devlet televizyonu KAN'ın haberine göre dün yapılan toplantıda bir tarafta Netanyahu diğer yanda Gantz ve Eisenkot olmak üzere sert bir tartışma çıktı.

Haberde, kabine toplantısı sırasında Mossad Başkanı David Barnea'nın Hamas ile esir takası konusunda anlaşma yapılması için müzakerelerde görevli heyetin yetkilerinin genişletilmesi önerisinde bulunduğu belirtildi.

Barnea'nın önerisinin Netanyahu tarafından reddedilmesi üzerine Gantz ve Eisenkot'un buna karşı çıktığı ve aralarında şiddetli bir tartışma yaşandığı ifade edildi.

Gantz ve Eisenkot'un, "Bu müzakereler çok uzun süredir devam ediyor ve şimdi bitirmemiz gerekli. Eğer aktif bir çaba gösterseydik görüşmelerin ortasında olabilirdik, görüşmeler ilerlemedi çünkü sorumluluk alamadık." dediği kaydedildi.

Netanyahu ise "Zorlu müzakereler yürütüyoruz. Bu iş karmaşık. Hamas anlaşmaya varmakla ilgilenmiyor. Düşmana zayıflık belirtisi gösteremeyiz." ifadelerini kullanarak anlaşmaya yönelik öneriyi reddetti.

- Hamas ile İsrail arasında ateşkes ve esir takası için dolaylı müzakere

Mossad Başkanı David Barnea liderliğindeki İsrail heyeti, Gazze'deki esirlerin serbest bırakılmasına ilişkin müzakerelerin yeni turu için 18 Mart'ta Katar'ın başkenti Doha'ya gitmişti.

İsrail basını, Mossad Başkanı liderliğindeki İsrail heyetinin Doha'ya ulaşmasıyla birlikte Hamas ile Tel Aviv arasında esir takası müzakerelerinin resmen başladığını duyurmuştu.

Heyette, İsrail ordusunda kaçırılanlar ve kayıp kişiler dosyasının sorumlusu Nitzan Alon'un de yer aldığı belirtilmişti.

İsrail'in Kanal 12 televizyonunun haberinde, müzakerelerin yaklaşık iki hafta sürebileceği kaydedilmişti.


Polonya Başbakanı, dünyanın yeni bir savaş dönemine girdiğini kabul etmesi gerektiğini belirtti

Polonya Başbakanı Donald Tusk (DPA)
Polonya Başbakanı Donald Tusk (DPA)
TT

Polonya Başbakanı, dünyanın yeni bir savaş dönemine girdiğini kabul etmesi gerektiğini belirtti

Polonya Başbakanı Donald Tusk (DPA)
Polonya Başbakanı Donald Tusk (DPA)

Polonya Başbakanı Donald Tusk, 2. Dünya Savaşı'ndan bu yana en kritik dönemlerin yaşandığına işaret ederek dünyanın yeni bir savaş dönemine girdiğini kabul etmesi gerektiğini söyledi.

Basına konuşan Tusk, gelecek iki yılın her şeyi belirleyeceğini vurgulayarak "Kimseyi korkutmak istemem ama savaş artık geçmişte kalmış bir şey değil. Bu gerçek ve aslında iki yıl önce başladı. Şu anda en rahatsız edici olan şey, kelimenin tam anlamıyla her türlü senaryonun mümkün olduğu gerçeğidir." dedi.

Tusk, savaş dönemine girildiğini, özellikle genç nesil için bunun kulağa yıkıcı geleceğini ancak zihinsel olarak yeni bir dönemin gelişine hazırlanılması gerektiğini dile getirdi.

Ukrayna'nın durumunun bir yıl öncesine göre çok daha zor ama aynı zamanda savaşın başlangıcına göre çok daha iyi olduğunu belirten Tusk, "Ana görevimiz Ukrayna'yı, Rus işgalinden korumak ve Ukrayna'yı, bağımsız ve bütünlüklü bir devlet olarak muhafaza etmek olmalıdır." ifadesini kullandı.

Başbakan Tusk, Polonya'nın, Ukrayna ile olan tarım ve ticaret politikası anlaşmazlıklarına ilişkin ise şunları kaydetti:

Muhtemelen Avrupa'daki en Ukrayna yanlısı siyasetçi benim ama vatandaşlarıma karşı sorumluyum. Polonya'nın başbakanı olarak ülkenin temel çıkarlarını korumakla sorumluyum. Polonyalılar büyük bir bedel ödüyor. Ukrayna'yı destekleme konusunda kimse Polonya ile rekabet edemez. Ukrayna'ya elimizden geldiğince yardım etmek istiyoruz ancak son Avrupa Konseyi zirvesinde Ukrayna ile serbest ticaret fikrinin yeniden şekillendirilmesi gerektiğini savundum. Bu konuda Ukrayna ile adil bir anlaşma yapılmasını istiyorum.

Tusk, ayrıca, ABD ile güçlü bir ittifaka ihtiyaçları olduğunu aynı zamanda savunma açısından da bağımsız ve kendi kendilerine yeterli olmaları gerektiğini kaydederek "Görevimiz, ABD Başkanı'nın kim olacağından bağımsız olarak transatlantik bağları geliştirmektir." değerlendirmesinde bulundu.

 


Tacikistan'da, Moskova'daki terör saldırısıyla ilgili 9 kişi gözaltına alındı

25 yaşındaki Fariduni Şemseddin (AP)
25 yaşındaki Fariduni Şemseddin (AP)
TT

Tacikistan'da, Moskova'daki terör saldırısıyla ilgili 9 kişi gözaltına alındı

25 yaşındaki Fariduni Şemseddin (AP)
25 yaşındaki Fariduni Şemseddin (AP)

Tacikistan'da, Rusya'nın başkenti Moskova'daki "Crocus City Hall" adlı konser salonuna düzenlenen terör saldırısıyla ilgili ve 9 kişinin gözaltına alındığı bildirildi.

Tacik basınının emniyet birimlerine dayandırdığı haberde, Tacik istihbarat görevlilerince, 22 Mart'ta Moskova'daki konser salonuna düzenlenen terör saldırısıyla ilgili, ülkenin Vahdat şehrinde oturan 9 kişinin gözaltına alındığı kaydedilirken, bu kişilerin ayrıca DEAŞ terör örgütüyle bağlantılı olduğu iddia edildi.

Ülke basını ayrıca Tacikistan emniyet görevlilerinin, saldırının ardından yakalanan 4 Tacik vatandaşının ülkedeki yakınlarını Rus meslektaşlarıyla sorguladığını yazdı.

- Moskova'daki terör saldırısı

Rusya'nın başkenti Moskova'da "Crocus City Hall" konser salonunda 22 Mart akşamı silahlı kişilerce terör saldırısı düzenlenmişti.

Sosyal medyada paylaşılan görüntülerde, saldırganların otomatik silahlarla salonda rastgele ateş açması yer almıştı.

Terör saldırısında yaşamını yitirenlerin sayısı son olarak 144 olarak güncellenmişti.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, saldırıyı düzenleyen 4 teröristin de aralarında bulunduğu 11 kişinin yakalandığını bildirmişti.

Moskova'daki Basmanniy Bölge Mahkemesinde hakim karşısına çıkarılan şüphelilerden 8'i tutuklanmıştı.


Erdoğan 9 Mayıs'ta ABD'yi ziyaret edecek

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 24 Mart Pazar günü İstanbul'da ülke çapında yapılacak belediye seçimleri öncesinde düzenlenen seçim mitinginde konuşma yapıyor (AP)
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 24 Mart Pazar günü İstanbul'da ülke çapında yapılacak belediye seçimleri öncesinde düzenlenen seçim mitinginde konuşma yapıyor (AP)
TT

Erdoğan 9 Mayıs'ta ABD'yi ziyaret edecek

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 24 Mart Pazar günü İstanbul'da ülke çapında yapılacak belediye seçimleri öncesinde düzenlenen seçim mitinginde konuşma yapıyor (AP)
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 24 Mart Pazar günü İstanbul'da ülke çapında yapılacak belediye seçimleri öncesinde düzenlenen seçim mitinginde konuşma yapıyor (AP)

Reuters haber ajansı da Türkiye'den bir güvenlik yetkilisine dayandırdığı haberinde, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 9 Mayıs'ta ABD'ye bir ziyaret yapacağını yazdı. Bu ziyaret, aynı zamanda Başkan Joe Biden yönetimi sırasında Beyaz Saray'da yapılan ilk Biden-Erdoğan görüşmesi olacak.

Yetkili, ayrıca MİT Başkanı İbrahim Kalın'ın bugün ABD Temsilciler Meclisi üyeleri ile görüşeceğini ve bu görüşmede Erdoğan'ın planlanan ziyareti ve diğer ikili meselelerin ele alınacağını kaydetti.


İsrail ile çatışan Hizbullah, 6 mensubunun daha öldürüldüğünü duyurdu

Bir İsrailli, İsrail'in kuzeyinde, Lübnan sınırına yakın Kiryat Shmona'da Hizbullah füzesinin vurduğu bir binayı inceliyor (AFP)
Bir İsrailli, İsrail'in kuzeyinde, Lübnan sınırına yakın Kiryat Shmona'da Hizbullah füzesinin vurduğu bir binayı inceliyor (AFP)
TT

İsrail ile çatışan Hizbullah, 6 mensubunun daha öldürüldüğünü duyurdu

Bir İsrailli, İsrail'in kuzeyinde, Lübnan sınırına yakın Kiryat Shmona'da Hizbullah füzesinin vurduğu bir binayı inceliyor (AFP)
Bir İsrailli, İsrail'in kuzeyinde, Lübnan sınırına yakın Kiryat Shmona'da Hizbullah füzesinin vurduğu bir binayı inceliyor (AFP)

İsrail ile çatışan Hizbullah Hareketi, Lübnan’ın güneyindeki sınır bölgesindeki çatışmalarda 6 mensubunun daha öldüğünü duyurdu.

Hizbullah, çatışmalardaki yeni kayıpları hakkında açıklama yaptı.

Açıklamada, kimlik bilgilerine yer verilen 6 Hizbullah mensubunun çatışmalarda öldükleri ifade edildi.

İsrail ordusu ve Hizbullah Hareketi arasında 8 Ekim 2023'ten beri sınır üzerinde yaşanan çatışmalarda ölen Hizbullah mensubu sayısı 261’e yükseldi.

Çatışmalarda ayrıca, 53 Lübnanlı sivil, 14 Emel Hareketi, 13 Hamas, 12 İslami Cihad mensubu ile 7 İsrailli sivil ve 11 İsrail askeri öldü.