İran hükümetinden cumhurbaşkanı adayları arasında düzenlenen ekonomi başlıklı münazaraya tepki

Hamaney'in resmi internet sitesinden ‘istismar etme, çarpıtma ve insanlara gözdağı verme üsluplarının’ kullanılmasına karşı uyarıda bulunuldu.

İran’da geçtiğimiz cumartesi günü cumhurbaşkanı adayları arasında düzenlenen ekonomi başlıklı münazarayı izleyen fırın çalışanları. (İran Devlet Televizyonu)
İran’da geçtiğimiz cumartesi günü cumhurbaşkanı adayları arasında düzenlenen ekonomi başlıklı münazarayı izleyen fırın çalışanları. (İran Devlet Televizyonu)
TT

İran hükümetinden cumhurbaşkanı adayları arasında düzenlenen ekonomi başlıklı münazaraya tepki

İran’da geçtiğimiz cumartesi günü cumhurbaşkanı adayları arasında düzenlenen ekonomi başlıklı münazarayı izleyen fırın çalışanları. (İran Devlet Televizyonu)
İran’da geçtiğimiz cumartesi günü cumhurbaşkanı adayları arasında düzenlenen ekonomi başlıklı münazarayı izleyen fırın çalışanları. (İran Devlet Televizyonu)

İran’da bu ay yapılması planlanan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yarışacak cumhurbaşkanı adaylarının televizyon ekranlarında gerçekleşen ekonomi başlıklı ilk münazarası, Tahran hükümetinin tepkisine neden oldu. Hükümet, devlet televizyonundan Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'nin performansına saldıran, onu piyasalara müdahale etmek, döviz kurlarını bozmak ve ABD’nin İran’a yaptırımlar uygulamasına neden olmakla suçlayan muhafazakar eğilimli beş adaya yanıt verme fırsatı verilmesini istedi.
İran Anayasayı Koruyucular Konseyi (AKK) tarafından seçimlere katılmaları onaylanan adaylar, mevcut İran hükümetine karşı, eski ABD Başkanı Donald Trump'ın Mayıs 2018'de tek taraflı olarak nükleer anlaşmadan çekilmesi ve ABD yaptırımlarının yeniden uygulanmasından sonra şiddetlenen ekonomik krizi hedef aldılar. Ekonomiyi yönetmek konusunda yetersiz kalmak ve vatana ihanet etmek suçlamalarında bulundular.
Reuters’ın haberine göre muhafazakar kanattan beş aday, sekiz yıldır iktidarda olan ılımlı muhafazakar Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'nin performansını eleştirdiler. Adaylardan ılımlı eğilimdeki eski Merkez Bankası Başkanı Abdunnasır Himmeti, muhafazakarları Batı ile İran arasında ekonomik krizi daha da kötüleştirdiğini söylediği gerilimi körüklemekle suçladı.
Adaylar arasındaki münazaradan bir gün sonra, İran’ın Dini Lideri Ali Hamaney’in resmi internet sitesi Hamaney’in geçtiğimiz cuma günü yaptığı konuşmada adaylara yönelik tavsiyelerine işaret ederek karşılıklı suçlamalara karşı uyarıda bulundu. Site Hamaney’in “Adaylar, televizyondaki tartışmalarda karşı tarafı aşağılama, suçlama, karalama, rakibine gözdağı verme yöntemini kullandıklarında ülke az da olsa zarar görecektir” sözlerini aktardı. Hamaney'in ofisi tarafından yayımlanan Hattı Hizbullah dergisi, üst düzey yetkililerin seçimlere katılımın düşük olması ihtimali karşısında ciddi endişeler olduğunu ortaya koyarken Hamaney'in resmi internet sitesi, oy kullanmasına ilişkin ‘oy kullanılmamasının İslami nizamın zayıflamasına yol açmasının haram olduğu’ vurgulan yeni bir fetvanın ayrıntılarını yayınladı.
Hamaney münazaradan bir gün önce, adayların uygunluğuna karar verme sürecinde bazı isimlerin ‘adaletsizliğe’ uğramasını eleştirerek sorumlu kurumlardan durumu telafi edici tedbirler almasını istedi. Hamaney, internet üzerindeki kontrol eksikliğini ve sosyal medyada adaylarla ilgili yayınlananları da eleştirdi.
Hamaney'in ofisine yakın kaynaklar, İran’ın Dini Lideri’nin açıklamalarının AKK’ye değil, diğer kurumlara yönelik olduğunu teyit etseler de İran Dini Lideri’nin açıklamaları birkaç saat içinde başta eski Meclis Başkanı Ali Laricani olmak üzere bazı adayları seçim yarışına dönme noktasında teşvik etti. Ancak AKK bu gelişmeden sadece birkaç saat sonra beklentileri boşa çıkardı ve basından başvuruları veto edilen adayların geri dönüşüyle ilgili sızan bilgilere güvenmemesini isteyen bir bildiri yayınladı. Bildiride bu tür bilgilerin gerçeği yansıtmadığı ve adayların uygunluğuna karar verme sürecinin Hamaney’in açıklamalarından etkilenmediği vurguladı.
Kültür ve Enformasyon Bakanı Abbas Salihi, dün Twitter hesabından yaptığı bir açıklamada şu ifadeleri kullandı:
“Rehber (Hamaney), bazı adayların uğradığı hata ve adaletsizliklerin sorumlu kurumlar tarafından telafi edilmesinden bahsederek bizi ayıpladı. AKK’nin açıklamasında amacına ulaşıldı mı? Eğer buna ulaşılamadıysa, hangi kurum veya kişiler sorumlu kurumların halkın taleplerinin takibinden sorumlu?”
Diğer yandan Cameran sitesine göre İran devriminin lideri Humeyni’nin torunu ve Humeyni Vakfı Başkanı Hasan Humeyni, Hamaney'in seçimlere katılımın ve bunun ‘İslam Cumhuriyeti’ için önemi hakkındaki açıklamalarından duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Humeyni, “Cumhuriyete zarar vermemelisiniz” ifadesini kullandı. Cumhuriyetin kaybedilmesi halinde ‘İslami nizamın’ kaybedilebileceği konusunda uyaran Humeyni, ‘birçok insanın İran İslam Cumhuriyeti’nden öç almak istediği’ uyarısında bulundu.
Halkın hayal kırıklığına uğratılmaması uyarısı
Hükümet Sözcüsü Ali Rebii de adaylar arasındaki münazaradan birkaç saat sonra yaptığı açıklamada, Radyo ve Televizyon Kurumu İRİB Başkanı Abdulali Ali Askeri’ye bir hükümet temsilcisine ‘cumhurbaşkanı adaylarının suçlamalarına, yalan bilgilere ve hükümet aleyhindeki uygunsuz konuların gündeme getirilmesine’ yanıt vermesi fırsatı verilmesini talep etti. Rebii, hükümete karşı yapılan ‘asılsız suçlamaları’ eleştirdi.
İran Cumhurbaşkanlığı Ofisi Başkanı ve Ruhani'nin Özel Temsilcisi Mahmud Vaizi de konuya ilişkin açıklamasında şunları söyledi:
“İlk münazaranın içeriği yanıltıcıydı ve hükümeti yanlış yansıtıyordu. Bu adaletsiz yaklaşım, halkın hayal kırıklığına uğramasına ve seçimlere katılımın azalmasına neden olacaktır.”
İran Cumhurbaşkanlığı Basın İşleri Sorumlusu Alireza Muazi de Twitter üzerinden şu açıklamayı yaptı:
“Televizyon ekranlarındaki en sıcak tartışmada sorular gerçeğin üzerine örterken ve hükümete muhalif adaylar yaptırımları ve yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınından soğukkanlılıkla bahsederken hükümete yönelik suçlamalarda bulunuyorlar. Suçlamalara ve tartışmacılara uygun bir zamanda cevap vermek ve insanlara doğru anlatmak hükümetin hakkıdır.”
Münazarada İran ekonomisinin en önemli sorunlarının ele alınmamasını eleştiren Kadın ve Aile İşlerinden Sorumlu Cumhurbaşkanı Yardımcısı Masume İbtikar da bu sorunları ‘yıllardır süren yaptırımların, iç ve dış psikolojik savaşın, Kovid-19 salgının ekonomi üzerindeki yansımalarının yanı sıra derin devletin hükümet üzerindeki etkisi olarak sıraladı.
İletişim ve Bilgi Teknolojileri Bakanı Muhammed Cevad Azeri Cahromi de Instagram hesabından İranlı çocuklarla çekilmiş bir fotoğrafını yayınlayarak altına cumhurbaşkanı adaylarına hitaben, “Münazarada ve seçim yarışında bu çocuklar için çalışmak istediğinize dikkat edin. Onlar için birer rol model olacaksınız” yazdı.
Kendi kendini cezalandırma ve hükümet tarafından fiyatlandırma
Muhafazakar kanadın adaylarından Yargı Erki Başkanı İbrahim Reisi, bir kez daha ‘suçlamalar ve iftiralar’ konusundaki memnuniyetsizliğini dile getirdi. Reisi, şu açıklamada bulundu:
“Velayet-i Fakih sisteminin bir askeri ve halkın hizmetkarı olarak seçimlere katılmayı gerektiren hassas koşullar beni yarışta yer almaya yönlendirdi. Alaycı ifadeler, suçlamalar ve iftiralar beni yıldıramaz. Meselelerin siyasileştirilmesi ve partizanlık, devrimci güçleri bile hayal kırıklığına uğrattı. Söz ile eylem arasındaki fark hakkında sor işaretlerinin ortaya çıkmasına neden oldu.”
Halkın hoşnutsuzluğuyla ilgili olarak ‘mevcut ekonomik durumu ve devlet kurumlarını yöneten bürokratik sistemi’ suçlayan Reisi, ancak değişimin halkın seçimlere katılımına bağlı olduğunun altını çizdi.
Bir başka açıklamada da yaptırımların kaldırılması ve iptal edilmesi için çalışma sözü veren Reisi “Dünyayla çalışmamız şart. Ancak nükleer anlaşmayı sonuçlandırmak için ekonomimizi devre dışı bırakmayacağız” ifadesini kullandı. Reisi, limanlardaki faaliyetlerin aksamasının ve kötü koşullarda altın ve doların piyasaya pompalanmasının kötü yönetimin ve kendini cezalandırma uygulanmasının birer örneği olduğunu savundu.
Münazara sırasında sert eleştirilere maruz kalan eski Merkez Bankası Başkanı ve cumhurbaşkanı adayı Abdunnnasır Himmeti, kendisi ile Ruhani hükümetinin ekonomik performansı arasındaki sınırları çizmeye çalışırken Merkez Bankası’nın başkanlığını yaptığı sıradaki performansını savundu. İran haber kanalı Khabar’a konuşan Himmeti, “Ruhani hükümeti bu yıl, açık piyasa politikası izleyerek, halka bono satması ve Merkez Bankası’nın borsaya girmesiyle bütçe açığından kaçındı” ifadelerini kullandı.
İran'ın resmi haber ajansı IRNA’nın aktardığı açıklamalarında Himmeti şunları söyledi:
“Devlet borsaya müdahale etmek yerine borsanın işleyişini iyileştirecek tedbirler almalıdır. Borsa, hükümet tarafından fiyatlandırılarak kontrol edilemez. Fiyatlandırmayı borsaya bırakılmalı. Zorunlu fiyatlandırma, kontrol etmeden ranta girmek anlamına gelir.”
Adaylar arasında gerçekleşen münazarayı da değerlendiren Himmeti, “Planlarımı açıklamamam için beni marjinal konulara cevap vermeye zorladılar. Sebep oldukları sorunlardan başkalarını sorumlu tutmak istediler” dedi.
Bu arada Himmeti’nin seçim kampanyasının yürütüldüğü Twitter hesabından, münazaradaki beş muhafazakar adayın açıklamalarından kesitler yayınlanarak İranlılara şöyle hitap edildi:
“Beşe karşı bir. Beş kişi aynı anda bir kişiyi eleştirirse eşit rekabet şartları oluşmaz. Umarım çocuklarımıza ve İran’a daha iyi bir gelecek için sizler ekonomiyi kurtarırsınız.”
Diğer yandan Cumhurbaşkanı adaylarından Meclis Başkan Vekili muhafazakar siyasetçi Emir Hüseyin Kadızade Haşimi de İran televizyonundaki münazara sürecinden duyduğu üzüntüyü dile getirdiği açıklamasında “Münazaranın öncekilerle aynı olması talihsiz bir durumdur. Aynı durumlar tekrarlandı” dedi.
Bir diğer aday olan İran Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Üyesi muhafazakar siyasetçi Said Celili ise münazarada adayın kendisine yönelik eleştirilerini görmezden gelerek “Sorulara ülkenin atılımını etkileyecek şekilde cevap vermeye çalıştık” diye konuştu. Celili, İran Devlet Televizyonu’na verdiği demeçte, “Ülkenin sadece yönetimini değil, ilerleyişini de önemseyen bir program sunduk” iadesini kullandı.
Tahran Üniversitesi Siyasi Bilimler Profesörü Sadık Zibakalam münazaraya yönelik değerlendirmesinde, “Asıl suçlu rejim veya Ruhani hükümeti arasında bulunuyor” yorumunda bulundu.  İlk münazaranın sonucunun yedi adayında ekonominin ve halkın durumunun kötüye gittiği konusunda ortak bir temel noktada fikir birliğine varmaları’ olduğunu söyleyen Zibakalam, tek farkın muhafazakar eğilimli otoriteyi temsil eden beş adayın, rejime veya Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif'in Devrim Muhafızları Ordusu’nun (DMO) politikaları olarak nitelediği sahaya atıfta bulunmadan Ruhani hükümetini suçlamaları olduğunu kaydetti.
Zibakalam, Himmeti ve diğer bir aday eski Cumhurbaşkanı Yardımcısı ve eski İsfahan Valisi reformist adan Muhsin Mihralizade’yle ilgili olarak ise şu değerlendirmede bulundu:
“Adaylar Ruhani hükümetinin, 42 yıl sonra mevcut duruma yol açan iktidardaki rejimin ve devrimci politikaların bir parçası olduğunu söylemeye çalıştılar.”



Avustralya: Müfettişler, Bondi Plajı saldırısının faillerinin DEAŞ mensubu olduklarına inanıyor

Bondi Plajı saldırısının şüphelisinin evini çevreleyen şeridi kaldıran Avustralyalı bir polis memuru (Reuters)
Bondi Plajı saldırısının şüphelisinin evini çevreleyen şeridi kaldıran Avustralyalı bir polis memuru (Reuters)
TT

Avustralya: Müfettişler, Bondi Plajı saldırısının faillerinin DEAŞ mensubu olduklarına inanıyor

Bondi Plajı saldırısının şüphelisinin evini çevreleyen şeridi kaldıran Avustralyalı bir polis memuru (Reuters)
Bondi Plajı saldırısının şüphelisinin evini çevreleyen şeridi kaldıran Avustralyalı bir polis memuru (Reuters)

Avustralya Yayın Kurumu (ABC), Avustralya istihbarat biriminin altı yıl önce Bondi Plajı saldırganlarından birinin DEAŞ ile bağlantıları olduğunu araştırdığını bildirdi.

Avustralya polisi, 50 yaşındaki bir adam ile 24 yaşındaki oğlunun pazar günü Sidney’de ünlü bir plajda Hanuka Bayramı kutlaması yapanlara ateş açtığını, saldırıda 15 kişinin hayatını kaybettiğini ve 40’tan fazla kişinin yaralandığını açıkladı.

Avustralya medyası, saldırganların Sajid Akram ile oğlu Naveed Akram olduğunu ve Sajid Akram’ın polisle çıkan çatışmada öldüğünü, Naveed Akram’ın ise polis gözetiminde hastanede tedavi gördüğünü bildirdi.

Şarku’l Avsat’ın ABC’den aktardığına göre, Bondi Plajı saldırısını soruşturan ortak terörle mücadele ekibindeki üst düzey bir yetkili, Avustralya Güvenlik ve İstihbarat Teşkilatı’nın (ASIO) 2019 yılında Naveed Akram ile ilgili bazı şüpheleri araştırdığını belirtti.

Haberde, Naveed Akram’ın, Temmuz 2019’da yakalanan ve Avustralya’da bir terör eylemi planlamakla suçlanan DEAŞ üyesiyle yakın bağlantısı olduğunun düşünüldüğü ifade edildi.

ABC, terörle mücadele soruşturmacılarının, Bondi Plajı saldırısını gerçekleştiren silahlı kişilerin DEAŞ mensubu olabileceğine inandığını bildirdi.

ABC’ye konuşan yetkililer, silahlı kişilerin araçlarında iki DEAŞ bayrağı bulunduğunu da açıkladı.

ASIO Genel Direktörü Mike Burgess dün gazetecilere yaptığı açıklamada, saldırganlardan birinin kendileri tarafından bilindiğini ancak ‘acil tehdit’ olarak görülmediğini belirterek, “Dolayısıyla burada yaşanan olayın şartlarını yeniden gözden geçirmemiz gerektiği açık” dedi.

Yeni Güney Galler polisi ise ABC’nin haberini doğrulayamayacaklarını belirtirken, ASIO da ‘bireyler veya devam eden soruşturmalar hakkında yorum yapmadığını’ açıkladı.


Cezaevindeki 4 bin 200 PKK-KCK’lı için kademeli düzenleme: Suça karışmamış 950-1.050 PKK’lı eve dönüş yolunda mı?

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters
TT

Cezaevindeki 4 bin 200 PKK-KCK’lı için kademeli düzenleme: Suça karışmamış 950-1.050 PKK’lı eve dönüş yolunda mı?

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters

Türkiye’de “Terörsüz Türkiye” süreci, kimilerine göre 2. çözüm süreci olarak değerlendiriliyor; bu konuda çok şey yazılıp çiziliyor. Sürecin toplumsallaşması adına tartışılması doğru; ancak bu tartışmanın gündelik siyasi çekişmeler, öne çıkma çabaları ya da kısır hesaplar üzerinden yapılması, sürece yarardan çok zarar veriyor. Burada herkesin dikkatli olması gerektiğinin altını bir defa daha çizmek gerekiyor.

Siyasetin bu süreçte daha cesur olması, daha fazla adım atması ve daha fazla inisiyatif alması gerekiyor. Çünkü artık top, güvenlik bürokrasisinin sahasından siyasetin sahasına geçmiş durumda.

Elbette süreçte daralmalar olacaktır. İşin doğası gereği bu daralmaların olması son derece doğaldır; ancak siyasi aktörlük meselesi üzerinden herkesin kendisini tekrardan sorgulaması gerekiyor. “Her meseleyi Öcalan’a soralım” yaklaşımı, bana göre doğru değil. Siyasetin inisiyatif alması bir bütün olarak gerçekleşmeli ve inisiyatifler alınabilmelidir. Her meselede Öcalan’ı öne çıkarma, aktör yapma isteğinin toplumsal güvende yara açtığı da görülmelidir. Belki artık örgütün partiyi kurma paradigması tersine dönmeli ve parti, örgütü dönüştürebilmelidir.

Pedal çevirme teorisi işlemeye devam ediyor. Örgütün el yükseltme sebebi ya da farklı seslerin çıkma sebebi, bence devlette ciddiyetin ilk defa bu kadar net görülmesidir. Artık herkes yeni bir paradigmaya dönüleceğini görmeye başladı ve doğal olarak bir bocalama süreci yaşanıyor. Süreç tamamlanırsa siyasetin de paradigmasının değiştiği görülmelidir.

Çünkü şu ana kadar siyaseten “zaten masa devrilecek, güvenmiyoruz, gel gel yapıyorlar, sonra yine bizi hapishanelere atacaklar” anlayışı çok hakimdi. Ama atılan adımlar neticesinde işin ciddiyeti anlaşılıyor ve bu da ezber bozuyor. Bu bakımdan şu ana kadar yaşananların, ben sürecin özüne bir tahribat verdiğini düşünmüyorum. Bu düşüncemi görüştüğüm farklı kaynaklarım da doğruluyor.

Sürecin geldiği yerde iki mesele, en çok sorulan ve merak edilen konuların başında geliyor: Yasal düzenlemeler ve SDG meselesi.

İmralı Adası’ndan Meclis’e: Fırsat yasası ve sürecin kritik eşiği

Komisyon üyelerinin İmralı Adası’na gitmesi, bir eşiğin daha aşılmasını kolaylaştırdı. MHP Genel Başkanı Feti Yıldız Bey’in okuduğu özet, kendi tuttuğu notların özetiydi. Dolayısıyla 16 sayfalık raporun özeti değildi. Beklenti, hem AK Parti adına Hüseyin Yayman’ın hem de DEM adına Gülistan Koçyiğit’in de notlarını okumasıydı; ama bu gerçekleşmedi. Keşke onlar da komisyon üyelerine notlarını aktarsaydı ve sorulacak olan sorulara da cevap verseydi.

Komisyon üyelerinin tuttuğu 16 sayfalık raporun aslında komisyon üyelerine dağıtılması gerekiyordu. Sürecin şeffaflığı, toplumsal rıza üretme konusunda bunun yapılmasının hâlâ geç olduğunu düşünmüyorum. Görüştüğüm ve raporu bilen kaynaklarım, burada anlatılamayacak bir şeyin olmadığını, Öcalan’ın bugüne kadar söylediği görüşlerin benzerlerinin yer aldığını ifade ediyorlar.

Şimdi top Meclis’te. Nasıl bir yasa çıkarılacak? Toplumda cezasızlık algısına da yol açmadan, süreci de sahiplenerek nasıl bir yol bulunacak?

Görev, öncelikli olarak Komisyon’da bulunan partilere düşüyor. Onlar tekliflerini yavaş yavaş Meclis Başkanlığı’na verecekler. Meclis hukukçuları ve güvenlik bürokrasisi de sürece destek verecek.

Kesinleşen bir şey olmamakla beraber, anladığım kadarıyla çıkarılacak olan “Fırsat Yasası” iki ayağa cevap verecek:

A- Eve dönüş durumu
B- Mevcut tutuklu ve hükümlülerin durumu

KCK-PKK örgüt üyeliğinden şu an Türkiye’de cezaevlerinde bulunanların sayısının 4 bin 200 kişi civarında olduğu belirtiliyor. Bunlar içerisinde müebbet hapis cezası alanlar olduğu gibi, cezası bitmeye yakın insanlar da var.

Bunlar için kademeli bir anlayış ve bakış açısı geliştiriliyor. Kişi bazında durumlar incelenecek, toptancı bir anlayışla düzenleme yapılmayacak. Cezaevindekiler için düzenleme yapılırken, aynı zamanda eldeki bazı uygulamalardan da yararlanılacak. Denetimli serbestlik meselesi, yararlanılacak uygulamaların başında geliyor.

PKK’lıların Türkiye’ye dönüşü: Suça karışmamış 950-1.050 kişi için yasal çerçeve nasıl şekillenecek?

Eve dönüş olarak adlandırılan PKK’lıların Türkiye’ye dönme meselesine gelince…

Öncelikle Ankara, Bağdat ve Erbil arasındaki mekanizmanın hâlâ çalıştığını ifade etmek lazım. Bu mekanizma hem silahların hem mağaraların teslimi hem de Irak’ta kalmak isteyen örgüt mensupları için son derece hayati.

Benim gerek Irak makamları, gerek Irak Kürdistan Bölgesi Yönetimi yetkilileri, gerek PKK ve gerekse de Ankara’dan aldığım bilgiye göre PKK içerisinde suça karışmamış militan sayısı 950-1050 arasında. Bu kişilerin gelmesinin önünde şu an herhangi bir engel bulunmuyor. Diyarbakır annelerinin çocukları başta olmak üzere ilk etapta suça karışmamış kişilerin gelmesi, “Fırsat Yasası” ya da “Çerçeve Yasası”nın şekillenmesiyle birlikte gerçekleşebilir.

Burada yapılacak olan yasal düzenleme netleştiğinde, atılacak olan adımların daha da hızlanacağını göreceğiz. Meclis’ten çıkacak olan yasa büyük bir ihtimalle özel bir yasa olacak. Hukukçular bu yasayı çalıştırırken bir taraftan Anayasa’nın eşitlik ilkesinin çiğnenmemesine, diğer taraftan da FETÖ başta olmak üzere diğer örgütlerin yararlanmasının önünü kapatacak. Burada kendisini fesheden bir örgüt olduğu için yeni bir yasa zorunluluğu ortaya çıkıyor.

Hem eve dönüş hem de mevcut cezaevindekilerle ilgili düzenleme yapılırken iki ayrımın altını çizmek gerekiyor. Yapılacak olan düzenleme ile birlikte “örgüt” ortadan kalkarsa örgüt üyeliği ya da örgüte üye olmamakla birlikte oluşan suç ortadan kalkacak; ancak işlenen suçlar ortada duracağı için yapılacak olan düzenlemede kademeli olarak buna cevap verilecek.

Örneğin, örgütte yıllarca kuryelik yapan ama silahlı eylemlere katılmayan kişiler örneğinde olduğu gibi belirli ayrımların yapılması gerekiyor. Benim kaynaklarımdan aldığım bilgiye göre, kişinin durumu üzerinden bir değerlendirme yapılacak, toptan bir değerlendirme yapılmayacak.

Çıkarılacak olan yasada bir süre sınırı konulması, denetimli serbestlik vb. uygulamaların işletilmesi de karşımıza çıkacak gibi duruyor. Burada belki tekrar altını çizeceğim, bireylerin durumunun tek tek ele alınacağı.

Örgüt üst düzey yönetici dediğiniz 232 kişi civarında. Bunlardan 30-40’ı en önemli üst düzey yönetici olarak karşımıza çıkıyor. Bunların büyük bir kısmının Irak’ta kalması ya da seyahat özgürlüğü kapsamında Avrupa ve Irak arasında olması bekleniyor. Burada da Bağdat-Erbil ve Ankara arasındaki mekanizmanın devreye girmesi öngörülüyor.

SDG meselesinde kilit güç ABD: Mazlum Abdi ve YPG’nin silahlı sayısı gerçekçi rakamlarla değerlendiriliyor

SDG meselesine gelince:
Öncelikle Mazlum Abdi’nin verdiği 100 bin rakamı çok abartılı bulunuyor. Hem Suriye’deki kaynaklar hem Ankara’da görüştüğüm kaynaklar, SDG ve onun silahlı kanadını oluşturan YPG’nin silahlı sayısının 45 bin civarında olduğunu belirtiyor.

Suriye’de muhatabın esas olarak ne Şara ne Abdi olduğu, muhatabın ABD olduğu ve SDG meselesinin çözümünde sürecin ABD ile yürütüldüğünün altı çiziliyor. Yani esas patron kimse, müzakereler de onlarla yürütülüyor.

Bu noktada özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Trump’la olan kişisel ilişkisinin, MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın temaslarının ve zamanın ruhunun Türkiye’nin işini kolaylaştırdığı belirtiliyor. Erdoğan-Trump görüşmesi, ardından Şara-Trump görüşmesi, CENTCOM’un Trump politikalarıyla paralel hareket etmesi ve Tom Barrack’ın Mazlum Abdi’ye ABD politikaları konusunda net mesajları, aslında Suriye’de önümüzdeki haftalarda bazı olumlu adımların SDG tarafından atılacağını gösteriyor.

Bu aşamada süreci bozma noktasında Fransa, İran ve İsrail gibi ülkelerin SDG’nin kulağına fısıldadığı da gözlerden kaçmıyor.

Sınır kapılarının devri, enerji sahalarının devri ve silahlı unsurların Savunma Bakanlığı’na entegrasyonu sağlanırsa, SDG Türkiye açısından tehdit olmaktan çıkacak.

SDG içerisinde iki anlayış hâkim.

1- Anlayış, “Ankara’nın hem SDG’nin tamamen tasfiyesini hem de 10 Mart mutabakatının uygulanmasını aynı anda talep etmesi, Suriye’de siyasi çözümü engellemeye yönelik politikasını açıkça ortaya koyuyor” derken,

2- Anlayış, “Türkiye Şam Hükümeti ile aramızda garantör ülke olsun. Kolaylaştırıcı olursa süreç daha çabuk ilerler” anlayışında.

Peki SDG bu adımı atar mı?

Bana göre zaman içerisinde SDG bu adımı beş sebepten dolayı atmak durumunda kalacak.

1- Amerika Birleşik Devletleri’nin bunu istemesi
2- SDG’yi oluşturan en büyük güçlerden Arap aşiretlerinin tavrı
3- YPG içerisindeki silahlı dağılım
4- Türkiye ve ABD’nin arabuluculuğu ve garantörlüğü meselesi
5- Zamanın ruhu

Şam yönetimi SDG’den ne istiyor?

Şara yönetimi, SDG’den askerlerinin %75’ini kendilerine vermesini ve Savunma Bakanlığı’na dâhil olmasını istiyor. Geri kalanların ise yerel yönetimlerde asayiş gücü olarak kullanılabileceği belirtiliyor.
SDG, Şam’a üç tümen vereceğini ve komutanların isimlerini Şam’a bildirdiğini ifade ediyor.

Önce saha gerçekliği adına şunu görmemiz gerekiyor:
SDG’nin sahip olduğu 45 bin kişilik gücün %75–%80’inin Arap aşiretlerden oluştuğu, geri kalanının ise farklı Kürt yapılardan oluştuğunun altı çiziliyor.

Saha kaynakları YPG içerisindeki formülasyonu şöyle yapıyorlar:

Irak’tan gelen Irak Kürtlerinin sayısı yaklaşık olarak 1350 civarında.

PKK’dan YPG’ye gelen militan sayısı 1500 civarında.

Suriye Kürtlerinin ise 6 bin civarında olduğu belirtiliyor.

Şam ve SDG anlaşırsa kalan silahlı güç nasıl entegre edilecek: Savunma Bakanlığı mı, polis gücü mü?

Peki diyelim ki Şam Hükümeti ve SDG arasında bir anlaşma oldu; kalan %25 silahlı güç ne olacak sorusuna cevap, silahlı unsurların Savunma Bakanlığı’na bağlanması gibi Suriye Hükümeti’nin karar vereceği bir konu, ancak asayiş ya da polis gücü olarak kullanılmaları güçlü bir olasılık.

Burada özellikle polis gücü olmak istedikleriyle ilgili olarak, merkezi hükümetin denetiminde bir yapı oluştuğunda; Dürzi bölgelerinde Dürzilerden, Arapların yoğun olduğu yerlerde Araplardan, Kürtlerin yoğun olduğu yerlerde ise Kürtlerin alınması son derece doğal. Burada anlaşmazlık, bunların kimin kontrolünde olacağı. Merkezi hükümet, bu polis gücünün Suriye Devleti’nin polis gücü olacağını söylüyor ve Kamışlı’da görev alan bir polisin Süveyda’ya, Lazkiye’de görev alan bir polisin de Kamışlı’ya tayinle gönderilebileceğini ifade ediyor. Aynı şekilde Savunma Bakanlığı bünyesine katılacak olan yapıların da komuta merkezinin Suriye Hükümeti’nde olacağı belirtiliyor.

Suriye’de tamamlanmamış devlet tamamlanırsa, hem anayasal güvence hem de diğer haklar garanti altına alınmış olacak ve Dürzilerin de, Nusayrilerin de olduğu gibi Kürtlerin de devlette karar alma süreçlerinde yer alacağını görmemiz gerekiyor.

Bu geçiş sürecinde SDG yasal garanti istiyor. Bu garanti büyük ihtimalle ABD tarafından verilecek. Türkiye’nin istediği adımlar atılmaya başlanırsa, Türkiye de bu noktada süreci kolaylaştıracak her adımı atacak. Bu adımlardan en önemlisi Nusaybin Sınır Kapısı’nın açılması ve Kamışlı ile ticaretin Türkiye üzerinden devam etmesi olacak.

Amerikalılar Esad döneminde Arap aşiretlerini SDG bünyesine dahil ettiler ve hâlen maaşlarını ödemeye devam ediyor. ABD Kongresi’nden geçen bütçenin büyük bir kısmı bu maaşlara gidiyor.
PKK, Türkiye’de sürecin ciddileştiğini görüyor; SDG de Suriye’de ABD’nin entegrasyonu istediğini ve bu konuda ısrarcı olduğunu biliyor.

Nitekim yakın zaman içerisinde Şammar Aşireti’nin lideri el-Cerba, Şam’a gidip Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara ile bir araya gelmiş, daha sonra da Mazlum Abdi ile görüşmüştü. Saha kaynakları, Cerba’nın SDG’yi de 10 Mart Anlaşması çerçevesinde Şam ile anlaşmaya ikna etmek için arabuluculuğa başladığını ifade ediyor.

Toparlayacak olursam, Arap aşiretlerini SDG’ye entegre eden ABD’nin kendisi ve şu ana kadar maaşlarını da ödemeye devam ediyor. ABD’nin tavrı burada çok net: Şam’a entegrasyon, Türkiye’nin güvenlik kaygılarının giderilmesi, bununla birlikte toprak bütünlüğü ve politik birliğin sağlanması noktasında Şara’nın güçlendirilmesi. Nitekim CENTCOM Komutanı Brad Cooper, ABD’nin Suriye’deki üç önceliğini, “IŞİD’e karşı mücadele, SDG’yi Suriye devlet yapısına entegre etmek ve Suriye hükümetiyle koordinasyon sağlamak” olarak açıkladı.

10 Mart Mutabakatı ile Suriye’de Kürt, Dürzi ve diğer grupların güvenliği sağlanıyor

Amerika Birleşik Devletleri ve Türkiye’nin garantörlüğünde 10 Mart mutabakatının hayata geçirilmesi, Kürtlerin, Dürzilerin ve diğer grupların Suriye’de güvenceye kavuşmaları ve Suriye’nin geleceğine Suriyelilerin karar vermesi herkesin faydasına olacaktır.

Ankara’da görüştüğüm kaynaklar, “Bugün Türkiye çatışma ortamının oluşmamasını istiyorsa, İsrail’in Suriye’de nüfuzunu genişletmemesi için yapıyor. Bu yapamadığımızdan değil, İsrail’e alan açmama isteğimizden kaynaklanıyor” diyorlar.

SDG konusunda 10 Mart mutabakatının bana göre iyi niyet adımı Deyrizor’da görülecek.
Suriye’de 10 Mart mutabakatıyla ilgili önümüzdeki hafta birkaç adımın atılma ihtimali, aynı adımların Kuzey Irak’ta da (IKBY) gelme ihtimali çok yüksek. Güven artırıcı adımların atılmasına devam edilecek.

Başta ifade ettiğimi tekrar söyleyeyim. Devlet iradesi devam ediyor, ABD’nin Türkiye ve Şara’yı destek politikası devam ediyor, uluslararası konjonktür uygun, Öcalan paradigmada ısrar ediyor ve sürece katkı vermekten geri durmuyor.

Sürecin ciddiyeti noktasında iki hafta içerisinde güzel şeyler görmeye devam edeceğiz. Partiler taleplerini dillendirecekler; bu, hepsinin kabul edildiği ya da edileceği anlamına gelmez. Herkes kendi tabanına sesleniyor ama bu işin siyaset üstü olduğunu da artık görmek gerekiyor.


Zelenskiy, Ukrayna’nın NATO üyesi olması hedefinden vazgeçti

Almanya Başbakanı Friedrich Merz, dün Berlin'de ABD Başkanı Donald Trump’ın Özel Temsilcisi Steve Witkoff ve damadı Jared Kushner'ı karşıladı (EPA)
Almanya Başbakanı Friedrich Merz, dün Berlin'de ABD Başkanı Donald Trump’ın Özel Temsilcisi Steve Witkoff ve damadı Jared Kushner'ı karşıladı (EPA)
TT

Zelenskiy, Ukrayna’nın NATO üyesi olması hedefinden vazgeçti

Almanya Başbakanı Friedrich Merz, dün Berlin'de ABD Başkanı Donald Trump’ın Özel Temsilcisi Steve Witkoff ve damadı Jared Kushner'ı karşıladı (EPA)
Almanya Başbakanı Friedrich Merz, dün Berlin'de ABD Başkanı Donald Trump’ın Özel Temsilcisi Steve Witkoff ve damadı Jared Kushner'ı karşıladı (EPA)

Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenskiy dün, ülkesinin Rusya ile savaşı sona erdirecek bir uzlaşı olarak Batı'nın güvenlik garantileri karşılığında NATO üyesi olma hedefinden vazgeçtiğini açıkladı. Bu adım, Rusya'nın saldırılarına karşı bir koruma olarak Batılı ülkelerin askeri ittifakına katılmak için mücadele eden Ukrayna için önemli bir dönüşüm anlamına geliyor.

Zelenskiy bu açıklamayı, Berlin'de ABD Başkanı Donald Trump’ın Özel Temsilcisi Steve Witkoff ve damadı Jared Kushner'ın Avrupalı yetkililerle yapacakları üst düzey görüşmeler önce yaptı.

Ukrayna Devlet Başkanı, ülkesi ile Rusya arasındaki savaşı sona erdirecek bir uzlaşı sağlamayı amaçlayan görüşmelerde ‘diyaloga’ hazır olduğunu vurguladı. Zelenskiy ayrıca, ABD'yi Ukrayna'daki cephe hatlarını dondurma fikrini desteklemeye ikna etmeyi umduğunu ifade etti.