Kovid-19 pandemisinin ilk günlerinden bu yana, kanser tedavisi gören kişilerin hastalığa neden olan SARS-CoV-2 virüsü ile enfekte olmalarının nasıl bir etki yaratacağına yönelik sorular vardı. Söz konusu endişeler büyük oranda, kanserin ve kansere karşı tedavilerinin bağışıklık sistemi üzerindeki neden olabileceği etkilerden kaynaklanıyordu. Şimdi, Kovid-19 aşılarının geniş çapta bulunabilir bir hale gelmesi ile soru işaretleri potansiyel olarak virüse karşı savunmasız olan bu grupta aşılamanın güvenliği ve etkinliği konusuna doğru yöneldi. Cancer Cell dergisinde 5 Haziran’da yayınlanan bir çalışma, bu korkuları gidermeyi amaçlıyordu.
ABD’nin New York Eyaleti’ndeki Albert Einstein Tıp Fakültesi Hastanesi’ne bağlı Montefiore Tıp Merkezi’nden araştırmacılar çeşitli kanser hastalıklarına yakalanmış olan 200 hasta üzerinden çalışma gerçekleştirdi. Tam aşılamanın ardından hastaların yüzde 94’ünün genel olarak SARS-CoV-2 virüsünün spike proteinine karşı antikor geliştirdiğini, solid (katı) tümörleri olan hastalarda bağışıklık yanıtı oranları çok yüksek olsa da, kan kanseri hastalarında bağışıklık yanıtı oranları daha düşük olsa da genel olarak bir bağışıklık yanıtı oluşturduklarını gösterdi.
Montefiore Tıp Merkezi’nde hematolojik onkoloji bölümünün direktörü ve çalışmanın ortak yazarı Amit Verma, biyomedikal dergi yayıncısı Seal Press'in web sitesinde Cuma günü yayınlanan bir raporda şunları söyledi:
“Pandeminin ilk dönemlerinde yapılan araştırmalar, Kovid-19’a yakalanan kanser hastalarının genel nüfusa göre daha yüksek enfeksiyon ve ölüm oranlarına sahip olduğunu tespit etti. Enfeksiyona karşı savunmasız olan hastaları korumak için gerçekten çaba göstermemiz gerekiyor. Bu çalışma, kemoterapi veya immünoterapi tedavisi gören hastalarda aşıların çok iyi bir şekilde çalıştığı konusunda insanların güven duymalarına yardımcı olmalı. Ayrıca çalışmamızın bulguları hastaların Kovid-19 aşısı olmak için kemoterapi veya immünoterapi tedavilerinin bitmesini beklemelerine gerek olmadığını da gösteriyor.”
Montefiore Tıp Merkezi’nde Multidisipliner Onkoloji Programı Direktörü ve çalışmanın ortak yazarları Balazs Halmos raporda “Kanser hastalarında görülen aşının yan etkileri, diğer gruplardan önemli ölçüde daha kötü değildi. Aşıların yan etkileri nedeniyle tek bir hasta bile acil servise başvurmak veya hastaneye yatmak zorunda kalmadı” dedi.
Bu çalışma, tam olarak aşılanmış kanser hastalarında antikor seviyelerinin incelediği en büyük çalışma olarak görülüyor. Önceki çalışmalarda, çok daha az sayıda kişiden oluşan gruplar incelenmiş veya iki dozdan oluşan aşıların yalnızca ilk dozundan sonra antikor seviyelerine bakılmıştı.
Kan kanseri hastalarının yüzde 98’i “serokonversiyon” geliştiriyor
Araştırmacılar, aşılamanın ardından immunoglobulin G (IgG) antikoru seviyelerine yönelik serum testlerinde, kan kanseri olan hastaların yüzde 98’inin serokonversiyon geliştirdiğini gösterdiğini, bu gelişimin oranının yüzde 85’e ulaştığını tespit etti. Serokonversiyon, kişinin daha önce vücudunda bulunmayan antikorları üretme aşaması olarak açıklanıyor.
Kanser tedavisi alan hastaların bazıları serokonversiyon performanslarında diğerlerine göre daha kötüydü. Rituksimab veya CAR T tedavileri gibi B hücrelerini öldüren bir tedavi alan kan kanseri hastalarının serokonversiyon oranları yüzde 70 olarak gözlemlendi. Yakın zamanda kemik iliği veya kök hücre nakli olan hastalarda ise bu oran yüzde 74 olarak kaydedildi. Araştırmacılar yine de bu oranların beklenenden çok daha yüksek olduğunu belirttiler.
Çalışmanın yazarlarından biri olan ve Montefiore Tıp Merkezi’nden hematolog Astha Thakkar şunları söyledi:
“B hücrelerini etkileyen tedaviler gören hastalar iyi bir şekilde serokonversiyon geliştirmeseler de, lenfoid hücreler yerine miyeloid hücreleri etkileyen kan kanseri hastaları serokonversiyon açısından gerçekten iyi bir pozitif bağışıklık yanıtı aldı. Bu akut miyeloid lösemi (AML) ve myelodisplastik sendromlu (MDS) kişileri de kapsıyordu.”
Araştırmacılar, verilerinin bu kadar önemli olmasının nedenlerinden birinin, çeşitli kanser türlerini ve farklı tedaviler gören hastaları içermesi olduğunu söylüyorlar. Bunların yanı sıra çalışmaya katılan hastalar da çeşitli ırklardandı. Yaklaşık üçte biri siyahi ve yüzde 40’ı İspanyoldu.