ABD demokrasisini tehdit eden ‘gizli bir cumhuriyet’ mi var?

Ulusal Güvenlik Ajansı'nın, ABD’nin müttefiklerini gizlice gözetlemesi, onun yurtiçindeki ve yurtdışındaki rolünü ortaya koyuyor

ABD Ulusal Güvenlik Ajansı’nın merkezi (NSA’nın resmi internet sitesi)
ABD Ulusal Güvenlik Ajansı’nın merkezi (NSA’nın resmi internet sitesi)
TT

ABD demokrasisini tehdit eden ‘gizli bir cumhuriyet’ mi var?

ABD Ulusal Güvenlik Ajansı’nın merkezi (NSA’nın resmi internet sitesi)
ABD Ulusal Güvenlik Ajansı’nın merkezi (NSA’nın resmi internet sitesi)

İmil Emin
Danimarka Yayın Kurumu (DR), Mayıs ayı sonlarında ABD'nin dijital istihbarat kurumu Ulusal Güvenlik Ajansı'nın (NSA) yaptığı eski ve yeni casuslukları ortaya çıkardı. DR, NSA’nın Almanya, İsveç, Norveç ve Fransa'daki üst düzey politikacıları gizlice dinlediğini bildirdi. Hatta iş Almanya Başbakanı Angela Merkel’in telefonunun dinlenmesine kadar vardı.
Bu konudaki ilk skandal, eski ABD Başkanı Barack Obama’nın ikinci döneminin son yıllarında patlak vermişti. ABD Başkanı o dönem, konu hakkında hiçbir şey bilmiyor gibiydi. Bu, büyük ölçüde doğru olabilir, çünkü ABD’li istihbarat servisleri bugün birçok Amerikalının gözüne, ülke içindeki demokratik süreci yok edebilecek vahşi bir canavar gibi görünüyor ve ahtapot kollarını ABD’nin dışına uzatmak için sahip olduğu devasa bütçelerden yararlanıyor. Öyle ki, ABD’nin eski başkanlarından Dwight D. Eisenhower’ın Amerikan askeri sanayisinin tehlikeleri hakkındaki uyarıları (Eisenhower Doktrini), bu istihbarat servislerinin faaliyetlerinin yanında devede kulak kalıyor.
 Peki, neden Danimarka? Bunu kısaca şöyle özetleyebiliriz: Danimarka, ABD’nin müttefiki ve iki ülke yakın ilişkilere sahipler. Bu nedenle İsveç, Norveç, Almanya, Hollanda ve Birleşik Krallık'a uzanan denizaltı internet kabloları için birçok iniş istasyonuna ev sahipliği yapıyor.  Bu da, tabiri caizse siber uzayın sahne arkasında neler olup bittiğini bilmesini sağlayan modern bir anahtara sahip olduğu anlamına geliyor.
Peki, NSA nedir, kimdir ne iş yapar ve neden bu kadar gizlidir? Bu kurum gerçekten yurtiçinde Amerikalılar, yurtdışında ise düşmanlar ve müttefikler için özgürlük atmosferini yiyip bitirebilen ve mahremiyeti ihlal edebilen bir istihbarat canavarı haline mi geldi?

NSA hakkında
NSA’nın resmi adı National Security Agency’dir. Fakat birçok Amerikalı istihbarat analisti onu, çalışmalarının ciddiyeti ve gizliliği nedeniyle neredeyse var olmadığını, yani özellikle çalışmaları ajanlarının yurtdışındaki faaliyetlerine dayanan Amerikan Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) veya yurtiçinde Amerikalılar ve diğerleriyle yakın temas halinde çalışan ABD Federal Soruşturma Bürosu (FBI) gibi muadillerine kıyasla insanlar alemiyle ilgilenmediğinden varlığı olmayan bir ajans (No Such Agency) olarak görüyorlar. NSA, özellikle siber alemdeki bilgi ve verilerin izlenmesinden, toplanmasından ve işlenmesinden sorumlu olan kurumdur ve ABD hükümetinin iletişim ve bilgi sistemlerini bilgisayar korsanlığı (hacker) ve siber saldırılara karşı korumaktan sorumludur.
NSA, 11 Eylül 2001'e kadar hiç dikkat çekmedi. Fakat 11 Eylül terör saldırıları, NSA’nın özellikle insan unsurlarının giremediği site ve yerlerde, dünyanın her yerindeki iletişimlere kulak misafiri olma ve dijital ağlara nüfuz etmedeki rolünün önemine bir nebze ışık tuttu. Bu yüzden uzaydaki uyduları ve denizdeki denizaltı kablolarını yönetmesi konusu, ABD'yi bekleyen bilinmeyene karşı yürüttüğü savaşlarda kullandığı mekanizmaların başında gelmektedir.


Edward Snowden (Reuters)

Burada en şaşırtıcı nokta ise ajansın kuruluşunun çok eskiye, ABD Başkanı Harry Truman döneminde şimdiki adını aldığı 1952 yılına kadar uzamasıdır. Ajans aslında İkinci Dünya Savaşı sırasında kendi yolunu bulmuş ve savaş zamanlarında iletişim kodlarını, özellikle de Nazi rejiminin kodlarını deşifre etmekle görevlendirilmiştir.
Öte yandan geçtiğimiz günlerde NSA’nın ABD’nin Avrupalı ​​müttefiklerine karşı casusluk yapma skandalı ikinci kez patlak verdi. Ardından ABD'de NSA’nın meşruiyetine ilişkin tartışmalar yeniden başladı. Ajans daha önce Amerikalılar arasındaki Vietnam Savaşı karşıtı hareketin liderlerini gizlice gözetlemişti. Bu da NSA’nın vatandaşların özgürlüklerini ve mahremiyetini garanti eden ABD Anayasası’nı açıkça ihlal ettiği anlamına geliyordu.
Ancak, 11 Eylül 2001 günü çalkalanan ABD, güvenlik adına özgürlüklerin ihlal edilmesine çok fazla göz yumdu. Küreselleşmenin büyük babası olan ünlü Amerikalı yazar Thomas Friedman'ın ABD’nin henüz 12 Eylül'e geçemediğini söylemesine neden olan bu durum, Amerikan istihbarat servislerinin ülke içinde ve dışında zulmünü, karşısında neredeyse tamamen sessiz kalınan bir konu haline getirdi. Eski ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright ise ünlü kitabında ABD’nin bir ‘korku cumhuriyeti’ tarafından rehin alındığını ifade etti.

NSA ve Beş Gözler
Öyle görünüyor ki NSA’nın ABD Savunma Bakanlığı'nın (Pentagon) askeri bir şubesi olması gibi belirli bir özelliği var. Bu da onunla diğer Amerikan istihbarat servisleri arasında koordinasyon olsa bile çalışmalarında ve performansında bir miktar mahremiyete sahip olduğu anlamına geliyor. Ajansın gizli gözetleme çalışmalarının çoğu, Yeni Zelandalı ünlü gazeteci Nicky Hager’in de ünlü kitabında “Gizli kulaklar seni nasıl dinliyor?” dediği ve ayrıntılı olarak açıklanan, UKUSA olarak da bilinen dijital istihbarat ittifakı; Beş Gözler (Five Eyes) aracılığıyla gerçekleşiyor. İttifakta ABD, İngiltere, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda yer alıyor. Beş Gözler, NSA’nın neredeyse en uzun koludur.
NSA, ABD içinde ve dışında bir tartışma konusu haline geldiği 2014 baharına kadar, dokuz yıl boyunca General Keith B. Alexander tarafından yönetildi. General Alexander, görev süresi boyunca, ajansın büyütmek ve nüfuzunu artırmak için çok çalıştı. Amerikalı araştırmacı gazeteci James Bamford’a göre Alexander, bu zaman zarfında ABD tarihinin en etkili istihbarat şefi oldu.
ABD ulusal güvenlik meselelerinde uzmanlaşmış bir yazar ve gazeteci olan Shane Harris’in, Foreign Policy dergisinin ön sayfalarında yer alan ve derinlemesine bir analizin yapıldığı makalesine göre Alexander göreve geldiğinde NSA halihazırda bir ön bilgi canavarıydı, ama Alexander’ın yönetimi altında ajansın misyonunun kapsamı, yasal yetkilerin yanı sıra bu miktarda dijital bilgiyi toplamak ve saklamak konusunda ABD hükümetine bağlı hiçbir kurumun sahip olmadığı bir kapasitede öncüllerinin düşündüğünün ötesinde bir dereceye kadar genişledi.
Alexander'ın stratejisi açıktı; “Tüm verileri toplamam ve mümkün olduğu kadar uzun süre saklamam gerekiyor.”
Belki de Alexander'ın ajans ile ilgili sloganı; “Her şeyi topla”, NSA'nın temel amacını en iyi biçimde ifade ediyordu. Alexander, bu felsefeyi ilk kez 2005 yılında hayata geçirdi. Washington Post gazetesinin 2013 yılında yayınladığı bir habere göre ABD askeri istihbaratının sadece şüpheli isyancılar ve ABD güçlerine yönelik diğer tehditlerle sınırlı odak noktasından memnun olmayan NSA, Irak'ın işgaliyle ilgili iletişim bilgileri topluyordu.

Snowden ve kamuoyunun NSA’dan haberdar olması
Modern tarih konusunda uzman olan Alman tarihçi Wolfgang Krieger tarafından kaleme alınan “Geschichte der Geheimdienste: Von den Pharaonen bis zur NSA” (Firavunlardan NSA'ya Gizli Servislerin Tarihi) adlı kitapta, Edward Snowden’in 20 Mayıs 2013'te önceden edindiği çok gizli bilgi ve verileri sakladığı dört dizüstü bilgisayarla birlikte Hawaii'ye gitmek için Hong Kong'dan ayrıldığını, o sıra 29 yaşında olan Snowden’in, sırlarını Amerikalı gazeteci Glenn Greenwald ve belgesel yapımcısı Laura Poitras'a verdiği belirtiliyor.
İngiltere merkezli The Guardian gazetesi 6 Haziran 2013’te, NSA tarafından yürütülen casusluk faaliyetleriyle ilgili ilk haberi yayınladı. O tarihten bu yana basın kuruluşlarının çoğu bu casusluk faaliyetlerine atıfta bulunarak ‘NSA skandalından’ bahsediyor. Basın, skandalla ilgili haberleri parçalar halinde yayınladı. Bunun nedeni, Snowden'in yasadışı olarak ele geçirdiği NSA belgelerinin sırlarını ortaya çıkarmakta yavaş kalmasıydı.
Söz konusu belgelerin gerçekte ne kadar oldukları, içerdikleri bilgiler ve sırlar henüz gün yüzüne çıkmadı. Bazı spekülasyonlara göre NSA da kaç tane belgenin çalındığını bilmiyor.

Gizli servisler ve tüm dünyada internet ağlarının izlenmesi
NSA’nın Avrupalı ​​hükümet liderlerini ve belki de devlet başkanlarını gizlice gözetlemek amacıyla Danimarka istihbarat servisini kullandığına dair haberler, ajansın dünya çapında internet ağını daha önce eşi- benzeri görülmemiş bir şekilde izleyip izlemediğine dair, “NSA, tüm dünyada internet ağlarını izliyor mu?” sorusunu sormamıza neden oluyor.
Bir önceki soruyu tersten okumanın bizim için anlamlı olabileceğini düşünüyorum. Bu da soruyu şöyle sormama neden oluyor: “İnternet, NSA’nın tüm dünyaya kurduğu bir tuzak mıydı ve söylendiği gibi, Washington, dünyanın dört bir yanında karıncaların gezindiğini biliyor muydu?”
Bu sorunun cevabı için Snowden'in arkadaşı Amerikalı yazar Glenn Greenwald tarafından kaleme alınan “No Place to Hide: Edward Snowden, the NSA, and the U.S. Surveillance State” (Saklanacak Yer Yok: Edward Snowden, Ulusal Güvenlik Dairesi ve ABD Gözetleme Devleti) adlı kitaba başvurmamız gerekiyor.  Kitap, NSA'nın departmanlarında olağandışı bir şeffaflık olduğunu keşfediyor. Buna en iyi örnek, kitlesel, gizli bir gözetleme ajansı kurmanın gerçek amacı ile bağlantılı olarak, uluslararası internet standartları sorununu tartışan ajanstan bir grup yetkiliye sunulmak üzere hazırlanan rapordu. Raporun ‘Bilim ve Teknoloji alanında Ulusal İstihbarat Görevlisi’ olan yazarı kendini ‘bilim adamı ve iyi eğitimli bir bilgisayar korsanı’ olarak tanımlıyor.
Raporun “Ulusal çıkarların, Paranın ve Egonun Rolü” başlığı kaba ve heyecan verici görünüyor. Raporun yazarına göre bu üç faktör, ABD’yi küresel hegemonyayı sürdürmeye yönlendiren ana nedenleri oluşturuyor. Evet, para, ulusal çıkar ve egoyu bir araya getirdiğinizde dünya düzenini şekillendirmekten bahsedebiliyorsunuz. Zaten hangi ülke dünyayı kendisi için daha iyi bir yer haline getirmek istemez ki? Raporun yazarı, gerçek tehdidin ne olduğunu soruyor ve şu cevabı veriyor; “Dürüst olalım, Batı dünyası, özellikle ABD, yukarıdaki standartları belirleyerek nüfuz ve çok para kazandı.”
Yazar ayrıca ABD'nin günümüz internet ağını şekillendirmede ana oyuncu olduğunu, bunun teknoloji ile birlikte Amerikan kültürünün büyük ölçekli ihracatına yol açtığını ve Amerikan kurumlarının çok fazla para elde etmesini sağladığını söylüyor.
Gözetleme alanının kapsamı ve emelleri büyüdükçe, örneğin “NSA... Genel Bir Bakış” başlıklı bir rapordaki düşman listesi de büyüdü. Raporda NSA, ABD’nin karşı karşıya olduğu sözde tehditlerin sıralarken hackerlar, suçlular ve teröristlerden bahsediyor. Hatta tehditler arasında internet, kablosuz iletişim araçları, faks ve uydu gibi teknolojilerin bir listesini içerecek kadar ileri gidiyor.

Mahremiyetin ihlali ve demokrasinin yok edilmesi
NSA, ABD vatandaşlarının mahremiyetini ve özgürlüklerini ihlal etti mi?
Bu sorunun cevabı ise, ABD Senatosu İstihbarat Faaliyetleri Kapsamında Hükümet İcraatlarının İncelenmesi Komitesi (Church Komitesi olarak da biliniyor) Başkanı Senatör Frank Church’ın 1975 yılında yaptığı bir açıklamada yer alıyor. Church açıklamasında, “ABD hükümeti, radyo frekanslarıyla gönderilen mesajları izlememizi sağlayan bir teknoloji geliştirdi, ancak bu teknoloji her an Amerikan halkını hedef alabilir. Her Amerikalının, telefon konuşmaları ve telgrafları izlenebilecek ve hiçbir mahremiyetleri olmayacak. Fakat bu önemli değil. Zaten saklanacak hiçbir yer olmayacak” ifadelerini kullandı. Bu açıklama, Snowden krizinin veya Danimarka skandalının patlak vermesinden yaklaşık elli yıl önce yapıldı. NSA, yurtdışındaki misyonları öncesinde, Amerikalıların haklarını ihlal etmiş olabilir mi?
The Guardian gazetesinin haberi tüm dünyada yayınlandığında, dönemin ABD Başkanı ve Amerikan sisteminin dünyaya pazarlanması direktörü olarak kabul edilen Barack Obama kamuoyuna yaptığı açıklamada, NSA’nın faaliyetlerinin terörizmle mücadele etmek isteyen ABD’nin ulusal güvenliği için son derece önemli olduğunu belirtti. Obama, vatandaşların mahremiyetine yönelik herhangi bir ihlalin en düşük seviyede tutulacağını vurguladı.
Vatandaşların özgürlüklerini ve haklarını savunan bazı insan hakları kuruluşlarının ve bir grup parlamenterin, vatandaşların telefonlarına ve internet ağlarına sızarak bu kadar büyük miktarda bilgi ve veri toplanmasını şiddetle kınaması son derece doğal bir tepkiydi. O dönem Federal Yüksek Mahkeme’den iki yargıç, söz konusu istihbarat faaliyetlerinin yasallığından duydukları şüpheleri dile getirdiler.
New York Times gibi liberal basın kuruluşları, Edward Snowden'ı savundu. Şarku'l Avsat'ın Independent Arabia'dan aktardığı analize göre New York Times, Snowden’in NSA'nın ABD yasalarını ne ölçüde ihlal ettiğini ortaya çıkarmaktan biraz daha fazlasını yaptığına dikkati çekti.
Geleneksel olarak Beyaz Saray ve ABD başkanlığına yakın olan Washington Post gazetesi ise bir haberinde General Alexander'ın nasıl oldu da aktif bir savaş bölgesindeki yabancı insanlar için tasarlanmış kapsamlı bir gözetleme sistemini Amerikan vatandaşlarına uygulamayı düşündüğüne değindi. Haberde, “Alexander, Irak'ta yaptığı gibi, ABD içinde ve dışında iletişim kanallarından büyük miktarda ham bilgi toplamak ve depolamak için elde edebileceği araçlar, kaynaklar, yasal yetkiler ve her şey için sıkı bir lobi yaptı” ifadeleri yer aldı.
Alexander'ın abartılı bir gözetleme uzmanı olarak ünü iyi belgelenmişti. Foreign Policy dergisi, mutlak bir casusluk servisi kurmaya yönelik yasa dışı dürtüsü nedeniyle Alexander'ı “NSA kovboyu” olarak adlandırdı. Yasadışı telefon dinleme programını denetleyen ve saldırgan militarizmiyle nam salan CIA ve NSA’nın Bush dönemi direktörü Michael Hayden bile Alexander’ın bu dizginsiz yaklaşımı karşısında sık sık midesinde bir yanma hissediyordu.

ABD sivil özgürlükleri risk altında
NSA’nın ABD’nin müttefiklerini gözetlemesine ilişkin son skandalla birlikte ABD’de NSA’nın ülke içinde oynadığı ve oynamaya devam ettiği rolle ilgili ciddi endişeler taşıyan soru işaretleri ortaya çıktı. Amerikan Sivil Özgürlükler Birliği’nin (ACLU) 2011 yılında yayınladığı raporunda “Hükümetimizin bu günlerdeki çalışmalarının çoğu gizlice yürütülüyor” ifadesini okuyoruz. Washington Post yayınladığı bir haberde, “Bu çok gizli, ketum ve çok karmaşık olan karanlık dünya, Amerikan özgürlükleri için gerçek bir tehdit haline geldi. Hatta artık hiç kimse masraflarının ne kadara mal olduğunu, kaç kişiyi çalıştırdığını, kaç programı olduğunu veya aynı işi tam olarak kaç ajansın yaptığını bilmiyor” ifadelerine yer verdi.
Peki, NSA ortalama bir Amerikalı hakkında nasıl bir bilgi saklayabilir?
ACLU Hukuk Direktörü Yardımcısı Jameel Jaffer’a göre NSA’nın veritabanlarında ‘kişisel görüşler, tıbbi geçmiş, yakın ilişkiler ve çevrimiçi faaliyetler’ hakkındaki bilgiler yer alıyor. Ajans,  her ne kadar bu kişisel bilgilerin kötüye kullanılmayacağını iddia etse de, toplanan bu bilgilerin, NSA’nın geçmişte olduğu gibi ABD Başkanının talebi üzerine herhangi bir siyasi rakibini, gazeteciyi veya insan hakları aktivistini itibarsızlaştırmak için kullanmayacağını düşünmek saflık olur.

NSA, ABD’yi koruduğu kadar tehdit de ediyor mu?
NSA’nın çalışmaları hakkında bir ABD başkanının yaptığı son resmi açıklama, 17 Ocak 2014 tarihinde eski ABD Başkanı Barack Obama’nın Almanya Başbakanı Merkel'in telefonunun dinlenmesine kadar uzanan “Prism” (Prizma) skandalı sonrasında yaptığı açıklamaydı. Obama açıklamasında, NSA'da reform yapma veya ‘sınırlarını belirleme’ arzusu olduğunu açık ve net bir şekilde ortaya koymazken aksine, ABD’nin elektronik haberleşme alanındaki teknolojik üstünlüğünü güçlendirmeye devam edeceğini açıkça ifade etti. 
Big Brother (George Orwell tarafından kaleme alınan Bin Dokuz Yüz Seksen Dört adlı romanda yer alan kurgusal karakterlerden biri olan Büyük Birader) ABD fikri ve hiç bitmeyen Orwellciliği, Tanrı'nın dilediği ölçüde ABD’nin korunmasını garanti mi ediyor, yoksa dünyayı tehdit ettiği kadar kendisini de tehdit edebilecek Aşil’in topuğunu mu temsil ediyor?
Güvenlik uzmanı Bruce Schneier, ABD’de yayınlanan The Atlantic dergisinin Ocak 2014 sayısında, NSA’nın kapsamlı gözetim faaliyetlerinin sadece etkisiz değil, aynı zamanda son derece pahalı olduğunu belirtmiştir. Schneier’a göre internet protokolleri güvenilmez hale geldikçe, Amerikan teknik sistemlerinin saldırıya uğrama olasılığı da o kadar artıyor. Bu da sadece Amerikalıları değil, dünyanın geri kalanını da endişelendirmesi gereken bir yerel şiddet biçimidir.
Schneier dergide yer alan makalesinde, “İnterneti ve diğer iletişim teknolojilerini dinlemeyi ne kadar çok tercih edersek, dinlemeye karşı da o kadar az güvende oluruz. Bunun nedeni, NSA'nın kulak misafiri olabileceği dijital bir dünya ile ajansın dinlemesinin yasak olduğu dijital bir dünya arasında değil, tüm saldırganlara karşı savunmasız bir dijital dünya ile tüm kullanıcılar için güvenli bir dijital dünya arasında bir seçim yapıyor olmamızdır.
NSA’nın Norveç'teki rolüne ilişkin önümüzdeki günlerde ortaya çıkması beklenen detaylar dışında, ABD Başkan Yardımcısı Kamala Harris'in geçtiğimiz günlerde dünyanın kansız bir küresel savaşta olduğuna işaret ettiği, yaşadığımız dünyanın tehlikeleri hakkında bir tartışma da kaçınılmaz olarak yeniden gündeme gelecektir.
Belki de ABD’ye yönelik son siber saldırıları takip edenler, Washington'ın artık esir savaşlarında üstünlüğünün olmadığı sonucuna varacaktır. Belirli bir çatışma noktasında rasyonel dengelere sahip uluslararası güçler arasındaki çatışmanın, hacker grupları ve hükümetler ile devletler arasında asimetrik çatışmalara dönüşme olasılığı tüm insanlığı tehdit eden büyük bir felakettir. Bu felaketin ardından kaos, dünyanın efendisi olacaktır ve ne yazık ki, Allah’ın merhametine sığınmaktan başka bir çaremizin kalmayacağı bir sahneden uzak olduğumuzu düşünmüyorum.
*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.



Rusya’nın Ukrayna cephesindeki kayıpları artıyor

Ukrayna savaşında çatışmalar sürerken, taraflar arasındaki müzakerelerde henüz somut ilerleme kaydedilemedi (AP)
Ukrayna savaşında çatışmalar sürerken, taraflar arasındaki müzakerelerde henüz somut ilerleme kaydedilemedi (AP)
TT

Rusya’nın Ukrayna cephesindeki kayıpları artıyor

Ukrayna savaşında çatışmalar sürerken, taraflar arasındaki müzakerelerde henüz somut ilerleme kaydedilemedi (AP)
Ukrayna savaşında çatışmalar sürerken, taraflar arasındaki müzakerelerde henüz somut ilerleme kaydedilemedi (AP)

Birleşik Krallık istihbaratına göre Ukrayna cephesinde bu yıl 400 binden fazla Rus asker öldürüldü ya da yaralandı.

Londra yönetiminin ekimde yayımladığı son savunma istihbarat raporuna göre, Şubat 2022'de başlayan savaştan bu yana Rus ordusunda toplamda 1 milyon 118 bin asker yaralandı ya da öldü.

Telegraph'ın aktardığına göre bu rakam, savaş öncesi Rus ordusunun toplam büyüklüğünden daha fazla.

Analizde, Rus ordusunun cephede “kıyma makinesi” diye de adlandırılan yoğun saldırı taktiklerini kullandığına, bunun da kayıpları artırdığına dikkat çekiliyor.

Economist'in bu ay yayımladığı çalışmada da Rusya'nın kayıplarının 1,35 milyona vardığı savunulmuştu. Ayrıca son üç yılda Rusya'nın Ukrayna topraklarının sadece yüzde 1,45'ini ele geçirebildiği belirtilmişti.

Rusya olası barış anlaşması çerçevesinde, Ukrayna'ya ait Herson, Zaporijya, Donetsk ve Luhansk'tan Kiev güçlerinin çekilmesini istiyor. Bu bölgelerin bir kısmı halihazırda Moskova'nın kontrolünde.

Economist'in haberinde, Rusya'nın sözkonusu bölgeleri askeri harekatla ele geçirmesinin Mayıs 2028'i bulacağı, bu süreçte ciddi kayıplar verilebileceği savunulmuştu.

Diğer yandan Ukrayna ordusu, Donetsk'teki Siversk kentinden çekildiğini dün duyurdu.

Ukrayna Genelkurmay Başkanlığı'nın açıklamasında, askerlerin can güvenliği ve kaynakların korunması için geri çekilme kararı alındığı bildirildi.

New York Times'ın analizinde, Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinden önce yaklaşık 10 bin nüfusa sahip olan kentin, Donetsk bölgesinin savunmasında büyük rol oynadığına dikkat çekiliyor.

Şehrin kaybıyla Donetsk üzerindeki kontrolü zayıflayan Kiev'in müzakerelerde dezavantajlı konuma düşebileceği belirtiliyor.

Rusya ve Ukrayna arasındaki müzakerelerde Kiev yönetimi, Moskova'nın toprak tavizi taleplerini reddetmişti. ABD arabuluculuğunda yürütülen görüşmelerde Ukrayna, herhangi bir anlaşmayı kabul etmeden önce Batılı müttefiklerden güvenlik garantileri istiyor.

Independent Türkçe, Telegraph, New York Times


İsrailli teknoloji şirketleri, Gazze savaşına rağmen Avrupa’da gücünü artırıyor

Gazze savaşının patlak vermesiyle Fransa'da İsrail karşıtı protestolar düzenlemişti (AP)
Gazze savaşının patlak vermesiyle Fransa'da İsrail karşıtı protestolar düzenlemişti (AP)
TT

İsrailli teknoloji şirketleri, Gazze savaşına rağmen Avrupa’da gücünü artırıyor

Gazze savaşının patlak vermesiyle Fransa'da İsrail karşıtı protestolar düzenlemişti (AP)
Gazze savaşının patlak vermesiyle Fransa'da İsrail karşıtı protestolar düzenlemişti (AP)

İsrailli teknoloji şirketleri, Gazze savaşı sırasında Avrupa'daki işgücünü artırdı.

İsviçreli risk sermayesi fonu Planven ve Britanya merkezli danışmanlık şirketi KPMG'nin araştırmasında, İsrailli teknoloji firmalarının Avrupa'daki faaliyetlerini genişlettiği ve daha fazla çalışan istihdam ettiği belirtiliyor.

Avrupa Birliği'ne (AB) bağlı Avrupa İnovasyon ve Teknoloji Enstitüsü'nün İsrail'deki inovasyon merkezi IT Hub Israel de salı günü yayımlanan çalışmaya katkı sağladı.

Araştırmaya göre, Hamas'ın 7 Ekim 2023'teki Aksa Tufanı saldırısıyla  patlak veren Gazze savaşından bu yana İsrail teknoloji şirketlerinin Avrupa'daki istihdamı ortalama yüzde 5 arttı.

Ocak 2025 itibarıyla Avrupa'da faaliyet gösteren toplam 1686 İsrailli teknoloji şirketi, çalışan sayısını 32 bin 617'ye çıkardı. Bu sayı 2024'te 30 bin 936, 2023'teyse 29 bin 317'ydi.

Avrupa'da en fazla sayıda İsrailli teknoloji şirketine ev sahipliği yapan ülke Birleşik Krallık. Ülkede 704 İsrail teknoloji şirketi, 6 bin 724 çalışanıyla faaliyet gösteriyor.

415 şirket ve 2 bin 131 çalışanla Almanya ikinci, 312 şirket ve 2 bin 598 çalışanla da Ukrayna üçüncü sırada geliyor.

Fransa'da 279 teknoloji şirketinde 1750 kişi çalışırken, Polonya'da 257 firmada 1734 kişilik istihdam var. İspanya'da 356 şirket faaliyet gösterirken, bu firmalarda 1415 kişi çalışıyor.

Avrupa'da Gazze savaşı nedeniyle İsrail karşıtı görüşlerin artmasına rağmen firmaların istihdam kapasitesini geliştirdiği görülüyor.

Planven'den Elle Taitou Spruch, araştırma bulgularına ilişkin Times of Israel'e şunları söylüyor:

Veriler savaş gibi zor zamanlarda bile, Avrupa'dan çok fazla eleştiri aldığımız halde, uzun vadeli varlıklarını geliştiren İsrailli girişimlerin sürekli büyüdüğünü ortaya koyuyor. İnsanlar hâlâ yatırımlarını artırmayı tercih ediyor.

Avrupa Komisyonu, AB ve İsrail arasında 5,8 milyar euroluk ihracatı etkileyecek karşılıklı ticaret anlaşmasının askıya alınabileceğini eylülde duyurmuştu. Brüksel henüz bu yönde bir adım atmadı.

Birleşmiş Milletler de İsrail ordusunun Gazze'de soykırım yaptığını bildiren çalışmasını eylülde kamuoyuyla paylaşmıştı.

Independent Türkçe, Times of Israel, Guardian


Netanyahu yeni Trump’ı anlamaya çalışıyor

ABD Başkanı Donald Trump, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eşi Sara, 7 Temmuz 2025'te Beyaz Saray'ın güney girişinde sohbet ederken (DPA)
ABD Başkanı Donald Trump, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eşi Sara, 7 Temmuz 2025'te Beyaz Saray'ın güney girişinde sohbet ederken (DPA)
TT

Netanyahu yeni Trump’ı anlamaya çalışıyor

ABD Başkanı Donald Trump, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eşi Sara, 7 Temmuz 2025'te Beyaz Saray'ın güney girişinde sohbet ederken (DPA)
ABD Başkanı Donald Trump, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eşi Sara, 7 Temmuz 2025'te Beyaz Saray'ın güney girişinde sohbet ederken (DPA)

ABD-İsrail ilişkileri, bugün olduğu kadar çalkantılı bir dönem yaşamamıştı. Washington’un İsrail’e yönelik güvenlik, siyaset ve ekonomi alanlarındaki stratejik desteğine ve ABD Başkanı Donald Trump’ın İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’ya verdiği güçlü desteğe rağmen, Tel Aviv’de artan bir kaygı ve yanıtsız kalan çok sayıda soru dikkat çekiyor. Trump’ın, Netanyahu’nun yargılandığı yolsuzluk davalarının düşürülmesini talep eden tutumu dahi bu belirsizlikleri gidermiş değil.

Öne çıkan soruların başında Trump’ın kendisi geliyor: İlk başkanlık dönemindeki Trump ile bugünkü Trump aynı mı? ‘İsrail’in küçük bir devlet olduğu ve genişlemeye ihtiyaç duyduğu’ yönündeki yaklaşımlarından vazgeçti mi?

Trump yönetiminin Aralık 2025’in başında yayımladığı ve yönetimin stratejik hedeflerini ortaya koyan belgede, Filistin meselesinin yakın vadede çözülebilir olmadığı ifade edildi. Bu durum, Gazze Şeridi’nde savaşı durdurmayı ve Ortadoğu’da kapsamlı bir barış tesis etmeyi amaçlayan Trump planının rafa kaldırılabileceği anlamına mı geliyor? Eğer öyle değilse, Trump İsrail üzerinde bir uzlaşıyı dayatacak baskı uygulayabilir mi? İsrail’e verilecek desteğin sınırları nerede başlayıp nerede bitecek? Trump, görev süresi boyunca önümüzdeki on yıl için İsrail’e nasıl bir askerî ve ekonomik yardım anlaşması sunacak?

sdfrgt
ABD Başkanı Donald Trump, 13 Ekim 2025'te İsrail'i ziyareti sırasında Ben Gurion Uluslararası Havalimanı'nda parmağıyla İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’yu işaret ediyor. (Reuters)

Netanyahu’nun yakın çevresinde, ikili ilişkilerin sağlamlığına dair iyimser açıklamalara rağmen tablo net değil. Hatta kendisini ‘ABD meselelerinde İsrail’in en büyük uzmanı’ olarak gören Netanyahu’nun dahi Trump’ın gerçek tutumunu tam olarak kestiremediği, yeni Trump’ın kişiliğini anlamak için uzun saatler harcadığı ifade ediliyor.

Netanyahu uzun süre ABD'de yaşamıştı

Siyasi tarihe göre, bugüne kadar İsrail’i yöneten 13 başbakandan 8’i, ABD’de altı aydan uzun süre yaşamış durumda. ABD’de en uzun süre kalan başbakan 18 yıl ile Golda Meir olurken, onu 16 yıl ile Binyamin Netanyahu izliyor. Her iki lider de ABD’de uzun yıllar yaşamış olmaları sayesinde ABD’yi ‘içeriden en iyi tanıyan’ siyasetçiler olmakla övünüyordu.

Ancak İsrailli tarihçiler bu tabloyu tersinden okuyor. Gazeteci ve tarihçi Tani Goldstein, bazı çevrelerin Golda Meir ile Netanyahu’yu İsrail’in ABD ile ilişkilerinde en başarısız iki başbakan olarak gördüğünü belirtiyor. Goldstein’a göre, her iki lider de görev dönemlerinde iki ülke ilişkilerinde en fazla krize yol açan isimler olarak tarihe geçti.

Golda Meir, 1958 yılında İsrail Dışişleri Bakanı olduğu dönemde, ABD’nin Lübnan’daki anayasal kriz sırasında ülkeye müdahalesi esnasında, Başbakan David Ben-Gurion ile anlaşarak İsrail istihbarat servislerini Amerikan güçlerinin hizmetine sundu. Bu adım, Tel Aviv ile Washington arasındaki ilk güvenlik iş birliğinin temelini oluşturdu. Üç yıl sonra ise bir İsrail Başbakanı ile ABD Başkanı arasında ilk resmî görüşme gerçekleşti; o dönemde Beyaz Saray’da John F. Kennedy bulunuyordu. Ancak Meir’in kendisi, İsrail Başbakanı olduktan sonra, ilişkilerde ilk büyük krizi tetikleyen isim oldu.

1970’lerin başında ABD, Dışişleri Bakanı William Rogers’ın adıyla anılan bir İsrail-Arap barış planını gündeme getirdi. Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır’ın ölümünün ardından, Enver Sedat bu girişimleri güçlü biçimde canlandırmaya çalıştı ve barışa açık bir tutum sergiledi. ABD Başkanı Richard Nixon, Golda Meir’in kendisiyle stratejik bir ortak ve müttefik olarak hareket edeceğini, İsrail’e barışı getirecek bir anlaşmaya sıcak bakacağını düşünüyordu. Ancak Meir’in bu öneriyi reddetmesi, Nixon için büyük bir hayal kırıklığı oldu.

dfer
Eski ABD Başkanı Jimmy Carter, Eylül 1978'de Beyaz Saray'da İsrail Başbakanı Menachem Begin'in Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat'ı kucaklamasını alkışlıyor. (AFP)

1973 Savaşı sırasında İsrail ciddi bir güvenlik kriziyle karşı karşıya kaldığında ve Mısır ile Suriye ordularının ülkenin varlığını tehdit ettiğini hissettiğinde, ABD Başkanı Richard Nixon, Golda Meir’i affetti. Nixon, İsrail’e büyük çaplı silah sevkiyatları ve Amerikan Hava Kuvvetleri pilotları tarafından kullanılan savaş uçakları gönderdi; bu uçaklar Mısır ve Suriye’ye karşı yürütülen savaşta fiilen yer aldı.

ABD-İsrail ilişkileri konusunda uzman tarihçi Prof. Dr. Eli Lederhendler’e göre, Golda Meir’in ‘ABD’yi içeriden tanıdığı’ yönündeki iddiaları İsrail açısından olumsuz sonuçlar doğurdu. Lederhendler, Meir’in kendine aşırı güvenen bir tutum sergilediğini ve ABD’ye dair bilgisinin İsrail’in çıkarlarına ters yönde işlediğini savunuyor.

Binyamin Netanyahu da ABD’yi içeriden bildiği düşüncesiyle benzer bir özgüvene sahip. Ancak birçok gözlemciye göre Netanyahu, ülke yönetiminde bulunduğu yıllar boyunca, ABD-İsrail ilişkilerinde Golda Meir’i hem kriz sayısı hem de bu krizlerin derinliği bakımından geride bıraktı. Netanyahu, 2015 yılında İran’la nükleer anlaşmanın imzalanmasını engellemek amacıyla ABD Başkanı Barack Obama’ya karşı açık bir siyasi mücadele yürüttü.

Netanyahu, 7 Ekim 2023’te Hamas’ın saldırısının ardından İsrail’in yardımına koşan ve Gazze’de ateşkesi sağlamaya çalışan dönemin ABD Başkanı Joe Biden ile de ciddi bir kriz yaşadı; Biden’ın girişimlerini boşa çıkardı. İsrail başbakanlarının çoğu, ülkenin hem Demokratlar hem de Cumhuriyetçilerden destek alabilmesi için iki partiyle dengeli ilişkiler kurmaya çalışırken, Netanyahu ABD iç siyasetine müdahil olarak Cumhuriyetçi adayları destekledi ve Demokratlarla sorunlar yaşadı.

asdfrt
Gazze Şeridi sınırına yakın bir noktada konuşlanmış tankın kulesinin üzerinde duran İsrail askerleri (AFP)

Washington’daki Netanyahu karşıtları, İran nükleer anlaşmasının Trump’ın ilk başkanlık döneminde iptal edilmesinde Netanyahu’nun belirleyici rol oynadığını savunuyor. Netanyahu’nun, ABD’yi savaşa sürüklemek isteyen bir lider olarak anılmaya başlandığına dikkat çekiliyor. Nitekim son bir yıl içinde bu değerlendirme kısmen doğrulandı ve ABD, kısa süreli ve sınırlı olsa da İran’la bir savaşa girdi. Netanyahu’nun bununla yetinmediği, ABD Başkanı’nı İran’a karşı yeni bir askerî harekâta ya tamamen Amerikan ya da iki ülkenin ortak yürüteceği bir savaşa ikna etmeye çalıştığı ifade ediliyor.

İlişkinin gücü

İsrail ile ABD arasındaki ilişkilerin stratejik ve güçlü olduğu konusunda kuşku yok; bu durum Trump döneminde de geçerliliğini koruyor. Ancak değişen bir unsur var ve bu durum İsrail’de kaygı yaratması gereken bir gelişme olarak görülüyor. Nitekim Tel Aviv’de bu endişe şimdiden hissedilmeye başlandı.

ABD ile kurulan ittifakın sağlamlığı, İsrail’in Ortadoğu’da genel olarak Batı’nın, özel olarak da ABD’nin çıkarları için ilk savunma ve saldırı hattı olmayı kabul eden tek ülke olmasından kaynaklanıyor. NATO’nun eski komutanlarından ve ABD’nin eski dışişleri bakanlarından General Alexander Haig, İsrail’i ‘Amerikan askerleri sahaya inmeden savaş yürüten Ortadoğu’daki Amerikan uçak gemisi’ olarak tanımlamıştı. Almanya Şansölyesi Friedrich Merz de İsrail’in ‘Batı adına kirli işler yaptığını’ ifade etmişti.

İsrail’in bu denli güçlü destek görmesinin temelinde bu yaklaşım yatıyor. Geçtiğimiz on yıllarda ABD’nin İsrail’e sağladığı askerî yardımlar önemli ölçüde arttı. 1998 yılında yıllık yaklaşık 1,8 milyar dolar olan yardım miktarının, 2028 itibarıyla yıllık 3,8 milyar dolara ulaşması öngörülüyor.

tyu
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve Savunma Bakanı Yisrael Katz, ordu karargahında yaptıkları bir toplantı sırasında (İsrail hükümeti)

İsrail, önümüzdeki dönemde bu desteğin daha da artırılmasını talep ediyor. Bu rakamlara, Gazze savaşı sırasında ABD’nin sağladığı ve 22 milyar doları aşan destek dâhil değil. Haaretz gazetesinin 18 Aralık 2025 tarihli haberine göre, ABD son iki yılda savaş nedeniyle İsrail’e toplamda yaklaşık 32 milyar dolarlık yardımda bulundu. Gazete, Kongre Araştırma Servisi ve Washington’daki Brown Üniversitesi’ne dayandırdığı haberinde, Yemen ve İran’daki ABD askerî operasyonları gibi doğrudan maliyetlerin yanı sıra, Washington’un son iki yılda İsrail güvenlik kurumlarına 21,7 milyar dolar aktardığını yazdı. Buna ek olarak, ABD Temsilciler Meclisi 2025’in başında 26 milyar dolarlık özel bir askerî yardım paketini onayladı; bu paketin yaklaşık 4 milyar doları füze savunma sistemi kapsamında önleyici füzeler için, 1,2 milyar doları ise yeni lazer savunma sistemi Or Eitan için ayrıldı.

ABD-İsrail stratejik ittifakı, uzun yıllar boyunca iki ülkenin ‘ortak değerleri’ ve örtüşen çıkarları üzerine inşa edildi. Ancak Gazze savaşı, bu temellerde ciddi bir sarsıntıya yol açtı. Bu sarsıntı, Ortadoğu’da ‘gözde müttefikini’ sahiplenen bir süper gücün dayandığı dengeleri de derinden etkiledi.

Trump öngörülemez biri

Netanyahu, İsrail’in ABD’ye sunduğu stratejik hizmetin gücünün farkında ve bunu özellikle Obama ve Biden yönetimleri döneminde sert biçimde kullandı. Ancak Trump’ın Beyaz Saray’a dönüşü, denklemi Netanyahu ve hükümeti açısından sarsacak ölçüde değiştirdi ve onları temkinli adımlar atmaya zorladı. ABD’nin değişmekte olduğu gerçeği, Trump yönetiminin ilk yılında belirgin biçimde ortaya çıktı.

ABD Başkanı Donald Trump, alışılmışın dışında ve kararları öngörülemez bir lider olarak görülüyor. Bu durum, onunla muhatap olanların önceki başkanlara kıyasla daha fazla dikkatli davranmasını gerektiriyor. İsrail basınına göre bu yaklaşım, Başbakan Binyamin Netanyahu’da da kaygı yaratıyor. Netanyahu’nun, Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy’nin maruz kaldığı türden aleni eleştirilerle karşı karşıya kalmaktan çekindiği ifade ediliyor. Trump, İsrail’in stratejik öneminin farkında olsa da, değerlendirmeler onun hesaplarının yalnızca bu unsurla sınırlı olmadığını gösteriyor.

Trump, İsrail’in çıkarlarını İsraillilerden ve liderlerinden daha iyi bildiğine inanan liderler arasında yer alıyor. İsrail’in yürüttüğü ve bedelini İsraillilerin hayatlarıyla ödediği, ABD’ye ise tek bir asker kaybı yaşatmayan savaşları yüksek takdirle karşılıyor.

İsrail’de yapılan kamuoyu yoklamalarını yakından takip eden Trump’ın, 21 Aralık 2025’te Yahudi Halkı Araştırmaları Enstitüsü tarafından yayımlanan ve İsraillilerin yüzde 60’ının Trump’ın İsrail’in çıkarlarını önceleyen bir vizyonla hareket ettiğine inandığını ortaya koyan araştırmayı da dikkate aldığı belirtiliyor.

ABD kamuoyunda ise İsrail’e yönelik desteğin keskin biçimde azaldığına dikkat çekiliyor. Tel Aviv merkezli Ulusal Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü’nün (INSS) bir çalışmasında, ‘İsrail’in ABD’deki konumunda ciddi bir kriz yaşandığı ve bunun stratejik bir tehdide dönüşme riskinin bulunduğu’ değerlendirmesine yer verildi.

Aralık 2025’in başında yayımlanan ve Eldad Shavit ile Ted Sasson tarafından hazırlanan çalışmada, “İsrail’in ABD’deki konumu benzeri görülmemiş bir krize girmiş durumda. Geleneksel destek, Demokratlar arasında ve hatta Cumhuriyetçilerin bir bölümünde gözle görülür biçimde aşındı” değerlendirmesi yer aldı.

Anketler, İsrail’e yönelik kamuoyu tutumunun, savaş sırasındaki İsrail uygulamalarından ve Gazze Şeridi’ndeki insani durumdan doğrudan olumsuz etkilendiğini ortaya koyuyor. Özellikle liberal çevrelerdeki Yahudi toplumu içinde desteğin gerilediği, İsrail’e yönelik eleştirilerin arttığı gözleniyor. Bu eğilimin, İsrail’in siyasi ve askerî hareket serbestisini kısıtlayabileceği ve ülkenin güvenliği açısından gerçek bir tehdit oluşturabileceği belirtiliyor.

Trump’ın, tabanını korumak istemesi ve Netanyahu’nun yönetiminin planları önünde engel oluşturduğunu düşünmesi halinde, bu değişimleri görmezden gelmesinin mümkün olmadığı ifade ediliyor. Nitekim Trump daha önce, Netanyahu döneminde İsrail’in ABD dışında neredeyse hiç dostunun kalmadığını, İsrail’i destekleyen tek ülkenin kendisi olduğunu söylemiş ve Tel Aviv’in ABD’nin çıkar ve iradesini zedeleyecek adımlardan kaçınması gerektiğini vurgulamıştı.

ABD’nin Ortadoğu’daki çıkarlarında da önemli bir değişim yaşandığına dikkat çekiliyor. Bu değişimin en belirgin göstergesi, Trump’ın bölgedeki Arap liderlerle kurduğu yeni söylem olarak öne çıkıyor. Netanyahu’nun bu ‘yeni dili’ dikkatle dinlediği ve sınırlarını anlamaya çalıştığı belirtiliyor.

ABD Başkanı’nın görevdeki bir yılının ardından, Netanyahu’ya yakın çevrelerde hâlâ yeni Trump’ın kişiliğini çözmeye çalıştığı, ABD’ye dair edindiği bilgilerin artık güncellenmiş bir anlayış gerektirdiği değerlendirmesi yapılıyor.