ABD demokrasisini tehdit eden ‘gizli bir cumhuriyet’ mi var?

Ulusal Güvenlik Ajansı'nın, ABD’nin müttefiklerini gizlice gözetlemesi, onun yurtiçindeki ve yurtdışındaki rolünü ortaya koyuyor

ABD Ulusal Güvenlik Ajansı’nın merkezi (NSA’nın resmi internet sitesi)
ABD Ulusal Güvenlik Ajansı’nın merkezi (NSA’nın resmi internet sitesi)
TT

ABD demokrasisini tehdit eden ‘gizli bir cumhuriyet’ mi var?

ABD Ulusal Güvenlik Ajansı’nın merkezi (NSA’nın resmi internet sitesi)
ABD Ulusal Güvenlik Ajansı’nın merkezi (NSA’nın resmi internet sitesi)

İmil Emin
Danimarka Yayın Kurumu (DR), Mayıs ayı sonlarında ABD'nin dijital istihbarat kurumu Ulusal Güvenlik Ajansı'nın (NSA) yaptığı eski ve yeni casuslukları ortaya çıkardı. DR, NSA’nın Almanya, İsveç, Norveç ve Fransa'daki üst düzey politikacıları gizlice dinlediğini bildirdi. Hatta iş Almanya Başbakanı Angela Merkel’in telefonunun dinlenmesine kadar vardı.
Bu konudaki ilk skandal, eski ABD Başkanı Barack Obama’nın ikinci döneminin son yıllarında patlak vermişti. ABD Başkanı o dönem, konu hakkında hiçbir şey bilmiyor gibiydi. Bu, büyük ölçüde doğru olabilir, çünkü ABD’li istihbarat servisleri bugün birçok Amerikalının gözüne, ülke içindeki demokratik süreci yok edebilecek vahşi bir canavar gibi görünüyor ve ahtapot kollarını ABD’nin dışına uzatmak için sahip olduğu devasa bütçelerden yararlanıyor. Öyle ki, ABD’nin eski başkanlarından Dwight D. Eisenhower’ın Amerikan askeri sanayisinin tehlikeleri hakkındaki uyarıları (Eisenhower Doktrini), bu istihbarat servislerinin faaliyetlerinin yanında devede kulak kalıyor.
 Peki, neden Danimarka? Bunu kısaca şöyle özetleyebiliriz: Danimarka, ABD’nin müttefiki ve iki ülke yakın ilişkilere sahipler. Bu nedenle İsveç, Norveç, Almanya, Hollanda ve Birleşik Krallık'a uzanan denizaltı internet kabloları için birçok iniş istasyonuna ev sahipliği yapıyor.  Bu da, tabiri caizse siber uzayın sahne arkasında neler olup bittiğini bilmesini sağlayan modern bir anahtara sahip olduğu anlamına geliyor.
Peki, NSA nedir, kimdir ne iş yapar ve neden bu kadar gizlidir? Bu kurum gerçekten yurtiçinde Amerikalılar, yurtdışında ise düşmanlar ve müttefikler için özgürlük atmosferini yiyip bitirebilen ve mahremiyeti ihlal edebilen bir istihbarat canavarı haline mi geldi?

NSA hakkında
NSA’nın resmi adı National Security Agency’dir. Fakat birçok Amerikalı istihbarat analisti onu, çalışmalarının ciddiyeti ve gizliliği nedeniyle neredeyse var olmadığını, yani özellikle çalışmaları ajanlarının yurtdışındaki faaliyetlerine dayanan Amerikan Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) veya yurtiçinde Amerikalılar ve diğerleriyle yakın temas halinde çalışan ABD Federal Soruşturma Bürosu (FBI) gibi muadillerine kıyasla insanlar alemiyle ilgilenmediğinden varlığı olmayan bir ajans (No Such Agency) olarak görüyorlar. NSA, özellikle siber alemdeki bilgi ve verilerin izlenmesinden, toplanmasından ve işlenmesinden sorumlu olan kurumdur ve ABD hükümetinin iletişim ve bilgi sistemlerini bilgisayar korsanlığı (hacker) ve siber saldırılara karşı korumaktan sorumludur.
NSA, 11 Eylül 2001'e kadar hiç dikkat çekmedi. Fakat 11 Eylül terör saldırıları, NSA’nın özellikle insan unsurlarının giremediği site ve yerlerde, dünyanın her yerindeki iletişimlere kulak misafiri olma ve dijital ağlara nüfuz etmedeki rolünün önemine bir nebze ışık tuttu. Bu yüzden uzaydaki uyduları ve denizdeki denizaltı kablolarını yönetmesi konusu, ABD'yi bekleyen bilinmeyene karşı yürüttüğü savaşlarda kullandığı mekanizmaların başında gelmektedir.


Edward Snowden (Reuters)

Burada en şaşırtıcı nokta ise ajansın kuruluşunun çok eskiye, ABD Başkanı Harry Truman döneminde şimdiki adını aldığı 1952 yılına kadar uzamasıdır. Ajans aslında İkinci Dünya Savaşı sırasında kendi yolunu bulmuş ve savaş zamanlarında iletişim kodlarını, özellikle de Nazi rejiminin kodlarını deşifre etmekle görevlendirilmiştir.
Öte yandan geçtiğimiz günlerde NSA’nın ABD’nin Avrupalı ​​müttefiklerine karşı casusluk yapma skandalı ikinci kez patlak verdi. Ardından ABD'de NSA’nın meşruiyetine ilişkin tartışmalar yeniden başladı. Ajans daha önce Amerikalılar arasındaki Vietnam Savaşı karşıtı hareketin liderlerini gizlice gözetlemişti. Bu da NSA’nın vatandaşların özgürlüklerini ve mahremiyetini garanti eden ABD Anayasası’nı açıkça ihlal ettiği anlamına geliyordu.
Ancak, 11 Eylül 2001 günü çalkalanan ABD, güvenlik adına özgürlüklerin ihlal edilmesine çok fazla göz yumdu. Küreselleşmenin büyük babası olan ünlü Amerikalı yazar Thomas Friedman'ın ABD’nin henüz 12 Eylül'e geçemediğini söylemesine neden olan bu durum, Amerikan istihbarat servislerinin ülke içinde ve dışında zulmünü, karşısında neredeyse tamamen sessiz kalınan bir konu haline getirdi. Eski ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright ise ünlü kitabında ABD’nin bir ‘korku cumhuriyeti’ tarafından rehin alındığını ifade etti.

NSA ve Beş Gözler
Öyle görünüyor ki NSA’nın ABD Savunma Bakanlığı'nın (Pentagon) askeri bir şubesi olması gibi belirli bir özelliği var. Bu da onunla diğer Amerikan istihbarat servisleri arasında koordinasyon olsa bile çalışmalarında ve performansında bir miktar mahremiyete sahip olduğu anlamına geliyor. Ajansın gizli gözetleme çalışmalarının çoğu, Yeni Zelandalı ünlü gazeteci Nicky Hager’in de ünlü kitabında “Gizli kulaklar seni nasıl dinliyor?” dediği ve ayrıntılı olarak açıklanan, UKUSA olarak da bilinen dijital istihbarat ittifakı; Beş Gözler (Five Eyes) aracılığıyla gerçekleşiyor. İttifakta ABD, İngiltere, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda yer alıyor. Beş Gözler, NSA’nın neredeyse en uzun koludur.
NSA, ABD içinde ve dışında bir tartışma konusu haline geldiği 2014 baharına kadar, dokuz yıl boyunca General Keith B. Alexander tarafından yönetildi. General Alexander, görev süresi boyunca, ajansın büyütmek ve nüfuzunu artırmak için çok çalıştı. Amerikalı araştırmacı gazeteci James Bamford’a göre Alexander, bu zaman zarfında ABD tarihinin en etkili istihbarat şefi oldu.
ABD ulusal güvenlik meselelerinde uzmanlaşmış bir yazar ve gazeteci olan Shane Harris’in, Foreign Policy dergisinin ön sayfalarında yer alan ve derinlemesine bir analizin yapıldığı makalesine göre Alexander göreve geldiğinde NSA halihazırda bir ön bilgi canavarıydı, ama Alexander’ın yönetimi altında ajansın misyonunun kapsamı, yasal yetkilerin yanı sıra bu miktarda dijital bilgiyi toplamak ve saklamak konusunda ABD hükümetine bağlı hiçbir kurumun sahip olmadığı bir kapasitede öncüllerinin düşündüğünün ötesinde bir dereceye kadar genişledi.
Alexander'ın stratejisi açıktı; “Tüm verileri toplamam ve mümkün olduğu kadar uzun süre saklamam gerekiyor.”
Belki de Alexander'ın ajans ile ilgili sloganı; “Her şeyi topla”, NSA'nın temel amacını en iyi biçimde ifade ediyordu. Alexander, bu felsefeyi ilk kez 2005 yılında hayata geçirdi. Washington Post gazetesinin 2013 yılında yayınladığı bir habere göre ABD askeri istihbaratının sadece şüpheli isyancılar ve ABD güçlerine yönelik diğer tehditlerle sınırlı odak noktasından memnun olmayan NSA, Irak'ın işgaliyle ilgili iletişim bilgileri topluyordu.

Snowden ve kamuoyunun NSA’dan haberdar olması
Modern tarih konusunda uzman olan Alman tarihçi Wolfgang Krieger tarafından kaleme alınan “Geschichte der Geheimdienste: Von den Pharaonen bis zur NSA” (Firavunlardan NSA'ya Gizli Servislerin Tarihi) adlı kitapta, Edward Snowden’in 20 Mayıs 2013'te önceden edindiği çok gizli bilgi ve verileri sakladığı dört dizüstü bilgisayarla birlikte Hawaii'ye gitmek için Hong Kong'dan ayrıldığını, o sıra 29 yaşında olan Snowden’in, sırlarını Amerikalı gazeteci Glenn Greenwald ve belgesel yapımcısı Laura Poitras'a verdiği belirtiliyor.
İngiltere merkezli The Guardian gazetesi 6 Haziran 2013’te, NSA tarafından yürütülen casusluk faaliyetleriyle ilgili ilk haberi yayınladı. O tarihten bu yana basın kuruluşlarının çoğu bu casusluk faaliyetlerine atıfta bulunarak ‘NSA skandalından’ bahsediyor. Basın, skandalla ilgili haberleri parçalar halinde yayınladı. Bunun nedeni, Snowden'in yasadışı olarak ele geçirdiği NSA belgelerinin sırlarını ortaya çıkarmakta yavaş kalmasıydı.
Söz konusu belgelerin gerçekte ne kadar oldukları, içerdikleri bilgiler ve sırlar henüz gün yüzüne çıkmadı. Bazı spekülasyonlara göre NSA da kaç tane belgenin çalındığını bilmiyor.

Gizli servisler ve tüm dünyada internet ağlarının izlenmesi
NSA’nın Avrupalı ​​hükümet liderlerini ve belki de devlet başkanlarını gizlice gözetlemek amacıyla Danimarka istihbarat servisini kullandığına dair haberler, ajansın dünya çapında internet ağını daha önce eşi- benzeri görülmemiş bir şekilde izleyip izlemediğine dair, “NSA, tüm dünyada internet ağlarını izliyor mu?” sorusunu sormamıza neden oluyor.
Bir önceki soruyu tersten okumanın bizim için anlamlı olabileceğini düşünüyorum. Bu da soruyu şöyle sormama neden oluyor: “İnternet, NSA’nın tüm dünyaya kurduğu bir tuzak mıydı ve söylendiği gibi, Washington, dünyanın dört bir yanında karıncaların gezindiğini biliyor muydu?”
Bu sorunun cevabı için Snowden'in arkadaşı Amerikalı yazar Glenn Greenwald tarafından kaleme alınan “No Place to Hide: Edward Snowden, the NSA, and the U.S. Surveillance State” (Saklanacak Yer Yok: Edward Snowden, Ulusal Güvenlik Dairesi ve ABD Gözetleme Devleti) adlı kitaba başvurmamız gerekiyor.  Kitap, NSA'nın departmanlarında olağandışı bir şeffaflık olduğunu keşfediyor. Buna en iyi örnek, kitlesel, gizli bir gözetleme ajansı kurmanın gerçek amacı ile bağlantılı olarak, uluslararası internet standartları sorununu tartışan ajanstan bir grup yetkiliye sunulmak üzere hazırlanan rapordu. Raporun ‘Bilim ve Teknoloji alanında Ulusal İstihbarat Görevlisi’ olan yazarı kendini ‘bilim adamı ve iyi eğitimli bir bilgisayar korsanı’ olarak tanımlıyor.
Raporun “Ulusal çıkarların, Paranın ve Egonun Rolü” başlığı kaba ve heyecan verici görünüyor. Raporun yazarına göre bu üç faktör, ABD’yi küresel hegemonyayı sürdürmeye yönlendiren ana nedenleri oluşturuyor. Evet, para, ulusal çıkar ve egoyu bir araya getirdiğinizde dünya düzenini şekillendirmekten bahsedebiliyorsunuz. Zaten hangi ülke dünyayı kendisi için daha iyi bir yer haline getirmek istemez ki? Raporun yazarı, gerçek tehdidin ne olduğunu soruyor ve şu cevabı veriyor; “Dürüst olalım, Batı dünyası, özellikle ABD, yukarıdaki standartları belirleyerek nüfuz ve çok para kazandı.”
Yazar ayrıca ABD'nin günümüz internet ağını şekillendirmede ana oyuncu olduğunu, bunun teknoloji ile birlikte Amerikan kültürünün büyük ölçekli ihracatına yol açtığını ve Amerikan kurumlarının çok fazla para elde etmesini sağladığını söylüyor.
Gözetleme alanının kapsamı ve emelleri büyüdükçe, örneğin “NSA... Genel Bir Bakış” başlıklı bir rapordaki düşman listesi de büyüdü. Raporda NSA, ABD’nin karşı karşıya olduğu sözde tehditlerin sıralarken hackerlar, suçlular ve teröristlerden bahsediyor. Hatta tehditler arasında internet, kablosuz iletişim araçları, faks ve uydu gibi teknolojilerin bir listesini içerecek kadar ileri gidiyor.

Mahremiyetin ihlali ve demokrasinin yok edilmesi
NSA, ABD vatandaşlarının mahremiyetini ve özgürlüklerini ihlal etti mi?
Bu sorunun cevabı ise, ABD Senatosu İstihbarat Faaliyetleri Kapsamında Hükümet İcraatlarının İncelenmesi Komitesi (Church Komitesi olarak da biliniyor) Başkanı Senatör Frank Church’ın 1975 yılında yaptığı bir açıklamada yer alıyor. Church açıklamasında, “ABD hükümeti, radyo frekanslarıyla gönderilen mesajları izlememizi sağlayan bir teknoloji geliştirdi, ancak bu teknoloji her an Amerikan halkını hedef alabilir. Her Amerikalının, telefon konuşmaları ve telgrafları izlenebilecek ve hiçbir mahremiyetleri olmayacak. Fakat bu önemli değil. Zaten saklanacak hiçbir yer olmayacak” ifadelerini kullandı. Bu açıklama, Snowden krizinin veya Danimarka skandalının patlak vermesinden yaklaşık elli yıl önce yapıldı. NSA, yurtdışındaki misyonları öncesinde, Amerikalıların haklarını ihlal etmiş olabilir mi?
The Guardian gazetesinin haberi tüm dünyada yayınlandığında, dönemin ABD Başkanı ve Amerikan sisteminin dünyaya pazarlanması direktörü olarak kabul edilen Barack Obama kamuoyuna yaptığı açıklamada, NSA’nın faaliyetlerinin terörizmle mücadele etmek isteyen ABD’nin ulusal güvenliği için son derece önemli olduğunu belirtti. Obama, vatandaşların mahremiyetine yönelik herhangi bir ihlalin en düşük seviyede tutulacağını vurguladı.
Vatandaşların özgürlüklerini ve haklarını savunan bazı insan hakları kuruluşlarının ve bir grup parlamenterin, vatandaşların telefonlarına ve internet ağlarına sızarak bu kadar büyük miktarda bilgi ve veri toplanmasını şiddetle kınaması son derece doğal bir tepkiydi. O dönem Federal Yüksek Mahkeme’den iki yargıç, söz konusu istihbarat faaliyetlerinin yasallığından duydukları şüpheleri dile getirdiler.
New York Times gibi liberal basın kuruluşları, Edward Snowden'ı savundu. Şarku'l Avsat'ın Independent Arabia'dan aktardığı analize göre New York Times, Snowden’in NSA'nın ABD yasalarını ne ölçüde ihlal ettiğini ortaya çıkarmaktan biraz daha fazlasını yaptığına dikkati çekti.
Geleneksel olarak Beyaz Saray ve ABD başkanlığına yakın olan Washington Post gazetesi ise bir haberinde General Alexander'ın nasıl oldu da aktif bir savaş bölgesindeki yabancı insanlar için tasarlanmış kapsamlı bir gözetleme sistemini Amerikan vatandaşlarına uygulamayı düşündüğüne değindi. Haberde, “Alexander, Irak'ta yaptığı gibi, ABD içinde ve dışında iletişim kanallarından büyük miktarda ham bilgi toplamak ve depolamak için elde edebileceği araçlar, kaynaklar, yasal yetkiler ve her şey için sıkı bir lobi yaptı” ifadeleri yer aldı.
Alexander'ın abartılı bir gözetleme uzmanı olarak ünü iyi belgelenmişti. Foreign Policy dergisi, mutlak bir casusluk servisi kurmaya yönelik yasa dışı dürtüsü nedeniyle Alexander'ı “NSA kovboyu” olarak adlandırdı. Yasadışı telefon dinleme programını denetleyen ve saldırgan militarizmiyle nam salan CIA ve NSA’nın Bush dönemi direktörü Michael Hayden bile Alexander’ın bu dizginsiz yaklaşımı karşısında sık sık midesinde bir yanma hissediyordu.

ABD sivil özgürlükleri risk altında
NSA’nın ABD’nin müttefiklerini gözetlemesine ilişkin son skandalla birlikte ABD’de NSA’nın ülke içinde oynadığı ve oynamaya devam ettiği rolle ilgili ciddi endişeler taşıyan soru işaretleri ortaya çıktı. Amerikan Sivil Özgürlükler Birliği’nin (ACLU) 2011 yılında yayınladığı raporunda “Hükümetimizin bu günlerdeki çalışmalarının çoğu gizlice yürütülüyor” ifadesini okuyoruz. Washington Post yayınladığı bir haberde, “Bu çok gizli, ketum ve çok karmaşık olan karanlık dünya, Amerikan özgürlükleri için gerçek bir tehdit haline geldi. Hatta artık hiç kimse masraflarının ne kadara mal olduğunu, kaç kişiyi çalıştırdığını, kaç programı olduğunu veya aynı işi tam olarak kaç ajansın yaptığını bilmiyor” ifadelerine yer verdi.
Peki, NSA ortalama bir Amerikalı hakkında nasıl bir bilgi saklayabilir?
ACLU Hukuk Direktörü Yardımcısı Jameel Jaffer’a göre NSA’nın veritabanlarında ‘kişisel görüşler, tıbbi geçmiş, yakın ilişkiler ve çevrimiçi faaliyetler’ hakkındaki bilgiler yer alıyor. Ajans,  her ne kadar bu kişisel bilgilerin kötüye kullanılmayacağını iddia etse de, toplanan bu bilgilerin, NSA’nın geçmişte olduğu gibi ABD Başkanının talebi üzerine herhangi bir siyasi rakibini, gazeteciyi veya insan hakları aktivistini itibarsızlaştırmak için kullanmayacağını düşünmek saflık olur.

NSA, ABD’yi koruduğu kadar tehdit de ediyor mu?
NSA’nın çalışmaları hakkında bir ABD başkanının yaptığı son resmi açıklama, 17 Ocak 2014 tarihinde eski ABD Başkanı Barack Obama’nın Almanya Başbakanı Merkel'in telefonunun dinlenmesine kadar uzanan “Prism” (Prizma) skandalı sonrasında yaptığı açıklamaydı. Obama açıklamasında, NSA'da reform yapma veya ‘sınırlarını belirleme’ arzusu olduğunu açık ve net bir şekilde ortaya koymazken aksine, ABD’nin elektronik haberleşme alanındaki teknolojik üstünlüğünü güçlendirmeye devam edeceğini açıkça ifade etti. 
Big Brother (George Orwell tarafından kaleme alınan Bin Dokuz Yüz Seksen Dört adlı romanda yer alan kurgusal karakterlerden biri olan Büyük Birader) ABD fikri ve hiç bitmeyen Orwellciliği, Tanrı'nın dilediği ölçüde ABD’nin korunmasını garanti mi ediyor, yoksa dünyayı tehdit ettiği kadar kendisini de tehdit edebilecek Aşil’in topuğunu mu temsil ediyor?
Güvenlik uzmanı Bruce Schneier, ABD’de yayınlanan The Atlantic dergisinin Ocak 2014 sayısında, NSA’nın kapsamlı gözetim faaliyetlerinin sadece etkisiz değil, aynı zamanda son derece pahalı olduğunu belirtmiştir. Schneier’a göre internet protokolleri güvenilmez hale geldikçe, Amerikan teknik sistemlerinin saldırıya uğrama olasılığı da o kadar artıyor. Bu da sadece Amerikalıları değil, dünyanın geri kalanını da endişelendirmesi gereken bir yerel şiddet biçimidir.
Schneier dergide yer alan makalesinde, “İnterneti ve diğer iletişim teknolojilerini dinlemeyi ne kadar çok tercih edersek, dinlemeye karşı da o kadar az güvende oluruz. Bunun nedeni, NSA'nın kulak misafiri olabileceği dijital bir dünya ile ajansın dinlemesinin yasak olduğu dijital bir dünya arasında değil, tüm saldırganlara karşı savunmasız bir dijital dünya ile tüm kullanıcılar için güvenli bir dijital dünya arasında bir seçim yapıyor olmamızdır.
NSA’nın Norveç'teki rolüne ilişkin önümüzdeki günlerde ortaya çıkması beklenen detaylar dışında, ABD Başkan Yardımcısı Kamala Harris'in geçtiğimiz günlerde dünyanın kansız bir küresel savaşta olduğuna işaret ettiği, yaşadığımız dünyanın tehlikeleri hakkında bir tartışma da kaçınılmaz olarak yeniden gündeme gelecektir.
Belki de ABD’ye yönelik son siber saldırıları takip edenler, Washington'ın artık esir savaşlarında üstünlüğünün olmadığı sonucuna varacaktır. Belirli bir çatışma noktasında rasyonel dengelere sahip uluslararası güçler arasındaki çatışmanın, hacker grupları ve hükümetler ile devletler arasında asimetrik çatışmalara dönüşme olasılığı tüm insanlığı tehdit eden büyük bir felakettir. Bu felaketin ardından kaos, dünyanın efendisi olacaktır ve ne yazık ki, Allah’ın merhametine sığınmaktan başka bir çaremizin kalmayacağı bir sahneden uzak olduğumuzu düşünmüyorum.
*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.



Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier, Türkiye ziyaretini değerlendirdi

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier, Türkiye ziyaretini değerlendirdi

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

Almanya Cumhurbaşkanı Frank Walter Steinmeier, Orta Doğu'daki kalıcı barışın iki devletli çözümle mümkün olacağı konusunda Türkiye ile hemfikir olduklarını söyledi.

Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier, Türkiye'de 22-24 Nisan'daki temaslarını ziyareti takip eden Türk gazetecilere değerlendirdi.

Steinmeier, ülkesiyle Türkiye'nin Orta Doğu'daki çatışmalar konusunda farklı bakış açılarının bulunduğuna işaret ederek, "Ancak Türkiye ile Orta Doğu'daki kalıcı barışın iki devletli çözümle mümkün olacağı konusunda hemfikiriz." ifadesini kullandı.

Türkiye'deki temaslarını yapıcı olarak niteleyen Steinmeier, "Türkiye ziyaretimin her dakikası kıymetliydi." dedi.

Steinmeier, Türkiye ziyaretinin iki ülke ilişkileri açısından önemine değinerek, "Benim için diplomatik ilişkilerimizin başlamasının 100. yıl dönümünde Türkiye'ye gelmek çok önemliydi." değerlendirmesinde bulundu.

İki ülkenin NATO'da müttefik G20 üyeleri olduklarına dikkati çeken Steinmeier, "Türkiye-Almanya olarak birbirimiz için vazgeçilmeziz, birbirimize ihtiyacımız var." diye konuştu.

- "Almanya olarak depremzedeleri unutmayacağız"

Gaziantep'te 23 Nisan kutlamasına katıldığını ve ardından Nurdağı ilçesinde depremzedeler için kurulan konteyner kenti ziyaret ettiğini anlatan Steinmeier, buradaki temaslarının kendisini etkilediğini belirtti.

6 Şubat 2023'teki depremin Türkiye ve Suriye'de birçok can kaybına yol açtığını anımsatan Steinmeier, "Depremden bir yıl sonra bölgeyi ziyaret etmek, benim için de anlamlıydı. Hayatta kalan insanlar için çok hızlı bir şekilde barınma yerleri hazırlanmasını ve çocukların okullara gidebilmesinin sağlanmasını görmek sevindirici." değerlendirmesinde bulundu.

Bölgedeki yeniden inşa çalışmalarının "takdire şayan" olduğunu ifade eden Steinmeier, "Almanya olarak depremzedeleri unutmayacağız ve desteklemeye devam edeceğiz." dedi.

Alman lojistik şirketi DHL'nin İstanbul Havalimanı'ndaki merkezine gerçekleştirdiği ziyarete değinen Steinmeier, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüşmesinde bu ziyareti de ele aldıklarını söyledi.

Hızlı hava kargo taşımacılığı sektöründe bu merkezin model özelliği taşıdığını anlatan Steinmeier, Avrupa ülkeleri arasında AR-GE Merkezi kapsamında kurulan ilk Dijital Dönüşüm Ofisi'nin İstanbul'da bulunmasının da sevindirici olduğunu dile getirdi.

Steinmeier, Türk vatandaşları için vize kolaylığı ya da genel olarak vize işlemlerinde ne zaman ilerleme kaydedileceği yönündeki soru üzerine Türkiye'deki başkonsolosluk personelinin sayısının artırıldığı ve işlem süresinin kısaltılması ve daha hızlı randevu alınabilmesi için çalışmaların yürütüldüğü yanıtını verdi.

Steinmeier, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı Almanya'da düzenlenecek, Türk Milli Takımı'nın da mücadele edeceği EURO 2024'e beklediğini söyledi.


ABD'de Filistin destekçisi öğrenciler antisemitizmle suçlanırken ülkede İslamofobi artıyor

ABD'de Filistin destekçisi öğrenciler antisemitizmle suçlanırken ülkede İslamofobi artıyor
TT

ABD'de Filistin destekçisi öğrenciler antisemitizmle suçlanırken ülkede İslamofobi artıyor

ABD'de Filistin destekçisi öğrenciler antisemitizmle suçlanırken ülkede İslamofobi artıyor

ABD'nin New York kentindeki Columbia Üniversitesinde Filistin'e destek için başlayan öğrenci eylemleri ülkedeki diğer üniversitelere de yayılırken, İsrail yanlısı gruplar, bu protestoları "Yahudi düşmanlığı" şeklinde yaftalamaya çalışıyor.

Üniversite yönetimlerinin polis gücü ile eylemleri dağıtmak istemesi "ifade özgürlüğü" engellemeleri tartışmalarını, öğrencilere yöneltilen "antisemitizm" suçlaması da ülkede artışa geçen İslamofobik ve Filistin karşıtı vakaları tekrar gündeme getirdi.

Amerikan-İslam İlişkileri Konseyinin (CAIR) nisan başında yayımlanan raporuna göre, 2023'te bir önceki yıla göre Müslüman karşıtı olaylarda yüzde 56 artış görülmesi ve bunların yüzde 44'ünün 7 Ekim 2023'ten sonra kaydedilmesi ABD'de antisemitizmden ziyade Müslümanların daha fazla ön yargı ve ayrımcılığa uğradığına işaret olarak değerlendiriliyor.

CAIR New Jersey Ofisi İletişim Direktörü Dina Sayedahmad, soykırımla yargılanan İsrail'in Gazze saldırıları ile ABD'de artışa geçen Müslüman ve Filistin karşıtı nefret suçları vakalarına dair AA muhabirine değerlendirmelerde bulundu.

- "Bu, öğrencilerin ifade özgürlüğü haklarının doğrudan ihlalidir"

Sayedahmad, siyonist grupların, tarihsel olarak İsrail'i her eleştirdiklerinde Filistinli ve Müslüman öğrencilerle müttefiklerini susturmak için Yahudi düşmanlığıyla suçladığına dikkati çekerek, bugün de üniversitelerdeki öğrenci eylemlerine karşı aynı taktiğin kullanıldığını söyledi.

Bu söylemleri "samimiyetsiz" bularak "gerçek Yahudi düşmanlığı vakalarının soruşturulmasına zarar" verdiğini belirten Sayedahmad, "Devlet, meydana gelen gerçek Yahudi karşıtı olayları gerçekten araştıramıyor çünkü bu olaylar, sırf öğrenciler İsrail Devleti'ni eleştirdikleri ve Filistinlilerin özgürlük haklarını destekledikleri için Yahudi karşıtlığıyla ilgili asılsız suçlamalarla dolup taşıyor. Bu, öğrencilerin ifade özgürlüğü haklarının doğrudan ihlalidir." diye konuştu.

Sayedahmad, yerel siyasetçilerden Beyaz Saray'a kadar, üniversitelerde devam eden öğrenci eylemlerinin "antisemitik" olarak yaftalanmasının "çok endişe verici" olduğunu ifade ederek, şu değerlendirmeyi yaptı:

"Öte yandan, aynı zamanda ülke çapında Müslüman ve Filistin karşıtı bağnazlığın da keskin bir yükselişe geçtiğini görüyoruz. Burada, New Jersey'deki CAIR'de, 2023'ten 2024'e kadar Müslüman karşıtı vaka ve bağnazlıkta yüzde 200'ün üzerinde bir artışa tanık olduk. Bunun temel nedeni, kamu görevlilerinin Filistin ve Müslümanlar hakkındaki dengesiz, samimiyetsiz ve sahtekar açıklamalarından kaynaklanıyor."

Buna son örnek olarak New Jersey Rutgers Üniversitesi İslami Yaşam Merkezi'ne yapılan saldırıyı gösteren Sayedahmad, 7 Ekim'den bu yana, aynı kampüsteki Müslüman ve Filistinli öğrencilerden kendilerine 100'den fazla şikayet geldiğini söyledi.

Sayedahmad, Müslüman bağnazlığı konusunda yeterli önlem almayan Rutgers Üniversitesi yönetimi hakkında da sivil haklar organizasyonu olarak ABD Eğitim Bakanlığına şikayet dilekçesi gönderdiklerini kaydetti.

- "(İslamofobik) Olaylar ciddi oranda arttı"

Ramazan Bayramı'nda vandalizme uğrayan Rutgers Üniversitesi İslami Yaşam Merkezi'nin imamı Kaiser Aslam, merkezin, özellikle 7 Ekim'den bu yana başta Filistinli öğrenciler olmak üzere Filistin'i savunan herkesin evi haline geldiğini söyledi.

Aslam, "(İslami Yaşam Merkezi) Bu şekilde çok daha gözle görülür şekilde aktif oldu, işte o zaman merkezimize saldırı oldu. Yani bizim için bu, kampüs iklimi veya genel olarak Amerika'daki Filistin destekçisi eylem savunuculuğunun iklimi, sadece karalama kampanyalarının değil, bu durumda gerçek şiddetin de hedefi oldu. Yani bu onu temsil ediyor." dedi.

Kampüslerdeki genel atmosferde, öğrencilere yönelik İslamofobik olaylarda büyük artış yaşandığını vurgulayan Aslam, "Bu korku gerçek" diyerek ekimde Chicago'da bıçaklanarak öldürülen 6 yaşındaki Filistinli çocuk ile ocakta Vermont'ta Filistin kefiyesi kullandıkları için silahlı saldırıya uğrayan 3 üniversite öğrencisi olayını örnek gösterdi.

Aslam, "Öğrenciler elbette kampüsteki giydikleri kefiyelerle anma gecelerine gelmekle sanat setleriyle öğretilere ve kampüsteki protestolara katılmakla daha fazla dayanışma gösteriyorlar. Bunun sonucunda da bazen tükürüklenerek bazen belli isimlerle çağırılarak, bazıları tarafından araçlardan bağırılarak hedef alınıyor, bu (İslamofobik) olaylar ciddi oranda arttı." ifadelerini kullandı.

Kampüslerdeki Filistin'e destek hareketlerinin antisemitizm ile ilgisi olmadığını, bilakis antisemitizme karşı da mücadele ettiklerini belirten Aslam, "Ancak bu, İsrail Devleti'nin tekrar tekrar insan hakları ihlallerine yol açan politikalarını eleştirmeyeceğimiz anlamına da gelmiyor." diye konuştu.

Aslam, kampüslerdeki eylemler hakkında sözlerini şöyle sürdürdü:

"Bunlar Yahudi halkına karşı protestolar değil. Aslında bu protestolara destek veren çok sayıda Yahudi öğrenci, öğretim üyesi var çünkü onlar da Gazze'de ve yurt dışında bu kadar acıya yol açan politikaları eleştiriyorlar. Antisemitizm gerçekten var olduğu için Amerika'da antisemitizm olduğunu düşünenleri çok iyi anlıyorum. Bu çok gerçek bir şey. Ama Filistin'i, soykırımın durdurulmasını savunanları antisemitizm olarak adlandırmak aslında antisemitizm terimini ucuzlatıyor."

- "Burada gerginlikler her zaman vardı"

Rutgers Üniversitesi Müslüman Öğrenciler Birliği'nden Auzan Amjad, Müslüman öğrenciler olarak antisemitizm nefretine her zaman karşı olduklarını vurgulayarak, diğer yandan, kampüsteki Müslüman öğrencilerin 7 Ekim'den önce bile kendilerini güvende hissetmediklerine dikkati çekti.

Amjad, "Burada gerginlikler her zaman vardı. Ne yazık ki devam eden protestolar ve buna benzer olaylar nedeniyle İslamofobi bu kampüsün doğal bir parçası haline geldi." dedi.

Adının Sümeyye olduğunu söyleyen ve güvenlik endişesiyle yüzünün görünmesini istemeyen Filistin kökenli Müslüman öğrenci, kampüslerde İslamofobinin arttığını belirtti.

Sümeyye, "Kampüste sadece arkadaşları ile yürüyen hiçbir şey yapmayan insanlara bağırılıyor, onlar hakarete uğruyor. Bunların hepsi (İslamofobiye) biriken örnekler ve Rutgers Üniversitesi yönetiminden herhangi bir yanıt alamadık." diye konuştu.

- ABD'deki üniversitelerde Filistin protestoları

Columbia Üniversitesinde Filistin destekçisi öğrenciler, okulun, Gazze'deki soykırımı ve Filistin işgalini destekleyen şirketlere devam eden finansal yatırımlarını protesto amacıyla kampüsün bahçesinde oturma eylemi başlatmıştı.

Üniversite yönetiminin talebiyle polis, 108 öğrenciyi gözaltına almış, okul yönetimi de eyleme karışan 80 civarında öğrenciye okuldan uzaklaştırma cezası vermişti.

Columbia Üniversitesindeki Filistin destekçisi gösteriler, New York Üniversitesi (NYU), Yale Üniversitesi, Massachusetts Teknoloji Ensititüsü (MIT), Tufts Üniversitesi, The New School ve Kuzey Carolina Üniversitesi gibi ABD'nin diğer önde gelen yükseköğrenim kurumlarına da yayılmıştı.

Öte yandan, İsrail yanlısı siyasetçi ve gruplar, ABD'deki öğrenci eylemleriyle "Yahudi düşmanlığı" yapıldığını öne sürerek, protestoların dağıtılması için Ulusal Muhafız birliklerinin kullanılması çağrısında bulunmuştu.

ABD'nin New Jersey eyaletindeki Rutgers Üniversitesi İslami Yaşam Merkezi'ne Ramazan Bayramı'nda yapılan saldırı da Müslüman öğrencileri ve toplum üyelerini endişelendirmiş, antisemitizm iddiaları sürerken bununla ABD'deki İslamofobi vakalarındaki artışa tekrar dikkat çekilmişti.


Yeni Zelanda Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Peters: Gazze'de şimdi barış istiyoruz

Fotoğraf: Hakan Nural / AA
Fotoğraf: Hakan Nural / AA
TT

Yeni Zelanda Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Peters: Gazze'de şimdi barış istiyoruz

Fotoğraf: Hakan Nural / AA
Fotoğraf: Hakan Nural / AA

Yeni Zelanda Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Winston Peters, Gazze Şeridi'ndeki durumu "felaket" olarak nitelendirerek, "Kalıcı barış, mümkün olan en hızlı şekilde iki devletli çözüm istiyoruz. Gazze'de şimdi barış istiyoruz. Bu felakete bakmayı, beklemeyi ve hiçbir şey yapmamayı göze alamayız." dedi.

Çanakkale'de Anzak Günü törenlerine katılan Peters, kaldığı otelde AA muhabirine açıklamalarda bulundu.

Çanakkale Kara Muharebeleri'nin olduğu dönemde neredeyse bütün Yeni Zelandalı ailelerin savaştan olumsuz etkilendiğini belirten Peters, Birinci Dünya Savaşı'nda yaşanan bu "felaketin" hafızalarında yer ettiğini söyledi.

Peters, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün 1934'te Anzak askerleri ve annelerine hitaben yazdığı mektuptaki, "Sizler, Mehmetçikler ile yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar, gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız, bizim bağrımızdadır, huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır." şeklindeki ifadelerini anımsatarak, Atatürk'ün bu konuda gösterdiği büyüklüğü her yıl Anzak Günü'nde andıklarını dile getirdi.

- Ekonomik alanda gelişen ilişkiler

Türkiye ile Yeni Zelanda arasındaki ikili ilişkilerin geliştiğini vurgulayan Peters, "Türkiye'de deprem onarımı, deprem önleme çalışmaları gibi pek çok şey yapıyoruz. Yeni Zelanda, o konuda oldukça gelişmiş durumda. Bu anlamda pek çok çalışma yapıyoruz." ifadelerini kullandı.

Peters, Türkiye'de denizcilik sektöründe de çalışmalar yürüttüklerine işaret ederek, "İşimiz, genişletilmiş ekonomik ilişkilere sahip olmak için her fırsatı değerlendirmek. Türkiye ile kültürel ve siyasi ilişkilerimiz de var. Bundan dolayı burada çok vakit geçiriyoruz." diye konuştu.

- "Gazze'de barış" çağrısı

İsrail'in Gazze'ye saldırıları sonucu 14 binden fazla çocuğun yaşamını yitirmesini kınayıp kınamadığı sorusuna Peters, "Biz, her türlü saldırıyı kınıyoruz." yanıtını verdi.

Peters, Hamas'ın silahlı kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları'nın 7 Ekim 2023'teki kapsamlı saldırısını "terörizm" olarak gördüğünü söyledi.

Gazze'de yaşananları "felaket" olarak nitelendirdiğini ve bu felakete karşı olduklarını vurgulayan Peters, "Kalıcı barış, mümkün olan en hızlı şekilde iki devletli çözüm istiyoruz. Gazze'de şimdi barış istiyoruz. Bu felakete bakmayı, beklemeyi ve hiçbir şey yapmamayı göze alamayız." dedi.

Peters, barışı teşvik etmek için ellerinden geleni yaptıklarının altını çizerek, "İnsani bakımdan, insani felaketin yaşandığı bu yerlerden bu kadar uzakta olmamıza rağmen yardım edebildiğimizden emin olmak için önemli bir çaba harcıyoruz." ifadelerini kullandı.

Çocukların katledilmesini ahlaksızca görüp görmediğine ilişkin soru üzerine Peters, bu konuda cinsiyet ve yaş ayrımı yapmadığını, herhangi birinin öldürülmesini ahlaksızca gördüğünü söyledi.


Karabağ'daki Türk-Rus Ortak Merkezi görevini tamamladı

Fotoğraf: Resul Rehimov / AA
Fotoğraf: Resul Rehimov / AA
TT

Karabağ'daki Türk-Rus Ortak Merkezi görevini tamamladı

Fotoğraf: Resul Rehimov / AA
Fotoğraf: Resul Rehimov / AA

2. Karabağ Savaşı'nın ardından Karabağ'da ateşkesin kontrolü ve ihlallerin önlenmesi maksadıyla Azerbaycan'ın Ağdam bölgesinde oluşturulan Türk-Rus Ortak Merkezi görevini tamamladı.

Merkezin görevini tamamlaması dolayısıyla düzenlenen törene Azerbaycan Genelkurmay Başkanı Korgeneral Kerim Veliyev, Rusya Genelkurmay Başkan Yardımcısı Korgeneral Sergey İstrakov, Türk Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı Korgeneral Levent Ergün, Azerbaycan Görev Grup Komutanı Korgeneral Bahtiyar Ersay, Rus Barış Gücü Komutanı Tümgeneral Kiril Kulakov, Türkiye'nin Bakü Büyükelçisi Cahit Bağcı ve Rusya'nın Bakü Büyükelçisi Mihail Yevdokimov katıldı.

Azerbaycan Genelkurmay Başkanı Korgeneral Veliyev, törende yaptığı konuşmada, Türk-Rus Ortak Merkezi'nin barış için büyük katkılarda bulunduğunu söyledi.

Veliyev, Türk-Rus Ortak Merkezi'nde görev yapan asker ve subaylara teşekkür etti.

Azerbaycan'ın Karabağ'da egemenliğini tam sağladığını, Ermenistan ordusunun bölgeden çıkartıldığını hatırlatan Veliyev, bu nedenle Türk-Rus Ortak Merkezi'nin görevinin de tamamlandığını kaydetti.

Rusya Genelkurmay Başkan Yardımcısı Korgeneral İstrakov, Türk-Rus Ortak Merkezi'nin üç ülkenin başarılı işbirliğinin örneği olduğunu belirtti.

İstrakov, merkezde görev yapan Rus ve Türk askerlerin bölgede ateşkesin sağlanması ve kontrolü için güvenli sistem kurduğunu anlattı.

Tüm görevlerin Rus ve Türk askerlerce dostane şekilde yerine getirildiğini vurgulayan İstrakov, bölgedeki Rus Barış Gücü'nün görevinin de tamamlandığını aktardı.

- "Türk ve Rus askerleri görevlerini başarıyla yerine getirdi"

Türk Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı Korgeneral Ergün, merkezde Türk ve Rus askerlerin karşılıklı saygı ve dayanışma anlayışıyla görevlerini başarıyla yerine getirdiklerini belirtti.

Ergün, merkezde bugüne kadar 331 toplantı icra edildiğini bildirerek, Türk ve Rus askerlerin birlikte ve eşgüdüm halinde çalışılabileceğinin en güzel örneğini sergilediklerini ifade etti.

Türk-Rus Ortak Merkezi'nin, Azerbaycan'ın toprak bütünlüğü sağlanana kadar ateşkesin gözlemlenmesi sürecinin sorunsuz olarak gerçekleşmesini sağladığını belirten Ergün, Türkiye ve Rusya'nın bölgesel barış ve istikrarı sağlamadaki kararlılığının dünya kamuoyunca da takdirle takip edildiğini söyledi.

Ergün, Türk-Rus Ortak Merkezi'nde görev yapan tüm askerlere teşekkür etti.

Konuşmaların ardından gönderden indirilen Türk ve Rus bayrakları, merkezin Türk ve Rus komutanlarına teslim edildi.

Karşılıklı hediyelerin takdim edildiği tören, Azerbaycanlı sanatçıların müzik ve dans gösterileriyle sona erdi.

- Türk-Rus Ortak Merkezi hakkında

Azerbaycan'ın işgal altındaki topraklarını kurtardığı 2. Karabağ Savaşı, 10 Kasım 2020'de Rusya, Azerbaycan ve Ermenistan arasında imzalanan üçlü bildiri ile sona ermişti.

Bildiride, tarafların ateşkese uyması denetiminin verimliliğinin artırılması amacıyla gözlem merkezi oluşturulması kararlaştırılmıştı.

Türk-Rus Ortak Merkezi'ne ilişkin mutabakat zaptı, dönemin Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ile Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu arasında 11 Kasım 2020'de imzalanmıştı.

Ağdam'ın Merzili köyü yakınlarında oluşturulan merkezin açılışı, Azerbaycan Savunma Bakanı Zakir Hasanov'un katılımıyla 30 Ocak 2021'de yapılmıştı.

4 hektar alana kurulu, 65 prefabrik yaşam ve hizmet alanının yer aldığı merkezde İHA personeli de dahil 60 Türk, 60 Rus askeri görev yapıyordu.

Merkezde görevli askerler bölgeden İHA'larla alınan görüntüleri birlikte izliyor, ateşkese uyulup uyulmadığını gözlemliyordu.


Çernobil nükleer felaketi, 38. yılında Rusya-Ukrayna Savaşı'nın gölgesinde hatırlanıyor

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

Çernobil nükleer felaketi, 38. yılında Rusya-Ukrayna Savaşı'nın gölgesinde hatırlanıyor

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

Çernobil Nükleer Santrali’nde meydana gelen dünyanın en büyük nükleer faciası, 38. yılında Rusya-Ukrayna Savaşı'nın gölgesinde sonuçlarıyla hatırlanıyor.

Ukrayna’nın başkenti Kiev'e 110 kilometre uzaklıktaki santralde 26 Nisan 1986'da yaşanan kaza, hafızalardaki yerini korurken sonuçları, uluslararası gündemde yer tutmaya devam ediyor.

Çernobil Nükleer Santrali, Sovyet biliminin en büyük başarılarından biri olarak nitelendiriliyordu. O tarihteki patlama, 1 saat 24 dakika süren güvenlik testinin kontrolden çıkması üzerine 4. reaktörde meydana geldi. Patlamada 2 bin tonluk çatı havaya uçtu ve 8 tonluk radyoaktif yakıt atmosfere karıştı. Reaktördeki yangını söndüren itfaiyecilerden 31’i yüksek radyasyona maruz kalarak olay yerinde hayatını kaybetti.

Yıkılan reaktör, öldürücü radyasyon yaymaya devam ederken Sovyet yetkilileri, olayı gizlemek için ellerinden gelen her şeyi yaptı.

Çernobil Nükleer Santrali'nde çalışan işçilerle ailelerinin yaşadığı Pripyat şehrinin tahliyesi için gizli hazırlık yapılmış, tahliyeye ancak ertesi gün öğleden sonra başlanabilmişti. Üç saat içinde Pripyat, hayalet şehre dönmüş, sonraki günler helikopterlerle patlayan reaktörün üstüne binlerce ton kimyasal malzeme atılmıştı.

Patlama sonrası çıkan zehirli bulut, Ukrayna ve Belarus başta olmak üzere Rusya ve Avrupa’nın bir kısmını etkiledi. Zehirli bulutlar, on gün sonra da ABD, Kanada ve hatta Japonya’ya kadar ulaştı.

- 5 milyon kişi radyasyon riski olan yerlerde yaşıyor

Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, felaketin gerçekleştiği 30 kilometrelik bölgede yaşayan, çalışan, güvenlik hizmetleri yapan, tasfiye ve temizleme işlemlerine katılan 600 bin kişi, yüksek dozda radyasyona maruz kaldı. Ukrayna, Belarus ve Rusya’da yaklaşık 5 milyon kişi radyasyon riski bulunan bölgelerde yaşamayı sürdürüyor.

Felaketin ardından bölgedeki ülkelerde lösemi ve tiroit kanserinin de aralarında olduğu kanser türleri, katarakt ve bebeklerde doğuştan patolojik rahatsızlık oranları arttı. Psikolojik rahatsızlıkların yanı sıra sosyal ilişkilerde dışlanmalar nedeniyle sıkıntılar ortaya çıktı. Yüksek düzeyde radyasyona maruz kalan 120 bin kişi kanserden ölme riskiyle karşı karşıya kaldı.

Felaketin sonucu, Türkiye’de de tartışma konusu olmuş, dönemin Sanayi ve Ticaret Bakanı Cahit Aral, çayda radyasyon olduğu iddialarını yalanlamak amacıyla kameralar önünde çay içerek poz vermişti.

- 4. reaktörün üstü özel çelik çadırla kapandı

Çernobil’deki patlamanın üzerinden onlarca yıl geçmesine rağmen felaketin izlerini silme çalışmaları hala sürüyor.

Santraldeki patlamanın olduğu ve radyasyon yayma riski devam eden 4. reaktör binasının üzeri özel çelik çadırla tamamen kapatıldı.

Üzeri betonla kapatılan reaktördeki riski sıfıra indirmek için kemer şeklinde özel çelik çadır inşa edildi. Çadır, Kasım 2016’da reaktör blokunun üzerine doğru kaydırıldı ve reaktör tamamen izole edildi. Çalışmalar, Avrupa Birliği'ne üye ülkeler ile Türkiye’nin de dahil olduğu 44 ülkenin desteğiyle finanse edildi.

Çernobil Nükleer Santrali yetkililerine göre, binalardaki radyoaktif yakıtlar temizlendi ve risk etkisi on bin kat daha azaltıldı. Kazadan sonra santraldeki durum stabil hale getirildi, tesislerin izolasyonu, tasfiyesi ve rehabilitesi için çalışmalar ise devam ediyor. Çalışmaların ancak uluslararası katılımla sonuçlandırılabileceğine işaret edilerek insanların Çernobil çevresindeki bölgenin sadece yüzde 60’ına ancak 60 yıl sonra dönebileceği belirtiliyor. İzolasyon, tasfiye ve rehabilitasyon çalışmaları tamamlansa bile bölgenin yüzde 40’ında yerleşim hiçbir zaman mümkün olmayacak.

Ukrayna Parlamentosunun aldığı karara göre Çernobil Nükleer Santrali, 2065 yılına kadar tamamen ortadan kaldırılacak. Programa göre, 2010-2013 yıllarındaki ilk etapta nükleer yakıt, santrallerden depolara taşındı.

2013-2022 yıllarındaki ikinci etapta reaktörler muhafaza altına alındı ve kazanın meydana geldiği reaktör izole edildi.

2022-2045 yıllarını kapsayan üçüncü etapta uzmanlar, izolasyon sonrası radyasyonun azalmasını gözlemleyecek. 2045-2065 yıllarındaki son etapta ise santralin sökülmesi ve temizlik işlemi gerçekleştirilecek.

- Sovyet yönetimine sorumsuzluk eleştirisi

Hiroşima’da atılan atom bombasından daha tehlikeli olarak nitelendirilen felaketin ardından Sovyetler Birliği yönetiminin gösterdiği sorumsuzluk, eleştiri konusu olmaya devam ediyor.

Sovyetler Birliği yönetimi, küresel felakete neden olan kaza hakkında ilk günlerde kendi halkına dahi bilgi vermemişti.

Batılı ülkeler, İsveç’teki nükleer santralde çalışan uzmanların, Sovyetler Birliği topraklarından nükleer bulutun geldiğini belirlemesiyle kazanın farkına varmış ve Sovyet yönetimine bilgi vermesi için baskı yapmıştı.

Acil toplantı yapan Sovyet yönetimi, önce kendisine ideolojik olarak yakın devletleri bilgilendirmeyi, Batılı ülkelere ise sadece yerel bir kazanın meydana geldiğini söylemeyi kararlaştırmıştı. Dünya basını felaketi duyurmuş, Sovyet basını ise adeta yok saymıştı.

Sovyetler Birliği genelinde olduğu gibi Kiev'de de halk, 1 Mayıs 1986’da her şeyden habersiz İşçi Bayramı'nı kutlamak için sokaklara dökülmüştü. Sağlık görevlileri, iki hafta boyunca kazayla ilgili kimseye bilgi vermemişti. Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı, ancak iki hafta sonra halka pencerelerini kapatması ve ayaklarını silmeden eve girmemeleri konusunda tavsiyede bulunmuştu. Bu yetersiz açıklama, halk arasında daha da çok panik yaşanmasına neden olmuştu.

SSCB Sağlık Bakanlığı, 27 Haziran 1986’da “Çernobil Kazası'nın ardından tasfiye işlerinin gizlilik içinde yapılmasına” yönelik karar çıkararak felaket sonucu hastalananların tedavisi ve radyasyona maruz kalanlarla ilgili bilgilerin gizlenmesini istemişti. Milyonlarca kişi, radyasyondan etkilenerek hasta olmuştu. Sovyetler Birliği, bu gizlilik ve gerçekleri örtme politikasıyla gelecek nesilleri bile etkileyecek sağlık trajedisine imza atmıştı.

- Rus ordusu, Çernobil üzerinden Ukrayna’ya girdi

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in 24 Şubat 2022’de Ukrayna’ya başlattığı savaşta Rus ordusunun ilk eylemlerinden birisi Belarus sınırından geçerek Kiev’in kuzeyinden kuşatma başlatması oldu.

Rus birlikleri, Kiev’i kuşatmadan önce Çernobil Nükleer Santrali’nin kontrolünü ele geçirdi. Çatışma yaşanmadan santral bölgesindeki kontrolü eline alan Rusya, Ukraynalı askerlerle santralde güvenliği sağladıklarını duyurdu.

Rusya, Ukraynalı milliyetçi güçlerin santralde provokasyon yapabileceği iddiasında bulundu. Ukrayna da santralde Rus güçlerinin nükleer felakete yol açabilecek eylemde bulunabileceği suçlamasını ortaya attı.

Başta bölgedeki ülkelerde olmak üzere dünya kamuoyunda bu iddialar endişe yarattı.

Ukrayna, 9 Mart 2022’de Çernobil Nükleer Santrali ve oradaki tüm nükleer tesisleri besleyen tek elektrik şebekesinin hasar gördüğünü açıkladı ve arızanın giderilmesi için Rusya’dan acilen ateşkes talep etti.

Soğutma sisteminin çalışmama riskiyle karşı karşıya kalan santralde sadece 48 saatlik kapasiteye sahip yedek jeneratörler devreye girdi.

Çok geçmeden Rusya Enerji Bakanlığı, Belarus üzerinden santrale yeniden elektrik verildiğini açıkladı. Ukrayna Enerji Bakanlığı da tamir çalışmalarının sona erdiğini bildirdi.

Rusya ile Ukrayna arasında İstanbul’da yapılan ateşkes müzakereleri sonrasında 30 Mart 2022’de Rusya Savunma Bakanlığı, Kiev yönünden birliklerini çekme kararı aldı.

Bu karar sonrasında Çernobil Nükleer Santrali’ndeki Rus askerleri de çekildi. Rusya Savunma Bakanlığı, Rus askerlerinin santrali Ukraynalı yetkililere teslim-tesellüm belgesiyle bıraktığını açıkladı.

- Avrupa'nın en büyük nükleer santralinde Çernobil tehlikesi yaşanıyor

Çernobil’de bunlar yaşanırken 4 Mart 2022'de Ukrayna’nın güneydoğusundaki Avrupa’nın en büyük santrali Zaporijya Nükleer Santrali sahası Rus ordusunun kontrolüne geçti. Sahaya zaman zaman insansız hava araçları ve top atışlarıyla saldırılar yapıldı. Ukrayna ve Rusya, saldırılar konusunda birbirini suçluyor.

Rusya'nın kontrolündeki santrale 7 Nisan’da, Kasım 2022'den sonra ilk kez saldırı düzenlendi. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) Başkanı Rafael Mariano Grossi, ana reaktörü çevreleyen yapıların doğrudan en az 3 kez saldırıya uğradığını belirterek, "olası bir nükleer kaza yaşanma riskinin ciddi oranda arttığını" ifade etti.


ABD Dışişleri Bakanlığı Orta Doğu Sözcüsü Rharrit, ülkesinin Gazze politikasına tepki olarak istifa etti

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

ABD Dışişleri Bakanlığı Orta Doğu Sözcüsü Rharrit, ülkesinin Gazze politikasına tepki olarak istifa etti

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

ABD Dışişleri Bakanlığında Ağustos 2022'den bu yana Orta Doğu ve Kuzey Afrika Sözcüsü olan Hala Rharrit, ülkesinin Gazze politikasına tepki göstererek görevini bıraktı.

Al Arabiya'nın haberine göre, Rharrit, LinkedIn hesabından paylaştığı iletide, ABD Dışişleri Bakanlığı bünyesinde 18 yıldır çalıştığını belirterek, "ABD'nin Gazze politikasına karşı çıkarak nisanda istifa ettim. Silahlar değil diplomasi. Barışın ve birliğin gücü olun." ifadelerini kullandı.

Dışişleri Bakanlığı Sözcü Yardımcısı Vedant Patel, Rharrit'in istifasına dair haberleri gördüğünü ancak kişisel bir mesele hakkında konuşmayacağını belirtti.

- Bakanlıkta 2005'ten bu yana görev yapıyordu

ABD Dışişleri Bakanlığı bünyesinde 2005'ten bu yana görev yapan Rharrit, Ağustos 2022'den bu yana Orta Doğu ve Kuzey Afrika Sözcülüğünü yürütüyordu.

Rharrit, İsrail'in Gazze saldırılarını başlattığı 7 Ekim 2023'ten bu yana ülkesinin politikalarını protesto amacıyla istifa eden üçüncü ABD Dışişleri Bakanlığı çalışanı oldu.


Kanada'da kefiye takan milletvekilinin meclis oturumundan çıkması istendi

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

Kanada'da kefiye takan milletvekilinin meclis oturumundan çıkması istendi

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

Kanada'nın Ontario Eyaleti meclis üyelerinden Sarah Jama'nın, Filistin ile dayanışma amacıyla giydiği kefiye nedeniyle meclis oturumundan çıkması istenirken, komisyon çalışmalarına katılmasına da izin verilmedi.

Yerel medyadaki haberlere göre, Ontario Eyalet Meclisi Başkanı Ted Arnott, kefiye takan milletvekili Sarah Jama'dan parlamentoyu terk etmesini istedi.

Ancak Jama meclisten çıkmayı reddetti.

Bunun üzerine Arnott, Jama'nın herhangi bir konuyla ilgili oy veremeyeceğini ve komite çalışmalarına katılamayacağını belirtti.

Arnott gazetecilerin, Jama'yı neden meclisten çıkarmadığına ilişkin sorusuna da "Tek yol onu fiziki olarak çıkarmaktı ve ben buna hazır değildim." yanıtını verdi.

- Arnott'un eylemine tepki

Kanada Müslümanları Ulusal Konseyinden yapılan açıklamada, Arnott'un Jama'ya yönelik eylemi kınandı.

Açıklamada, bugünün Ontario tarihinde utanç verici bir gün olduğu belirtilerek, "Bu, Filistin karşıtı ırkçılık. Kefiye, Filistin'in kültürel kimliğinin bir sembolü. Yasak, Ontario Eyalet Meclisi Başkanı Ted Arnott tarafından kaldırılmalı." ifadeleri kullanıldı.

Yeni Demokratik Parti lideri Marit Stiles da Jama'ya yönelik eylemi şok edici bulduğunu ve dehşete düştüğünü belirtti.

Ontario Eyalet Meclisi'nde 18 Nisan'da kefiye takmak yasaklanmıştı. Meclis Başkanı Arnott, kefiye takmanın açık bir siyasi mesaj olduğunu belirtmiş ve bunun politik mesaj içeren kıyafetleri mecliste giymenin yasak olduğuna yönelik kuralları ihlal ettiğini savunmuştu.

Yeni Demokratik Parti lideri Marit Stiles, 18 ve 23 Nisan'da kefiyeye yönelik yasağın kaldırılması talebinde bulunmuştu. Fakat yeterli destek sağlanamadığı için söz konusu girişimler başarısız olmuştu.

Ontario Başbakanı Doug Ford'un partisi dahil olmak üzere eyaletteki 4 siyasi parti, kefiye yasağının kaldırılmasını talep etmişti.


Blinken, Refah'a olası kara saldırısını görüşmek için gelecek hafta İsrail'e geliyor

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

Blinken, Refah'a olası kara saldırısını görüşmek için gelecek hafta İsrail'e geliyor

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

 ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken'ın İsrail ordusunun Refah'a olası kara saldırısı ve Hamas ile Tel Aviv arasında esir takası mutabakatını görüşmek için gelecek hafta İsrail'e geleceği bildirildi.

İsrail devlet televizyonu KAN'da yer alan haberde, Blinken'ın 30 Nisan'da İsrail'i ziyaret edeceği belirtildi.

Ziyarette Blinken'ın, İsrail'in Refah'a olası kara saldırısı ve Hamas ile Tel Aviv arasında esir takası gibi konuları İsrailli yetkililerle görüşeceği ifade edildi.

Bunun, ABD Dışişleri Bakanı Blinken'ın 7 Ekim 2023'ten bu yana bölgeye yapacağı 7. ziyaret olacağı kaydedildi.

- İsrail'in Refah'a olası kara saldırısı

Gazze'nin güneyinde Mısır sınırında yer alan Refah şehri, İsrail saldırılarından önce yaklaşık 280 bin Filistinliye ev sahipliği yapıyordu. İsrail'in 7 Ekim'deki saldırıları nedeniyle 2,3 milyon nüfusa sahip Gazze Şeridi'nde 1,9 milyon kişi yerinden oldu.

Yerinden edilen Filistinlilerin büyük bölümü, İsrail'in daha önce "güvenli olduğunu" iddia ettiği Refah'a sığındı. Kuzey bölgelerden gelenlerle Refah'ın nüfusu 4 katından fazla artarak 1,5 milyona ulaştı.

Yeterli konut olmaması nedeniyle Refah'a sığınan Filistinlilerin büyük bir bölümü derme çatma çadırlardan oluşan kamplarda yaşam mücadelesi veriyor.

İsrail ordusu, Refah kentini sık sık hava saldırılarıyla hedef alıyor. İsrail'in Refah kentine kara saldırısı başlatması halinde sivillerin Gazze Şeridi'nde sığınacak bir yerinin kalmayacağından endişe ediliyor.

Uluslararası uyarılara rağmen Refah'a saldırı planını onayladığını defalarca yineleyen İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 8 Nisan'da yaptığı açıklamada saldırı için tarih belirlendiğini belirtmişti.

İsrail devlet televizyonu KAN, İsrail ordusunun Refah'a kara saldırısını "çok yakında" başlatacağını bildirmişti.


ABD'de başlayan üniversite gösterileri polisin sert müdahalesi ve gözaltılara rağmen sürüyor

Fotoğraf: Tayfun Coşkun/AA
Fotoğraf: Tayfun Coşkun/AA
TT

ABD'de başlayan üniversite gösterileri polisin sert müdahalesi ve gözaltılara rağmen sürüyor

Fotoğraf: Tayfun Coşkun/AA
Fotoğraf: Tayfun Coşkun/AA

ABD'de Columbia Üniversitesinde 10 gün önce başlayan ve dünya genelinde birçok üniversiteye yayılan Gazze'ye destek gösterileri, polisin sert müdahalesi ve gözaltılara rağmen devam ediyor.
Columbia Üniversitesi yönetiminin Gazze'deki soykırımı destekleyen şirketlere sağladığı mali yatırımlara tepki göstermek için öğrencilerin, kampüs bahçesinde başlattıkları oturma eylemi 10'uncu gününe ulaştı.

Üniversite yetkilileri, öğrencilerin kurduğu kampın dağılması ve üniversite politikalarının yeniden gözden geçirilmesi amacıyla gösterileri düzenleyen öğrencilerle bir araya geldi.

Columbia Üniversitesi gibi bazı üniversitelerde yönetim ve polis, öğrencileri müzakereye çağırırken bazı üniversiteler ise kolluk kuvvetlerinin sert müdahalelerine sahne oluyor.

Öte yandan Gazze'ye destek gösterilerine katılan üniversiteler ve öğrencilerin sayısı her geçen gün artıyor.

Emory'de polisin öğrencilere göz yaşartıcı gaz ve plastik mermiyle müdahale ettiği iddiası
Georgia eyaletindeki Emory Üniversitesinin öğrenci gazetesi Emory Wheel, polislerin gösteriler sırasında göz yaşartıcı gaz kullandığını yazdı.

"Atlanta Community Press Collective" adlı yerel bağımsız haber kuruluşu ise yaklaşık 20 kişinin gözaltına alındığını, polisin göstericilere şok tabancası ve plastik mermiyle müdahale ettiğini öne sürdü.

İki profesör gözaltına alındı
Emory Üniversitesinde düzenlenen Filistin'e destek gösterilerinde Felsefe Bölümü Başkanı Profesör Noelle McAfee ve Ekonomi Profesörü Caroline Fohlin gözaltına alındı.

Fohlin ve Noelle McAfee'nin gözaltına alınma anına ilişkin videolar sosyal medyada paylaşıldı. Polisin sert müdahalede bulunarak profesörü gözaltına aldığı görülen videoda Fohlin'in, "Ben bir profesörüm." dediği duyuluyor.

Üniversitenin Atlanta'daki kampüsünde kamp kuran 30 öğrenci de iki profesör ile gözaltına alındı.

⁠Ohio Eyalet Üniversitesinde keskin nişancı iddiası
Ohio Eyalet Üniversitesinde de polis, Filistin'e destek amacıyla bir araya gelen öğrencilere sert müdahalede bulundu.

Sosyal medyada hızla yayılan videoda Ohio Eyalet Üniversitesinin çatısında tripot kuran kişilerin keskin nişancı oldukları iddia edildi.

Öte yandan üniversite yönetimi, bu kişilerin eyalet güvenlik güçlerinden olduğunu açıkladı.

Güney California Üniversitesinde mezuniyet töreni iptal edildi
Los Angeles'taki Güney California Üniversitesinde (USC) "Gazze'ye destek" gösterilerinde İsrail'i protesto eden 93 öğrenci gözaltına alındı.

Müslüman karşıtı grupların başlattığı kampanya sonucu, 2024 Okul Birincisi Müslüman kız öğrenci Asna Tabassum'un mezuniyet konuşmasının güvenlik gerekçesiyle iptal edildiği USC'den yapılan açıklamada, mayıstaki ana mezuniyet töreninin de iptaline karar verildiği bildirildi.

Georgetown ve George Washington üniversiteleri
Başkent Washington'da bulunan Georgetown Üniversitesi ile George Washington Üniversitesinde okuyan öğrenciler de gösteri yapanların arasına katıldı.

Georgetown Üniversitesinin ana kampüsünün ortasında yer alan büyük bahçede bir araya gelen yüzlerce öğrenci, "Özgür Filistin" ve "Gazze'de hemen ateşkes" sloganları attı. Bazı öğrenciler ise polisin sınırlı izin verdiği alanlarda çadırlar kurdu.

George Washington Üniversitesinin ana kampüsündeki bahçede bir araya gelen yüzlerce öğrenci de sloganlar atarak Gazze'ye desteklerini dile getirdi.

Indiana Üniversitesi
Indiana Üniversitesinde Filistin'e destek olmak için çadır kampları kuran öğrencilere polis sert müdahalede bulundu.

Okul politikalarını ihlal ettikleri gerekçesiyle öğrencilere copla müdahale eden polis, 33 kişiyi gözaltına aldı.

Connecticut Üniversitesi
Connecticut Üniversitesinde yaklaşık 300 öğrenci, Gazze'ye destek amacıyla Storrs Kampüsü'nde toplandı.

Üniversite yönetimi taleplerini karşılayana kadar gösterilere devam edeceğini belirten öğrencilerin çadırları polis tarafından söküldü, bir öğrenci gözaltına alındı.

⁠Pensilvanya Üniversitesi
Pensilvanya Üniversitesindeki Filistin destekçisi öğrenciler, sınıflarını terk ederek şehir merkezine yürüyüş düzenledi.

Filistin bayrakları, pankartlar ve afişler taşıyan göstericiler, İsrail'in Gazze'deki saldırılarını protesto etmek için üniversite kampüsünde çadır kurdu.

⁠Princeton Üniversitesi
Princeton Üniversitesinden Filistin destekçisi grubun sosyal medyada dün yaptığı paylaşımda, eğitim kurumunun McCosh avlusunda "Gazze Dayanışma Kampı"nın kurulduğu bildirildi.

Princeton sözcüsü, bu kampın üniversite kurallarına aykırı olduğunu ve gösteriler esnasında 2 yüksek lisans öğrencisinin gözaltına alındığını açıkladı.

⁠California Politeknik Eyalet Üniversitesi
California Politeknik Eyalet Üniversitesinde öğrenciler, polis müdahalelerine rağmen 22 Nisan'dan bu yana Filistin'e destek gösterilerine devam ediyor.

Okulun öğretim üyeleri ve personel senatosu, pazartesi günü barikat kuran öğrencileri uzaklaştırmak için polisi çağırma kararını gerekçe göstererek rektörün istifasını talep etti.

Af örgütünden çağrı
Uluslararası Af Örgütü, İsrail karşıtı eylemlerin engellendiği ve öğrencilerin gözaltına alındığı ABD'deki üniversiteleri, öğrencilerin kampüslerdeki "barışçıl ve güvenli" protesto haklarını korumaya ve kolaylaştırmaya çağırdı.  

Af Örgütünden yapılan açıklamada, ABD'deki üniversitelerde İsrail karşıtı öğrenci protestolarının engellenmesi ve öğrencilerin gözaltına alınması kınandı.


Beyoğlu'ndaki terör saldırısı davasında karar

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

Beyoğlu'ndaki terör saldırısı davasında karar

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

İstiklal Caddesi’nde terör örgütü PKK’nın talimatıyla gerçekleştirilen saldırı davasında sanık Ahlam Albashır 7 kez ağırlaştırılmış müebbet ile 1794 yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Beyoğlu'nda 13 Kasım 2022'de terör örgütü PKK/YPG tarafından verilen talimatla İstiklal Caddesi'ne bırakılan bombanın patlaması sonucu 6 kişinin hayatını kaybettiği, 99 kişinin yaralandığı terör saldırısına ilişkin 15'i tutuklu 36 sanığın yargılandığı davada, bombayı caddeye bırakan tutuklu sanık Ahlam Albashır, 7 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis ile 1794 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmaya, aralarında bombayı bırakan Ahlam Albashır'ın da bulunduğu 5 tutuklu sanık ile avukatları katıldı. Bazı tutuklu sanıklar ise duruşmaya Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) ile bağlandı.

Duruşmada, tutuklu sanıklardan Fatma Berkel, Ferhat Habeş, Ahmed Carkes ve Ammar Jarkas'e ek savunma hakkı verildi.

Sanık Berkel, savunmasında patlamanın olduğu dönem hamile olduğunu ve psikolojisinin iyi olmadığını iddia ederek, "Tek sorduğum şey, 'Neden buraya geldiniz?' oldu. Bana 'Biz buraya yaşamaya geldik, tutunamazsak dışarıya çıkacağız.' dedi. Aramızda geçen konuşma bundan ibaret. Bunları hiç tanımıyorum, beraatimi istiyorum." dedi.

Mahkeme başkanı davada karar açıklanacağını belirterek, sanıklara son sözünü sordu.

Sanık Ahlam Albashır son sözünde, "Kendimi savunmayacağım. Bu olan patlama ve vefat edenlerden dolayı bana vereceğiniz herhangi bir cezayı kabul ediyorum. Ammar Carkes'in hiçbir şeyden haberi yoktur. Benim ailemin vefat ettiğini biliyor ama ailem yaşıyor. Ahmed Carkes'in telefonu kırdığında hiçbir şeyden haberi yoktu. Ahmad Haj Hasan'ın da evinde 3 gün kaldım. Tanışıklığımız atölyeden kaynaklanıyor. Bayan olduğumdan atölyede kalmama razı olmadı. Evine davet etti. Ferhat Habeş ve Fatma Berkel'i sadece evde gördüm. Sayın başkanla baş başa konuşmak istiyorum." ifadelerini kullandı.

Diğer sanıklar da saldırıyla ilgilerinin bulunmadığını öne sürerek, tahliyelerine ve beraatlerine karar verilmesini istedi.

Davayı karara bağlayan mahkeme heyeti, tutuklu sanık Ahlam Albashır’ı "devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma", "tasarlayarak bombalama suretiyle çocuğa karşı kasten öldürme" ve "tasarlayarak bombalama suretiyle kasten öldürme" suçlarından 7 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırdı.

Heyet, sanık Albashır'a ayrıca 99 kez "kasten öldürmeye teşebbüs" ve "tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması veya el değiştirilmesi" suçlarından da toplamda 1794 yıl hapis cezası ile 22 bin lira adli para cezası verdi.

Mahkeme Albashır'ın üzerine atılı "silahlı terör örgütüne üye olmak" suçunun "devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma" suçu içerisinde eridiğine kanaat getirerek, bu suç yönünden hüküm kurulmasına yer olmadığına hükmetti.

İddianameden
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan iddianamede, Beyoğlu İstiklal Caddesi'nde, terör örgütü PKK/YPG tarafından 13 Kasım 2022'de düzenlenen bombalı saldırıda, 6 kişinin hayatını kaybettiği, 99 kişinin yaralandığı anlatılmıştı.

İddianamede, soruşturma kapsamında terör örgütü YPG/PYD'nin özel istihbarat elemanı olan sanıklar Ahlam Albashır ve Bilal el-Hacmaus'un, örgüt tarafından özel eğitime tabi tutulup talimatlandırıldığı, patlayıcı malzeme eşliğinde Türkiye'ye gönderildiklerinin tespit edildiği belirtilmişti.

Sanıkların, örgütün kurduğu ağ vasıtasıyla illegal yollardan İstanbul'a intikal edip örgüte ait evlere yerleştirildiği aktarılan iddianamede, bu kişilerin gelen talimatla söz konusu eylemi gerçekleştirdiklerinin belirlendiği ifade ediliyor.

İddianamede, sanık Bilal el-Hacmaus'un Edirne'den yurt dışına firar ettiğine, hakkında yakalama emri düzenlenip kırmızı bülten talebinde bulunulduğuna dikkati çekilerek, Terörle Mücadele Daire Başkanlığının yaptığı araştırma ile bombalı saldırı eylemini organize edip talimatını veren, örgütün sözde yönetim kadrosundaki Cemil Bayık, Hülya Oran, Sabri Ok, Saliha Bişkin, Velid Halil, Layika Gültekin, Fehman Hüseyin ve Ferhat Abdi Şahin ile Khalil Manja Hussein (Halil Menci) hakkında yakalama emri düzenlendiği aktarılmıştı.

İstenen cezalar
İddianamede, 36 sanığın "devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma", "silahlı terör örgütü kurma veya yönetme", "silahlı terör örgütüne üye olma", "tasarlayarak, bombalama suretiyle çocuğa karşı adam öldürme", "tasarlayarak, bombalama suretiyle adam öldürme", "tasarlayarak, bombalama suretiyle adam öldürmeye teşebbüs etme", "tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma veya el değiştirme" ile "göçmen kaçakçılığı" suçlarından cezalandırılması talep edilmişti.

Müşteki olarak 123 kişinin yer aldığı iddianamede, sanıklardan Ahlam Albashır'ın, "devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak" suçundan ağırlaştırılmış müebbet, "silahlı terör örgütüne üye olmak"tan 7 yıl 6 aydan 15 yıla kadar, "tasarlayarak bombalama suretiyle çocuğa karşı kasten öldürmek"ten ağırlaştırılmış müebbet, "tasarlayarak bombalama suretiyle kasten öldürme" suçundan 5 kez ağırlaştırılmış müebbet, 99 kişiye karşı "tasarlayarak bombalama suretiyle kasten öldürmeye teşebbüs" suçundan 1930 yıldan 2 bin 970 yıla kadar, "tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması veya el değiştirilmesi" suçundan da 12 yıldan 24 yıla kadar olmak üzere toplam 7 kez ağırlaştırılmış müebbet ve 1949 yıl 6 aydan 3 bin 9 yıla kadar hapsi istenmişti.

Firari sanık Halil Menci MİT'in operasyonuyla etkisiz hale getirildi
Terör saldırısının failleri Ahlam Albashır ile Bilal el-Hacmaus'u yönlendiren ve yurt dışına kaçmasını sağlayan terörist sanık Halil Menci'nin, PYD/YPG kontrolündeki Kamışlı'da bulunduğu tespit edilmişti. Menci, 22 Şubat'ta Milli İstihbarat Teşkilatının (MİT) Suriye'nin kuzeyindeki Kamışlı'da gerçekleştirdiği nokta operasyonla etkisiz hale getirilmişti.