ABD demokrasisini tehdit eden ‘gizli bir cumhuriyet’ mi var?

Ulusal Güvenlik Ajansı'nın, ABD’nin müttefiklerini gizlice gözetlemesi, onun yurtiçindeki ve yurtdışındaki rolünü ortaya koyuyor

ABD Ulusal Güvenlik Ajansı’nın merkezi (NSA’nın resmi internet sitesi)
ABD Ulusal Güvenlik Ajansı’nın merkezi (NSA’nın resmi internet sitesi)
TT

ABD demokrasisini tehdit eden ‘gizli bir cumhuriyet’ mi var?

ABD Ulusal Güvenlik Ajansı’nın merkezi (NSA’nın resmi internet sitesi)
ABD Ulusal Güvenlik Ajansı’nın merkezi (NSA’nın resmi internet sitesi)

İmil Emin
Danimarka Yayın Kurumu (DR), Mayıs ayı sonlarında ABD'nin dijital istihbarat kurumu Ulusal Güvenlik Ajansı'nın (NSA) yaptığı eski ve yeni casuslukları ortaya çıkardı. DR, NSA’nın Almanya, İsveç, Norveç ve Fransa'daki üst düzey politikacıları gizlice dinlediğini bildirdi. Hatta iş Almanya Başbakanı Angela Merkel’in telefonunun dinlenmesine kadar vardı.
Bu konudaki ilk skandal, eski ABD Başkanı Barack Obama’nın ikinci döneminin son yıllarında patlak vermişti. ABD Başkanı o dönem, konu hakkında hiçbir şey bilmiyor gibiydi. Bu, büyük ölçüde doğru olabilir, çünkü ABD’li istihbarat servisleri bugün birçok Amerikalının gözüne, ülke içindeki demokratik süreci yok edebilecek vahşi bir canavar gibi görünüyor ve ahtapot kollarını ABD’nin dışına uzatmak için sahip olduğu devasa bütçelerden yararlanıyor. Öyle ki, ABD’nin eski başkanlarından Dwight D. Eisenhower’ın Amerikan askeri sanayisinin tehlikeleri hakkındaki uyarıları (Eisenhower Doktrini), bu istihbarat servislerinin faaliyetlerinin yanında devede kulak kalıyor.
 Peki, neden Danimarka? Bunu kısaca şöyle özetleyebiliriz: Danimarka, ABD’nin müttefiki ve iki ülke yakın ilişkilere sahipler. Bu nedenle İsveç, Norveç, Almanya, Hollanda ve Birleşik Krallık'a uzanan denizaltı internet kabloları için birçok iniş istasyonuna ev sahipliği yapıyor.  Bu da, tabiri caizse siber uzayın sahne arkasında neler olup bittiğini bilmesini sağlayan modern bir anahtara sahip olduğu anlamına geliyor.
Peki, NSA nedir, kimdir ne iş yapar ve neden bu kadar gizlidir? Bu kurum gerçekten yurtiçinde Amerikalılar, yurtdışında ise düşmanlar ve müttefikler için özgürlük atmosferini yiyip bitirebilen ve mahremiyeti ihlal edebilen bir istihbarat canavarı haline mi geldi?

NSA hakkında
NSA’nın resmi adı National Security Agency’dir. Fakat birçok Amerikalı istihbarat analisti onu, çalışmalarının ciddiyeti ve gizliliği nedeniyle neredeyse var olmadığını, yani özellikle çalışmaları ajanlarının yurtdışındaki faaliyetlerine dayanan Amerikan Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) veya yurtiçinde Amerikalılar ve diğerleriyle yakın temas halinde çalışan ABD Federal Soruşturma Bürosu (FBI) gibi muadillerine kıyasla insanlar alemiyle ilgilenmediğinden varlığı olmayan bir ajans (No Such Agency) olarak görüyorlar. NSA, özellikle siber alemdeki bilgi ve verilerin izlenmesinden, toplanmasından ve işlenmesinden sorumlu olan kurumdur ve ABD hükümetinin iletişim ve bilgi sistemlerini bilgisayar korsanlığı (hacker) ve siber saldırılara karşı korumaktan sorumludur.
NSA, 11 Eylül 2001'e kadar hiç dikkat çekmedi. Fakat 11 Eylül terör saldırıları, NSA’nın özellikle insan unsurlarının giremediği site ve yerlerde, dünyanın her yerindeki iletişimlere kulak misafiri olma ve dijital ağlara nüfuz etmedeki rolünün önemine bir nebze ışık tuttu. Bu yüzden uzaydaki uyduları ve denizdeki denizaltı kablolarını yönetmesi konusu, ABD'yi bekleyen bilinmeyene karşı yürüttüğü savaşlarda kullandığı mekanizmaların başında gelmektedir.


Edward Snowden (Reuters)

Burada en şaşırtıcı nokta ise ajansın kuruluşunun çok eskiye, ABD Başkanı Harry Truman döneminde şimdiki adını aldığı 1952 yılına kadar uzamasıdır. Ajans aslında İkinci Dünya Savaşı sırasında kendi yolunu bulmuş ve savaş zamanlarında iletişim kodlarını, özellikle de Nazi rejiminin kodlarını deşifre etmekle görevlendirilmiştir.
Öte yandan geçtiğimiz günlerde NSA’nın ABD’nin Avrupalı ​​müttefiklerine karşı casusluk yapma skandalı ikinci kez patlak verdi. Ardından ABD'de NSA’nın meşruiyetine ilişkin tartışmalar yeniden başladı. Ajans daha önce Amerikalılar arasındaki Vietnam Savaşı karşıtı hareketin liderlerini gizlice gözetlemişti. Bu da NSA’nın vatandaşların özgürlüklerini ve mahremiyetini garanti eden ABD Anayasası’nı açıkça ihlal ettiği anlamına geliyordu.
Ancak, 11 Eylül 2001 günü çalkalanan ABD, güvenlik adına özgürlüklerin ihlal edilmesine çok fazla göz yumdu. Küreselleşmenin büyük babası olan ünlü Amerikalı yazar Thomas Friedman'ın ABD’nin henüz 12 Eylül'e geçemediğini söylemesine neden olan bu durum, Amerikan istihbarat servislerinin ülke içinde ve dışında zulmünü, karşısında neredeyse tamamen sessiz kalınan bir konu haline getirdi. Eski ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright ise ünlü kitabında ABD’nin bir ‘korku cumhuriyeti’ tarafından rehin alındığını ifade etti.

NSA ve Beş Gözler
Öyle görünüyor ki NSA’nın ABD Savunma Bakanlığı'nın (Pentagon) askeri bir şubesi olması gibi belirli bir özelliği var. Bu da onunla diğer Amerikan istihbarat servisleri arasında koordinasyon olsa bile çalışmalarında ve performansında bir miktar mahremiyete sahip olduğu anlamına geliyor. Ajansın gizli gözetleme çalışmalarının çoğu, Yeni Zelandalı ünlü gazeteci Nicky Hager’in de ünlü kitabında “Gizli kulaklar seni nasıl dinliyor?” dediği ve ayrıntılı olarak açıklanan, UKUSA olarak da bilinen dijital istihbarat ittifakı; Beş Gözler (Five Eyes) aracılığıyla gerçekleşiyor. İttifakta ABD, İngiltere, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda yer alıyor. Beş Gözler, NSA’nın neredeyse en uzun koludur.
NSA, ABD içinde ve dışında bir tartışma konusu haline geldiği 2014 baharına kadar, dokuz yıl boyunca General Keith B. Alexander tarafından yönetildi. General Alexander, görev süresi boyunca, ajansın büyütmek ve nüfuzunu artırmak için çok çalıştı. Amerikalı araştırmacı gazeteci James Bamford’a göre Alexander, bu zaman zarfında ABD tarihinin en etkili istihbarat şefi oldu.
ABD ulusal güvenlik meselelerinde uzmanlaşmış bir yazar ve gazeteci olan Shane Harris’in, Foreign Policy dergisinin ön sayfalarında yer alan ve derinlemesine bir analizin yapıldığı makalesine göre Alexander göreve geldiğinde NSA halihazırda bir ön bilgi canavarıydı, ama Alexander’ın yönetimi altında ajansın misyonunun kapsamı, yasal yetkilerin yanı sıra bu miktarda dijital bilgiyi toplamak ve saklamak konusunda ABD hükümetine bağlı hiçbir kurumun sahip olmadığı bir kapasitede öncüllerinin düşündüğünün ötesinde bir dereceye kadar genişledi.
Alexander'ın stratejisi açıktı; “Tüm verileri toplamam ve mümkün olduğu kadar uzun süre saklamam gerekiyor.”
Belki de Alexander'ın ajans ile ilgili sloganı; “Her şeyi topla”, NSA'nın temel amacını en iyi biçimde ifade ediyordu. Alexander, bu felsefeyi ilk kez 2005 yılında hayata geçirdi. Washington Post gazetesinin 2013 yılında yayınladığı bir habere göre ABD askeri istihbaratının sadece şüpheli isyancılar ve ABD güçlerine yönelik diğer tehditlerle sınırlı odak noktasından memnun olmayan NSA, Irak'ın işgaliyle ilgili iletişim bilgileri topluyordu.

Snowden ve kamuoyunun NSA’dan haberdar olması
Modern tarih konusunda uzman olan Alman tarihçi Wolfgang Krieger tarafından kaleme alınan “Geschichte der Geheimdienste: Von den Pharaonen bis zur NSA” (Firavunlardan NSA'ya Gizli Servislerin Tarihi) adlı kitapta, Edward Snowden’in 20 Mayıs 2013'te önceden edindiği çok gizli bilgi ve verileri sakladığı dört dizüstü bilgisayarla birlikte Hawaii'ye gitmek için Hong Kong'dan ayrıldığını, o sıra 29 yaşında olan Snowden’in, sırlarını Amerikalı gazeteci Glenn Greenwald ve belgesel yapımcısı Laura Poitras'a verdiği belirtiliyor.
İngiltere merkezli The Guardian gazetesi 6 Haziran 2013’te, NSA tarafından yürütülen casusluk faaliyetleriyle ilgili ilk haberi yayınladı. O tarihten bu yana basın kuruluşlarının çoğu bu casusluk faaliyetlerine atıfta bulunarak ‘NSA skandalından’ bahsediyor. Basın, skandalla ilgili haberleri parçalar halinde yayınladı. Bunun nedeni, Snowden'in yasadışı olarak ele geçirdiği NSA belgelerinin sırlarını ortaya çıkarmakta yavaş kalmasıydı.
Söz konusu belgelerin gerçekte ne kadar oldukları, içerdikleri bilgiler ve sırlar henüz gün yüzüne çıkmadı. Bazı spekülasyonlara göre NSA da kaç tane belgenin çalındığını bilmiyor.

Gizli servisler ve tüm dünyada internet ağlarının izlenmesi
NSA’nın Avrupalı ​​hükümet liderlerini ve belki de devlet başkanlarını gizlice gözetlemek amacıyla Danimarka istihbarat servisini kullandığına dair haberler, ajansın dünya çapında internet ağını daha önce eşi- benzeri görülmemiş bir şekilde izleyip izlemediğine dair, “NSA, tüm dünyada internet ağlarını izliyor mu?” sorusunu sormamıza neden oluyor.
Bir önceki soruyu tersten okumanın bizim için anlamlı olabileceğini düşünüyorum. Bu da soruyu şöyle sormama neden oluyor: “İnternet, NSA’nın tüm dünyaya kurduğu bir tuzak mıydı ve söylendiği gibi, Washington, dünyanın dört bir yanında karıncaların gezindiğini biliyor muydu?”
Bu sorunun cevabı için Snowden'in arkadaşı Amerikalı yazar Glenn Greenwald tarafından kaleme alınan “No Place to Hide: Edward Snowden, the NSA, and the U.S. Surveillance State” (Saklanacak Yer Yok: Edward Snowden, Ulusal Güvenlik Dairesi ve ABD Gözetleme Devleti) adlı kitaba başvurmamız gerekiyor.  Kitap, NSA'nın departmanlarında olağandışı bir şeffaflık olduğunu keşfediyor. Buna en iyi örnek, kitlesel, gizli bir gözetleme ajansı kurmanın gerçek amacı ile bağlantılı olarak, uluslararası internet standartları sorununu tartışan ajanstan bir grup yetkiliye sunulmak üzere hazırlanan rapordu. Raporun ‘Bilim ve Teknoloji alanında Ulusal İstihbarat Görevlisi’ olan yazarı kendini ‘bilim adamı ve iyi eğitimli bir bilgisayar korsanı’ olarak tanımlıyor.
Raporun “Ulusal çıkarların, Paranın ve Egonun Rolü” başlığı kaba ve heyecan verici görünüyor. Raporun yazarına göre bu üç faktör, ABD’yi küresel hegemonyayı sürdürmeye yönlendiren ana nedenleri oluşturuyor. Evet, para, ulusal çıkar ve egoyu bir araya getirdiğinizde dünya düzenini şekillendirmekten bahsedebiliyorsunuz. Zaten hangi ülke dünyayı kendisi için daha iyi bir yer haline getirmek istemez ki? Raporun yazarı, gerçek tehdidin ne olduğunu soruyor ve şu cevabı veriyor; “Dürüst olalım, Batı dünyası, özellikle ABD, yukarıdaki standartları belirleyerek nüfuz ve çok para kazandı.”
Yazar ayrıca ABD'nin günümüz internet ağını şekillendirmede ana oyuncu olduğunu, bunun teknoloji ile birlikte Amerikan kültürünün büyük ölçekli ihracatına yol açtığını ve Amerikan kurumlarının çok fazla para elde etmesini sağladığını söylüyor.
Gözetleme alanının kapsamı ve emelleri büyüdükçe, örneğin “NSA... Genel Bir Bakış” başlıklı bir rapordaki düşman listesi de büyüdü. Raporda NSA, ABD’nin karşı karşıya olduğu sözde tehditlerin sıralarken hackerlar, suçlular ve teröristlerden bahsediyor. Hatta tehditler arasında internet, kablosuz iletişim araçları, faks ve uydu gibi teknolojilerin bir listesini içerecek kadar ileri gidiyor.

Mahremiyetin ihlali ve demokrasinin yok edilmesi
NSA, ABD vatandaşlarının mahremiyetini ve özgürlüklerini ihlal etti mi?
Bu sorunun cevabı ise, ABD Senatosu İstihbarat Faaliyetleri Kapsamında Hükümet İcraatlarının İncelenmesi Komitesi (Church Komitesi olarak da biliniyor) Başkanı Senatör Frank Church’ın 1975 yılında yaptığı bir açıklamada yer alıyor. Church açıklamasında, “ABD hükümeti, radyo frekanslarıyla gönderilen mesajları izlememizi sağlayan bir teknoloji geliştirdi, ancak bu teknoloji her an Amerikan halkını hedef alabilir. Her Amerikalının, telefon konuşmaları ve telgrafları izlenebilecek ve hiçbir mahremiyetleri olmayacak. Fakat bu önemli değil. Zaten saklanacak hiçbir yer olmayacak” ifadelerini kullandı. Bu açıklama, Snowden krizinin veya Danimarka skandalının patlak vermesinden yaklaşık elli yıl önce yapıldı. NSA, yurtdışındaki misyonları öncesinde, Amerikalıların haklarını ihlal etmiş olabilir mi?
The Guardian gazetesinin haberi tüm dünyada yayınlandığında, dönemin ABD Başkanı ve Amerikan sisteminin dünyaya pazarlanması direktörü olarak kabul edilen Barack Obama kamuoyuna yaptığı açıklamada, NSA’nın faaliyetlerinin terörizmle mücadele etmek isteyen ABD’nin ulusal güvenliği için son derece önemli olduğunu belirtti. Obama, vatandaşların mahremiyetine yönelik herhangi bir ihlalin en düşük seviyede tutulacağını vurguladı.
Vatandaşların özgürlüklerini ve haklarını savunan bazı insan hakları kuruluşlarının ve bir grup parlamenterin, vatandaşların telefonlarına ve internet ağlarına sızarak bu kadar büyük miktarda bilgi ve veri toplanmasını şiddetle kınaması son derece doğal bir tepkiydi. O dönem Federal Yüksek Mahkeme’den iki yargıç, söz konusu istihbarat faaliyetlerinin yasallığından duydukları şüpheleri dile getirdiler.
New York Times gibi liberal basın kuruluşları, Edward Snowden'ı savundu. Şarku'l Avsat'ın Independent Arabia'dan aktardığı analize göre New York Times, Snowden’in NSA'nın ABD yasalarını ne ölçüde ihlal ettiğini ortaya çıkarmaktan biraz daha fazlasını yaptığına dikkati çekti.
Geleneksel olarak Beyaz Saray ve ABD başkanlığına yakın olan Washington Post gazetesi ise bir haberinde General Alexander'ın nasıl oldu da aktif bir savaş bölgesindeki yabancı insanlar için tasarlanmış kapsamlı bir gözetleme sistemini Amerikan vatandaşlarına uygulamayı düşündüğüne değindi. Haberde, “Alexander, Irak'ta yaptığı gibi, ABD içinde ve dışında iletişim kanallarından büyük miktarda ham bilgi toplamak ve depolamak için elde edebileceği araçlar, kaynaklar, yasal yetkiler ve her şey için sıkı bir lobi yaptı” ifadeleri yer aldı.
Alexander'ın abartılı bir gözetleme uzmanı olarak ünü iyi belgelenmişti. Foreign Policy dergisi, mutlak bir casusluk servisi kurmaya yönelik yasa dışı dürtüsü nedeniyle Alexander'ı “NSA kovboyu” olarak adlandırdı. Yasadışı telefon dinleme programını denetleyen ve saldırgan militarizmiyle nam salan CIA ve NSA’nın Bush dönemi direktörü Michael Hayden bile Alexander’ın bu dizginsiz yaklaşımı karşısında sık sık midesinde bir yanma hissediyordu.

ABD sivil özgürlükleri risk altında
NSA’nın ABD’nin müttefiklerini gözetlemesine ilişkin son skandalla birlikte ABD’de NSA’nın ülke içinde oynadığı ve oynamaya devam ettiği rolle ilgili ciddi endişeler taşıyan soru işaretleri ortaya çıktı. Amerikan Sivil Özgürlükler Birliği’nin (ACLU) 2011 yılında yayınladığı raporunda “Hükümetimizin bu günlerdeki çalışmalarının çoğu gizlice yürütülüyor” ifadesini okuyoruz. Washington Post yayınladığı bir haberde, “Bu çok gizli, ketum ve çok karmaşık olan karanlık dünya, Amerikan özgürlükleri için gerçek bir tehdit haline geldi. Hatta artık hiç kimse masraflarının ne kadara mal olduğunu, kaç kişiyi çalıştırdığını, kaç programı olduğunu veya aynı işi tam olarak kaç ajansın yaptığını bilmiyor” ifadelerine yer verdi.
Peki, NSA ortalama bir Amerikalı hakkında nasıl bir bilgi saklayabilir?
ACLU Hukuk Direktörü Yardımcısı Jameel Jaffer’a göre NSA’nın veritabanlarında ‘kişisel görüşler, tıbbi geçmiş, yakın ilişkiler ve çevrimiçi faaliyetler’ hakkındaki bilgiler yer alıyor. Ajans,  her ne kadar bu kişisel bilgilerin kötüye kullanılmayacağını iddia etse de, toplanan bu bilgilerin, NSA’nın geçmişte olduğu gibi ABD Başkanının talebi üzerine herhangi bir siyasi rakibini, gazeteciyi veya insan hakları aktivistini itibarsızlaştırmak için kullanmayacağını düşünmek saflık olur.

NSA, ABD’yi koruduğu kadar tehdit de ediyor mu?
NSA’nın çalışmaları hakkında bir ABD başkanının yaptığı son resmi açıklama, 17 Ocak 2014 tarihinde eski ABD Başkanı Barack Obama’nın Almanya Başbakanı Merkel'in telefonunun dinlenmesine kadar uzanan “Prism” (Prizma) skandalı sonrasında yaptığı açıklamaydı. Obama açıklamasında, NSA'da reform yapma veya ‘sınırlarını belirleme’ arzusu olduğunu açık ve net bir şekilde ortaya koymazken aksine, ABD’nin elektronik haberleşme alanındaki teknolojik üstünlüğünü güçlendirmeye devam edeceğini açıkça ifade etti. 
Big Brother (George Orwell tarafından kaleme alınan Bin Dokuz Yüz Seksen Dört adlı romanda yer alan kurgusal karakterlerden biri olan Büyük Birader) ABD fikri ve hiç bitmeyen Orwellciliği, Tanrı'nın dilediği ölçüde ABD’nin korunmasını garanti mi ediyor, yoksa dünyayı tehdit ettiği kadar kendisini de tehdit edebilecek Aşil’in topuğunu mu temsil ediyor?
Güvenlik uzmanı Bruce Schneier, ABD’de yayınlanan The Atlantic dergisinin Ocak 2014 sayısında, NSA’nın kapsamlı gözetim faaliyetlerinin sadece etkisiz değil, aynı zamanda son derece pahalı olduğunu belirtmiştir. Schneier’a göre internet protokolleri güvenilmez hale geldikçe, Amerikan teknik sistemlerinin saldırıya uğrama olasılığı da o kadar artıyor. Bu da sadece Amerikalıları değil, dünyanın geri kalanını da endişelendirmesi gereken bir yerel şiddet biçimidir.
Schneier dergide yer alan makalesinde, “İnterneti ve diğer iletişim teknolojilerini dinlemeyi ne kadar çok tercih edersek, dinlemeye karşı da o kadar az güvende oluruz. Bunun nedeni, NSA'nın kulak misafiri olabileceği dijital bir dünya ile ajansın dinlemesinin yasak olduğu dijital bir dünya arasında değil, tüm saldırganlara karşı savunmasız bir dijital dünya ile tüm kullanıcılar için güvenli bir dijital dünya arasında bir seçim yapıyor olmamızdır.
NSA’nın Norveç'teki rolüne ilişkin önümüzdeki günlerde ortaya çıkması beklenen detaylar dışında, ABD Başkan Yardımcısı Kamala Harris'in geçtiğimiz günlerde dünyanın kansız bir küresel savaşta olduğuna işaret ettiği, yaşadığımız dünyanın tehlikeleri hakkında bir tartışma da kaçınılmaz olarak yeniden gündeme gelecektir.
Belki de ABD’ye yönelik son siber saldırıları takip edenler, Washington'ın artık esir savaşlarında üstünlüğünün olmadığı sonucuna varacaktır. Belirli bir çatışma noktasında rasyonel dengelere sahip uluslararası güçler arasındaki çatışmanın, hacker grupları ve hükümetler ile devletler arasında asimetrik çatışmalara dönüşme olasılığı tüm insanlığı tehdit eden büyük bir felakettir. Bu felaketin ardından kaos, dünyanın efendisi olacaktır ve ne yazık ki, Allah’ın merhametine sığınmaktan başka bir çaremizin kalmayacağı bir sahneden uzak olduğumuzu düşünmüyorum.
*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.



Tayland-Kamboçya sınırında çatışmalar: Trump’ın ateşkesi sallantıda

Tayland-Kamboçya sınırında temmuzda yaşanan çatışmalarda karşılıklı top atışları yapılmıştı (Reuters)
Tayland-Kamboçya sınırında temmuzda yaşanan çatışmalarda karşılıklı top atışları yapılmıştı (Reuters)
TT

Tayland-Kamboçya sınırında çatışmalar: Trump’ın ateşkesi sallantıda

Tayland-Kamboçya sınırında temmuzda yaşanan çatışmalarda karşılıklı top atışları yapılmıştı (Reuters)
Tayland-Kamboçya sınırında temmuzda yaşanan çatışmalarda karşılıklı top atışları yapılmıştı (Reuters)

Tayland ve Kamboçya arasındaki çatışmalar, ABD öncülüğünde imzalanan ateşkes anlaşmasına rağmen yeniden patlak verdi.

Kamboçya Başbakanı Hun Manet, Tayland'dan ateş açılması sonucu bir kişinin hayatını kaybettiğini, üç kişinin yaralandığını açıkladı. Tayland tarafıysa ilk ateşin Kamboçya tarafından açıldığını belirtirken, ölü veya yaralı olmadığını duyurdu.

Bangkok yönetiminden pazartesi günü yapılan açıklamada, Taylandlı askerlerin Kamboçya sınırında mayına basması sonucu yaralandığı bildirilmiş, barış anlaşmasının askıya alındığı duyurulmuştu. Tayland, Punom Pen yönetiminin sınıra yeni mayınlar döşediğini iddia etmişti.

Ayrıca, barış anlaşması kapsamında serbest bırakması planlanan 18 Kamboçya askerinin iadesinin süresiz erteleneceği de açıklanmıştı.

Kamboçya ise Malezya'nın başkenti Kuala Lumpur'da imzalanan barış anlaşmasına bağlılığını yinelemişti. Kamboçya Dışişleri Bakanlığı'ndan yapılan yazılı açıklamada, sınırdaki mayın tarlalarının 1970 ve 1980'lerde yaşanan iç savaş döneminden kaldığı ileri sürülmüş, yeni mayınlar döşenmediğini savunulmuştu.

CNN'in analizinde, iki Güneydoğu Asya ülkesinin arasındaki gerginliğin yeniden tırmanmasıyla "ABD Başkanı Donald Trump'ın barış anlaşmasının dağılıp gittiği" yazılıyor. 

"Çin'le ilişkiler gelişiyor"

Öte yandan BBC'nin analizinde, ABD'nin askeri müttefiki Tayland'ın Çin'le ilişkilerini tekrar geliştirmeye başladığına dikkat çekiliyor. 

Tayland Kralı Maha Vajiralongkorn, 13-17 Ekim'de Çin'i ziyaret edecek.  Görüşme, Çin lideri Şi Cinping'in daveti üzerine, iki ülke arasında 1975'te başlayan diplomatik ilişkilerin 50. yıldönümü vesilesiyle gerçekleştirilecek. 

Tayland hükümetinden yapılan açıklamada, ziyaretin "Tayland ve Çin arasında her düzeyde köklü dostluk ve karşılıklı anlayış bulunduğunu vurguladığı" belirtildi. 

Vajiralongkorn'un seyahatiyle, Tayland'da ilk kez tahttaki bir monark Çin'i ziyaret etmiş olacak.

Analizde, Bangkok-Washington ilişkilerinin ABD'nin Tayland'daki insan hakları durumuna yönelik eleştirileri ve Trump'ın gümrük vergileri nedeniyle gerildiğine işaret ediliyor.

Tayland'ın en büyük ticaret ortağı olan Çin'in ise ülkede "askeri tedarik bakımından da ABD'nin rakibi haline gelebileceği" belirtiliyor. 

Kamboçya-Tayland çatışmaları

İki ülke arasındaki sınır ihtilafı, Kamboçya'nın Fransız sömürgesi olduğu dönemde çizilen ve bölgenin Tayland'dan ayrılması için kullanılan 1907 tarihli haritadan kaynaklanıyor.

Kamboçya toprak talebinde bulunmak için bu haritayı referans alırken, Tayland haritanın yanlış olduğunu savunuyor.

Son dönemdeki gerginlikse 28 Mayıs'ta sınırda çıkan çatışmalarda bir Kamboçyalı askerin öldürülmesiyle başlamıştı. Taylandlı 5 asker de geçen hafta mayına basarak yaralanmıştı. 

Bunun üzerine 24 Temmuz'da taraflar arasında sıcak çatışma başlamıştı. 5 günlük çatışmalarda toplamda en az 38 kişi yaşamını yitirirken, her iki ülke de bölgeden binlerce kişiyi tahliye ettiğini duyurmuştu.

Independent Türkçe, CNN, BBC


Trump'ın 2 bin dolarlık çekleri kimlere dağıtılacak?

Beyaz Saray, düşük ve orta gelirli Amerikalılara 2 bin dolarlık gümrük vergisi iade çeki ödemek istiyor ancak önerinin ayrıntıları üzerinde hâlâ çalışılırken, ekonomistler planın mali açıdan pek mantıklı olmadığı uyarısı yapıyor (AFP)
Beyaz Saray, düşük ve orta gelirli Amerikalılara 2 bin dolarlık gümrük vergisi iade çeki ödemek istiyor ancak önerinin ayrıntıları üzerinde hâlâ çalışılırken, ekonomistler planın mali açıdan pek mantıklı olmadığı uyarısı yapıyor (AFP)
TT

Trump'ın 2 bin dolarlık çekleri kimlere dağıtılacak?

Beyaz Saray, düşük ve orta gelirli Amerikalılara 2 bin dolarlık gümrük vergisi iade çeki ödemek istiyor ancak önerinin ayrıntıları üzerinde hâlâ çalışılırken, ekonomistler planın mali açıdan pek mantıklı olmadığı uyarısı yapıyor (AFP)
Beyaz Saray, düşük ve orta gelirli Amerikalılara 2 bin dolarlık gümrük vergisi iade çeki ödemek istiyor ancak önerinin ayrıntıları üzerinde hâlâ çalışılırken, ekonomistler planın mali açıdan pek mantıklı olmadığı uyarısı yapıyor (AFP)

Trump yönetimi, ABD Başkanı'nın düşük ve orta gelirli Amerikalılara vermeyi önerdiği 2 bin dolarlık gümrük vergisi iade çeklerinden kimlerin yararlanabileceğinin ayrıntıları üzerinde çalışmaya devam ediyor.

ABD Hazine Bakanı Scott Bessent çarşamba günü Fox & Friends'e yaptığı açıklamada, "Başkanın bahsettiği 2 bin dolarlık iadeyle ilgili pek çok seçenek var ve bunlar, diyelim 100 bin dolardan az kazanan ailelere sunulacak" dedi ve iade planının, gelir eşiği gibi ayrıntılarının "görüşme aşamasında" olduğunu söyledi.

Başka bir yerdeyse Bessent, çeklerin aslında çek olmayabileceğini ve bunun yerine Cumhuriyetçi Parti desteğiyle önceki aylarda kabul edilen Büyük Güzel Yasa Tasarısı adlı vergi ve harcama planından varsayımsal tasarruflar olabileceğini öne sürdü.

Bessent, ABC'nin This Week programına verdiği demeçte, "Başkanın gündeminde gördüğümüz şey vergi indirimleri olabilir" dedi. 

Bilirsiniz, bahşişlerin vergilendirilmemesi, fazla mesainin vergiden muaf tutulması, Sosyal Güvenlik kesintilerinin kaldırılması ve araç kredisi faizlerinin gider sayılarak düşülmesi.

Beyaz Saray plan için hangi yöntemi seçerse seçsin uzmanlar, ulusal borcu büyütmeden veya enflasyonu tetiklemeden yapılacağına şüpheyle yaklaşıyor. Her ikisi de bu ayki seçimlerde ekonomi ve hayat pahalılığı konularında sert eleştirilere maruz kalan Cumhuriyetçi Parti'nin sırtında yük olacak. 

Tarafsız Tax Foundation'ın (Vergi Vakfı) federal vergi politikası başkan yardımcısı Erika York "Rakamlar tutmuyor" diyor.

York, çekler için 100 bin dolarlık bir gelir eşiği koyarak yapılacak planın, hükümete 300 milyar dolardan fazla bir miktara mal olacağını ve gümrük vergilerinden şimdiye kadar elde edilen geliri gölgede bırakacağını öngörüyor.

Sorumlu Federal Bütçe Komitesi'nin tahminine göre çekler yıllık ödenirse, 10 yıl içinde hükümetteki bütçe açığını 6 trilyon dolar artırabilir.

Yale Üniversitesi Bütçe Laboratuvarı'nın ekimde yaptığı bir analize göre, mevcut gümrük vergisi politikalarının 2025'te her bir ABD hanesine ortalama 1800 dolara mal olacağı göz önüne alındığında, muhtemelen çekler Amerikalıların ekonomik durumunu toplamda pek etkilemeyecek.

yht
Trump’ın 2 bin dolarlık çekleri ulusal borcu artırabilir ve genel toplamda Amerikalılara kayda değer bir fayda sağlamayabilir (AFP)

Trump'ın hafta sonu bir dizi Truth Social gönderisinde detaylandırdığı planı, ABD Kongresi'nin ödemeleri onaylaması gerektiği için muhtemel siyasi engellerle de karşı karşıya. 

Yasama organı, Senatör Josh Hawley'nin bu yaz sunduğu benzer bir iade önerisini henüz geçirmedi.

Bundan da önce Yüksek Mahkeme'nin, başkanın acil durum tarifelerini yasadışı bulma riski var ve bu da bunları ödeyen işletmelere geri ödeme yapılmasına yol açarak çek önerisinin mali açıdan sağlamlığını daha da zayıflatabilir.

Daha geniş muhafazakar çevrelerdeyse bazıları, başkanın gümrük vergilerini sürdüremediği, enflasyonu düşüremediği, ulusal borcu azaltamadığı ve aynı zamanda Amerikalı tüketicilere yardım edemediği ciddi bir siyasi çıkmaza doğru ilerlediği uyarısında bulunuyor.

Geçen hafta Wall Street Journal'ın yayın kurulu, başkanın çek önerisinin, devam eden enflasyon ve gümrük vergilerinin ekonomik etkileriyle ilgili endişe duyan seçmen tabanından siyasi puan kazanmayı amaçlayan bir "son çare hamlesi" olduğu uyarısı yapmıştı.

Independent Türkçe


Trump, Putin'i Ukrayna'daki savaşı sona erdirmeye zorlamak için yeni bir strateji mi benimsedi?

Görsel: AFP/Al Majalla
Görsel: AFP/Al Majalla
TT

Trump, Putin'i Ukrayna'daki savaşı sona erdirmeye zorlamak için yeni bir strateji mi benimsedi?

Görsel: AFP/Al Majalla
Görsel: AFP/Al Majalla

Samir İlyas

ABD Başkanı Donald Trump, başkan seçilmesinden neredeyse bir yıl sonra Rusya'nın Ukrayna'ya yönelik savaşını sona erdirememesi üzerine, son haftalarda yaptığı açıklamalar ve attığı adımlarla Rusya'ya baskı uygulama yaklaşımında değişiklik sinyalleri verdi. Öte yandan nükleer silahlarla ilgili açıklamaların artmasıyla birlikte Moskova ve Washington, kendi nükleer silahlarının caydırıcı gücünü teyit etmek için füze testleri gerçekleştirdi, nükleer savaş başlıkları taşıyabilen belirli silah türlerini modernize etti ve tam ölçekli nükleer testlerin yeniden başlatılması olasılığının önünü açtı. Her iki tarafın da nükleer silahların konuştuğu bir üçüncü dünya savaşının patlak vermesi tehdidini önlemek için Ukrayna’daki savaşın çözülmesi gerekiyor. Ayrıca iki süper güç arasındaki son büyük stratejik denge ve silah kontrol anlaşması olan ve önümüzdeki şubat ayında sona erecek Yeni START Anlaşması’nın uzatılması da dahil olmak üzere çeşitli mutabakat ve anlaşmalara varmak için ‘gerilimi tırmandırarak azaltma’ ilkesini kullanması olasılığı da söz konusu.

İkinci kez Beyaz Saray'da başkanlık koltuğuna oturduğundan beri dikkat çekici bir değişiklik gösteren Trump, Rusya merkezli Rosneft ve Lukoil enerji şirketlerine yaptırım uygulama kararı aldı. Trump, 16 Ekim'de Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile ‘çok verimli’ olarak nitelendirdiği bir telefon görüşmesinin ardından, 22 Ekim’de ‘Rusya ile Ukrayna arasındaki bu utanç verici savaşı sona erdirme olasılığını görüşmek’ üzere Budapeşte'de yapılması önerilen Rusya-ABD zirvesini iptal etme kararıyla gözlemcileri şaşırttı. Trump, NATO Genel Sekreteri Mark Rutte ile yaptığı görüşmede “Başkan Putin ile görüşmeyi iptal ettik. Bunun uygun olmadığını düşündüm” dedi. Görüşmede istenen hedefe ulaşacaklarına inanmadığını belirten Trump, bu yüzden görüşmeyi iptal ettiğini, ancak bunu gelecekte gerçekleştireceklerini vurguladı. Durma noktasına gelen müzakerelerden duyduğu hayal kırıklığını dile getiren Trump, “Açıkçası, tek söyleyebileceğim, Vladimir (Putin) ile her konuştuğumda iyi sohbetler yapıyoruz, ancak sonra hiçbir sonuç çıkmıyor” dedi.

Öyle görünüyor ki ABD, Rusya'yı müzakere masasına geri döndürmek için uygulanan ekonomik baskıya güveniyordu. Rus yetkililerin tekrarladığı talepler ve koşullar bu baskıdan daha ağır basıyordu. Bu talepler ve koşullar, Ukrayna'nın tamamen ‘teslim olması’ ve Avrupa'nın İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana ilk kez zorla siyasi haritasında bir değişikliği kabul etmesini gerektiriyordu. Yaşlı Kıta’ya ve dünyaya, Rusya'nın çıkarlarını dikkate alan ve NATO'nun genişlemesini engelleyen yeni bir güvenlik sistemi dayatacaktı. Trump yönetimi, eş zamanlı olarak başta Çin ve Hindistan olmak üzere Rusya üzerinde etkisi olan güçlerle, onları Rusya’dan petrol satın almayı sürdürmekten vazgeçirmek, Kremlin'i ateşkesi kabul etmeye zorlamak ve bazı tavizler sunmak amacıyla bir diyalog ve müzakere süreci başlattı.

Trump, Washington'da Orta Asya ülkelerinin liderleriyle yaptığı zirvede, Kremlin'in ‘arka bahçesi’ olarak görülen bu ülkelerle ekonomik ve yatırım iş birliğini güçlendirmeyi amaçladı.

Trump, geçtiğimiz cuma günü Washington’da Orta Asya liderleriyle düzenlenen zirvede Kremlin'in ‘arka bahçesi’ olarak görülen ve geleneksel olarak Rusya ve Çin'in nüfuz alanı olarak kabul edilen bu ülkelerle ekonomik ve yatırım iş birliğini güçlendirmeye çalıştı. Trump, bu ülkelerin siyasi, güvenlik ve ekonomik ilişkilerini çeşitlendirme ihtiyacını ve terör korkularını ve birçoğuna karşı Ukrayna deneyiminin tekrarlanma olasılığını, ABD'yi on yıllardır ihmal ettiği bir bölgede yeniden kilit oyuncu haline getirmek için kullandı. Trump, Belarus’u ve Belarus lideri Alexander Lukaşenko’yu kazanmaya yönelik girişimlerde bulunduğuna dair dikkat çekici bir hamle ile Belarus'tan tutukluların serbest bırakılması için müzakerelere yardımcı olan John Cole'u Minsk'e özel temsilci olarak atadı. Trump, tutukluları serbest bıraktığı için ‘saygıdeğer’ Belarus Devlet Başkanı Lukaşenko’ya teşekkür etti. Öte yandan ABD Hazine Bakanlığı, birkaç gün önce, Belarus'un ulusal havayolu şirketi Belavia’ya uygulanan kısıtlamaları kaldırarak, Lukaşenko'nun kullandığı başkanlık uçağıyla ilgili işlemlerin yapılmasına izin verdi. Tüm bu adımlar, 2020 başkanlık seçimleri sonuçlarının manipüle edildiği ve protestocuların bastırıldığı suçlamalarının ardından Washington ve Brüksel'in Belarus'a uyguladığı yıllarca süren izolasyon ve yaptırımlardan sonra, Minsk'e kademeli olarak açılmanın devamı niteliğindeydi.

Uyarı ateşi

Rusya’nın küçük bir nükleer motorla sınırsız uçabilen ‘Burevestnik’ füzesinin ve yine nükleer motorla çalışan ‘Poseidon’ kruvazörünün test edildiğini duyurmasının ardından Trump, ekim ayı sonlarında sosyal medya platformu Truth Social üzerinden yaptığı bir paylaşımda, ABD Savunma Bakanlığı’na ‘karşılıklı olarak’ nükleer testlere başlanması talimatı verdiğini duyurdu. Paylaşımında ayrıca bu sürecin ‘derhal’ başlaması gerektiği belirten Trump, kararın ‘diğer ülkeler tarafından yürütülen test programları çerçevesinde’ alındığını açıkladı.

Ukrayna, Rusya ile yapılacak herhangi bir görüşme veya müzakerenin savaşın baskısı altında yapılmaması ve sonuçlarının Rusya'nın lehine önceden belirlenmemesi gerektiğine inanıyor.

ABD, 5 Kasım'da nükleer savaş başlıkları taşıyabilen ‘Minuteman III’ adlı kıtalararası balistik füzenin testini gerçekleştirdi. Trump'ın kararlarının, ülkesinin olası bir gerilime hazır olduğu ve yanıt vermek yahut ilk saldırıyı gerçekleştirmek için birçok araca sahip olduğu mesajını verdiği açıktı. Bununla birlikte hem Rusya hem de ABD, yıkıcı bir silahlanma yarışına girmenin ilk tercihleri olmadığını ve dünyada yaygın yıkıma neden olabilecek sorunları çözmenin en iyi yolunun müzakereler olduğunu belirten mesajlar göndermeye devam etti.

Trump'ın son kararları Rusya'yı zorlu seçimlerle karşı karşıya getiriyor. ABD, askeri açıdan Ukrayna'ya Rusya'nın 2 bin 500 kilometre derinliğindeki hedefleri vurabilecek Tomahawk füzeleri tedarik etmesine karşı çıkmasına rağmen, gerekirse Rusya'ya karşı tırmanışa geçmeye ve acı verici bir şekilde yanıt vermeye hazır olduğunu da teyit ediyor. Siyasi açıdan ise Budapeşte’deki zirvenin iptal edilmesi, Trump'ın, Putin'in sözlerden eyleme geçmesini ve en azından mevcut savaş hattı boyunca ateşkes dahil olmak üzere, bir çözüme katkıda bulunacak tavizler vermesini istediğini gösteriyor. Ekonomik açıdan da Trump'ın yaptırımları Rusya ekonomisinin kalbine darbe vuruyor. Rusya’nın devlet kontrolündeki petrol devi Rosneft'in ülkenin en büyük petrol şirketi olduğunu ve Rus petrolünün yüzde 40'ını (2024'te günde 5,2 milyon varil) ürettiğini söylemek yeterli. Lukoil ise günde yaklaşık 1,6 milyon varil ile ikinci sırada geliyor.

sdfrgt
ABD Başkanı Donald Trump ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, ABD'nin Alaska eyaletine bağlı Anchorage kentindeki Elmendorf-Richardson Ortak Üssü'nde bir araya geldi, 15 Ağustos 2025 (Reuters)

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ile Marco Rubio arasındaki telefon görüşmesi, zirvenin ertelenmesinde belirleyici bir rol oynamış olabilir. Rubio, Moskova'nın ciddi tavizler vermek istemediğini sezmiş gibi görünüyor. Bu yüzden zirveyi iptal etmeyi önermiş ve Trump'ı, Kremlin'i tavrını yumuşatmaya zorlayabilecek bir ‘uyarı ateşi açma’ görevi görecek yaptırımlar uygulamaya teşvik etmiş olabilir.

Karmaşıklıklar ve anlaşmazlıklar

Savaşı sona erdirmek için öncelikler konusunda Moskova ile Kiev arasında var olan derin görüş ayrılıkları, çözüm çabalarının başarısızlıkla sonuçlanmasına yol açtı. Ukrayna siyasi bir çözüm için ön koşul olarak ateşkes anlaşmasına varılmasında ısrar ederken, Rusya sahada gerilimin azaltılması için kapsamlı bir anlaşma yapılması gerektiğini savunuyor. Kiev, Rusya ile yapılacak herhangi bir görüşme veya müzakerenin savaşın baskısı altında yapılmaması ve sonuçlarının Rusya'nın lehine önceden belirlenmemesi gerektiğine inanıyor. Öte yandan Moskova, kapsamlı bir barış anlaşması sağlanmadan önce ateşkesin, Rusya'nın taleplerini ve koşullarını karşılaması ve çatışmanın temel nedenlerini çözeceğini düşünüyor. Bu da Kiev'e askeri kapasitesini yeniden inşa etme ve savaşı uzatma fırsatı verebilir.

Rusya'nın inkarlarına rağmen, Putin'in toprak takası fikrini açık bir taahhüt olmaksızın, yalnızca bir müzakere taktiği olarak ortaya atmış olması ihtimali zayıf.

Avrupa, resmi tamamlamak için Putin'in zaferinin ve sınırları zorla değiştirmedeki başarısının, Kremlin'in Moldova, Estonya, Letonya ve Litvanya gibi diğer ülkelere askeri müdahale iştahını kabartacağından korkuyor.

Budapeşte'nin zirve yeri olarak seçilmesi, Macaristan Başbakanı Viktor Orban’ın Kremlin ile yakın ilişkisi nedeniyle Kiev ve büyük Avrupa başkentlerinden eleştiri alsa da yer seçimi bir engel teşkil etmedi. Öyle ki Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy, ilerlemedeki yavaşlık ve ağır insan kayıplarına rağmen, Donetsk, Zaporijya ve Harkiv bölgelerinde açıkça Moskova'nın lehine gelişen savaşı sona erdirmek için Budapeşte'de yapılması önerilen zirveye Trump ve Putin ile birlikte katılmaya hazır olduğunu açıklamıştı.

Rusya’nın savaşın temel nedenlerini ele almaktaki ısrarcılığına rağmen, Trump'ın Budapeşte'de bir zirve düzenleme önerisini neye dayandırdığı tam olarak bilinmiyor. Zira Moskova'nın son dönemdeki tutumu değişmemişti.

rtr56y
ABD Hava Kuvvetleri, Kaliforniya'daki Vandenberg Hava Kuvvetleri Üssü'nde geliştirme amaçlı bir test sırasında patlamaya yol açmayan bir Minuteman III kıtalararası balistik füzesi fırlattı, 5 Şubat 2020 (AFP)

Washington Post, Wall Street Journal (WSJ) ve diğer bazı ABD gazeteleri tarafından aktarılan sızıntılar doğruysa, ayrıntılarla ve uzun tartışmalarla ilgilenmeyen Trump, daha önce Özel Temsilcisi Steve Witkoff'un başına geldiği gibi Putin'in önerilerini yanlış anladı ve Rubio’nun zirve hazırlıklarına katılması, Rusya'nın gerçek tutumunu ortaya çıkardı. Batı basını, Putin’in Trump’a, Donetsk ve Luhansk'tan oluşan Donbas bölgesi üzerinde tam kontrol sağlaması karşılığında Zaporijya ve Herson bölgelerinin bir kısmını ilke olarak Ukrayna’ya devretmeye hazır olduğunu söylediğini bildirdi. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre bu öneri, Putin'in Alaska’daki zirvede açıkladığı Rusya’nın taleplerinde bir geri adım ve ‘diplomatik olarak geliştirilebilecek olası esnekliğin’ bir göstergesiydi. Ancak Kremlin, bu sızıntıları derhal yalanladı ve çatışmanın temel nedenlerini ele alan bir anlaşmaya varıldıktan sonra ateşkes için sunduğu toprak talepleri ve öne sürdüğü koşulların geçerliliğini koruduğunu vurguladı.

Rusya’nın inkârına rağmen, Putin'in herhangi bir net taahhüt olmaksızın, sadece bir müzakere taktiği olarak toprak takası fikrini gerçekten önermiş olabileceği ihtimali göz ardı edilemez. Zaporijya ve Herson bölgelerinin devredilmesinin, Rusya’nın savaşının ana stratejik hedeflerinden biri olan, Moskova’nın 2014 yılında ilhak ettiği Kırım Yarımadası ile Rusya toprakları arasında bir kara koridoru oluşturma hedefiyle çelişeceği iyi biliniyor.

Budapeşte’deki zirvenin ertelenmesiyle, ABD’nin uzlaşı çabaları, Alaska zirvesini rayından çıkaran aynı çıkmazı aşmak için yapılan tüm girişimlerin başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından, başlangıç noktasına geri döndü. Washington, coğrafi konum Alaska'dan Budapeşte'ye değişmiş olsa da eski hesaplamaların ve pozisyonların tekrarlandığı kapalı bir müzakere ortamıyla karşı karşıya kaldı.

Budapeşte’deki zirvenin yapılamayıp girişimin başarısız olması, diplomatik yolun güç dengelerinin esiri olmaya devam ettiğini ve gelecekteki herhangi bir anlaşmanın ancak tüm taraflar, savaşı sürdürmenin maliyetinin potansiyel kazançlarından daha ağır bastığını fark ettiğinde sonuç vereceğini ortaya koydu.

Füze testleri yapma ve Rosneft ile Lukoil'e yaptırım uygulama kararları, bu hamlenin pozisyonlarında gerçek bir değişiklik mi yoksa sadece siyasi koşulların dayattığı zorunlu bir yeniden konumlanma mı olduğu konusunda soru işaretleri yaratıyor. Budapeşte’deki zirvenin başarısızlığı ve ardından Washington’da yaşanan keskin iç eleştiriler sonrasında Trump, müzakere kanalları yoluyla bir atılım elde edemediği diplomatik başarısızlığını telafi etmek amacıyla, Moskova'ya karşı sert tutumunu gösteren ve Kremlin'e karşı hoşgörülü olduğu yönündeki suçlamaları önleyen pratik adımlarla siyasi dengesini yeniden sağlamaya çalıştı. Yaptırımlar uygulayarak da hem Amerikalılara hem de Avrupa’daki müttefiklerine, ABD’nin halen Rusya'yı caydırmak ve Ukrayna meselesinde inisiyatifi yeniden ele geçirmek için askeri, siyasi ve ekonomik araçları kullanma kapasitesine sahip olduğu mesajını vermek istedi.

dfrgt
Rusya tarafından Kiev’de füze ile hedef alınan bir gıda deposu, 25 Ekim 2024 (AFP)

Öte yandan Trump’ın son hamlelerinin, son birkaç haftadır sergilediği inişli çıkışlı tutumunun bir uzantısı olduğu ve uzlaşı arzusu ile kararlı görünme çabası arasında tereddüt ettiğini ortaya koyduğu da düşünülebilir. Dolayısıyla yaptırımlara başvurmasının stratejik bir değişiklikten çok, Avrupa'nın Trump'ın dayatmaya çalıştığı siyasi rotayı değiştirmeye çalıştığı bir senaryoda, çok taraflı çözüm seçeneğini yeniden canlandırarak ve istenen çözümü şekillendirmede Avrupa'nın rolünün merkezi önemini vurgulayarak, kendisini yeniden konumlandırmak için gerekli bir girişim olduğu anlaşılabilir bir durum.

Açık uçlu sonuçlar ve iç içe geçmiş olasılıklar

Ukrayna'da yaşanan gerilim, Trump ve Putin'in Alaska’da gerçekleştirdikleri zirveden bu yana tırmanmaya devam ediyor. Rusya ordusu ilerleme kaydederek daha fazla toprak işgal etmeyi başardı. Balistik füzeler ve İHA’larla Ukrayna'nın enerji sektörünün çoğunu tahrip ederek halkın günlük hayatını zorlaştırdı ve bazı tavizler verilerek savaşın sona erdirilmesini isteyenlerin sayısını artırdı. Bu durum Avrupa için de maliyeti artırıyor. Bir yandan Ukrayna'ya ekonomik ve askeri destek için ödenecek fatura yükselirken, diğer yandan Ukrayna, savaşın başlamasından bu yana kaçan milyonlarca insanın yanı sıra yüzbinlerce Ukraynalı için de güvenli bir sığınak olarak görülmeye başlıyor.

Budapeşte’deki zirvenin yapılamayıp girişimin başarısız olması, diplomatik yolun güç dengelerinin esiri olmaya devam ettiğini ve gelecekteki herhangi bir anlaşmanın ancak tüm taraflar savaşı sürdürmenin maliyetinin potansiyel kazançlarından daha ağır bastığını fark ettiğinde sonuç vereceğini ortaya koydu. Rusya ve ABD’nin oyalanarak zaman kaybetmedikleri, aksine siyasi, ekonomik ve askeri güçlerini toplayarak ve felaketin eşiğinde oynayarak birbirlerine baskı uygulamaya çalıştıkları açık. Durum ne kadar ciddi olursa olsun Trump'ın başkanlığı döneminde alıştığımız gibi, yeni sürprizlerin yaşanması ihtimali de var. Örneğin, sadece Ukrayna'daki sorunları değil, güvenlik ve Dünya'daki yaşamın devamı ile ilgili sorunları da çözmek için Putin ile yeni bir zirve önerisiyle gelebilir. Çünkü Trump, istenen çözümlerin kendisine gelecek yıl Nobel Barış Ödülü için reddedilmeyecek bir adaylık kartı kazandırmasını umuyor.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarfından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.