ABD demokrasisini tehdit eden ‘gizli bir cumhuriyet’ mi var?

Ulusal Güvenlik Ajansı'nın, ABD’nin müttefiklerini gizlice gözetlemesi, onun yurtiçindeki ve yurtdışındaki rolünü ortaya koyuyor

ABD Ulusal Güvenlik Ajansı’nın merkezi (NSA’nın resmi internet sitesi)
ABD Ulusal Güvenlik Ajansı’nın merkezi (NSA’nın resmi internet sitesi)
TT

ABD demokrasisini tehdit eden ‘gizli bir cumhuriyet’ mi var?

ABD Ulusal Güvenlik Ajansı’nın merkezi (NSA’nın resmi internet sitesi)
ABD Ulusal Güvenlik Ajansı’nın merkezi (NSA’nın resmi internet sitesi)

İmil Emin
Danimarka Yayın Kurumu (DR), Mayıs ayı sonlarında ABD'nin dijital istihbarat kurumu Ulusal Güvenlik Ajansı'nın (NSA) yaptığı eski ve yeni casuslukları ortaya çıkardı. DR, NSA’nın Almanya, İsveç, Norveç ve Fransa'daki üst düzey politikacıları gizlice dinlediğini bildirdi. Hatta iş Almanya Başbakanı Angela Merkel’in telefonunun dinlenmesine kadar vardı.
Bu konudaki ilk skandal, eski ABD Başkanı Barack Obama’nın ikinci döneminin son yıllarında patlak vermişti. ABD Başkanı o dönem, konu hakkında hiçbir şey bilmiyor gibiydi. Bu, büyük ölçüde doğru olabilir, çünkü ABD’li istihbarat servisleri bugün birçok Amerikalının gözüne, ülke içindeki demokratik süreci yok edebilecek vahşi bir canavar gibi görünüyor ve ahtapot kollarını ABD’nin dışına uzatmak için sahip olduğu devasa bütçelerden yararlanıyor. Öyle ki, ABD’nin eski başkanlarından Dwight D. Eisenhower’ın Amerikan askeri sanayisinin tehlikeleri hakkındaki uyarıları (Eisenhower Doktrini), bu istihbarat servislerinin faaliyetlerinin yanında devede kulak kalıyor.
 Peki, neden Danimarka? Bunu kısaca şöyle özetleyebiliriz: Danimarka, ABD’nin müttefiki ve iki ülke yakın ilişkilere sahipler. Bu nedenle İsveç, Norveç, Almanya, Hollanda ve Birleşik Krallık'a uzanan denizaltı internet kabloları için birçok iniş istasyonuna ev sahipliği yapıyor.  Bu da, tabiri caizse siber uzayın sahne arkasında neler olup bittiğini bilmesini sağlayan modern bir anahtara sahip olduğu anlamına geliyor.
Peki, NSA nedir, kimdir ne iş yapar ve neden bu kadar gizlidir? Bu kurum gerçekten yurtiçinde Amerikalılar, yurtdışında ise düşmanlar ve müttefikler için özgürlük atmosferini yiyip bitirebilen ve mahremiyeti ihlal edebilen bir istihbarat canavarı haline mi geldi?

NSA hakkında
NSA’nın resmi adı National Security Agency’dir. Fakat birçok Amerikalı istihbarat analisti onu, çalışmalarının ciddiyeti ve gizliliği nedeniyle neredeyse var olmadığını, yani özellikle çalışmaları ajanlarının yurtdışındaki faaliyetlerine dayanan Amerikan Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) veya yurtiçinde Amerikalılar ve diğerleriyle yakın temas halinde çalışan ABD Federal Soruşturma Bürosu (FBI) gibi muadillerine kıyasla insanlar alemiyle ilgilenmediğinden varlığı olmayan bir ajans (No Such Agency) olarak görüyorlar. NSA, özellikle siber alemdeki bilgi ve verilerin izlenmesinden, toplanmasından ve işlenmesinden sorumlu olan kurumdur ve ABD hükümetinin iletişim ve bilgi sistemlerini bilgisayar korsanlığı (hacker) ve siber saldırılara karşı korumaktan sorumludur.
NSA, 11 Eylül 2001'e kadar hiç dikkat çekmedi. Fakat 11 Eylül terör saldırıları, NSA’nın özellikle insan unsurlarının giremediği site ve yerlerde, dünyanın her yerindeki iletişimlere kulak misafiri olma ve dijital ağlara nüfuz etmedeki rolünün önemine bir nebze ışık tuttu. Bu yüzden uzaydaki uyduları ve denizdeki denizaltı kablolarını yönetmesi konusu, ABD'yi bekleyen bilinmeyene karşı yürüttüğü savaşlarda kullandığı mekanizmaların başında gelmektedir.


Edward Snowden (Reuters)

Burada en şaşırtıcı nokta ise ajansın kuruluşunun çok eskiye, ABD Başkanı Harry Truman döneminde şimdiki adını aldığı 1952 yılına kadar uzamasıdır. Ajans aslında İkinci Dünya Savaşı sırasında kendi yolunu bulmuş ve savaş zamanlarında iletişim kodlarını, özellikle de Nazi rejiminin kodlarını deşifre etmekle görevlendirilmiştir.
Öte yandan geçtiğimiz günlerde NSA’nın ABD’nin Avrupalı ​​müttefiklerine karşı casusluk yapma skandalı ikinci kez patlak verdi. Ardından ABD'de NSA’nın meşruiyetine ilişkin tartışmalar yeniden başladı. Ajans daha önce Amerikalılar arasındaki Vietnam Savaşı karşıtı hareketin liderlerini gizlice gözetlemişti. Bu da NSA’nın vatandaşların özgürlüklerini ve mahremiyetini garanti eden ABD Anayasası’nı açıkça ihlal ettiği anlamına geliyordu.
Ancak, 11 Eylül 2001 günü çalkalanan ABD, güvenlik adına özgürlüklerin ihlal edilmesine çok fazla göz yumdu. Küreselleşmenin büyük babası olan ünlü Amerikalı yazar Thomas Friedman'ın ABD’nin henüz 12 Eylül'e geçemediğini söylemesine neden olan bu durum, Amerikan istihbarat servislerinin ülke içinde ve dışında zulmünü, karşısında neredeyse tamamen sessiz kalınan bir konu haline getirdi. Eski ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright ise ünlü kitabında ABD’nin bir ‘korku cumhuriyeti’ tarafından rehin alındığını ifade etti.

NSA ve Beş Gözler
Öyle görünüyor ki NSA’nın ABD Savunma Bakanlığı'nın (Pentagon) askeri bir şubesi olması gibi belirli bir özelliği var. Bu da onunla diğer Amerikan istihbarat servisleri arasında koordinasyon olsa bile çalışmalarında ve performansında bir miktar mahremiyete sahip olduğu anlamına geliyor. Ajansın gizli gözetleme çalışmalarının çoğu, Yeni Zelandalı ünlü gazeteci Nicky Hager’in de ünlü kitabında “Gizli kulaklar seni nasıl dinliyor?” dediği ve ayrıntılı olarak açıklanan, UKUSA olarak da bilinen dijital istihbarat ittifakı; Beş Gözler (Five Eyes) aracılığıyla gerçekleşiyor. İttifakta ABD, İngiltere, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda yer alıyor. Beş Gözler, NSA’nın neredeyse en uzun koludur.
NSA, ABD içinde ve dışında bir tartışma konusu haline geldiği 2014 baharına kadar, dokuz yıl boyunca General Keith B. Alexander tarafından yönetildi. General Alexander, görev süresi boyunca, ajansın büyütmek ve nüfuzunu artırmak için çok çalıştı. Amerikalı araştırmacı gazeteci James Bamford’a göre Alexander, bu zaman zarfında ABD tarihinin en etkili istihbarat şefi oldu.
ABD ulusal güvenlik meselelerinde uzmanlaşmış bir yazar ve gazeteci olan Shane Harris’in, Foreign Policy dergisinin ön sayfalarında yer alan ve derinlemesine bir analizin yapıldığı makalesine göre Alexander göreve geldiğinde NSA halihazırda bir ön bilgi canavarıydı, ama Alexander’ın yönetimi altında ajansın misyonunun kapsamı, yasal yetkilerin yanı sıra bu miktarda dijital bilgiyi toplamak ve saklamak konusunda ABD hükümetine bağlı hiçbir kurumun sahip olmadığı bir kapasitede öncüllerinin düşündüğünün ötesinde bir dereceye kadar genişledi.
Alexander'ın stratejisi açıktı; “Tüm verileri toplamam ve mümkün olduğu kadar uzun süre saklamam gerekiyor.”
Belki de Alexander'ın ajans ile ilgili sloganı; “Her şeyi topla”, NSA'nın temel amacını en iyi biçimde ifade ediyordu. Alexander, bu felsefeyi ilk kez 2005 yılında hayata geçirdi. Washington Post gazetesinin 2013 yılında yayınladığı bir habere göre ABD askeri istihbaratının sadece şüpheli isyancılar ve ABD güçlerine yönelik diğer tehditlerle sınırlı odak noktasından memnun olmayan NSA, Irak'ın işgaliyle ilgili iletişim bilgileri topluyordu.

Snowden ve kamuoyunun NSA’dan haberdar olması
Modern tarih konusunda uzman olan Alman tarihçi Wolfgang Krieger tarafından kaleme alınan “Geschichte der Geheimdienste: Von den Pharaonen bis zur NSA” (Firavunlardan NSA'ya Gizli Servislerin Tarihi) adlı kitapta, Edward Snowden’in 20 Mayıs 2013'te önceden edindiği çok gizli bilgi ve verileri sakladığı dört dizüstü bilgisayarla birlikte Hawaii'ye gitmek için Hong Kong'dan ayrıldığını, o sıra 29 yaşında olan Snowden’in, sırlarını Amerikalı gazeteci Glenn Greenwald ve belgesel yapımcısı Laura Poitras'a verdiği belirtiliyor.
İngiltere merkezli The Guardian gazetesi 6 Haziran 2013’te, NSA tarafından yürütülen casusluk faaliyetleriyle ilgili ilk haberi yayınladı. O tarihten bu yana basın kuruluşlarının çoğu bu casusluk faaliyetlerine atıfta bulunarak ‘NSA skandalından’ bahsediyor. Basın, skandalla ilgili haberleri parçalar halinde yayınladı. Bunun nedeni, Snowden'in yasadışı olarak ele geçirdiği NSA belgelerinin sırlarını ortaya çıkarmakta yavaş kalmasıydı.
Söz konusu belgelerin gerçekte ne kadar oldukları, içerdikleri bilgiler ve sırlar henüz gün yüzüne çıkmadı. Bazı spekülasyonlara göre NSA da kaç tane belgenin çalındığını bilmiyor.

Gizli servisler ve tüm dünyada internet ağlarının izlenmesi
NSA’nın Avrupalı ​​hükümet liderlerini ve belki de devlet başkanlarını gizlice gözetlemek amacıyla Danimarka istihbarat servisini kullandığına dair haberler, ajansın dünya çapında internet ağını daha önce eşi- benzeri görülmemiş bir şekilde izleyip izlemediğine dair, “NSA, tüm dünyada internet ağlarını izliyor mu?” sorusunu sormamıza neden oluyor.
Bir önceki soruyu tersten okumanın bizim için anlamlı olabileceğini düşünüyorum. Bu da soruyu şöyle sormama neden oluyor: “İnternet, NSA’nın tüm dünyaya kurduğu bir tuzak mıydı ve söylendiği gibi, Washington, dünyanın dört bir yanında karıncaların gezindiğini biliyor muydu?”
Bu sorunun cevabı için Snowden'in arkadaşı Amerikalı yazar Glenn Greenwald tarafından kaleme alınan “No Place to Hide: Edward Snowden, the NSA, and the U.S. Surveillance State” (Saklanacak Yer Yok: Edward Snowden, Ulusal Güvenlik Dairesi ve ABD Gözetleme Devleti) adlı kitaba başvurmamız gerekiyor.  Kitap, NSA'nın departmanlarında olağandışı bir şeffaflık olduğunu keşfediyor. Buna en iyi örnek, kitlesel, gizli bir gözetleme ajansı kurmanın gerçek amacı ile bağlantılı olarak, uluslararası internet standartları sorununu tartışan ajanstan bir grup yetkiliye sunulmak üzere hazırlanan rapordu. Raporun ‘Bilim ve Teknoloji alanında Ulusal İstihbarat Görevlisi’ olan yazarı kendini ‘bilim adamı ve iyi eğitimli bir bilgisayar korsanı’ olarak tanımlıyor.
Raporun “Ulusal çıkarların, Paranın ve Egonun Rolü” başlığı kaba ve heyecan verici görünüyor. Raporun yazarına göre bu üç faktör, ABD’yi küresel hegemonyayı sürdürmeye yönlendiren ana nedenleri oluşturuyor. Evet, para, ulusal çıkar ve egoyu bir araya getirdiğinizde dünya düzenini şekillendirmekten bahsedebiliyorsunuz. Zaten hangi ülke dünyayı kendisi için daha iyi bir yer haline getirmek istemez ki? Raporun yazarı, gerçek tehdidin ne olduğunu soruyor ve şu cevabı veriyor; “Dürüst olalım, Batı dünyası, özellikle ABD, yukarıdaki standartları belirleyerek nüfuz ve çok para kazandı.”
Yazar ayrıca ABD'nin günümüz internet ağını şekillendirmede ana oyuncu olduğunu, bunun teknoloji ile birlikte Amerikan kültürünün büyük ölçekli ihracatına yol açtığını ve Amerikan kurumlarının çok fazla para elde etmesini sağladığını söylüyor.
Gözetleme alanının kapsamı ve emelleri büyüdükçe, örneğin “NSA... Genel Bir Bakış” başlıklı bir rapordaki düşman listesi de büyüdü. Raporda NSA, ABD’nin karşı karşıya olduğu sözde tehditlerin sıralarken hackerlar, suçlular ve teröristlerden bahsediyor. Hatta tehditler arasında internet, kablosuz iletişim araçları, faks ve uydu gibi teknolojilerin bir listesini içerecek kadar ileri gidiyor.

Mahremiyetin ihlali ve demokrasinin yok edilmesi
NSA, ABD vatandaşlarının mahremiyetini ve özgürlüklerini ihlal etti mi?
Bu sorunun cevabı ise, ABD Senatosu İstihbarat Faaliyetleri Kapsamında Hükümet İcraatlarının İncelenmesi Komitesi (Church Komitesi olarak da biliniyor) Başkanı Senatör Frank Church’ın 1975 yılında yaptığı bir açıklamada yer alıyor. Church açıklamasında, “ABD hükümeti, radyo frekanslarıyla gönderilen mesajları izlememizi sağlayan bir teknoloji geliştirdi, ancak bu teknoloji her an Amerikan halkını hedef alabilir. Her Amerikalının, telefon konuşmaları ve telgrafları izlenebilecek ve hiçbir mahremiyetleri olmayacak. Fakat bu önemli değil. Zaten saklanacak hiçbir yer olmayacak” ifadelerini kullandı. Bu açıklama, Snowden krizinin veya Danimarka skandalının patlak vermesinden yaklaşık elli yıl önce yapıldı. NSA, yurtdışındaki misyonları öncesinde, Amerikalıların haklarını ihlal etmiş olabilir mi?
The Guardian gazetesinin haberi tüm dünyada yayınlandığında, dönemin ABD Başkanı ve Amerikan sisteminin dünyaya pazarlanması direktörü olarak kabul edilen Barack Obama kamuoyuna yaptığı açıklamada, NSA’nın faaliyetlerinin terörizmle mücadele etmek isteyen ABD’nin ulusal güvenliği için son derece önemli olduğunu belirtti. Obama, vatandaşların mahremiyetine yönelik herhangi bir ihlalin en düşük seviyede tutulacağını vurguladı.
Vatandaşların özgürlüklerini ve haklarını savunan bazı insan hakları kuruluşlarının ve bir grup parlamenterin, vatandaşların telefonlarına ve internet ağlarına sızarak bu kadar büyük miktarda bilgi ve veri toplanmasını şiddetle kınaması son derece doğal bir tepkiydi. O dönem Federal Yüksek Mahkeme’den iki yargıç, söz konusu istihbarat faaliyetlerinin yasallığından duydukları şüpheleri dile getirdiler.
New York Times gibi liberal basın kuruluşları, Edward Snowden'ı savundu. Şarku'l Avsat'ın Independent Arabia'dan aktardığı analize göre New York Times, Snowden’in NSA'nın ABD yasalarını ne ölçüde ihlal ettiğini ortaya çıkarmaktan biraz daha fazlasını yaptığına dikkati çekti.
Geleneksel olarak Beyaz Saray ve ABD başkanlığına yakın olan Washington Post gazetesi ise bir haberinde General Alexander'ın nasıl oldu da aktif bir savaş bölgesindeki yabancı insanlar için tasarlanmış kapsamlı bir gözetleme sistemini Amerikan vatandaşlarına uygulamayı düşündüğüne değindi. Haberde, “Alexander, Irak'ta yaptığı gibi, ABD içinde ve dışında iletişim kanallarından büyük miktarda ham bilgi toplamak ve depolamak için elde edebileceği araçlar, kaynaklar, yasal yetkiler ve her şey için sıkı bir lobi yaptı” ifadeleri yer aldı.
Alexander'ın abartılı bir gözetleme uzmanı olarak ünü iyi belgelenmişti. Foreign Policy dergisi, mutlak bir casusluk servisi kurmaya yönelik yasa dışı dürtüsü nedeniyle Alexander'ı “NSA kovboyu” olarak adlandırdı. Yasadışı telefon dinleme programını denetleyen ve saldırgan militarizmiyle nam salan CIA ve NSA’nın Bush dönemi direktörü Michael Hayden bile Alexander’ın bu dizginsiz yaklaşımı karşısında sık sık midesinde bir yanma hissediyordu.

ABD sivil özgürlükleri risk altında
NSA’nın ABD’nin müttefiklerini gözetlemesine ilişkin son skandalla birlikte ABD’de NSA’nın ülke içinde oynadığı ve oynamaya devam ettiği rolle ilgili ciddi endişeler taşıyan soru işaretleri ortaya çıktı. Amerikan Sivil Özgürlükler Birliği’nin (ACLU) 2011 yılında yayınladığı raporunda “Hükümetimizin bu günlerdeki çalışmalarının çoğu gizlice yürütülüyor” ifadesini okuyoruz. Washington Post yayınladığı bir haberde, “Bu çok gizli, ketum ve çok karmaşık olan karanlık dünya, Amerikan özgürlükleri için gerçek bir tehdit haline geldi. Hatta artık hiç kimse masraflarının ne kadara mal olduğunu, kaç kişiyi çalıştırdığını, kaç programı olduğunu veya aynı işi tam olarak kaç ajansın yaptığını bilmiyor” ifadelerine yer verdi.
Peki, NSA ortalama bir Amerikalı hakkında nasıl bir bilgi saklayabilir?
ACLU Hukuk Direktörü Yardımcısı Jameel Jaffer’a göre NSA’nın veritabanlarında ‘kişisel görüşler, tıbbi geçmiş, yakın ilişkiler ve çevrimiçi faaliyetler’ hakkındaki bilgiler yer alıyor. Ajans,  her ne kadar bu kişisel bilgilerin kötüye kullanılmayacağını iddia etse de, toplanan bu bilgilerin, NSA’nın geçmişte olduğu gibi ABD Başkanının talebi üzerine herhangi bir siyasi rakibini, gazeteciyi veya insan hakları aktivistini itibarsızlaştırmak için kullanmayacağını düşünmek saflık olur.

NSA, ABD’yi koruduğu kadar tehdit de ediyor mu?
NSA’nın çalışmaları hakkında bir ABD başkanının yaptığı son resmi açıklama, 17 Ocak 2014 tarihinde eski ABD Başkanı Barack Obama’nın Almanya Başbakanı Merkel'in telefonunun dinlenmesine kadar uzanan “Prism” (Prizma) skandalı sonrasında yaptığı açıklamaydı. Obama açıklamasında, NSA'da reform yapma veya ‘sınırlarını belirleme’ arzusu olduğunu açık ve net bir şekilde ortaya koymazken aksine, ABD’nin elektronik haberleşme alanındaki teknolojik üstünlüğünü güçlendirmeye devam edeceğini açıkça ifade etti. 
Big Brother (George Orwell tarafından kaleme alınan Bin Dokuz Yüz Seksen Dört adlı romanda yer alan kurgusal karakterlerden biri olan Büyük Birader) ABD fikri ve hiç bitmeyen Orwellciliği, Tanrı'nın dilediği ölçüde ABD’nin korunmasını garanti mi ediyor, yoksa dünyayı tehdit ettiği kadar kendisini de tehdit edebilecek Aşil’in topuğunu mu temsil ediyor?
Güvenlik uzmanı Bruce Schneier, ABD’de yayınlanan The Atlantic dergisinin Ocak 2014 sayısında, NSA’nın kapsamlı gözetim faaliyetlerinin sadece etkisiz değil, aynı zamanda son derece pahalı olduğunu belirtmiştir. Schneier’a göre internet protokolleri güvenilmez hale geldikçe, Amerikan teknik sistemlerinin saldırıya uğrama olasılığı da o kadar artıyor. Bu da sadece Amerikalıları değil, dünyanın geri kalanını da endişelendirmesi gereken bir yerel şiddet biçimidir.
Schneier dergide yer alan makalesinde, “İnterneti ve diğer iletişim teknolojilerini dinlemeyi ne kadar çok tercih edersek, dinlemeye karşı da o kadar az güvende oluruz. Bunun nedeni, NSA'nın kulak misafiri olabileceği dijital bir dünya ile ajansın dinlemesinin yasak olduğu dijital bir dünya arasında değil, tüm saldırganlara karşı savunmasız bir dijital dünya ile tüm kullanıcılar için güvenli bir dijital dünya arasında bir seçim yapıyor olmamızdır.
NSA’nın Norveç'teki rolüne ilişkin önümüzdeki günlerde ortaya çıkması beklenen detaylar dışında, ABD Başkan Yardımcısı Kamala Harris'in geçtiğimiz günlerde dünyanın kansız bir küresel savaşta olduğuna işaret ettiği, yaşadığımız dünyanın tehlikeleri hakkında bir tartışma da kaçınılmaz olarak yeniden gündeme gelecektir.
Belki de ABD’ye yönelik son siber saldırıları takip edenler, Washington'ın artık esir savaşlarında üstünlüğünün olmadığı sonucuna varacaktır. Belirli bir çatışma noktasında rasyonel dengelere sahip uluslararası güçler arasındaki çatışmanın, hacker grupları ve hükümetler ile devletler arasında asimetrik çatışmalara dönüşme olasılığı tüm insanlığı tehdit eden büyük bir felakettir. Bu felaketin ardından kaos, dünyanın efendisi olacaktır ve ne yazık ki, Allah’ın merhametine sığınmaktan başka bir çaremizin kalmayacağı bir sahneden uzak olduğumuzu düşünmüyorum.
*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.



Türkiye yeniden Gazze hattında

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Hamas’ın Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye’yi İstanbul’da ağırladı (Arşiv - Reuters)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Hamas’ın Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye’yi İstanbul’da ağırladı (Arşiv - Reuters)
TT

Türkiye yeniden Gazze hattında

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Hamas’ın Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye’yi İstanbul’da ağırladı (Arşiv - Reuters)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Hamas’ın Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye’yi İstanbul’da ağırladı (Arşiv - Reuters)

Tony Francis

Gazze’deki savaş pazar günü itibariyle 213’üncü gününe girerken halen bir ateşkes anlaşması ihtimali ufukta görünmüyor. Çatışmalar ve İsrail’in bombardımanları bugüne kadar yaklaşık 35 bin Filistinlinin ölümüne, on binlerce Filistinlinin kaybolmasına, yaralanmasına veya sakat kalmasına neden olurken ateşkes görüşmeleri halen devam ediyor. Esir takası ve Gazze Şeridi’ne insani yardımların ulaştırılmasının kolaylaştırılması meseleleri ise İsrail'in Hamas'ı ortadan kaldırma hedefiyle Hamas Hareketi’nin 7 Ekim saldırısı öncesine dönme talepleri arasında sıkışıp kalmış durumda.

Ölüm makinesi (İsrail) Gazze Şeridi'ndeki en yoğun nüfuslu Refah şehrine kara saldırısı düzenleme tehdidini sürdürürken, son birkaç haftadır tabloda pek fazla değişiklik olmadı. Aynı arabulucular; Katar, Mısır ve ABD, yeni bir ateşkes için arabuluculuk yapmaya devam ediyor.

Nisan ayı neredeyse ateşkesle ilgili formüllerin sunulması ve yanıtların beklenmesiyle geçerken, İran-İsrail çatışmasının ardından bazı gelişmeler netleşmeye başladı. Bunların başında Türkiye’nin rolünün yeniden aktifleşmesi geliyor. Öyle ki Hamas, Türkiye'den yeni bir eleştiri dalgası ve boykot tedbirleriyle karşı karşıya kalan İsrail ile Hamas Hareketi arasında varılması beklenen ateşkes anlaşmanın dördüncü garantörü olarak Ankara'yı önerdi.

İran-İsrail gerilimi, baskılandı ve Tahran’ın Tel Aviv'e yönelik füze saldırısının Filistinlileri savunmak için değil, Şam'daki İran konsolosluğunun hedef alınmasına misilleme olarak yapıldığını açıklamasıyla ‘Filistin boyutunun’ dışında tutuldu. ABD’de ve Batı ülkelerinde özgürlüklerin bastırılmasını kınamaya odaklanan ve yine eski sloganlarını dillendirmeye dönen Tahran, Gazze ile dayanışma kampanyasını sürdürdü.

Gazze’de ateşkes için yapılan müzakereler ve izlenen yol, mollaların (din adamları) başkentinin umurunda değildi, zira kendi projesi bunun ötesindeydi. Tahran, geçtiğimiz hafta başlarında İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Nasır Kenani’nin dilinden ‘Filistin krizine denizden nehre kadar bağımsız bir Filistin devleti kurulması dışında bir çözüm olmadığını’ vurgulama konusunda istekli görünüyordu. Ancak bu, mevcut gerçekler, güç dengeleri ve Filistin halkının doğrudan çıkarları için değeri olmayan bir tutumdu.

İran ‘kamil bir kurtuluş’ sloganıyla Gazze'de, Lübnan'da, Husilerin Akdeniz'deki ticaret gemilerinin seyrüsefer özgürlüğünü tehdit ettiği Yemen'de ve Tel Aviv'i Irak’tan ve Suriye’den vurma görevini yerine getirmek üzere Saraya el-Eşter'in filizlendirdiği Bahreyn’de, vekillerini savaşa iterken kendisinin açıkça uzak durduğu ‘sonsuz savaş’ tarifi veriyordu.

Hamas, İran'ın İsrail'e misillemesini boyutundan ve kısıtlı olmasından memnun değildi ve Hamas lideri, devletlerin kendilerini savunmalarının doğal bir hak olduğunu söylemekle yetindi. Hamas’ın Gazze'deki liderleri, İsrail'i ülke genelinde birkaç cephede birden savaşmaya zorlayacak bir gerilim başlatmayı umuyorlardı, fakat olmadı.

İran Genelkurmay Başkanı Muhammed Bakıri, “İsrail karşılık vermediği sürece İran konuyu kapanmış sayacaktır” diyerek ülkesinin tutumunu net bir şekilde ortaya koydu. Ne Bakıri’nin ne de başka bir İranlı liderin açıklamasında, İsrail güçlerinin Gazze Şeridi'nden çekilmesi bir yana, Gazze'de ateşkes, insani yardımların arttırılması ve yerinden edilen Gazzelilerin evlerine geri dönmesi gibi herhangi bir şart yer almadı. İran, basitçe “Bitti” yanıtı verdi.

İran’ın İsrail’e misillemesi, Hamas'ın Tahran’a büyük ölçüde bel bağlamış olmasına rağmen müzakerelerde lehine olmadı. Tüm bunlar olurken Hamas liderlerine ev sahipliği yapan Katar’a, sunulan tekliflerde bazı tavizler vermeyi kabul etmesi için Hamas’ı ikna etmede daha güçlü bir rol oynaması yönünde baskılar arttı ve Hamas liderlerinin başka bir ülkeye taşınması konuşulmaya başladı.

Amaç, fikri ve dini olarak Hamas’a ve Katar'a yakın bir siyasi parti tarafından yönetilen, İran ve onun bölgesel mezhepçi projesine karşı büyük bir mücadele veren bir ülke olan Türkiye'yi öne çıkarmaktı. Türkiye, Gazze'deki savaşın başlamasından bu yana aylarca süren tereddütten sonra öne çıkma fırsatı buldu.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ı Hamas'ın Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye ile görüşmek üzere Katar'a gönderdi. Ardından Heniyye, İstanbul'a gelecek ve Erdoğan, kendisine ‘Filistin davasının lideri’ olarak hitap edecekti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, daha sonra yaptığı bir konuşmada, Hamas'ı ‘bir terör örgütü’ olarak değil, bir ‘milli kurtuluş hareketi’ olarak tanımladı ve Kurtuluş Savaşı sırasında ortaya çıkan milli kurtuluş hareketi Kuvayi Milliye’ye benzetti.

Şarku’l Avsat’ın TurkPress haber sitesinden aktardığına göre Türk analistler, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Gazze’deki ve bölgedeki savaşa ilişkin tutumundaki değişikliği birkaç faktörle açıklıyorlar. Bu faktörlerin ilki, çok sayıda gücün Hamas'ın kendi ipini çektiğini düşünmesinin ardından Hamas'ın kararlı tutumuydu. İkincisi, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yerel seçimlerdeki yenilgisiydi. Bu yenilgi, bir bakıma Türk halkının Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın politikalarından duyduğu memnuniyetsizliğin işaretiydi. Üçüncüsü, İran'ın İsrail'e verdiği ve bölgeyi neredeyse topyekun bir savaşa sürükleyecek olan misillemesiydi. Türkiye, bu misillemenin ardından ‘olaylardan uzak durmanın kendisine yönelik yansımalarından kurtarmayacağını’ anladı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, İran’ın ‘İsrail'e misilleme işinin şimdilik bittiğini’ açıklamasından sonraki 72 saat boyunca ‘Hamas'la uyumlu’ yeni bir tutum ortaya koymasını bekledi ve ardından Hamas liderlerini İstanbul'da ağırladı. Böylece hem İran'a hem de ilgili taraflara Türkiye'nin Filistin'in yanında yer aldığı ve ‘çok geç olmadan gerilimin tırmanmasını engellemeye yardımcı olacak siyasi bir rol oynamaya hazır olduğu’ mesajını verdi.

Filistin meselesi üzerinden somut bir siyasi sürece girmeye istekli görünen Türkiye'nin bu tutumu, herhangi bir müzakereye ya da savaşın ertesi gününe dair açıkça bir ilgi göstermeyen ve önceliğinin kendi çıkarlarını ve hedeflerini korumak olduğunu yineleyen İran'ın tutumuna ters düşüyor.

İran’ın Dini Lideri Ali Hamaney, 1 Mayıs’ta Gazze'deki durumu ve yansımalarını ele alan bir konuşma yaptı. Konuşmada, yaşananların İran'ın bakış açısının geçerliliğini kanıtladığını öne sürdü. Hamaney’e göre ABD’deki üniversitelerde Gazze’deki savaşı protesto eden öğrenci hareketleri de Gazze’de on binlerce kişinin öldürülmesi de İran’ın tutumunun doğruluğunu kanıtlıyordu. Hamaney özetle, her şeyin ‘İran’ın ABD yönetimine güvenilemeyeceği ve güvenilmemesi gerektiği yönündeki tutumunun’ ne kadar doğru olduğunun kanıtladığını savundu.

Türkiye ise tam tersi bir çizgide ve dikkate değer bir pragmatiklikle meseleye dair yeni adımlar attı. İki devletli çözüm olasılıkları konusunda Arap ülkelerinin görüşüyle yakın bir vizyon geliştiren Türkiye, siyasi bir çözüm için ABD ve Avrupa ile birlikte oynayabileceği bir rol olduğunu düşünüyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan hesap yaparken (Washington ziyaretinin tarihinin değiştirileceğine dair söylentilere rağmen) Başkan Joe Biden ile yakında görüşeceğini ve bu görüşmenin kendisine ‘savaşın sona ermesi için baskı yapma ve siyasi bir çözüm arama fırsatı vereceğini’ dikkate alıyor.

Bu görüşme ve sonrasında Türkiye'nin oynayacağı rol için yapılan hazırlıklar, birkaç gündür İstanbul'da bulunan ve Ankara'nın siyasi ve ekonomik ağırlığı, NATO üyeliği ve Batı ülkelerinin yanı sıra Rusya ve Çin ile olan iyi ilişkileri sayesinde daha büyük bir rol oynayabileceğine, savaşın durdurulması, insani yardımların ulaştırılması ve Gazze Şeridi’nin yeniden inşası için baskı uygulayabileceğine, hatta Filistin'in iç durumuyla ilgili olumlu bir rol üstlenebileceğine ve başkenti Kudüs olan bağımsız bir Filistin devleti kurulmasına yönelik Filistinlilerin tutumunu savunacağına inanan Hamas liderleriyle yapılan istişarelerle birlikte devam ediyor.

Türkiye üstlendiği misyonun İran'ın endişelerini arttıracağını dikkate alıyor. Bu misyon sadece Filistin meselesiyle ilgili değil, aynı zamanda Irak, Suriye ve hatta Lübnan'la da ilgili. Ankara, söz konusu ülkelerin her birinde İran'ın müdahalesini dengeleyici bir etki yaratmaya çalışıyor.  Bu etki de bazı açılardan ABD'nin stratejisine cevap verebilir.

Öte yandan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Irak’a son ziyaretinin ardından Bağdat ile Ankara arasında önemli anlaşmalar imzalandı. Suriye'de ise Türkiye silahlı muhalif grupları birleştirme çabalarına destek veriyor. Bu gruplar son günlerde ülkenin kuzeyi için ortak bir komutanlık oluşturmak üzere iki toplantı düzenlediler. Ülkenin güneyindeki gruplar da kuzeyle koordinasyonu sağlayacak ortak bir komutanlık oluşturmak üzere Amman'da bir toplantı düzenlemeye hazırlanıyor.

İstanbul’daki toplantılara katılan bir kaynak, ‘yeni komutanlığın Suriye rejimi güçleri, rejim sadık milisler ve radikal örgütlerle mücadele edeceğini’ açıkladı. Burada ‘sadık milisler’ ifadesiyle neyin kastedildiğini söylemeye gerek olmadığına inanıyorum.

Türkiye'nin Irak açılımı, Basra'dan Türkiye sınırına uzanan kara ve demir yolu ulaştırma koridoru fikrinin yeniden canlanması, Suriyeli muhalif grupları birleştirme çabalarının yeniden başlaması ve İsrail'e karşı koyma başlığı altında Lübnan'daki Cemaat-i İslami grubunun harekete geçirilmesinde Türkiye'nin parmağı olması İran ve İran’ın bahsi geçen ülkelerdeki vekilleri için iyi bir haber değil. Bu, kısmen İran projesinin hesaplarının teyidi üzerinden, kısmen Erdoğan'ın bir zamanlar Osmanlı İmparatorluğu topraklarının bir parçası olduğunu söylediği Gazze’ye müdahale üzerinden, kısmen de Ankara'nın Rusya ve ABD ile aynı anda yürüttüğü Atlantikçi ilişkilerin yanı sıra Mısır ve Körfez Arap ülkeleriyle başlattığı normalleşme ve açılım üzerinden Türkiye'nin bölgede yeniden rol almaya hazırlanmasının bir parçası olarak görülecek.


Macron'dan Şi'ye: Ukrayna ve Ortadoğu konularında Çin ile koordinasyon ‘çok önemli’

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’i bugün (pazartesi) Elysee Sarayı'nda kabul etti. (AP)
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’i bugün (pazartesi) Elysee Sarayı'nda kabul etti. (AP)
TT

Macron'dan Şi'ye: Ukrayna ve Ortadoğu konularında Çin ile koordinasyon ‘çok önemli’

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’i bugün (pazartesi) Elysee Sarayı'nda kabul etti. (AP)
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’i bugün (pazartesi) Elysee Sarayı'nda kabul etti. (AP)

Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin tesisinin 60’ıncı yıldönümü münasebetiyle Fransa'ya gerçekleştirdiği iki günlük resmi ziyaretin başlangıcında bugün (Pazartesi) Elysee Sarayı'na geldi ve burada Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron tarafından karşılandı.

Macron, görüşme sırasında, Pekin ve Avrupa Birliği (AB) ülkeleri arasında ticaret alanında ‘herkes için adil kurallar’ benimsenmesinin önemini vurgulayarak, “Kıtamızın geleceği, Çin ile ilişkilerimizi dengeli bir şekilde geliştirmeye devam etme becerimize bağlı olacaktır” dedi.

Macron ayrıca Ukrayna ve Ortadoğu'daki ‘büyük krizler’ konusunda ‘Çin ile koordinasyonun kesinlikle çok önemli’ olduğunu vurguladı.

İki lider, Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen'in de hazır bulunacağı ilk toplantılarında Pekin'le yaşanan bazı ticari anlaşmazlıklara değinecek.

2024 yılı Paris ve Pekin arasında diplomatik ilişkilerin kurulmasının 60’ıncı yıldönümü; zira Fransa Çin Halk Cumhuriyeti'ni tanıyan ilk Batılı ülke olmuş ve yıllar sonra onu 1978 yılında Çin ile diplomatik ilişkiler kuran ABD başta olmak üzere diğer Batılı ülkeler izlemiştir.

Cinping, 2014 yılında Fransa ile ilişkilerin 50’nci yıldönümünde ve 2019 yılında 55’inci yıldönümünde Fransa'ya geldi. Bugün gerçekleştirilen ziyaret, Macron'un 2017 baharında cumhurbaşkanı seçilip Elysee Sarayı'na gelişinden bu yana Çinli mevkidaşını ikinci kez kabul edişi.


CIA Direktörü Refah Operasyonu’nu görüşmek üzere İsrail'e gidiyor

Resim: CIA Direktörü William Burns Kongre önünde ifade veriyor, 11 Mart 2024 (Reuters)
Resim: CIA Direktörü William Burns Kongre önünde ifade veriyor, 11 Mart 2024 (Reuters)
TT

CIA Direktörü Refah Operasyonu’nu görüşmek üzere İsrail'e gidiyor

Resim: CIA Direktörü William Burns Kongre önünde ifade veriyor, 11 Mart 2024 (Reuters)
Resim: CIA Direktörü William Burns Kongre önünde ifade veriyor, 11 Mart 2024 (Reuters)

İsrail i24 televizyonu bugün (Pazartesi), CIA Direktörü William Burns'ün  Refah'a askeri operasyon ve Hamas'la görüşmelerin sona ermesini görüşmek üzere bugün ilerleyen saatlerde İsrail'e gideceğini bildirdi.

Televizyon, üst düzey bir İsrailli kaynağın, Hamas'la anlaşmaya varma olasılığı konusunda "aşırı bir karamsarlık durumu" bulunduğunu ve bu nedenle İsrail hükümetinin Refah'ta askeri operasyon başlatmak için harekete geçtiğini söylediğini aktardı. Arap Dünyası Haber Ajansı'na göre i24, İsrail'in Refah'ın doğusundaki bölgelerden sivilleri tahliye etmeye başlama kararını ABD'ye bildirdiğini duyurdu.

Burns, Hamas ile İsrail arasındaki görüşmelere ilişkin istişarelerde bulunmak üzere cuma günü Kahire'ye geldi, ardından Katar Başbakanı ile görüşmek için Kahire'den Doha'ya geçti.


İsrail, Türkiye’den yapılan 5 milyar dolarlık ithalata alternatif arayışında

İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich ve Başbakanı Binyamin Netanyahu (AFP)
İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich ve Başbakanı Binyamin Netanyahu (AFP)
TT

İsrail, Türkiye’den yapılan 5 milyar dolarlık ithalata alternatif arayışında

İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich ve Başbakanı Binyamin Netanyahu (AFP)
İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich ve Başbakanı Binyamin Netanyahu (AFP)

Emel Şehade

İsrail Dışişleri Bakanı Yisrael Katz, Türkiye'nin İsrail ile ticari ilişkileri askıya alma ve gemilerin İsrail'e ulaşmasını engelleme kararına yönelik tedbirleri kararlaştırırken İsrailli yetkililer, Türkiye'nin Ceyhan Limanı üzerinden İsrail'e petrol sevkiyatının halen devam ettiğini açıkladılar.

İsrail'in başlıca petrol tedarikçisi olan Azerbaycan petrolü, Türkiye-İsrail ilişkilerinin askıya alınması kararına rağmen Türkiye üzerinden bir boru hattıyla İsrail'e taşınmaya devam ediyor.

Boykotun sonlandırılmasının şartı

İsrailli yetkililer İsrail merkezli ekonomi gazetesi Globes’e yaptıkları açıklamada Türkiye’den geçen petrol tankerlerinin Hayfa Limanı’na petrol taşımaya devam ettiklerini ve ekonomik açıdan en kazançlı olan bu faaliyetin kesilememesinin nedeninin sadece Türkiye ile Azerbaycan arasındaki çıkar ilişkilerinden kaynaklandığını belirttiler.

Türkiye’nin boykotu sona erdirmek için öne sürdüğü şart, Gazze’ye sınırsız insani yardım akışının sağlanmasıydı. Tel Aviv, Gazze Şeridi’ne her gün yardım ulaştığı gerekçesiyle bu şartı ‘temelsiz bir bahane’ olarak değerlendirdi.

İsrailli analist Itamar Eichner’in İsrail Maliye Bakanlığı yetkililerinden aktardığına göre Bakan Bezalel Smotrich, Türkiye ile tüm ilişkilerle ilgili bakanlarla anlaşmazlık yaşıyor. Smotrich, toplantılardan birinde Ankara'nın esir takası anlaşması müzakerelerinde arabuluculuk rolü oynadığını vurguladı.

Eichner, Smotrich'in Başbakan Netanyahu’ya gönderdiği bir mektupta Türkiye'nin arabulucu olmasına izin verilmesini ‘ulusa bir hakaret’ olarak değerlendirdiğini ifade etti.

İsrailliler Türkiye’nin kararını Hamas’ın 7 Ekim’deki Aksa Tufanı Operasyonu’ndan bu yana iki ülke arasında gerilen ilişkilerin devamı olarak görürlerken, Dışişleri Bakanı Katz'a göre Türkiye’ye bu kez kararlı bir siyasi yanıt verilmesi gerekiyor.

Türkiye ekibi

Katz, Dışişleri Bakanlığı’nda acil bir toplantı yaparak bakanlıklar arası bir koordinasyonla uluslararası faaliyetler yürütecek ‘Türkiye Ekibi’ adlı bir takım kurmaya karar verdi. Özel ekip, Ankara’ya yönelik yaptırımları araştırmak üzere uluslararası ekonomik forumlara katılacak.

Bakanlık Ankara’nın kararlarına misilleme olarak Türkiye’nin Filistin Yönetimi ve Gazze Şeridi ile ekonomik ilişkilerini kısıtlama kararı aldı. Türkiye, Filistin Yönetimi’nin en büyük tedarikçisi konumunda ve Filistin Yönetimi’nin toplam ithalatının yaklaşık yüzde 18'ini gerçekleştiriyor.

Türkiye'nin kararının yol açtığı ciddi ekonomik zararın ardından İsrail, bu karardan etkilenen ihracat sektörlerini desteklemek üzere harekete geçti. Dışişleri Bakanı Katz, Maliye Bakanı Smotrich’ten Türkiye’nin kararından etkilenecek olan İsrail'in ihracat sektörleri için bir yardım paketi hazırlamasını istedi.

sdfbt
İsrail’den Türkiye'nin Filistin'e ihracatını ablukaya alma kararı (AFP)

Katz, Bakanlığın ekonomi departmanına İsrail'in Türkiye'den ithalatını yasaklayacağı ürünlerin bir listesini hazırlaması talimatını verdi. Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada Türkiye'nin İsrail ile ticaret anlaşmalarını tek taraflı olarak ihlal ettiği ve Tel Aviv'in buna karşı İsrail'i destekleyen ABD’ye ve kuruluşlarına Ankara'daki yatırımlarını durdurmaları ve ürünlerinin ithalatını engellemeleri için baskı yapmak da dahil olmak üzere gerekli tüm önlemleri alacağı belirtildi.

Katz, Bakanlığının İsrail'in ABD Kongresi'ndeki dostlarını Türkiye'nin İsrail'in boykot yasalarını ihlalini incelemeye ve buna göre Ankara'ya yaptırım uygulamaya çağırdığını söyledi. İsrailli bakan, “ABD'yi Türkiye'deki yatırımları durdurmaya ve Türkiye'den ürün ithalatını önlemeye, ABD Kongresi'ndeki arkadaşlarımızı da boykot yasalarının ihlallerini incelemeye ve buna göre Türkiye'ye yaptırım uygulamaya çağırıyorum” ifadelerini kullandı.

İsrail Dışişleri Bakanlığı bünyesinde oluşturulan Türkiye Ekibi tarafından alınan kararlar arasında, Türkiye ile Filistin Yönetimi ve Gazze Şeridi arasındaki ekonomik ilişkilerin en aza indirilmesi için çalışılması, ticaret anlaşmalarını ihlal ettiği gerekçesiyle Türkiye'ye uygulanabilecek yaptırımların araştırılması için uluslararası ekonomik forumlara katılım gösterilmesi ve yakın gelecekte İsrail ekonomisi için çeşitli alanlarda ve ürünlerde alternatifler bulmanın yanı sıra Türkiye’nin kararından etkilenen İsrail’in ihracat sektörlerine destek olmak amacıyla Ekonomi Bakanlığı ile iş birliği yaparak alternatiflerin çoğaltılması yer alıyor.

54 ticari ürüne yasak

Türkiye, özellikle çimento ürünlerine büyük ihtiyaç duyan İsrail’in en büyük beşinci ithalatçısı konumunda. İsrail kaynaklı bir rapora göre Tel Aviv'den Ankara'ya yapılan ticari mal ihracatı, bu kalemdeki ithalatın yüzde 2,5’ini ve yüzde 5,8'ini oluşturuyor. Bu durum, söz konusu kararın İsrail'e verebileceği ciddi zararı da ortaya koyuyor.

İsrail Üreticiler Sendikası tarafından yapılan bir inceleme, İsrail'in özellikle çimento ürünlerinde dışa bağımlı olduğunu ve Türkiye’den bu kalemde yapılan ithalatın geçtiğimiz yıl tüm ithalatın yüzde 29’unu oluşturduğunu gösteriyor.

Türkiye'nin İsrail’e ithal edilen plastik ve kauçuk ürünlerindeki ithalat payı yaklaşık yüzde 11’ken tekstil ürünlerinde ise bu oran yaklaşık yüzde 10’u buluyor.

Dünyanın en büyük yatırım bankası JP Morgan’ın Türkiye’nin İsrail ile ticareti dondurma kararının ardından müşterilerine gönderdiği bir raporda, Ankara'nın birkaç hafta önce 54 ayrı emtiaya ticaret yasağı getirdiği ve böylece ticaret akışındaki ayarlamaların daha kademeli ve daha az yıkıcı olmasının amaçlandığı ortaya çıktı.

Şarku’l Avsat’ın ABD merkezli JP Morgan’dan aktardığı rapora göre Türkiye'den yapılan ithalatın çelik (yüzde 17), çimento (yüzde 10) ve diğer inşaat malzemeleri gibi düşük katma değerli ürünlere yönelmiş ve bu ürünler için daha yüksek maliyetli de olsa alternatif bir tedarik kaynağı bulmanın nispeten kolay olması, Türkiye'nin kararının etkisini azaltabilecek bir diğer faktör.

İsrail Ticaret Bakanlığı'na göre Türkiye'den yapılan hammadde ve ticari ürün ithalatının hacmi yıllık yaklaşık beş milyar dolar.

İthalat ve ihracat kombinasyonu

Türkiye'den inşaat malzemeleri ihracatının yasaklandığının duyurulmasının yanı sıra şimdi de metal, makine, otomobil, enerji ürünleri, kauçuk, plastik, sağlık ve tarım ürünleri ithalatının durdurulması söz konusu. Aynı zamanda İsrail’deki onlarca fabrikanın Türkiye'ye toplam 1,5 milyar dolarlık ihracatını durdurması bekleniyor.

xsdv
Gazze’deki savaş, İsrail’in ve Gazze Şeridi'nin ekonomisine darbe indirdi (AFP)

Eichner’in aktardığına göre İsrail hükümetinden bir ekonomi kaynağı, Türkiye’nin İsrail'in en büyük ticari ortaklarından biri olduğunu söyledi. Kaynağa göre Türkiye’nin kararı sonrası İsrail'e gerekli ticari malları ve hammaddeleri ihraç edecek şirketlerin ve fabrikaların bir an önce bulunması gerekiyor.

İsrailliler, Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) bir raporuna dayandırarak, iki ülke arasındaki ticaretin 2023 yılında 6,8 milyar dolara ulaştığını ve bunun yüzde 76'sını Türkiye'den yapılan ithalatın oluşturduğunu belirttiler.

İsrail Ticaret Odaları Federasyonu Ekonomi Departmanı verilerine göre Türkiye’den İsrail’e yapılan ithalatın yüzde 27'sini metaller, yüzde 13'ünü elektrikli makineler ve ekipmanlar, yüzde 9'unu plastik ve kauçuk, yüzde 8'ini taş, alçı, cam ve çimento ve yüzde 7’sini çalışma aletleri ve otomobil parçaları oluşturdu.

Buna karşın yapılan ihracatın yüzde 44’ünü kimyasal ürünler, yüzde 14’ünü metaller, yüzde 13’ünü plastik ve kauçuk malzemeler ve yüzde 10’unu elektrikli makine ve ekipmanlar oluşturdu.

İsrail, bir yandan da Türkiye’nin boykotu kapsamındaki bazı ürünlerin ithalatı için Almanya ve İngiltere'nin yanı sıra Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Yunanistan gibi alternatif ülkeler arıyor.


Gallant Netanyahu'ya Mısır'ın Gazze önerisini kabul etmesi çağrısında bulundu

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (AFP)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (AFP)
TT

Gallant Netanyahu'ya Mısır'ın Gazze önerisini kabul etmesi çağrısında bulundu

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (AFP)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (AFP)

İsrail Yayın Kurumu dün (Pazar), Savunma Bakanı Yoav Gallant'ın Siyasi ve Güvenlik İşleri Bakanlar Konseyi oturumunda Başbakan Binyamin Netanyahu'ya, Mısır'ın Gazze Şeridi'ne ilişkin önerisini kabul etmesi çağrısında bulunduğunu bildirdi.

Şarku’l Avsat’ın Arap Dünyası Arap Ajansı’ndan (AWP) aktardığı habere göre İsrail Yayın Kurumu Gallant'ın Bakanlar Konseyi toplantısı sırasında sarfettiği ifadeleri yayınladı: “Bu iyi bir anlaşma ve kaçırılanları eve geri getirmek için bir şans. Özellikle siz (Netanyahu) ve ben, 7 Ekim'den bu yana Başbakan ve Savunma Bakanı olduğumuzdan, ahlaki ve etik olarak kaçırılanları geri getirmemiz gerekiyor. Bedeli yükseltmemek için kamuoyu önünde konuşmuyorum ama bu anlaşma onaylanmalı.”

İsrail Yayın Kurumu, Mısır'ın girişiminin “güvenlik güçleri de dahil olmak üzere kabinenin tüm üyeleri tarafından desteklendiğini” belirtti.

Netanyahu konuyla ilgili ‘çekincelerini dile getirdi, ancak sonuçta Mısır girişiminin ana hatları’ onaylandı.

İsrail Yayın Kurumu, Netanyahu ve güvenlik servisleri başkanlarının, Siyasi ve Güvenlik İşleri Bakanlar Konseyi oturumundan sonra yapılan genişletilmiş kabine oturumunda, ‘müzakerelere zarar verecek sızıntılardan korktukları için’ ana hatları kabine üyelerine sunmamaya karar verdiklerini bildirdi.

Diğer taraftan Hamas, İsrail ile olası bir ateşkes anlaşması ve esir takası konusunda hareketin liderliğiyle istişarelerde bulunmak üzere bir dizi müzakerenin ardından heyetinin Kahire'den ayrıldığını duyurdu.

Hamas'tan yapılan açıklamada, heyetin, Mısır ve Katar'daki arabuluculara “derinlemesine ve ciddi görüşmelerde bulundukları Hamas'ın cevabını” ilettiği belirtildi.

Açıklamada şu ifadeler yer aldı: “Hareket olumlu ve sorumlu yaklaşımını, halkımızın ulusal taleplerini karşılayacak, saldırıyı tamamen sona erdirecek, Gazze Şeridi'nin tamamından çekilmeyi sağlayacak, yerinden edilenleri geri getirecek, yardımları yoğunlaştıracak, yeniden inşayı başlatacak ve esir takası anlaşmasını tamamlayacak bir anlaşmaya varma konusundaki istek ve kararlılığını yinelemektedir.”

Bu arada el-Kahire el-İhbariyye televizyon kanalı, müzakereler hakkında bilgi sahibi olduğunu belirttiği bir kaynağın Hamas heyetinin, müzakerelere devam etmek üzere yarından sonra Kahire'ye döneceğini söylediğini aktardı.

Kanal daha sonra üst düzey bir kaynağın Hamas heyetinin 48 saat içinde ‘nihai bir yanıtla’ Kahire'ye döneceğini söylediğini aktardı.

Kaynak, Mısır güvenlik heyetinin Hamas heyetiyle ‘tüm detayları’ görüştüğünü ve iki taraf arasında ‘uzlaşı konusunda büyük ilerleme’ kaydedildiğini bildirdi.


Putin, Batı'nın "tehditlerine" yanıt olarak nükleer tatbikat emri verdi

Tatbikatlar, stratejik olmayan nükleer kuvvetlerin savaş görevlerini yerine getirmeye hazır olup olmadığını test edecek (arşiv- Reuters)
Tatbikatlar, stratejik olmayan nükleer kuvvetlerin savaş görevlerini yerine getirmeye hazır olup olmadığını test edecek (arşiv- Reuters)
TT

Putin, Batı'nın "tehditlerine" yanıt olarak nükleer tatbikat emri verdi

Tatbikatlar, stratejik olmayan nükleer kuvvetlerin savaş görevlerini yerine getirmeye hazır olup olmadığını test edecek (arşiv- Reuters)
Tatbikatlar, stratejik olmayan nükleer kuvvetlerin savaş görevlerini yerine getirmeye hazır olup olmadığını test edecek (arşiv- Reuters)

Savunma Bakanlığı'nın bugün (Pazartesi) yaptığı açıklamaya göre Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Batılı liderlerin Moskova'ya yönelik "tehditlerine" yanıt olarak, özellikle Ukrayna yakınlarında konuşlandırılan kuvvetlerin de katılımıyla "yakın gelecekte" nükleer tatbikatların düzenlenmesi talimatını verdi.

Fransız Haber Ajansı AFP’nin haberine göre Bakanlık, Telegram'da yaptığı açıklamada "tatbikatlar sırasında stratejik olmayan nükleer silahlara hazırlanmak ve kullanmak için bir dizi önlem alınacağını" belirtti. Açıklamada, tatbikatların "bazı Batılı yetkililerin Rusya'ya yönelik kışkırtıcı açıklamaları ve tehditleri" sonrasında ordunun "hazırlık seviyesini" korumayı amaçladığı kaydedildi.

Tatbikatlara, Güney Askeri Bölge ve Deniz Kuvvetlerinden füze formasyonları da katılıyor.


Boris Johnson oy kullanabilmek için kimlik yerine bir dergiyi göstermiş

Johnson, oyunu kullanmasına izin verilmeden önce oy verme merkezine birkaç kez gitmek zorunda kaldı (Reuters)
Johnson, oyunu kullanmasına izin verilmeden önce oy verme merkezine birkaç kez gitmek zorunda kaldı (Reuters)
TT

Boris Johnson oy kullanabilmek için kimlik yerine bir dergiyi göstermiş

Johnson, oyunu kullanmasına izin verilmeden önce oy verme merkezine birkaç kez gitmek zorunda kaldı (Reuters)
Johnson, oyunu kullanmasına izin verilmeden önce oy verme merkezine birkaç kez gitmek zorunda kaldı (Reuters)

Boris Johnson bu hafta sandık başına gittiğinde siyasi bir dergiyi seçmen kimliği olarak kullanmaya çalıştığını söyledi.

Johnson perşembe günü Güney Oxfordshire'da yapılan yerel seçimlerde oyunu kullanmaya çalışmış ancak Başbakan'ken kendisinin çıkardığı yasaya takılmıştı. 

Görevliler, geçerli bir seçmen kimliği ibraz edemediği için eski Muhafazakar Parti liderini geri çevirmişti. 

Olayın ardından Daily Mail için yazı kaleme alan Johnson, Prospect dergisinin bir nüshasını kimlik olarak kullanmaya çalıştığını iddia etti.

Johnson, "Perşembe günü, üzerinde adımın ve adresimin yazılı olduğu Prospect dergisinin kapağı dışında kimliğimi kanıtlayacak hiçbir şey olmadan oy verme merkezine geldiğimde beni haklı olarak geri çeviren üç köylüye özellikle teşekkür etmek istiyorum" dedi.

Dergiyi onlara gösterdim ve hayli şüpheyle baktılar... Birkaç dakika içinde ehliyetimle geri döndüm ve Muhafazakar Parti'ye oy verdim.

Mayıs 2023'ten bu yana Birleşik Krallık'taki bazı seçimlerde seçmenlerin yanlarında fotoğraflı kimlik getirmeleri gerekiyor.

Prospect'in editörü Alan Rusbridger, Johnson'ın dergiye verdiği destekten "memnuniyet duyduğunu" tweetledi ancak okuyuculara derginin kimlik kanıtı olarak kullanılmasındaki kısıtlamaları hatırlattı.

Eski Guardian editörü Twitter/X'te "Potansiyel abonelere uyarı: Dergi birçok açıdan mucizevi ama fotoğraflı kimlik olarak kullanılamaz" diye yazdı.

O dönemin başbakanı Johnson, 2021'de yasayı çıkarırken şöyle demişti:

Amacımız demokrasiyi, seçim sürecinin şeffaflığını ve bütünlüğünü korumak. İlk kez oy kullanacaklardan kimliklerini göstermelerini istemenin mantıksız olduğunu düşünmüyorum.

Bakanlıklarda görev alanlar, Johnson'ın yasalaştırdığı bu değişikliğin seçim sahtekarlığını azaltmak için gerekli olduğunu savunmuştu.

Seçmen kimliği yasasının kurallarını eleştirenler, Birleşik Krallık'ta seçim sahtekarlığı vakalarının nadir görüldüğüne dikkat çekmişti. Seçim Komisyonu'nun son verilerine göre 2018'le 2022 arasında 1386 seçim sahtekarlığı vakasından sadece 11'i mahkumiyetle sonuçlandı.

Seçmen kimliği yasalarının marjinal toplulukların oy kullanma imkanını orantısız bir şekilde etkileyebileceğine dair endişeler de var. 
Independent Türkçe


Yeni romantik filmin yazarı, Harry Styles benzetmesinden pişman

Sen İhtimali'nde dünyaca ünlü genç pop yıldızı rolündeki 29 yaşındaki Britanyalı aktör Nicholas Galitzine, Hathaway'e eşlik ediyor (Amazon Prime)
Sen İhtimali'nde dünyaca ünlü genç pop yıldızı rolündeki 29 yaşındaki Britanyalı aktör Nicholas Galitzine, Hathaway'e eşlik ediyor (Amazon Prime)
TT

Yeni romantik filmin yazarı, Harry Styles benzetmesinden pişman

Sen İhtimali'nde dünyaca ünlü genç pop yıldızı rolündeki 29 yaşındaki Britanyalı aktör Nicholas Galitzine, Hathaway'e eşlik ediyor (Amazon Prime)
Sen İhtimali'nde dünyaca ünlü genç pop yıldızı rolündeki 29 yaşındaki Britanyalı aktör Nicholas Galitzine, Hathaway'e eşlik ediyor (Amazon Prime)

Robinne Lee'nin 2017'de kaleme aldığı çok satan kitabından uyarlanan Sen İhtimali (The Idea of You), Amazon Prime Video'da gösterime girdi. 

Sen İhtimali, popüler bir erkek grubunun 24 yaşındaki solistiyle aşk yaşamaya başlayan 40 yaşındaki bekar bir annenin hikayesini anlatıyor.

Film, sık sık "Harry Styles hayran kurgusu" diye anılıyor ancak yazar Lee, bunun eserini tanımlamak için doğru bir yol olmadığını düşünüyor.

49 yaşındaki Lee, bir keresinde baş karakter Hayes Campbell için Harry Styles'dan ilham aldığını belirtmiş, bu da sinemaseverlerin kitabı hayran kurgusu olarak etiketlemesine yol açmıştı.

Amerikalı yazar, dünyaca ünlü pop yıldızından esinlendiğini söylediğine pişman olduğunu açıkladı.

Entertainment Weekly'ye verdiği röportajda Lee, "Bunu hayran kurgusu olarak görmüyorum" diyerek ekledi:

Harry, Hayes Campbell'ı yaratan birden fazla kişiden biriydi. Sanırım o zamanlar güncel olan Britanyalı bir erkek grubundaki tek kişiydi ve bu yüzden insanlar buna takıldı. Bu talihsiz bir durum çünkü tık tuzağı olarak kullanılıyor ve ben Hayes'i yazarken Harry Styles'ı hayal etmiyorum.

Robinne Lee, kitabı yazarken Prens Harry ve Eddie Redmayne'in yanı sıra özel hayatındaki kişilerden de ilham almış.

Daryl Hannah'yla çıktığı ve Hamptons'da takıldıkları zamanki JFK Jr'a çok benziyor. Ve sonra Helena Christensen'la çıktığı dönemde Michael Hutchence seksiliği de var. Ve gençken Duran Duran'a takıntılıydım, bu yüzden çok fazla Simon var, çok fazla John var.

2 Mayıs'ta gösterime giren romantik filmde 41 yaşındaki aktris Anne Hathaway, kendisinden çok daha genç ve ünlü bir adama aşık olan boşanmış anne Solène'i canlandırıyor.

Independent Türkçe, Entertainment Weekly, JustJared


İsrail medyası: Tel Aviv, Ankara'ya karşı dört maddelik yaptırım plan hazırladı

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters
TT

İsrail medyası: Tel Aviv, Ankara'ya karşı dört maddelik yaptırım plan hazırladı

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters

Tel Aviv yönetimi, Türkiye'nin İsrail ile tüm ticaretini durdurma kararına karşılık olarak Türkiye'nin Filistin ile ticaretini sınırlandıracağını ve Ankara'ya yaptırım uygulayacağını duyurdu.

Times of İsrael gazetesinin haberine göre, İsrail Dışişleri Bakanı İsrael Katz ve üst düzey hükümet yetkilileri, Türkiye'ye karşı ortak bazı adımlar atılması yönünde fikir birliğine vardı.

Katz, İsrail’in ekonomisinin güçlü olduğunu ve Türkiye ekonomisinin daha fazla zarar göreceğini savundu.

Sözkonusu kararlar ise şu şekilde sıralandı:

Türkiye, Filistin Yönetimi ve Gazze arasındaki her türlü ekonomik ilişkinin azaltılması için harekete geçilmesi. Ticaret anlaşmalarını ihlal ettiği gerekçesiyle Türkiye'ye yönelik yaptırımların incelenmesi için uluslararası ekonomik forumlara başvurulması. Ekonomi Bakanlığı ile işbirliği içinde, İsrail ekonomisine yakın zaman diliminde çeşitli alanlarda ve ürünlerde alternatifler bulmak için geniş bir alternatifler bankası kurulması. Etkilenen İsrail ihracat sektörlerine yardım.

Independent Türkçe, Dünya

 


Goebbels'in "aşk yuvası" bedavaya verilecek

Villa hakkındaki "Yıkılsın mı, başka amaçla mı değerlendirilsin?" tartışmaları on yıllardır sürüyor (AP)
Villa hakkındaki "Yıkılsın mı, başka amaçla mı değerlendirilsin?" tartışmaları on yıllardır sürüyor (AP)
TT

Goebbels'in "aşk yuvası" bedavaya verilecek

Villa hakkındaki "Yıkılsın mı, başka amaçla mı değerlendirilsin?" tartışmaları on yıllardır sürüyor (AP)
Villa hakkındaki "Yıkılsın mı, başka amaçla mı değerlendirilsin?" tartışmaları on yıllardır sürüyor (AP)

Bir zamanlar Adolf Hitler'in propaganda bakanı Joseph Goebbels'in kullandığı bir mülk, Nazi liderinin ölümünün üzerinden neredeyse 80 yıl geçmişken tartışma konusu olmayı sürdürüyor. 

Perşembe günü eyalet parlamentosunda konuyla ilgili konuşan Berlin Eyaleti Maliye Bakanı Stefan Evers şu ifadeleri kullandı:

Bu yeri kim almak istiyorsa Berlin eyaleti olarak ona hediye etmek isteriz.

Berlin bu villayı, yer aldığı Brandenburg eyaletine ya da federal yönetime devretmek istediğini daha önce defalarca söylemişti. Ancak bu talepler karşılık bulmayınca bakım ve güvenlik giderleri başkente kaldı. 

sdvfbr
Bogensee gölüne bakan villa, 1939'da inşa edildi (AP)​​​​​

Bu teklifi yineleyen Evers, villanın tarihini yansıtacak teklifler beklediğini vurgularken şahısların başvurusunun kale alınıp alınmayacağını açıklamadı. 

"Önceki on yıllarda olduğu gibi bu konuyu bir kez daha halledemezsek Berlin'in halihazırda mevcut olan yıkım hazırlığını icraate dökmekten başka çaresi kalmıyor" dedi. 

Nazi Almanyasının lideri Hitler'e en yakın isimlerden olan Goebbels, lüks villayı Berlin'in 40 kilometre kuzeyindeki Wandlitz kasabası yakınlarında yaptırmıştı. 

Eşi ve 6 çocuğuyla Berlin'de yaşarken bu bölgeye giderek kaçamak yapıyordu. Nazi liderleri, sanatçılar ve aktörlerin eğlence amaçlı kullandığı arazinin Goebbels'in evlilik dışı ilişkilerinde "aşk yuvası" rolü oynadığı söyleniyor. 

II. Dünya Savaşı'ndan sonra  17 hektarlık arazi önce bir süreliğine hastane olarak kullanıldı. Sonrasındaysa Doğu Almanya'daki Komünist Parti'nin gençlik kolu dev konutlar kurarak buraya bir eğitim merkezi inşa etti. 

1990'da Almanya'nın birleşmesinin ardından mülk, Berlin eyaletine geçse de yönetim ne yapacağını bilemedi. Birleşik Krallık'ın Telegraph gazetesi, evin 2000'den beri kullanılmadığını bildiriyor.

Evi yenilemenin 375 milyon dolar, yıkımınsa 55 milyon dolar maliyete sahip olacağı tahmin ediliyor. 

II. Dünya Savaşı'nın sonlarında Berlin'e taşınan Goebbels ve eşi, Sovyetler Birliği askerlerinin yaklaşması üzerine Hitler'in sığınağında siyanürle hem kendilerini hem de çocuklarını öldürmüştü. 

Ailenin Berlin'deki bir adada yer alan lüks evleri, 2011'de açık artırmayla satılmıştı. 

Independent Türkçe, AP, New York Post, Telegraph