G7 Zirvesi’nden Rusya ve Çin'e uyarı mesajları

Kraliçe Elizabeth, Biden ve eşi Jill'i dün Windsor Kalesi'nde kabul etti (Reuters)
Kraliçe Elizabeth, Biden ve eşi Jill'i dün Windsor Kalesi'nde kabul etti (Reuters)
TT

G7 Zirvesi’nden Rusya ve Çin'e uyarı mesajları

Kraliçe Elizabeth, Biden ve eşi Jill'i dün Windsor Kalesi'nde kabul etti (Reuters)
Kraliçe Elizabeth, Biden ve eşi Jill'i dün Windsor Kalesi'nde kabul etti (Reuters)

Dün Birleşik Krallık’ın Cornwall kentinde sona eren G7 Zirvesi’nin ana gündem maddesi, ABD'nin geleneksel ittifaklara ve uluslararası arenadaki ‘öncü’ rolüne geri dönüşüydü. Rusya’ya açık uyarı mesajlarının yapıldığı zirvede Çin’e insan haklarına saygı duyması ve yeni tip koronavirüsün (Kovid-19) kaynağına ilişkin şeffaf bir soruşturma yapılmasına izin vermesi için çağrılarda bulunuldu.
İngiltere’nin güneybatısında yaklaşık iki yıllık aranın ardından ilk kez yüz yüze gerçekleşen ve üç gün süren zirve, ABD'nin öncülüğünde çok kutupluluğa dayalı yeni bir dinamiğe doğru kaydedilen bir ilerlemeye tanık oldu.
G7 liderleri zirve boyunca iklim değişikliği, küresel ekonominin canlandırılması ve Kovid-19 salgının atlatılması ve Rusya ile Çin’in uygulamalarına karşı çıkılması gibi dünyanın karşı karşıya olduğu önemli konularda ortak bir tutum sergilemeye özen gösterdiler.

ABD’nin ‘geri dönüşünden’ duyulan memnuniyet
ABD Başkanı Joe Biden, dün zirve sonu basın toplantısında yaptığı açıklamada, zirvenin sonuçlarından memnun gibi görünüyordu. Biden’ın seçilmesinin ardından gerçekleştirdiği ilk yurtdışı ziyaretinde ABD'nin Donald Trump dönemindeki ‘tecrit’ sonrası uluslararası arenaya geri dönüşünü duyurmak istiyordu. İngiliz, Fransız, Alman, İtalyan, Japon ve Kanadalı müttefiklerini Moskova ve Pekin'e karşı birleştirdi.
Biden, (kendi ifadesiyle) ‘olağanüstü iş birliği ve üretkenliği’ yansıtan zirveye övgüde bulundu. Dün Windsor Kalesi’nde Kraliçe II. Elizabeth ile buluşmak üzere zirveden ayrılmadan önce gazetecilere yaptığı açıklamada Biden, “ABD, uluslararası arenaya tam olarak döndü” ifadelerini kullandı. ABD Başkanı, NATO'daki karşılıklı savunmanın ‘kutsal bir görev’ olduğuna ve demokratik güçlerin ‘otoriter güçlerle rekabet’ içinde olduklarına dikkati çekti.
Öte yandan Almanya Başbakanı Angela Merkel, Joe Biden'ın Beyaz Saray'a gelişinin G7 çalışmalarına ‘yeni bir ivme’ kazandırdığını belirtti. Eski ABD Başkanı Donald Trump ile zor bir ilişkisi olan Merkel, Fransız Haber Ajansı’nın (AFP) haberine göre gazetecilere, “Joe Biden'ın ABD Başkanı olarak seçilmesi, artık dünyada sorun yaşamayacağımız anlamına gelmese da bu sorunları çözmek için yeni bir ivmeyle çalışabileceğimiz anlamına geliyor” dedi.
Bu arada ABD Başkanı, İngiltere'den ayrıldıktan sonra, yarın (Çarşamba) Cenevre'de Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile beklenen görüşmesi öncesinde bir NATO zirvesine katılmak üzere Brüksel'e gidecek.

Pekin’e sert mesajlar
Çin'in neden olduğu zorluklar, yaklaşık iki yıllık aranın ardından katılımcılarla gerçekleşen ilk G7 Zirvesinin gündeminde büyük bir yer edindi. G7 liderleri, Pekin'i Kovid-19 salgınının kaynağına ilişkin ‘şeffaf’ bir ikinci aşama soruşturması yürütmesi amacıyla Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ile iş birliği yapmaya çağırdılar. G7 Zirvesi sonuç bildirgesinde, uzmanlar tarafından hazırlanan bir raporun tavsiyeleri çerçevesinde Kovid-19’un kaynağına ilişkin WHO öncülüğünde Çin'de şeffaf ve bilimsel bir çalışma yapılması çağrısında bulunuldu.
G7 sonuç bildirgesinde ayrıca Çin'e hem Pekin'in azınlıklara yönelik insan hakları ihlalleri yapmakla suçlandığı Sincan Özerk Bölgesi’nde hem de demokrasi aktivistlerini hedef aldığı Hong Kong'da ‘insan haklarına saygı duyması’ çağrısı yapıldı.
Sonuç bildirgesinde şu ifadeler yer aldı:
“Değerlerimizi teşvik etmek amacıyla Çin'i özellikle Sincan Özerk Bölgesi’nde insan haklarına ve temel özgürlüklere saygı duymaya ve Hong Kong için de bu haklar ve özgürlüklerin yanı sıra geniş çaplı özerkliğe saygı göstermeye çağırıyoruz.”
Hong Kong’un özerk bölge olarak kalması, Çin ile Birleşik Krallık arasında 1997 yılında bölgeyi teslim etme anlaşmasında şart koşulmuştu.
Sonuç bildirgesi, Pekin'e bir uyarı mesajı olarak değerlendirilirken, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron dün yaptığı açıklamada G7'nin ‘Çin karşıtı bir kulüp olmadığını’ söyledi. Macron dün düzenlediği basın toplantısında, ‘demokrasiler topluluğunun’ anlaşmazlıklardan bağımsız olarak ‘tüm küresel meselelerde Çin ile çalışmak’ istediğini belirtti.

Moskova doğrudan uyarıldı
G7 Zirvesi’nde Çin’in yanı sıra Rusya konusunda da ortak bir tutum sergilendi. Zirveden Rusya’ya, çeşitli ülkelerin iç işlerine yapılan müdahaleler de dahil olmak üzere ‘istikrarsızlaştırıcı faaliyetlerini durdurması’ ve insan haklarına saygı duyması çağrısı yapıldı.  Rusya topraklarından siber saldırılar düzenlemekten sorumlu olanlara ‘hesap verdirileceği’ vurgulandı.
Sonuç bildirgesinde, G7 ülkelerinin liderleri şunları söyledi:
“Rusya'yı, topraklarında kimyasal silah kullanımı konusunda acil bir soruşturma yürütmeye, inandırıcı bir açıklama yapmaya ve sivil toplum ve bağımsız medya üzerindeki sistematik baskıya son vermeye, Batı'daki iş odaklarından fidye yazılımları kullanılarak yapılan siber saldırıları durdurmak ve saldırıların sorumlularına hesap sormak için harekete geçmeye çağırıyoruz.”
Bu arada Çarşamba günü Putin ile görüşmeye hazırlanan Biden, Rus mevkidaşı ile Washington’ın Moskova’ya ilişkin endişelerini artıran bir dizi konuda ‘son derece net’ olma sözü verdi. Cenevre görüşmesi öncesi Putin'in yanında görünmeme kararını savunan ABD Başkanı, “Bu, basın önünde birbirimizi utandırmaya çalıştığımız, kimin daha iyisini yapabileceğine dair bir yarış olmayacak. Daha çok Rusya ile ilişkileri geliştirmemizi sağlayacak koşulların ne olduğu konusundaki tutumumuzu büyük ölçüde netleştirmekle ilgili. Biz anlaşmazlık peşinde değiliz” ifadelerini kullandı.
Putin'in Batı ülkeleri ile arasındaki ilişkilerin kötüleştiğini söylemekte haklı olduğunu da ifade eden Biden G7 Zirvesinin sonunda gazetecilere yaptığı açıklamada, “Onun (Putin’in) ilişkilerin düşük düzeyde olduğu konusunda haklı olduğunu açıklığa kavuşturalım. Uluslararası normlara yönelik tavrına bağlı olarak (ilişkiler) kötüleşti.  Putin, uluslararası normlara çoğunlukla bağlı değil” ifadelerini kullandı.

Kovid-19 krizi bitecek mi?
Öte yandan Kovid-19 krizini aşma planı, zirvenin en öne çıkan başlıklarından biriydi. İngiltere Başbakanı Boris Johnson’ın dün yaptığı açıklamaya göre G7 liderleri, salgının sona ermesi beklenen 2022'nin sonuna kadar bir milyar dozdan fazla Kovid-19 aşısı dağıtma sözü verdiler. Johnson dün düzenlediği basın toplantısında, “Meslektaşlarımı 2022'nin sonuna kadar tüm dünyanın aşılanması için gerekli dozları hazırlamaya ve sağlamaya yardım etmeye çağırdım. Liderler, finansman veya COVAX (Aşıları Küresel Erişim Programı) mekanizması yoluyla 1 milyardan fazla doz sağlama sözü verdi” ifadelerini kullandı.
Zirveye katılan Avrupa Birliği (AB) Konseyi Başkanı Charles Michel, G7 Zirvesi’nin Kovid-19 aşılarının üretimini artırmayı ve üretilen aşıları dünyanın dört bir yanına dağıtmayı kabul ettiğini söyledi. Michel, Twitter'dan paylaştığı bir videolu mesajda, “Öncelik aşı talebini karşılayabilmemizi sağlamak. Bu noktada AB başı çekiyor. Ortaklar, aşıların üretimini ve tüm dünyaya dağıtımını hızlandırmak için şimdi bize katılıyorlar” dedi.

Çevre ile ilgili verilen sözler
Zirvede ayrıca Kasım ayında yapılması planlanan Birleşmiş Milletler (BM) İklim Değişikliği Konferansı’na (COP26) ev sahipliği yapacak olan Birleşik Krallık için büyük bir zorluk olan iklim meselelerine odaklanıldı.
G7 liderleri, kara ve denizlerin en az yüzde 30’unu koruyarak 2030 yılına kadar biyolojik çeşitlilikteki azalmayı durdurmayı planlarken Londra, Gana ve Endonezya gibi ülkelerde okyanusları ve deniz ekosistemlerini korumak için 500 milyon sterlinlik  (582 milyon avrodan fazla) bir fon başlatacak.
Birleşik Krallık Başbakanı Johnson, dünyayı korumanın liderler olarak insanlar için yapabilecekleri en önemli şey olduğunu vurgularken sera gazı emisyonlarını azaltmanın ve çevreyi eski haline getirmenin, istihdam yaratmak ve uzun vadeli ekonomik büyümeyi sağlamakla aralarında doğrudan bir ilişki olduğunu söyledi.
Liderler ayrıca 2030 yılına kadar sera gazı emisyonlarını yarıya indirme konusundaki taahhütlerini bir kez daha yinelerken kömürle çalışan elektrik santrallerine verilen devlet sübvansiyonlarını bu yıldan itibaren durdurduklarını açıkladılar. Bu önlemlerin amacı, bilim adamlarının iklim değişikliğinin kontrolden çıkmasına neden olacağına inandıkları bir eşik olan, küresel ısınmayı sanayi öncesi seviyeye kıyasla 1,5 santigrat derecenin altına çekilmesidir.
İngiliz doğa bilimci David Attenborough (95), on yıl içinde alınacak kararların insanlık tarihinin en önemli kararları arasında yer alacağı uyarısında bulundu. Çevreciler ise alınan önlemleri ‘yetersiz’ bularak daha az konuşup daha fazla eylemde bulunulmasını istiyorlar.

Altyapı fonu
Başbakan Johnson’ın açıklamalarına göre G7 Zirvesi’nin dünkü toplantılarında, yeşil büyümeyi (yeşil ekonomi) teşvik etmek amacıyla yenilenebilir enerjilere ve temiz teknolojiye yatırımlar çekmek için geçtiğimiz Cumartesi günü Afrika, Asya ve Latin Amerika'daki yoksul ülkeler için başlatılan geniş kapsamlı Küresel Altyapı Planı’nın çevresel yönüne de değinildi.
Biden, Küresel Altyapı Fonu'nun Çin’in ‘Kuşak ve Yol Girişimi’nden ‘çok daha adil’ olacağını vurguladı.  Pekin'i uluslararası normlara uymaya çağıran Biden’ın, gelişmekte olan ülkelerde altyapıyı geliştirmek için ‘Dünyayı Tekrar Daha İyi İnşa Et’ adını verdiği G7 projesinin ‘çok önemli bir taahhüt’ olduğunu söyledi. ABD Başkanı, “Çin, insan hakları ve şeffaflıkla ilgili uluslararası normlar konusunda daha sorumlu davranmaya başlamalı” dedi.
Söz konusu proje, siyasi programının öncelikleri arasında Çin'le mücadelenin yer aldığı Biden'ın girişimiyle başlatıldı. Projenin, Pekin'in yurtdışındaki nüfuzunu artırmak için yaptığı büyük bir yatırım olan ‘Yeni İpek Yolları’ projesine rakip olması bekleniyor. ‘Dünyayı Tekrar Daha İyi İnşa Et’ adını taşıyan projenin, iklim, sağlık, dijital alan ve eşitsizliklerle mücadeleye odaklanarak ilgili ülkelerin Kovid-19 salgını krizinden kurtulmasına yardımcı olması planlanıyor.

Küresel vergi sisteminde reform
Son olarak dün G7 Zirvesi’nde eşitsizlikleri azaltma çabaları çerçevesinde, vergi kaçakçılığına karşı ortak bir kampanyayı içeren ve şirketlere asgari vergiler getiren ‘daha adil’ bir küresel vergi sisteminin kurulmasına destek verildi. Liderler, reforme edilmiş bir ticaret sistemini, daha esnek bir küresel ekonomiyi ve daha adil bir küresel vergi sistemi çerçevesinde daha özgür ve daha adil ticareti destekleyerek gelecekteki refahın güvence altına alınması konusunda anlaştılar.



Afrika'daki stratejik boşlukta ABD’nin yaklaşımı

Buganda yakınlarında, Kongo'dan gelen ve ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı'nın (USAID) son yardımlarından gıda yardımı almayı bekleyen mültecilerle konuşan Burundi hükümet yetkilisi, 6 Mayıs 2025 (AFP)
Buganda yakınlarında, Kongo'dan gelen ve ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı'nın (USAID) son yardımlarından gıda yardımı almayı bekleyen mültecilerle konuşan Burundi hükümet yetkilisi, 6 Mayıs 2025 (AFP)
TT

Afrika'daki stratejik boşlukta ABD’nin yaklaşımı

Buganda yakınlarında, Kongo'dan gelen ve ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı'nın (USAID) son yardımlarından gıda yardımı almayı bekleyen mültecilerle konuşan Burundi hükümet yetkilisi, 6 Mayıs 2025 (AFP)
Buganda yakınlarında, Kongo'dan gelen ve ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı'nın (USAID) son yardımlarından gıda yardımı almayı bekleyen mültecilerle konuşan Burundi hükümet yetkilisi, 6 Mayıs 2025 (AFP)

Sergey Eledinov

ABD Başkanı Donald Trump'ın Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff, 20 Ekim 2025 tarihinde ABD yönetiminin Cezayir ve Fas arasında arabuluculuk yaptığını ve iki ay içinde bir barış anlaşmasına varılmasını umduğunu açıkladı. Görünüşte bu, dikkat çekici ve belki de stratejik bir adım gibi görünüyordu. Ancak ne yazık ki bu açıklama, ABD'nin Afrika politikasındaki stratejik boşluğu ortaya çıkardı. Zira bu politikada, stratejinin yerini kolaylaştırma, eylemin yerini ise açıklamalar aldı.

Trump yönetiminin Afrika sahnesine çıkışı, gürültülü ‘mısır patlaması’ gibiydi. Bunu eski ABD Başkanı Joe Biden döneminin mirasını ortadan kaldırma girişimlerinin yol açtığı bir kargaşa dalgası izledi. Birçok program askıya alındı veya tamamen sonlandırıldı. Dışişleri Bakanlığı'nın Afrika bölümleri kısmen felç oldu ve ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı'nın (USAID) kıtadaki faaliyetleri fiilen donduruldu.

Ancak, USAID'in faaliyetlerinin askıya alınması tüm sonuçları ortadan kaldırmadı. USAID, kronik verimsizliğinin yanı sıra Afrika siyasi elitinin bazı kesimleri için verimli bir zemin haline geldi. Kurumları güçlendirmek yerine, yapısal hoşnutsuzluğu pekiştirdi. Bu da kağıt üzerinde yararlı görünen programlara rağmen, ABD’nin varlığına karşı derin ve kalıcı bir düşmanlık yarattı.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre Washington’ın Afrika'ya yönelik yeni stratejisi, 2025 yılında birkaç sembolik dönüm noktasıyla şekillenmeye başladı. Önce geçtiğimiz haziran ayında Demokratik Kongo Cumhuriyeti ile Ruanda arasında imzalanan barış anlaşması, ardından temmuz ayında Atlantik Afrika ülkeleriyle yapılan mini zirve ve daha sonra ağustos ayında ABD Afrika Komutanlığı’nın (AFRICOM) yeniden yapılandırılması geldi. Bu stratejinin temel ilkeleri, ‘yardım yerine ticaret’, ‘güvenlik için kaynaklar’ ve ‘sadakat için yatırım’ gibi sloganlarla somutlaştırıldı. Bu gösterişli sloganlar iddialı, fakat boş sözler olmanın yanında ABD politikasını uzun süredir zayıflatan yapısal zayıflıkları ele almadan müdahaleyi yeniden ifade etmekten ibaretti.

Kongo'nun kuzeyinde silahlı çatışmalar yeniden başladı ve Washington’ın basına yaptığı açıklamalarda anlaşma sonrası yapıya ilişkin vaatleri giderek kayboldu.

ABD’nin Afrika için zaten bir stratejisi var. Bu strateji, ilk olarak 2020 yılında kabul edilen ve 2023 yılında Biden tarafından güncellenen ABD’nin Sahra Altı Afrika Stratejisi. Bu stratejinin 2025 yılındaki Trump versiyonu, yeni bir stratejiden çok ‘kozmetik dokunuşlar’ yapılan bir yenilenme ve pratik hiçbir içeriği olmayan, sadece yeniden yayınlanmış bir belgeden ibaret. Gerçekte de net hedefleri, pratik araçları veya gerçek koordinasyon mekanizmaları olmayan, ayrı ayrı açıklamalar, pilot projeler ve yerel programların bir araya getirilmesinden oluşan bir strateji.

‘Yatırım, garanti ve nüfuz’ kavramları, stratejik bir ilke olmaktan çok, bir ön pazarlama modeli gibi görünüyor. Trump yönetiminin 2025 yılında Angola'daki Lobito Koridoru için taahhüt ettiği 550 milyon dolar bile, önceki yönetimlerin mirasının bir devamı niteliğinde olsa da yeni fikirler yahut yenilikler içermeyen bir sürünceme olarak kalmaya devam ediyor.

ABD sistemi strateji oluşturma konusunda yetkinliğini korurken, bunları gerçeğe dönüştürme becerisini kaybetti ve kurumsal eylemlerin yerini görkemli açıklamalar aldı, bu da parlak bir strateji kisvesi altında pratik bir felce yol açtı. Bu durum, barışın bir yaklaşımdan ziyade bir anlaşma olarak ele alındığı karşılıklı barış örneği olan Trump'ın Kongo'da öncülük ettiği ‘anlaşmada’ açıkça görüldü. Anlaşma, sahada uygulanabilecek herhangi bir yürütme çerçevesi veya mekanizması olmadan kağıt üzerinde kaldı. Geçtiğimiz ekim ayına gelindiğinde, Kongo'nun kuzeyindeki silahlı çatışmalar başladı ve Washington’ın basına yaptığı açıklamalarda anlaşma sonrası yapıya ilişkin vaatleri giderek kayboldu.

ABD Dışişleri Bakanlığı, Savunma Bakanlığı (Pentagon) ve Amerikan iş çevrelerinden üst düzey yetkililer, bu yılın başlarından bu yana, Afrika başkentlerini ziyaret ederek buradaki muhataplarıyla görüşüyorlar. Bu ziyaretler, ABD’nin yeniden artan ilgisini coşkuyla aktaran manşetlere konu oldu, ancak somut sonuçların olmaması, bu ziyaretlerin büyük ölçüde sembolik olduğunu, sanki gezilerin kendisi arzu edilen hedef haline gelmiş gibi olduğunu gösterdi.

ABD’li kurumlar, ilk olarak hangi adımı atacakları konusunda belirsizlik yaşayan, ‘yengeç sendromu veya Humphrey Yasası’ olarak adlandırılabilecek bir durumla karşı karşıya. Kurumsal boşluklar, Büyükbaba Krylov'un yengeç, kuğu ve turna balığı hakkındaki masalını hatırlatıyor. Her iki taraf da ortak bir hedef doğrultusunda iş birliği yapmak yerine, göldeki balık ağını kendi yönlerine çekiyor. ABD Dışişleri Bakanlığı, bir kuğu gibi, dikkatini diplomasiye, ittifaklara, Çin ve Rusya ile rekabete ve değerlerini tanıtmaya odaklanırken AFRICOM, bir yengeç gibi, bazen diplomasiyle çelişen kararlı eylemlere yöneliyor. USAID, bir turna balığı gibi, risk ve potansiyel kayıplardan uzak, karlı yatırımlar arıyor. Bu üç kurum resmi olarak müttefik olsa da farklı mantıklar, dönemler ve idari kültürler doğrultusunda faaliyet gösteriyor.

Günümüzün Afrika elitleri teknokratik, küresel olarak birbirine bağlı ve Küresel Güney, Asya ve Ortadoğu'da hakim olan eğilimlerle uyumlu.

Temel sorun, Trump yönetiminin önceki yaklaşımdan uzaklaşmasına rağmen, Afrika'ya karşı kurumsal bir ilgisizlik yapısının derin köklerini miras almış olmasıdır. Bu bilişsel ve kavramsal çarpıklık, kıtayı aktif bir ortak olarak değil, etkilenmesi ve sömürülmesi gereken bir nesne olarak görüyor. Washington, her zamanki gibi, Afrika'yı ‘operasyonların kontrol edilmesi’ mantığına göre kontrol edilen topraklar topluluğu gibi görürken, Afrika siyaseti dağıtılmış egemenlik altında işliyor ve devletler farklı alanlar üzerinde giderek daha fazla kontrol sahibi oluyor. ABD güçlerinin Nijer'den çıkarılması, Afrika'nın artık dış kontrolüne tabi olmadığını teyit ediyor. Afrika, süper güçler arasındaki rekabeti kendi yararına kullanarak, topraklarında kimin hangi koşullarda bulunabileceğini belirliyor.

Bilişsel önyargının Amerikalıların algısını çarpıttığına şüphe yok. Afrika, gerçek haliyle değil, sadece bir kriz bölgesi, kaynak ve zenginlik deposu veya süper güçler arasındaki rekabet arenası olarak gören modası geçmiş yaygın algılar aracılığıyla görülüyor. Bu yanlış algı, gerçeklerle uyumlu stratejilerin önündeki bir engel. Araştırma merkezleri ve düşünce kuruluşları, paydaşların çıktılarını küçümsemesi ve bilginin anlamlı stratejilere dönüştürülememesi nedeniyle genellikle etkisiz kalıyor. Bunun yerine, bu bilgiler, Yunan mitolojisinde kendisine konuk olan yolcuların boylarını yatağa uydurmak için kol ve bacaklarını çekip uzatan ya da kırıp kısaltan sadist ruhlu dev Procrustes'in yatağını akla getiren bazı yanlış algılar  altında, herkesin kendine özgü özelliklerine bakılmaksızın uygulanan keyfi yaklaşımlara dönüştürdü.

zxdfr
Batı Sahra'daki Laayoune şehrinin girişi, 6 Kasım (AFP)

Bu bilişsel körlük, uygulamada açıkça görülmektedir. Washington, silahlı çatışmalar veya insani felaketler gibi krizlerde müdahale ederek dış arabulucu rolünü sürdürüyor. Bu yaklaşım, sahada ‘güvenlik balonlarının’ oluşmasına neden oluyor. Bu balonlar, yönetim ve kontrol altında olan, ulusal ekonomilerden ve kurumlardan izole edilmiş, iç gelişme olmaksızın dış kontrol modelleri olarak işlev gören istikrarlı bölgeler.

ABD politikası, müzakere platformları oluşturmak, diyaloglar düzenlemek, süreçleri izlemek ve resmi destek sağlamak gibi yollarla işleri daha fazla kolaylaştırma yönünde ilerliyor. Washington, yatırım yapmadan etki yaratmaya ve sorumluluk almadan süreci yönlendirmeye çalışıyor. Bu, taahhütte bulunmadan ‘oyunda’ kalmasını sağlayan uygun bir alternatif strateji. Ancak, özellikle Afrika'daki kargaşa göz önüne alındığında, ABD'nin etkisi veya nüfuzu olmayan süreçleri kolaylaştırmak neredeyse imkansız.

Temel olarak yetenek ve niyetten yoksun olan bu yaklaşım, beyan niteliğindeki açıklamalar ve girişimlerle birleştiğinde, gereksiz ve ters etki yaratır. Afrika, dışardan gelen bir arabulucu veya kriz yöneticisi değil, sorunları çözebilecek stratejik bir ortağa ihtiyaç duyuyor.

Günümüzün Afrika elitleri teknokratik, küresel olarak birbirine bağlı ve Küresel Güney, Asya ve Ortadoğu'da hakim olan eğilimlerle uyumlu. Resmi anlatıların kabul ettiğinden daha fazla ve daha derin bir şekilde görüyor ve anlıyorlar. ABD’nin ortaklık söyleminin arkasında, kalkınma yükünü paylaşma konusunda hissedilir bir isteksizlik yatıyor.

Tüm bunların bir sonucu olarak, Afrika hükümetleri genellikle Washington'ın hoşgörülü ve kolaylaştırıcı yaklaşımını meşruiyet, geçici garantiler ve siyasi alan kazanmak için kullanırken, aynı zamanda Afrika'nın ABD'nin öncelikler hiyerarşisindeki konumunun gerilemesi konusunda uyarı sinyalleri gönderiyorlar.

Beyaz Saray yaklaşımını değiştirmedikçe, ABD nüfuzunu giderek yitirdiği bir kıtada dışlanmış bir ülke olarak kalmaya devam edecek.

ABD, 1990'lı yıllarda ve 2000'li yılların başlarında burslar, teknoloji ve start-up'lar aracılığıyla Afrika için ‘dünyaya açılımın’ sembolü ve geleceğe açılan kapısıydı. Bugün, geleneksel olarak ABD ile müttefik olan ülkeler bile (Kenya, Nijerya, Gana ve Senegal gibi) Çin, Rusya ve Körfez ülkeleriyle ilişkilerini çeşitlendirmeye ve derinleştirmeye çalışıyor. Afrika artık Washington'ı istikrarın tek garantörü olarak görmüyor. Artık bu rol, daha görünür ve somut bir angajman ve katılım sunan aktörler tarafından üstlenildi.

dsvd
ABD Başkanı Donald Trump'ın Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff, Miami'deki Amerikan İş Forumu'nda konuşurken, 6 Kasım 2025 (AFP)

Çin'in kapsamlı ekonomik genişlemesi, Türkiye'nin insani, ticari ve askeri-teknik iş birliğini birleştiren esnek yaklaşımı, Körfez devletlerinin yatırımları ve İslami bankacılık hizmetleri ile Rusya'nın güvenlik ihracatı, Afrika'da somut gerçeklikler olmanın yanında ihtiyaç duyulan, sofistike ve büyüyen unsurlar. Öte yandan Washington'ın girişimleri, varlığını taklit eden, ancak somut stratejik angajmandan yoksun, gürültülü bir medya gösterisinden, bir bilgi bombardımanından ibaret.

Beyaz Saray yaklaşımını değiştirmedikçe, ABD nüfuzunu giderek yitirdiği bir kıtada dışlanmış bir ülke olarak kalmaya devam edecek ve Donald Trump’ın hiçbir garanti olmadan ilk adımı atması için Albert Camus'nün dediği gibi bir inanç sıçraması ve gerçek cesarete ihtiyacı olacak. Bu da ABD'nin Afrika politikasını yeniden düşünmek, yanlış algıları gidermek ve uygulanabilir mekanizmalar ve araçlar oluşturmak anlamına geliyor.

Burada birden fazla cevabı olan bir soru yanıt bekliyor: ABD dış politikasının önceliği bu mu?


İslamabad'da mahkeme binası önünde intihar bombası saldırısı: En az 12 kişi hayatını kaybetti

Pakistan'ın Multan kentinde bir tankerin patlamasının ardından yanmış bir arabayı inceleyen itfaiyeci (Arşiv – AFP)
Pakistan'ın Multan kentinde bir tankerin patlamasının ardından yanmış bir arabayı inceleyen itfaiyeci (Arşiv – AFP)
TT

İslamabad'da mahkeme binası önünde intihar bombası saldırısı: En az 12 kişi hayatını kaybetti

Pakistan'ın Multan kentinde bir tankerin patlamasının ardından yanmış bir arabayı inceleyen itfaiyeci (Arşiv – AFP)
Pakistan'ın Multan kentinde bir tankerin patlamasının ardından yanmış bir arabayı inceleyen itfaiyeci (Arşiv – AFP)

Pakistan İçişleri Bakanı bugün, başkent İslamabad'daki bir mahkeme binası yakınında meydana gelen intihar saldırısında en az 12 kişinin hayatını kaybettiğini açıkladı.

Patlama, İslamabad'daki bir mahkeme binasının yakınında meydana geldi. Avukat Rüstem Malik, patlamadan sonra AFP'ye verdiği demeçte, “Arabamı park edip mahkeme binasına girerken kapıda bir patlama sesi duydum” dedi.

AFP’nin röportaj yaptığı tanıklardan biri olan Malik, “Tam bir kaos ortamıydı. Avukatlar ve insanlar sağa sola koşmaya başladı. Kapıda iki ceset vardı ve birkaç araba yanıyordu” ifadelerini kullandı.

Diğer yandan Pakistan güvenlik güçleri, Pakistan Talibanı (Tehrik-i-Taliban Pakistan) militanlarının Pakistan'ın Hayber Pahtunhva eyaletindeki bir askeri okulda öğrencileri kaçırma girişimini engelledi. Polis bugün yaptığı açıklamada, bir intihar bombacısının arabayla bombalı saldırı düzenlediğini ve beş militanın da okula yöneldiğini söyledi.

Saldırı dün akşam, intihar bombacısının Afganistan sınırına yakın Hayber Pahtunhva eyaletinin Vana kentindeki bir askeri okula saldırmaya çalışmasıyla başladı. Bu bölge, birkaç yıl öncesine kadar Pakistan Talibanı, El Kaide ve diğer yabancı militanların üssüydü.

Yerel polis şefi Alamgir Mahsud, Pakistan güçlerinin dün akşam iki silahlı saldırganı öldürdüğünü, diğer üçünün ise askeri okula girmeyi başardığını, ancak idari binada mahsur kaldıklarını bildirdi.

Mahsud, yaptığı açıklamada, “Tüm öğrenciler, öğretmenler ve personel güvende” dedi. Mahsud, askeri okulda konuşlu güvenlik güçlerinin saldırganların ana binaya ulaşmasını engellediğini belirtti. Mahsud’a göre, bomba yüklü araçla düzenlenen büyük çaplı intihar saldırısı, askeri okula yakın çok sayıda evde ağır hasara yol açtı ve en az 16 sivilin yaralanmasına neden oldu. Mahsud, çatışmada bazı askerlerin de yaralandığını ifade ederek, operasyonun tamamlanmasının ardından daha fazla bilginin paylaşılacağını söyledi.

Pakistan ordusu dün yaptığı açıklamada, saldırının ‘el-Havaric’ tarafından gerçekleştirildiğini duyurdu. El-Havaric terimi, hükümet tarafından yasaklanmış Tehrik-i-Taliban Pakistan hareketinin üyeleri için kullanılıyor. Bu hareket, ABD ve Birleşmiş Milletler (BM) tarafından terör örgütü olarak sınıflandırılıyor.


İran, Irak seçimlerinin sonuçlarına ‘her ne olursa olsun’ saygı duyacağını açıkladı

Iraklı bir seçmen, Irak'ın güneyindeki Zikar vilayetinin Nasıriye kentindeki bir sandıkta oy kullanıyor. (AFP)
Iraklı bir seçmen, Irak'ın güneyindeki Zikar vilayetinin Nasıriye kentindeki bir sandıkta oy kullanıyor. (AFP)
TT

İran, Irak seçimlerinin sonuçlarına ‘her ne olursa olsun’ saygı duyacağını açıkladı

Iraklı bir seçmen, Irak'ın güneyindeki Zikar vilayetinin Nasıriye kentindeki bir sandıkta oy kullanıyor. (AFP)
Iraklı bir seçmen, Irak'ın güneyindeki Zikar vilayetinin Nasıriye kentindeki bir sandıkta oy kullanıyor. (AFP)

İran’ın Irak Büyükelçisi Muhammed Kazım Al Sadık bugün yaptığı açıklamada, ülkesinin ‘Irak’taki altıncı dönem parlamento seçimlerinden çıkacak her sonucu destekleyeceğini ve buna saygı göstereceğini’ belirtti. Al Sadık, iki ülke arasındaki ilişkilerin derinliğine vurgu yaptı.

İran’ın ISNA haber ajansına konuşan Al Sadık, mevcut seçimlerin ‘ülkenin gelecekteki cumhurbaşkanını, meclis başkanını ve başbakanını belirleyeceği için son derece önemli’ olduğunu söyledi.

Seçim sürecinin ‘yasal süreler içinde tamamlanmasını’ temenni eden Al Sadık, “Biz Irak halkının iradesine saygı duyuyoruz. Seçimlerden çıkacak her türlü sonucu İran olarak destekleyeceğiz” dedi.

Al Sadık, Tahran ile Bağdat arasındaki ilişkilerin derin ve kapsamlı olduğunu belirterek, “Yeni Irak hükümetinin bu ikili iş birliği ivmesini sürdürmesini umuyoruz” ifadesini kullandı.