G7 Zirvesi’nden Rusya ve Çin'e uyarı mesajları

Kraliçe Elizabeth, Biden ve eşi Jill'i dün Windsor Kalesi'nde kabul etti (Reuters)
Kraliçe Elizabeth, Biden ve eşi Jill'i dün Windsor Kalesi'nde kabul etti (Reuters)
TT

G7 Zirvesi’nden Rusya ve Çin'e uyarı mesajları

Kraliçe Elizabeth, Biden ve eşi Jill'i dün Windsor Kalesi'nde kabul etti (Reuters)
Kraliçe Elizabeth, Biden ve eşi Jill'i dün Windsor Kalesi'nde kabul etti (Reuters)

Dün Birleşik Krallık’ın Cornwall kentinde sona eren G7 Zirvesi’nin ana gündem maddesi, ABD'nin geleneksel ittifaklara ve uluslararası arenadaki ‘öncü’ rolüne geri dönüşüydü. Rusya’ya açık uyarı mesajlarının yapıldığı zirvede Çin’e insan haklarına saygı duyması ve yeni tip koronavirüsün (Kovid-19) kaynağına ilişkin şeffaf bir soruşturma yapılmasına izin vermesi için çağrılarda bulunuldu.
İngiltere’nin güneybatısında yaklaşık iki yıllık aranın ardından ilk kez yüz yüze gerçekleşen ve üç gün süren zirve, ABD'nin öncülüğünde çok kutupluluğa dayalı yeni bir dinamiğe doğru kaydedilen bir ilerlemeye tanık oldu.
G7 liderleri zirve boyunca iklim değişikliği, küresel ekonominin canlandırılması ve Kovid-19 salgının atlatılması ve Rusya ile Çin’in uygulamalarına karşı çıkılması gibi dünyanın karşı karşıya olduğu önemli konularda ortak bir tutum sergilemeye özen gösterdiler.

ABD’nin ‘geri dönüşünden’ duyulan memnuniyet
ABD Başkanı Joe Biden, dün zirve sonu basın toplantısında yaptığı açıklamada, zirvenin sonuçlarından memnun gibi görünüyordu. Biden’ın seçilmesinin ardından gerçekleştirdiği ilk yurtdışı ziyaretinde ABD'nin Donald Trump dönemindeki ‘tecrit’ sonrası uluslararası arenaya geri dönüşünü duyurmak istiyordu. İngiliz, Fransız, Alman, İtalyan, Japon ve Kanadalı müttefiklerini Moskova ve Pekin'e karşı birleştirdi.
Biden, (kendi ifadesiyle) ‘olağanüstü iş birliği ve üretkenliği’ yansıtan zirveye övgüde bulundu. Dün Windsor Kalesi’nde Kraliçe II. Elizabeth ile buluşmak üzere zirveden ayrılmadan önce gazetecilere yaptığı açıklamada Biden, “ABD, uluslararası arenaya tam olarak döndü” ifadelerini kullandı. ABD Başkanı, NATO'daki karşılıklı savunmanın ‘kutsal bir görev’ olduğuna ve demokratik güçlerin ‘otoriter güçlerle rekabet’ içinde olduklarına dikkati çekti.
Öte yandan Almanya Başbakanı Angela Merkel, Joe Biden'ın Beyaz Saray'a gelişinin G7 çalışmalarına ‘yeni bir ivme’ kazandırdığını belirtti. Eski ABD Başkanı Donald Trump ile zor bir ilişkisi olan Merkel, Fransız Haber Ajansı’nın (AFP) haberine göre gazetecilere, “Joe Biden'ın ABD Başkanı olarak seçilmesi, artık dünyada sorun yaşamayacağımız anlamına gelmese da bu sorunları çözmek için yeni bir ivmeyle çalışabileceğimiz anlamına geliyor” dedi.
Bu arada ABD Başkanı, İngiltere'den ayrıldıktan sonra, yarın (Çarşamba) Cenevre'de Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile beklenen görüşmesi öncesinde bir NATO zirvesine katılmak üzere Brüksel'e gidecek.

Pekin’e sert mesajlar
Çin'in neden olduğu zorluklar, yaklaşık iki yıllık aranın ardından katılımcılarla gerçekleşen ilk G7 Zirvesinin gündeminde büyük bir yer edindi. G7 liderleri, Pekin'i Kovid-19 salgınının kaynağına ilişkin ‘şeffaf’ bir ikinci aşama soruşturması yürütmesi amacıyla Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ile iş birliği yapmaya çağırdılar. G7 Zirvesi sonuç bildirgesinde, uzmanlar tarafından hazırlanan bir raporun tavsiyeleri çerçevesinde Kovid-19’un kaynağına ilişkin WHO öncülüğünde Çin'de şeffaf ve bilimsel bir çalışma yapılması çağrısında bulunuldu.
G7 sonuç bildirgesinde ayrıca Çin'e hem Pekin'in azınlıklara yönelik insan hakları ihlalleri yapmakla suçlandığı Sincan Özerk Bölgesi’nde hem de demokrasi aktivistlerini hedef aldığı Hong Kong'da ‘insan haklarına saygı duyması’ çağrısı yapıldı.
Sonuç bildirgesinde şu ifadeler yer aldı:
“Değerlerimizi teşvik etmek amacıyla Çin'i özellikle Sincan Özerk Bölgesi’nde insan haklarına ve temel özgürlüklere saygı duymaya ve Hong Kong için de bu haklar ve özgürlüklerin yanı sıra geniş çaplı özerkliğe saygı göstermeye çağırıyoruz.”
Hong Kong’un özerk bölge olarak kalması, Çin ile Birleşik Krallık arasında 1997 yılında bölgeyi teslim etme anlaşmasında şart koşulmuştu.
Sonuç bildirgesi, Pekin'e bir uyarı mesajı olarak değerlendirilirken, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron dün yaptığı açıklamada G7'nin ‘Çin karşıtı bir kulüp olmadığını’ söyledi. Macron dün düzenlediği basın toplantısında, ‘demokrasiler topluluğunun’ anlaşmazlıklardan bağımsız olarak ‘tüm küresel meselelerde Çin ile çalışmak’ istediğini belirtti.

Moskova doğrudan uyarıldı
G7 Zirvesi’nde Çin’in yanı sıra Rusya konusunda da ortak bir tutum sergilendi. Zirveden Rusya’ya, çeşitli ülkelerin iç işlerine yapılan müdahaleler de dahil olmak üzere ‘istikrarsızlaştırıcı faaliyetlerini durdurması’ ve insan haklarına saygı duyması çağrısı yapıldı.  Rusya topraklarından siber saldırılar düzenlemekten sorumlu olanlara ‘hesap verdirileceği’ vurgulandı.
Sonuç bildirgesinde, G7 ülkelerinin liderleri şunları söyledi:
“Rusya'yı, topraklarında kimyasal silah kullanımı konusunda acil bir soruşturma yürütmeye, inandırıcı bir açıklama yapmaya ve sivil toplum ve bağımsız medya üzerindeki sistematik baskıya son vermeye, Batı'daki iş odaklarından fidye yazılımları kullanılarak yapılan siber saldırıları durdurmak ve saldırıların sorumlularına hesap sormak için harekete geçmeye çağırıyoruz.”
Bu arada Çarşamba günü Putin ile görüşmeye hazırlanan Biden, Rus mevkidaşı ile Washington’ın Moskova’ya ilişkin endişelerini artıran bir dizi konuda ‘son derece net’ olma sözü verdi. Cenevre görüşmesi öncesi Putin'in yanında görünmeme kararını savunan ABD Başkanı, “Bu, basın önünde birbirimizi utandırmaya çalıştığımız, kimin daha iyisini yapabileceğine dair bir yarış olmayacak. Daha çok Rusya ile ilişkileri geliştirmemizi sağlayacak koşulların ne olduğu konusundaki tutumumuzu büyük ölçüde netleştirmekle ilgili. Biz anlaşmazlık peşinde değiliz” ifadelerini kullandı.
Putin'in Batı ülkeleri ile arasındaki ilişkilerin kötüleştiğini söylemekte haklı olduğunu da ifade eden Biden G7 Zirvesinin sonunda gazetecilere yaptığı açıklamada, “Onun (Putin’in) ilişkilerin düşük düzeyde olduğu konusunda haklı olduğunu açıklığa kavuşturalım. Uluslararası normlara yönelik tavrına bağlı olarak (ilişkiler) kötüleşti.  Putin, uluslararası normlara çoğunlukla bağlı değil” ifadelerini kullandı.

Kovid-19 krizi bitecek mi?
Öte yandan Kovid-19 krizini aşma planı, zirvenin en öne çıkan başlıklarından biriydi. İngiltere Başbakanı Boris Johnson’ın dün yaptığı açıklamaya göre G7 liderleri, salgının sona ermesi beklenen 2022'nin sonuna kadar bir milyar dozdan fazla Kovid-19 aşısı dağıtma sözü verdiler. Johnson dün düzenlediği basın toplantısında, “Meslektaşlarımı 2022'nin sonuna kadar tüm dünyanın aşılanması için gerekli dozları hazırlamaya ve sağlamaya yardım etmeye çağırdım. Liderler, finansman veya COVAX (Aşıları Küresel Erişim Programı) mekanizması yoluyla 1 milyardan fazla doz sağlama sözü verdi” ifadelerini kullandı.
Zirveye katılan Avrupa Birliği (AB) Konseyi Başkanı Charles Michel, G7 Zirvesi’nin Kovid-19 aşılarının üretimini artırmayı ve üretilen aşıları dünyanın dört bir yanına dağıtmayı kabul ettiğini söyledi. Michel, Twitter'dan paylaştığı bir videolu mesajda, “Öncelik aşı talebini karşılayabilmemizi sağlamak. Bu noktada AB başı çekiyor. Ortaklar, aşıların üretimini ve tüm dünyaya dağıtımını hızlandırmak için şimdi bize katılıyorlar” dedi.

Çevre ile ilgili verilen sözler
Zirvede ayrıca Kasım ayında yapılması planlanan Birleşmiş Milletler (BM) İklim Değişikliği Konferansı’na (COP26) ev sahipliği yapacak olan Birleşik Krallık için büyük bir zorluk olan iklim meselelerine odaklanıldı.
G7 liderleri, kara ve denizlerin en az yüzde 30’unu koruyarak 2030 yılına kadar biyolojik çeşitlilikteki azalmayı durdurmayı planlarken Londra, Gana ve Endonezya gibi ülkelerde okyanusları ve deniz ekosistemlerini korumak için 500 milyon sterlinlik  (582 milyon avrodan fazla) bir fon başlatacak.
Birleşik Krallık Başbakanı Johnson, dünyayı korumanın liderler olarak insanlar için yapabilecekleri en önemli şey olduğunu vurgularken sera gazı emisyonlarını azaltmanın ve çevreyi eski haline getirmenin, istihdam yaratmak ve uzun vadeli ekonomik büyümeyi sağlamakla aralarında doğrudan bir ilişki olduğunu söyledi.
Liderler ayrıca 2030 yılına kadar sera gazı emisyonlarını yarıya indirme konusundaki taahhütlerini bir kez daha yinelerken kömürle çalışan elektrik santrallerine verilen devlet sübvansiyonlarını bu yıldan itibaren durdurduklarını açıkladılar. Bu önlemlerin amacı, bilim adamlarının iklim değişikliğinin kontrolden çıkmasına neden olacağına inandıkları bir eşik olan, küresel ısınmayı sanayi öncesi seviyeye kıyasla 1,5 santigrat derecenin altına çekilmesidir.
İngiliz doğa bilimci David Attenborough (95), on yıl içinde alınacak kararların insanlık tarihinin en önemli kararları arasında yer alacağı uyarısında bulundu. Çevreciler ise alınan önlemleri ‘yetersiz’ bularak daha az konuşup daha fazla eylemde bulunulmasını istiyorlar.

Altyapı fonu
Başbakan Johnson’ın açıklamalarına göre G7 Zirvesi’nin dünkü toplantılarında, yeşil büyümeyi (yeşil ekonomi) teşvik etmek amacıyla yenilenebilir enerjilere ve temiz teknolojiye yatırımlar çekmek için geçtiğimiz Cumartesi günü Afrika, Asya ve Latin Amerika'daki yoksul ülkeler için başlatılan geniş kapsamlı Küresel Altyapı Planı’nın çevresel yönüne de değinildi.
Biden, Küresel Altyapı Fonu'nun Çin’in ‘Kuşak ve Yol Girişimi’nden ‘çok daha adil’ olacağını vurguladı.  Pekin'i uluslararası normlara uymaya çağıran Biden’ın, gelişmekte olan ülkelerde altyapıyı geliştirmek için ‘Dünyayı Tekrar Daha İyi İnşa Et’ adını verdiği G7 projesinin ‘çok önemli bir taahhüt’ olduğunu söyledi. ABD Başkanı, “Çin, insan hakları ve şeffaflıkla ilgili uluslararası normlar konusunda daha sorumlu davranmaya başlamalı” dedi.
Söz konusu proje, siyasi programının öncelikleri arasında Çin'le mücadelenin yer aldığı Biden'ın girişimiyle başlatıldı. Projenin, Pekin'in yurtdışındaki nüfuzunu artırmak için yaptığı büyük bir yatırım olan ‘Yeni İpek Yolları’ projesine rakip olması bekleniyor. ‘Dünyayı Tekrar Daha İyi İnşa Et’ adını taşıyan projenin, iklim, sağlık, dijital alan ve eşitsizliklerle mücadeleye odaklanarak ilgili ülkelerin Kovid-19 salgını krizinden kurtulmasına yardımcı olması planlanıyor.

Küresel vergi sisteminde reform
Son olarak dün G7 Zirvesi’nde eşitsizlikleri azaltma çabaları çerçevesinde, vergi kaçakçılığına karşı ortak bir kampanyayı içeren ve şirketlere asgari vergiler getiren ‘daha adil’ bir küresel vergi sisteminin kurulmasına destek verildi. Liderler, reforme edilmiş bir ticaret sistemini, daha esnek bir küresel ekonomiyi ve daha adil bir küresel vergi sistemi çerçevesinde daha özgür ve daha adil ticareti destekleyerek gelecekteki refahın güvence altına alınması konusunda anlaştılar.



Geri gönderin: Avrupa'nın popülist sağı eski fikirleri yeniden yorumluyor

Gregory Safeder
Gregory Safeder
TT

Geri gönderin: Avrupa'nın popülist sağı eski fikirleri yeniden yorumluyor

Gregory Safeder
Gregory Safeder

Christopher Phillips

İngiliz popülist Reform Partisi lideri Nigel Farage, ağustos ayı sonlarında, yaklaşan Birleşik Krallık seçimlerini kazanması halinde, beş yıl içinde 600 bine kadar kaçak göçmen ve sığınmacıyı sınır dışı etmeyi hedefleyeceğini duyurdu.

Bu politika, ABD Başkanı Donald Trump'ın seçim kampanyasında verdiği ve uygulamaya başlamış gibi göründüğü “ABD tarihindeki en büyük sınır dışı operasyonu” vaadini açıkça yansıtıyor. Bu planlar, Almanya İçin Alternatif Partisi’nin (AfD) 2025 federal seçimleri sırasında Alman olmayan göçmenleri hedef alan “büyük çaplı sınır dışı” çağrısı ile de örtüşüyor.

Böylelikle, sınır dışı etme Batı politikasının temel direklerinden biri haline gelmiş gibi görünüyor. Ancak bu fikir yeni değil; Avrupa'daki aşırı sağ gruplar onlarca yıldır “göçmenleri geri gönderin” sloganıyla bu fikrin savunuculuğunu yaptı. Günümüzde ise sağcı popülist partiler bu önerileri yeniden formüle edip iç sorunlara çözüm olarak sundular ve liberalleri şaşırtacak şekilde bu fikirleri geniş bir kamuoyu kesimi arasında karşılık buldu.

Farage ve partisi kamuoyu yoklamalarında kayda değer bir artış yaşıyor. Sky/YouGov'un son anketine göre, seçmenlerin yüzde 28'i yarın seçim yapılsa ona oy vereceğini söylerken, iktidardaki İşçi Partisi’nin oy oranı yüzde 20, geleneksel sağ Muhafazakar Parti'nin ise yalnızca yüzde 17. Bu rakamlar Farage'ın başbakan olma yolunda olduğu anlamına gelmese de (İngiliz seçim sistemi yeni partilerin yaygın bir nüfuz elde etmesini zorlaştırıyor), yükselişi artık tamamen olasılık dışı değil. Almanya'da da durum benzer; Almanya için Alternatif Partisi (AfD) siyasi olarak marjinal iken etkili bir konuma geçerek Şubat 2025 seçimlerinde oyların yüzde 20,8'ini alıp ikinci oldu. Dolayısıyla, Trump tarzı toplu sınır dışı etmeler yakın gelecekte Avrupa siyasi sahnesinin bir parçası haline gelebilir.

Neo-Nazi bir parti olan İngiliz Ulusal Cephesi (NF), 1974 seçim beyannamesinde, on yıllık bir süre boyunca tüm beyaz olmayan göçmenlerin ve onların soyundan gelenlerin zorla sınır dışı edilmesi çağrısında bulunmuştu

Aşırı sağ örnekler

Bugün bulunduğumuz noktaya nasıl geldik? Sığınma talepleri reddedilenler veya yabancı suçluların sınır dışı edilmesi yeni bir olgu değil. Örneğin, İngiltere uzun süredir yasal olarak kalma hakkı olmayan kişileri ülkeyi terk etmeye zorluyor ve 2010 ile 2025 yılları arasında yıllık “zorunlu sınır dışı” sayısı 2 bin 500 ila 15 bin arasında değişiyor. Ancak bu rakamlar Farage, Almanya İçin Alternatif (AfD) ve diğerlerinin bahsettiği yüz binlerce kişiyle karşılaştırıldığında son derece mütevazı kalıyor. Sürekli inkâr etmelerine rağmen, planları sınırlı sınır dışı etme gibi geleneksel uygulamalardan ziyade, 1970'ler ve 1980'lerin aşırı sağ sloganlarına daha yakın.

Neo-Nazi bir parti olan İngiliz Ulusal Cephesi (NF), 1974 seçim beyannamesinde, on yıllık bir süre boyunca tüm beyaz olmayan göçmenlerin ve onların soyundan gelenlerin zorla sınır dışı edilmesi çağrısında bulunmuştu. Ancak bu fikirler geniş çapta reddedildi ve parti hiçbir genel seçimde oyların yüzde 0,6'sından fazlasını alamadı. 1990'larda, NF'nin bir kolu olan İngiliz Ulusal Partisi (BNP), beyaz olmayanları ama bu kez “gönüllü olarak geri gönderme” sloganıyla aynı fikri, yeniden gündeme getirdi. Bu yumuşatılmış formülasyona rağmen, parti 2010 genel seçimlerinde oyların yalnızca yüzde 1,9'unu alabildi; ancak genellikle daha düşük katılım oranlarına sahip olan Avrupa seçimlerine göre daha görünür hale geldi.

Gregory SafederGregory Safeder

Gelgelelim Farage'ın daha sonra liderliğini yaptığı Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi (UKIP), “aşırı sağ” değil, sağcı popülist bir parti olarak BNP’yi hızla gölgede bıraktı. BNP'ye eğilimli seçmenlerden daha ılımlı bir seçmen kitlesini cezbetti ve Muhafazakâr ve İşçi partilerinin seçmenlerinden de önemli bir destek aldı. NF ve BNP'nin aksine, UKIP ırkçılığı reddetti ve genel olarak göçü, özellikle de Avrupa Birliği'ni (AB) hedef aldı. Aynı durum, Farage'ın önde gelen lideri olmadan sönüp giden UKIP'ten ayrıldıktan sonra kurduğu Reform UK Partisi (eski adıyla Brexit Partisi) için de geçerli. Parti, ırkçı olmayan imajını vurgulamak için, sınır dışı planının duyurulması sırasında Farage'ın yanında görünen İngiliz Müslüman siyasetçi ve eski parti başkanı Zia Yusuf gibi isimleri öne çıkararak çeşitliliğini vurgulamaya çalıştı. Şaşırtıcı bir şekilde, sınır dışı etme politikası Farage'ın gündeminin hiçbir zaman ana odak noktası olmadı; çünkü odak noktası, halihazırda gelmiş olanları sınır dışı etmek yerine göçmen akışını engellemekti. Ancak bu durum değişti.

Trump etkisi

Öyleyse, Reform ve benzerleri, motivasyonları açıkça NF veya BNP tarafından öne sürülenlerden daha az ırkçı görünse bile, sınır dışı etme politikalarını uygulamak için neden aşırı sağcı araçlara başvuruyor? Daha önce seçmenler tarafından reddedilen bu fikirler neden şimdi ilgi görüyor?

İngiltere'de, göç konusunda giderek daha katı bir tutum benimseyen zor durumdaki Muhafazakar Parti, Farage'ın son açıklamasının ardından onu “politikalarını kopyalamakla suçladı

Önemli bir faktör -en azından İngiltere’de- kaçak göçmen sayısındaki büyük artıştır. Daha önce sayılar birkaç yüzü geçmezken, durum 2021'den bu yana önemli ölçüde değişti. Her yıl en az 28 bin kişi küçük teknelerle Manş Denizi'ni geçiyor ve bu sayı 2022'de 45 bine ulaştı. İronik bir şekilde bu artış, Nigel Farage'ın tutkuyla savunduğu bir karar olan İngiltere’nin AB’den ayrılmasının doğrudan bir sonucu. Brexit, Londra'nın, AB’ye üye ülkelerin kaçak göçmenleri girdikleri ilk üye ülkeye geri göndermelerine olanak tanıyan Dublin Tüzüğü'ne üyeliğini de kaybetmesine yol açtı.

Gregory SafederGregory Safeder

Bir diğer önemli faktör ise Avrupa genelinde popülizmin yükselişi ve seçmenlerin giderek daha fazla kesimi arasında sağcı siyasete doğru artan eğilimdir. Geleneksel merkez partilere duyulan güvenin azalması, çokkültürlülüğün açıkça reddi ve ekonomik durgunluk, Avrupalıların sorunlarına yönelik sağcı çözümleri dinlemeye istekli olmalarına katkıda bulundu; bu çözümlere, görünüşe göre artan sınır dışı etmeler de dahil. Farage'ın yeni politikasının en büyük katalizörü tartışmasız Donald Trump. Avrupa'daki popülist partiler yeni bir olgu değil; 2000'lerin başından itibaren siyasi sahnenin temel unsurlarından biri oldular. Bu partilerin hepsi en başından beri göçe karşı çıkmış olsa da sınır dışı etme ve geri göndermelere odaklanma, geçen yıldan itibaren önemli bir ivme kazandı.

Trump'ın liderlik ettiği Amerikan örneğini takiben, kitlesel sınır dışı etmeler yakında Avrupa'ya da sıçrayabilecek gibi görünüyor

Bunun, Trump'ın ABD’de ikamet eden on milyondan fazla yasadışı göçmeni sınır dışı etme vaadiyle aynı zamana denk gelmesi tesadüf değil. NBC'ye göre, Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza Dairesi (ICE), şubat ve haziran ayları arasında yaklaşık 70 bin göçmeni sınır dışı etti ve bu sayı açıkça artmaya devam ediyor. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre bu politikalar, sınır dışı etmenin pratik bir siyasi seçenek olarak normalleşmesine katkıda bulunuyor. Çoğu ABD Başkanı’na açıkça hayranlık duyan Avrupalı ​​popülistlere kendi ülkelerinde de benzer bir yaklaşımı benimsemeleri için zemin sağlıyor.

Ana akım olma yolunda

Liberaller, Farage ve Almanya İçin Alternatif Partisi’nin (AfD) toplumun sorunlarından göçmenleri sorumlu tuttuğunu savunarak, kitlesel sınır dışı politikalarına karşı çıkmaya devam ederken, bu fikir popülist partileri aşan bir ivme kazanmaya devam ediyor.

İngiltere'de, göç konusunda giderek daha katı bir tutum benimseyen zor durumdaki Muhafazakar Parti, Farage'ın son açıklamasının ardından onu “politikalarını kopyalamakla” suçladı. Buna karşılık, eski İşçi Partisi içişleri bakanı Jack Straw, Londra'nın daha fazla göçmeni sınır dışı edebilmesi için ülkesine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nden “ayrılma” çağrısında bulundu; bu talep Farage tarafından da benimsendi. Başbakan Keir Starmer bile bu konuda dikkat çekici bir şekilde sessiz kalırken, hükümeti göreve geldiğinden beri sınır dışı edilen kaçak göçmenlerin sayısını vurgulamaya çalıştı. Bu arada ister Almanya, Avusturya, Hollanda, İspanya veya Portekiz'de olsun, Avrupa'daki popülistler, “geri gönderme” fikrini giderek daha fazla savunmaya devam ediyor. Ancak Fransız popülist sağının lideri Marine Le Pen bu fikri açıkça reddediyor. Trump’ın liderlik ettiği Amerikan örneğini takiben, kitlesel sınır dışı etmeler yakında Avrupa'ya da sıçrayabilecek gibi görünüyor.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarfından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Beyaz Saray Sözcüsü, gazetecinin sorusuna "Anan" diye cevap verdi

Beyaz Saray Basın Sözcüsü Karoline Leavitt ve Beyaz Saray İletişim Direktörü Steven Cheung, bir muhabirin ABD Başkanı Donald Trump'ın Vladimir Putin'le yapacağı görüşme için Budapeşte'yi kimin seçtiğini sorması üzerine, "Anan" yanıtını verdi (AP)
Beyaz Saray Basın Sözcüsü Karoline Leavitt ve Beyaz Saray İletişim Direktörü Steven Cheung, bir muhabirin ABD Başkanı Donald Trump'ın Vladimir Putin'le yapacağı görüşme için Budapeşte'yi kimin seçtiğini sorması üzerine, "Anan" yanıtını verdi (AP)
TT

Beyaz Saray Sözcüsü, gazetecinin sorusuna "Anan" diye cevap verdi

Beyaz Saray Basın Sözcüsü Karoline Leavitt ve Beyaz Saray İletişim Direktörü Steven Cheung, bir muhabirin ABD Başkanı Donald Trump'ın Vladimir Putin'le yapacağı görüşme için Budapeşte'yi kimin seçtiğini sorması üzerine, "Anan" yanıtını verdi (AP)
Beyaz Saray Basın Sözcüsü Karoline Leavitt ve Beyaz Saray İletişim Direktörü Steven Cheung, bir muhabirin ABD Başkanı Donald Trump'ın Vladimir Putin'le yapacağı görüşme için Budapeşte'yi kimin seçtiğini sorması üzerine, "Anan" yanıtını verdi (AP)

Katie Hawkinson ABD Muhabiri 

Üst düzey Beyaz Saray yetkilileri, ABD Başkanı Donald Trump'ın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'le yapacağı görüşmenin yerini kimin seçtiği soran bir muhabire "Anan" dedi.

Trump perşembe günü, Ukrayna'daki savaşın sona ermesini görüşmek üzere yakında Macaristan'ın Budapeşte kentinde Putin'le bir araya geleceğini duyurmuştu. Putin, Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından arandığı için bu seçim soru işaretlerine yol açtı. Öte yandan Associated Press'in haberine göre, mahkemeden ayrılma sürecinde olan Macaristan'ın arama emrini yerine getirmesi pek olası görünmüyor.

HuffPost, Beyaz Saray'a görüşme yerini kimin seçtiğini sorduğunda, Beyaz Saray Basın Sözcüsü Karoline Leavitt'in cevabı "Anan seçti" oldu. Gazetenin aktardığı üzere Beyaz Saray İletişim Direktörü Steven Cheung da "Anan" diye yanıt verdi.

Daha sonra HuffPost muhabiri, bu cevabı komik bulup bulmadığını Leavitt'e sordu.

Leavitt şöyle cevap verdi: 

Kendini gerçekten bir gazeteci sayman bana komik geliyor. Bunu yüzüne karşı söylemiyorlar ama medyadaki meslektaşların da dahil kimsenin ciddiye almadığı radikal solcu bir gazeteci bozuntususun. Bana samimiyetsiz, taraflı ve saçma sapan sorularını mesaj atmayı bırak.

The Independent, Beyaz Saray'a "anan" demenin uygun bir cevap olup olmadığını sorduğunda sözcü Taylor Rogers "Son derece uygun" dedi.

Rogers, "Bu mesajları alan kişi gerçek bir muhabir değil, Demokrat bir aktivist. Sonuç olarak aldığı yanıt son derece uygundu" dedi. 

Beyaz Saray basın ekibi her gün gerçek muhabirlerden gelen yüzlerce ciddi talebi karşılıyor ve yanıtlıyor; partizan gazeteci bozuntularıyla kaybedecek vaktimiz yok!

Cheung da cuma öğleden sonra bu konuşmayla ilgili bir X gönderisini tekrar paylaştı ancak başka bir yorum yapmadı.

The Independent, yanıt hakkı için HuffPost'la temasa geçti.

Beyaz Saray son günlerde söylemini sertleştirmiş gibi görünüyor. Perşembe günü Fox News'a konuşan Leavitt, Demokrat Parti'nin "ana seçmen kitlesinin" "Hamas teröristleri, kaçak göçmenler ve şiddet yanlısı suçlular" olduğunu iddia etmişti.

Leavitt, "Dediğim gibi; antisemitistleri, Hamas teröristlerini, kaçak göçmenleri ve Amerikan sokaklarında serbestçe dolaşmasını istedikleri şiddet yanlısı suçluları da içeren radikal sol tabanlarına hizmet etmekten başka hiçbir şeye tahammülleri yok" demişti.

Independent Türkçe.Independent.co.uk/news


Witkoff ve Kushner, İsrail'in Katar'a düzenlediği saldırının ardından kendilerini ‘ihanete uğramış’ gibi hissetti

Jared Kushner, İsrail ile Hamas arasında ateşkesin yürürlüğe girmesinin ardından Tel Aviv'de yaptığı konuşma sırasında ABD'nin Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff'un arkasında duruyor. (Reuters)
Jared Kushner, İsrail ile Hamas arasında ateşkesin yürürlüğe girmesinin ardından Tel Aviv'de yaptığı konuşma sırasında ABD'nin Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff'un arkasında duruyor. (Reuters)
TT

Witkoff ve Kushner, İsrail'in Katar'a düzenlediği saldırının ardından kendilerini ‘ihanete uğramış’ gibi hissetti

Jared Kushner, İsrail ile Hamas arasında ateşkesin yürürlüğe girmesinin ardından Tel Aviv'de yaptığı konuşma sırasında ABD'nin Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff'un arkasında duruyor. (Reuters)
Jared Kushner, İsrail ile Hamas arasında ateşkesin yürürlüğe girmesinin ardından Tel Aviv'de yaptığı konuşma sırasında ABD'nin Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff'un arkasında duruyor. (Reuters)

ABD Başkanı Donald Trump'ın damadı ve danışmanı Jared Kushner, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun geçen ay Doha'da Hamas liderlerine yönelik saldırı emri vermesinin ardından başkanın ‘İsraillilerin kontrolü biraz kaybettiğini’ düşündüğünü açıkladı.

ABD'nin Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff, CBS'nin 60 Minutes programında Kushner ile birlikte verdiği ve pazar günü tam olarak yayınlanacak olan röportajda, “Jared ve ben biraz ihanete uğradığımızı hissettik” dedi.

Witkoff şöyle devam etti: “Bu çok büyük bir etki yarattı. Çünkü Katarlılar, Mısırlılar ve Türkler gibi müzakerelerde çok önemli bir role sahipti... Katarlıların güvenini kaybettik. Böylece Hamas ortadan kayboldu ve onlara ulaşmak çok zorlaştı.”

Kushner, saldırının Trump'ın ‘çok sert davranma ve onların uzun vadeli çıkarlarına aykırı olduğunu düşündüğü şeyleri yapmalarını engelleme zamanının geldiğini’ fark etmesine neden olduğunu bildirdi.

Gazze Şeridi'ne yönelik yaklaşık iki yıllık savaş boyunca İsrail, hem Gazze Şeridi'nde hem de bu tür girişimlerin kendi topraklarında gerçekleştirilmesinin beklenmediği ülkelerde Hamas liderlerini hedef almayı yoğunlaştırdı.

Bu tür bir girişim, Gazze Şeridi'ne sükûnet getirme çabalarını görüşmek üzere hareketin bir heyetini ağırlayan Katar'ın başkenti Doha'da gerçekleşti. Hamas, üst düzey yetkililerinin eylül ayındaki saldırıdan sağ kurtulduğunu doğrularken, beş Hamas mensubu ve bir Katar güvenlik gücü öldürüldü.

İsrail'in saldırıları, Katar'ın başkenti Doha’da Hamas'a ait bir kompleksi hedef aldı. Saldırıda, hareketin liderlik konseyinin üyesi Halil el-Hayye'nin oğlu Hammam el-Hayye, ofis müdürü Cihad Labbad ve arkadaşları Ahmed Memluk, Abdullah Abdulvahid ve Mumin Hassun öldürüldü.

Kaynaklara göre, hedef alınan kompleks, Hamas liderleri ve yetkilileri ile güvenlik görevlilerine ait ofis ve evleri içeriyor. Bunlar arasında Halil el-Hayye'ye ait, özel bir ofis içeren ve dört saldırının en şiddetlisinin hedefi olan orta büyüklükte bir villa da bulunuyor.