Suriye ABD ve Rusya için tampon bölgeye dönüşüyor

ABD Başkanı Joe Biden ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 16 Haziran’da Cenevre’deki görüşmelerinden önce (AFP)
ABD Başkanı Joe Biden ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 16 Haziran’da Cenevre’deki görüşmelerinden önce (AFP)
TT

Suriye ABD ve Rusya için tampon bölgeye dönüşüyor

ABD Başkanı Joe Biden ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 16 Haziran’da Cenevre’deki görüşmelerinden önce (AFP)
ABD Başkanı Joe Biden ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 16 Haziran’da Cenevre’deki görüşmelerinden önce (AFP)

2015’in sonunda Suriye’ye doğrudan askeri müdahalede bulunmasından bu yana Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve eski ABD’li mevkidaşı Donald Trump arasındaki her zirve, ABD’nin Rus yaklaşımına daha da yaklaştığı bir anlayışa dönüştü. Cenevre’deki Putin ve Joe Biden düzenlenen son ABD-Rusya zirvesinde ise Suriye iki büyük devlet arasında tampon bölgeye dönüştü.
Putin’i ‘doğrulayan’ Trump, Temmuz 2017’de Hamburg’daki ‘G20 zirvesinin’ oturum aralarında gerçekleştirdikleri gayriresmi buluşmada Suriye’nin güneyinde bir ateşkes hususunda uzlaşı sağlamıştı. Aynı şekilde Trump, CIA tarafından Arap ve Batılı ülkelerin katılımıyla, Ürdün aracılığıyla Suriye’nin güneyindeki Özgür Suriye Ordusu’nu (ÖSO) desteklemek ve Esed güçleriyle savaşmak için yürütülen gizli bir programı iptal etme girişiminde bulundu. Bu, Kasım 2017’de Vietnam’daki Asya-Pasifik Zirvesi’nin oturum aralarında görüşmelerinden önce Trump’tan Putin’e bir ‘hediye’ idi. Doğrudan toplantı kamuya açık olarak yapılmadı. Ayrıca ‘Suriye’de askeri bir çözümü reddettiklerini’ belirten bir açıklamayla ve ‘ortak güçleri DEAŞ’ın savaştığı ciddi olayları’ önlemek amacıyla Rusya - ABD askeri iletişim kanallarını sürdürmekle yetindiler.
ABD ve Rusya orduları, aralarında ‘çatışmayı durdurmak’ ve Fırat Nehri ile temsil edilen ‘ayrıcı çizgiyi’ çizmek için bir muhtıra üzerinde anlaştılar. Böylece Washington ve müttefikleri, Fırat’ın doğusunu, Moskova ve ortakları ise batı yakasını kontrol edecekti.
Eski İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun ‘İran’ı Suriye’nin güneyinden çıkarmak’ amacıyla ‘düzenlenmesine’ katkıda bulunduğu Temmuz 2018’de Helsinki’deki Putin- Trump zirvesi öncesinde, 2018’in ilk yarısında ikili müzakereler devam etti. Bu zirvede, iki lider ‘İsrail’in güvenliğini güvence altına alma’ konusunda taahhütte bulundu. Putin, güney bölgesinin terörden kurtarılmasının ardından Golan bölgesinde rejimin yeniden ateşkes sağlaması gerektiğini belirtti. Ayrıca oradaki durumun, 1974 tarihli ‘Ayrılma Anlaşması’ uyarınca eski haline dönmesi gerektiğini ifade etti. Trump, Rusya ve ABD’nin ‘İsrail’in kendisini savunmasına yardım etmek istediğini ve İsrail’in güvenliğini sağlamanın Başkan Putin ile arasında ortak bir hedef olduğunu” söyledi.
Günler sonra Ağustos 2018 başlarında uluslararası-bölgesel ‘Güney Anlaşması’na varıldığı açıklandı. Rusya Devlet Başkanı’nın Suriye Özel Temsilcisi Aleksandr Lavrentyev, “İran’ın desteklediği Hizbullah savaşçıları ve Şii militanların hepsi, oradan 85 km derinliğe çekildi” ifadelerini kullandı. Hükümet güçleriyle askeri danışman olarak çalışan İranlıların, bu uygulama kapsamında olmadığını ve Suriye ile İsrail arasındaki ayrım çizgisine yakın konuşlanma bölgelerinde orduyla kalabileceklerini ifade etti. Birleşmiş Milletler Ayrılma Gözlemci Gücü (UNDOF), durumun 2011 öncesindeki haline döndüğünün bir göstergesi olarak, 1974’ten bu yana üzerinde anlaşmaya varılmış ateşkes hattına ulaşan Rus subaylar eşliğinde 2012’den bu yana ilk kez Ağustos ayından itibaren devriyelerini gerçekleştirdi.
Biden- Putin zirvesiyle birlikte Suriye’de iş birliği hedefi farklılaştı. Amaç, artık Rusya’da güven oluşturmak veya ABD’den hediyeler sunmak değil. Daha ziyade Moskova ve Washington arasındaki ilişkilerde yaşanan çöküşü durdurmak için Suriye tiyatrosunu kullanmak. Bu ilişkiler, ‘yaptırımlar, siber saldırılar, diplomatik gerilim, içişlerine müdahale, Kuzey Kore, Ukrayna ve diğer meseleler’ nedeniyle en kötü seviyeye ulaşmıştı.
Putin ve Biden’in tartışmalı meselelerde koymaya çalıştıkları ‘kırmızı çizgilerin’ karşısında İran nükleer dosyası, Suriye ve terörle mücadele gibi diğer dosyalarda da iş birliği çabalarının bulunduğuna dair yaygın bir kanı var. Bu inanış, özellikle de Biden yönetimi Suriye’de belirli öncelikler belirlediğinden beri mevcut. ‘DEAŞ’ın yenilgisinin devam etmesi, kimyasal programın durdurulması, Şam’ın 2013 Rusya- ABD anlaşmasına bağlılığı ve sınır ötesindeki Suriyelilere insani yardımların ulaştırılması’ bu öncelikler arasındaydı.
Cenevre zirvesinde önce ABD’liler ve Ruslar, Birleşmiş Milletler (BM) tarafından terör örgütü olarak sınıflandırılan Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) liderlerini hedef alan İdlib’deki Rus bombardımanı da dahil, her hususta en üst düzeyde siyasi ve saha mesajları alışverişinde bulunmaya çalıştı. Ayrıca ABD’nin yardım ulaştırmak için sınır kapılarının sayısını artırma seferberliği ve tek taraflı yaptırımlara karşı Rus seferberliği de bu hususlar kapsamında.
Büyük olasılıkla Cenevre zirvesi, Viyana’daki Rus-Amerikan diyalog kanalının devamı için yeşil ışık yakacak. Washington, Moskova’dan bir telefon bekliyordu ve Moskova da ABD’nin başkentinden bir girişim bekliyordu. Beklenti, Cenevre zirvesinin bu döngüyü kıracağı ve böylece iki tarafın belirli meseleler üzerinde iş birliğini görüşmek üzere geri dönecek olmasıydı.
Bu meselelerin ilki, Fırat’ın doğusunda ‘çatışmayı önlemek’ için askeri düzenlemelere devam edilmesi, Moskova’nın Şam’ı zorlaması ve Washington’un ‘Suriye Demokratik Güçlerini (SDG)’ operasyonel ve muhtemelen siyasi düzenlemeler üzerinde müzakere etmeye teşvik etmesi.
İkincisi, Şam’ı, Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü’nün hükümetin örgüt içerisindeki ‘ayrıcalıklarını’ geri getirmesi karşılığında ortaya koyduğu soruları yanıtlamaya zorlaması.
Üçüncüsü, 11 Temmuz’da sona erecek olan ‘sınır ötesi’ yardıma ilişkin uluslararası kararın uzatılması için bir zemin sağlanması. Biden yönetimi, bu konuya öncelik vermiş ve üç geçiş kapısı açma arzusunu artırmıştı. Rusya’nın Bab el-Hava’daki sınırın uzatılmasını kabul etmesi, devam eden iş birliğinin bir işareti olacak.
Arap ve bölge ülkeleri, Suriye meselesinde bir sonraki aşamanın yönünü belirlemek için Putin ve Biden zirvesi bildirisini okuyacak.
Bu nedenle bir sonraki aşamanın özellikleri, BM Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen’in 25 Haziran’da koronavirüs pandemisinin patlak vermesinden bu yana New York’a yapacağı ilk ziyaretteki brifingde netlik kazanacak. Ayrıca ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, 28 Haziran’da DEAŞ’a karşı uluslararası koalisyonun toplantısından önce Roma’daki genişletilmiş ‘mini grubun’ dışişleri bakanlarının toplantısına başkanlık ettiğinde de ortaya çıkacak. ABD’nin Suriye politikası ise 11 Temmuz’dan önce BMGK’nin yardıma ilişkin kararı oylandığında netleşmiş olacak.
Bu spesifik Suriye göstergelerinin, özellikle de ABD ve İran’ın nükleer anlaşmaya geri dönmeyi kabul etmesi durumunda İran’ın Suriye’deki askeri varlığını azaltmasıyla ilgili stratejik konuları içerecek şekilde genişletilebileceğini iddia eden analizler de mevcut.
ABD-Rusya zirvesinin Suriye ile ilgili diğer konu başlıkları ise Arap devletlerinin Esed rejimi ile yeniden normalleşip normalleşmeyeceği meselesi, Şam rejiminin Arap Birliği’ne geri alınıp alınmayacağı ve Suriye’nin yeniden imarı konularıydı.



Gazze'de Trump planını geliştirmeye ve bölünme tuzağından kaçınmaya dair fikirler

Al Majalla
Al Majalla
TT

Gazze'de Trump planını geliştirmeye ve bölünme tuzağından kaçınmaya dair fikirler

Al Majalla
Al Majalla

Remzi İzzeddin Remzi

İlk bakışta, New York Girişimi, İsrail-Filistin çatışmasının uzun ve çetin tarihinde temkinli bir iyimserlik anı gibi görünüyor. Bu girişim, iki devletli çözümün uluslararası diplomasinin temel taşı olarak kalması gerektiğine dair güçlü bir kanaatten doğmuş olsa da ayrıntılı bir yol haritası yerine, uluslararası bir çerçeve ve ortak bir ufuk sunuyor. Kendisi sadece meşruiyeti, onuru ve her iki halk üzerinde etkili olma gücünü yeniden tesis etmeyi amaçlayan bir dizi ilkeden ibaret. Parlaklığı, anında sonuçlar veya sihirli çözümler sunmasında değil, basit ve önemli bir ilkeyi yeniden teyit etmesinde yatıyor; kalıcı bir barış, Birleşmiş Milletler (BM) otoritesine dayanan adil, hak temelli, çok taraflı bir barış olmalıdır.

Ancak bu mütevazı diplomatik başarının mürekkebi bile kurumadan, Washington hemen boşluğu kendi vizyonuna göre doldurmaya girişti; Trump’ın planının bazı kısımlarını aktifleştirecek bir Amerikan taslak kararı sundu. Pragmatik bir dille kaleme alınan taslak karar, iki temel araç tesis etmeyi amaçlıyor; geçiş döneminde yönetim mekanizması olacak bir Barış Konseyi ile Gazze'de konuşlanacak bir Uluslararası İstikrar Gücü. Bu iki araç, istikrar ve yeniden inşa için gerekli temeli sağlayabilir.

Ne var ki gerçekler endişe verici. Prosedürel görünümünün ardında, kararın zaten kusurlu olan bir planı, meşruiyet ve kapsayıcılıktan ziyade hız ve görüntüye öncelik veren dayatmalı bir çerçeveye dönüştürme riski yatıyor. İvme yaratma çabasıyla, gerçek ilerlemenin yerine salt uygulamayı yerleştirmekle tehdit ediyor.

Barış girişiminden taslak karara

New York Barış Girişimi’nin hiçbir zaman hızlı sonuçlara ulaşması beklenmiyordu. Onun gücü esnekliğinde yatıyor; koordineli diplomasi, insani koruma ve güvenilir bir siyasi ufuk çağrısı yapıyor. İlerlemeyi açıkça BM Güvenlik Konseyi kararlarına bağlıyor ve hem Güvenlik Konseyi'ne hem de Genel Kurul'a düzenli ve şeffaf raporlar sunulmasını talep ediyor. Girişim, özünde, çok taraflı sistemin tüm tarafları (devletler ve devlet dışı aktörler) uluslararası hukuk kapsamında sorumlu tutma gücünü teyit ediyor.

Buna karşılık, bölgedeki birçok kişi ABD’nin taslak kararını “ya olduğu gibi kabul et ya da tamamen reddet” şeklinde bir öneri olarak karşıladı. Zira son derece karmaşık bir siyasi çatışmayı idari bir uygulamaya indirgiyor ve asgari garantiler, İsrail'in geri çekilmesi veya Filistinlilerin güçlendirilmesine dair yalnızca muğlak atıflar ile Barış Konseyi’ne iki yıllık bir yetki veriyor. Yapı kağıt üzerinde etkili görünse de siyasi olarak kırılgan, çünkü dayatılan barışın alametifarikası meşruiyetten yoksun verimlilik.

Önemli bir gerçeği göz ardı etmemek gerekiyor; bu uzun süreli çatışma, son on yıllarda eşit müzakerelerle değil, bir güç dengesizliğiyle şekillendi. İsrail'in ABD desteğiyle elde ettiği hakimiyet, birçok barış girişimini özgürleştirme değil, kontrol altına alma araçlarına dönüştürdü. Taslak karar da bu kalıbı tekrarlıyor; yönetişim ve istikrar için Filistinlilerin karar alma gücüne veya haklarını elde etmelerine dayanmayan bir çerçeve çizmesi, New York Barış Girişimi'nin başa çıkmaya çalıştığı dengesizliği daha da derinleştirme riski taşıyor.

Belirsizliğin maliyeti

Kararın savunucuları, kendisinin pragmatik olduğunu ve istikrar, yeniden inşa ve silahsızlandırmaya odaklandığını savunuyor. Ancak, kesin ve ince bir süreçten uzak pragmatizm tehlikeli bir yoldur. Karar metni birçok önemli konuda, zaman çizelgeleri, önemli kilometre taşları, doğrulama mekanizmaları ve uluslararası denetimin kapsamı konusunda muğlak. Daha da tehlikeli olanı, iki devletli çözüme veya bu nihai hedefin parametrelerini tanımlayan bağlayıcı Güvenlik Konseyi kararlarına açıkça atıfta bulunmaktan kaçınıyor.

Hem Barış Konseyi'nin hem de Uluslararası İstikrar Gücü'nün geçiş araçları olmaktan ziyade kontrol araçları haline gelme riski gerçektir

 Bu muğlaklık, hukukun üstünlüğüne bağlı kalma konusunda derin bir isteksizliğin göstergesi olan daha geniş kapsamlı sonuçlar doğuruyor. Bu temelin yokluğunda hem Barış Konseyi’nin hem de Uluslararası İstikrar Gücü'nün geçiş araçları olmaktan ziyade, kontrol araçları haline gelme riski gerçektir. Bu durumda da rolleri kendi kaderini tayin hakkını sağlamak yerine belirsiz bir boşluğu yönetmekle sınırlı olacaktır.

Bölgesel diplomasi ve denge arayışı

Bu taslak karara karşılık olarak birkaç bölgesel başkent karma bir çerçeve, ABD planının pragmatik odağını New York Girişimi’nin normatif temeliyle bütünleştiren bir çerçeve oluşturmaya başladı. Washington ile çatışmayı değil, cezbetmeyi veya ortak zemin aramayı hedefliyorlar. Amaçları, BM'nin tarafsızlık ve meşruiyet garantörü rolünü yeniden teyit ederken, ABD ile yapıcı bir şekilde etkileşim kurmak.

 Ekranlarda, ABD, New York'taki BM Genel Merkezi'nde Filistin meselesi ve iki devletli çözümün uygulanması konusunda oy kullanan BM Genel Kurulu üyelerinin oy sayıları görünüyor, Eylül 2025 (Reuters)Ekranlarda, ABD, New York'taki BM Genel Merkezi'nde Filistin meselesi ve iki devletli çözümün uygulanması konusunda oy kullanan BM Genel Kurulu üyelerinin oy sayıları görünüyor, Eylül 2025 (Reuters)

Bu başkentler mayın tarlasında yürüyen birine benziyorlar. Aralarında çok azı vazgeçilmez nüfuzu ve kaynaklarıyla ABD'yi dışlamak istiyor, ancak aynı zamanda uluslararası hukuku veya Filistin iradesini dışlayan bir süreci onaylamaya da yanaşmıyorlar. Asıl zorluk, Washington’un sınırlamalarına direnirken bile, Trump’ın planını çok taraflı bir süreçle siyasi olarak sınırlandırmakta yatıyor.

ABD'nin taslak kararı bölünmeyi açıkça desteklemiyor, ancak uygulanmasına izin veriyor

Bölünme tuzağından kaçınmak

İsrail tarafından son zamanlarda ortaya atılan ve ABD tarafından dolaylı olarak desteklenen en tehlikeli fikirlerden biri, istikrar sağlama kisvesi altında Gazze'nin idari veya bölgesel olarak bölünmesi fikridir. Bu büyük bir hata olur. Zira bölme, işgali daha da derinleştirecek, Filistin kimliğini parçalayacak ve coğrafi olarak bitişik ve yaşayabilir bir Filistin devleti olasılığını ortadan kaldıracaktır. Sorunu çözmekten çok uzakta, nesiller boyunca barışı ulaşılması zor bir hayale dönüştüren bölünmeleri daha da derinleştirecektir. ABD’nin taslak kararı bölünmeyi açıkça desteklemiyor, ancak uygulanmasına izin veriyor.

Uluslararası toplum, uzun vadeli adaletin yerine geçici sükûneti koyan hızlı çözümlerin cazibesine direnmelidir. İlerlemenin tek sürdürülebilir yolu, meşru sivil otorite altında birleşik bir Filistin siyasi oluşumunun, kalıcı bir koşullu statü değil, tanınmış bir devlet ile sonuçlanacak bir süreçle yeniden tesis edilmesidir.

Yapıcı bir alternatif

İlerlemek için ABD karar tasarısı tamamen reddedilmemeli, tasarı tek taraflı bir belgeden güvenilir ve çok taraflı bir çerçeveye dönüştürebilir. Bu, revize edilmeli. Belirli değişiklikler, değişikliklerden bazıları şunlardır:

1. Batı Şeria ile açık bir bağlantısı olan iki devletli çözüme açıkça atıfta bulunmak.

2. Gazze Şeridi'nin toprak statüsünde tek taraflı değişiklikleri engelleyen koşullar oluşturmak.

3. Hem Güvenlik Konseyi'ni hem de Genel Kurul'u kapsayan hesap sorma ve takip mekanizmaları kurmak. Genel Kurul'un uygulayıcı ve icraatçı rolü son derece önemli. Bu rol, insani koruma, bölgesel diplomasi ve adil, hak temelli ve resmi bir siyasi süreç başlatma gibi paralel süreçleri teşvik etmesinin yanı sıra, somut önlemler ve belirli zaman çizelgeleri konusunda baskı yapmaya devam etmek için bölgesel aktörlerle koordinasyon sağlanmasını da mümkün kılacaktır. Genel Kurul'un New York Deklarasyonu'nu onaylaması, Güvenlik Konseyi'nin tek başına sağlayamayacağı küresel siyasi meşruiyeti sağlayacaktır. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre Genel Kurul liderliği ele alıp sorumluluk aldığında, bu durum, Güvenlik Konseyi'nin felce uğraması veya bölünmesi durumunda takip, raporlama, tanıma ve baskı için küresel bir platformun varlığını koruyacaktır.

4. Uluslararası gözetim altında, net insani koruma, yönetim reformu icraatları, Filistin'in mali bağımsızlığını garanti eden gelir düzenlemeleri, devletleşme yolunda gerçekleşebilir bir süreç ile Filistin sivil otoritesine geçiş için bir takvim belirlemek.

Rahatsız edici gerçek

Washington'un bu değişiklikleri benimseyeceği yanılgısına çok az kişinin kapılacağını itiraf etmeliyiz. Taslak karar, mevcut haliyle, yalnızca bir formalite veya güç gösterisidir; çok taraflılığa yönelik bir jesttir, gerçek bir taahhüt değil. Mısır ve İsrail arasındaki barış anlaşmasının ardından kurulan Çokuluslu Kuvvet ve Gözlemciler (MFO) örneğinde olduğu gibi, öngörülen Uluslararası İstikrar Gücü de dönüştürücü bir mekanizma olmaktan ziyade sembolik bir konuşlanmaya dönüşebilir.

Filistinliler, Gazze Şeridi'nin merkezindeki Nuseyrat'tan Netzarim Sınır Kapısı üzerinden Gazze şehrine doğru yola çıkıyor, 11 Ekim 2025 (AFP)Filistinliler, Gazze Şeridi'nin merkezindeki Nuseyrat'tan Netzarim Sınır Kapısı üzerinden Gazze şehrine doğru yola çıkıyor, 11 Ekim 2025 (AFP)

Bazıları, başarı şansının düşük olduğunun farkında olmasına rağmen, birçok kişinin talep ettiği gibi, Trump planı için BM’den yetki talep eden ABD'nin, geçmişte MFO kurulurken yaptığı gibi, istekli olan devletlerden veya daha kötüsü, özel güvenlik şirketlerinden bir Uluslararası İstikrar Gücü kurmaya devam edeceğini savunuyor. İlk seçenek pek olası görünmüyor, zira önerilen yetki Hamas'ın silahsızlandırılmasını da içerdiğinden, hiçbir ülke vatandaşlarını riske atmak istemez. Ancak ikinci seçenek, her açıdan gerçek bir felaket olacaktır.

Bu bağlamda, önemli bir ilkeyi hatırlatmakta fayda var; hiçbir çözüm, kötü bir çözümden kesinlikle daha iyi değildir. Kusurlu bir yetki, barışı tesis etmekte başarısız olmakla kalmayıp, aynı zamanda gelecekte diplomasinin güvenilirliğini de zedeleyecektir. Ancak halen umut var. Daha önce de gördüğümüz gibi, Başkan Trump fikrini değiştirebilir. Washington, acelesi olmadığını belirtti. İki haftalık bir süre belirledi. Bu, ABD'yi etkileyebilecek Arap devletlerinin, Başkan Trump'ı tutumunu yeniden değerlendirmeye ikna etmelerine olanak tanıyor.

Yeniden ufuk kazandırma

Kusurlarına rağmen New York Barış Girişimi, uluslararası, bölgesel ve yerel aktörleri meşru bir nihai hedef etrafında birleştirebilen tek ortak platform olmaya devam ediyor. Nadir görülen bir diplomatik fırsat penceresini yeniden açıyor, ancak bu pencere sonsuza dek açık kalmayacak. Barış, tek taraflı planlar veya geçici yönetim organları aracılığıyla inşa edilmeyecek. Barış doğacak ise gerçekçilik ve meşruiyeti birleştiren ufuktan ödün vermeden, sahada istikrarı sağlayan bir süreçten doğacaktır.

Amerikan taslak kararı, mevcut haliyle, kaçınılmaz olarak bu sınavı geçemeyecek, ancak yine de bir umut ışığı barındırıyor; revize edilir, yeniden formüle edilir ve dengeyi biraz sağlarsa, diplomasinin temel amacı olan gücü ilkelere, söylemi haklara dönüştürme hedefini yeniden tesis edebilir.

Önümüzdeki haftalar, uluslararası toplumun bu Amerikan girişimini dengeli bir sonuca yönlendirip yönlendiremeyeceğini veya iyileştirmeye çalıştığı yaraları ve bölünmeleri derinleştirip derinleştirmeyeceğini belirleyecek

Gerçek sınav

Önümüzdeki haftalar, uluslararası toplumun bu Amerikan girişimini dengeli bir sonuca yönlendirip yönlendiremeyeceğini veya iyileştirmeye çalıştığı yaraları ve bölünmeleri derinleştirip derinleştirmeyeceğini belirleyecek. New York Girişimi ne kadar soluk olursa olsun diplomatik bir ufuk açarken, Amerikan taslak kararı mevcut haliyle onu kapatmakla tehdit ediyor.

Ortadoğu'da tarih, yönetimi çözümle karıştıranlara karşı acımasız olmuştur. Bugünün asıl zorluğu ise diplomasinin bir kez olsun bu cazibeye direnebilmesini sağlamaktır.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarfından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Suriye: Silahlı kişiler, güvenlik güçlerinin Süveyda'nın batısındaki kontrol noktalarına saldırdı

Suveyda vilayetinde tahrip edilmiş bir heykel (AP)
Suveyda vilayetinde tahrip edilmiş bir heykel (AP)
TT

Suriye: Silahlı kişiler, güvenlik güçlerinin Süveyda'nın batısındaki kontrol noktalarına saldırdı

Suveyda vilayetinde tahrip edilmiş bir heykel (AP)
Suveyda vilayetinde tahrip edilmiş bir heykel (AP)

Suriye TV bugün bir güvenlik kaynağına dayandırdığı haberinde, silahlı kişilerin ateşkes anlaşmasını ihlal ederek Süveyda vilayetinin batısındaki el-Mecdel köyünde güvenlik güçlerinin mevzilerini hedef aldığını bildirdi.

Kanal daha fazla ayrıntı vermedi.

Süveyda Emniyet Müdürü Süleyman Abdulbaki dün yaptığı açıklamada, Süveyda'da iç güvenlik güçlerinin varlığına rağmen silahlı gruplar tarafından ‘ihlallerde’ bulunulduğunu ifade etti.

Cuma gecesi Süveyda vilayetinde silahlı gruplar ile Suriye güvenlik güçleri arasında çatışmalar yaşandı. Çatışmalar sonucu güvenlik güçleri arasında yaralananlar oldu.

Şarku’l Avsat’ın Suriye resmi haber ajansı SANA’dan aktardığına göre bir güvenlik kaynağı, ‘yasadışı grupların Süveyda kırsalındaki Laga, Tel el-Agra, Tel Hadid ve el-Mezraa kasabalarını havan topları ve ağır makineli tüfeklerle hedef aldığını’ söyledi.

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera, pazartesi günü Washington'a yaptığı ziyaret sırasında, Süveyda'daki yerel tarafların istikrarı bozmak amacıyla uyuşturucu kaçakçıları ve eski rejimin kalıntıları ile ittifak kurduklarını belirtti.

Ekim ayı sonunda, kimliği belirsiz silahlı kişiler, Şam ile Süveyda vilayeti arasındaki yolda bir yolcu otobüsüne ateş açarak iki kişinin hayatını kaybetmesine ve çok sayıda kişinin de yaralanmasına neden oldu.

Şam, ABD ve Ürdün ile yayımlanan üçlü bildirgeye dayanan tutumunu defalarca vurguladı; bu bildirge Süveyda’nın Suriye ile bütünleşmesini vurguluyor. Buna karşın Hikmet el-Hicri ise ‘kendi kaderini tayin hakkı’ olarak adlandırdığı hakkı ısrarla savunuyor.

Geçtiğimiz temmuz ayında, Dürzilerin çoğunlukta olduğu güney vilayeti Süveyda'da Dürzi militanlar ile Bedevi kabileleri arasında şiddetli çatışmalar yaşandı ve güvenlik güçleri çatışmaları durdurmak için müdahale etmek zorunda kaldı.


Prens Talal, Kral ve Kraliçe adına, Kral Hüseyin Kanser Araştırmaları Ödülü'nün kazananlarını onurlandırdı

Prens Talal, Kral ve Kraliçe adına, Kral Hüseyin Kanser Araştırmaları Ödülü'nün kazananlarını onurlandırdı
TT

Prens Talal, Kral ve Kraliçe adına, Kral Hüseyin Kanser Araştırmaları Ödülü'nün kazananlarını onurlandırdı

Prens Talal, Kral ve Kraliçe adına, Kral Hüseyin Kanser Araştırmaları Ödülü'nün kazananlarını onurlandırdı

Ürdün Kralı’nın Özel Danışmanı Prens Talal bin Muhammed, Kral 2. Abdullah ve Kraliçe Rania el-Abdullah adına, 2025 yılı Kral Hüseyin Kanser Araştırmaları Ödülü’nü kazanan araştırmacıları onurlandırdı. Törene, Kral Hüseyin Kanser Vakfı ve Merkezi Mütevelli Heyeti Başkanı Prenses Ghida Talal ve çok sayıda prens katıldı.

Tören sırasında bir konuşma yapan Prenses Ghida şu ifadeleri kullandı: “Kral Hüseyin Kanser Araştırmaları Ödülü’nü başlattığımızda, küresel araştırmalarda güçlü ve kalıcı etkisi olan bir Arap dünyası hayal etmeye cesaret ettik. Bu hayal, Arap dünyasının yaratıcı beyinleri sayesinde gerçeğe dönüştü.”

Bu ödül, kanser araştırmalarındaki seçkin katkıları onurlandırmak, önleme ve tedavi yöntemlerini geliştirmeye yönelik çabaları teşvik etmek ve bölgesel – uluslararası araştırma iş birliklerini güçlendirmek amacıyla her yıl veriliyor.

Son beş yıl boyunca ödül, kanser araştırmalarının bölgesel gündemlerde öncelikli konular arasında yer almasını sağlama konusundaki kararlılığını sürdürdü. Bu süre zarfında dünyanın dört bir yanından yaklaşık 900 araştırmacı ve bilim insanını bir araya getirdi ve gelecek vadeden bilim insanları için sekiz yenilikçi araştırma projesini finanse etti.

Törende, 26’dan fazla ülkeden yüzlerce başvuru arasından seçilen Arap bilim insanları ve araştırmacılarından oluşan seçkin bir grup, kanser araştırmalarını geliştirmeye ve bilimsel ilerlemeyi desteklemeye yönelik etkili katkıları nedeniyle onurlandırıldı.

Ayrıca törende, Teksas Üniversitesi’ne bağlı MD Anderson Kanser Merkezi’nden Prof. Dr. Hagop M. Kantarjian, lösemi tedavisi ve araştırmalarına yaptığı önemli katkılardan dolayı Bilimsel Araştırmada Özel Mükemmellik Ödülü’ne layık görüldü.

Mayo Clinic–Florida’dan Prof. Dr. Muhammed Harfan Debace, Uluslararası Yaşam Boyu Başarı Ödülü’nü kazanırken, Bölgesel Yaşam Boyu Başarı Ödülü ise Ürdün Üniversitesi’nden Prof. Dr. Muhammed Ebu Hilal’e verildi.

zx

Uluslararası Genç Araştırmacı Ödülü, Johnson Kapsamlı Kanser Merkezi’nden Dr. Mina Sedrak’a verildi.
Bölgesel Genç Araştırmacı Ödülü ise Tunus el-Manar Üniversitesi’nden Dr. Muhammed Cemaa ile Ürdün Üniversitesi’nden Dr. Vilhan eş-Şair arasında paylaşıldı.

Umut Vaat Eden Araştırmacı Hibesi, kanserle mücadele alanındaki ümit vadeden çalışmaları nedeniyle, Muhammed Bin Raşid Tıp ve Sağlık Bilimleri Üniversitesi – Dubai Sağlık Otoritesi'nden Dr. Timidayo Omolawi ve Beyrut Amerikan Üniversitesi'nden Dr. Larry Budge'a verildi.

Kanser Hastası Bakımında Mükemmellik için Mesleki Gelişim Programı Ödülü, Kral Hüseyin Kanser Merkezi’ndeki Bölgesel Pediatrik Onkoloji Eğitim ve Kapasite Geliştirme Programı’na verildi.

Törene, dünyanın önde gelen onkologları, doktorları ve araştırmacılarından oluşan jüri üyeleri, akademisyenler, medya mensupları ve ödülün destekçileri ile çok sayıda bakan katıldı.