Musul’un kamu ve özel mallarına yönelik organize yağma sürüyor

Şarku'l Avsat’ın, Musul’daki mağdurlar ve yetkililerle yaptığı röportajda, çeşitli siyasi partilere ve milis gruplara karşı suçlamalar yapıldı

Musul'daki bir arkeolojik sit alanı, işgaller nedeniyle yerleşim bölgesine dönüştürüldü (Şarku’l Avsat)
Musul'daki bir arkeolojik sit alanı, işgaller nedeniyle yerleşim bölgesine dönüştürüldü (Şarku’l Avsat)
TT

Musul’un kamu ve özel mallarına yönelik organize yağma sürüyor

Musul'daki bir arkeolojik sit alanı, işgaller nedeniyle yerleşim bölgesine dönüştürüldü (Şarku’l Avsat)
Musul'daki bir arkeolojik sit alanı, işgaller nedeniyle yerleşim bölgesine dönüştürüldü (Şarku’l Avsat)

“Musul yağmalandı. Hakları olsun ya da olmasın Musul’da ne varsa el koydular... Neden olmasın ki her şey onların elinde; iktidar, kanunlar ve hatta vatandaşların hayatı...” Bu sözler, Musul’da taksi şoförlüğü yapan 56 yaşındaki Muhammed el-Hamdani’ye ait.
Kullandığı taksiyi durdurup alnındaki teri sildikten sonra duygularını kontrol etmeye çalışarak Musul’da yaşananları Şarku’l Avsat’a anlatan Hamdani sözlerini şöyle sürdürdü:
“Musul'un milisler ve iktidardakiler tarafından yağmalanması, gayrimenkullerden, arazilere ve projelere kadar her şeyi etkileyen sistematik bir durumdur. Devlet daireleri dahi onlara teslim edildi. Hükümette makamları ve siyasi olarak temsilcileri de var.”
Elini ağzını götürerek susması gerektiğini beden diliyle ifade eden Hamdani, “Ama yine de susmalısınız. Çünkü dedikleri gibi, şehri DEAŞ'den kurtardılar ve terörden korudular” ifadelerini kullandı.
Bir anlığına sessizleşen Hamdani ardından şöyle devam etti:
“Hatta arkeolojik sit alanları veya park ve yeşil alanlar ya da okul ve sağlık merkezleri inşa etmek için tahsis edilmiş araziler gibi alım-satımı yasak alanları dahi ele geçirip ya sattılar ya da çoğu Musullu olmayan üyeleri arasında dağıttılar.”
Musul’da doğan ve tüm hayatını burada geçiren 49 yaşındaki Ebu Firas ise tanıdıklarından biri onu çok geç olmadan uyarmış olmasaydı, sahibi olduğu araziyi kaybedecekti. Ebu Firas’ın arazisi, Musulu yağmalayan kişilerce, arazinin yurt dışına göç eden bir kişiye ait olduğuna dair sahte belgelerle ele geçirilmeye çalışıldı.
Ebu Firas başından geçen olayı şöyle anlattı:
“Yaklaşık bir ay önce komşularımdan biri, sahibi olduğum arazinin satışa çıkarıp çıkarmadığım konusunda bilgi almak için beni aradı ve bir grup insanın araziyi konut parsellerine bölüp satışa hazırladığını söyledi. Oraya gittikten sonra bana kooperatif olduklarını ve resmen sahibi olduğum araziyi vatandaşlara satmak için parselleyeceklerini söylediler. Bir yakınım araya girdikten sonra arsa nosunda hata olduğunu söyleyip araziyi bıraktılar.”
Musul kentindeki emlak ve arazi dosyası, devlete ait arazilerin ele geçirilmesinden yasadışı satışına, proje ve parklara ayrılan arazilerin konut arazisine dönüştürülmesinden arkeolojik sit alanlarının tabularına varana kadar birçok sorun barındırıyor.
Musul'da bazı partilerin ekonomi ofislerinin denetiminde, silahlı grupların yetkilileriyle iş birliği içinde yapılan bu suistimaller, Adalet Bakanlığı'nın Musul'daki tapu dairesinin kapatılması emrini vermesine neden oldu. Ayrıca Başbakan, basında yer alan nüfuzlu tarafların gayrimenkul dolandırıcılığına karıştığına ilişkin haberlerin ardından bu yılın başlarında suistimalleri araştırmak için kurulan özel bir komiteyi Musul’a gönderdi.
Musul’da kamu ve özel mülklere yönelik suiistimalleri durdurmak için son resmi adım Ninova Şeffaflık Komisyonu tarafından atıldı. Komisyon, yasa dışı olarak dağıtılan 844 arsaya tedbir koydu.

Devlet mallarına el konulması
Şehir ve bölge planlama uzmanı mühendis Firas Salim es-Saig, hangi şehir olursa olsun şehir planlamasında ‘yeşil alanlar, okullar, sağlık merkezleri ve diğerleri gibi kamu tesisleri için farklı alanların tahsis edilmesi’ gerektiğini belirterek, “Bu yerler, yasaklı alanlardır ve şehrin akciğerleri olarak kabul edildiğinden kategorileri ne olursa olsun değiştirilemez” yorumunda bulundu. Musul'da bu alanların yüzde 70'inden fazlasının denetimsiz bir şekilde ele geçirilerek ve dağıtılarak konut arazisi haline getirildiğini belirten Saig, el-Endülüs, eş-Şurta, el-Camia, es-Sukar ve diğer mahallelerdeki bu tür arazilere özel konutların inşa edildiğini söyledi.
Saig sözlerini sürdürdü:
“Mesele burada da bitmiyor ve şehrin gelecek planlarında inşa edilecek okul ve sağlık merkezleri için ayrılan alan ve arazilere kadar uzanıyor. Bu durum yeni mahallelerde hükümeti büyük bir açmaza sokacaktır. Hükümet bu mahallelerde okul veya herhangi bir kamu tesisi yapamayacaktır.”
Irak Adalet Bakanlığı, bu yılın başlarında Musul’daki Tapu Sicil Müdürlüğü’nü kapattıktan sonra, incelemelerde bulunacağını ve dosyalarında sahtecilik yapılan gayrimenkullerin bir listesini çıkaracağını açıklamıştı. Yerel yetkililere göre söz konusu araziler Musul'daki nüfuz sahibi milislerle bağlantılı kişilere satıldı.
Ninova Valisi Yardımcısı Hasan el-Allaf, Ninova’daki gayrimenkullere el konulması dosyasına ilişkin açıklamasında, “Emlak kayıtlarında yapılan sahtecilik, Musul şehrinde Irak devletine ait 5 bin dönüm arazinin kaybedilmesine neden oldu” dedi. Allaf, yaptığı açıklamalarda Musul şehrindeki tapu dairesi görevlilerini ‘kayıt sahteciliği ve arazi çalmaktan’ sorumlu tuttu.
Ninova'daki Tapu Sicil Müdürlüğü'nden kimliğinin açıklanmasını istemeyen bir kaynak, Şarku’l Avsat’a, kendilerini kooperatif olarak tanıtan kişilerin yanı sıra müteahhit olarak çalışan kişilerin de olduğunu ve Musul’un çeşitli bölgelerinde boş arsa olup olmadığını araştırdıklarını söyledi. Bu kişilerin buldukları boş arazilerin tapu sicillerini kontrol ettikten sonra devlete ait olduklarını öğrenir öğrenmez, bazı nüfuzlu kişilerin yardımıyla onları ele geçirmek için çalıştıklarının söyleyen kaynak, “Arazileri parselliyorlar ve milyonlarca dolar kazanmak için vatandaşlara satıyorlar” şeklinde konuştu.
Musul şehrinde kamu ve özel mülklere ait 9 binden fazla dosyanın Tapu Sicil Müdürlüğü'nden, herkesin gözü önünde ve herkesin duyabileceği şekilde hiçbir şey yapılmadan kaybolduğunu vurgulayan kaynak, “Resmi evrakta sahtecilikten sorumlu olanlar ve devlet arazisinin satışından birincil olarak yararlananlar, Haşdi Şabi içindeki nüfuz sahibi milislerdir. Tapu Sicil Müdürlüğü’ndeki çalışanları buna zorluyorlar. Kimse isimlerini dahi söylemeye cesaret edemiyor. Çünkü her şey onların kontrollerinde. İstedikleri kişiyi DEAŞ’la bağlantılı olduğu şeklinde asılsız suçlamalarda bulunabilirler. Bu da, haklarında ölüm cezasına varabilecek kararların alınabileceği mahkeme süreçleri anlamına geliyor” ifadelerini kullandı.
Musul, 7 Ocak’ta, sahtecilikle devlet arazilerine el koyan bir çetenin üyelerinin tutuklandığının duyurulmasının ardından devlete ait ya da Hıristiyan vatandaşların ve DEAŞ üyelerinin adına kayıtlı emlak belgelerinde sahtecilik yapmakla suçlanan hükümet çalışanlarını hedef alan geniş bir tutuklama kampanyasına tanık oldu. Bu tutuklamaların ardından Tapu Sicil Müdürlüğü’ndeki bir dizi görevli, emlak belgelerinde tahrifat ve sahtecilik yapmaktan suçlu bulundu.  Musul Tapu Sicil Müdürü Ferhan Hüseyin Taha, Irak Ceza Kanunu'nun 340’üncü maddesi uyarınca beş yıl bir ay hapis cezasına çarptırıldı.
Arkeolojik sit alanları da etkilendi
Mesele devlete ait okul, sağlık ocağı, kamu hizmeti ve yeşil alan yapımına tahsis edilen arazilerle sınırlı kalmayıp, Eski Eserler Kurumu'na ait olan ya da arkeolojik sit alanı olarak geçen arazilere kadar uzandı. Nergal mahallesindeki tarihi Ninova Duvarı, geçtiğimiz Mart ayında buldozerlerle yıkıldı. Bunun üzerine sosyal medyada, kentin tarihini ve kimliğini etkileyen bu ihlallerin durdurmak için bir kampanya başlatıldı.
Ninova’daki yerel yetkililer, resmi bir açıklamayla tarihi Ninova Duvarı’nın yıkıldığı haberlerini yalanladılar. Açıklamada, haberlerde yer alan buldozer resimlerinin DEAŞ’ın işgali dönemine ve onun eski eserleri yok ettiği sahnelere ait olduğu vurgulandı. Açıklamada, Nergal mahallesinde yaşananların vatandaşların devletin 2003 yılından önce tazminatsız olarak el koyduğu ve ana caddeye dönüştürdüğü arazilerini geri almak için açtıkları davayı kazanmalarının ardından bölgedeki yolların yapımıyla ilgili olduğu belirtildi.
Adının açıklanmasını istemeyen Ninova İl Meclisi’ne yakın bir kaynak, eski rejim döneminde el konulup ana caddeye dönüştürülen, fiyatının 100 milyar Irak dinarı (yaklaşık 70 milyon dolar) civarında olduğu tahmin edilen ve Musullu bir aileye ait olduğu iddia edilen bir arazinin, Haşdi Şabi içinde nüfuz sahibi olan ‘Ebu Reyyan’ adındaki bir kişi ile araziyi konut projesine dönüştürmek isteyen yatırımcılardan biri arasında yapılan anlaşmaya aileye iade edildiğini söyledi.  Kaynak bu durumun yerel yönetimi, Ninova Duvarı'na yakın bir bölgede alternatif bir yol açmaya ittiğini belirtti.
Gayrimenkul sorunları ve tazminat alanında uzman olan avukat Şakir Semir, Şarku'l Avsat'a yaptığı değerlendirmede, “Devlet vatandaşın sahip olduğu arazileri üç durumda tazmin ederek kullanabilir.  Birinci durumda devlet sahip olduğunuz arazinin tamamını istiyorsa arazi için uygun tazminatı siz belirlersiniz. İkinci durumda, devlet arazinin bir kısmını istiyorsa burada iki durum arasında bir ayrım yapılır. Birincisi, eğer araziye ana cadde yapılacak veya ticari bir alana dönüştürülecekse vatandaşın arazisinin geriye kalanında durum iyileştirilmelidir. Burada devlet genellikle bu arazi için tazminat ödemez. Çünkü vatandaşın arazinin geriye kalanının değeri ikiye katlanmış olur. Ancak arazinin geri kalanının statüsünde bir değişiklik olmuyorsa devlet burada, aldığı alanla orantılı olarak kısmi bir tazminat öder” ifadelerini kullandı.
Değerlendirmesine Musullu aileye iade edilen arazinin durumuna ilişkin yorumuyla devam eden Semir, “Devletin 2003  yılından önce el koyduğu arazi, tarım arazisi olarak sınıflandırıldı ve ana cadde açmak için kullanıldı. Bu da yapılan yolun arazilerin geri kalanının durumunu iyileştirdiği ve maddi değerlerini artırdığı anlamına gelir” dedi.
Musul'daki arkeolojik alanların ele geçirilmesi meselesi Nergal mahallesi ile sınırlı kalmayıp, Ninova arkeolojik kentinin kalbinde yer alan Rahmaniye bölgesi gibi başka alanlara da yayıldı. Sivil aktivist Ahmed el-Halidi’ye göre burası bir yerleşim bölgesine dönüştü ve içine evler inşa edildi. Şarku’l Avsat’a konuşan Halidi, “Rahmaniye bölgesi bölünerek yerleşim bölgesi haline getirildi. Daha önce bu alanlara herhangi bir yapının inşa edilmesi yasak olduğu halde sokaklar açıldı ve kerpiçten evler inşa edildi. Devlet onlara hiçbir şekilde yapı ruhsatı vermemiştir. Şii Vakfı’nın eline geçmesiyle ticaret kompleksine dönüşen Yunus Peygamber Camii'nin karşısındaki tepede de aynı durum söz konusu. Arkeolojik sit alanı kabul edilen bu bölgede herhangi bir yapının inşa edilmesi kesinlikle yasaktır” şeklinde konuştu.

Sahtecilikte uzmanlaşan gruplar
Halen birçok vatandaş, özel mülklerine yönelik ihlallerden kurtulabilmiş değil. Devlete ait arazi ve mülk sahteciliği ve dolandırıcılık konusunda uzmanlaşmış gruplar, özellikle Musul'dan ayrılan Hristiyan vatandaşlara ve DEAŞ üyelerine ait mülkleri ele geçirip arazi sahiplerinin yokluğunu, arazilerin tapu belgelerinde değişiklik yaparak mülkleri satmak için suiistimal etmekle suçlanıyorlar.
Ebu Firas bu durumla ilgili olarak söz konusu grupların, özellikle kentten ayrılan Hıristiyanların veya DEAŞ’a üye olmakla suçlananların arazilerini ele geçirme sürecini kolaylaştıran güçlü ve nüfuzlu kişilerden oluştuğunu söyledi. Ebu Firas, arazisine el konulmasını önlemek için müdahale eden yakınının, kendisine, ismi Hıristiyan birine ait gibi göründüğü için mülküne el koyulma girişiminde bulunulduğunu söylediğini aktardı.
Avukat Şakir Semir, bu yılın başlarında tapuda sahtecilik konusunda uzmanlaşmış bir grubun tutuklanmasının ardından özellikle onlarca Hıristiyan vatandaşın şikâyette bulunduğunu ve dava açtığını doğruladı.
Semir, davalıların tapu kayıtlarını Tapu Sicil Müdürlüğü’nden tamamen silmeleri nedeniyle kendilerine ait mülklerin sahibi olduklarını kanıtlamalarının zor olduğunu, bu yüzden çoğu davanın halen devam ettiğini belirtti.
Semir, dosyadaki karmaşıklığın boyutunun, Musul'u kontrol eden güvenlik güçlerinin bağlı olduğu siyasi güçlerin devlet içerisindeki kontrolü gelecekte zayıflasa veya tamamen sona erse bile gayrimenkul sahiplerinin haklarını kanıtlamada karşılaşabilecekleri zorlukları gösterdiğini söyledi.



Gazze Şeridi'nin yeniden inşası için ABD tarafından sunulan Güneşin Doğuşu Projesi, kapsamlı Arap planını geciktirecek mi?

Gazze Şeridi'nin güneyindeki yıkılmış binaların enkazı arasında yürüyen Filistinli bir adam (AFP)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki yıkılmış binaların enkazı arasında yürüyen Filistinli bir adam (AFP)
TT

Gazze Şeridi'nin yeniden inşası için ABD tarafından sunulan Güneşin Doğuşu Projesi, kapsamlı Arap planını geciktirecek mi?

Gazze Şeridi'nin güneyindeki yıkılmış binaların enkazı arasında yürüyen Filistinli bir adam (AFP)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki yıkılmış binaların enkazı arasında yürüyen Filistinli bir adam (AFP)

ABD kaynaklı sızıntılar, Gazze Şeridi’nin bir bölümünün yeniden inşasına yönelik Güneşin Doğuşu Projesi adlı bir planın hazırlandığına işaret etti. Planın, ABD Başkanı Donald Trump’ın damadı Jared Kushner’ın liderliğindeki bir ekip ile ABD’nin Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff tarafından hazırlandığı belirtiliyor. Bu gelişme, Gazze’de ateşkes anlaşmasının şu aşamada tıkanan ikinci safhasının en önemli unsurlarından biri olan ‘kapsamlı Arap planının’ hayata geçirilmesinde yaşanan aksaklıklar sürerken gündeme geldi.

Söz konusu ABD planı, Mısır’ın Washington ile ortaklaşa Gazze Şeridi’nin tamamının yeniden inşasının finansmanı için bir konferans düzenlemeyi değerlendirdiği bir dönemde ortaya çıktı. Kasım ayı sonunda ertelenen bu girişime ilişkin olarak Şarku’l Avsat’a konuşan uzmanlar, bunun ‘Mısır ve Arap dünyasının reddine rağmen Filistinlilerin yeniden yerinden edilmesine yönelik planların geri dönüşü’ anlamına geldiğini savunuyor. Uzmanlara göre bu durum üç olası senaryoyu gündeme getiriyor: ABD’nin kısmi planının Filistin’in Refah bölgesinde uygulanması ve Arap planının ertelenmesi; iki planın yerinden etme olmaksızın birleştirilmesi; ya da ateşkes anlaşmasının tamamlanamaması nedeniyle her iki planın da askıya alınması.

ABD’de yayımlanan Wall Street Journal gazetesi cuma günü yayımladığı haberinde, Kushner ve Witkoff tarafından hazırlanan ve Güneşin Doğuşu Projesi olarak adlandırılan planın, yabancı hükümetler ve yatırımcıların iş birliğiyle Gazze’nin enkazını gelecekte bir sahil destinasyonuna dönüştürmeyi hedeflediğini yazdı. Planda, Gazze halkının ‘çadırlardan lüks dairelere’ ve ‘yoksulluktan refaha’ taşınmasından söz edilirken, yeniden inşa süresince yerinden edilmiş yaklaşık iki milyon Filistinlinin nerede yaşayacağına dair net bir bilgi yer almadı.

Taslak metne göre projenin toplam maliyetinin on yıl içinde 112,1 milyar dolara ulaşması öngörülüyor. ABD’nin bu süre zarfında ‘önerilen tüm çalışma alanları’ için hibe ve borç garantileri sağlamayı taahhüt edeceği ifade ediliyor. Ancak gazeteye göre, yeniden inşa sürecinin Hamas’ın silahsızlandırılması ve tüm tünellerin imha edilmesi şartına bağlanması, projenin önündeki en büyük zorluklardan biri olarak öne çıkıyor.

Yeniden imarın dört aşamada gerçekleştirilmesi planlanıyor. Çalışmaların güneyde Refah ve Han Yunus’tan başlaması, ardından orta kesimdeki mülteci kamplarına ve son olarak Gazze kentine doğru ilerlemesi öngörülüyor. ‘Yeni Refah’ başlığını taşıyan bölümlerden birinde, bu bölgenin Gazze’de ‘yönetim merkezi’ haline getirilmesi ve 500 binden fazla kişiye ev sahipliği yapması tasarlanıyor. Söz konusu şehirde 100 binden fazla konut, 200’ü aşkın okul, 75’ten fazla sağlık tesisi ile 180 cami ve kültür merkezinin yer alması planlanıyor.

Bu sızıntılar, Yediot Aharonot gazetesinin internet sitesinin yaklaşık sekiz gün önce bir İsrailli yetkiliye dayandırdığı açıklamaların ardından geldi. Haberde, Tel Aviv’in ABD’nin talebi üzerine Gazze Şeridi’ndeki enkazın kaldırılmasının maliyetini üstlenmeyi ve bu büyük mühendislik operasyonunun sorumluluğunu almayı prensipte kabul ettiği, yeniden imar amacıyla da Gazze’nin güneyindeki Refah’ta bir bölgenin tahliyesine başlanacağı aktarılmıştı.

fr
Han Yunus'taki bir yardım kuruluşunun aşevinin önünde yemek almak için kabıyla birlikte bekleyen yerinden edilmiş bir Filistinli çocuk (AFP)

21 Ekim’de İsrail’de düzenlenen bir basın toplantısında konuşan Jared Kushner, İsrail ordusunun kontrolü altındaki bölgelerde Gazze’nin yeniden inşasının ‘titizlikle planlandığını’ söyledi. Kushner, “İsrail ordusunun kontrolündeki alanlarda, güvenliğin sağlanması hâlinde inşaata başlanması için şu anda değerlendirmeler yapılıyor. Bu bölgeler, Filistinlilere gidecekleri, çalışacakları ve yaşayacakları bir yer sunmak amacıyla ‘Yeni Gazze’ olarak tasarlanıyor” dedi. Kushner, Hamas’ın kontrolü altındaki bölgelere ise yeniden imar için herhangi bir fon ayrılmayacağını vurguladı.

Mısır Dış İlişkiler Konseyi üyesi ve eski Dışişleri Bakan Yardımcısı Reha Ahmed Hasan, Trump’ın barış planının en başından itibaren ABD ve İsrail’e daha geniş bir hareket alanı tanıdığını belirterek, Washington’ın gündeme getirdiği yeniden imar planının ‘Filistinlilerin bir kez daha yerinden edilmesi hedefini gerçekleştirmeye yönelik bir girişim’ olduğunu savundu.

Filistinli siyasi analist Abdulmehdi Mutava, Güneşin Doğuşu Projesi’nin, ABD’nin Gazze nüfusunun kısmen yerinden edilmesi fikrinden vazgeçmediğini gösterdiğini ifade ederek, planın İsrail’in güvenliğini önceleyen ve gayrimenkul yatırımlarına dayanan bir yaklaşım içerdiğini dile getirdi.

Wall Street Journal’a göre, Güneşin Doğuşu Projesi’ni inceleyen bazı ABD’li yetkililer, planın uygulanabilirliği konusunda ciddi şüpheler taşıyor. Yetkililer, Hamas’ın silahsızlanmayı kabul etmesinin zor olduğunu, bunun gerçekleşmesi hâlinde bile ABD’nin, savaş sonrası bir bölgenin yüksek teknolojiye sahip kentsel bir alana dönüştürülmesinin maliyetini üstlenecek zengin ülkeleri ikna edip edemeyeceğinin belirsiz olduğunu kaydediyor.

Bu şüphelere paralel olarak ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, cuma günü yaptığı açıklamada, “İki ya da üç yıl içinde yeni bir savaş çıkacağına inanılıyorsa, kimseyi Gazze’ye yatırım yapmaya ikna edemezsiniz” dedi. Rubio, uzun vadeli yeniden imar ve insani destek için bağışçıların bulunacağına dair güçlü bir güven taşıdıklarını da sözlerine ekledi.

Reha Ahmed Hasan ise Rubio’nun, Hamas’ın silahsızlandırılması konusunda İsrail’in söylemini tekrar ettiğini belirterek, ‘istikrar güçlerinin konuşlandırılması ve Hamas’ın silahsızlandırılması gibi yükümlülüklerin yerine getirilmemesi nedeniyle ateşkes anlaşmasının ikinci aşamasına geçmenin zor olduğunu’ ifade etti.

ABD kaynaklı bu sızıntılar, Mısır Dışişleri Bakanı Bedr Abdulati’nin, yaklaşık 17 gün önce Berlin’de Alman mevkidaşı Johann Wadephul ile düzenlediği basın toplantısında yaptığı açıklamaların ardından geldi. Abdulati, “Yeniden imar konferansı için ABD ile ortak bir başkanlık oluşturulması konusunda istişarelerde bulunuyoruz ve ortaklarla iş birliği içinde bu konferansın en kısa sürede yapılması için uygun bir tarih üzerinde uzlaşmayı umuyoruz” demişti.

dfgt
Han Yunus'taki bir yardım kuruluşunun aşevinden sıcak yemek almak için toplanan yerlerinden edilmiş Filistinliler (AFP)

Bunun ardından Katar Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Şeyh Muhammed bin Abdurrahman Al Sani, kısa süre önce Doha Forumu’nda düzenlenen bir oturumda, “Filistin halkını desteklemeyi sürdüreceğiz, ancak başkalarının yıktığını yeniden inşa etmeyi finanse etmeyeceğiz” dedi. Şarku’l Avsat’a konuşan uzmanlar, söz konusu Katar açıklamalarını, ‘Washington’a İsrail’i çekilmeye zorlaması ve yeniden imar sürecini başlatması yönünde bir baskı’ olarak değerlendirdi.

Kahire’nin kasım ayı sonunda düzenlemesi planlanan Gazze Şeridi’nin yeniden imarına ilişkin konferans ise gerekçe açıklanmaksızın ertelenmişti. Mısır Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Temim Hallaf, geçtiğimiz ayın sonunda Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, konferansın ertelenme nedenine ilişkin bir soruya yanıt olarak, Kahire’nin ‘Gazze Şeridi’nde erken toparlanma ve yeniden imar konferansının başarılı olması için bölgesel ve uluslararası ortaklarla uygun ortamı hazırlamak üzere çalıştığını’ ifade etmişti.

Reha Ahmed Hasan, ABD tarafından gündeme getirilen planların ‘kapsamlı Arap yeniden imar planı’ çerçevesindeki süreci geciktirebileceği görüşünü dile getirerek, yeniden imar konferansının aksamasını birinci aşamanın tamamlanmaması ve İsrail’in çekilmemesiyle ilişkilendirdi. Yeni yeniden imar planına ilişkin olası senaryoları değerlendiren Hasan, Filistinlilerin yerinden edilmemesi şartıyla Arap ve ABD planlarının birleştirilebileceğini söyledi.

Abdulmehdi Mutava ise yeniden imarın geleceğine dair üç ihtimal üzerinde durdu. Mutava’ya göre, ABD planının tek başına hayata geçirilmesi ve kapsamlı Arap planının ertelenmesi, ya da birinci aşamanın tamamlanmaması nedeniyle sürecin tıkanıklığının sürmesi ve her iki planın da uygulamaya geçememesi olasılıklar arasında yer alıyor.


İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’da düzenlediği saldırılarda 5 Filistinli hayatını kaybetti

Filistin sivil savunma ekipleri, Gazze Şeridi’ne yönelik İsrail saldırılarında hayatını kaybedenlerin cenazelerini aramak için Han Yunus’taki bir evin enkazını kaldırıyor (EPA)
Filistin sivil savunma ekipleri, Gazze Şeridi’ne yönelik İsrail saldırılarında hayatını kaybedenlerin cenazelerini aramak için Han Yunus’taki bir evin enkazını kaldırıyor (EPA)
TT

İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’da düzenlediği saldırılarda 5 Filistinli hayatını kaybetti

Filistin sivil savunma ekipleri, Gazze Şeridi’ne yönelik İsrail saldırılarında hayatını kaybedenlerin cenazelerini aramak için Han Yunus’taki bir evin enkazını kaldırıyor (EPA)
Filistin sivil savunma ekipleri, Gazze Şeridi’ne yönelik İsrail saldırılarında hayatını kaybedenlerin cenazelerini aramak için Han Yunus’taki bir evin enkazını kaldırıyor (EPA)

Gazze Şeridi’nin doğusundaki Şucaiyye Mahallesi’nde İsrail ordusunun bugün (pazar) sabah saatlerinde düzenlediği hava saldırısında üç Filistinli yaşamını yitirdi. Batı Şeria’da ise iki Filistinli, İsrail askerlerinin açtığı ateş sonucu öldürüldü.

Filistin resmi ajansı WAFA’nın sağlık kaynaklarına dayandırdığı habere göre Şucaiyye’de İsrail insansız hava aracının sivillerin bulunduğu bir topluluğu hedef alması sonucu bir kişi hayatını kaybetti.

Aynı kaynaklar, İsrail savaş uçaklarının Mansura Caddesi üzerindeki Şeva akaryakıt istasyonu yakınında iki sivili öldürdüğünü bildirdi.

Bu ölümlerle birlikte, 11 Ekim’de yürürlüğe giren ateşkes anlaşmasından bu yana can kaybı 404’e, yaralı sayısı ise 1108’e yükseldi.

Öte yandan İsrail ordusu, Batı Şeria’nın kuzeyinde yürütülen operasyonlarda iki Filistinliyi öldürdüğünü duyurdu.

Kuzeydeki Kabatiya bölgesinde bir Filistinli gencin askerlere taş attığını belirten ordu, askerlerin ateş açtığını ve gencin öldüğünü açıkladı. Ramallah’taki Filistin Sağlık Bakanlığı, hayatını kaybeden kişinin 16 yaşında olduğunu belirtti.

Diğer yandan Silat el-Harithiya bölgesinde bir Filistinlinin askerlere el yapımı patlayıcı attığı gerekçesiyle öldürüldüğü bildirildi. Filistin Sağlık Bakanlığı, 22 yaşındaki gencin göğsünden vurularak öldüğünü açıkladı.

Gazze Savaşı’nın Ekim 2023’te başlamasının ardından Batı Şeria’daki gerilim belirgin şekilde yükseldi. İsrail ordusu bu süreçte, bölgede faaliyet gösteren silahlı gruplara karşı operasyonlarını yoğunlaştırdı.

Filistin Sağlık Bakanlığı verilerine göre, son iki yılda Batı Şeria’da 1030 Filistinli öldürüldü; bunların 235’i yalnızca bu yıl içinde gerçekleşti.


Iraklı gruplar, silahların devletin elinde sınırlandırılması çağrısına katıldı

Bağdat'taki Halk Seferberlik Güçleri (Haşdi Şabi) unsurları tarafından düzenlenen bir tören (DPA)
Bağdat'taki Halk Seferberlik Güçleri (Haşdi Şabi) unsurları tarafından düzenlenen bir tören (DPA)
TT

Iraklı gruplar, silahların devletin elinde sınırlandırılması çağrısına katıldı

Bağdat'taki Halk Seferberlik Güçleri (Haşdi Şabi) unsurları tarafından düzenlenen bir tören (DPA)
Bağdat'taki Halk Seferberlik Güçleri (Haşdi Şabi) unsurları tarafından düzenlenen bir tören (DPA)

Iraklı milis gruplarının liderleri son günlerde silahların devletin elinde sınırlandırılması çağrısı yapmaya başladı. Bu gelişme, yerel düzeyde sürpriz, soru işaretleri ve eleştirileri beraberinde getirdi. Zira söz konusu isimler, kısa süre öncesine kadar direniş eksenine mensup oldukları gerekçesiyle silahlarını açıkça sergiliyor, devlete meydan okuyor; ABD karşıtlığını vurgulayarak Amerikan güçlerinin Irak’tan çekilmesini talep ediyordu.

Yerel analizlerde bu olgu, Irak’taki Amerikan baskıları, olası bölgesel dönüşümler ve bu grupların yeni parlamentoda sandalye kazanmalarının ardından siyasi alana yönelme arayışlarıyla ilişkilendiriliyor.

Diğer yandan Ulusal Hikmet Hareketi lideri Ammar el-Hekim’in çağrısına ek olarak, son iki gün içinde ABD’nin yaptırım ve terör listesinde yer alan, fraksiyonlarla bağlantılı üç tanınmış isimden de silahların devletin elinde sınırlandırılması yönünde çağrılar geldi.

Üç grup

Bu isimlerin başında, yaklaşık 27 sandalyeyle parlamentoda güçlü bir varlık elde eden Asaib Ehli’l Hak Hareketi Genel Sekreteri Kays el-Hazali geliyor. Hazali cuma günü yaptığı açıklamada, “Silahların devletin elinde sınırlandırılmasına inanıyoruz ve bunu gerçekçi adımlarla hayata geçirmek için çalışacağız” dedi. Aynı yönde açıklamalar, Ensarullah el-Evfiya Hareketi Genel Sekreteri Haydar el-Garavi ile İmam Ali Tugayları lideri Şibl ez-Zeydi’den de geldi.

Üç grubun liderlerini ortak paydada buluşturan unsurlar, Şii Koordinasyon Çerçevesi güçleri çatısı altında yer almaları ve ABD’nin terör listesinde bulunmaları olarak öne çıkıyor. Bu durum, söz konusu isimlerin, silahlı gruplara mensup unsurların yeni kurulacak hükümette yer almasına karşı çıkan Washington’a yönelik siyasi manevra arayışında oldukları yorumlarını güçlendiriyor.

Irak’ta en yüksek yargı organının başkanı dün yaptığı açıklamada, silahların devletin elinde sınırlandırılması konusunda silahlı grupların liderlerinin iş birliğine onay verdiğini duyurdu.

Yüksek Yargı Konseyi Başkanı Faik Zeydan, yayımladığı açıklamada, ‘hukukun üstünlüğünün sağlanması, silahların devletin elinde sınırlandırılması ve askeri çalışmaya duyulan ulusal ihtiyacın ortadan kalkmasının ardından siyasi faaliyete geçilmesi’ yönündeki tavsiyesine olumlu yanıt verdikleri için ‘kardeş fraksiyon liderlerine’ teşekkür etti.

Washington'ın ciddiyeti

İslamcı gruplar üzerine çalışan araştırmacı Nizar Haydar, fraksiyon liderlerinin silahların devletin elinde sınırlandırılmasına yönelik çağrılarının, ‘Şii güçler ve tüm fraksiyonların, fraksiyonları içeren yeni bir hükümetle anlaşmayı reddeden Amerikan tutumunun ciddiyetini hissetmeye başlamasından’ kaynaklandığına inanıyor.

Haydar, Şarku’l Avsat’a yaptığı değerlendirmede, “Fraksiyonlar, ABD’nin Irak Özel Temsilcisi Mark Savaya’nın Bağdat’a gelmesinden önce Washington’a iyi niyetlerini kanıtlamak için şu sıralar zamanla yarışıyor” ifadesini kullandı.

Haydar, silahlı fraksiyonları iki gruba ayırıyor. İlk grup, siyasi ve seçim sürecine çeşitli aşamalarda dahil olan, son olarak da son parlamento seçimlerine katılan ve geçmiş hükümetlerde bir ya da daha fazla bakanla temsil edilen fraksiyonlardan oluşuyor. Bu gruplar, devlet otoritesi dışında silahlı bir güç olmaktan çıkarak, güvenlik başta olmak üzere devlet kurumlarının bir parçası haline gelmeyi hedefliyor.

Haydar’a göre bu ilk grup, ‘uluslararası ve bölgesel toplum nezdinde, özellikle de ABD’de kabul görmek amacıyla bugün silahların devlet elinde sınırlandırılmasını savunan kesim’ olarak öne çıkıyor.

İkinci grup ise son parlamento seçimlerine katılmış olmalarına rağmen kendilerini hâlâ siyasi sürecin içinde görmeyen, ‘direniş’ söylemini kullanmaya devam eden ve devlete tam entegrasyonunu ilan etmeden önce mümkün olan en büyük siyasi, mali ve güvenlik kazanımlarını elde etmeye çalışan fraksiyonlardan oluşuyor.

Aşamalı taktik

Siyasi Düşünce Merkezi Başkanı İhsan eş-Şemmeri de ABD’nin fraksiyonlar üzerindeki baskısının önem ve etkisi konusunda aynı görüşü paylaşıyor ve bu baskının, söz konusu grupları devlet çerçevesi dışında silah taşımaktan vazgeçtiklerini açıklamaya zorladığını belirtiyor.

Şemmeri, Şarku’l Avsat’a yaptığı değerlendirmede, “Silahsızlanma çağrıları; ABD’nin silahların dağıtılması ve devlet ile silahlı kuvvetler başkomutanının denetimi altında toplanması yönündeki şartlarıyla ve Savaya’nın Irak’a gelişinin yaklaşmasıyla eşzamanlı olması bakımından ele alınmalı” dedi.

Bu çağrıların aynı zamanda yeni hükümetin kurulmasına yönelik müzakerelerin zamanlamasıyla da bağlantılı olduğunu ifade eden Şemmeri, “Bu gruplar, ABD’nin bu yöndeki itirazlarının boyutunu bilerek yeni hükümete dahil olmayı hedefliyor” değerlendirmesinde bulundu.

defrt
Ketaib Hizbullah üyeleri, Eylül 2024'te Bağdat'ta düzenlenen bir geçit töreninde (Reuters)

Şemmeri, söz konusu çıkışların, ‘ABD’nin bu tür çağrılara vereceği tepkiyi ölçmeyi amaçlayan geçici ve taktiksel bir bağlamda’ gündeme gelmiş olabileceğini, aynı zamanda bu fraksiyonların Washington ile doğrudan müzakerelere girmesi için bir kapı aralayabileceğini de dile getirdi.

Iraklı fraksiyonların çağrılarının, Hizbullah’ın söyleminden bağımsız ele alınamayacağını vurgulayan Şemmeri, bu tutumun Hizbullah’ın silahsızlanmaya ilişkin şartlarıyla örtüştüğünü belirterek, “Amaç, silahsızlanma sürecinin ABD ve dış baskıların sonucu değil, yerel ve iç düzenlemelerin bir parçası gibi görünmesini sağlamak” dedi.