Libya: İkinci Berlin Konferansı’nda, paralı askerlerin geri çekilmesi konusunda uzlaşıldı

BM, Libya’daki seçim sürecini desteklemeye hazır olduğunu açıkladı. BM Genel Sekreteri Guterres, sürece dair ‘tehlikelere’ karşı uyardı

Almanya'nın başkentinde düzenlenen İkinci Berlin Konferansı’ndan bir kare (AP)
Almanya'nın başkentinde düzenlenen İkinci Berlin Konferansı’ndan bir kare (AP)
TT

Libya: İkinci Berlin Konferansı’nda, paralı askerlerin geri çekilmesi konusunda uzlaşıldı

Almanya'nın başkentinde düzenlenen İkinci Berlin Konferansı’ndan bir kare (AP)
Almanya'nın başkentinde düzenlenen İkinci Berlin Konferansı’ndan bir kare (AP)

Almanya’nın başkenti Berlin’de uluslararası toplumun büyük seferberliği ve ABD’nin baskısı ile Libya konulu İkinci Berlin Konferansı düzenlendi. Konferansta, Libya’ya götürülen paralı askerlerin önümüzdeki birkaç gün içinde ülkeden çekilmesine başlanması konusunda anlaşmaya varıldığı duyuruldu. Aynı durum, Türkiye'nin ve Rusya'nın paralı askerleri için de geçerli olacak.
Konferansın ev sahibi Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas, Türkiye ve Rusya ile paralı askerlerin kademeli olarak çekilmeye başlanması konusunda anlaşmaya varıldığını duyurdu. Maas, Libyalı mevkidaşı ve Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreter Yardımcısı ile düzenlediği ortak basın toplantısında, “Paralı askerlerin geri çekilmesi süreci bir anda tamamlanmayacak. Kademeli olarak gerçekleşecek. Çekilmenin iki taraf arasında paralel ve dengeli bir şekilde gerçekleşmesi önemli” ifadelerini kullandı.
Maas, Türkiye’nin konferansta Libya'da eğitim amaçlı faaliyet gösteren düzenli askeri personeli ile paralı askerler arasında fark olduğunu vurguladığını belirterek, bunun ‘önce paralı askerlerin, ardından diğer güçlerin geri çekilmesinin kararlaştırıldığı anlamına geldiğine’ dikkati çekti.
Libya Dışişleri Bakanı Necla el-Menguş ise Libya Ulusal Birlik Hükümeti’nin (UBH) Berlin’e gelişinin iki amacı olduğunu söyledi. Menguş, bunlardan birincisinin, Birinci Berlin Konferansı’nda alınan tüm kararların uygulanması, ikincisinin ise Başbakan Abdulhamid ed-Dibeybe’nin konferansın açılışında sunduğu, Libya’da bu yılın sonunda seçimlerin yapılması, ülkedeki güvenlik kurumlarının birleştirilmesi ve paralı askerlerin geri çekilmesi çağrısına yönelik girişiminin uygulanması olduğunu söyledi. Menguş, Libya halkının İkinci Berlin Konferansı’ndan büyük beklentileri olduğunu ve konferansın çıktılarının sahaya yansımasını beklediğini sözlerine ekledi. Öte yandan BM Genel Sekreteri Antonio Guterres yaklaşan seçimlerinin ‘tehlikede’ olduğu uyarısında bulundu. BM Genel Sekreteri Guterres’i temsilen konferansa katılan BM Genel Sekreter Yardımcısı Rosemary DiCarlo da Libya krizinin tüm bölge için tehdit oluşturduğunu söyledi. DiCarlo, BM’nin siyasi süreci ve seçimlerin düzenlenmesini desteklemeye hazır olduğunu ifade ederek, ateşkesin izlenmesi için Libya’ya uluslararası gözlemciler gönderileceğini duyurdu.
Konferansın sonunda 58 maddelik bir bildiri yayınlandı. Birinci Berlin Konferansı kararları bir kez daha teyit edilirken UBH’nin desteklendiği ve tıpkı Türkiye’nin bu noktada bir ayrım yapılmasını istediği gibi paralı askerlerin ve yabancı savaşçıların ülkeden geri çekilmesi gerektiği vurgulandı. Ayrıca, tüm taraflar seçimlerin zamanında yapılması için gerekli kararların alınması amacıyla süreci kolaylaştırmaya ve bu doğrultuda çalışmaya çağırıldı.
Başbakan Dibeybe, konferansın açılış oturumunda yaptığı konuşmada, birinci başlığı ‘Libya'nın istikrarı’ olan bir girişimden bahsetti. Girişiminin ilk hedefinin ‘güvenlik kurumlarını birleştirmek’ olduğunu belirten Dibeybe, ayrıca bu yılın sonunda yapılması planlanan cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerin zamanında yapılmasının hedeflendiğini söyledi.
Seçimlerin belirlenen tarihte yapılmasını garantilemek için kapsamlı bir güvenlik planı hazırlıklarını açıklayan Dibeybe, bu planı uygulamak için seçim yasasının çıkmasını beklediğini söyledi. Konferans katılımcılarını paralı askerlerin ve yabancı güçlerin Libya'dan çekilmesine yardım etmeye çağıran Dibeybe, ancak çağrısı sırasında Türkiye'nin ve Türkiye’ye bağlı güçlerin adını anmaktan kaçındı.
Dibeybe’nin girişiminde, ‘seçimlerin üzerine inşa edildiği anayasal temeli’ oluşturan hukuki süreçle ilgili bir başlık da yer aldı. “Ne yazık ki yasama organlarının bu konuda ilerleme kaydetmek için gerekli ciddiyeti gösterdikleri henüz görmedik” diyen Dibeybe, ilgili herkesi ‘seçim yasasının çıkarılması için görevlerini yerine getirmeye’ çağırdı.
Girişimin üçüncü başlığında ise Dibeybe, ulusal uzlaşıdan bahsetti. Yerinden edilenlerin memleketlerine dönüşünün hızlandırılması ve herkesin seçimlere etkin bir şekilde katılmasının sağlanması çağrısında bulunan Dibeybe, ayrıca hizmetlerden ve ekonomik istikrardan, ithalatın adil dağılımından, üretimin artırılmasından ve ülkenin tüm bölgelerine hizmet sunulmasından bahsetti.

Dibeybe ve Çavuşoğlu biraraya geldi
UBH Başbakanı Abdulhamid ed-Dibeybe, İkinci Berlin Konferansı’nın oturum aralarında, Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile bir araya geldi. Görüşmeye Libya Dışişleri Bakanı Necla el-Menguş da katıldı. Dibeybe’nin ofisinden yapılan açıklamada, toplantı sırasında iki ülke arasındaki siyasi ilişkilerin ele alındığı ve konferans sırasında sergilenen tutumların koordine edildiği belirtildi.
Dibeybe Twitter hesabından yaptığı açıklamada, Berlin’e ‘Libyalıların birleşik ve istikrarlı bir devlet için umutları ve özlemleri’ ile gittiğini, çatışmaların yeniden başlamasını ve devletin imkanlarıyla oynanmasını ise reddettiğini söyledi. Ülkeyi istikrara kavuşturmak ve refahı sağlamak için her türlü çabayı göstereceğine söz veren Dibeybe, “Birinci Berlin Konferansı'nda verilen sözleri teyit etmenin yanı sıra Libya’nın istikrarı, toprak bütünlüğü, halkının birliği ve ulusal egemenliğinin korunması için en iyi çözümler konusunda Libya'nın dostlarıyla anlaşmaya varmak için buradayız” dedi.
Dibeybe, birçok zorluğun olduğunu vurgulasa da, bunun ‘demokrasiyi elde etmek ve Libya halkının kendisini temsil edecek kişiyi özgür ve adil seçimler yoluyla seçme konusunda güvenini yeniden tesis etmek için büyük bir fırsat’ olduğunun altını çizdi.
Dibeybe, Berlin'de düzenlenen ‘Libyalı-Alman İşadamları Forumu’nun açılışında yaptığı konuşmada, hükümetinin Libya ve Almanya arasındaki ticari ve ekonomik ilişkilerinin gidişatını daha da iyi hale getirme konusunda çabaladığını belirterek, Almanya'nın Libya'da istikrarın sağlanması için verdiği desteğe övgüde bulundu. Dibeybe, Libya’nın istikrarının, bir bütün olarak bölgenin istikrarı üzerinde siyasi, ekonomik ve güvenlik açısından önemli bir etkisi olacağını vurguladı.
Öte yandan resmi ziyaret için İtalya’da bulunan Libya Başkanlık Konseyi Başkanı Muhammed el-Menfi, İtalya Dışişleri Bakanı Luigi Di Maio ile yaptığı görüşmede, bu konferansta yol haritasının uygulanması ve siyasi sürecin devam etmesini sağlamanın yanı sıra seçimlerin zamanında yapılması ve Libya'nın vizyonunu desteklemek için bölgesel koordinasyonun ve çabaları birleştirmenin önemli olduğunun altını çizdi.
Buna karşın Libya Ulusal Ordusu (LUO) komutanı Halife Hafter, ‘Seçimler çözümdür’ diyerek İkinci Berlin Konferansı'na yakın bir tutum sergilemeye çalıştı.
Hafter, Salı akşamı yaptığı resmi sözcüsü Tümgeneral Ahmed el-Mismari tarafından okunan açıklamasında, Libya'da barışı tesis etmek ve istikrarı sağlamak için gösterilen tüm çabaların, özellikle seçimlerin yaklaştığı bir dönemde desteklediğini belirtti. “Libya halkı, hiçbir tarafın seçimleri ertelenmesini veya seçim tarihini değiştirmesini kabul etmez” diyen Hafter, ayrıca BM Libya Destek Misyonu’nu (UNSMIL) tüm önlemleri almaya ve seçimleri kararlaştırılan tarihte düzenleme sorumluluğunu üstlenmeye çağırdı. Hafter, UNSMIL tarafından başlatılan Libya Siyasi Diyalog Forumu'nun (LSDF) kaydettiği başarıyla Libya'da istikrarı yeniden sağlama ve seçimlere herkesin ön koşulsuz olarak girmesine izin veren rızaya dayalı bir anayasal temelin oluşturulması çabalarını desteklediğini bir kez daha yineledi.
Mevcut siyasi diyalogun herkes için tarihi bir fırsat olduğunu söyleyen Hafter, “Bu fırsat, ülkemizi içinde bulunduğu karmaşık ve iç içe geçmiş iç ve dış krizlerden çıkarmak ve bir anayasa taslağı şekillendirmek için kullanılmalı. Libyalıların hak ettiği istikrarlı ve güven içinde bir hayatı güvence altına almak için bir ışık olarak görülmeli” ifadelerini kullandı. 5+5 Ortak Askeri Komite'nin, Birinci Berlin Konferansı’nın sonuçlarını uygulamak için büyük çaba sarf ettiğine dikkati çeken Hafter, bu çabaların, güvenlik düzenlemelerinin uygulanmasını ve yasadışı grupların silahsızlandırılmasını sağlayacak şekilde desteklenmesi ve Ortak Askeri Komite’nin görevleri yerine getirmelerinin kolaylaştırılması gerektiğini vurguladı.
Diğer yandan konferansa katılanlardan biri olan Mısır Dışişleri Bakanı Samih Şukri, uluslararası toplumun, seçimlere giden yolda Libya’ya yardımcı olmasını umduğunu ifade etti.
Mısır Dışişleri Bakanlığı'ndan yapılan açıklamaya göre Şukri, konferansta yaptığı konuşmada, “Uluslararası toplumun, Libya geçici yönetiminin çalışma programının birinci önceliği olan ve uzun zamandır beklenen seçimlerin düzenlenmesi için Başkanlık Konseyi ve UBH ile birlikte çalışmasını umuyoruz. Seçimlerin zamanında yapılması için tüm çabalar koordine edilmeli. Seçimlerin ertelenmesinin, Libya'da geçtiğimiz aylarda kaydedilen ilerleme üzerinde olumsuz yansımaları olacağından, seçimlerin gerçekleşmesi önündeki her türlü engel aşılmalı. Aksi takdirde ülkede gerginlik ve çatışma hali yeniden canlandırabilir” dedi.



Trump'ın takasa dayalı diplomasisinin yeniliği, avantajları ve sonuçları

Trump'ın yaklaşımı, bu takas modelinin doğrudan, agresif ve açık bir versiyonu olarak görülüyor (Reuters)
Trump'ın yaklaşımı, bu takas modelinin doğrudan, agresif ve açık bir versiyonu olarak görülüyor (Reuters)
TT

Trump'ın takasa dayalı diplomasisinin yeniliği, avantajları ve sonuçları

Trump'ın yaklaşımı, bu takas modelinin doğrudan, agresif ve açık bir versiyonu olarak görülüyor (Reuters)
Trump'ın yaklaşımı, bu takas modelinin doğrudan, agresif ve açık bir versiyonu olarak görülüyor (Reuters)

Nebil Fehmi

Eski anlaşmalardan ve erken sözleşmelerden modern devlet yönetiminin karmaşık sanatına kadar diplomasi, güç, çıkarlar ve uzlaşılardan etkilenmiştir. Başlıca geleneklerinden biri, “gerçekçilik”tir; yani devletler öncelikle kendi güvenlikleri ve ulusal çıkarları doğrultusunda hareket ederler, ahlaki veya idealist hedefler için değil.

 

Bu bağlamda, bazılarının “gerçekçilik” diplomasisi olarak adlandırdığı şey yeni bir icat değildir; tarihe derinden kök salmıştır. Odak noktası, toprak, kaynaklar, güvenlik garantileri ve ekonomik anlaşmalar gibi somut kazanımlardır.

ABD Başkanı Donald Trump'ın yaklaşımı, bu takas modelinin doğrudan, agresif ve açık bir versiyonu olarak görülüyor. Destekçileri bu tür adımları pratik ve sonuç odaklı olarak görüp överken, diğerleri bunların uzun vadeli sonuçları, bölgesel dinamikleri, ahlaki ikilemleri ve istikrarı göz ardı eden bir diplomasiye yol açabileceğinden endişe ediyor.

Ekim ayında İsrail ve Hamas arasında ateşkes anlaşması sağlandı. ABD'deki birçok kişi, bundan doğan diplomatik atılımı hemen ABD liderliğindeki diplomasinin somut bir sonucu olarak karşıladı. Şarm el-Şeyh'te düzenlenen zirveye Trump ve Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi eş başkanlık etti ve birçok ülkeyi bir araya getirdi. Anlaşmanın pragmatik doğasını vurgulayan hedefleri, ateşkes, rehinelerin serbest bırakılması ve acil insani yardım sağlanması gibi görünüyordu.

Kasım ayında da Trump yönetiminin Ukrayna'daki savaş için 28 maddelik bir barış planı önerdiği yönünde haberler çıktı. Taslak, Kırım, Luhansk ve Donetsk üzerindeki Rus kontrolünün tanınması, diğer bölgelerdeki çatışmaların dondurulması, Ukrayna ordusunun sayısının sınırlandırılması ve Ukrayna'nın NATO'ya katılmasının engellenmesi gibi oldukça tartışmalı maddeler içeriyordu.

Avrupalı müttefikler, planın kilit unsurlarına, özellikle de Ukrayna'nın egemenliğini zayıflatacak, onu yeniden Rus saldırganlığına karşı savunmasız bırakacak veya NATO'dan dışlayacak önerilere şiddetle karşı çıktı.

Haberler ayrıca, bazı önerilerin ABD desteği karşılığında Ukrayna'nın maden kaynaklarına, altyapı haklarına ve ihracat lisanslarına erişim gibi ekonomik koşullar içerdiğine de işaret ediyor.

Bu tür müzakereler – barış ve ekonomik koşullar karşılığında kapsamlı toprak ve askeri tavizler – birçok kişinin cüretkar koşullar, güçlü bir düşman lehine açık yanlılık göz önüne alındığında, yeni olarak değerlendirdiği takasa dayanan gerçekçi bir diplomasi örneğidir. Rusya, Avrupa, müttefiklerin ikinci plana itilmesi ve Ukrayna'ya bir anlaşmayı kabul etmesi için yapılan baskı, eleştirmenler tarafından barış yapma kılıfına bürünmüş zorlayıcı takas diplomasisi olarak görülüyor.

Analistler, “Önce ABD” bayrağı altında yürütülen bu diplomasinin uzun süredir devam eden ittifakları sarstığı ve Avrupa'nın kendisini giderek daha fazla ikinci plana itildiği hissine kapılmasına neden olduğu konusunda uyarıyor. Avrupalı liderler de ABD liderliğindeki Ukrayna müzakerelerinin yeterli Avrupa katılımı veya istişaresi olmadan ilerleyebileceğinden endişe duyduklarını dile getirdiler.

Eleştirmenler, bu yaklaşımın İkinci Dünya Savaşı sonrası düzeni destekleyen kolektif diplomatik normları – çok taraflılık, ortak değerler, kurumsal iş birliği ve egemenlik ile insan haklarına bağlılık üzerine kurulu normları – zayıflattığını savunuyor.

Peki takas diplomasisi tarihsel olarak belgelenmişken, bazı yorumcular Trump'ın yaklaşımını neden yeni veya istisnaiymiş gibi ele alıyor? Yeni görünen husus, kurumsal süreklilik ve ortaklıktan ziyade, belki de kısa vadeli kazanımlar ve kişisel güç tarafından yönlendirilen, daha tek taraflı, sıfır toplamlı, yukarıdan dikte edilen bir versiyon olmasıdır. Geleneksel diplomasi – hatta gerçekçi politika bile – genellikle kapalı kapılar ardında yürütülürken, arka kanal diplomasisi farklı bir hikayedir. Trump döneminde, anlaşmalar, teklifler ve hatta müzakere pozisyonları genellikle tamamen aleni ve duyurulmuştur. Bu şeffaflık, diplomasinin takasçı doğasını daha belirgin hale getiriyor ve bazen daha muğlak diplomasiye alışmış izleyiciler için şok edici olabiliyor.

Ukrayna için önemli toprak ve stratejik tavizler içeren barış planı taslağı, Ukrayna'nın maden ve altyapı haklarından yararlanmayı öngörüyor. Dolayısıyla Ukrayna planı da ABD liderliğindeki bir planın parçası olarak Gazze'yi “kontrol etme” ve yeniden geliştirme yönündeki radikal plan da kademeli diplomatik anlaşmalar değil. Bunlar büyük ölçekli ve kapsamlı olup, egemenlik, adalet ve güç dengesizlikleri hakkında temel soruları gündeme getiriyor.

Diplomasi giderek daha çok kişiye dayalı hale geldi; bu modern diplomaside bir eğilimdir, ancak Trump döneminde bu konuda aşırıya kaçıldı. Anlaşmalar genellikle kurumlara veya kurum odaklı çok taraflılığa değil, bizzat Trump'a bağlı. Bu istikrarsızlığı artırıyor; zira lider değişirse, anlaşmalar değişebilir ve onları destekleyen güven ortadan kaybolabilir. Gözlemciler, modern diplomasinin güç yapıları, teknoloji, medya ve devlet dışı aktörlerdeki değişiklikler nedeniyle bir dönüşüm geçirdiğini belirtiyor, ancak Trump modeli kişisel etkiyi vurguluyor.

İkinci Dünya Savaşı sonrası diplomasi büyük ölçüde, kolektif kurumlar, egemenliğe saygı, insan hakları, uluslararası hukuk ve ittifaklar (NATO gibi) vb. kurallara dayalı bir uluslararası düzen kurmaya çalıştı. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre eleştirmenler, Trump'ın yaklaşımının diplomasiyi kaba pazarlık, takas mantığı ve bazen asimetrik güç etrafında yeniden odakladığını ve potansiyel olarak kolektif diplomasiyi destekleyen normları ve güveni aşındırdığını savunuyor.

Bu nedenle, takas diplomasisinin ardındaki mantık yeni olmasa da biçimi, açıklığı, kapsamı ve normatif etkileri birçok kişiye göre modern diplomatik uygulamalardan önemli bir sapma gibi görünüyor. Birçok gözlemci için yeni olan da budur.

Trump döneminde görüldüğü gibi daha agresif ve tepkisel bir diplomasi benimsemek kısa vadeli kazanımlar sağlayabilir, ancak aynı zamanda ciddi uzun vadeli riskler de taşıyabilir.

Takas diplomasisi -özellikle güçlü bir lider tarafından yönetildiğinde- çıkmazlar devam etse de anlaşma için tarafları zorlayabilir. Gazze ateşkesi birçokları tarafından hızlı ve güçlü diplomasinin bir başarısı olarak gösteriliyor.

Siyasi gerçekçiliğin bazen yardımı veya desteği ekonomik anlaşmalar ve stratejik uyum gibi somut getirilerle ilişkilendirmeye sevk ettiği dikkatleri çekiyor. Güçlü devletler, stratejik veya ekonomik çıkarları için hayati önem taşıyan uzun vadeli avantajlar elde edebilirler; kaynaklar, etki ve erişim gibi.

Kaotik ve hızla değişen jeopolitik bağlamlarda (savaşlar, değişen ittifaklar ve kaynaklar için rekabet), takas diplomasisi, yavaş ilerleyen kurumsal diplomasiden daha uyarlanabilir olabilir.

Öte yandan, müttefikler kendilerini ikinci plana itilmiş veya sömürülmüş hissedebilir; bu da ittifakların zayıflamasına, parçalanmasına veya muhalefete yol açabilir. Örneğin, Avrupalı ​​liderler, Ukrayna için önerilen ABD barış planının bazı hükümlerine karşı çıktılar.

Adalet ve haklar yerine güce odaklanan anlaşmalar (toprak tavizleri, kaynakların kontrolü ve askeri kısıtlamalar) kızgınlığa yol açabilir, eşitsizlik yaratabilir ve bölgeleri istikrarsızlaştırabilir. Ukrayna planında önerilen toprak tavizleri ve askeri şartlar, egemenlik ve gelecekte güvenlik konusunda ciddi endişeler doğuruyor.

Eğer büyük güçler giderek çok taraflı kurumların ve normların üstünden atlayıp, bunun yerine ikili anlaşmalara ve kişisel diplomasiye yönelirse, küresel kurumlar -kurallara dayalı uluslararası düzen- meşruiyetini ve etkinliğini kaybedebilir. Bu durum, özellikle daha küçük ve zayıf devletler için küresel iş birliğini daha da zorlaştırabilir.

Bireylere, siyasi döngülere veya kısa vadeli çıkarlara bağlı anlaşmalar kırılgandır. Yeni bir liderin ortaya çıkması, iç politikada bir değişim veya farklı bir küresel bağlam, anlaşmaları hızla alt üst edebilir ve uzun vadeli istikrarı baltalayabilir.

Güç ve çıkarlara odaklanan diplomatik anlaşmalar, insan hakları, adalet, kendi kaderini tayin etme ve egemenlik gibi değerleri zayıflatabilir. Zamanla bu, bir devletin ahlaki duruşuna ve yumuşak gücüne zarar vererek gelecekteki iş birliğini daha da zorlaştırabilir.

Eğer güçlü devletler giderek daha agresif, çıkar odaklı diplomasiye dönerse, savaş sonrası düzenin bir dizi özelliği -müttefikler arasındaki güven, kurumların ve ortak normların meşruiyeti ve insan haklarına veya toprak bütünlüğüne bağlılık- aşınabilir. Zamanla bu, diplomasinin pazarlık aracı haline geldiği, ittifakların hızla değiştiği ve gücün haktan üstün geldiği daha çalkantılı ve parçalanmış bir dünyaya yol açabilir.

Bu, kurumların ortadan kalkması anlamına gelmez, ancak onları marjinalleştirebilir, zayıflatabilir veya yalnızca ihtiyaç duyulduğunda kullanılabilir hale getirebilir. Yeni ve daha katı diplomasi biçimleri hakim olabilir; anlaşmalar etki, kaynaklar, güç dengesizlikleri ve anlık imtiyazlara dayanabilir. Böyle bir dünya, daha güçlü devletleri destekleyebilir, daha küçük devletleri zayıflatabilir ve küresel zorluklar (iklim, göç, salgın hastalıklar, nükleer silah kontrolü vb.) konusunda çok taraflı iş birliği alanını daraltabilir.

Aynı zamanda, üzerinde anlaşmaya varılmış normların azaldığı bir dünyada, öngörülemezlik artar. Bu, çatışmaları şiddetlendirebilir, istikrarı zayıflatabilir ve diplomatik güvenin yeniden inşasını daha da zorlaştırabilir. Genel olarak takasa dayalı anlaşmalar kısa vadeli faydalar sağlayabilir, ancak aynı zamanda adaletsizliği pekiştirebilir, kızgınlığı körükleyebilir ve pazarlıklar, zorlama ve çatışma döngüleri yaratabilir.

Özünde, takas diplomasisinin mantığı yeni değil. Ancak Trump döneminde yeni olan husus, bu diplomasinin ölçeği, açıklığı, cesareti ve kişiselleştirilmesidir; yani aleni pazarlıklar, yüksek riskli anlaşmalar, bölgesel ve kaynaklara dayalı müzakereler, tasavvur edilmiş kazanımlar için ittifakları yeniden şekillendirme veya normları parçalama isteğidir.

Bu eğilimin kalıcı hale gelip gelmeyeceği ve küresel düzeni güçlendirip güçlendirmeyeceği büyük ölçüde liderlerin, devletlerin ve küresel kurumların gelecekte nasıl tepki vereceğine bağlıdır. Çok taraflı normlar ve kurumlar zayıflarsa, diplomasinin kolektif normlar, istikrar ve iş birliği alanı olmaktan ziyade güç, kaynak ve anlaşmalar için bir pazar yeri haline geldiği bir dünya görebiliriz.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.


İsrail, Doğu Kudüs'te bir binayı yıkarak onlarca Filistinliyi yerinden etti

Filistinli bir adam, İsrail güçlerinin Doğu Kudüs'teki bir binayı yıkmasını izliyor. (Reuters)
Filistinli bir adam, İsrail güçlerinin Doğu Kudüs'teki bir binayı yıkmasını izliyor. (Reuters)
TT

İsrail, Doğu Kudüs'te bir binayı yıkarak onlarca Filistinliyi yerinden etti

Filistinli bir adam, İsrail güçlerinin Doğu Kudüs'teki bir binayı yıkmasını izliyor. (Reuters)
Filistinli bir adam, İsrail güçlerinin Doğu Kudüs'teki bir binayı yıkmasını izliyor. (Reuters)

İsrail makamlarına bağlı iş makineleri, bugün Doğu Kudüs’te ruhsatsız inşa edildiği gerekçesiyle dört katlı bir binanın yıkımına başladı. Binada 100’den fazla Filistinlinin yaşadığı belirtilirken, sakinler yıkımı ‘bir felaket’ olarak nitelendirdi. İnsan hakları örgütleri ise bunun 2025 yılı içinde gerçekleştirilen en büyük yıkım olduğunu açıkladı.

Filistin Yönetimi’ne bağlı Kudüs Valiliği, söz konusu yıkımı kınayarak, bunun ‘zorla yerinden etme politikası’ kapsamında değerlendirildiğini bildirdi.

İşgal altındaki Doğu Kudüs’ün Eski Şehir yakınlarında yer alan Silvan beldesindeki mahalleye, İsrail polisinin oluşturduğu güvenlik kordonu eşliğinde üç iş makinesi girdi. Makineler, aralarında kadınlar, çocuklar ve yaşlıların da bulunduğu 10’dan fazla ailenin yaşadığı binayı yıkmaya başladı.

Binada eşi ve beş çocuğuyla birlikte yaşayan Iyd Şavar, yıkımın ‘tüm sakinler için bir trajedi’ olduğunu söyledi.

67yuı
Doğu Kudüs'te bir binayı yıkan İsrail buldozerleri (AFP)

Şavar, AFP’ye yaptığı açıklamada, “Kapıyı biz uyurken kırdılar. Kıyafetlerimizi değiştirmemizi ve sadece gerekli evrak ve belgeleri almamızı istediler, eşyalarımızı çıkarmamıza izin vermediler” dedi. Gidecek bir yeri olmadığını belirten Şavar, yedi kişilik ailesinin araçta kalmak zorunda olduğunu söyledi.

AFP muhabirleri, bina sakinlerinin gözleri önünde üç buldozerin yıkım çalışmalarını sürdürdüğünü aktardı. Yıkımı izleyen bir kadın, yaşadığı acı ve çaresizlikle “Burası benim yatak odam” sözleriyle tepkisini dile getirdi.

Doğu Kudüs’te yaşayan Filistinliler, ciddi bir konut kriziyle karşı karşıya bulunuyor. İsrail’e bağlı belediye, Filistinlilere çok sınırlı sayıda inşaat izni verirken, bu izinlerin nüfus artışıyla uyumlu olmadığı belirtiliyor.

Filistinliler ve insan hakları savunucuları, bu kısıtlamaların demografik büyümeyi dikkate almadığını ve konut yetersizliğine yol açtığını vurguluyor.

sdfgt
Yıkıma katılan İsrail buldozerleri (EPA)

İsrail makamları, Doğu Kudüs ve işgal altındaki Batı Şeria’da Filistinliler tarafından inşa edilen yapılar için düzenli olarak yıkım operasyonları gerçekleştiriyor.

Filistinliler, Doğu Kudüs’ü gelecekte kurulacak devletlerinin başkenti olarak talep ederken, İsrail kentin tamamını kendi başkenti olarak görüyor.

Doğu Kudüs’te 360 binden fazla Filistinli yaşarken, bölgede yaklaşık 230 bin İsrailli bulunuyor.

Ramallah merkezli Filistin Yönetimi’ne bağlı Kudüs Valiliği, söz konusu yıkımı ‘savaş suçu ve insanlığa karşı suç’ olarak nitelendirdi. Açıklamada, bu uygulamaların, Filistinli vatandaşları zorla yerinden etmeyi ve Kudüs kentini asli sakinlerinden arındırmayı hedefleyen sistematik bir politikanın parçası olduğu ifade edildi.

cdfrgt
Doğu Kudüs'te bir binayı yıkan İsrail buldozerleri (Reuters)

İsrailli insan hakları örgütleri Ir Amim ve Bimkom, ortak açıklamalarında, binanın ‘önceden herhangi bir uyarı yapılmaksızın’ yıkılmaya başlandığını bildirdi. Açıklamada, yıkımın, ailelerin avukatları ile Kudüs Belediyesi’nden bir yetkili arasında, ‘binanın statüsünün düzenlenmesine yönelik olası adımların ele alınacağı’ planlı bir toplantıdan sadece saatler önce gerçekleştirildiği vurgulandı.

Örgütlere göre bu yıkım, ‘2025 yılı içinde Kudüs’te gerçekleştirilen en büyük yıkım operasyonu’ niteliğini taşıyor. Açıklamada ayrıca, bu yıl Doğu Kudüs’te yaklaşık 100 ailenin evsiz kaldığı belirtildi.

AFP’nin sorularına yanıt veren İsrail’e bağlı Kudüs Belediyesi ise binanın ‘ruhsatsız inşa edildiğini’ ve yapı hakkında 2014 yılından bu yana geçerli bir yargı kararı bulunduğunu açıkladı. Belediye, binanın üzerinde bulunduğu arazinin ‘eğlence ve spor amaçlı’ olarak sınıflandırıldığını, konut alanı olmadığını da kaydetti.


İsrail’in Iraklı gruplara ait ayrıntılı veri tabanı Bağdat’ta şaşkınlık yarattı

Bağdat'taki Haşdi Şabi güçleri tarafından düzenlenen gösteriden bir kare (DPA)
Bağdat'taki Haşdi Şabi güçleri tarafından düzenlenen gösteriden bir kare (DPA)
TT

İsrail’in Iraklı gruplara ait ayrıntılı veri tabanı Bağdat’ta şaşkınlık yarattı

Bağdat'taki Haşdi Şabi güçleri tarafından düzenlenen gösteriden bir kare (DPA)
Bağdat'taki Haşdi Şabi güçleri tarafından düzenlenen gösteriden bir kare (DPA)

Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgilere göre, Iraklı yetkililer son günlerde, İsrail tarafından hazırlanmış son derece ayrıntılı bir güvenlik veri tabanını teslim aldı. Batılı bir istihbarat servisi üzerinden iletilen dosya; silahlı Iraklı gruplara ilişkin liderlik yapıları, askerî organizasyonlar, mali ağlar ve bu yapılara bağlı devlet kurumları hakkında geniş bilgiler içeriyor.

Kaynaklar, verilerin hacmi ve doğruluk düzeyinin Iraklı yetkilileri şaşırttığını ve olası bir askerî harekâta yönelik ciddi bir uyarı niteliği taşıdığını aktardı.

Dosyanın teslimi, Irak’a yakın dost bir Arap ülkenin Bağdat’ı uyardığı süreçle eş zamanlı gerçekleşti. Söz konusu ülke, İsrail’in, ABD’nin “yeşil ışık” yaktığı bir askerî operasyon seçeneğini açıkça konuştuğunu iletti. Washington’ın, devlet dışı silahlı yapılara ilişkin sabrının azaldığı belirtiliyor. Bir Iraklı yetkili de, bu mesajların Bağdat’a ulaştığını doğruladı.

Bilgilere göre muhtemel saldırılar; eğitim kampları, füze ve İHA depoları ile bu gruplar ve Haşdi Şabi’ye bağlı finansal ve askerî etki sahibi kurum ve kişileri hedef alacaktı.

Bu gelişmeler, Irak’taki Şii ittifakı “Koordinasyon Çerçevesi” içinde silahın devlet tekelinde toplanması yönünde hızlanan tartışmaları tetikledi. İlk aşamada ağır silahların teslimi ve bazı stratejik üslerin tasfiyesi gibi seçenekler masaya geldi. Ancak uygulamanın kim tarafından yürütüleceği ve güvenlik garantilerinin nasıl sağlanacağı konularında görüş ayrılıkları sürüyor.

Öte yandan, ABD yönetimi güvenlik iş birliğini, silahlı grupların operasyonel kabiliyetlerinin kaldırılmasına dair bağlayıcı bir takvim şartına bağladı.

Bölgesel düzeyde ise NBC News’in haberine göre, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, ABD Başkanı Donald Trump’a İran’ın balistik füze programındaki genişleme risklerini aktaracak ve yeni saldırı seçeneklerini görüşecek.