Nahda Barajı krizi: Etiyopya Mısır ve Sudan’ı, Kahire ise Addis Ababa’yı suçladı

Güney Sudan Devlet Başkanı dün (Cuma) Mısır Sulama Bakanı’nı Juba’da kabul etti. (Mısır Hükümeti)
Güney Sudan Devlet Başkanı dün (Cuma) Mısır Sulama Bakanı’nı Juba’da kabul etti. (Mısır Hükümeti)
TT

Nahda Barajı krizi: Etiyopya Mısır ve Sudan’ı, Kahire ise Addis Ababa’yı suçladı

Güney Sudan Devlet Başkanı dün (Cuma) Mısır Sulama Bakanı’nı Juba’da kabul etti. (Mısır Hükümeti)
Güney Sudan Devlet Başkanı dün (Cuma) Mısır Sulama Bakanı’nı Juba’da kabul etti. (Mısır Hükümeti)

Addis Ababa, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne yazdığı bir mektupta Nahda Barajı krizi hakkında Kahire ve Hartum’a suçlamalarda bulundu. Mısır ise Addis Ababa’yı barajın hedeflerine yönelik bir takım çelişkiler ve iddialar olduğu konusunda suçladı.
Sudan’ın barajın Kahire ve Hartum üzerindeki etkilerini görüşme noktasında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne (BMGK) ilk fırsatta bir araya gelme noktasında yaptığı çağrıya Arap Birliği (AfB) tarafından olumlu yanıt gelmesinden günler sonra, Etiyopya Dışişleri Bakanlığı dün yaptığı açıklamada, Birleşmiş Milletler’e (BM) Nil Nehri’nin geçtiği iki ülkeye yönelik suçlamaları içeren bir mektup gönderdiğini belirtti. Bu kapsamda söz konusu iki ülkenin Afrika Birliği (AfB) öncülüğünde yürütülen süreci baltalamayı ve sonunda etkisiz hale getirmeyi amaçladıkları 'iyi hazırlanmış bir plan' üzerinde çalıştıklarını aktardığı bildirildi.
Söz konusu mektupta ayrıca, Mısır ve Sudan’ın tartışmalarla alakası olmayan konuları dahil ederek, gereksiz bir şekilde güvenliği ekleyerek, konuyu uluslararası boyutlara taşıdığı, AfB’nin öncülük ettiği süreci baltalamaya çalıştıkları ve AfB’yi işin içine sürükleyerek konuyu daha karmaşık hale getirdikleri yönünde suçlamalar yer aldı.
Etiyopya açıklamasında, Addis Ababa’nın Güvenlik Konseyi’nin müdahalesini reddetme ve müzakereleri AfB’nin gözetimine bırakmaya işaret etmekle yetinmedi. Aynı zamanda barajın ikinci dolum tarihine de atıfta bulunarak, “Barajın ikinci dolumu Temmuz ayında başlayacak olan bir sonraki yağışlı mevsimde gerçekleşecek” dedi. Kahire ve Hartum’un söz konusu duruma karşı çıktığı ve bu konuda öncelikle kapsamlı ve bağlayıcı bir yasal anlaşmaya ihtiyaç olduğunu vurguladığı belirtildi.
AfB Güvenlik Konseyi’ni bu ay ortasında Nahda Barajı konusunu görüşmek üzere toplantıya çağırmıştı.
Mısır Dışişleri Bakanı Samih Şukri, Nahda Barajıyla ilgili gelişmeleri açıklamak için BMGK’ya bir mektup gönderdi.
Sudan Dışişleri Bakanı Meryem Sadık el-Mehdi, birkaç gün önce BMGK’dan Nahda Barajı konusundaki anlaşmazlığın gelişmelerini ve bunun Sudan, Mısır ve Etiyopya’daki Mavi Nil ve Nil Nehri kıyılarında yaşayan milyonlarca insan üzerindeki etkisini görüşmek üzere mümkün olan en kısa sürede bir oturum düzenlemesini istedi.
Buna karşılık Mısır Su Kaynakları ve Sulama Bakanı Muhammed Abdulati, barajın Etiyopya ve komşu ülkelere elektrik sağladığına ilişkin iddialarını reddetti. Güney Sudan Devlet Başkanı Salva Kiir ile dün (Cuma) yaptığı görüşme sırasında Abdulati, “Addis Ababa’daki yetkililer, Etiyopya hükümetinin elektriği yurt dışına ihraç etmek istediği bir zamanda elektrikten yoksun Etiyopya halkına elektrik sağlama noktasında barajın öneminden bahsediyorlar” dedi.
Öte yandan resmi Mısır merkezli bir gazete ismi açıklanmayan bir kaynaktan aktardığı haberde, AfB’nin Perşembe günü video konferans aracılığıyla gerçekleştirdiği toplantıda, Nahda Barajı dosyasının detaylarına değinilmediğini söyledi. Konuya ilişkin AfB’nin şu anki Başkanı olan Demokratik Kongo Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Felix Tshisekedi tarafından Nahda Barajı müzakerelerinin sonucu hakkında kısa bir brifing verildiği belirtildi.
Kaynaklar, Sudan’ın görüşmeleri boykot ettiğini, bunun sebebinin ise Etiyopya’nın Nahda Barajı’nın rezervuarının ikinci kez doldurulması noktasında ilan ettiği şeyi uygulamaya yakınken böyle bir görüşmenin faydalı olabileceğini düşünmediklerini söylediklerini aktardı.
Öte yandan, Etiyopya Başbakanı Abiy Ahmed, görüşmeler sırasında Nahda Barajı dosyasıyla hakkında sessiz kalırken, toplantıda Afrika çerçevesinde müzakerelerin yeniden başlatılmasıyla ilgili herhangi bir sonuç veya tavsiyenin kabul edilmediği aktarıldı.
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Samuel Warburg ise ülkesinin 100 milyon Mısırlıyı susuz bırakmayacağını söyledi. Warburg,  ABD’nin barışçıl bir çözüme ulaşma noktasında üç taraf arasında verimli diyalog oturumları düzenlemek için çalışacağını, aksi takdirde başka bir çözümün bulunmadığını vurguladı.
Warburg Mısır yerel televizyon kanalına yaptığı açıklamada, ABD’nin Nil Nehri’nin Mısırlılar için ne kadar önemli olduğunu anladığını belirterek, herkesi memnun edecek bir anlaşmaya varma ve verimli diyaloğu sürdürme noktasında Afrika Boynuzu Özel Elçisi Jeffrey Feltman’ı Nahda Barajı’na ilişkin belgeler gönderdiğini söyledi.
ABD’li yetkilinin konuya ilişkin açıklamaları, ABD Merkez Kuvvetler (CENTCOM) Komutanı Orgeneral Kenneth McKenzie’nin Nahda Barajı krizine yönelik tavrının ABD’yi endişelendirdiğini belirtmesinden bir hafta sonra geldi. McKenzie, “Mısır muazzam bir kısıtlama uyguluyor. Soruna siyasi ve diplomatik bir çözüm bulmaya çalışıyor” dedi. Ayrıca, Nahda Barajı krizinin gerçek bir sorun olduğunu belirten McKenzie, “Bu krize tüm taraflara uygun bir çözüm bulma noktasında çalışmalarımıza devam edeceğiz. Mısır bu noktada gerçek bir liderlik örneği gösterdi” dedi.

 


Hizbullah savaşçılarını Lübnan ordusuna entegre etme fikri gerçeklerle çarpışıyor

21 Mayıs 2023 tarihinde Lübnan'ın Aramta kasabasında bir askeri tatbikata katılan Hizbullah savaşçıları (Reuters)
21 Mayıs 2023 tarihinde Lübnan'ın Aramta kasabasında bir askeri tatbikata katılan Hizbullah savaşçıları (Reuters)
TT

Hizbullah savaşçılarını Lübnan ordusuna entegre etme fikri gerçeklerle çarpışıyor

21 Mayıs 2023 tarihinde Lübnan'ın Aramta kasabasında bir askeri tatbikata katılan Hizbullah savaşçıları (Reuters)
21 Mayıs 2023 tarihinde Lübnan'ın Aramta kasabasında bir askeri tatbikata katılan Hizbullah savaşçıları (Reuters)

Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn'ın Hizbullah savaşçılarının, 1990 iç savaşından sonra olduğu gibi Lübnan ordusuna entegre edilmesi önerisi siyasi çevrelerde ve uzmanlar arasında tartışma konusu oldu.

Ordunun çeşitli sebeplerle bu savaşçıları bünyesine katamaması nedeniyle öneri henüz yaygın kabul görmezken, uzmanlar bu meselenin doğuracağı sonuçlar konusunda uyarıda bulundu. Bunun ‘silahlarını devlete teslim etmesi karşılığında Hizbullah için bir teselli ödülü’ olduğunu belirten uzmanlar, ‘dini emir alan ve ideolojik inanca sahip olan unsurların orduda yer alamayacağını’ vurguladı.

Cumhurbaşkanı Avn basına verdiği demeçte, “Ordu içinde Hizbullah savaşçılarından oluşan bağımsız bir birim oluşturmak mümkün değil. Ancak 1990'ların başında Lübnan'daki iç savaşın sonunda çeşitli taraflarla olduğu gibi üyeleri orduya katılabilir ve kurslara tabi tutulabilir” ifadelerini kullandı.

Bu öneriyi yorumlayan Güçlü Cumhuriyet Bloğu Milletvekili Giyas Yazbek, ordunun ‘Hizbullah'ın dış uzantılarla ordusunu oluşturduğunu iddia ettiği 100 bin savaşçıyı absorbe edemeyeceğini’ söyledi. Şarku’l Avsat'a konuşan Yazbek, “Hizbullah'ın 25 bin savaşçısı olsa bile, şu anda subaylarının ve üyelerinin maaşlarını dış yardımlarla güvence altına almaya çalışan askeri kuruma bunları dahil etmek imkânsız” dedi.

Yazbek, ‘ordunun cumhurbaşkanı ve hükümetle birlikte geliştirdiği ulusal güvenlik stratejisinin henüz Lübnan'ın ordu ve güvenlik güçlerinin sayısına olan ihtiyacını belirlemediğini’ vurguladı. Yazbek, “Sınırlarımızı çizdiğimizde, savaşın nedenlerini ortadan kaldırdığımızda ve Lübnan'da siyasi bir çözüme doğru ilerlediğimizde, ordunun mevcut subay ve personel sayısı yeterli olacak ve artacaktır” şeklinde konuştu.

Hizbullah savaşçılarının durumu

Askeri uzman Halid Hamade'ye göre, ‘Taif Anlaşması'ndan sonra silahlı milislerin dağıtılmasında olduğu gibi bugün de Hizbullah savaşçılarının orduya alınması önerisi, Cumhurbaşkanı'nın Hizbullah'ı silahlarını devlete teslim etmeye ikna etme çabaları bağlamında Hizbullah için bir teselli ödülüdür.’

Hamade, ‘Hizbullah savaşçılarının orduya entegre edilmesinin, özellikle ateşkes anlaşmasının imzalanmasının ardından yaşanan gelişmelerden sonra, birçok engelle karşı karşıya olduğunu’ savundu.

fvdgh
Hizbullah Genel Sekreteri Haşim Safiyuddin'in 24 Şubat 2025 tarihinde Lübnan'ın güneyindeki Deyr Kanun en-Nahr kasabasında düzenlenen cenaze töreni sırasında Hizbullah üyeleri (Reuters)

“İç savaşın sona ermesinin ardından Lübnan devletinin yüzlerce milisi orduya ve güvenlik güçlerine katmayı başardığı doğrudur, ancak Hizbullah'ın durumuyla karşılaştırma yapmak artık mümkün değildir” diyen Hamade, Şarku’l Avsat'a yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Ulusal Mutabakat Belgesi imzalandığında milis liderleri belgeyi tanıdı, milislerin feshedildiğini duyurdu, silahlarını gönüllü olarak devlete teslim etti ve siyasi sürecin bir parçası oldu. Hizbullah ise ateşkes anlaşmasını tanımıyor ve silahlarını teslim etmeyi kabul etmiyor. Dolayısıyla siyasi sürecin bir parçası haline geldiğini ve artık askeri bir kanadı olmadığını kabul etmeden milislerini orduya dahil etmekten bahsetmek bağlamdan kopuktur.”

Hizbullah'ın ideolojisi

Yazbek'e göre Hizbullah'ın ideolojisi, savaşçılarının orduya entegrasyonunun önündeki en büyük engel. Yazbek, “Hizbullah, Lübnan'ı İran'ın uzantısı olan coğrafi bir nokta olarak görüyor. Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım'ın silahları teslim etmeyeceğini ve silahların devletin elinde olmasıyla ilgili konuşmalarla ilgilenmediğini açıklamasının da gösterdiği gibi bu doktrin halen varlığını sürdürüyor” ifadelerini kullandı.

ukıo
24 Şubat 2025 tarihinde düzenlenen cenaze töreninde eski Hizbullah Genel Sekreteri Haşim Safiyuddin'in tabutunu taşıyan Hizbullah savaşçıları (AP)

‘Lübnan iç savaşı sırasında milisleri olan ve devlet şemsiyesi altına giren liderlerin Lübnanlı liderler olduğunu, kararlarının Lübnanlıların kararı olduğunu’ hatırlatan Hamade, “Hizbullah ise organik olarak bölgesel bir otoriteye bağlıdır ve hem Lübnan içinde hem de dışında tehlikeli askeri ve güvenlik rolleri oynamıştır” dedi. Hizbullah'ın ‘Tahran'dan ayrıldığını, yerel bir siyasi bileşen olmayı kabul ettiğini ve askeri kolunu feshettiğini açıklamadığına, böylece savaşçılarının ordu içinde absorbe edilmesi konusunun tartışılabileceğine’ dikkat çeken Hamade sözlerini şöyle sürdürdü: “Veliyyül Fakih tarafından verilen ve uygulanması gereken meşru yetki çerçevesinde faaliyet gösteren askeri bir grup ile anayasal makamlar tarafından demokratik mekanizmalar çerçevesinde alınan siyasi bir karar çerçevesinde faaliyet gösteren başka bir grubu uzlaştırmak nasıl mümkün olabilir? İster sivil idarelerde ister güvenlik kurumlarında milislerin devlete entegre edilmesi deneyimi tekrarlanabilecek kadar başarılı oldu mu?”

Ordu disiplini

Bazılarının iddia ettiği gibi iç savaş sürecindeki milislerin orduya alınmadığını belirten Yazbek, ‘güvenlik ve askeri kurumlara alınanların Lübnan'ı yöneten Suriye rejimine yakın olduğunu, ülkenin egemenliği için savaşan ve Suriye işgaline karşı çıkanların ise kovalandığını, hapsedildiğini ve birçoğunun Lübnan'ı terk etmek zorunda kaldığını’ vurguladı. Yazbek ayrıca, ‘ordu personeli tarafından uygulanan disiplinin Hizbullah savaşçıları için geçerli olmadığını, çünkü milislerin orduyla, ordunun da onlarla uyumlu olmadığını’ belirtti.

Hamade, “Hizbullah savaşçılarının Lübnan ordusuna ve diğer devlet kurumlarına dahil edilmesinin artıları ve eksileri ne olursa olsun, doğru yol Hizbullah'ın silahlarını devlete teslim etmesiyle başlamalı. Hizbullah üyeleri Lübnan toplumundan izole edilmiş bir grup değildir ve topluma entegre edilmelidir. Ancak Hizbullah’ın silahlarını teslim etmesi için bir tür ayartma olarak özümsenmeleri konusunu gündeme getirmekte acele etmek hedefe ulaşılmasını sağlamayacaktır. Gerekli olan, Hizbullah’ın öncelikle devleti, silahların yalnızca devletin elinde olmasını, savaş ve barış kararının devletin elinde olduğunu ve bu konuda meydana gelebilecek herhangi bir düzenlemenin başlangıcı olarak uluslararası kararları uygulama ihtiyacını tanımasıdır” dedi.