Berlin konferansları ve Libya'nın "zorlu" sorunları

Şarku’l Avsat, paralı askerler, seçimler, askeri kurumun birleştirilmesi ve ABD’lilerin Hafter ile anlaşmazlığı başlıklarında inceleme yaptı.

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken (solda), Libya Başbakanı Abdulhamid Dibeybe ve Libya Dışişleri Bakanı Necla el-Menguş iki gün önce Berlin’de bir araya geldiler. (AFP)
ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken (solda), Libya Başbakanı Abdulhamid Dibeybe ve Libya Dışişleri Bakanı Necla el-Menguş iki gün önce Berlin’de bir araya geldiler. (AFP)
TT

Berlin konferansları ve Libya'nın "zorlu" sorunları

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken (solda), Libya Başbakanı Abdulhamid Dibeybe ve Libya Dışişleri Bakanı Necla el-Menguş iki gün önce Berlin’de bir araya geldiler. (AFP)
ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken (solda), Libya Başbakanı Abdulhamid Dibeybe ve Libya Dışişleri Bakanı Necla el-Menguş iki gün önce Berlin’de bir araya geldiler. (AFP)

Libya, 2020 yılında düzenlenen ilk Berlin Konferansı ile 2021 yılında yapılan ikinci Berlin Konferansı arasında birçok değişime sahne oldu. Silah ambargosuna uyulması, yabancı paralı askerlerin Libya’ya gönderilmemesi ve siyasi çözüme teşvik edilmesi gibi iki konferansın sonuçları büyük ölçüde birbirine benzese de iki tarih arasında önemli gelişmeler yaşandı. Hiç şüphesiz bu gelişmelerin en öne çıkanları Libya Ulusal Ordusu’nun (LUO) Trablus’a yaptığı taarruzun kırılması, yeni bir birlik otoritesinin kurulması ve bu otoritenin uluslararası alanda tanınmasıydı.
İkinci Berlin Konferansı uzlaşmalarına rağmen Libya krizinin çözüm yolunu tıkayan en zorlu sorunlar ise şöyle sıralandı:

Paralı askerler
İkinci Berlin Konferansı, yabancı savaşçıların Libya'dan çıkarılması gerektiğine dair bir uzlaşı ile sona erdi. Ancak bu gerekliliği yerine getirecek mekanizmalar halen belirsiz. Türkiye ve Rusya'nın, Suriyeli savaşçıları partiler halinde Libya'dan çıkarmaya başlama konusunda kendi aralarında uzlaştıkları duyuruldu. İlk partinin her iki taraftan da 300’er savaşçıdan oluşması şart koşuldu. Bu, yeni Libya otoritelerini ülke üzerindeki egemenliklerini yayma girişimlerinde destekleyen oldukça sembolik bir işaret olacak. Ancak sembolik önemine rağmen bu adım tüm paralı askerlerin ve yabancı savaşçıların Libya'dan çıkarılması belirli bir zaman çizelgesi ile tamamlanmazsa oldukça sınırlı kalacak. Zira gerçek şu ki her iki taraftan da 600 Suriyeli, sadece yolcu uçakları ile iki seferde Libya’ya geri dönebilir. Ayrıca güvenlik şirketi Wagner’den Rusların yanı sıra Suriyeliler, Çadlılar, Sudanlılar ve Tunuslular da dahil olmak üzere binlerce sayıda oldukları tahmin edilen paralı askerler ve yabancı savaşçılar denizinde sadece bir damlayı oluşturuyorlar..
Paralı askerlerin sınır dışı edilmesi konusunda fiilen anlaşılmış ve bu başlatılmış olsa bile Türkiye’nin batı Libya'daki rolüyle ilgili temel bir tartışma devam edecek. Zira iddialar, Türkiye’nin Birinci Berlin Konferansı sonuçlarının tersinde hareket ettiği yönündeydi. Türkiye insansız hava araçları (İHA), füze sistemleri ve gelişmiş sinyal bozucu cihazlar da dahil olmak üzere birçok teçhizatı Batı Libya'ya sevk eden bir hava ve deniz köprüsü oluşturdu. Türkiye’nin o zamanlarda yaptığı müdahale, Trablus Savaşı’ndaki dengeleri değiştirdi. Böylece Mareşal Halife Hafter liderliğindeki LUO ve Batı Libya'nın bazı bölgelerine konuşlanmış olan Wagner’in paralı askerleri (LUO varlığını inkar etmekte ısrar ediyor) yenilgiye uğratıldı. İkinci Berlin Konferansı’nda Türkiye duruşunu açıkça gösterdi. Konferans sonuçları, yabancı savaşçıların sınır dışı edilmesi ile ilgili maddeye ilişkin Türkiye tarafından resmi bir çekince kaydedilerek yayınladı. Zira Türkiye, Libya’daki askerlerinin yabancı olarak görülmesine karşı. Bu tutum, İkinci Berlin Konferansı’ndan önceki günlerde Türk yetkililer tarafından da dile getirildi. Yetkililer Libyalılar ile aralarındaki ilişkinin 500 yıl önceye dayandığını vurgulayarak Osmanlıların Libya ile tarihi bağlarına işaret ettiler.
Türkiye'nin Libya kartından vazgeçmeye niyeti olmadığı artık aşikar. Nitekim Libya'dan (Türkiye ve diğer yabancı taraflar) çekilmeye hazırlanmıyor. Batı Libya'nın askerlerini doğudakilerle denge kuracak şekilde eğittiği ifade ediliyor.
ABD'li yetkililerin İkinci Berlin Konferansı’nda Suriyeli savaşçıları tanımlamak için “paralı askerler” kelimesini kullanmaktan kaçınıp “yabancı savaşçılar” kelimesini kullanmakta ısrar etmesi Türkiye'nin tutumunu yumuşatmaya çalıştıklarının bir göstergesiydi. Bunun sebebi belki de Türkiye kartını Rusya’ya karşı kullanmak istemeleri olabilir. Nitekim ABD'liler Wagner’i özel bir güvenlik şirketi olarak görmüyor ve şirketin Kremlin'i temsil ettiğini iddia ediyorlar.
2’nci Berlin Konferansı Türklere ve Ruslara yabancı savaşçıların Libya’dan çıkarılması konusunda aralarında uzlaşma özgürlüğü tanıdığı için bu durum, Libya’da yeni bir “Suriye senaryosu” olduğuna işaret ediyor. Zira Suriye’de Türkler ve Ruslar “gerilimi düşürme bölgeleri” konusunda koordinasyon sağlamakla yetinmeyip gerilim bölgelerinde ortak devriyeler yürütüyorlar. Ancak burada şuna işaret etmeliyiz ki Libya’daki tablo Suriye’dekinin tam tersi. Suriye’de Birleşmiş Milletler (BM) tarafından tanınan yönetime karşı olan Türkiye,  Libya’da BM tarafından tanınan Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ile arasındaki anlaşmadan dolayı bulunduğunu söylüyor. Elbette Rusya ile ilgili olarak da bunun tam tersi geçerli. Rusya, Suriye’de “meşru hükümetin davetiyle” bulunuyor ancak Libya’da durum tam tersi.

Seçimler
İkinci Berlin Konferansı’nın sonuçları bu yıl 24 Aralık'ta Libya'da yapılması planlanan seçimlere doğru ilerlemeyi öngörüyor. Ancak bu seçimler konusunda halen birçok belirsizlik var. Örneğin aynı anda hem yasama seçimleri hem de cumhurbaşkanlığı seçimlerinin mi düzenleneceği yoksa yeni parlamentonun Libya’nın gelecek cumhurbaşkanını mı seçeceği henüz kesin değil. Seçimler için anayasal mekanizma henüz hazır olmadığı için Batı Libya’dan cumhurbaşkanının doğrudan halk tarafından seçilmemesi konusunda ısrarcı sesler yükseliyor. Hatta bu kişiler, sandıkla da olsa iktidara yeni bir “diktatör” gelmesini engellemek amacıyla yeni bir savaş başlatma tehdidinde bulunuyorlar. Söz konusu kimseler, özellikle Libya’nın devrik lideri Albay Muammer Kaddafi'nin oğlu Seyfülislam Kaddafi'nin veya Mareşal Halife Hafter'in aday olmasını istemiyorlar. Seyfülislam’ın aday olmasını istemeyenler bu tutumlarının babasının döneminin geri dönüşünü temsil etmesinden ve 17 Şubat 2011 ayaklanmasında babasının rejimini devirenlerden intikam alma ihtimalinden kaynaklandığını söylüyorlar. Buna ek olarak Seyfülislam ayaklanmayı bastırma ve yabancı askerleri ülkeye getirme sürecine karıştığına yönelik iddialarla Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından da aranıyor. İngiltere merkezli The Times geçtiğimiz günlerde Seyfülislam’ın gelecek cumhurbaşkanlığı seçimlerine adaylığını koyacağını aktardı. Ancak gerçek şu ki, Zintan Devrimcileri yıllar önce serbest bırakıldığını açıkladığından bu yana Seyfülislam'ın nerede olduğu bilinmiyor. Mareşal Halife Hafter ise henüz resmi olarak Libya cumhurbaşkanlığına adaylığını koymadı. Ancak bunu yapmak isteyeceği düşünülüyor. Ne var ki geçen yıl başkente düzenlediği harekatın engellenmesi sonucunda “Trablus’ta yenilgiye uğratılması” imajını büyük ölçüde zedeledi. Ayrıca Batı Libya'daki aktörler de bu başarısız saldırısını aralık seçimlerine adaylığını koymasını istememelerinin gerekçesi olarak kullanıyorlar.
Libya Temsilciler Meclisi önümüzdeki parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinin nasıl yapılacağını henüz açıklamadı. Ancak 1 Temmuz’a doğru açıklama yapması bekleniyor. İkinci Berlin Konferansı’nın sonuçlarına göre başta ABD olmak üzere Libya’daki seçimlerin zamanında yapılmasına yönelik bir istek var. Temsilciler Meclisi seçimlerin anayasal dayanağı üzerinde uzlaşamazsa, 74 üyeli Libya Siyasi Diyalog Forumu (LSDF) senaryosu tekrarlanacak gibi görünüyor. LSDF bu yılın başlarında Cenevre’de Fayiz es-Serrac başkanlığındaki UMH’nin yerine Muhammed el-Menfi liderliğinde yeni bir Başkanlık Konseyi ve Abdulhamid ed-Dibeybe başkanlığında yeni bir Uluslararası Birlik Hükümeti seçmişti.

Askeri kurumun birleştirilmesi
Libyalı taraflar ve yurt dışındaki destekçileri arasındaki gözle görülür fikir ayrılıkları olması nedeniyle Libya askeri kurumunu birleştirmeye yönelik girişimler halen yerinde sayıyor. Batı Libya’da açık bir şekilde Türkiye tarafından, gizliden gizliye ise ABD tarafından desteklenen taraflar, Mareşal Halife Hafter’in LUO Komutanlığı yetkisini kabul etmezken Hafter, Batı Libya’da kaybetmesine rağmen denklemde çıkarılması kolay görünmüyor. Hafter’i savunanların başlattığı Onur Operasyonu sayesinde Libya’nın silahlı İslamcı grupların eline düşmesini engelleme konusunda oynadığı büyük role atıfta bulunuyorlar. Pek çok zorluğa rağmen Onur Operasyonu, düzenli kuvvetlerin bir kısmını yeniden kurmayı ve içlerinde DEAŞ ve El-Kaide bağlantılı grupların da bulunduğu silahlı İslamcı grupları büyük şehirlere (Bingazi ve Derne gibi) girmelerinin ardından ülkenin tüm doğusundan çıkarmayı başarmıştı. Ancak Hafter’in doğuda elde ettiği zaferler Türkiye’nin işin içine dahil olması ile batıda tekrarlanamadı. Daha da ötesi, Mısırlılar Sirte’den Cufra’ya uzanan ve doğu Libya’ya yönelik operasyonun durdurulmasına yardımcı olan kırmızı bir çizgi çekmemiş olsaydı, Hafter’in durumunun çok daha kötü olacağına yönelik bir görüş var. Bununla birlikte doğudaki askeri kurum ile batıdaki ordu arasındaki temaslar, Birinci Berlin Konferansı sonucunda oluşturulan 5+5 Komitesi aracılığıyla devam ediyor. Komite, geçen yıl ekim ayından bu yana yürürlükte olan ateşkesin kalıcı hale getirilmesini ve doğu ve batı Libya arasındaki sahil yolunun (Sirte-Misrata yolu) açılmasını tartışıyor.

ABD’nin tavrı ve “Hafter sorunu”
Eski ABD Başkanı Donald Trump yönetimi Mareşal Halife Hafter’den memnundu ve hatta eski Güvenlik Danışmanı John Bolton’ın da dediği gibi hızlı olması şartıyla Trablus taarruzunu onaylamıştı. Ancak görünen o ki yeni ABD yönetimi selefinden farklı düşünüyor. Biden yönetimi şu an ABD'nin Trablus Büyükelçisi ve aynı zamanda Libya Özel Temsilcisi olan Richard B. Norland tarafından oluşturulan politikayı izliyor. Norland’ın Hafter ile ilişkisinin iyiye gitmediği herkesçe biliniyor. Öyle ki Norland, 2019’da büyükelçi olarak atandığı günden bu yana Hafter’in Trablus’a yönelik saldırısını engellemek için çalıştığını açıkça söylüyor.
ABD Yakın Doğu Asya İşlerinden Sorumlu Dışişleri Müsteşarı Joey Hood perşembe günü düzenlediği basın toplantısında Hafter’i eleştirerek LUO’nun ülkenin güneyinde yaptığı son saldırının kabul edilemez olduğunu söyledi. Ancak LUO bölgede DEAŞ’a bağlı hücrelerin en az iki saldırı düzenlemesi üzerine terörle mücadele etmek için böyle bir saldırı başlattığını savundu. DEAŞ’ın düzenlediği intihar saldırısı ordudan üst düzey bir yetkilinin yaşamına mal olmuştu. Hood, Hafter'in saldırısı ve DEAŞ'ın aktif olduğu Cezayir sınırının kapatıldığı duyurusuna ilişkin konuşmasında şu ifadeleri kullandı:
“Sınırların kapatılması gibi tek taraflı eylemler uluslararası toplum tarafından desteklenmiyor. Böyle bir şeyin siyasi geçiş sürecine zarar vereceğini düşünüyoruz. LSDF’ye göre Libya kanunları uyarınca Libya ordusunun komutanının işlerini yürüten Başkanlık Konseyi’dir. LUO şu ana kadar siyasi sürecin yol haritasını destekledi. Aralık ayında yapılacak ulusal seçimlere riayet etmek de dahil olmak üzere bunu yapmaya devam etmesi gerekiyor.”
ABD tarafından gelen bu sözler, Trablus yetkilileri ile LUO güçleri arasındaki çatlağı daha da derinleştiriyor. Bu çatlak, Abdulhamid Dibeybe başkanlığındaki yeni hükümetin Misrata’da düzenlenen askeri bir geçit törenine katılıp Hafter’in Onur Operasyonu’nun yıl dönümü münasebetiyle doğu Libya’da düzenlediği büyük askeri geçit törenine katılmaktan kaçınmasında da açıkça görüldü. Bu tavır, batı hükümetinin Türkiye’nin eğittiği güçlere sadık olduğunu gösteriyor. Bu çatlak DEAŞ’ın son saldırılarının ardından Hafter’in ülkenin güneyinde operasyonlar başlatmasıyla da derinleşti. Nitekim Başkanlık Konseyi üyeleri, Libya ordusunun liderliğinin Hafter’e değil kendilerine ait olduğunu belirterek Hafter güçlerinin güneyde başlattığı harekâta karşı olduklarını duyurdular.



HDK, Güney Kordofan'daki BM karargahına saldırdı: Altı Bangladeşli asker öldürüldü

Sudan'ın kuzeyindeki bir beldede devriye gezen HDK üyeleri (Arşiv - AP)
Sudan'ın kuzeyindeki bir beldede devriye gezen HDK üyeleri (Arşiv - AP)
TT

HDK, Güney Kordofan'daki BM karargahına saldırdı: Altı Bangladeşli asker öldürüldü

Sudan'ın kuzeyindeki bir beldede devriye gezen HDK üyeleri (Arşiv - AP)
Sudan'ın kuzeyindeki bir beldede devriye gezen HDK üyeleri (Arşiv - AP)

Sudan’da Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) dün, kuşatma altındaki Güney Kordofan eyaletinin yönetim şehri Kadugli şehrine insansız hava aracı (İHA) ile düzenlediği bir saldırıyla şehirdeki Birleşmiş Milletler (BM) karargahını hedef aldı. Saldırıda en az altı Bangladeşli asker öldürüldü. Öte yandan şehirdeki bazı insani yardım kuruluşları ve BM ajansları, kötüleşen güvenlik durumu nedeniyle personelini tahliye etmeye başladı.

BM Abyei Geçici Güvenlik Misyonu (UNISFA) tarafından yapılan açıklamada, Kadugli'deki BM merkezine düzenlenen İHA’lı saldırıda ‘altı askerin öldürüldüğü ve altı askerin yaralandığı’ duyuruldu. UNISFA tüm kurbanların Bangladeşli olduğunu ekledi.

Öte yandan Bangladeş Başbakanı Muhammed Yunus, yaptığı açıklamada olaydan dolayı ‘derin üzüntüsünü’ dile getirdi.

BM Genel Sekreteri António Guterres ise Sudan'daki UNISFA askerlerine yönelik saldırıların ‘haksız ve savaş suçu niteliğinde’ olduğunu vurguladı.

Guterres, sosyal medya platformu X hesabından yaptığı paylaşımda, UNISFA askerlerini hedef alanlardan hesap sorulması çağrısında bulundu.

Sudan Egemenlik Konseyi saldırıyı kınadı

Öte yandan Sudan Geçiş Dönemi Egemenlik Konseyi, saldırıyı ‘uluslararası insani hukukun ciddi bir ihlali ve açık bir ihlali’ olarak nitelendirdi.

Konsey tarafından yapılan açıklamada, ‘korunan bir BM tesisini hedef almanın, organize terörizme eşdeğer tehlikeli bir tırmanış ve suç teşkil eden bir davranış olduğu, uluslararası hukuku kasıtlı olarak hiçe saydığı’ vurgulandı.

sd
Sudan ordusu komutanı Korgeneral Abdulfettah el-Burhan (AFP)

Saldırıdan HDK’yı sorumlu tutan konsey, BM ile uluslararası topluma BM tesislerinin korunması için ‘kararlı tutumlar ve caydırıcı önlemler almaları’ çağrısında bulundu.

HDK dün, kuşatma altındaki Güney Kordofan eyaletinin yönetim şehri Kadugli şehrine İHA’lı saldırı düzenleyerek BM karargahını hedef aldı ve en az altı sivili öldürdü. Bunun üzerine şehirdeki bazı insani yardım kuruluşları ve BM ajansları, kötüleşen güvenlik durumu nedeniyle personelini tahliye etmeye başladı.

Sudan Geçiş Dönemi Egemenlik Konseyi, saldırıyı ‘uluslararası insani hukukun ciddi bir ihlali ve açık bir ihlali’ olarak nitelendirdi. Konsey tarafından yapılan açıklamada şu ifadeler yer aldı:

“Korunan bir BM tesisini hedef almak, organize terörizme eşdeğer tehlikeli bir tırmanma ve suç teşkil eden bir davranış olup, uluslararası hukuku kasıtlı olarak hiçe sayma ve insani yardım ve uluslararası misyonların çalışmalarını doğrudan tehdit etme anlamına gelir.”

dfrgt
BM Genel Sekreteri António Guterres (Reuters)

HDK, bu saldırıyı, BM Genel Sekreteri António Guterres’in HDK’yı ‘kötü güçler’ olarak nitelendirdiği, HDK’nın ise BM'yi ‘çifte standart’ uygulamakla suçladığı açıklamasından iki sonra gerçekleşti.

Birçok kaynak, HDK'nın Kadugli şehrine İHA’lı saldırı düzenlediğini bildirdi. Şehirde dumanlar yükseldiği görüldü. Fransız Haber Ajansı AFP’ye konuşan bir sağlık kaynağı, BM karargahına düzenlenen İHA’lı saldırıda en az altı sivilin öldüğünü söyledi.

Bölge sakinleri kaçıyor

Sudan merkezli bir haber sitesi, HDK'ya bağlı Sudan Kurucu İttifakı’nın (Te’sis) perşembe günü Kadugli sakinlerine askeri çatışma ve operasyon bölgelerini terk etmeleri çağrısında bulunduğunu aktardı. Haberde, bu çağrının bölge sakinleri tarafından geniş çapta dikkate alındığı, bu göç dalgasının savaşın patlak vermesinden bu yana en büyük dalga olduğu ve bölgeden kaçanların çoğunluğunun kadınlar, çocuklar ve yaşlılar olduğu belirtildi.

Al Sudania News sitesi, Sudan Kurucu İttifakı liderinin yaptığı açıklamada, ittifakın ‘sivilleri korumaya ve Kadugli'den gönüllü tahliyeleri kolaylaştırmaya tam olarak kararlı olduğunu’ söylediğini aktardı.

İttifak lideri, ‘tüm vatandaşlara hayatlarını korumak için çatışmalardan uzak durmaları çağrısını’ yineledi.

Bu gelişmeler yaşanırken Güney Kordofan eyaletinde askeri çatışmalar daha fazla bölgeye yayılıyor ve bunların sivillerin insani durumuna etkisi konusunda endişeler artıyor.

Sudan Ordusu, Güney Kordofan eyaletindeki Kadugli, Dilling ve Abu Jubayhah olmak üzere son üç şehri kontrol ediyor.

Sudan Kurucu İttifakı, geçtiğimiz temmuz ayında, Muhammed Hasan et-Taişi liderliğinde paralel bir hükümetin kurulduğunu açıklayan HDK'nın da dahil olduğu bir siyasi ittifak.

Hartum'da kitlesel gösteriler düzenlendi

Öte yandan dün binlerce Sudanlı, başkent Hartum ve ülkenin diğer şehirlerinde kitlesel gösteriler düzenleyerek, HDK'ya karşı savaşan orduyu destekledi. HDK ise, ülkedeki savaşı sona erdirmek için gösterdiği çabaları boşa çıkarmak amacıyla uluslararası toplumun önünde vatandaşları istismar etmemesi konusunda uyarıda bulundu.

Yürüyüşler, Sudan ordusu ile birlikte savaşan silahlı gruplar ve İslamcı hareketlerle koordineli olarak Seferberlik ve Halk Direnişi Yüksek Komitesi’nin çağrısı üzerine düzenlendi.

efrgt
Cumartesi günü Port Sudan'da ordu yanlısı yürüyüş (AFP)

Seferberlik ve Halk Direnişi Yüksek Komitesi lideri Korgenereal Beşir Mekki el-Bahi, geçtğimiz ay, Kordofan’ın tüm cephelerinde orduyu desteklemek için genel seferberlik ilan edildiğini ve bazı eyaletlerde eğitim kamplarının açıldığını duyurdu.

Bahi, komite tarafından yayınlanan açıklamasında şunları söyledi:

“Bu yaygın halk ayaklanması, Sudan halkının gerçek iradesini yansıtıyor ve ulusal devlet kurumlarının üzerinde hiçbir meşruiyet olmadığını teyit ediyor.”

Şarku’l Avsat, aralarında Hartum, Port Sudan, Medeni, Dongola, Sennar ve Halfa’nın bulunduğu, Sudan ordusunun kontrolündeki eyaletlerin başkentlerinde düzenlenen yürüyüşleri yerinde takip etti.

HDK'nın yaygın ihlallerine tanık olan El Cezire eyaletinin merkezindeki onlarca belde ve küçük köyde de dayanışma gösterileri düzenlendi.

Protestocular, Sudan ordusuna destek çağrısı yapan pankartlar açarken ‘Tek ordu, tek halk’ sloganları attı. Bazı protestocular ise HDK'nın terör örgütü olarak sınıflandırılması çağrısında bulunan sloganlar attı.

Öte yandan başta Sivil Demokratik Devrimci Güçler İttifakı (Sumud) olmak üzere savaş karşıtı güçler, ‘Barışa ve demokrasiye evet. Savaşa, askeri yönetime hayır’ sloganıyla sosyal medyada yaygın olarak paylaşımların yapıldığı bir kampanya başlattı.


Polis şiddeti iddiası Tunus sokaklarını karıştırdı

Başkent Tunus'ta Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said'in politikalarına karşı düzenlenen protesto gösterisinden bir kare (EPA)
Başkent Tunus'ta Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said'in politikalarına karşı düzenlenen protesto gösterisinden bir kare (EPA)
TT

Polis şiddeti iddiası Tunus sokaklarını karıştırdı

Başkent Tunus'ta Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said'in politikalarına karşı düzenlenen protesto gösterisinden bir kare (EPA)
Başkent Tunus'ta Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said'in politikalarına karşı düzenlenen protesto gösterisinden bir kare (EPA)

Tunus’ta bir adamın polis kovalamacasının ardından ailesinin ifadesine göre kendisine uygulanan şiddet sonucu hayatını kaybetmişti. Reuters'a konuşan görgü tanıkları, Tunus polisi ile bir kişinin uğradığı şiddet sonucu hayatını kaybetmesini protesto eden öfkeli gençler arasında dün gece üst üste ikinci kez çatışmaların çıktığını söylediler.

Tunus’taki bu tür şiddetin karıştığı protesto gösterileri, ülkede 2011 yılındaki Arap Baharı ayaklanmalarını tetikleyen devrimin yıl dönümü yaklaşırken yetkililer arasında protestoların diğer bölgelere de sıçrayabileceği endişesini artırıyor.

Tunus, çeşitli alanlarda artan protestolar ve grevlerin yanı sıra Tunus Genel İşçi Sendikası'nın gelecek ay ülke çapında grev çağrısı yapmasıyla birlikte, siyasi ve sosyal gerilimin tırmandığı bir dönemden geçiyor.

Son haftalarda, binlerce protestocu, ülkenin güneydeki Gabes kentinde hava kirliliğinin başlıca kaynağı olduğunu söyledikleri bir kimya fabrikasının kapatılması talebiyle protesto gösterisi düzenledi.

Öte yandan polis şiddeti sonucu öldüğü iddia edilen adamın yakınları, şahsın ehliyetsiz motosiklet sürerken polis tarafından takibe alındığı, dövüldüğü ve hastaneye kaldırıldığını, ancak daha sonra hastaneden kaçtığını, ancak dün kafasındaki bir kanama nedeniyle hayatını kaybettiğini söyledi.

Olayla ilgili henüz resmi bir açıklama yapılmadı.

Yerel kaynaklar ve basın, Kayravan Valisi’nin durumu yatıştırmak amacıyla, dün hayatını kaybeden kişinin ailesini ziyaret ettiğini ve hangi şartlarda öldüğünü belirlemek ve sorumluları tespit etmek için soruşturma açma sözü verdiğini bildirdi.

İnsan hakları örgütleri, Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said'i muhaliflerini bastırmak için yargı ve polisi kullandığını iddia ediyor. Ancak Cumhurbaşkanı Said, hakkındaki bu suçlamaları kategorik olarak reddediyor.


(Video haber) Avustralya'da Yahudilerin Hanuka Bayramı kutlamaları sırasında silahlı saldırı: En az 10 ölü

Medyada dolaşan bir fotoğrafta saldırının failleri görülüyor.
Medyada dolaşan bir fotoğrafta saldırının failleri görülüyor.
TT

(Video haber) Avustralya'da Yahudilerin Hanuka Bayramı kutlamaları sırasında silahlı saldırı: En az 10 ölü

Medyada dolaşan bir fotoğrafta saldırının failleri görülüyor.
Medyada dolaşan bir fotoğrafta saldırının failleri görülüyor.

Avustralya'nın Sidney kentinde bir plajda Yahudilerin Hanuka Bayramı kutlamaları sırasında meydana gelen silahlı saldırıda en az 10 kişi öldü, çok sayıda  kişi yaralandı. İsrail gazetesi Yedioth Ahronoth'a göre olay sırasında yaklaşık 2 bin kişi panik içinde tahliye edildi ve birçoğu sığınaklara sığındı.

Öte yandan Avustralya polisi tarafından bugün yapılan açıklamada, olay nedeniyle Bondi Plajı'ndan uzak durulması çağrısı yapıldı. Polis daha sonra, silahlı saldırının ardından iki kişinin gözaltına alındığını duyurdu.

Şarku’l Avsat’ın Fransız Haber Ajansı AFP’den aktardığı  habere göre bir görgü tanığı, ‘siyah giysili iki kişinin’ plajda ateş açtığını söyledi.

dfgthy
Avustralya medyasında yayınlanan, saldırganlardan birine ait bir fotoğraf.

Avustralya medyası tarafından yayınlanan saldırganlardan birinin fotoğrafı

Öte yandan İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog, saldırıyı ‘Yahudilere yönelik acımasız bir saldırı’ olarak nitelendirerek kınadı.

uı89o
Kurtarma ekipleri, Sidney sahilinde meydana gelen silahlı saldırının ardından yaralı bir kişiyi taşıyor (AP)

Herzog, açıklamasında şunları söyledi:

“Sidney'deki kardeşlerimiz, Bondi Plajı'nda Hanuka'nın ilk mumunu yakmaya giden Yahudilere yönelik acımasız bir saldırıda kötü niyetli teröristler tarafından saldırıya uğradı.”

Görgü tanıkları, kutlamaya katılanların saldırı mahallinden panik halinde kaçtıklarını söylerken yerel medya, silahlı saldırganların olay yerinden kaçtığını ve yetkililerin yoğun bir arama çalışması yürüttüğünü bildirdi.