Fikir farklılığı ve görüşlere saygı

Akademik tarafsızlık ve düşünsel soyutlanma, soyut gerçeklere başvurduğunda sahibinin yetkin ve objektif olmasını sağlar.

Rahmetli Mısır cumhurbaşkanı Muhammed Enver Sedat (AFP)
Rahmetli Mısır cumhurbaşkanı Muhammed Enver Sedat (AFP)
TT

Fikir farklılığı ve görüşlere saygı

Rahmetli Mısır cumhurbaşkanı Muhammed Enver Sedat (AFP)
Rahmetli Mısır cumhurbaşkanı Muhammed Enver Sedat (AFP)

Mustafa Feki
Yıllardır Londra'da yaşayan bir arkadaşım var. Temiz bir geçmişi olan, Mısır ve Arap düzeyinde kamusal hayata ilgisini kesmeyen bir adam. Evet, Sayın Emin el-Gafari’yi kastediyorum. Bana göre, kendisi rahmetli lider Cemal Abdunnasır'ın adının ve kapsamlı tarihinin bekçiliğini temsil ediyor. Onu bu konuda ancak neredeyse dönemi boyunca kendisini düşünce ve eylem olarak Abdunnasır’a adayan büyük dostum Profesör Sami Şeref geçebilir. O da halen Nasırcılığına sarılmış ve yarım asır önce vefat eden lidere olumsuz bir şekilde temas eden herhangi bir tartışmaya karşılık vermek için hazır bekliyor gibi görünüyor. İkisi de – Sami Şeref ve Emin Gafari- sadece peygamberlerin günahsız olduğunu ve Abdunnasır’ın günahları ve sevaplarıyla Ortadoğu’da büyük bir şahsiyet olduğunu biliyorlar.
Bu satırları yazmamın nedenine gelince, farklı fikirlere sahip olma hakkı ve görüşlere saygının gerekliliği hakkında yazmak konusunda yakamı bırakmayan arzudur. Bu konuda İmam Şafii’nin (r.a.) şu sözünden destek alıyorum: “Benim tezim yanlış olma ihtimali olan bir doğrudur. Başkasının tezi de doğru olma ihtimali olan bir yanlıştır.” Voltaire de İmam Şafii’nin bu sözünü sanki Batı kültürüne şu ünlü sözüyle nakletmiştir: “Fikirlerinize katılmıyorum ama o fikirleri serbestçe ifade edebilmeniz için canımı veririm.” Dostumuz Emin Gafari, ünü dört bir yana yayılmış ve tanınmış Temmuz Devrimi liderini - her zaman olduğu gibi - şiddetle savunduğu bir mektubu bana göndermiş. Söylediklerinin çoğuna katılabilirim, ama beni inciten husus, şahsen epey değer verdiğim büyük bir isme sığınarak yapılan imalar ve iğneleyici sözlerdi. Bahsettiğim şahıs merhum yazarımız Profesör Ahmed Bahaeddin ve bu yılın başında yayınlanan anılarımda açıkça belirttiğim gibi onunla Kahire ve Londra'da yakın bir ilişkim oldu.
Sayın Gafari’nin bu yorumları yapmasının nedeni ise “Kahire Kale Katliamı’ndan Tashih Hareketi”ne başlıklı yazım. Bu yazıda Kale Katliamı ve Tashih Hareketi olaylarını temel alarak iktidarı hızla tekeline alma konusunda Kavalalı Muhammed Ali Paşa ile Enver Sedat arasında bir mukayese yaparak eleştiride bulunmuştum. Aslında bilinen adı Tashih Devrimi ama ben kendisini hareket olarak tanımlamayı tercih ediyorum çünkü buna olanak tanıyan entelektüel içerikten ve popüler ivmeden yoksundu. Tashih Hareketi, Nasır döneminin bazı sembol isimlerinin tutuklanması ve çoğunun sadece istifalarını sundukları için yıllarca hapis yatmasıyla sonuçlandı. Sedat’ın sahip olduğu deha ve kurnazlık, bu doğal davranıştan (istifa) faydalanarak, hızlı bir yargılama ile bu kişileri cezaevine göndermesini sağladı. Bu yargılamalar sırasında bazı kişiler, hukuk ve yargı erbabından Sedat ile çalışanların yanı sıra bilhassa edebiyat ve basın alanından sembol isimler de rol oynadılar.
Gerçek şu ki, bu yazımda ne Abdunnasır’ı hedef tahtasına oturtarak Sedat'ı desteklemek ne de Sedat'ı hedef tahtasına oturtarak Abdunnasır’ın büyüklüğünü övmek istedim. Bu aklıma ve düşünce tarzıma çok uzak. Ama bir yanda Muhammed Ali ile diğer yanda Abdunnasır ve Sedat arasında benzerlikler buldum. Gerek Muhammed Ali gerekse Abdunnasır, Arap ve bölgesel düzeylerde Mısır'ın artan rolü aracılığıyla Ortadoğu'da ulusal veya yayılmacı bir proje konusunda hevesliydi. Yine her ikisi de dini siyasi hayata alet etmediler ve laik ya da yarı laik olmayı tercih ettiler. Aynı şekilde, Muhammed Ali'nin yayılmacı anlayışı ile Abdunnasır'ın ulusal projesi arasındaki fark bir yana, ikisi de geniş bölgesel çekişmelere dahil oldular. Muhammed Ali ile Enver Sedat arasındaki benzerliğe gelince, bahsettiğim gibi bir yıldırım tasfiye hareketi ile iktidarı tekellerine alma tarzlarıdır. Muhammed Ali bunu 1811’de Kale Katliamı, Sedat da 1971’deki Tashih Hareketi ile gerçekleştirdi. Ayrıca, ikisi de - Muhammed Ali ve Sedat - uluslararası değişkenler ve bölgesel çatışmalar üzerine oynamakta ustaydılar.
Kavalalı Muhammed Ali Osmanlı padişahına karşı kendi yönetimini, Enver Sedat da sol ve Nasır döneminin kalıntılarına karşı kendisini desteklemeye Batı’yı ikna etmeyi başardılar. Benim ve Gafari arasındaki ihtilaf, herhangi bir siyasi hayranlık veya düşünsel eğilimden bağımsız olarak, üç lider hakkında hiçbirinin tarafını tutmadan tamamen metodolojik bir bakış açısıyla karşılaştırma yapmış olmam. Çünkü akademik tarafsızlığın ve düşünsel soyutlanmanın, soyut gerçeklere başvurduğunda sahibinin yetkin ve objektif olmasını sağladığını biliyorum. Dolayısıyla yanlı olmadan Nasır'ın meslek hayatımda üzerimde iyilik sahibi olduğunu, salt bir devlet başkanından ziyade efsane kavramına daha yakın olduğunu kabul etmem yeterli. Ancak dediğimiz gibi doğruları gibi hataları da var. Bazı Nasırcı dervişlerin, herhangi bir tartışmada rahmetli devlet başkanı Abdunnasır’ın adının geçmesinin, ona karşı bir dokundurma ve ima, tarihine saygısızlık taşıdığına inandıklarını düşünüyorum. Oysa durum kesinlikle böyle değil. Mao Zedong, Cevahirlal Nehru, Charles de Gaulle, hatta Asya’da Gandhi, Afrika’da Mandela, keza Avrupa’da Napalyon’un dosyaları önyargısız veya eğilimsiz bir biçimde açılabilir. Bu nedenle burada büyük üstat Ahmed Bahaeddin’in sözünü tekrarlıyorum, kendisi rakiplerine şöyle derdi: “Ayrım yapmaksızın başkalarına ait tüm dosyaların açılması şartıyla dosyamı memnuniyetle açabilirsiniz.” Ben her liderin dönemi ile uzlaştırılması gerektiğine inananlardanım. Liderler kendi dönemlerinin koşullarının çocuklarıdır ve - örneğin – şimdi, yaklaşık 60 yıl sonra Abdunnasır'ı Yemen savaşına katılmaya iten nedenleri tartışamam.
Muhammed Ali döneminden ve onu tahta oturtan din adamlarından, Ömer Makram’ın da aralarında olduğu din adamlarını Mısır'ın başkentinden çok uzağa sürülmelerinden bahsettiğimde, bunu Abdunnasır’ın Müslüman Kardeşler’in karanlığına ve çağın ruhunu görmezden gelen bir mantıkla hakimiyeti temel alan fikirlerine karşı yürüttüğü aydınlık savaşa benzettim. Profesör Gafari, Abdunnasır’ın Müslüman Kardeşler konusundaki tutumunu benim de karşı çıkmadığım bir şekilde gerekçelendiriyor. Ancak bu, dini düşünceyle (her biri kendi sebepleriyle) yüzleşmekte Muhammed Ali ile karşılaştırılmasını geçersiz kılmıyor. Ancak nihai sonuç, Batı'nın Muhammed Ali örneğinde 1840 Londra Anlaşması, Cemal Abdunnasır örneğinde 1967 yenilgisiyle yayılmacı ve milliyetçi projeleri vurmakta başarılı olduğudur. Sanırım sevgili arkadaşım, bu tartışmayı Nasırcı liderliğe karşı bilinen saygı ve takdir duygularını ifade etmek için bir fırsat olarak gördü. Bu vesile ile onun ve benim hocam olan Ahmed Bahaeddin’e olan derin takdirimizi hatırlatan bir imada bulunmadan geçmeyelim. Ancak satırlar arasında fark ettim ki Profesör Gafari mektubunu sadece bana değil, benim değinmediğim hatta belki de onlara verdiği karşılığı paylaştığım iddiaların sahiplerine de karşılık olarak yazmış. Bu noktada bir kez daha geçmişten bir söze başvurabiliriz; Abbasi döneminde bir imam münazaradaki rakibine “sizinle aramızda cenazeler var” demişti. Abdunnasır’ın cenazesi, ulusal liderlerin cenaze törenleri tarihinde bir benzeri olmayan halk kalabalığı ve kitlesel cenaze töreni ile benzersiz bir tarihsel tanıklıktır. Bu nedenle son olarak şunu söylüyorum; ey Emin Gafari, tarihe merhamet edin diyorsunuz, ben de size tarihe en çok saygı duyan ve bağlı olan, tüm görüşlere saygı duymayı ve fikir ayrılıklarının dostlukları bozmadığına inanmayı arzulayanlardanım demek istiyorum.  
*Bu makale Independent Arabia’dan Şarku’l Avsat tarafından çevrilmiştir.

 


Lübnan ordusu: Hizbullah’ın askeri altyapısı neredeyse yok edildi

İsrail ordusunun aylarca bombardımana tuttuğu Lübnan'da ateşkes sevinçle karşılanmıştı (Reuters)
İsrail ordusunun aylarca bombardımana tuttuğu Lübnan'da ateşkes sevinçle karşılanmıştı (Reuters)
TT

Lübnan ordusu: Hizbullah’ın askeri altyapısı neredeyse yok edildi

İsrail ordusunun aylarca bombardımana tuttuğu Lübnan'da ateşkes sevinçle karşılanmıştı (Reuters)
İsrail ordusunun aylarca bombardımana tuttuğu Lübnan'da ateşkes sevinçle karşılanmıştı (Reuters)

Lübnan ordusu, İsrail sınırındaki Hizbullah altyapısının en az yüzde 90'ının dağıtıldığını bildirdi.

Kimliğinin paylaşılmaması şartıyla AFP’ye konuşan Lübnanlı bir yetkili, Litani bölgesinin güneyinde yer alan Hizbullah yapılanmasının yüzde 90’ından fazlasının dağıtıldığını belirtti.

İsrail’le Lübnan arasında 27 Kasım 2024'te yapılan ateşkes anlaşması kapsamında Lübnan ordusunun, sınır bölgelerindeki Hizbullah karargahlarını kaldırıp buralara konuşlanması talep ediliyor. Bunun karşılığında İsrail ordusunun da ülkeden çekilmesi gerekiyor. Ancak Tel Aviv yönetimi anlaşmayı sıklıkla ihlal ediyor. İsrail birlikleri, Lübnan’ın güneyindeki 5 bölgede asker konuşlandırmayı sürdürüyor. 

Lübnanlı güvenlik yetkilisi, ateşkes kapsamında Hizbullah’a ait yeraltı sığınaklarına ve karargahlarına ordu tarafından el konduğunu söyledi.

Kaynak, kamplardaki mühimmatların çoğunun ya İsrail bombardımanı nedeniyle hasar gördüğünü ya da "stoklanamayacak kadar kötü durumda" olduğunu, bu nedenle ordunun bunları imha ettiğini de sözlerine ekledi.

Askerlerin ayrıca Litani Nehri’nin kuzeyinden güneyine silah transferini önlemek için geçiş noktalarındaki güvenlik önlemlerini artırdığı aktarıldı.

Yetkili, anlaşma uyarınca Lübnan’ın güneyinden çekilmesi gereken Hizbullah’ın orduyla işbirliği yaptığını belirtti:

Hizbullah bölgeden geri çekildi ve 'Ne isterseniz yapın' dedi. Litani'nin güneyinde Hizbullah’a ait bir askeri altyapı kalmadı.

Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn, dün yaptığı açıklamada, anlaşmada üstlerine düşeni yerine getirdiklerini belirtirken, askerlerin bölgede konuşlandırılması önündeki tek engelin İsrailli birliklerin geri çekilmemesi olduğunu söyledi.

Avn, Sky News Arabia’ya verdiği röportajda, güneydeki bölgelerin yüzde 85’inin Lübnan ordusunun kontrolünde olduğunu belirterek, İsrail’in işgalini sonlandırması gerektiğini ifade etti.

Hizbullah’ın lideri Hasan Nasrallah, İsrail ordusunun 27 Eylül’de Beyrut’ta düzenlediği saldırıda öldürülmüştü. Onun yerine geçen Naim Kasım, 29 Mart’taki açıklamasında ateşkes ve silah bırakmaya ilişkin diplomatik kanalları açık tuttuklarını belirtirken, İsrail’in anlaşmaya bağlı kalmaması halinde “başka seçeneklere” başvurulabileceğini söylemişti. 

Lübnan Sağlık Bakanlığı verilerine göre, 8 Ekim 2023'ten bu yana İsrail saldırıları yüzünden 1106'sı kadın ve çocuk, 222'si sağlık çalışanı 4 binden fazla kişi öldü, neredeyse 17 bin kişi de yaralandı. 

Independent Türkçe, Times of Israel, Arab News