Yemen Genelkurmay Başkanı Sağir bin Aziz Şarku'l Avsat'a konuştu: Sonraki aşama zaferlerle dolu

Marib'in düşmesinin imkansız olduğunu vurgulayan Genelkurmay Başkanı, Arap Koalisyonu’nun orduyu desteklemedeki rolünü "son derece profesyonel" olarak nitelendirdi.

Korgeneral Sağir bin Aziz, Marib'in batısındaki cepheleri teftiş ederken (SABA)
Korgeneral Sağir bin Aziz, Marib'in batısındaki cepheleri teftiş ederken (SABA)
TT

Yemen Genelkurmay Başkanı Sağir bin Aziz Şarku'l Avsat'a konuştu: Sonraki aşama zaferlerle dolu

Korgeneral Sağir bin Aziz, Marib'in batısındaki cepheleri teftiş ederken (SABA)
Korgeneral Sağir bin Aziz, Marib'in batısındaki cepheleri teftiş ederken (SABA)

Yemen Genelkurmay Başkanı Korgeneral Sağir bin Aziz, Beyda kentindeki devam eden askeri operasyon hakkında Şarku’l Avsat’a güncel bilgiler aktardı.
Bin Aziz, Husilerin kendilerini üstün görmelerine karşılık, Yemenlilere Marib'in düşmesinin imkansız olduğuna dair güvence veren bir mesaj olarak değerlendirildiğini belirterek, bir sonraki aşamanın birçok zaferle dolu olduğunu söyledi.  
Korgeneral Aziz, Şarku’l Avsat ile verdiği röportajda, Marib'in bugün özgürlük ve onurlu bir yaşam özlemi çeken ve Arap kimliğiyle ulusal devletlerini inşa etmek isteyen Yemen halkının iradesini temsil ettiğini belirtti. Aziz, siviller ve yerinden edilmiş milyonlarca kişi ile dolu olan Marib’in son aylarda 60'tan fazla balistik füze ve insansız hava aracı ile hedef alındığını ifade etti. Yemen Genelkurmay Başkanı, Yemen halkının meşru hükümet öncülüğünde Husi kuklasına karşı koymak için çabalarını ve yeteneklerini birleştirme zamanının geldiğini vurgulayarak, Beyda'daki mevcut askeri operasyonun tüm ulusal güçlerin dayanışmasının açık bir kanıtı olduğuna dikkati çekti.

- İlk olarak şu anda Marib’de Husi milisleriyle yaşanan askeri çatışmaların durumu hakkında bilgi verebilir misiniz?
Öncelikle Yemen'deki ve genel olarak bölgedeki ırkçı İran projesine karşı vatanın, ulusal kimliğin ve dinin müdafaası için en büyük kahramanlık ve kurtuluş destanlarını saf kanlarıyla yazan ulusal ordumuzun kahramanlarına, direniş güçlerine ve şerefli aşiret üyelerine içten teşekkürlerimi sunuyorum. 
Başkent Sana'nın doğusunda, Marib'in batı tarafındaki çatışmalara gelince, sahadaki gerçekler ve olayların gidişatı yaşananlara en iyi tanık. Bir buçuk yıldan fazla bir süredir İran Devrim Muhafızları'nın doğrudan gözetimi ve desteği ile Marib’e yönelik saldırılar şu ana kadar aralıksız devam etti. Husiler bu saldırılarda balistik füzeler ve patlayıcı yüklü insansız hava araçları (SİHA) da dahil her türlü ağır ve hafif silahları kullanıyor. Sadece son birkaç ay içinde 60'tan fazla balistik füze ve bir dizi SİHA Marib şehrine düştü. Husi grubu, binlerce kişiyi kandırarak savaş cephelerine gönderdi ve devletin, vatandaşın, işçinin ve tüccarın parasından yararlanarak maddi ve lojistik destek sağladı. Bunların hepsi Marib'i devirmek içindi. Ancak bunların hepsi havada kaldı ve arkalarında koştukları bir seraba dönüştü. Bu, önce Allah'ın yardımı, sonra da ordunun, direniş güçlerinin ve aşiret mensuplarının büyük kahramanlarının fedakarlıkları ile Suudi Arabistan Krallığı'nın önderlik ettiği meşru hükümeti destekleyen Arap Koalisyonu’ndaki kardeşlerin güçlü ve etkili desteği sayesinde sağlandı. Bu efsanevi kararlılık ve niteliksel savaş eylemleriyle düşmana karşı koyuldu ve yetenekleri tükendi. Düşmanın tüm yıkıcı planları suya düştü.

-Marib'in Husilerin eline geçme tehlikesi var mı?
İran tetikçisi ırkçı terörist milisler, Marib'in bugün özgürlük ve onurlu bir yaşam özlemi çeken ve Arap kimliğiyle ulusal devletlerini inşa etmek isteyen Yemen halkının iradesini temsil ettiğini ve bu iradenin yıkılmasının imkansız olduğunu diğerlerinden daha iyi biliyor. Allah'ın yardım ve tevekkülüne dayandığımız haklı ulusal davamızda, mollaların projesini ve araçlarını yakında bozguna uğratacağımızın bilincindeyiz.
 
-Marib savaşında ordunun ve aşiret üyelerinin karşılaştığı en önemli zorluklar neler?
Her savaşa birçok zorluk ve engel eşlik eder. Bilindiği gibi her savaşın kendi özel koşulları vardır. Bizler, Allah'ın yardımı ve Cumhurbaşkanımız Abdurabbu Mansur Hadi'nin temsil ettiği siyasi liderliğimizin çabaları ile Suudi Arabistan liderliğindeki Arap Koalisyonu’ndaki kardeşlerin desteğinın yanı sıra, kahramanların sahadaki çabaları sayesinde bu zorlukların ve engellerin çoğunu aşıyoruz.
Ancak bugün karşı karşıya olduğumuz en önemli zorluğun, İran Devrim Muhafızları'nın devam eden müdahalesi ve Yemen'de doğrudan ya da paralı askerleri aracılığıyla yürüttükleri yıkıcı savaşa artan desteği karşısında tüm dünyanın sessiz kalması olduğuna inanıyoruz. İran rejiminin kapsamlı desteği ile benzeri görülmemiş bir terörizm söz konusu. Uuslararası toplumun bu durumu diğer terör örgütlerinde olduğundan daha farklı bir standartla ele aldığını görüyoruz. Bu da milislerin terörist saldırılarını ve  masum çocuklar ve kadınlara yönelik savaş suçları işlemesini sürdürmesine yol açıyor.

-Sizce Husiler neden Marib'deki sığınmacı kamplarını hedef alıyor?
İran'ın Yemen'deki ve genel olarak bölgedeki projesi, terör, gasp edilmiş toprak ve demografik değişim politikasına dayanıyor. Bu nedenle tüm değerlere, ahlaki ilkelere ve uluslararası hukuka ve kurallara aykırı suçlarına açıkça şahit oluyoruz. Irak'ta, Suriye'de, Yemen'de ve İranlıların ulaştığı diğer her bölgede dünyanın şahit olduğu şey bu. Bu bölgelerde devletin özellikleri ve yaşam ve istikrar ortadan kaldırılıyor. Bu yıkıcı yöntem ile halkın teslim olacağını ve onlara boyun eğip mutlak itaat ederek ve velayet-i fakih sistemini kabul edeceklerini düşünüyorlar.

-Yemen Ulusal Ordusu'nun son dönemde kontrol altına aldıktan sonra Nihm tepeleri ve Cevf kentinden çekilmesinin sebepleri neler?
İran'ın terörist milisleriyle topyekün bir savaş yürütüyoruz. Hükümetin siyasi, ahlaki ve askeri düzeyde her geçen gün daha fazla kazanım elde ettiğine inanıyoruz. Hükümetin Husi milisleriyle yürüttüğü saha savaşları vur-kaç bağlamında yürütülen savaşların sadece bir parçası. Dün bir tepe veya bir bir dağ düşer, yarın geri alırız. Bu milislerle yürüttüğümüz savaşın doğası ve gerçekliği, bir veya iki bölgenin düşmesiyle bitmeyen varoluşsal bir savaştır. Tarihe bakarsanız, halkların özgürlükleri, haysiyetleri ve bağımsızlıkları için verdikleri ulusal savaşların, hak sahipleri oldukları ve haklarının zamanla kaybolmadığı için yetenek farklılıkları olmasına rağmen nasıl sona erdiğini görürsünüz.

-Yemen Savunma Bakanı daha önceki açıklamalarında ordu saflarında yer alan birçok sahte isim ve ifadeden bahsetmişti. Bu sorun çözüldü mü? Bugün mevcut durum nedir?
Bildiğiniz gibi, İran'ın terörist milisleri Eylül 2014'te gerçekleştirdiği darbe operasyonunda başta ordu olmak üzere tüm devlet kurumlarını ele geçirdi. Bu da hükümetin Yemen Silahlı Kuvvetleri’ni yeniden düzenlemeye zorladı. Hiçkimse burada bir hata olmadığını söyleyemez. Her yeniden inşa sürecine hatalar eşlik eder. Ama en önemlisi bu hataların sürekli ve kapsamlı bir şekilde düzeltilmesi ve olumlu somut sonuçların elde edilmesi. Herkes bu çabaların sahaya yansıması ve kahramanlarımızın mücadelelerinin ve fedakarlıklarının meyvelerini toplaması konusunda istekli. Savunma Bakanlığı ve Savunma Bakanlığı liderliğindeki Genelkurmay Başkanlığı hataların düzeltilmesi için büyük çaba sarf ediyor.

-Birçok Yemenli, neden tüm cephelerin aynı anda Husi milislerine baskı yapmadığını ve onları engellemediğini merak ediyor?
Kahramanlarımız istisnasız tüm cephelerde İran'ın terörist milisleriyle mücadele ediyor. Mevcut muharebe ve askeri etkenlerin bir sonucu olarak bir bölgeden diğerine çatışmanın yoğunluğunda bir fark olduğu doğrudur. Ancak düşmanla yapılan savaşlar Stockholm Anlaşması ile sınırlanan sahilde, Taiz ekseninde, beşinci bölge veya Cevf de dahil tüm cephelerde durmadı. Bugün Beyda ordusunun, Amalika Tugayları’nın ve direniş güçlerinin kahramanlarının Beyda’da elde ettiği zaferleri takip ediyorsunuz. Bu zaferler, milislerin savaşın gidişatını kontrol etme ve tüm barış çağrılarını reddederek  masum insanlara karşı daha fazla suç işlenmesi rolünü oynamaya çalışması nedeniyle siyasi ve askeri kanıtları var. Tüm askeri birliklerin tüm cephelerde hazır hale getirilmesi ve artırılması için çabalar devam ediyor. Bundan sonraki aşama pek çok zaferle dolu olacak.

-Hudeyde'deki Ortak Kuvvetler’den veya Amalika Tugayları’ndan, özellikle de buna hazır olduklarını beyan ettikleri için askeri destek almaya açık mısınız?
 İran'ın terörist milislerine karşı yürüttüğümüz savaşta zafer kazanmamızın koşullarından biri, safların birliği ve başta askeri ve güvenlik teşkilatı olmak üzere devlet kurumlarının birleştirilmesidir. Hepimiz bir siperdeyiz ve hedefimiz ortak. Yemenliler Husilerin toplumsal dokuyu parçalama ve devletin bileşenleri arasında böl-yönet politikasını bir silah olarak kullandığını ve kullanacağını biliyor. Yemen halkının Husi kuklalarına karşı karşı koymak için Cumhurbaşkanı Abdurabbu Mansur Hadi'nin temsil ettiği meşruiyetin önderliğinde çabalarını ve yeteneklerini birleştirmesinin zamanı geldi. Beyda'daki askeri operasyonlar, bugün yan yana savaşan ve düşmana ağır kayıplar veren tüm ulusal güçlerin dayanışmasının açık bir kanıtıdır. Bu sayede düşmanın konuşlandığı birçok stratejik konuma ek olarak tüm bölgeleri rekor sürede kurtarabildiler.

-Beyda'daki son zaferler Marib'deki çatışmaları nasıl etkiliyor?
Beyda’daki zaferler, Marib cephesi de dahil olmak üzere tüm cephelerdeki saha gelişmeleri bağlamında geliyor. Askeri operasyonlara ve muharebe planlarına dayanarak elde edilen sonuçlar ve zaferler şüphesiz tüm cephelerde sahaya olumlu yansıyor. Aynı zamanda bu durum, düşmanın kendini üstün görmesine karşılık Yemen halkının, devletin ve çeşitli kurumlarının egemenliğini yeniden tesis etme ve üzerinde anlaşmaya varılan kapsamlı reform sürecini hayata geçirme konusundaki ısrarına dair bir mesaj gönderiyor.

-Suudi Arabistan liderliğindeki Arap Koalisyonu savaşçılarının Marib'de ve diğer cephelerde Yemen ordusunu desteklemedeki rolünü nasıl görüyorsunuz?
Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdülaziz ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman tarafından temsil edilen Krallık'taki kardeşlerin liderliğindeki Arap Koalisyonu’nun rolünü derinden takdir ediyoruz. Arap Koalisyonu, İran'ın terörist milislerine karşı gidişatı belirleyecek savaşta kardeşçe dayanışmasını ve desteğini sundu. Bunun başında,  Arap Koalisyonu savaşçıları tarafından savaşın tüm cephelerinde gösterilen etkili ve güçlü hava desteği geliyor. Bu destek yüksek profesyonellik ile yerine getiriliyor ve Arap bölgesi üzerindeki İran hegemonyasını
reddeden özgür her Yemenli için bir gurur kaynağı anlamına geliyor.

-Husilerle yıllar önce ilk karşı karşıya gelenler arasındaydınız. Sizce Husilerle bir anlayışa varmak ve barış içinde bir arada yaşamak mümkün mü?
 İran'ın terörist milisleriyle olan deneyimlerimiz, İran'ın siyasi veya insani sözlüğünde, diğerlerini kabul ettiklerini veya diğeriyle birlikte yaşadıklarını gösteren hiçbir şey olmadığını doğruluyor. Merhum Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih'e ve diğer birçok lider ve şahsiyetlere karşı ihanet de dahil olmak üzere bu duruma verilecek birçok örnek var. Husilerle birçok antlaşma, akit, ateşkes imzaladılar ancak Husiler bunu ihlal ederek bir hayal haline getirdiler. Onlara çok fazla taviz verildi. Ancak onlar diğerini sadece kendilerine köle veya destekçi olarak kabul ediyorlar. Bunun aksini söyleyen kendini kandırır.

-Marib savaşında Yemen aşiretlerinin rolünü ve genel seferberlik çağrılarına verdikleri cevabı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hiç şüphe yok ki bu savaşta aşiretlerin ve direniş güçlerinin rolü çok önemliydi ve hala da öyle. Aşiret üyeleri ve gençlerinin çoğu, Ulusal Ordu’daki savaşçı kardeşleriyle her bölgede ve cephede omuz omuza savaştı. Bu ulusal savaşta aşiret üyelerinden yaralı ve şehitlerin sayısı, bu rolün büyüklüğünün ve öneminin en büyük kanıtı. Bu destek özellikle genel seferberliğin ilanından sonra sürekli artıyor. Bu bağlamda, adaletsizliği ve köleliği reddeden ve Yemen'in ve halkının haysiyetini savunmak için ayağa kalkan tüm özgür Yemenli kabilelere teşekkür ve takdirlerimizi sunuyoruz.



Andri Snaer Magnason: Günümüzde her şeyi sonuna kadar sömürme eğilimindeyiz

İzlandalı yazar Andri Snaer Magnason, Mantova, İtalya, 10 Eylül 2021 (Getty Images)
İzlandalı yazar Andri Snaer Magnason, Mantova, İtalya, 10 Eylül 2021 (Getty Images)
TT

Andri Snaer Magnason: Günümüzde her şeyi sonuna kadar sömürme eğilimindeyiz

İzlandalı yazar Andri Snaer Magnason, Mantova, İtalya, 10 Eylül 2021 (Getty Images)
İzlandalı yazar Andri Snaer Magnason, Mantova, İtalya, 10 Eylül 2021 (Getty Images)

Nesrein El-Bakhshawangy

Yazar, müzisyen, belgesel film yapımcısı ve çevre aktivisti Andri Snaer Magnason, şiir, roman, tiyatro, çocuk ve genç yetişkin edebiyatı ve bilimsel kitaplar yazarak İzlanda Edebiyat Ödülü'nü tüm dallarında kazanan tek isim. Magnason, “LoveStar: A Novel” (Love Star) adlı kitabıyla 2016 yılında Fransa'da En İyi Yabancı Bilim Kurgu Romanı ödülü de dahil olmak üzere birçok ödül kazandı.

Magnason, 1973 yılında doğdu, İzlanda Dili ve Edebiyatı bölümünde okudu. Ancak çevre ve iklim değişikliği konuları ilgisini çeken yazar, yazılarında başlıca olarak bu konuları ele aldı. Ülkesinin temiz enerjiye geçmesi ve ulusal dilin önemi gibi alanlarda sıkı çalışmalar yapmak üzere 2016 yılında cumhurbaşkanlığı seçimlerinde adaylığını koydu. Çalışmaları İngilizce, Fransızca, Japonca, Arapça ve Türkçe dahil olmak üzere 30'dan fazla dile çevrildi.

İşte Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı İzlandalı yazar Andri Snaer Magnason röportajın tam metni;

*Çevre ve iklim değişikliği hakkında yazmaya ilk olarak ne zaman ilgi duymaya başladınız?

Milenyumun başlarında İzlanda'daki birçok önemli yer kentleşme tehdidi altındaydı. Örneğin, belirli bir kaz türünün dünyadaki en büyük yuvalama alanı sular altında kalmıştı. Bunun gibi tehdit altındaki pek çok yerin yazabileceklerimden çok daha önemli olduğunu hissettim. Bu alanları koruyup koruyamayacağımı, dünyaya bir roman ya da yeni bir kitapla yapabileceğimden daha fazla katkıda bulunup bulunamayacağımı merak ettim. Daha sonra bu düşüncelerimi, bazen doğrudan, kurgusal olmayan bir biçimde, bazen de bilim kurgu, şiir ya da çocuk kitaplarında konu etrafında örmenin bir yolunu buldum ve bunları bir kitaba dönüştürdüm.

LoveStar: A Novel kitabında en son aşkın, ölümün ve dinin sonuna kadar sömürülmesi gerektiğini gösterdim.

Teknoloji ve özgürlük

*LoveStar: A Novel adlı romanınız teknoloji ve özgürlük arasındaki çatışmayı ele alıyor. Sizi bu romanı yazmaya iten neydi?

LoveStar: A Novel oldukça çılgın bir roman. İçinde bulunduğumuz çağın mitlerine karşı ilerleme ve teknoloji dünyasını keşfetmek ve şu anki trajik tanrılarımızı incelemek istedim. Yani Elon Musk ya da Steve Jobs gibi girişimciler dünyada devrim yarattılar, ama aynı zamanda kendilerini de yok ettiler. Onlar bana dünyayı istila eden ve bedenlerini ya da ruhlarını ele geçiren fikirlerin sadece ev sahipleri gibi görünüyorlar. Bu roman sosyal medyanın hayatımıza girmesinden önce yazıldı. Bu yüzden Jobs ve Musk'ın romanın ilham kaynağı olduğunu söylemek yanlış olur. Bu roman onları bu yolculuğa çıkmadan önce yazıldı. Yaklaşan internet çağının vaat ettiklerini, bağlantı ve veri çağını ve bu gelişen teknolojilerin sonuçlarını keşfetmek istedim. Sahte haberler, bilgi balonları ve kişiselleştirilmiş derecelendirmeler kitapta geçse de bunlar o zamanlar gündemde olan konular değildi. George Orwell’ın 1984 adlı kitabını, Kurt Vonnegut ve Aldous Huxley'in eserlerini, kendi zamanlarının gerçekliğine nasıl tepki verdiklerini ve bizim gerçekliğimiz için ne tür bir tepki hayal ettiğimi düşünüyordum. Uluslararası şirketlerin etiği ‘eğer biz yapmazsak başkası yapacak, o yüzden biz de yapmalıyız’ şeklindedir.

sdwcfvrgbt
LoveStar: A Novel adlı romanın kitap kapağı

*Peki bu romanda modern kapitalizmi ve onun toplum üzerindeki etkisini eleştirirken size ilham veren neydi?

Ben bunu daha çok araştırma, taklit ve deney olarak görüyorum. Doğanın ya da insan etkileşimlerinin ve kültürün giderek daha fazla alanının metalaştığını hissettim. Yeni teknolojinin, daha önce mümkün olmayan insan ilişkilerinden yararlanma ve bunlardan faydalanma olanaklarını nasıl açacağını düşündüm. Hiçbir şeyin kendi haline bırakılamayacağına, çağımızda her şeyi sonuna kadar sömürme eğiliminde olduğumuza tanık olmaktan ilham aldım ve bu romanda en son aşkın, ölümün ve dinin sonuna kadar sömürülmesi gerektiğini gösterdim. LoveStar: A Novel, bu 'kaynakları' sonuna kadar kullanmanın yollarını buluyor.

İklim değişikliği meseleleri

*Bize “On Time and Water” (Zaman ve Suya Dair: Bir Buzula Ağıt) adlı kitabı yazma sürecinden bahseder misiniz? Kitabın beyaz perdeye uyarlanma fikri nasıl ortaya çıktı ve filme nasıl hazırlandınız?

Yaşadığım zamanın ve mekânın bir yazarı olarak, bu konu benim için yazılması gereken en önemli konuydu. İklim değişikliği meseleleri üzerine yazılan çoğu yazının ilgi çekici olmadığını ve hatta yapay zeka tarafından yazılmış gibi tahmin edilebilir olduğunu gördüm. Bu konuların akıbetini öngörebildiğimi ve anlatı yoluyla bunlar hakkında beyin fırtınası yapabildiğimi fark ettim. İletişim yeteneği, bilimsel konuları ortalama bir insana açıklamak için büyük önem taşısa da bunun ötesine geçilmesi gerektiğini hissettim. Daha derin bir yaklaşım gerekiyordu. Bu dilden daha büyük bir şey. Zira bu temiz enerji dünyasına doğru bir paradigma değişimiyle ilgili ve bir paradigma değişiminde dil ve normlar yıkılmaya başlar.

ccdfvrbg
On Time and Water romanının kitap kapağı

İçinde yaşadığımız zamanı anlamadığımızı nasıl anlayabiliriz? Kitap ailemle ilgili, büyükannem ve büyükbabam 1950'lerde buzul kaşifleriydi. Kitap, bir yandan da zamanı ele alıyor. Çünkü 2100 gerçekten ne anlama geliyor? Biz bunu nasıl anlıyoruz? Kelimeler ne anlama geliyor? Olaylar 1000 ya da 2000 yıl sonra hala iklim değişikliği olarak adlandırılacak mı yoksa başka bir isimle mi anılacaklar?

Yeni nesillerin ‘nasıl çiftçilik yapılır, nasıl inşaat yapılır, nasıl seyahat edilir?’ gibi pek çok şeyi yeniden keşfetmesi gerekiyor.

Çocuklar ve çevre

*Bir çocuk edebiyatı yazarı olarak, sizce çocukları ve gençleri çevreyle ilgili konularda erken yaşta eğitmek önemli hedeflere ulaşılmasına nasıl yardımcı olabilir?

Çocukların ve gençlerin tüm eğitim metotlarıyla temiz enerjiye geçişin önemi konusunda bilinçlendirilmesinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü geçtiğimiz yüzyılın tasarım yöntemleri, alışkanlıkları ve endüstrisi artık eskidi. Yeni nesillerin ‘nasıl çiftçilik yapılır, nasıl inşaat yapılır, nasıl seyahat edilir?’ gibi pek çok şeyi yeniden keşfetmesi gerekiyor. Benim yaşıma geldiklerinde tüm dünyanın temiz enerjiye ihtiyacı olacak. Bu büyük bir değişim ve zorluk. Bugün doğan bir çocuk 2100 yılı civarında emeklilik yaşına ulaşacak. Şu anda dünyamız gelecekte istikrarlı olacak şekilde tasarlanmamıştır.

tynm
The Casket of Time (Yonder) kitabının kapağı

Bir genç yetişkin romanı olan The Casket of Time'da modern hikayeleri antik destanlarla birleştirirken karşılaştığınız zorluklar oldu mu?

Yeni bir eser yazarken karşılaşılan başlıca zorluk, eserin çerçevesini belirlemektir. Eser bir seri mi olmalı? Üç kitap mı, beş kitap mı? Ya da çok uzun bir kitap olabilir. Ama ben uzun kitaplardan ziyade kısa ve konu odaklı hikayeleri seviyorum. Bu yüzden geleceğin ve geçmişin hikayelerini bir arada örmek ve bunları mantıklı, şaşırtıcı ve izleyiciler için eğlenceli hale getirmek zordu, ama umarım başarmışımdır.

Bir resim bin kelimeden daha fazlasını anlatabilir, ancak bir kelime de bin resimden daha fazlasını anlatabilir.

*Kişisel internet sitenizde “Ben Noam Chomsky ve Lewis Carroll'un gayrimeşru oğluyum” diye yazmışsınız. Onların yazıları çalışmalarınızı nasıl etkiledi?

Chomsky'nin dilbilim teorilerini inceledim. Carroll ise beni vahşi ve eğlenceli hayal gücüyle etkiledi. Kelimelere ve dile olan ilgi ve hayal gücünüzü ne kadar genişletebileceğinizi görmek gibi şeyler zihnimde takılıp kaldı.

*“Dreamland” (Düş ülkesi) kitabınızın belgesel film haline getirilmesiyle birlikte, edebiyatın görsel eserlere dönüştürülmesinin önemini nasıl görüyorsunuz?

Gerek sözlü anlatıcılık gerek kitapta yazılı, gerekse müzikal ya da film olarak olsun hikayelerin farklı ifade biçimleri her zaman ilgimi çekmiştir. Farklı formlardan çok şey öğrendiğimi düşünüyorum. Her ifade biçiminin kendi kuralları ve kendi büyüsü vardır. Bir resim bin kelimeden daha fazlasını anlatabileceği gibi bir kelime de bin resimden fazlasını anlatabilir.

*Sizi 2016 yılında İzlanda cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olmaya iten neydi? Sizce bir şair ve romancı böyle bir makamda ne kadar başarılı olabilir?

İzlanda cumhurbaşkanı devletin bir temsilcisidir. Doğrudan bir gücü olmasa da nüfuzu vardır. Benim gündemim İzlanda dilinin korunmasının önemi konusunda farkındalık yaratmak ve İzlanda'nın iklim değişikliğinin etkileri konusunda küresel bir eylem örneği haline gelmesini sağlamaktı. Cumhurbaşkanlığı daha çok kelimeler, kavramlar ve vizyonla ilgili. Bu, bugün her zamankinden daha önemli olduğu için gündeme getirebileceğimi düşündüğüm bir konuydu.

*Tüm ilgi alanlarınız arasında en çok neyle gurur duyuyorsunuz ve neden?

Belki çocuklarım! Dört tane çocuğum var. Ama birçok ülkedeki insanlara ulaşan çok farklı türde sanat yapma becerimle gurur duyuyorum. İzlandaca yazmak ve çeviri yoluyla Arapça konuşulan ülkelerdeki biriyle konuşmak ve yazının hala sınırları aşabildiğini görmek harika. Bununla gurur duyuyorum.

*Belgesel film yapımcısı olarak yaptığınız çalışmalar yazarlığınızı nasıl etkiledi?

Kariyerimi tarımdaki gibi bir tür ürün rotasyonu olarak görüyorum. Ürün rotasyonunda bir yıl patates ekersiniz, ertesi yıl arpa ve sonra belki de bir yıl boyunca tarlada yabani otların büyümesine izin verirsiniz. Böylece her tarla diğerini besler. Of Time and Water'ı yazarken kendimi bir belgesel film çekiyormuş gibi hissettim. Bilim insanlarıyla, yaşlılarla, Dalai Lama gibi kişilerle röportajlar yaptım. Ama sonra elimdeki malzemenin o kadar büyük olduğunu fark ettim. Bunun kitaplaştırılması gerektiğini düşündüm ve şimdi de bir belgesel film oldu.

*Belgesel filminiz “The Hero's Journey to the Third Pole - a Bipolar Musical Documentary with Elephants” (Kahramanın Üçüncü Kutba Yolculuğu: Fillerle Bir Bipolar Müzikal Belgesel) adlı belgesel filminiz, bipolar bozukluğu olan kişilerle ilişkili ruh sağlığı sorunları ve yaratıcı yetenekler konusunda farkındalık yaratmayı mı amaçlıyor?

Akıl hastalıkları üzerine tartışmak zor ve hassas bir konu. Filmimde, bipolar bozukluk şikayeti olan iki kahramana kendileri hakkında konuşma şansı verdik. Filmde tıpkı hepimiz gibi çok sempatik iki insan görüyoruz. Yani hayatlarının bir noktasında normal biri gibi muamele görüyorlar. Ancak hastalığın depresif evrelerinde karanlık zamanlardan geçerken manik evrelerinde yıldızlara dokunacak kadar coşkulu olabiliyorlar. Ardından farklı bir bilinçle ve hepimizin bir şekilde öğrenebileceği yeni bir insanlık durumu anlayışıyla geri dönüyorlar.