Rusya’nın ABD’nin Suriye’deki kırmızı çizgilerini ihlal etmesinin 10 nedeni

Washington, BMGK kararının onaylanmasını Moskova'yı diyaloga zorlamayacak bir ‘başarı’ olarak görüyor

BMGK üyesi ülkelerin daimi temsilcileri, önceki gün Suriye'ye yardım ulaştırılması için uluslararası bir mekanizma kurulmasına ilişkin oylamaya katıldılar (BM)
BMGK üyesi ülkelerin daimi temsilcileri, önceki gün Suriye'ye yardım ulaştırılması için uluslararası bir mekanizma kurulmasına ilişkin oylamaya katıldılar (BM)
TT

Rusya’nın ABD’nin Suriye’deki kırmızı çizgilerini ihlal etmesinin 10 nedeni

BMGK üyesi ülkelerin daimi temsilcileri, önceki gün Suriye'ye yardım ulaştırılması için uluslararası bir mekanizma kurulmasına ilişkin oylamaya katıldılar (BM)
BMGK üyesi ülkelerin daimi temsilcileri, önceki gün Suriye'ye yardım ulaştırılması için uluslararası bir mekanizma kurulmasına ilişkin oylamaya katıldılar (BM)

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK), ABD Başkanı Joe Biden ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in geçtiğimiz ayın ortalarında Cenevre'de gerçekleştirdikleri görüşmelerinin ardından temsilcileri arasında yapılan ABD-Rusya ‘anlaşması’ ve gizli müzakerelerden sonra Şam'ın rızası olmadan Suriye'ye ‘sınır ötesi’ insani yardımın ulaştırılması mekanizmasının süresini uzatma kararını oybirliğiyle aldığı doğrudur. Ancak karar, Putin’in ABD’nin bunu ‘diplomatik bir zafer’ olarak sunma girişimlerine rağmen, son on yılda Suriye dosyasıyla ilgili Washington ve müttefikleri tarafından belirlenen  ‘kırmızıçizgilere’ yönelik ihlalleri de içeriyordu.
İşte yeni kararla ilgili 10 not:
1 - Tarihi başarı:  Beyaz Saray, Biden ve Putin'in kararın yayınlanmasındaki iş birliğini överken ABD'li bir yetkili, görüşmenin ‘beklediklerinden daha iyi’ olduğunu söyledi. ABD'nin Birleşmiş Milletler (BM) Daimi Temsilcisi Linda Thomas Greenfield da Rusya ile nadir bir durum olan böyle bir iş birliğini memnuniyetle karşıladı. Greenfield, oylamadan sonra yaptığı açıklamada, “ABD ve Rusya’nın Suriye halkının çıkarlarına hizmet eden bir insani girişimi paylaşabilmeleri önemlidir” ifadelerini kullandı. Öte yandan bunu tarihi bir anlaşma olarak nitelendiren Rusya’nın BM Büyükelçisi Vassily Nebenzia, “Rusya ve ABD ilk kez hemfikir olmakla kalmadılar, aynı zamanda tüm BMGK üyelerinin destekleyeceği ortak bir metin geliştirdiler. Bunun yalnızca Suriye’nin değil, tüm Ortadoğu bölgesinin ve tüm dünyanın yararlanacağı bir dönüm noktası olmasını temenni ediyoruz” dedi.
2 - Siyasi diyalog: Washington ve Moskova’nın, büyük tavizler verilerek alınsa da kararla ilgili abartılı tutumları, Suriye ve diğer yerler konusunda aralarındaki siyasi diyalogu yeniden başlatmak istediklerini ve ‘Rusya’nın sınırlandırmalarını’ kabul etmeye hazır olduklarını yansıtıyor. Özellikle de Biden'ın Cenevre'de Putin'e kararın süresinin uzatılmasında iş birliği yapılmasının ‘hayati’ olduğunu söylemesi, ABD’nin Fırat Nehri’nin doğusundaki askeri varlığını, Kürtler ve Şam arasındaki diyalogu, terörle mücadeleyi, Suriye'de kapsamlı bir ateşkesi ve BMGK’nın 2254 sayılı kararının uygulamasını içerebilecek bu diyalogun yeniden başlaması için bir koşul olarak yorumlandı.
ABD-Rusya diyalogunda bazı ilerlemelerin kaydedilmesi halinde, BM Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen’in, 2012 tarihli Cenevre Bildirisi’nin Rus yorumuna Batı’nın yaklaşımı ve 2015 tarihli BMGK’nın 2254 sayılı kararı çerçevesinde yaptırımlar, insani yardım, ateşkes, terörizm ve tutukluların takası gibi konuları içeren ‘adım adım’ yaklaşımıyla ilgili girişiminin yeniden canlandırılmasına kapı açabilir.
3 - ABD’nin tavizleri: Biden yönetiminin Beyaz Saray’a gelişinden bu yana başta Dışişleri Bakanı Anthony Blinken olmak üzere ABD’li üst düzey yetkililer, biri Irak’ta, yedi yıl önce alınan 2165 sayılı BMGK kararı ile ikisi Türkiye’de toplam üç geçiş noktasından Suriye’ye insani yardım ulaştırılması için başlatılan mekanizmayı genişletmek istediklerini açıkladılar. Ancak Washington daha sonra, 2014 yılında hazırlanan 2165 sayılı kararın yürürlükte kalması şartıyla taleplerini Türkiye’deki sınır geçiş noktalarından biri olan Bab el-Heva (Cilvegözü Sınır Kapısı) ile tek geçiş noktasına indirdi.
4 - Yorum savaşı: Washington, yardımların Bab el-Heva Sınır Kapısı’ndan yapılmasını bir yıl daha uzatmayı kabul etti, ancak Moskova buna sadece altı ay ile bağlı kaldı. BMGK’nın Bab el-Heva Sınır Kapısı’na ilişkin kararının son versiyonu, , BM Genel Sekreter Antonio Guterres tarafından hazırlanan operasyonlarda şeffaflık ve insani ihtiyaçların karşılanması için sınır ötesi yardımda ilerleme odaklı kapsamlı raporun yayınlanması çerçevesinde 10 Ocak 2022'ye kadar, yani altı ay daha uzatılmasıyla 10 Temmuz 2022’ye kadar ‘yapıcı bir belirsizlik’ içeriyordu.
ABD'li yetkililer, ‘yasal açıklamanın, kararın otomatik uzatılacağı anlamına geldiğini’ söylerken Ruslar, bunun özellikle ‘operasyonların şeffaflığı ve cephe hatları arasında yardım ulaştırma ve insani ihtiyaçlara cevap verme konusunda kaydedilen ilerleme’ ile ilgili olarak ‘Genel Sekreterin (Guterres) raporuna bağlı’ olduğunu söylüyorlar. Bu altı ayın ardından ortaya bir ‘yorum savaşının’ çıkmasına neden oluyor. Londra merkezli uluslararası insani yardım örgütü Oxfam ise, yalnızca altı aylık bir uzatma ile belirsiz bir geleceğin beklendiğine dair endişelerini paylaştı.
5 - Kararın güncellenmesi: Karar ilk olarak 2014 yılında, yani Rusya’nın 2015 yılı sonundaki doğrudan askeri müdahalesinden ve ABD’nin 2014 sonbaharında Suriye'nin kuzeydoğusuna DEAŞ’la Mücadele Uluslararası Koalisyonu (DMUK) kisvesi altındaki müdahalesinden önce çıkarıldı. Ancak Amerikalı müzakereciler, karar metninin güncellenerek ‘Suriyeli yetkililere’ yönelik eleştirilerin silinmesini ve son yedi yılda gerçekleri yansıtan yeni bir dilin kullanılmasını kabul ettiler. Bu arada karar metninde ‘Suriye'nin egemenliğine ve toprak bütünlüğüne saygı gösterilmesinin’ öngörülmesine rağmen, Şam kararı halen ‘egemenliğin ihlali’ olarak değerlendiriyor.
6 - Erken toparlanma: Washington, Moskova'nın üç kez ‘erken toparlanma’ ifadesi geçen kararda yeni bir dil kullanılması taleplerini kabul etti. Diplomatlar, Avrupa Birliği (AB) Konseyi'nin açıklamasına göre bunun ‘siyasi süreçte somut bir ilerleme kaydedilmesi ve BMGK’nın 2254 sayılı kararının uygulanması öncesinde Suriye'nin yeniden inşasına katkıda bulunmayı reddeden Batılı ülkelerin şartlarını ‘atlatma hamlesi’ olduğunu belirtiyor. Kararda, “İnsani yardım faaliyetlerinin kapsamının, etkilenen nüfusun acil ihtiyaçlarını karşılamaktan daha geniş olduğu ve su, hijyen, sağlık, eğitim ve konut sektörlerinde erken toparlanma projeleri yoluyla temel hizmetlere yönelik desteği de barındırması gerektiği kabul ediliyor” deniliyor.
7 - Yeniden inşa için belirlenen koşullar: Rusya ile Cenevre’de yapılan gizli görüşmelerin yanı sıra Blinken’ın ekibi, Şam'la ‘normalleşmeyi’ reddetmeye ilişkin iki paragrafın silinmesi konusunda kararlıydı. 28 Haziran’da Roma’da düzenlenen Suriye konulu bakanlar toplantısının nihai bildirisinde ‘yeniden yapılanmaya katkıda bulunmak’ konusunda bir takım koşullar belirlendi. Belirtilen paragraflardan birinde Avrupa ülkeleri, “Ancak siyasi süreçte ilerleme olduğunda Suriye’nin yeniden inşası sürecinde yardım sağlamayı düşüneceğiz” ifadelerine yer vermişlerdi. Ancak Roma’daki bakanlar toplantısının nihai bildirisinde bu ifade yer almazken Rusya-ABD anlaşması, ‘toparlama’ finansmanını, insani altyapıyı ve Uluslararası Kızılhaç Komitesi (ICRC) ve diğer kuruluşların faaliyetlerini ‘yasallaştırdı’. Aynı zamanda Şam'daki kuruluşlar da dahil olmak üzere uluslararası insani yardım kuruluşlarını ve ilgili tarafları da bu faaliyetleri desteklemeye çağırdı.
8 - Devlet desteği: Yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınıyla ilgili endişelerin dile getirildiği karar metninde, “Salgın, Suriye’deki sağlık sistemi ve insani durum için büyük bir meydan okumayı temsil ediyor” denildi. Kararda, hiçbir ayrım yapılmaksızın Suriye'nin tüm bölgelerine insani yardım ve Kovid-19 aşılarının sağlanmasını kolaylaştırmak için insani yardım çalışanları, tıbbi personel, kullanılan malzemeler ve ulaşım araçları dahil olmak üzere, herhangi bir engelleme veya gecikme olmaksızın tam ve güvenli insani yardıma erişilmesi gerektiği vurgulandı. Karar metni ayrıca uluslararası bir kararla Suriye hükümetine yardım çemberinin genişletilmesine de kapı aralıyor. Biden yönetiminin Suriye hükümetine uygulanan yaptırımlarda tıbbi malzeme, ilaç, insani ihtiyaçlar ve salgınla mücadele konularında istisnalar sağladığı biliniyor.
Moskova, yaptırımların karar metnine konulması için çalışsa da Washington, Caesar (Sezar) Yasası'nın ABD Kongresi’ne dayalı bir yasa olduğunu kabul etmedi. Fakat yeni karar, Şam ile ‘kapsamlı bir normalleşme yelpazesi’ çerçevesinde daha geniş istisnalara ve hoşgörüye kapı aralıyor.
9 - BM ilkeleri: Karar, ‘ilgili tüm tarafların uluslararası insancıl hukukun ilgili hükümlerine ve insani yardım için BM’nin yol gösterici ilkelerine saygı duyulması gereğini’ şart koştu. Bu da BM’nin iki yıl önce hazırladığı ve Şarku'l Avsat'ın bir kopyasına ulaştığı bir belgenin ihlali anlamına geliyor. Belgede, BM çalışanlarının ‘hesap verebilirliğe’ bağlı kalmaları ve Suriye'de ‘savaş suçlarına karışmış’ kişilerle işbirliği yapmamaları gerektiği vurgulanıyor. Söz konusu belge, ‘yeniden yapılanmaya’ alternatif olarak ‘kalkınmaya’ katkıda bulunmayı isteyen BM’nin Şam'daki ofisinin çalışmalarını kısıtlamayı hedefliyor.
Bu belge, BM tarafından New York'taki genel merkezinde iki sayfa olarak hazırlandı. Uluslararası kurumların çalışmaları için katı standartların yer aldığı belgenin metini şu ifadeleri içeriyordu:
“Suriye hükümetinin ve muhalefetinin temsilcileri arasında kapsamlı, ciddi ve müzakere edilmiş bir siyasi geçiş gerçekleştiğinde BM yeniden yapılanmayı kolaylaştırmaya hazır olacaktır.”
‘Suriye'de Birleşmiş Milletler Yardımına İlişkin Standartlar ve İlkeler’ başlıklı belgede, BMGK’nın 2254 ve 2118 sayılı kararları ve Cenevre Bildirisi çerçevesinde ve BM Tüzüğü’nün yanı sıra ilgili BMGK kararlarının ilkeleri doğrultusunda Suriye’nin tüm bölgelerinde hak edenlere destek ve yardım sağlanması için Suriye'de faaliyet gösteren BM çalışanlarının bu standartlara uyması gerektiği vurgulandı.
10 - Hatlar arası: Moskova, Şam ile ‘normalleşmeyi’ teşvik etmek için Batılı ülkelere Şam’a uygulanan tecridi sona erdirerek ve 2254 sayılı BMGK kararını bir kenara bırakarak Suriye hükümetiyle birlikte çalışmaları için baskı yapmak istedi. Bu nedenle, yardımın Suriye içinde ‘etki alanları’ arasında ‘sınırların ötesine’ ulaştırılmasını şart koştu. Karar, BM Genel Sekreteri’nin hazırladığı raporunun, özellikle erken toparlanma ve sınır ötesi projeler çerçevesinde insani yardım dağıtım mekanizması, yararlanıcıların sayısı, işletme ortakları, teslim edilen malzemenin boyutu ve yapısı gibi BM’nin hatlar arası operasyonlarındaki genel eğilimleri içermesini şart koşuyordu.



Bölgesel güç dengeleri

 İsrail, ilk kez içeride derin bir darbe aldı ve iç hedefler benzeri görülmemiş şekilde vuruldu (AFP
İsrail, ilk kez içeride derin bir darbe aldı ve iç hedefler benzeri görülmemiş şekilde vuruldu (AFP
TT

Bölgesel güç dengeleri

 İsrail, ilk kez içeride derin bir darbe aldı ve iç hedefler benzeri görülmemiş şekilde vuruldu (AFP
İsrail, ilk kez içeride derin bir darbe aldı ve iç hedefler benzeri görülmemiş şekilde vuruldu (AFP

Mustafa Feki

Ortadoğu, Doğu Akdeniz ve Arap Körfezi, son zamanlarda karşılaştıkları krizlerin büyüklüğünü önemli ölçüde vurgulayan benzeri görülmemiş ve zor koşullar yaşadı. Bu krizler, yalnızca sınırlı bir bölgesel sorun olmaktan çıkıp büyük bir uluslararası sorun haline geldiler.

Bölgedeki kanlı diziyle başlarsak, ki bu nihayetinde Filistin topraklarının İsrail tarafından vahşice işgal edilmesinin beklenen bir sonucu gibi görünüyor, 7 Ekim 2023 tarihinin işgalin dirençli Filistin halkına her düzeyde uyguladığı baskının otomatik ve doğal bir sonucu olduğunu hemen fark ederiz. Söz konusu baskı, şiddet döngüsünün genişlemesine ve Gazze'nin mevcut koşulları altında yaşanmaz bir alana dönüşmesine yol açtı. Öldürülmemesi gereken on binlerce çocuk, kadın ve sivili içeren şehit kafileleri her gün birbirini takip ediyor. Karşı karşıya kaldıkları katliamlar hem kardeşlerinden hem de dostlarından hiçbir insani yardım veya destek alamadan katlandıkları zor yaşam koşulları unutulamaz.

Son İran-İsrail çatışmasındaki ateşkesin, Gazze'deki acı verici duruma olumlu bir yansıması olabilir, ne var ki İsrail'in uzlaşmazlığı ve Netanyahu modelinin sabah akşam yaydığı nefret dolu söylemlerin temsil ettiği güç despotluğu, acıların devam edeceğinin, güven ve barış kıyısından hâlâ uzak olunduğunun en iyi kanıtı.

Belki okuyucuyla birlikte ülkelerin ağırlıklarını, gerçekleşen dönüşümlerin doğasını ve bazı tarafların ağırlıkları açısından bölgesel borsa üzerindeki etkilerini düşünebilir ve aşağıdaki kanıtları gözlemleyebiliriz:

İlk olarak, bir yandan Lübnan'da Hizbullah'ın başına gelenlere, diğer yandan Suriye'de yaşananlara bakıldığında, İran toplamda kaybeden gibi görünüyor. Tahran, Esed ailesinin yönetimi boyunca sadakatini sürdüren itaatkar bir müttefikini kaybetti. Buna ilaveten, ABD'nin tam desteğiyle İsrail, İran'ın nükleer projesinin temellerini büyük ölçüde yok etti. İran ayrıca siyasi yaşamının, askeri mevkilerinin ve bilimsel uzmanlıklarının en ön saflarından onlarca şehit verdi.

Burada, İran'ın direndiğini ve inkar edilmesi zor birçok güçlü karşılık verdiğini dolaylı olarak kabul etmeliyiz. İsrail'e gönderdiği füze ve insansız hava araçlarının, on binlerce sakinini İran saldırılarından kaçmak için sığınaklara yönelmeye zorladığını itiraf etmeliyiz. Ancak, bu elbette, İsrail Hava Kuvvetleri'nin İran'ın kalelerini vurması, İran içindeki bir dizi önemli ekonomik ve askeri konumda hayati öneme sahip arterleri hedef almasıyla kıyaslanamaz.

ABD Başkanı Donald Trump, başlangıcından itibaren İran-İsrail çatışmasının baş vaftiz babası rolünü oynadı. Gelişmelerin ayrıntılarına doğrudan kişisel olarak müdahale etti. Öyle ki hem İran hem de İsrail tarafı kazandıklarını iddia ettikleri bir zafer veya rakiplerine karşı sağladıklarını iddia ettikleri bir üstünlükle gururlanarak savaştan çıktılar. Her halükarda durum ve medyatik gelişmeler alanı yorumlara açık, tüm tarafların bakış açılarının kabul edilmesine olanak tanıyor. Zira silahlı çatışmalar geride bir kazanan bırakmaz, aksine kayıp ve zararları tüm taraflara dağıtır.

Burada, İran nükleer programının geçici bir süreliğine de olsa çökertilmesinin, Netanyahu için gurur duyacağı yanıltıcı bir zafer olduğuna dikkat etmeliyiz. Bu zafer, onu siyasi durumunu ve İsrail hükümetinin başkanı olarak konumunu güçlendirebilecek bir erken genel seçim çağrısında bulunmaya itebilir. Tahran ve Tel Aviv arasında yaklaşık iki hafta süren bu askeri çatışma hakkında ne söylenirse söylensin, İsrail'in imajına bir çizik atıldığını, her koşulda etkilendiğini dürüstçe belirtmeliyiz. İran, bölgedeki en büyük askeri cephaneliğe karşı mücadelede kahramanlıktan veya cesaretten yoksun olmayan bir duruş sergiledi. İsrail'e verilen Amerikan desteği, o savaşta gerçek belirleyici faktördü, kimsenin itiraz edemeyeceği ve olaylar tarafından gölgede bırakılmış gibi görünen bir kriterdi. Zira İsrail ilk kez içeride derin bir darbe aldı, iç hedefler benzeri görülmemiş bir şekilde vuruldu. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre bu da yenilmez ordu efsanesinin ve son on yıllarda yarattığımız büyük putun ne sandığımız kadar sağlam ne de hayal ettiğimiz kadar güçlü olmadığını teyit etti.

İkincisi; eğer şimdi uzun bir geçmişe ve geniş topraklara sahip bir İslam devleti olarak İran'dan bahsedeceksek, kendisinin üstünden atlanması zor birkaç hatasını kaydetmeliyiz. Bunların ilki, arenalar birliği dediğimiz şey ve son kırk yıldır komşu ülkelerde onlar aracılığıyla savaştığı çeşitli kollardır. Lübnan'daki Hizbullah ile başlayıp Suriye ve Irak'tan geçerek Yemen'deki Ensarullah-Husi grubuna kadar uzanan bu kollar, kanlı çatışmaların ve tekrarlanan çekişmelerin bir tarafı olarak kendini dayattı. Böylece İran Batı'nın, Batı Asya, Arap Yarımadası, Arap Körfez bölgesi ve hatta Kuzey Afrika'daki Araplar, Türkler, Kürtler ve diğer etnik gruplara karşı kullandığı bir korkuluğa dönüştü.

İran'ın benimsediği kollar inşa etme politikası, İran'da İslam Devrimi'nin patlak vermesi ve Şah'ın Şubat 1979'da devrilmesi ile başlayan geniş çaplı bir kaosa yol açtı. Ama iş bununla bitmedi. İran, Arap Körfez bölgesindeki Amerikan hedeflerini vurmaya çalışarak ve Katar hava sahasını ihlal ederek de büyük bir hata yaptı. İlave olarak, İran'ın hatalarına sık sık tahammül eden, işlerine karışmasını ve yanlışlarını görmezden gelen Körfez'de de tahribat yaratmaya çalıştı. İşleri daha da kötüleştiren ise İran parlamentosunun, bu hayati bölgede dünya petrol nakliyatının yüzde 20'sinin geçtiği, büyük öneme sahip bir ticaret ve deniz yolu olan Hürmüz Boğazı'nı kapatma kararı almasıydı.

İran'ın son eylemleriyle Körfez’in duygularını geçici de olsa kendisine karşı yabancılaştırarak kaybettiğine şüphe yok. Oysa Körfez ülkeleri, Maşrık (Levant) ülkeleri, Mısır ve diğerleri, İsrail'in İran'a yönelik saldırganlığını en başından kınadılar. Tahran, düşman listesine geçici de olsa başka ülkeler eklemek yerine dostlarının desteğini almaya çalışmalıydı.

Bu nedenle, İran'ın çok şey kaybettiğine, yalnızca Beyaz Saray'daki güçlü adamın, Tahran ve Tel Aviv arasındaki savaşı sona erdirme başarısını kendisine nispet etmeye çalışan Donald Trump'ın göreceli, geçici memnuniyetini elde ettiğine inanıyorum. Trump daha önce de Pakistan ve Hindistan arasındaki ateşkesi kendisine mal etmişti. Buna bir de ABD’nin Tahran'daki rejimi devirmeye çalışmadığını, bunun yerine yalnızca İran nükleer projesini yok etmeyi ve onu en azından gelecekte aciz hale getirmeyi amaçladığını defalarca dile getirenin de o olduğunu eklemeliyiz.

Üçüncüsü; nükleer programını kaybeden İran'ın, siyasi rejiminin devamı ve onu zayıflatma girişimlerini durdurma konusunda geçici bir kabul kazandığı açıkça ortaya çıktı. İran’ın artık sona eren bu çatışmada en önemli ve en öne çıkan devlet olduğuna şüphe yok. Ancak, Trump'ın gözdesi Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki Türk tarafını da göz ardı etmemeliyiz. Türkiye'nin bir Avrupa-Asya, Akdeniz ve Ortadoğu ülkesi, NATO'nun aktif bir üyesi, bölgede ve genel olarak güç denkleminde hem İsrail hem de İran ile birlikte hesaba katılması gereken bir güç olduğunu aklımızda tutmalıyız. Türkiye de Suriye'de yaptıkları ve Körfez'de elde ettikleri sayesinde ve ayrıca ABD’nin bölgedeki politikalarından duyduğu memnuniyet sayesinde yaşananlardan kazançlı çıktı.

Güç dengesinin, Körfez ülkelerinin de şu ana kadar kazandığını gösterdiğine inanıyorum, çünkü İran tarihsel olarak dost bir ülke ancak onlarla ilişkileri varlığı inkar edilemez veya görmezden gelinemez endişelerden yoksun değil. Biz Araplar olarak, İranlı ve Türk komşularımızın, akıllardan hiç çıkmayan adil Arap davası, yani tüm sonuçları, tarihsel gelişmeleri ve onu çevreleyen koşullarıyla Filistin davası için kalıcı bir çözüme ulaşmada aktif oyuncular olmalarını umut ediyoruz.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.