ABD kontrgerilla stratejisine hala ihtiyaç duyuyor

“Sonsuz savaşlar köreldi” ama teröristlere ve çetelere karşı mücadele devam edecek.

Afganistan'ın Helmand vilayetindeki Gorgak Kampı yakınlarında Temmuz 2011 tarihinde görüntülenen ABD’ye ait bir askeri araç. (Reuters)
Afganistan'ın Helmand vilayetindeki Gorgak Kampı yakınlarında Temmuz 2011 tarihinde görüntülenen ABD’ye ait bir askeri araç. (Reuters)
TT

ABD kontrgerilla stratejisine hala ihtiyaç duyuyor

Afganistan'ın Helmand vilayetindeki Gorgak Kampı yakınlarında Temmuz 2011 tarihinde görüntülenen ABD’ye ait bir askeri araç. (Reuters)
Afganistan'ın Helmand vilayetindeki Gorgak Kampı yakınlarında Temmuz 2011 tarihinde görüntülenen ABD’ye ait bir askeri araç. (Reuters)

Max Boot
ABD ordusu 2006 yılında, Irak'taki savaşın şiddeti tüm zamanların en düşük seviyesine gerilediğinde ayaklanmalara karşı koyma stratejisini (düzensiz güçleri bastırmayı amaçlayan bir dizi askeri ve sivil önlem/kontrgerilla) yeniden canlandırdı. 1950’li yıllarda Malaya’da İngiliz Mareşal Sir Gerald Walter Robert Templer ve Filipinler'de Amerikan gizli ajanı Edward Lansdale gibi askeri yenilikçiler tarafından geliştirilen bu stratejiye göre askeri güçler, isyancılar ortadan kalkmadan isyanları bastıramazlar. Esasen hiçbir ayrım gözetmeksizin öldürme stratejisi, düşmanların sayısını azaltacak yerde bir artışa yol açabilir. Kontrgerilla stratejisine göre hedefe ulaşmanın yolu, güvenliği sağlamak ve sıradan insanlara temel hizmetler sunmaktır. Bu yaklaşım, isyan bastırma operasyonlarının halkın güvenini kazanmaya yardımcı olma, masum sivillere zarar vermeden aşırılık yanlısı isyancıları ortadan kaldırma veya yakalama için gerekli hayati öneme sahip istihbarat bilgilerini toplama olasılığını da artırır.
ABD ordusundan iki general - ABD Kara Kuvvetleri'nden (U.S. Army) David Petraeus ve ABD Deniz Piyadeleri'nden (U.S. Marine Corps/USMC) James Mattis - Aralık 2006 tarihinde “Karşı Ayaklanma Doktrini” başlığıyla yayınlanan yenilikçi bir saha rehberi hazırladılar. General Petraeus, sonraki yıllarda Irak’taki ABD kuvvetlerinin komutanı olarak görev yaptığı süre boyunca bu stratejiyi uyguladı. Bu alandaki yoğun askeri operasyonları, Irak’taki şiddetin yüzde 90'dan fazla azaltılmasına katkıda bulundu. ABD kuvvetleri, gizlice sürdürülen etnik çatışmaları ve artık kronikleşmiş halde olan mezhep kavgalarını çözmede veya Irak'ı örnek alınacak bir demokrasiye dönüştürmede başarılı olamasa da (asker sayısını artırarak) isyan bastırmada kısa sürede elde ettikleri başarı, Amerikan ulusal güvenliğinin çeşitli çevrelerinde bu doktrinin popülaritesinin artmasına katkıda bulundu. Sonraki dönemlerde General Petraeus ve General Mattis, (Ortadoğu'dan sorumlu) ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı’nın (CENTCOM) başına geçtiler ve ABD yönetiminin en üst makamlarında görev aldılar. Örneğin General Petraeus, ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) başkanlığına atanırken General Mattis Savunma Bakanlığı görevini devraldı.
Buna karşın General Petraeus, 2010-2011 yılları arasında Afganistan'daki ABD ve uluslararası kuvvetleri yönetti. Bu sırada bölgedeki askeri kuvvetleri artırmaya yönelik başka bir planın uygulanması görevinin de başında yer aldı. Ancak bu plan, Irak'taki gibi sert sonuçlar vermedi. Petraeus'un göreve gelmeden önce yaptığı - Afganistan’ın ‘daha karmaşık bir sorun teşkil ettiği’ gibi - uyarılar, kısa süre içinde açık göstergeler haline geldi ve saha gerçeklerine dönüştüler. ABD Başkanı Joe Biden şimdi, ABD’nin yaklaşık yirmi yıldır süren askeri müdahalesinden sonra, Afgan hükümeti ile Taliban arasındaki barış görüşmelerinde ilerleme olmamasına rağmen Afganistan'da kalan 3 bin 500 Amerikan askerini geri çekme kararı aldı. Hareket her zamankinden daha güçlü görünüyor ve geniş alan kazanımları elde etmeye hazırlanıyor. ABD istihbarat servisleri, uluslararası kuvvetlerin Afganistan’dan ayrılmasından iki veya üç yıl sonra ülkenin tamamının Taliban’ın kontrolüne gireceği konusunda uyarıda bulundular. Uyarı gerçeğe dönüşürse bu, ABD’nin kuvvetlerinin geri çekilmesinden sonra düşmanın kazandığı Vietnam Savaşı'ndan bu yana yaşadığı en küçük düşürücü askeri yenilgisi olacak.

ABD ve NATO güçlerinin geri çekilmesinin ardından Bagram Askeri Üssü’nde selfie çeken bir Afgan askeri. (AFP)
Başkan Biden'ın ABD'nin Afganistan'dan çekilmesine ilişkin stratejisi, özellikle Washington'ın hem Çin hem de Rusya ile sürdürdüğü büyük güç rekabetine odaklanma ihtiyacına dayanıyor. Kendini 1920'lerden bu yana ülkesinin önde gelen “küçük savaş gücü” olarak gören ABD Deniz Piyadeleri, Pasifik Okyanusu'nda, (İkinci Dünya Savaşı sırasında Japonya'ya karşı Pasifik Cephesi Müttefikleri tarafından kullanılan bir askeri strateji olan) adalar arasında yüksek tempolu tatbikatlara yönelmeye başladı. Bu tatbikatlar, ABD Deniz Piyadeleri’nin çok uzun zaman önce Irak'ın Anbar ve Afganistan'ın Helmand vilayetlerinde gerçekleştirdiği kontrgerilla operasyonlarının kapsamından oldukça farklı bir yol izliyor.
ABD’deki 11 Eylül Saldırıları’ndan yaklaşık yirmi yıl sonra, kontrgerilla dönemi sona eriyor ve strateji, ABD ulusal güvenlik çevrelerindeki etkisini hızla kaybediyor. Ancak bugün bu stratejinin göz ardı edilmesi, teröristlerle ve çetelerle mücadelede daha iyi bir strateji uygulamaya konulmadığından dolayı son derece ciddi bir hata olacaktır.

Vur-kaç taktiği
Burada kontrgerilla stratejisi bir kenara itilmeden önce, ABD'nin bunun uygulamasına yeterince destek verdiği dönemde Afganistan'da başarılı olduğunu belirtmekte fayda var. 2011-2012 yılları arasında -ABD'nin Afganistan'daki ayaklanmalara karşı uygulamaları zirvedeyken- Helmand ve Kandahar vilayetlerini ziyaret eden herkes orada bu alanda açık bir ilerleme olduğunu görebilirdi.
Askerler ve Deniz Piyadeleri, Taliban’ı kaleleri olarak görülen, her zaman kontrolleri altında olan yerlerden temizlediler ve buralardaki güvenlik koşullarının iyileştirilmesine katkıda bulundular. General Stanley A. McChrystal, 2009-2010 yılları arasında Afganistan'daki ABD kuvvetlerinin komutanıyken hazırladığı bir raporda “Taliban’ın neredeyse ABD’nin Afganistan’daki askeri operasyonunu başarısızlık tehlikesiyle burun buruna getirecek kadar hızlı kazanımlar elde ettiği” uyarısında bulundu. Eski ABD Başkanı Barack Obama döneminde General Stanley A. McChrystal’ın komuta ettiği asker sayısı 100 bine çıkarılarak  bu tehlike önlemiş ve Taliban'ın kaydettiği ilerlemeye darbe vurulmuştu.
Ancak belirli alanlarda güvenlik şartlarının iyileştirilmesi ve bu durumun uzun sürmemesi büyük bir sorun teşkil ediyordu. ABD, ülke çapında kontrgerilla operasyonları yürütmek için yeterli sayıda asker sağlamayı gerektiği gibi taahhüt etmedi. Başkan Obama, Afganistan’da demokratik bir devlet kurma yöntemine yönelik eleştirilerine rağmen Afganistan'a ek birlikler gönderilmesi için ısrar etti. Ancak ek birlikler, 18 aylık bir takvim çerçevesinde  gönderildi. Beklendiği gibi bu, Taliban Hareketi’ni basitçe ABD operasyonunun sonunu beklemeye itti. Böylece ABD bu noktalardan çekildikten sonra Taliban üyeleri çıkarıldıkları bölgelere geri döneceklerdi. Buna karşın, ABD’nin geri çekilmesi için açıklanan son tarih, barış müzakerelerinin başarıyla sonuçlanması umutlarını söndürdü. Şarku'l Avsat'ın Independent Arabia'dan aktardığı analize göre Taliban Hareketi’nin liderlerinden biri bu konuda yaptığı açıklamada, “Sizin istediğiniz kadar saatiniz, bizimse istediğimiz kadar zamanımız var” ifadelerini kullandı.

“Kontrgerilla dönemi, 11 Eylül Saldırıları’ndan 20 yıl sonra sona erdi”
Pentagon, ABD tarafından eğitilmiş Afgan güvenlik güçlerinin Afganistan’dan çekilen güçlerinin yerini alacağını umut etmişti. Ancak Afgan askeri güçleri ve polis birimleri her zaman bu iyimser beklentilerin gerisinde kaldı. Kağıt üzerinde Afgan güvenlik güçlerinin sayısının yaklaşık 300 bini bulduğu belirtiliyor. Fakat Afgan ordusunda personel sayısı bunun çok daha altında kalıyor. Yolsuzluk yapan yetkililer, genellikle sadece kağıt üzerinde görülen personel için maaş talep ediyorlar. Afgan Özel Harekât Polisi, bu kuvvetlerin en etkili ve yetenekli birimi konumunda. Ancak polis ve ordudaki yetersizlik nedeniyle cephede oluşan boşluğu doldurmak zorunda kalmak onlara aşırı yük getiriyor. Aradan yirmi yıl geçmesine rağmen Afgan ordusu meseleleri kendi başına halledebilecek noktaya halen gelemedi, hatta yaklaşamadı bile. ABD sadece Afgan güçlerinin maaşlarını ödemekle kalmıyor, aynı zamanda lojistik, istihbarat, planlama ve hava desteği alanlarında da onlara yardım ediyor.
Aslında, Afgan güçlerinin sınırlı kalan bu performansı, daha derindeki kusurları yansıtıyor ve Afgan hükümetinin yapısına nüfuz ediyor. ABD, nihayet Taliban’dan temizlenen bölgelere kamu hizmetlerini hızlı bir şekilde yerleştirmeyi hedefliyordu. Fakat bunu nadiren başarabildi. Bugün bile Afgan devleti büyük yolsuzluk olaylarından, verimsizlikten ve bölünmelerden zarar görmeye devam ediyor. Hükümetin başarısızlıkları, Taliban'ın yeniden ortaya çıkması için eşsiz bir fırsat sundu. Kontrgerilla stratejisinin esas olarak muhakeme kriterlerinde rekabet avantajı oluşturması amaçlandıysa da düşman, Afganistan'ın güneyi ve doğusundaki bazı kırsal bölgelerde kazanan taraf olmuştu.
Kontrgerilla stratejisinin Afganistan’da başarılı olmamasının bir başka nedeni de komşu Pakistan'da Taliban üyeleri için güvenli bölgelerin olmasıdır. Tecrübeler göstermiştir ki bir isyanın başarısı veya başarısızlığı, sınır ötesi destek alıp almamasıyla yakından ilgilidir. ABD yirmi yıldır Pakistan İstihbarat Servisi’nin (ISI) Taliban'a uzun süredir verdiği desteği sonlandırmayı umuyordu. Ancak bu hiçbir zaman gerçekleşmedi. Çünkü Pakistanlıların bir kısmı ABD’yi her zaman kararsız bir müttefik olarak gördüler (ki bu anlaşılabilir bir durumdur). Taliban liderleri halen Pakistan'da sığınma avantajına sahipler. Taliban savaşçıları bile Afganistan'da baskı altındayken sınırı geçebiliyorlar. Mücahitler, 1980’li yıllarda Sovyet Kızıl Ordusu’na karşı verilen mücadele sırasında da bu avantaja sahiplerdi ve bunun etkinliği o dönemde de kanıtlanmıştı.

Sonuç almaya başlama
Kontrgerilla stratejisi Afganistan'da başarısızlığa uğramış olabilir. Ancak dünyanın başka yerlerinde çeşitli başarılar elde etti. İsrail güçleri, 2000-2005 yılları arasındaki İkinci İntifada sırasında Filistinli militanlar karşısında kontrgerilla operasyonlarıyla dikkate değer kazanımlar elde ettiler. Kolombiya’da da güvenlik birimleri, 50 yılı aşkın bir süre boyunca savaştıkları Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri’ne (FARC) karşı yürüttükleri kontrgerilla operasyonlarıyla aynı başarıyı yakaladılar. 2016 yılında imzalanan barış anlaşmasıyla ülkedeki iç savaş da bitti. Her iki durumda da hükümet güçleri, isyancıları veya liderlerini ortadan kaldırmaya çalışmak yerine siviller için 24 saat güvenlik sağladılar. İki örneğe bakılırsa Kolombiya’daki süreç daha başarılıydı. Çünkü ülkedeki demokratik hükümet, daha önce isyancılar tarafından kontrol edilen bölgelerde otorite kurabilmişti. Buna karşın İsrailliler, Filistin topraklarındaki yönetimlerinde meşruiyetten yoksundular. Bu nedenle görevi, Afgan hükümetine özgü kusurlar yelpazesinden nasibini alan Filistin Yönetimi’ne emanet etmek zorunda kaldılar.

Taliban'ın ilerlemesine karşı koymak için kuzey Afganistan'daki mevzilerini koruyan Afgan milislerin devriyesi. (AFP)
ABD, 2014 yılında başlayan ve 2019 yılında kendi kendini ilan eden hilafetin çöküşüyle sonuçlanan DEAŞ’a karşı gerçekleştirdiği son operasyonda yürüttüğü kontrgerilla stratejisiyle başarı elde etti. Her ne kadar DEAŞ bir gerilla gücünden çok bir ordu olarak savaşarak akılsızca bir hata yapsa da yenilgiye uğrayacağı önceden pek kestirilememişti. Amerikan kuvvetlerinin kara harekatları ile  DEAŞ’a karşı yürüttüğü operasyon, Afganistan ve Irak'ın işgalinden açık ara farklıydı. ABD güçlerinin 2011 yılında Irak'tan iyi düşünülmeden çekilmesinden sonra dönemin ABD Başkanı Obama 2014 yılında Irak'a geri dönme kararı aldı. Ancak ABD güçlerinin rolü çoğunlukla askeri tavsiye ve yardım şeklindeydi ve Obama böyle bir karar almakla akıllıca davrandı. Söz konusu dönemde Irak ve Suriye'deki ABD askerlerinin sayısı 8 bini (Irak'ta 6 bin, Suriye'de 2 bin) geçmiyordu. ABD güçleri, birkaç özel harekat birimi dışında genel olarak düşmanla doğrudan çatışmaya girmedi. Diğer yandan Irak güvenlik güçleri ve Suriyeli Kürt milisler, kayıplara neden olan çatışmanın yükünü bir dereceye kadar çektiler. ABD, bahsi geçen bu yerel güçleri istihbarat, hava desteği ve lojistik olarak destekledi.
DEAŞ’a karşı yürütülen operasyon, ABD’nin teröristlere ve savaşçılara karşı gelecekte yürüteceği operasyonlarda tekrarlanabilecek sürdürülebilir bir modelin doğasını yansıtıyordu. Independent Arabia’nın Foreign Affairs Dergisi’nden aktardığı analize göre bu model, müttefiklere kontrgerilla stratejisi kapsamında belirli sayıda ABD’li danışman sağlanarak ve hava desteği verilerek yardım etmeye dayanıyor. Washington, on binlerce hatta yüz binlerce askerin katıldığı devasa kontrgerilla operasyonlarına son verdi.
Basitçe açıklayacak olursak; bu tür operasyonları sürdürmek için siyasi irade olmadığını söyleyebiliriz. ABD’de gerçekleşen 11 Eylül Saldırıları büyüklüğünde bir eylem daha meydana gelmedikçe bu yönde bir değişikliğin olmasını düşünmek güç. Ancak bu, politika yapıcıların terör tehditlerini tamamen görmezden gelebileceği veya yalnızca özel harekat güçlerinin hava saldırıları ve operasyonlarıyla ortadan kaldırabileceği anlamına gelmez.

Yarım kalan çözüm
Terörle mücadele, isyan bastırmaktan farklıdır. Terörle mücadele, belirli bireyleri ve grupları hedef alınmasını, isyan bastırma ise sivillerin korunmasını temel alır. Yüksek teknolojiyle donatılmış ordular için terörle mücadele diğerlerinden daha pratik ve hırsın daha az olduğu bir strateji gibi görünebilir. Ancak İsrail’in Hamas ve Hizbullah’la mücadelesinde ortaya çıktığı üzere asıl sorun, terörle mücadele operasyonlarının terör örgütlerinin eylemlerini bozabilse de onları yenememesidir. Teröristler, kontrolleri altındaki bölgelerden hareket ettikleri sürece hava saldırıları veya özel hareket güçleri (komandolar) tarafından düzenlenen operasyonlarda kaybettiklerinin yerini her zaman doldurabilirler.
Bu konuda ABD’nin bizzat kendisi, El Kaide ve diğer İslami eğilimli terör örgütlerine karşı hiç bitmeyen savaşında terörle mücadele stratejisinin sınırlarını gösterdi. Sonuç olarak Usame bin Ladin, ABD’nin 1998 yılında kruz (seyir) füzeleriyle Afganistan'daki El Kaide mevzilerini ve yapılarını hedef almasına rağmen 11 Eylül Saldırıları’nı gerçekleştirmeyi başardı. ABD yirmi yıldır askeri operasyonlarına devam etse de El Kaide halen varlığını sürdürüyor. Üstelik bunu sadece Pakistan'daki merkezi altyapısı düzeyinde değil, aynı zamanda Kuzey Afrika, Somali, Yemen ve diğer yerlerdeki uzantıları ile yapıyor. Başlangıçta El Kaide'den ayrı olan DEAŞ'ın bugün Afganistan, Mozambik ve Nijerya gibi çeşitli ülkelerde binlerce savaşçısı ve kendisiyle bağlantılı üyesi var. Siyasi analist Bruce Hoffman yaptığı değerlendirmede, bugün cihadi selefiliğe (selefi cihadizm) inanan terör örgütlerinin sayısının 11 Eylül saldırıları döneminden en az dört kat daha fazla olduğu tahmininde bulundu. ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi ve arkasında kesinlikle herhangi bir hükümet tarafından yönetilmeyen geniş alanlar bırakacak olması, hem El Kaide'nin hem DEAŞ'ın konumunun güçlenmesine yol açacaktır.
Terörle mücadele operasyonları gerekli olsa da bu, cihatçı grupların veya aşırılık yanlısı örgütlerin oluşturduğu tehditle başa çıkmak için yeterli değildir. ABD Ortak Özel Harekât Komutanlığı (U.S. Joint Special Operations Command), 2003-2006 yılları arasında Irak'ta birçok terörist lideri öldürmeyi veya yakalamayı başardı. Ancak General Petraeus, "tahliye et, koru ve inşa et" olarak bilinen üç sac ayağı üzerine kurulu bir yaklaşımın getirilmesini gerektiren kapsamlı bir kontrgerilla stratejisi uygulamaya başlayana kadar ülkedeki genel durumda pek bir değişiklik olmadı. Bu strateji sadece isyancıların kalelerini ortadan kaldırmakla sınırlı değildi. Aynı zamanda bu bölgelerde güvenliği sağlamayı, bu bölgelerde konuşlu güçlerle 7/24 kontrolü sıkılaştırmayı,  gerekli devlet desteğini elde etmeyi ve Sünni isyancılara ulaşmak için bir operasyon düzenlemeyi de kapsıyordu.
Bugün şiddet yanlısı İslami eğilimli grupların ve diğer isyancı yapıların aktif olduğu ülkelerde hükümetlerin benzer operasyonlara ihtiyaç duyduğu bir gerçek. Ancak ABD kuvvetleri bu tür bir görevi ne tek başına üstlenebilir ne de gerçekleştirebilir. ABD, müttefik ordulara ve hükümetlere, tehditlerle kendi başlarına mücadele etmeleri için yardım sağlamaya odaklanmalı.

“Kontrgerilla, sürekli eğitim ve uygulama gerektiren, sürdürülebilir bir stratejidir
Bu görevin askeri danışmanlardan oluşan sivil ve askeri ekiplerin yanı sıra CIA, Dışişleri Bakanlığı, Tarım Bakanlığı ve ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı (USAID) gibi askeri olmayan kuruluşların temsilcilerinin sorumluluğunda olması gerekiyor. Bu çalışmalarda yer almak için kapasitelerini geliştirmeleri gereken bu sivil idarelerin dehası var. Askeri tarafta ise danışma ve destek odaklı operasyonlar, ABD Ordusu Özel Harekât Kuvvetleri (Yeşil Bereliler) ve 2018'de yeni kurulan ABD Güvenlik Gücü Yardım Tugayı'nın (SFAB) temel becerileri üzerine inşa edilmiştir. SFAB, ABD ordusunun, mevcut muharebe birimlerinin çalışmalarını aksatmadan yabancı kuvvetlere tavsiyede bulunma yeteneklerini arttırmak amacıyla kurulmuştur. Bugün bu taburların sayısı beşi saha hizmetinde aktif ve bir diğeri de Ulusal Muhafızlar’da olmak üzere altıdır. Yeşil Bereliler için de aynı durum geçerli. Bu birimler, operasyonlarının Afrika, Avrupa, Ortadoğu, Pasifik bölgesi ve Güney Amerika’yı kapsayan coğrafi düzeyde koordinasyonu ile öne çıkıyor.
Bu coğrafi uzmanlık, SFAB'a bulunduğu bölgelerde uzmanlığını geliştirmesi ve operasyonlarında sürekliliği sağlamasına yardımcı olacaktır. Bu durum, hayati ve görev açısından kritik bir kombinasyon oluşturmaktadır. Başarısı veya başarısızlığı, ev sahibi ülkelerdeki askeri güçlerin güvenini kazanmaya bağlıdır. SFAB’lar, ABD’nin müttefiklerinin ortak düşmanlarla nispeten düşük maliyetle ve ABD kuvvetleri için daha düşük risklerle savaşmasına yardımcı olmak için insansız hava araçları (İHA) ve hassas güdümlü mühimmat dahil olmak üzere üstün Amerikan teknolojisinin sunduğu avantajlardan da yararlanma imkanına sahip.
Kontrgerilla stratejisinin önümüzdeki yirmi yılda ABD askeri operasyonları için son yirmi yılda olduğu kadar önemi kalmayacak. Ancak kontrgerilla, ilkeleri ve uygulamaları yaygınlaştırılması gereken sürdürülebilir bir strateji olmaya devam ediyor. ABD ordusu (Rusya'nın Çeçenistan’da yaptığı gibi) esasen ABD gibi demokrasiler açısından tiksindirici bir politika olan yanmış toprak stratejisinin uygulandığı operasyonlara katılmaya istekli olmadığı sürece teröristlerin güvenli limanlarını ortadan kaldırmanın başka bir yolu yoktur.
Özetle, ABD liderliğindeki kontrgerilla operasyonlarını yurt dışında sürdürmenin maliyeti Amerikalılar için son derece yüksek olmaya devam ediyor. Fakat Washington, gerektiğinde danışmanlık ve yardım sağlayarak müttefiklerinin bu tür operasyonları yerine getirmelerine yardımcı olmaya devam edebilir. Afganistan deneyimi, tıpkı bu yaklaşımı eleştirenlerin iddia ettiği üzere kontrgerilla deneyiminin kolayca başarısız olabileceğini gösteriyor. Ama henüz daha iyi bir alternatifi bulunamadı.

Max Boot: Dış İlişkiler Konseyi (CFR) Jeane J. Kirkpatrick Ulusal Güvenlik Çalışmaları Merkezi’nde üst düzey araştırmacı ve “The Road Not Taken: Edward Lansdale and the American Tragedy in Vietnam” (Alınamayan Yol: Edward Lansdale ve ABD’nin Vietnam’daki Trajedisi) kitabının yazarı

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia'dan çevrilmiştir.

 


Trump: Mamdani'nin New York'taki zaferiyle Amerika bir miktar egemenliğini kaybetti

ABD Başkanı Donald Trump (AP)
ABD Başkanı Donald Trump (AP)
TT

Trump: Mamdani'nin New York'taki zaferiyle Amerika bir miktar egemenliğini kaybetti

ABD Başkanı Donald Trump (AP)
ABD Başkanı Donald Trump (AP)

ABD Başkanı Donald Trump dün yaptığı açıklamada, sosyalist Zahran Mamdani'nin New York belediye başkanlığı seçimlerini kazanmasının ardından ABD'nin "bir miktar egemenliğini" kaybettiğini söyledi ve "bununla ilgileneceğine" söz verdi.

Şarku'l Avsat'ın AFP'den aktardığı habere göre Trump, Florida eyaletinin Miami kentinde düzenlenen bir ekonomi konferansında, Hint kökenli Demokrat Mamdani'yi iktidara getiren ve onu Amerika'nın en büyük şehrinin ilk Müslüman belediye başkanı yapan seçime atıfta bulunarak, "Dün gece New York'ta biraz egemenlik kaybettik ama bunu düzelteceğiz" dedi.

Trump, seçim öncesinde Demokrat Parti'nin sol kanadında yer aldığı düşünülen Mamdani'nin kazanması halinde New York'a sağlanan federal fonları keseceği tehdidinde bulunmuştu.

Mamdani, Trump'ın birkaç aksilik yaşadığı eyalet çapındaki seçimlerin ardından New York Belediye Başkanlığı yarışını kazandı ve ara seçimlerden bir yıl önce meydan okuyan mesaj verdi.

New York Seçim Kurulu'nun ön sonuçlarına göre 34 yaşındaki Mamdani, eski ılımlı Vali Andrew Cuomo ve Cumhuriyetçi Curtis Slewa'ya karşı açık ara öndeydi.

Mamdani, 1 Ocak'ta resmen göreve başladığında Amerika Birleşik Devletleri'nin en büyük şehrinin ilk Müslüman belediye başkanı olacak. Aynı zamanda bu görevi üstlenen en genç kişi olacak.

Seçilen belediye başkanı, "Bu siyasi karanlık dönemde New York ışık olacak" diyerek, şehrin "Donald Trump tarafından ihanete uğrayan bir millete nasıl yenilebileceğini gösterebileceğini" ifade etti.

Mamdani'yi yeni hedeflerinden biri haline getiren Trump, Truth Social adlı sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, ismini vermeyen "anket merkezlerine" atıfta bulunarak, Cumhuriyetçilerin yenilgisinin hükümetin kapanması ve Mamdani'nin isminin oy pusulalarında yer almamasından kaynaklandığını söyledi.

Mamdani, Uganda'da Hint kökenli eğitimli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Yedi yaşında Amerika Birleşik Devletleri'ne geldi ve 2018'de vatandaşlık aldı. Bu da yüksek yaşam maliyetiyle mücadeleyi kampanyasının ana teması haline getirdi.

Trump onu "komünist" olarak nitelendirse de Mamdani'nin önerileri (özellikle kira kontrolü, ücretsiz toplu taşıma ve çocuk bakımıyla ilgili olanlar) demokratik sosyalist ilkelerle daha uyumlu.

New York'a komşu olan New Jersey'de seçmenler, valilik için Cumhuriyetçi iş adamı Jack Ciatarelli yerine Demokrat Mikie Sherrill'i tercih etti.

Virginia ayrıca Cumhuriyetçi Winsome Earle-Sears'ı mağlup eden Demokrat Abigail Spanberger'ı ilk kadın valisi olarak seçti.

Ülkenin diğer tarafında ise Kaliforniyalılar, Trump'ın Teksas'taki benzer girişimine yanıt olarak eyalet seçim bölgelerinin Demokrat Parti lehine yeniden çizilmesi yönünde oy kullandı.


BM Fas'ın Sahra'ya yönelik özerklik planının yeni versiyonunu duyurmasını “sabırsızlıkla” bekliyor

Çöldeki Faslı askerler (AFP)
Çöldeki Faslı askerler (AFP)
TT

BM Fas'ın Sahra'ya yönelik özerklik planının yeni versiyonunu duyurmasını “sabırsızlıkla” bekliyor

Çöldeki Faslı askerler (AFP)
Çöldeki Faslı askerler (AFP)

Fransız Haber Ajansı AFP, Batı Sahra'ya gönderilen Birleşmiş Milletler (BM) Özel Temsilcisi Staffan De Mistura’nın dün, tartışmalı bölgenin geleceği konusunda müzakerelerin temelini oluşturacak olan Fas'ın özerklik planının güncellenmiş halini ‘sabırsızlıkla’ beklediği açıklamasını aktardı.

BM, 1975 yılına kadar İspanyol kolonisi olan Sahra'yı, nihai bir çözüm bulunmadığı için ‘özerk olmayan bölgeler’ arasında sıralıyor. Afrika kıtasında, dekolonizasyonun ardından statüsü halen belirsiz kalan tek bölge olan Sahra, Rabat ile Cezayir destekli ayrılıkçı Polisario Cephesi arasında bir anlaşmazlık konusu olmaya devam ediyor.

BM Güvenlik Konseyi (BMGK) şimdiye kadar, Fas, Polisario Cephesi, Cezayir ve Moritanya'ya, ‘gerçekçi, kalıcı ve karşılıklı olarak kabul edilebilir bir siyasi çözüme’ ulaşmak için 2019 yılından bu yana durmuş halde olan müzakereleri yeniden başlatma çağrısında bulundu.

Ancak, geçtiğimiz cuma günü ABD tarafından sunulan ve ardından kabul edilen karar taslağı, fosfat açısından zengin ve balık kaynakları bol olan bölgeye Fas egemenliği altında özerklik verilmesini öngören 2007 tarihli Rabat planını destekliyor.

“Fas’ın egemenliği altında gerçek özerklik en iyi çözüm olabilir” görüşünü savunan taslak metin, BM’yi bu temelde müzakereler yürütmeye çağırıyor.

Dün düzenlenen basın toplantısında, kamuoyuna yaptığı açıklamalarda çekingenliği ile tanınan Staffan de Mistura, bu kararı ‘50 yıldır süren bu çatışmayı çözme konusunda uluslararası toplumun yeni bir kararlılık ve azim gösterdiğini ortaya koyduğu için önemli’ olarak nitelendirdi.

Şu anda Fas'ın ayrıntılı ve güncellenmiş özerklik planını sunmasını ‘sabırsızlıkla’ beklediklerini söyleyen Staffan de Mistura, tüm taraflardan ‘ihtiyaç duyulması halinde BM’nin doğrudan veya dolaylı görüşmeler programı oluşturmasını sağlayacak öneriler sunmalarını’ isteyeceğini açıkladı.

Ayrıca, Rabat'ın tarihi olarak nitelendirdiği BMGK’nın kabul ettiği kararın, Fas'ın planına dayanan bir ‘çerçeve’ oluşturduğunu, ancak müzakereler için ‘herhangi bir sonuç öngörmediğini’ vurgulayan Staffan de Mistura, “Müzakerelere katılmanın, bunun mutlaka sonuçlarını kabul etmek anlamına gelmez. Önemli olan katılımdır. Bunun herkese hatırlatalım” ifadelerini kullandı.


Nijerya: ABD'nin din özgürlüğü ihlallerine ilişkin suçlamaları "yanlış bilgilere" dayanıyor

Nijerya Enformasyon Bakanı Muhammed İdris (Reuters)
Nijerya Enformasyon Bakanı Muhammed İdris (Reuters)
TT

Nijerya: ABD'nin din özgürlüğü ihlallerine ilişkin suçlamaları "yanlış bilgilere" dayanıyor

Nijerya Enformasyon Bakanı Muhammed İdris (Reuters)
Nijerya Enformasyon Bakanı Muhammed İdris (Reuters)

Nijerya hükümeti dün, ABD'nin Nijerya'yı din özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasıyla "özellikle endişe verici ülke" olarak ilan etmesini, yanlış bilgi ve yanlış verilere dayandığını söyleyerek reddetti.

ABD Başkanı Donald Trump geçen hafta, Nijerya'yı din özgürlüğünü ihlal ettiğini söylediği ülkeler listesine geri aldı. Şarku'l Avsat'ın Reuters'ten aktardığına göre cumartesi günü yaptığı açıklamada, Nijerya'nın Hristiyanların öldürülmesine karşı kararlı bir adım atmaması halinde, olası "hızlı" bir askeri müdahaleye hazırlıklı olması için Savunma Bakanlığı'na talimat verdiğini söyledi.

Washington'un Nijerya'yı din özgürlüğünü ihlal eden bir ülke olarak ilan etme kararı, iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerde gerginliğe neden oldu.

Bakan: Askeri müdahale tehdidi haksız

Nijerya'nın sicilini savunan Enformasyon Bakanı Muhammed İdris, düzenlediği basın toplantısında, Trump'ın askeri müdahale tehdidinin haksız olduğunu ve Nijerya'nın karşı karşıya olduğu karmaşık güvenlik sorunlarına ilişkin hatalı bir anlayışı yansıttığını söyledi. İdris, "Nijerya devletinin dinsel saiklerle gerçekleştirilen saldırılara karşı harekete geçmediğini öne süren her türlü söylem, yanlış bilgi veya yanlış beyanlara dayanmaktadır" ifadesini kullandı.

Nijerya Genelkurmay Başkanı General Olufemi Oluyede pazartesi günü yaptığı açıklamada, ülkenin Hristiyanlara yönelik zulümle değil, terörizmle karşı karşıya olduğunu belirtti. Nijerya Cumhurbaşkanlığı, ülkenin toprak bütünlüğüne saygı duyulması koşuluyla, İslamcı isyancılarla mücadelede ABD'nin yardımını memnuniyetle karşıladığını belirtti.

İdris, Başkan Bola Tinbo hükümetinin Mayıs 2023'te göreve gelmesinden bu yana terörizmle mücadelede önemli ilerleme kaydettiğini ifade etti. İdris, "Nijerya hükümeti, Nijerya topraklarında terörizmi tamamen ortadan kaldırma ortak hedefimize ulaşmak için ABD hükümeti ve diğer dost ülkeler ve ortaklarla yakın bir şekilde çalışmaya açık ve hazır olmaya devam ediyor" dedi.

13 bin 500'den fazla militanın öldürüldüğünü, 17 bin şüphelinin tutuklandığını, aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu 11 bin 200'den fazla rehinenin kurtarıldığını kaydetti.

İdris, terörizmin hem Hristiyanları hem de Müslümanları etkilediğini ve hükümetin askeri harekat, bölgesel iş birliği ve uluslararası ortaklarla diyalog yoluyla aşırılıkçı şiddeti sona erdirmeye kararlı olduğunu açıkladı.

Hristiyanlık, İslam ve geleneksel inançları benimseyen, 200'den fazla etnik gruba ev sahipliği yapan Nijerya, bir arada yaşama geçmişine sahip olsa da genellikle etnik gerilimler ve kıt kaynaklar için rekabetin körüklediği şiddet olaylarını da yaşadı.