ABD ve Avrupa, İran'ın oyalamasına karşı hoşgörülü

Paris, Washington'un Tahran'ın yeni adımlarına dair artan endişesini paylaşıyor.

Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian ve ABD’li mevkidaşı Antony Blinken, dün Washington'daki Fransız Büyükelçiliği'nde (AP)
Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian ve ABD’li mevkidaşı Antony Blinken, dün Washington'daki Fransız Büyükelçiliği'nde (AP)
TT

ABD ve Avrupa, İran'ın oyalamasına karşı hoşgörülü

Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian ve ABD’li mevkidaşı Antony Blinken, dün Washington'daki Fransız Büyükelçiliği'nde (AP)
Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian ve ABD’li mevkidaşı Antony Blinken, dün Washington'daki Fransız Büyükelçiliği'nde (AP)

Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian, 13 ve 14 Ocak’ta gerçekleştirdiği iki günlük Washington ziyaretinden dönüşü ardından dün ABD’li mevkidaşı Antony Blinken ve ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jack Sullivan ile görüşmeleri sırasında ele aldıkları dosyalara dair kapsamlı bir açıklamada bulundu. Blinken'in 25 Haziran'daki Paris ziyaretinde derinlemesine tartıştığı İran nükleer dosyası da bunlar arasında.
Viyana’da hızlı bir anlaşmaya varma isteklerini bir kez daha teyit etmesi ardından Bakan Le Drian, ABD ve Fransa’nın Tahran'ın son saha girişimlerine dair aynı artan endişelere sahip olduğunu vurguladı. Eski İran Cumhurbaşkanı’nın ülkesinin yüzde 90 oranında zenginleştirilmiş uranyum üretme kapasitesine sahip olduğu açıklamaları da bu girişimler arasında yer alıyor. ABD Dışişleri Bakanlığı, İran'ın bu oranda uranyum zenginleştirmek için gerekli teknolojiye sahip olması tehlikesine rağmen, Ruhani'nin iddiaları hakkında dün herhangi bir yorumda bulunmadı.
2015 yılında imzalanan nükleer anlaşma, Tahran'ın yüzde 3,67 oranında uranyum zenginleştirmesine izin veriyor. Nükleer uzmanlar, bu oranı yüzde 90'a çıkararak gerekli oranda saf uranyuma sahip olmanın Tahran'a nükleer bomba üretme imkanı vereceğini düşünüyor.
ABD Dışişleri Bakanlığı, yedinci tur Viyana müzakerelerinin yeni İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi görevi resmi olarak üstlendiği sırada yakın gelecekte gerçekleşmeyeceğini dün resmi olarak doğruladı. Reuters’ın dünkü haberine göre üst düzey İranlı yetkililer, müzakerelerin Eylül sonu veya Ekim ayı başında yeniden başlayabileceğini bildirdi.
Müzakere ekibinde değişikliğe gidecek olan yeni cumhurbaşkanı Reisi’nin daha sert bir yaklaşım benimseyeceği, daha az esnek olacağı, ABD tarafından daha fazla taviz talep edeceği düşünülüyor. Reuters’ın haberine göre Reisi, uranyumun zenginleştirildiği bir dizi gelişmiş santrifüjün sürdürülmesi ve ABD’nin insan hakları ve terörle bağlantılı yaptırımlarının kaldırılması talebinde bulunacak.
Nükleer dosyayı takip eden Avrupalı ​​kaynaklar, yeni cumhurbaşkanının son derece hassas ve karmaşık olan nükleer dosyanın ele alınması yönünde yeni bir müzakere ekibi kurması için biraz zamana ihtiyacı olmasının ‘doğal’ olduğu, bu nedenle müzakerelerin en az 50 ila 60 gün sonra başlayabileceği düşüncesinde. Kaynakların ifade ettiğine göre bu uzun süre, İran'ın ilk taahhütlerinden vazgeçmeye ve zenginleştirilmiş uranyum stoğu yığmaya devam etmesini, uranyum metali üretmeye başlamasını ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) ile yapılan teknik anlaşmayı yenilemeyi reddetmesi dolayısıyla nükleer tesislerinde neler olduğunu gizlemesini sağlayacak.
ABD'li bir yetkili, geçtiğimiz Çarşamba günü Politico dergisine verdiği demeçte, “ABD’nin İran dolayısıyla karşı karşıya kaldığı her tehdit, nükleer programında kısıtlamaların olmaması nedeniyle giderek daha tehlikeli hale geliyor” ifadelerini kullanmıştı.
Söz konusu kaynakların bildirdiğine göre İran bu erteleme ile baskı kartlarını biriktirmeyi, müzakere pozisyonunu güçlendirmeyi, ABD tarafı ve genel olarak Batı'yı yeni bir emrivakiye maruz bırakmayı amaçlıyor. Ancak İran kaynakları, ABD tarafının bugüne kadar müzakere turlarında yanıt vermeyi reddettiği ek tavizleri sızdırmıştı.
Başkan Biden'ın İran'a yönelik ‘yumuşak’ politikasını sadece ABD’li Cumhuriyetçilerden değil, Orta Doğu ve Avrupa'dan eleştirenler de var. Biden yönetiminin 2015 anlaşmasına dönme ısrarının ve İran'ın hilelerine ve zaman kazanma çabalarına yönelik sabrının Washington'un tutumunu zayıflattığı düşünülüyor. ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü, dün yaptığı açıklamada, “İran bu geçiş sürecini atlattığında, görüşmelerimize devam etme yönünde Viyana'ya dönüşümüzü planlamaya hazır olacağız. Kapsamlı Ortak Eylem Planı'na (KOEP) ortak bir dönüşle ilgileniyoruz. Ancak Dışişleri Bakanı Antony Blinken'in de açıkça belirttiği gibi, bu teklif sonsuza dek masada kalmayacak” ifadelerini kullandı. ABD yönetimi, Viyana'nın başlangıcından bu yana gösterdiği sürekli esneklik bağlamında, bugüne dek müzakereler için bir süre sınırlaması getirmedi.
Bir yandan İran ile ‘arabuluculuk yoluyla’ görüşmeyi kabul ederken diğer yandan da doğrudan müzakerelerde bulunmak isteyen ABD, İranlı kişi ve kuruluşlara yönelik yaptırımları karşılıksız kaldırma yönünde inisiyatif aldı. Aynı zamanda Tahran'ın balistik füze programına ve birçoğunun istikrarsızlaştırıcı olarak gördüğü bölgesel politikasına müzakerelerde yer verilmesi konusundaki ısrarından vazgeçen ABD, bunları daha sonraki bir aşamaya ertelemeyi kabul etti.
Gösterdiği yumuşaklık kapsamında aynı zamanda İran'ın Japonya ve Güney Kore'deki fonlarının bir kısmını kullanmasına izin veren Washington, ABD vatandaşlarının İranlı mahkumlarla takas edilmesini müzakere ediyor. Tahran ise nükleer anlaşmayı diğer Batı ülkelerinde, özellikle Avrupa'da gözaltına alınan İranlıları içerecek şekilde genişletmek istiyor.
İran'daki cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde Batılılar, Ruhani'den daha sert ve daha talepkâr bir figürün başa geleceğinden korkarak bir anlaşmaya varmaya çalıştı. Ancak Ruhani’nin Çarşamba günü yaptığı açıklamalar, bu konudaki kararın ona bağlı olmadığı, rejimin radikal kanadının Ruhani’nin ikinci döneminin bitimi öncesinde bir anlaşmaya varmayı, dolayısıyla diplomatik ve siyasi bir zafer elde edilmesini engellediği yönündeki bilinen durumu ortaya çıkardı. Ancak İran’daki iç siyasetin yalnızca Washington’un sabırsızlığı açısından değil, aynı zamanda İsrail gibi ülkeler açısından da yurtdışında yansımaları mevcut. Nitekim İsrail ordusunun müzakerelerin başarısızlığa uğraması beklentisiyle İran nükleer programına askeri minvalde karşı koymak için ek bir bütçe talep etmesi, bölgeyi yeni ve tehlikeli bir sarmalın içine sokabilir.



Bir pragmatiğin oyunu: Rusya'nın Ortadoğu'dan hesaplı çekilmesi

Görsel: Eduardo Ramon
Görsel: Eduardo Ramon
TT

Bir pragmatiğin oyunu: Rusya'nın Ortadoğu'dan hesaplı çekilmesi

Görsel: Eduardo Ramon
Görsel: Eduardo Ramon

Remzi İzzeddin Remzi

Kremlin, 2023 yılının mart ayında en güncel Dış Politika Konsepti metnini açıkladı ve Rusya'nın ‘küresel güç dengesini korumak için benzersiz bir misyonu olan bir güç’ olarak dünya sahnesine geri döndüğünü duyurdu. Bu stratejiye göre Moskova, Ortadoğu'da vazgeçilmez bir arabulucu ve güvenlik mimarı olacak, İran ile ‘kapsamlı ve güvene dayalı iş birliği’, Suriye’ye ‘tam destek’ ve Türkiye, Suudi Arabistan ve Mısır ile ‘çok yönlü ve karşılıklı yarar sağlayan ortaklıkların derinleştirilmesi’ sözü verdi. Ayrıca, Rusya’nın bölgedeki rakipler arasındaki ‘ayrılıkları giderip ilişkileri normalleştirebilen’ ve ‘bölgesel güvenlik ve iş birliği için sürdürülebilir ve kapsamlı bir yapı’ kurabilme kapasitesine sahip bir barış elçisi olarak konumunu sağlamlaştırmaya çalışıyor.

Ancak, iki yıldan biraz aşkın bir süre sonra tamamen farklı bir gerçeklik ortaya çıktı. Gazze'deki çatışmadan Suriye'deki siyasi karışıklıklara, Lübnan'daki kırılgan istikrardan İran'ın bölgesel hesaplamalarına kadar, Moskova'nın varlığı sınırlı ve sönük kaldı. Stratejik hırs ile pratik gerçeklik arasındaki bu uyumsuzluk, temel bir gerçeği ortaya koydu. Rusya’nın Ortadoğu'daki müdahalesinden pragmatik olarak çekilmesi, arzularındaki bir değişikliği değil, daha çok yeteneklerinin farkına varmasını yansıtıyordu. Ukrayna'daki savaş, Moskova'yı stratejisini yeniden hesaplamaya zorladı ve bölgesel rolünü iddialı bir arabulucudan sınırlı bir ortağa dönüştürdü. Bu durum, ‘stratejik anlaşmalar’ olarak adlandırılabilecek bir dış politika yaklaşımının önünü açtı. Bu yaklaşım, pragmatik, çıkar temelli iş birliğini daha derin bir koordinasyon arzusu ile birleştirirken, rekabet eden öncelikler ve sınırlı kaynaklar nedeniyle kısıtlı kalıyor.

Rusya’nın 2023 yılında açıkladığı Dış Politika Konsepti, stratejik yöneliminde radikal bir değişimi temsil ediyordu. Sovyetler Birliği'nin çöküşünden bu yana ilk kez, Batı ile çatışma söylemi Rusya'nın iş birliği arzusunu gölgede bıraktı. Bu politika, uluslararası sistemin çok kutupluluğa doğru derin bir değişim geçirdiğini iddia ederek, bunu ‘gelişim potansiyelinin yeni ekonomik büyüme ve jeopolitik etki merkezlerine doğru kayması’ olarak tanımladı. Rusya’nın bu görüşü, Ortadoğu'yu Batı hegemonyasına karşı mücadelenin merkezine yerleştirdi.

Ukrayna’daki savaş, Rusya'nın kaynaklarını tüketti ve uzun vadeli hedefler yerine acil güvenlik ihtiyaçlarını öncelemesine neden oldu.

Ancak, bu kavramın uygulanması, iddialı söylemlerle dikkatlice sınırlandırılmış taahhütleri birleştiren bir yaklaşım olan ‘pragmatik anlaşmalar’ olarak nitelendirilebilecek bir özellik taşıyor. Bu durum, Rusya ile İran arasındaki ilişkilerde de açıkça görülüyor. İki ülke, bu yılın ocak ayında savunma ve enerji alanlarında iş birliğini kapsayan 47 maddeden oluşan kapsamlı bir stratejik ortaklık anlaşması imzaladı. Ancak bu anlaşmada ortak savunma ile ilgili herhangi bir hüküm yer almadı. Anlaşmada Rusya'nın kaynaklarını tüketebilecek önemli taahhütlerden kaçınılırken ilişkileri resmi olarak yükseltme eğilimi, Moskova'nın Ortadoğu'daki mevcut politikasının ayırt edici özelliği haline geldi.

Ukrayna’daki savaş, Rusya'nın kaynaklarını tüketti ve uzun vadeli hedefler yerine acil güvenlik ihtiyaçlarını öncelemesine neden oldu. Analizlerden birinde Rusya’nın bölgesel liderlik için gerekli olan finansal, insani ve kültürel kaynaklardan yoksun olduğuna işaret ediliyordu. Bunun yerine Moskova, kararlı tutumlar sergileyerek, kendisini ‘Batı'nın antitezi’ olarak sunup Ortadoğu ülkelerine “Evet, bizler alaycı realistleriz ve değerlere inanmıyoruz, ancak Batı ile aynı fikirde değilseniz, size yardım eli uzatmaya hazırız” şeklinde basit bir teklifte bulunarak bunu telafi etmeye çalıştı.

sdf
Kiev’in dış mahallelerinde gerçekleşen Rus hava saldırısının ardından ağır hasar gören konut binalarının durumunu gösteren bir görüntü, 28 Eylül 2025 (AFP)

Rusya'nın güncellenen Dış Politika Konsepti, onu küresel nüfuza sahip tarihi iddiaları olan, İslam dünyasındaki ortaklıkları güçlendirerek Batı hegemonyasına meydan okumaya çalışan ayrı bir ‘medeniyet devleti’ ve Moskova'yı bölgesel rakipleri uzlaştırmaya ve ‘Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da bölgesel güvenlik ve iş birliği için kapsamlı ve sürdürülebilir bir yapı’ kurmaya çalışan bir barış elçisi olarak sunuyordu. Bu iddialı çerçeve, İran, Suriye, Türkiye, Suudi Arabistan ve Mısır ile ilişkilerin konsolidasyonu yoluyla stratejik derinlik öneriyor ve Filistinli gruplar ve İsrail ile tarihi bağlardan yararlanmayı hedefliyordu.

Rusya’nın anlamlı bir katılımı olmadan önemli barış zirveleri, gerçekleştirildi. Bu durum, dış politikasında Filistin meselesinde arabuluculuk yapma konusundaki büyük hedeflerinin yer almasına rağmen, Rusya'nın diplomatik nüfuzunun sınırlarını ortaya koydu.

Rusya’nın Ortadoğu’dan çekilmesinin özellikle önemli olmasının nedeni, 2023 tarihli Dış Politika Konsepti’nin bölgeden çekilme yerine bölgede varlık göstermeyi öncelikli hale getirmesine rağmen bu çekilmenin gerçekleşmiş olması. Dış Politika Konsepti metni, ‘çok kutuplu bir dünyanın’ inşasını ve ‘ABD ve Batı'nın yayılmacı planlarına karşı koymayı’ vurgularken bu hedeflerin, Rusya’nın bölgesel sahnede yoğun bir varlıkla yansıtılması gerektiğini belirtiyor. Ancak, Ukrayna'daki savaşın neden olduğu kaynak kaybı, askeri ihtiyaçlar ve ekonomik baskılar küresel hırsların yeniden ayarlanmasını zorunlu kıldığından, bu vizyonun uygulanması engellendi. Böylece, Ortadoğu, tercih değil, zorunluluktan dolayı ikincil bir sahne haline geldi. Bu, gerçek kapasitenin sınırlarıyla çarpışan tipik bir stratejik aşırılık örneği oldu.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre Rusya'nın Gazze krizine verdiği tepki, bölgesel krizlerle başa çıkma konusunda izlediği ‘pragmatik anlaşmalar’ yaklaşımını yansıtıyor. Filistinli gruplarla tarihi bağları ve Moskova’da Hamas heyetlerini ağırlamasına rağmen, Rusya fiili ateşkes diplomasisinden büyük ölçüde dışlandı. Rusya’nın anlamlı bir katılımı olmadan önemli barış zirveleri, gerçekleştirildi. Bu durum, dış politikasında Filistin meselesinde arabuluculuk yapma konusundaki büyük hedeflerinin yer almasına rağmen, Rusya'nın diplomatik nüfuzunun sınırlarını ortaya koydu.

Dış Politika Konsepti metninde öngörülen, bölgede vazgeçilmez bir arabulucu olarak rolünden tam bir sapma gösteren Moskova'nın mevcut politikasının belki de en açık göstergesi, Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov'un Rusya'nın arabulucu olarak ‘hizmetlerini dayatmayacağı’ yönündeki açıklamasıydı. Bu olumsuz tutum, Rusya'nın ‘Filistin sorununa kapsamlı ve kalıcı bir çözüm bulunmasına’ katkıda bulunacağına dair belgedeki vaadiyle keskin bir tezat oluşturdu.

sd
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Moskova'daki Büyük Kremlin Sarayı'nda bir araya geldi, 15 Ekim 2025 (AFP)

Rusya'nın Ortadoğu'daki sınırlı rolünün en çarpıcı örneği, Moskova'nın neredeyse on yıl boyunca ve önemli miktarda kaynak harcayarak desteklediği Beşşar Esed rejiminin geçtiğimiz yıl aralık ayında çöküşüydü. Bu gelişme, Rusya’nın nüfuzu için büyük bir gerileme oldu ve belgenin Suriye’ye ‘tam destek’ vereceği yönündeki taahhüdünü zayıflattı.

Rusya'nın tepkisi, stratejik sınırlamalardan doğan yeni bir pragmatizmi ortaya çıkardı. Kanıtlar, Moskova'nın son muhalefet saldırısı sırasında askeri desteğini kasıtlı olarak azalttığını gösteriyor. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Rusya'nın ‘karşılık verecek askeri güce sahip olduğunu ve bunu kullanabileceğini, ancak kullanmamayı tercih ettiğini’ belirtti. Bu hesaplı kısıtlama, Moskova'nın bazı müttefiklerin, özellikle Türkiye ile olan daha önemli stratejik ilişkileri feda etmeye değmeyeceğini kabul ettiğini gösteriyor.

Rusya'nın Lübnan işlerine sınırlı katılımıyla, bölgesel anlamda daha geniş çaplı gerilemesinin bir başka yönünü görüyoruz.

Sonuç olarak, Rusya'nın hedefleri Tartus Deniz Üssü ve Hmeymim Hava Üssü gibi stratejik askeri üslerini korumakla sınırlı kaldı. İlişki, patron ve müşteri ilişkisi olmaktan çıkıp yeni Şam hükümetiyle pragmatik müzakerelere dönüştü. Suriye'nin geçici Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara iki ülke arasındaki ilişkiyi ‘yeniden tanımlamaya’ çalışırken, Rusya'nın hedefleri Suriye'nin siyasi gidişatını yönlendirmekten ziyade askeri üs haklarını korumaya indirgendi. Bu gelişme, belgenin derin stratejik ortaklık vizyonundan önemli bir sapma olduğu anlamına geliyor ve Akdeniz'deki hayati askeri varlıkların korunmasına odaklanan yeni bir yaklaşımı yansıtıyor.

Bu arada Rusya ile İran arasındaki ilişkiler, gelişmiş diplomatik formalitelerin temel sınırlamaları gizlediği karmaşık bir yapıya sahip. İki ülke arasında geçtiğimiz ocak ayında 47 maddeden oluşan ve savunmadan enerjiye kadar çeşitli alanlarda iş birliğini kapsayan Kapsamlı Stratejik Ortaklık Anlaşması imzalandı. Bu da Dış Politika Konsepti metninde yer alan ‘İran ile kapsamlı ve güvene dayalı iş birliği’ çağrısını somutlaştırıyor gibi görünüyordu. Ancak bu resmi yükseltme, esasen pragmatik bir anlaşma olarak kalan ve sağlam bir ittifaktan ziyade karşılıklı ihtiyaçlar tarafından sınırlanan bir ilişkiyi örtbas ediyor.

frgt
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, İran’ın merhum Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Tahran'da Suriye konulu üçlü bir toplantı öncesinde fotoğraf çektirdiler, 19 Temmuz 2022 (AFP)

Rusya ile İran arasındaki ortaklık temelde, Batı'nın yaptırımlarına karşı koymak ve özellikle İran'ın Ukrayna savaşında kullanılan insansız hava araçlarını Rusya'ya tedarik etmesi konusunda belirli askeri iş birliğine dayanıyor. Anlaşmanın iddialı bir kapsama alanına sahip olmasına rağmen, ortak savunma konusunda herhangi bir hüküm içermemesi, Rusya'nın Tahran'a güvenlik garantisi verme konusundaki isteksizliğini ortaya koyan temel bir sınırlama olarak görüldü. Bu eksiklik, İran ile İsrail arasında gerginliğin tırmandığı dönemlerde, Moskova'nın herhangi bir askeri yardım sağlamadan sadece sözlü destekle yetinmesi ile özellikle belirgin hale geldi.

Bu yüzden İran ile ilişkiler resmi olarak güçlendirilmiş olsa da stratejik özünde sınırlı kalmaya devam etmekte ve gerçek bir ittifaktan çok zorunluluktan kaynaklanan bir ortaklık niteliği taşıyor. Bu ilişkiler, Moskova'nın mevcut yaklaşımını karakterize eden ‘stratejik anlaşmalar’ olarak tanımlanabilecek kavramın tam bir somut örneğine dönüştü.

Rusya'nın Lübnan işlerine sınırlı katılımıyla, bölgesel anlamda daha geniş çaplı gerilemesinin bir başka yönünü görüyoruz. Rusya'nın Dış Politika Konsepti metninde bölgesel çatışmalarda arabuluculuk yapma hedefi yer alsa da Moskova, Lübnan ile İsrail arasındaki hassas müzakerelerde, özellikle de Hizbullah'ın silahsızlandırılmasıyla ilgili müzakerelerde gözlemci rolünü oynamakla yetiniyor. Bu müzakerelerde başı çeken ABD olurken, Rusya aktif diplomasi faaliyetlerinden göze çarpan bir şekilde uzak duruyor.

Bu kıyıdan-kenardan katılım, Dış Politika Konsepti metninde Rusya'yı Ortadoğu'da güvenliğin mimarı olarak gören vizyonundan önemli bir sapma olduğunu gösteriyor. Moskova, Hizbullah’ı terör örgütü olarak değil, ‘meşru bir sosyo-politik güç’ olarak görmeye devam etse de Hizbullah'ın stratejik hesaplamaları veya Lübnan’ın siyasi gidişatı üzerindeki etkisi sınırlı kaldı. Bölgesel istikrar için hayati önem taşıyan silahsızlanma müzakereleri, Rusya’nın anlamlı bir katılımı olmadan ilerledi. Bu durum, Moskova’nın diğer cephelerle meşgul olması nedeniyle etki gücünü yitirmeye başladığının açık bir işareti oldu.

Rusya’nın bölgedeki müdahalesindeki gelişmeler, ‘stratejik anlaşmalar’ olarak adlandırılabilecek uzlaşıların sınırları konusunda daha derin bir ders sunuyor.

Rusya'nın son iki yıldır Ortadoğu'daki sıcak noktalara yönelik sınırlı müdahalesi beyan ettiği siyasi doktrin ile pratik gerçeklik arasında derin bir uçurum olduğunu ortaya koyuyor. 2023 dış politika belgesi, Rusya'nın stratejik olarak bölge genelinde faaliyet göstererek çatışmalarda arabuluculuk yapmasını ve güvenlik mimarisini yeniden şekillendirmesini öngörüyordu. Ancak Moskova, Ukrayna'daki savaşın yol açtığı kaynak kaybı nedeniyle varlığını oldukça sınırlı tuttu ve hedeflerini geri çekildi.

Bu geri çekilme stratejik bir vazgeçmeden ziyade mevcut sınırlı marjın pragmatik bir şekilde kabul edilmesi şeklindeydi. Gazze’den Suriye’ye, Lübnan’dan İran’a kadar Rusya, stratejik doktrininde belirtildiği gibi kapsamlı bir şekilde müdahil olmak yerine, hayati varlıklarını, askeri üslerini, belirli ortaklıklarını ve diplomatik konumunu korumayı tercih etti. Ukrayna’daki savaş, Rusya’nın güç projeksiyon yeteneğinin sınırlarını ortaya çıkardığından, Ortadoğu, kasıtlı olarak değil, zorunluluktan dolayı ikincil bir sahne haline geldi.

Rusya’nın bölgedeki faaliyetlerindeki gelişmeler, ‘stratejik anlaşmalar’ olarak adlandırılabilecek şeylerin sınırları konusunda daha derin bir ders veriyor. Bu yaklaşım bir dereceye kadar esneklik ve maliyet kontrolü sağlasa da Rusya’nın etki alanını daraltmış ve retorik taahhütlerinin kırılganlığını ortaya çıkıyor. Bölgesel ortaklar, Rusya'nın manevra alanının sınırlı olduğunu fark ederek beklentilerini buna göre ayarlamaya ve güvenlik ihtiyaçlarını karşılamak için daha güvenilir ortaklar aramaya başladı.

Stratejik kavramların ihtişamı, sıralama ve seçimin gerçekçiliğine yol açarak, küresel çapta hırslı güçlerin bile nihayetinde öncelikler belirlemesi gerektiğini ortaya koydu. Bu noktada Moskova, 2023 dış politika belgesinde özetlenen iddialı vizyondan açıkça uzaklaşarak, bölgedeki siyasi ve diplomatik gidişatın Rusya'nın marjinal katkısıyla gelişmesine izin vererek Ukrayna'yı tercih etti.

Ancak, Rusya'nın Ortadoğu'daki stratejik çıkarlarının derinliği küçümsenmemeli. Bölgenin gelişimini etkilemekten taktiksel olarak çekilme kararı, zorunluluktan kaynaklanan bir tercih olsa da bu, onun kontrolü Batı'ya devrettiği anlamına gelmez. Rusya, uzun vadeli stratejilerdeki ustalığıyla bilinir.


Şi ve Trump, Busan'daki görüşmelerini herhangi bir açıklama yapmadan sonlandırdı

Çin Devlet Başkanı ve Amerikalı mevkidaşı Busan'daki ikili görüşmelerin başlamasından önce (AFP)
Çin Devlet Başkanı ve Amerikalı mevkidaşı Busan'daki ikili görüşmelerin başlamasından önce (AFP)
TT

Şi ve Trump, Busan'daki görüşmelerini herhangi bir açıklama yapmadan sonlandırdı

Çin Devlet Başkanı ve Amerikalı mevkidaşı Busan'daki ikili görüşmelerin başlamasından önce (AFP)
Çin Devlet Başkanı ve Amerikalı mevkidaşı Busan'daki ikili görüşmelerin başlamasından önce (AFP)

ABD Başkanı, Çinli mevkidaşı Şi Cinping ile yaklaşık bir saat 40 dakika süren görüşmenin ardından Güney Kore'den ayrıldı ve herhangi bir ilerleme kaydedilip kaydedilmediğine dair basına bir açıklama yapmadı.

Trump, altı yıl aradan sonra Güney Kore'nin Busan kentinde Şi ile ilk yüz yüze görüşmesinin ardından doğrudan Air Force One'a yöneldi. ABD Başkanı, görüşme öncesinde Güney Kore'nin Busan kentindeki görüşmelerinde "sert bir müzakereci" olan Şi Cinping ile "başarılı bir görüşme" beklediğini söylemişti.

Çin Devlet Başkanı ise Amerikalı mevkidaşına, iki ülkenin her konuda her zaman aynı fikirde olmasa da "ortak ve dost" olmaya çabalaması gerektiğini söyleyerek yanıt verdi. Şi, Busan'daki görüşmelerin başında, "Çin ve ABD, iki büyük güç olarak sorumluluğu paylaşabilir ve ülkelerimizin ve dünyanın yararına daha büyük ve somut şeyler başarmak için birlikte çalışabilir" ifadelerini kullandı.


Trump, Pentagon'a nükleer silah denemelerine derhal başlaması talimatını verdi

Trump, Jeonju Sanat Merkezi'nde düzenlenen Asya-Pasifik Ekonomik İşbirliği (APEC) CEO Zirvesi'nde konuşuyor (AFP)
Trump, Jeonju Sanat Merkezi'nde düzenlenen Asya-Pasifik Ekonomik İşbirliği (APEC) CEO Zirvesi'nde konuşuyor (AFP)
TT

Trump, Pentagon'a nükleer silah denemelerine derhal başlaması talimatını verdi

Trump, Jeonju Sanat Merkezi'nde düzenlenen Asya-Pasifik Ekonomik İşbirliği (APEC) CEO Zirvesi'nde konuşuyor (AFP)
Trump, Jeonju Sanat Merkezi'nde düzenlenen Asya-Pasifik Ekonomik İşbirliği (APEC) CEO Zirvesi'nde konuşuyor (AFP)

ABD Başkanı Donald Trump, bugün Pentagon'a nükleer silah testlerine derhal başlaması talimatını verdiğini söyledi.

Trump, Güney Kore'de Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile yapacağı görüşme öncesinde Truth Social'da, "Diğer ülkeler tarafından yapılan nükleer testler nedeniyle, Savunma Bakanlığı'na da bizim nükleer silahlarımızı test etmeye başlaması talimatını verdim" diye yazdı.